Türkiye birçok etnik azınlığı barındırıyor; ama bir grup var ki mülteci krizi nedeniyle dikkat çekse de haklarında fazla şey bilinmiyor.
İzmir'in 60 km güneyindeki Naime köyünde 106 yaşında olduğunu söyleyen
Hatice Nine, 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu hatırlamaya çalışıyor.
Küçük evinin verandasındaki asmanın altında otururken, Haziran sıcağında daha ağır hareket ediyor. Uzun zaman öncesine ait anıları silikleşmiş doğal olarak. Davul ve trampetleri hatırlıyor. Sonra birden aklına başka bir şey gelmiş gibi "Atatürk babamı kurtardı. Cumhuriyetten sonra özgür oldu" diyor.
Hatice Nine Türk kimliğini gururla taşıyor. Ama anne babasının kimliği
yoktu. Ailesinin kökenleri hakkında fazla bir şey bilmiyor. Tek bildiği,
atalarının 1800'lerde Doğu Afrika kıyılarından Osmanlı İmparatorluğu'na
getirilen yüz binlerce köleden biri olması.
Mültecilerle karıştırılıyorlar
Afrika kökenine dair bilgisi pek yok Hatice Nine'nin. Sadece Türkçe
konuşuyor ve ailesinin kökeniyle ilgili sorularımdan rahatsız olmuşa benziyor;
çoğuna da cevap veremiyor. Anne ve babasının, Atatürk'ün 1924'te yeni
anayasayla getirdiği eşit vatandaşlık hakları sayesinde özgürlüğüne kavuştuğunu
söylüyor.
"Babam özgürlüğüne kavuştuktan sonra biraz toprak ve birkaç inek bulmuş. Sonra eşkıyalar öldürmüş onu. Ama biz hayatta kalmışız" diyor.
Türkiye birçok etnik ve dini azınlığı barındırsa da Afrika kökenli Türkler
büyük şehirlerde hemen dikkat çekiyor. Mülteci kriziyle birlikte, çoğu insan
onları Avrupa'ya gitmeye çalışan Eritreli, Somalili mültecilerle karıştırıyor.
Çoğunluğu Ege'de
Bazı tahminlere göre Afrika kökenli Türklerin sayısı 100 bine ulaşsa da Ege
bölgesi dışında fazla bilinmiyorlar. 18. yüzyılda birçok köle aileleriyle birlikte
Smyrna'ya (İzmir) pamuk tarlalarında çalışmaya gönderilmiş. Bunların bir kısmı
ise Osmanlı'nın son dönemlerinde başka bölgelere yerleştirilmiş.
Konu entegrasyona gelince Hatice Nine'nin oğlu Esat canlandı. Verandanın
gölgesinde, Kuzey Kıbrıs'ta askerlik yaptığı ve sahilde bir otelde çalıştığı
sırada çektirdiği fotoğraflarıyla dolu albümü çıkardı. Fotoğraflardaki tek
siyah yüz onunkiydi.
"Çok arkadaşım var; bazıları bana 'Arap' diyor ama kötü anlamda değil,
takılıyorlar" diye açıklıyor.
Özellikle İzmir civarındaki diğer Afrika kökenli Türklerden duyduğum
ayrımcılık hikâyelerini Esat aidiyet kaygısıyla önemsizmiş gibi anlatıyor.
Tuhaftır ki, büyük şehirlerde daha fazla göze batıyor, köylerde genellikle
toplumun bir parçası olarak kabul görüyorlar.
Entegre olmak
"Herkes Türkiye'de yaşayabilir; çeşitli olmak iyidir" diyor Esat.
"Bir bahçede çok çeşitli çiçekler ve ağaçlar yoksa ona güzel denir mi?
Hayır! İnsanlar ırkçıysa bu onların cahilliğindendir. Dikkate almıyorum onları.
Ben Türküm, önemli olan da bu."
Kardeşi Orhan ise ailesinin farklı oluşunu daha hevesli karşılıyor.
"Afrika dilini, dedelerimizin konuştuğu dili unutmuş olmamız kötü bir
şey. Türkiye'de her azınlığın, Kürtlerin, Zazaların, hatta Lazların dili var.
Ama biz sadece Türkçe biliyoruz ve atalarımızla ilgili hiç bilgimiz yok."
Afrika kökenli Türkler Müslüman olarak geçiyor; etnik görünüşleri dışında
onları çoğu Türk'ten ayıracak bir şey bulunmuyor. Fakat ayrımcılığa uğramış bir
etnik azınlık olarak kuşaklar boyunca mümkün olduğunca entegre olmaya
çalışmışlar.
"Yıllarca acı çekerseniz sizi farklı kılan şeyleri saklarsınız"
diyor Orhan bilgece. "Ana-babamız ve dedelerimiz bu yüzden bize kendi dillerini
öğretmedi. Bizim farklı olmamızı istemediler, sadece Türk olmamızı
istediler."
Araştıran kuşak
Osmanlı'da köle ticareti konusunda uzman olan Tel Aviv Üniversitesi'nden
Profesör Ehud Toledano'nun Afrika kökenlilere yönelik konuşmasını dinlemek için
iki gün sonra ben de İzmir'e gittim.
Bazı tahminlere göre Afrika kökenli Türklerin sayısı 100 bine ulaşsa da Ege
bölgesi dışında fazla bilinmiyorlar.
İzmir yakınlarındaki köylerden otobüslerle toplanıp getirilmiş köylülere
yaptığı konuşmada Toledano şöyle sesleniyordu: "Sosyal antropolojide bir
söz vardır: İlk kuşak yaşar, ikincisi reddeder, üçüncüsü ise araştırır. Sanırım
bugün Afro-Türk toplumunda bu üçüncü aşamayı görüyoruz."
Toledano haklıysa Hatice Nine kölelikten hemen sonraki dönemi yaşamış, oğlu
Esat bu kökeni reddetmiş, daha genç kuşaklar ise bu konuda aktif bir şekilde
eğitiliyor. Toledano'yu dinleyenler arasında 30 kadar çocuk vardı, 19. yüzyıl
Türkiye'sine getirilen Afrikalı kölelerin sayısını gösteren grafiklere kocaman
gözlerle bakan.
Dana Bayramı
Toledano'nun konuşması Dana Bayramı etkinliklerinin bir parçası olarak
düzenlenmşti. Uzun bir aradan sonra kendi tarihini kucaklamak isteyen bir
toplumun üyeleri tarafından son dönemlerde yeniden canlandırılmaya çalışılan
bir Afro-Türk bayramıydı bu.
Aslında bu Osmanlı zamanında Afrikalı köleler arasında her yıl kutlanan bir
bayramdı. Bir dana süslenip sokaklarda dolaştırılır, para toplanır ve insanlar
bahar için iyi dileklerini iletirdi. Daha sonra Atatürk 1925'te devletin
kontrolü dışındaki dini kurumları yasakladığında bu yasak, kökleri Afrika'daki
kabile pratiklerine dayanan batıl inançları da kapsayınca Dana Bayramı gizli
kutlanır olmuştu.
1960'larda bu gelenek unutulmuş, on yıl kadar önce ise 61 yaşındaki
Afro-Türk Mustafa Olpak'ın Girit üzerinden Kenya'ya dayanan köklerini
keşfetmesiyle birlikte yeniden canlanmıştı. Olpak dağılan toplumu bir araya
getirmek amacıyla 2006'da Afrikalılar Kültür, Dayanışma ve Yardımlaşma
Derneği'ni kurdu.
'Siyahım diye…'
Fakat Olpak'ın kat edeceği daha çok yol var gibi görünüyor. Naime köyünün
12 km güneyindeki Belevi köyünde yaşayan ve 'Arap Fehmi' olarak bilinen 86
yaşındaki Fehmi Yavaser, Dana Bayramı'nı hiç duymamış örneğin. Köydeki üç siyah
erkekten biri olan Fehmi Bey'in kökenini öğrenme ya da diğer Afro toplum
mensuplarıyla bağ kurma gibi bir derdi yok gibi görünüyor.
Köy kahvesinde diğer emekli erkeklerle limonata içip tavla oynayan Fehmi
Bey, önce kendisiyle yarı profesyonel boks hayatı ya da Almanya'da geçirdiği 18
yıllık yaşantısı konusunda görüşmek istediğimi sanmış, ailesinin geçmişiyle
ilgilendiğimi anlayınca şaşırmıştı.
"Annem bu köyde doğmuş, onun annesi de" diyerek omuz silkti.
"Ne diyebilirim ki? Ben buralıyım." İfade etmediği ama kendisini
rahatsız eden sorusu şuydu: "Siyahım diye niye bu kadar ilginç
oluyorum?"
Bu yaklaşımın tersini sergileyenlerden biri ise 65 yaşındaki Ahmet Doğu
idi. İzmir'de tütün fabrikasından emekli olan Ahmet Bey, Afrikalılar
Derneği'nin coşkulu bir üyesi. Türkiye'de yaşayan bir siyah olarak maruz
kaldığı ayrımcılık konusunda tamamen açık sözlüydü.
"İster istemez sizi etkiliyor" diyor derneğin İzmir'deki tek
odalı bürosunda otururken. Çocuklarıyla yolda yürüyen annelerin siyah birini
gördüğünde tekrarladığı batıl inançlardan söz ediyor.
"Çocukları bu kadar kara olmasın diye dua ediyor, tahtaya vurup yüzünü
diğer tarafa dönüyorlar."
'Afrikalı demektense…'
Dostane sosyal ilişkilerde bile Afro Türklere "Arap" deniyor.
Türkiye'de Arap ya da Afrikalılar gibi koyu tenliler için kullanılan genel bir
terim bu.
Köylerde Afrika kökenliler toplumun bir parçası olarak görülüyor.
"Biz de kendimize Arap diyoruz" diye açıklıyor Ahmet Bey.
"Afrikalı demektense bu daha iyi. Afrikalı deyince insanların aklına
yamyamlık veya gerilik geliyor. Biz bunlarla anılmak istemiyoruz. Ailelerimizin
tam olarak nereden geldiğini bilmesek de bugünlerde kendimizi Sudanlı ya da
Libyalı gibi kelimelerle tanıtıyoruz."
Ancak durumun eskiye göre çok daha iyi olduğunu söylüyor Ahmet Bey.
"İnsanların siyahları hiç tanımadığı dönemlerde daha kötüydü - şimdi
en azından Amerikan kültürü nedeniyle televizyonda, internette
görülüyoruz."
Soyadı 'Zenci'
Naime köyünün 8 km kuzeydoğusundaki Yeni Çiftlik köyünde ise Afrika kökenli
çocuklar, kendi toplumlarının tarihinde göreceli olarak daha iyi bir konumda
olduklarından habersiz bir şekilde sokakta oynuyorlar.
Adil koyu tenli, yeşil gözlü sekiz yaşında güzel bir çocuk. Soyadı
"Zenci"- "siyah" yerine kullanılan biraz aşağılayıcı bir
kelime. Atatürk 1934'te Soyadı Kanunu'nu çıkardığında dedelerinin dedesine bu
soyadı verilmiş. Zenci soyadının hala kullanılıyor olması, Afrika kökenli
Türklerin deri renginden başka bir şey üzerinden kabullenilmek için daha alacak
epey yolunun olduğunu gösteriyor.
Yine de Adil köklerini unutmak ya da saklamak yerine ona kucak açmayı öğrenen bir kuşağa mensup en azından. Afro Türk toplumunun geleceğini temsil ediyor o.
0 Yorum:
Yorum Gönder