Berberiler, Kuzey Afrika'ya yayılmış olan eski bir kavim. Çok eski zamanlardan beri, Berberiler Kuzey Afrika'da yerleşmiş bulunuyorlardı.
Araplar bunların oturduğu bölgeye "Mağrib" adını vermişlerdi. Berberilerin oturdukları saha, Libya'dan Atlas Okyanusuna ve Akdeniz'den Orta Nijer ve Senegal'e, hatta Kızıldeniz'e kadar uzanan bir durumdaydı.
Bu geniş coğrafyada göçebe ya da yarı-göçebe olarak kabileler halinde yaşayan Berberiler arasında bir dil birliği olmasına karşın, Kuzey Afrika’ya egemen olan Fenike, Kartaca, Roma, İslam ve Osmanlı kültürlerinden farklı biçimlerde etkilenmiş olmaları nedeniyle kültürel çeşitlilik gözlenir. Geniş çöl bölgelerinin kültürel temasları sınırlaması nedeniyle Berberi kabileleri arasında yüzlerce farklı lehçe konuşulmaktadır.
Bölgede 7. yüzyılda yaşanan İslam yayılması sırasında İslamiyeti benimsemişlerdir. 12. yüzyıldaki Bedevi yayılması ise bir çok yerleşik Berberi kabilesinin göçebe ya da yarı-göçebe yaşam biçimine geçmesine yol açmıştır.
Kırsal alanlarda Berberi kabilelerin çoğu halen yerleşik yaşam geleneklerini sürdürmekte, kışın alçak düzlüklerde çiftçilik yapmakta, yazın ise yüksek bölgelerdeki otlaklara göçmektedirler. Kentsel kesimde ise genellikle Arap hakimiyeti vardır ve kırsal alandan kopmuş Berberiler kentlerin daha çok dış mahallelerine yerleşmişlerdir.
Genelde yerleşik düzendeki Berberi kabilelerinde toprak ve otlaklar üzerinde özel mülkiyet yoktur. Tarlalar, kur'a ile dağıtılır ve otlaklar ortaklaşa kullanılır. Toprak üzerinde özel mülkiyetin yerleşmiş olduğu kabilelerde ise “fallahin” adı verilen topraksız köylüler, ürünün beşte biri karşılığında işçi olarak çalışırlar. Sayıları 60.000.000 civarıdır. Cezayir, Tunus, Fas halkının neredeyse hepsi berberidir. Ünlü berberiler Zidane , Libya lideri Kaddafi, Khaled bouhlerouz, Zaho (Şarkıcı), Kenza Farah
Kökenleri
Berberilerin menşe ve asılları hakkında çeşitli görüşler belirtilmektedir. Bazı bilginler Hami, bazıları ise Sami olduklarını ve Asya'dan geldiklerini iddia etmişlerdir. Bunlara bulundukları yerlere göre Numidyalı ve Mağribi gibi isimler verilirdi. Bu şekilde çeşitli kabilelere ayrılmış bulunan Berberiler,
kabile başkanlarının idaresi altında ve bağımsız olarak yaşarlardı. Çok cesur ve mücadelede azimli bir kavim olmalarına rağmen, kuvvetli ve bağımsız bir devlet haline gelememişlerdir. Genellikle çeşitli milletlerin nüfuzları altında kalmışlardır. Berberiler beşinci asra kadar Roma'nın hakimiyeti altında yaşamıştır. Bu müddet zarfında Numidya'daki Berberilerin Romalılaştıkları görüldü. Buna mukabil dağlarda, yüksek yaylalarda ve Moritanya'da bulunan Berberiler pek az değiştiler. Her fırsatta isyanlar ve çeşitli gaileler çıkardılar. Böylece Roma otoritesinin gittikçe zayıflamasına yol açtılar. Ancak Berberiler her defasında yeni bir devletin pençesine düştü. Nihayet 1574 yılında Osmanlı hakimiyeti altına girdiler. 1881 yılına kadar süren Türk hakimiyeti, Berberiler üzerinde derin kültür izleri ve sosyal tesirler bıraktı. Osmanlının adalet ve müsamahası altında huzur ve refah içinde yaşadılar. Bu devirde İslamiyet, Kuzey Afrika'da hızla yayıldı. Ancak 19. yüzyılda bölgenin Fransız sömürgesi altına girmesiyle, huzur dolu ortam yerini tekrar din, mezhep ve ırk kavgalarına bıraktı. Buna rağmen Berberiler, Rif ve Sahra arasında Avras ve Büyük Kabiliye dağlarına çekilerek dillerini ve geleneklerini korumaya çalıştılar.
Berberiler yüzyıllarca muhtelif milletlerin etkileri altında kaldıklarından, kendi dillerini, adet ve geleneklerini büyük ölçüde kaybetmişlerdir. Bununla beraber, kuvvetli bir kabile hayatı yaşamaları dolayısıyle, Tunus ve Cezayir'in dağlık kısımlarında yaşayan kabileler, Fas'ta Atlas Dağlarının eteklerinde yaşayan Imazığlar ile Tibu ve Cerbi kavimleri eski dil, adet ve geleneklerini az çok muhafaza edebilmişlerdi. Bu kavimler arasında yapılan incelemeler, onların diğer Afrika kabilelerinden farklı olduğunu göstermiştir. Berberilerin bir kısmı Osmanlı döneminde Müslüman
olmalarına rağmen, büyük çoğunluğu eski inançlarına uymaya devam etmişlerdir. Berberilerde kan davası gütme, öç alma gibi duygular çok ilerlemiştir.Kadınlarında tesettür yoktur. İslam fütuhatı esnasında Berberiler Sünniliğe bağlıydılar. Ancak çok geçmeden Şiiliğe rağbet ettikleri görüldü.
Berberiler genellikle hayvan yetiştirmek ve çiftçilikle uğraşırlardı. Dağ ve orman köylerinde avcılık yaygındı. Büyük sahradaki kabilelerin çoğu sürülerinin peşinde göçebe olarak yaşamaktadır.
Birinci Berberi Savaşı
Birinci Berberi Savaşı,
Berberi Kıyısı Savaşı veya
Trablusgarp Savaşı olarak da bilinen Amerika Birleşik Devletleri ile Kuzey Afrika'daki Fas Sultanlığı, Cezayir Eyaleti, Tunus Eyaleti ve Trablusgarp Eyaleti gibi Berberi devletleri arasında yapılan savaşın ilki.
16. yüzyılın ortalarında bu yana Kuzey Afrika kıyısında üstlenmiş olan Türk korsanları
Akdeniz'i ve Akdeniz'deki ticaret yollarının kontrolünü ellerinde tutuyorlardı. ABD İngiltere'den bağımsızlığını kazandığı sırada Kuzey Afrika'daki Beylerbeyilikler (ya da onların tabiriyle Berberi Kıyısı Devletleri; Trablusgarp, Tunus, Cezayir ve Fas Sultanlığı) tam 300 yıldır bu bölgedeki Avrupa ülkelerinin ve diğer devletlerinin gemilerini avlıyorlardı. Bu bölgede faaliyet gösteren bu korsanlarını stratejisi oldukça basit ama etkiliydi. Akdeniz'de küçük ama hızlı gemilerle seyrediyorlar, üstün hızları ve manevra kabiliyetleri ile ticaret gemilerini yakalıyorlardı, kendileri için bir handikap olan silahlarının azlığını da bu sayede dengeliyorlardı. Yakalanan gemilere ve yüklerine el konuluyor, mürettebatları da esir alınıyordu. Mürettebat ülkeleri kurtulmaları için fidye ödemeyi kabul edene kadar esaret altında tutuluyordu. Eğer fidye ödenmezse, köle olarak satılıyorlardı. Zamanla Akdeniz'e komşu devletler bu durumun üstesinden gelmek için Cezayir Beylerbeyiliği ve diğerlerine yıllık haraç ödenmesini daha uygun buldular. Yıllık ödenen bu haraç sayesinde gemilerine serbest geçiş hakkı satın alıyorlardı. Eğer haraç ödenmezse ödeme yapmayan ülkeye savaş ilan ediliyordu. Savaş ilanı geleneksel hale gelmiş bir seremoni şeklinde olurdu.Bir manga asker hedef alınan ülkenin Elçiliğinin bayrak direğinin alemini keserek savaş ilan edildiği karşı tarafa tebliğ ederdi. Bundan sonra da Berberi donanması o ülkenin gemilerine saldırmaya başlardı.
Amerikan kolonileri de İngiliz İmparatorluğu'nun bir parçası olduğu sırada İngiliz donanması, İngiltere ve Berberi kıyısı devletleri arasında yapılan anlaşmalar sayesinde korunuyordu. Fakat bu durum Amerikan kolonileri bağımsız olunca değişti, bu koruma perdesi kalktı. Bu yüzden de genç Amerikan devleti Kuzey Afrika'daki Beylerbeyilikler'le acilen bir anlaşma yapmaya mecbur oldu.
1796'da bu Beylerbeyilikler ve Fas Sultanlığına ödenen haraç oldukça makul seviyedeydi. Örneğin ABD'nin Trablusgarp'a verdiği yıllık haraç 60.000 Amerikan Doları idi. Ama Trablusgarp Beylerbeyi olan Karamanlı Yusuf Paşa, zor durumda kalan ABD'nin ödediği haracın miktarını arttırdı. Bu isteği 1801 yılı Mart ayında Thomas Jefferson başkanlığı devraldıktan hemen sonra ABD'ne ulaştı. Fakat Jefferson Kuzey Afrika'daki Türk korsanlarına artık daha fazla haraç ödenmesine taraftar değildi ve bunu yapmaktansa ABD'nin bir donanma inşa etmenin bu korsanların hiç bitmeyen taleplerinden daha ucuza mal olacağını iddia etti. Durumu yerinde tetkik etmek ve daha sonra girişilecek eylemlerde izlenecek yolu tespit etmek için 3 gemiden oluşan bir keşif filosunu Akdeniz'e gönderdi. Komodor Richard Dale idaresindeki ABD keşif filosu 1 Temmuz 1801'de Cebelitarık'a ulaştı ve burada ikmal yaptı. Bu sırada Dale Trablusgarp Beylerbeyiliği'nin 10 Mayıs 1801'de ABD savaş ilan ettiğini öğrendi. Savaş ilanından sonra Trablusgarp'taki ABD Konsolosluğu yağmalanmış ve Konsolos James Cathcart ve ailesi Danimarka elçiliğine sığınmışlardı. (Burada önemli olan ve dikkat edilmesi gereken nokta Osmanlı İmparatorluğu'nun bu uzaktaki Beylerbeyiliği'nin, yani bir eyaletinin savaş ilan etmesidir. Zaten Osmanlı İmparatorluğun 1830'lara kadar ABD tarafından gelen isteklere rağmen bu devleti muhatap dahi almamıştır.) Bu gelişmeyle birlikte keşif ve inceleme gezisi bir anda sefere dönüşmüş oluyordu. Dale emrindeki gemilere rotalarını Trablusgarp'a çevirmeleri emrini verdi. Dale Trablusgarp'a ulaştıktan sonra yaptığı gözlemlerde limanın doğal olarak korunaklı olduğunu, şehir önlerindeki bir kayalık resifin limana yaklaşımı zorlaştırdığını gördü. Buna ek olarak şehir üzerinde limana bakan küçük burçlar ve kaleler olan bir surla çevriliydi.
Dale şehre doğrudan bir saldırı yöneltmesi konusunda tebliğ edilmiş bir emir yoktu, öncelikli görevi keşif ve gözlemdi, zaten kendisi de kuvveti az olduğu için böyle bir harekete girişmek istemiyordu. Bu yüzden saldırgan bir tutum izlemek yerine filosuyla Trablusgarp'a yakın seyreden ABD ticaret gemilerine koruma sağlama ve Trablusgarp limanına yönelik gevşek bir abluka uygulama yoluna gitti. Dale tüm inisiyatif ve sorumluluğu üzerine almak istemediği için, her ne kadar komuta kademesindeki subayları Türk korsanları ile çatışmaya girmek yönünde görüş belirtseler de Akdeniz'de pasif bir politika izlemeyi yeğledi. Fakat böyle de olsa Amerikan güç gösterisi üzerine Cezayir ve Tunus, Trablusgarp'la olan ittifaklarına son verdiler.
Bu sıralarda yaşanan bir karşılaşmada USS Enterprise Teğmen Andrew Sterrett komutasında küçük bir korsan gemisi ile çatışmaya girdi (1 Ağustos 1801) ve gemiyi ele geçirdi. Bu çatışmada küçük ve ateş gücü yetersiz olan Türk korsan gemisi 80 mürettebatından 60'ını kaybetti. ABD tarafı ise hiç kayıp vermedi. Bu küçük çatışma Kuzey Afrika'daki Türk korsan filosunun en önemli zafiyeti gözler önüne serdi ; mürettebatı topçuluk ve denizcilik konusunda yeteri kadar eğitilmemiş olan bu hafif ve ateş gücü az gemiler o çağın gemilerinin artık muhatabı değillerdi. Teknik ve bilgi bir kez daha üstün gelmişti.
Sterrett güçsüz rakibi ile girdiği mücadeleyi kazanmıştı ama ABD Trablusgarp Beylerbeyiliği'ne henüz savaş ilan etmemişti. Temayüller gereği gemi alıkonulup, mürettebatı da esir alınamazdı. Bu yüzden de geminin topları denize atıldıktan sonra Trablusgarp'a geri dönmesine izin verildi. Bu gelişme üzerine oldukça öfkelenen Beylerbeyi Karamanlı Yusuf Paşa gemi kaptanını oldukça sert bir şekilde cezalandırdı; Kaptana limanda meydan dayağı atıldıktan sonra bir eşeğe ters olarak bindirildi ve şehirde dolaştırıldı.
1802 Nisanında Komodor Dale ABD geri çağrıldı, belli ki izlediği tutum hem filoda hem de ülkesinde pek hoş karşılanmamıştı. Onun yerine Komodor Richard Morris filo komutanı olarak atandı. Morris Akdeniz'deki filoya takviye de getiriyordu. 7 adet Firkateyn ve Şalopa'dan oluşan bu takviye kuvveti Haziranda Cebelitarık"a ulaştı. Morris sefere eşi ve çocuğunu da yanına alarak çıkmıştı, bu da onun da aynen Dale gibi Trablusgarp'a karşı aktif bir mücadeleye girmekten kaçınacağının açık kanıtıydı. Aldığı emir "tüm filo ile birlikte hareket etmek ve Trablusgarp açıklarında beklemekti." Morris de Dale'nin politikasını takip ediyordu; Amerikan ticaret gemilerine koruma sağlıyordu. Morris'in Trablusgarp'a yönelik tek hareketi Constellation gemisini Kaptan Alexander Murray idaresinde Trablusgarp limanını gözetlemeye göndermek oldu. Eylül 1803'te Morris de ABD'ne geri çağrıldı. İnisiyatif kullanmadaki zaafı ve acziyeti yüzünden önce hakkında bir soruşturma komisyonu açıldı ve daha sonra da Başkan Jefferson tarafından donanmadan azl edildi.
Bu esnada ABD Trablusgarp ile tam 2 yıldır savaş halindeydi ve sorunun çözümlenmesi yönünde hemen hiçbir gelişme olmamıştı. Ama yeni atanan filo komutanı bu durumu değiştirecek gibi duruyordu. Komodor Edward Preble 1803 Haziranında komutayı ele aldı. Deneyimli bir denizciydi, oldukça kötü ünü olan İngiliz hapishane gemisi Jersey'de mahkûm olarak bulunmuştu. Çabuk öfkelenen ve katı disiplinli biri olarak ün yapmıştı. Fakat bununla birlikte cesareti, mürettebata karşı tutumu ve uzman bir denizci olmasıyla da herkesin takdirini kazanmıştı.
Akdeniz'deki filonun komutasını devraldıktan sonra filoyu ve komuta kademesini kendine göre yeniden düzenledi. Bu bağlamda 106 kadar emir ve talimat yayınladı. Bu emirlerde disiplin ve gemi idaresi ile ilgili hemen her noktaya değinilmişti. ABD donanmasında daha sonra adını duyuran subaylar ve genç komutanlar onun gözetiminde yetiştiler ve tecrübe kazandılar. Bunlar arasında şu isimler öne çıkmaktadır; Stephen Decatur, James Lawrence, Isaac Hull, David Porter, Charles Stewart ve William Bainbridge. 1803 Ekim'inde Preble'in kuvvetleri Trablusgarp kuvvetleri ile ilk çatışmaya girdi. Bu esnada Preble'ın izlediği saldırgan tutum Fas'ın Trablusgarp'la olan ittifakını bitirmesine ve çatışmanın dışına çıkmasına sebep oldu.
31 Ekimde Kaptan William Bainbridge komutasındaki USS Philadelphia gemisi Trablusgarp limanı girişinde haritalarda gösterilmeyen bir resifte karaya oturdu. Olay Philadelphia gemisi iki Trablusgarp gemisini önlemeye çalıştığı sırada meydana gelmiş, gemiyi karaya oturmuş ve tehlikeli bir şekilde yan yatmıştı. Gemi tamamıyla savunmasız kalmıştı. Bainbridge toplarını atarak ve ön mizana direğini keserek gemiyi hafifletmeye ve yüzdürmeye çalıştı ama bu girişimi herhangi bir fayda vermedi. Philadelphia olduğu yerde hareketsiz olarak kaldı. Yapabilecek hiç birşeyi kalmayan Bainbridge de teslim oldu. Gemi 2 gün sonra dalgaların etkisiyle karaya oturduğu yerden kurtuldu. (Akdenizin bu bölgesinde gel-gitin etkisi oldukça fazladır. Bölgeyi bilmeyen gemiler bu yüzden karaya oturabilir. Bu konuya Barbaros Hayrettin Paşa da hatıratında değinmektedir.) Gemi Trablusgarp limanından çıkan gemiler tarafından yedeğe alındı ve limana çekildi, burada da onarılmaya başlandı. Philadelphia'nın Trablusgarp filosuna katılmasıyla filonun ateş gücü daha da artmıştı.
Preble Philadelphia'nın geri alınmasının imkânı olmadığını çok geçmeden anladı, tek çıkar yol geminin batırılmasıydı. Limana bir saldırı yapılmasına karar verdi, bu saldırı esnasında gemi bordalanacak ve ateşe verilecekti.
Saldırı gücü Teğmen Stephen Decatur'un komuta ettiği 70 kişiden oluşuyordu. Saldırı bir gece baskını şeklinde olacak, Amerikalılar liman savunma hatlarını ele geçirdikleri bir Türk korsan gemisini kullanarak geçeceklerdi. Planın tamamı ise şu şekildeydi ; Arapça konuşan bir kılavuz[38] kendilerini liman muhafızlarına hasar görmüş bir gemi olarak tanıtacak ve onarımda olan Philadelphia'nın yanına palamar atma izni isteyecekti. Bu sayede Decatur ve adamları Philadelphia'ya yaklaşma imkânı bulacaklardı. Olayların akışı bu noktaya kadar planlandığı gibi gelişti fakat kuşkulanan liman muhafızları bu durumu çok çabuk fark ettiler. Ama çabuk davranan Decatur ve adamları bu sürede gemiye çıkmışlardı. Gemi muhafızları hazırlıksız yakalandığı için buradaki çatışma kısa, fakat oldukça kanlı oldu, Amerikalılar geminin kontrolünü tekrar ele geçirdiler ve gemiyi hemen ateşe verdiler. Çıkan yangın ve karışıklık Amerikalılara kaçmaları için gereken fırsatı da sağladı. Bu hareketi sonucunda Decatur milli kahraman haline geldi. ABD Kongresi Dacatur'a bir kılıç hediye ederek onu kaptanlığa terfi ettirdi. Henüz 25 yaşında olan Decatur ABD donanmasının en genç kaptanı oldu.
Philadelphia'nın yakılmasından sonra Preble Trablusgarb'ı hedef alan başka bir saldırı planlamaya başladı. Karamanlı Yusuf Paşa üzerindeki baskıyı arttırarak onu barış yapmaya zorlamayı planlayan Preble, bu sayede Bainbridge ve Philadelphia"nın mürettebatını da kurtarmayı umuyordu. Philadelphia'nın Trablusgarb limanı önlerinde karaya oturması onu sığ sularda seyir yapabilecek su çekimi az gemiler aramaya itti. Çünkü ABD donanmasının gemilerinin hemen hepsi derin sular için dizayn edilmiş, büyük gemilerdeki liman önündeki sığ sularda manevra kabiliyetleri azalıyor ve açık hedef haline geliyorlardı. Bu yüzden Preble, Sicilya Kralı IV. Ferdinant'tan 6 küçük gunboat ve 2 havan topu gemisi kiraladı.[40] Bu İtalyanlarında çıkarınaydı çünkü bu sayede kendilerini çok uğraştıran bu korsanları kendileri zarara uğramadan cezalandırabileceklerdi. Preble bu küçük ve hafif gemilerle filosunu takviye ettikten sonra saldırı planlarına hız verdi. Ağustos ayında birkaç saldırı yapmayı planlamıştı, bunlardan ilki 3 Ağustos günü gerçekleşti. Önce Amerikan gunboat filosu Trablusgarp çektirilerine saldıracak ve dikkati üstüne toplayacak, bu sırada havan topu taşıyan gemiler de şehri topa tutacaktı. Yine bu esnada şehrin kıyı bataryalarının karşılık vermemesi için Constitution da kıyı bataryalarına saldıracak ve onları ateş altına alacaktı. Planın riskli tarafı Trablusgarp gunboat filosunun bu Amerikan hafif savaş gemileri tarafından yönlendirilecek saldırıyı önleyebilecek güçte olmasıydı.
Saldırı başladığı sırada başka bir hesapta olmayan aksilik ortaya çıktı ; aniden yön değiştiren rüzgar yüzünden Amerikan filosu ikiye bölündü. Bunun sonucunda harekat bir kere başladığı için limana sadece 3 gunboat yaklaşabildi. Takip eden 2,5 saat boyunca çarpışmalar Amerikalılar kıyıya yaklaştıkça şiddetlendi. Çarpışmalar esnasında Trablusgarp çektirilerinden 6'sı bordalandı, bunlardan üçü batırıldı, diğer üçü ise ele geçirildi. Constitution'da toplarının daha uzun menzilli olması sayesinde kıyı bataryalarını susturmuş ve tüm gücüyle Paşanın konağına saldırmıştı. Silah tekniği ve harekat usulleri açısından daha üstün olan ABD donanması şehre yönelttiği ve tüm gün süren bombardımanda sadece 14 kayıp vermişti. Ağustos ayında Trablusgarpa 4 saldırı daha düzenlendi, bunlardan birinde şehir aralıksız 2 gün topa tutuldu. Her saldırıdan sonra Preble Yusuf Paşadan barış görüşmelerine başlanmasını ve ABD'li tutsakların serbest bırakılmasını istedi. (ABD'li tutsakların serbest bırakılması için önce 40.000 $ daha sonra da 50.000 $ fidye ödenmesini teklif etti.) Yusuf Paşa bu tekliflere kayıtsız kaldı, Preble da tüm gücüyle saldırmaya devam etti.
Ağustos ayının bu şekilde geçmesinden sonra Eylül ayında Komodor Preble şehir limanını hedef alan bir dizi yeni harekât ve saldırı daha planladı.[42] Bu kez daha cüretkar bir harekat planlanmıştı ; eski bir Türk korsan gemisi olan Intrepid'e 100 fıçı barut yüklenecek, gemi liman içine tamamı gönüllülerden oluşan bir mürettebat tarafından götürülecekti. Trablusgarp filosunun gemileri ile benzer çizgilere sahip olduğundan fazla dikkat çekmeyeceği düşünülüyordu. Gemi liman içine girdikten sonra barut deposu ateşe verilerek patlatılacak ve bu sayede Türk filosuna ağır zayiat verdirilecekti. Richard Sommers ve 12 gönüllüden oluşan mürettebatın kullandığı Intrepid 4 Eylül 1804 akşamı gece karanlığından da faydalanarak Trablusgarp limanı girişine mümkün olduğu kadar sessizce yaklaştı. Fakat daha önce Philadelphia baskını yüzünden tetikte duran liman muhafızları tarafından hemen fark edildi. Birkaç saniye sonra da cephaneliğine direk isabet alan gemi infilak ederek battı. Mürettebatından kurtulan olmadı.
Aynı ay Komodor Samuel Barron komutasındaki takviye kuvveti de Trablusgarp açıklarına gelerek buradaki ABD filosuna katıldı. Preble"dan daha kıdemli olduğu için Barron filonun komutasını devraldı. Donanma Bakanı Smith Preble'ın Barron'un emri altında görevine devam edeceğini düşünmüştü, oysa bu düşüncesinin yanlış olduğu kısa sürede anlaşıldı. Bu yeni atamayı bir tenzil"i rütbe olarak algılayan Preble ABD geri döndü. Geri döndüğünde kendini dünyaya ispatlamaya çalışan ve tüm gayretini bu yönde harcayan genç ABD"nde kahraman olarak karşılandı. Sayesinde ABD çok ihtiyaç duyduğu morali kazanmıştı. Başarıları yüzünden ABD kongresi tarafından da takdir edildi.
Yeni komutan Komodor Barron da Trablusgarp abluka altında tutmaya devam etti, ama bu arada yeni bir yaklaşım geliştirmeyi de ihmal etmedi. Bu bağlamda denizden yapılan saldırıları durdurdu, çünkü şehrin deniz yönünden güçlü bir savunması vardı ama kara kısmı o kadar güçlü değildi. Şehre arkasından savunmasının nispeten daha zayıf olduğu kara kısmından saldırmayı teklif etti.Bu esnada ABD"nin Tunus Konsolosu William Eaton Yusuf Paşayı Mısır'da sürgün yaşayan kardeşi Hamit Paşa ile değiştirme önerisini ABD bildirdi. Hamit Paşa bu teklife sıcak bakıyordu çünkü kardeşi başa onu devirerek geçmişti. Bu amaçla Eaton Mısırda çoğunluğu Yunan, Arap ve Bedevilerden oluşan bir paralı askerler ordusu kurdu. Bu orduya eğitim vermesi ve komuta etmesi içinde ABD savaş gemisi Argus'tan 7 tane deniz piyadesi getirildi. Bomba Körfezine vardığında Eaton, Yusuf Paşanın kendisinin varlığından haberdar olduğunu ve Derneye takviye kuvvetler gönderdiğini haber aldı. Zamana karşı bir yarış başladı ve Eaton şehre takviye kuvvetlerden önce ulaştı. Mısırda başlayan bu 500 km. bir yolculuktan sonra Hamit Paşa ve Eaton Nisanda Derneye vardılar. Karadan paralı askerler ordusu denizden de ABD savaş gemileri Argus, Hornet ve Nautilus tarafında kuşatılan Derne kısa sürede düştü. Dernenin alınmasıyla Trablusgarp'a giden yol açılmış oldu. Bu gelişmeler üzerine devrileceğinden korkan Yusuf Paşa ABD ile barış yapmaya razı oldu. Bu bağlamda 4 Haziran 1805'te Amerikalı tutsakların 60.000$ karşılığında serbest bırakılmasını ve bu tarihten sonra ABD'den haraç alınmamasını öneren bir barış antlaşmasını kabul etti. Amerikalılar istediklerini elde ettikleri için Hamit Paşa'ya olan desteklerini geri çektiler ve onu yüzüstü bıraktılar. 1. Berberi Savaşları sona ermişti, ABD hükümeti artık Cezayir ve Trablusgarp Beylerbeyiliklerine haraç ödemeyecek, ABD vatandaşları bundan sonra fidye istemek için esir alınmayacaktı.
Savaşın sonucu
Pek çok açıdan I. Berberi Savaşı sonucunda her iki tarafta beklediklerini yarı anlamıyla elde edememiştir. Fakat bununla birlikte, ABD açısından kazanımlar daha fazla olmuştur. Bunlardan en önemlisi de Akdeniz'e girişte Türk korsanlarına ödedikleri ve oldukça önemli bir yekun tutan vergiden artık muaf olmalarıdır. ABD her ne kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun kendisi ile değil ona gevşek bir bağla bağlı olan uzak bir eyaleti ile savaşmış da olsa, bu ABD açısından, kendini ispatlama ve kendine güvenme noktasında, başarıyla verdiği ilk ciddi sınavdır.
Fakat Kuzey Afrika'daki bu Beylerbeyilikler de yaşanan çatışmadan ciddi bir zarar görmemişler, güçlerinde önemli bir eksilme olmamıştır. Sadece her yıl düzenli olarak fazla bir çaba harcamadan aldıkları haracı daha fazla seyir yaparak, daha fazla gemiye saldırarak çıkarmak zorunda kalmışlardır. Fakat 16. yüzyılda zirveye çıkan Türk denizciliği ve tekniklerinin artık geri kaldığı ve hızla demode olmaya başladığı ayan beyan ortaya çıkmıştır, ama kemikleşen usul ve yöntemler yüzünden gerekli tedbirler alınamamış, bu tehlike hafife alınmıştır. Bu çatışma ABD devlet politikasının da çeşitlenmesi ve gelişmesini beraberinde getirmiştir. Başlarda çekingen bir yaklaşım sergileyen ABD Başkanı Jefferson daha atak ve girişken bir politika izlemeye mecbur kalmıştır.
İngiltere'den bağımsızlık kazanıldıktan sonra kurulan askeri yapı ilk kez savaş ortamında denenmiş (her ne kadar ABD resmen savaş ilan etmemiş de olsa), eksikleri yerinde tetkik edilmiştir. 1. Berberi Savaşı ABD uzak topraklarda ve denizlerde cereyan edebilecek bir çatışmayı idare edebileceğini göstermiştir. Yine parçalı bir yapıda olan ABD'nin birlik ruhu bu sayede gelişmiş ve perçinlenmiştir. Bu sayede Amerikalı olmak, kurucu 13 koloniden birinin üyesi olma bilincinin önüne geçmiştir. Savaş sonunda elde edilen kazanımların verdiği aşırı güven daha sonra ters tepecek, ABD aşırı güvenin bedelini 1812 Savaşında Washington'un işgal edilmesiyle ödeyecektir.
Kuzey Afrika'daki Türk korsanlarına gelince önemli bir gelir kaynağını kaybetmişlerdir ama gerek filoları gerekse de personeli, eğitimleri yetersiz de olsa, fazla zarar görmediği için eylemleri son bulmamıştır. 1807'de Cezayir'de üslenen Türk korsanları ABD ticaret gemilerine tekrar saldırmaya başlamışlardır. 1812'de İngiltere ile savaşa giren ABD 1815'te patlak veren 2. Berberi Savaşı'na kadar bu saldırılara karşılık vermek için hiçbir girişimde bulunamamıştır. ABD savaştan büyük bir yenilgiyle ayrılmıştır.