Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


İlahi Bilimler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İlahi Bilimler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Temmuz 2021

Kurban keserken dikkat edilecek hususlar nelerdir?

dh
1- Önce diz boyu çukur kazılır. Kurbanın gözleri tülbentle bağlanır. Kıbleye dönük olarak sol yanı üzerine yatırılır. Boğa, tosun gibi büyük baş hayvanların kolay kesilebilmesi için çengele asılması caizdir. Boğazı çukurun kenarına getirilir. İki ön ve bir arka ayakları, uçlarından bir araya bağlanır. Üç kere bayram tekbiri okunur. Sonra, bismillahi Allahü ekber diyerek, deveden başka hayvanın, boğazından kesilir. Bismillahi derken, h’yi belli etmek gerekir. Belli edince, Allahü teâlânın ismi olduğunu düşünmek lazım olmaz. h’yi açıkça belli etmezse, Allahü teâlânın ismini söylediğini düşünmek gerekir. Bunu da düşünmezse hayvan leş olur, yenmez. Bismillahirrahmanirrahim demek de caizdir. Fakat evlâ olanı, (Bismillahi Allahü ekber) demektir.
2- Besmele çekilince, hemen kesmek şarttır. Besmele çektikten sonra bıçağı bilerse, Besmeleyi tekrar etmesi gerekir. Besmele çektikten sonra, hayvan yerinden kalkarsa, yatırdığı zaman tekrar Besmele çekmesi gerekir; fakat bir kelime söylemek, bir lokma yemek ve bir yudum su içmek gibi az bir ara vermenin zararı yoktur. Besmele çektikten sonra, elindeki bıçağı bırakıp, başka bir bıçak alsa, Besmeleyi tekrar çekmesi gerekmez.
3- Bir hayvan için Besmele çekildikten sonra, onu bırakıp başka bir hayvan kesilecek olsa, Besmeleyi tekrar çekmek gerekir.
4- Arka arkaya birkaç hayvanı boğazlayacak kişinin, hepsi için ayrı ayrı Besmele çekmesi gerekir; fakat hayvanları, üst üste yatırıp kesecek olsa, bir Besmele kâfidir. Bir hayvanı iki kişi kesse, ikisinin de Besmele çekmesi gerekir.
5- Besmele unutulursa zararı olmaz. Kasten Besmelesiz kesmek haramdır.
6- Hayvanın boğazında yemek, nefes borusu ve iki yanda birer kan damarı vardır. Bu dört damardan üçü bir anda kesilmelidir.
7- Şafii’de, yemek borusuyla nefes borusu kesilirse kâfidir. Ancak gırtlak düğümü baş tarafında kalmalıdır. Gırtlak düğümünün tamamı vücut tarafında kalırsa, kesilen hayvan yenmez.
8- Kurban kesenin, kıbleye karşı dönmesi sünnettir.
9- Erkek ve kadın Müslümanın, cünübün, delinin, bunağın, çocuğun ve sarhoşun Besmeleyle kestiği hayvan yenir. Ehl-i kitabın [Hristiyan veya Yahudi'nin] kestiği de yenir. Fakat ehl-i kitaba kurban kestirmek mekruhtur. Dilsiz ve sünnetsizin, hayvan kesmesi mekruhtur.
10- Solak bir kimsenin, sol eliyle kurban kesmesinde mahzur yoktur. Temiz işleri yaparken, sağdan başlamak sünnet-i zevaiddir, yani müstehabdır. Bir özürle soldan başlamak mekruh olmaz. Yani sol elle kesilen hayvan ve kurban yenir.
11- Bir ihtiyaç varsa, kurbanı bayıltıp kesmek caizdir. Başını bir kerede koparıp kesilen de yenir; fakat öyle kesmek günah olur. Hayvanı ensesinden kesmek haramdır; ama eti yenir.
12- Kurban hayvanını yüzmek için, şişirmek caizdir.
Sual: Büyük hayvanı kurban ederken arka ayağından traktör veya vinç vasıtası ile asarak kesmek hayvana eziyet vermek sayılır mı?
CEVAP
Böylesi daha uygundur.

08 Mayıs 2021

Kadir Gecesi nedir ?

 
Kur'ân-ı Kerim'in Levh-i Mahfuz'dan dünya semasına toptan indirilmiş olduğu gecedir. Cebrail, Peygamberimiz'e (sas) ilk vahyi bu gece getirmiştir. Alak Suresi'nin "İkra! Oku!" emriyle başlayan ilk beş âyeti bu gecede inmiştir.
Kandillerin en üstünüdür ve "Gecelerin Sultanı" olarak isimlendirilmiştir. Kıyamete kadar yüz milyarlarca insana dünya ve ahirette rehberlik edecek olan bir Kitab'ın yeryüzüne iniş günü ve bunun yıldönümleri elbette ki müstesna bir gündür; ve bayramlar, ihtifaller ve merasimlerle kutlanması gayet isabetlidir.
Kur'ân'daki "Kadr Suresi" vahyin başlangıcından ve bu gecenin büyük kudsiyet, fazilet ve bereketinden, bu gece kâinatı kaplayan İlâhî esenlikten bahsetmektedir:
"Biz Kur'ân'ı Kadir Gecesi indirdik. Bilir misin nedir Kadir Gecesi? Bin aydan daha hayırlıdır Kadir Gecesi. O gece Rablerinin izniyle ruh ve melekler, her türlü iş için iner de iner... Artık o gece bir esenlik gider.. Tâ tan yeri ağarıncaya kadar."
Duhân Suresi'nde ise bu gecenin kudsiyetine yemin edilmektedir: "Açık olan ve gerçeği açıklayan bu Kitâb'a yemin olsun ki; biz onu kutlu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz haktan yüz çevirenleri uyarıcılarız. O öyle bir gecedir ki, her hikmetli iş, tarafımızdan bir emir ile, o zaman yazılıp belirlenir..."
Kadîr-i Mutlak, ümmete rahmet için Kadir Gecesi'nin Ramazan'ın hangi gecesi olduğunu açıkça bildirmemiştir. Malumdur ki Cenab-ı Hak şu imtihan dünyasında çok mühim şeyleri gizlemiştir. İnsanın ecelini ömrü içinde, makbul veli kullarını insanlar içerisinde ve ism-i azamı esma-i hüsna içinde gizlemiştir. Aynı şekilde cuma günü içinde icabet saati, bütün ibadetler içinde rızayı ilahî, zaman içinde kıyamet, hayat içinde ölüm ve Ramazan günleri içinde Kadir Gecesi gizlenmiştir. Bunlar gizli kaldıkça sair efrad dahi kıymetdar kalır, ehemmiyet verilir.
 

12 Nisan 2021

Ramazan, Tüm İslam Alemine Hayırlar getirsin…

ram

Kökeni

Arapça kökenli bir sözcük olan "Ramazan", "Ramiza" (çok sıcak olma) kökünden geldiği düşünülebilir. Ramazan ayı, İslamiyette Hicri takvimin kullanılmayıp Güneş takvimini kullanıldığı dönemde Temmuz-Ağustos aylarına, yani yılın en sıcak dönemine denk gelmesinden ileri geldiği söylenilebilir.

Zamanı
Ramazan ayının zamanı Hicri Takvim'e göre düzenlenir. Hicri takvim, Halife Ömer'in zamanında düzenlenmiştir.

Hicri Takvim bir ay takvimi olduğu için yıllar, miladi takvimden 11 - 12 gün kısadır. Bunun sonucu olarak Ramazan ayı her sene miladi takvimde öne kayar. Yaklaşık olarak her 32 senede bir, Ramazan ayı aynı tarihlere denk gelir.

İslam'da Ramazanın önemi

Kur'an'ın ilk ayetlerinin vahyedildiği Kadir Gecesi bu ayın içindedir. Hangi gün olduğu bilinmemekle birlikte Ramazan ayının 27. gecesi Kadir Gecesi olarak kabul edilir.

Kadir gecesi ile ilgili Kur’an’ın 97.süresi olan Kadir Suresinin ilk üç ayeti şöyledir:

“ Şüphesiz, biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. ” 

Hicrî takvimde Ramazan ayı 
Hz.Ömer'in hilafeti zamanında Arap Yarımadası'nda; Persler, Romalılar ve başka medeniyetlerin kullandığı güneş ve ay takvimleri kullanılmaktaydı. Hicaz-Asir bölgesinde ise hem güneş hem de ay takvimi kullanılıyordu. Takvim oluşturma fikri ortaya çıkınca yapılan istişareler sırasında sahabeden Ali bin Ebu Talib, oluşacak takvimin peygamberin Medine'ye hicretini başlangıç tarihi olarak önermiştir. Bu görüş kabul edilmiştir fakat peygamberin hicretinin ay takviminin ilk ayı olan Muharrem'e değil de Rebiulevvel'e denk gelmesi sonucunda tarih geriye alınmıştır. Buna göre Hicrî takvimin başlangıcı miladî 23 Temmuz 622'ye denk gelir, yılın dokuzuncu ayı da böylece Ramazan olur. Ramazan ayından önceki hicrî ay Şaban, Ramazan'dan sonraki ay ise Şevval ayıdır.

Hicrî takvimin salt ay takvimi olması sebebiyle, bu takvimdeki ayların mevsimlerle ilişkisi yoktur; yani her ay güneş takvimine göre her yıl pozisyonu değişir, ve böylece aylar mevsimler arasında gezinir - belirli bir mevsimin ayı olmazlar. Bu sebeple Ramazan ayı ve oruç dönemi her yıl değişir.

Ramazan orucu
Bakara Suresi'ne göre Kur'an'ın İslam peygamberi Hz.Muhammed (S.A.V)'e gönderilmesi Ramazan ayında başlamıştır ve bu ay içinde "oruç" tutmak müslümanlara emredilmiştir. İlgili ayet şöyledir:

"O Ramazan ayı ki irşad için, hak ile batılı ayırt eden, hidayet ve deliller halinde bulunan Kur'an onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya erişirse oruç tutsun. Kim de hasta veya yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diliyor, zorluk dilemiyor. Bir de o sayıyı tamamlamanızı ve size gösterdiği doğru yol üzere kendisini yüceltmenizi istiyor. Umulur ki, şükredesiniz!" (Bakara suresi 185. ayet)
Bu ay boyunca gün doğumundan önceki alacakaranlık ile günbatımından sonraki alacakaranlık arasında yemek-içmek ve cinsel ilişkide bulunmak Müslümanlara yasak kılınmıştır. Mükellef olan Müslümanların Ramazan orucunu tutması farzdır.

11 Mart 2021

Dinler Tarihi

Dinler tarihi, dinleri benzer ve farklı yönleri ile karşılaştırmalı olarak inceleyen bir bilim dalıdır. Bu bilim dalının temelinde karşılaştırma, tarih ve din olmak üzere üç olgu bulunmaktadır. Bunlardan karşılaştırma kelimesi bu bilim dalının genel metodunu belirtir. Tarih kelimesi bu bilimin bir tarih bilimi olduğunu, din ise bu bilimin konusunun din olduğunu ifade eder. İnsan hayatında özel bir yere sahip olan dinleri konu edinen tarih branşına da karşılaştırmalı dinler tarihi veya sadece dinler tarihi denir.

Din bilimleri, dinlere inceleme konusu bir nesne olarak yaklaşan bilim dallarından oluşan gruba verilen bir isimdir. Dinlerin savunmasını yapan bilimlereyse ilahiyat bilimleri denir. Bu bakımdan din bilimleri ile ilahiyat bilimlerini birbirine karıştırılmamalıdır. Din bilimleri, yeryüzünde var olmuş bütün dinleri doğuşundan gelişmesine ve yok olmasına kadar her yönüyle inceleme konusu yapar. Dinlerin kaynakları, inanç, ibadet ve ahlak sistemleri, kurumlarının oluşum süreçleri gibi bütün şekil ve tezahürler din bilimlerinin ilgi alanına girer. Ayrıca dinî değerler, tecrübeler, idealler, beklentiler, hisler, tavırlar, hayat ile din arasındaki bütün kompleks münasebetler, din ile bilim, edebiyat, felsefe, sanat, siyaset ve ahlak arasındaki ilişkiler, dinler arası karşılıklı tesirler hatta ateizm gibi bütün hususlar din bilimlerinin inceleme alanına girmektedir. Bu kadar geniş bir inceleme alanını, din bilimleri içinde yer alan alt bilim dalları kendi aralarında paylaşmış bulunmaktadır. Dinler tarihi de bu bilim dallarından biridir.

Tarihin ilk Tapınaklarından Göbeklitepe


Konusu ve metodu

Dinler tarihi, tarih boyunca yeryüzünde var olmuş bütün dinleri tarafsız olarak karşılaştırmalı bir şekilde inceleme konusu yapan bir bilim dalıdır. Bu bakımdan, herhangi bir dinin savunmasını yapan ilahiyat bilimlerinden ayrılır. Bu bilim dalı, bütün dinleri aynı kategoride değerlendirir; dinleri üstünlük, gelişmişlik, doğruluk ve yanlışlık bakımından değerlendirmeye tabi tutmaz. Onları belli bir kalıba sokmaya çalışmadan oldukları gibi inceler. Birden fazla dini inceleme konusu yaptığı için bu bilim dalı İslam tarihi, Hristiyanlık tarihi gibi sadece bir dinin tarihini inceleme konusu yapan bilim dallarından da ayrılır.

Her disiplinin belli bir özel konusu vardır. Dinler tarihinin konusu da yeryüzünde var olmuş bütün dinlerdir. Beşeri kültürün çeşitli halkalarında uzun zaman yaşamış ve daha sonra çeşitli nedenlerle ortadan kalkmış dinler de dahil olmak üzere bugün yeryüzünde yaşamakta olan bütün dinleri inceleme konusu yapar. Bu incelemede dinlerin doğuşlarını, gelişmelerini, birbirleriyle etkileşimlerini, karşılaştırmalı tarihlerini, inanç, ibadet ve ahlak sistemlerini, dinî kurumlarını, kültlerini ve mezheplerini ele alır.

Dinler tarihinin temel metodu, tarihî-karşılaştırmalı metottur. Dinler tarihi dinlerin doğuşu, gelişmesi, yok olması gibi konularda tarihî-karşılaştırmalı metoda baş vurur. Bu bilim dalı, felsefe gibi zihinsel kurgularla dinî olguları yorumlamaya kalkışmaz. Malzemesini daima tarihten, yaşanan, tecrübe edilen hayattan alır. Tarihî-karşılaştırmalı metodu kullanarak bir dinin veya dinlerdeki bir fenomenin nasıl ortaya çıkıp şekillendiğini ortaya koyar. Örneğin Hristiyanlıktaki teslis inancının oluşumunun tarihî sürecini Hristiyanlığın irtibatta bulunduğu diğer dinlerdeki tanrı anlayışıyla karşılaştırarak ortaya koyar. Bu tarihî-karşılaştırma metodunun dışında fenomenoloji ve yorumsamacılık metotlarını da kullanır. Tarihî-karşılaştırmalı metotla derleyip yapısını oluşturduğu olguları fenomenolojik metotla tasnif edip sınıflandırır. Daha sonra yorumsamacı metoda başvurarak bu fenomenlerin yapısını anlayıp yorumlamaya çalışır. Dinler tarihi, bu işlemler esnasında başka bilimlerin metotlarını da kullanır. Filoloji, antropoloji, etnoloji, arkeoloji, mitoloji, sosyoloji ve psikoloji bilimlerinin verilerinden faydalanır. Özellikle filoloji, dinî metinlerin analizinde, anlaşılmasında ve sınıflandırılmasında dinler tarihine önemli katkılarda bulunur.

İlkel Dinler

İlk insanlar doğayı açıklayamadıkları için doğayı ve hayvanları Tanrı olarak kabul etmiştir. Ayrıca doğa şartların korunmak için şamanizmin temellerini atmışlardır. MÖ 10.000 yılında tarihin ilk tapınağı olan Göbekli Tepe inşa edildi. Göbekli Tepe’de ilk kez ölüleri gömme gelenekleri uygulanmıştır. Sonraları yerleşik hayata geçmeye başlamasıyla insanlık karmaşık din sistemlerini benimsedi. Yerleşik hayata geçilmesi ile boş zamana erişim olduğundan Ruhban sınıfı ortaya çıktı.

Antik Mezopotamya ve Mısır Dinleri

Antik Mezopotamya

Mezopotamya birçok dinin ortaya çıktığı bölgedir. Bugün modern dinlerde bile olan Tufan ve Cenneten kovulma hikâyeleri ilk defa Sümer metinlerinde geçmektedir. Sümer medeniyeti Ziggurat denen tapınakları yapmışlardır. Ayrıca Sümer medeniyetinden tanrılar ve insanlar arasında gidip gelen bir denge değişimi vardır. Sümer mitleri sonraki birçok uygarlığı etkilemiştiler. Babil medeniyeti tarafından anlatın Babil kulesi efsanesi dillerin oluşumunu açıklayan bir mittir. Asurluların dinlerine göre, bir savaş kaybedince dünyanın çökçeği ile ilgilidir. Mezopotamya İbrahimî dinler için önemli olan İbrahim peygamberin yaşadığı coğrafyadır.

Musevilik

Musevilik inancına göre Musevilik dini peygamber Musa tarafından Yehova aracılığı ile aktarılan on emir ile bildirilmiştir. Musevilik, etrafta pagan dinleri doluyken nadir rastlanan bir tek tanrılı dindi. Museviliğin kutsal kitabı Eski Ahitt’tir. Hristiyanlar da Eski Ahit'i kutsal sayarken Müslümanlar sadece Tevrat ve Zebur'u kutsal sayar. Musevilik birçok tek tanrılı dinde dekutsal sayılan bir dindir. Museviler antik çağlarda Antik İsrail gibi devletlerin resmî dini olmuştur. Roma döneminde imparatorları tanrı saymadıkları için katliamlara uğramışlardır ve Avrupa’nın dört bir yanına dağıtılmışlardır. Orta Çağda bir Türk devleti olan Hazar Kağanlığı varlığını sürdürebilmek için Museviliği resmî dini yapmıştır. 20. yüzyılda kurulan İsrail devletinin de resmî dini olmuştur.

Antik Mısır

Antik Mısır’ın dinlerini bulunduğu coğrafya etkilemiştir. Antik Mısır izole bir coğrafyada olduğu için dinleri ne dışarıdan çok fazla etkilenmiştir ne de çok fazla etkilemiştir. Eski Krallık döneminde baş tanrı olarak Ra seçilmiştir. Orta Krallık döneminde Ra rahiplerinin güçlenmesi ile birlikte Amon baş tanrı yapılıp Ra rahiplerinin gücü kırılmıştır. Yeni Krallık döneminde Amon ve Ra birleşerek Amon-Ra’yı oluşturmuştur ayrıca Amon rahiplerinin güçlenmesi üzerine Amon rahiplerinin gücünü kırmak için Akhenaton, Aten’i tek tanrı olarak benimsenmiştir ama bu benimseme sadece Akhenaton Dönemi ile sınırlı kalmıştır. Antik Mısır’da kediler ,hamam böcekleri ve firavunlar tanrı sayılmıştır. Firavunlar Tanrı Horus’un yeniden dünyaya gelişi olarak tanımlanmıştır. Yine Amon rahiplerinin güçlenmesi üzerine II. Ramses, kendisi Tanrı olduğundan, kendisinin en iyi kararı vereceğini söylemiş ve Amon rahiplerinin gücünü kırmıştır. Mısırlılar ölümden sonrasını çok kafaya takmışlardı. Mısır’da öldükten sonra batıya gideceğini düşünürlerdi. Firavunlar öldükten sonra Tanrı olacağından dolayı insanlarda firavun öldükten sonra doğalarını kabul etsin diye Piramitleri inşa ettiler. Helenistik dönemde Mısır dini Yunan mitolojisinin etkisinde kaldı.

Hint Yarımadası Kökenli Dinler

Hinduizm

Hinduizmin nasıl ve kim tarafından ortaya çıktığı bilinmemektedir. Kutsal kitapları Veda metinleridir. Reankarnasyon inancının bulunduğu bir din olan Hinduizme göre insan öldükten sonra günahları ve iyiliklerine göre yeni bir bedende tekrar doğar. Bu dinde inekler kutsaldır. Hinduizmde kast sistemi vardır. İslam’ın Hindistan’a gelmesi ile İslam’ın etkisinde kalmıştır. Günümüzde en çok inanılan üçüncü dindir.

Budizm

Budizm esasında Buda’nın oluşturduğu bir felsefe olup amacı uyanışa ermektir. Buda, acıları anlamak için yola çıkıp ustalardan ders almış, en sonunda ise aydınlanmanın denge ile olacağına karar vermiştir. Budizm sonraları İpek yolu ile yayılmıştır. Bir Türk devleti olan Uygurlar tarafından benimsenip yapılan seferler sonucu Çin’e yayılmıştır. Japonlar ise Budizmi Çin aracılığıyla öğrenmiştir.

Sihizm

Sihizm Guru Nanak Dev tarafından oluşturulmuş tek tanrılı bir dindir. Kutsal kitabı Guru Grand Sabi’dir. 16. yüzyılda ortaya çıkmış olan bu inancın günümüzde 23 milyon inananı vardır.

Mezoamerikan Dinleri

Mezoamerikan inançları çok tanrılı dinlerdi. Mezoamerikan inançlarının törenleri genellikle kanlı olurdu. Özellikle Aztek törenlerinde tanrıları yatıştırmak için insan kurban törenleri gerçekleştirerek tanrıları memnun ettiklerine inanırlardı. Maya medeniyeti ise futbolun ilkel bir versiyonunu oynayarak kazanan takımı ödül olarak öldürürlerdi. Maya inançların takvim döngüleri olurdu bu döngüler bitince bir tanrının yer yüzüne geldiğine inanırlardı. Aztek medeniyetinin sonu inançlarından dolayı olmuştur. Aztek kralı Muntezama, Cortez adında bir İspanyol’un mitlerinde geçen barış getirecek tanrı olduğunu iddia etti ama tam tersine ölüm getirdi.

Uzakdoğu Dinleri

Taozm ve Konfüçyusluk Çin kökenli dinlerdir. Bu iki dinde Zhou hanedanlığı döneminde çıkmıştır. Taoizm sonraları japonları etkilemiştir. Çin kökenli dinlere göre İmparatorlar gökler tarafından seçilirmiş. Çin kökenli dinler reenkarnasyona inanırlardı. Japonya kökenli din olan Şintoizm, animizime benzer. Şintoizm doğaya saygıyı emreder ve her şeyin ruhu olduğuna inanılır. Baş tanrısı Amateresu’dur. Ayrıca bu dinde bol keseden şeytan bulunurdu. 2. Dünya savaşı sırasında milliyetçiliğin artması ile birlikte Japonya’da Şintoizm’e inan sayısı arttı. 2. Dünya savaşından sonra bu din düşüş yaşadı ama buna rağmen günümüzde en çok inanılan 10. Din.

Hristiyanlık Öncesi Avrupa’daki Dinler

Keltler Avrupa’nın çoğunu kaplıyorlardı tabiki kendileri ile birlikte dinleride yayılıyordu. Keltlerin dini inançları hakkında pekte fazla bilgimiz yok çünkü uzun süre boyunca yazıyı kullanmayıp sözlü bir şekilde aktarmışlardır. Dinleri ile ilgili yazılı kaynakları Roma gibi diğer medeniyetler tutmuştur. Avrupa’nın kuzeyinde ise cermen dinleri yaygındı. Pelaponezya bölgesinde çıkan Helenzm Yunan şehirlerinin resmî dini olmuştur. Sonraları Helenizm, Roma’nın resmî dini olup değişime uğramıştır. Roma sayesinde Helenizm çok geniş bir coğrafyaya yayıldı.

Hristiyanlık Tarihi

Hristiyanlık İsa Mesih tarafından bildirilmiştir. İsa Mesih ile ilgili dinlerin ve tarihçilerin görüşü farklıdır.

İsa Mesih, Hristiyanlığa göre Tanrı’nın oğlu, İslam’a göre bir peygamber, Musevilere göre zındık ve tarihçilere göre ise bir filozof. İsa Mesih çarmıha gerildikten sonra Aziz Petrus İncili mektuplar ile tamamladı. Hristiyanlar, Museviler gibi imparatorları Tanrı olarak benimsemedikleri için işkenceye uğradılar. Tarihçiler Hristiyanlık yayılırken Ortadoks mezhebine yakın olduğunu söylerler. I. Konstantin döneminde Milano fermanı ile birlikte Hristiyanlar dinlerini özgürce yaşama hakkı elde ettiler. I. Konstantin tarafından toplanan İznik konsülü ile İncil tamamlandı. Kavimler göçü ile birlikte Cermen kavimleri Avrupa’nın dört bir yanına yayıldı. Cermen kavimleri sonraları Hristiyanlığa benimsedi. Doğu ve Batı kiliseleri ise kültürel farklılıklardan oluştu. Bu farklılık 13. Yüzyılda IV. Haçlı seferi ile birlikte en zirveyi tırmanmıştır. Batı Kilisesi Katolik krallar üzerinde çok büyük bir güç kurmuştu. Krallar, Papalık izin vermediği sürece taç giyemez ya da Papalık

isterse kralı tahtan indire bilir. Ayrıca Papalık bilimi, sanat, gündelik hayatı kısacası her şeyi tekelinde bulunduruyordu. Doğu Kilisesi ise Bizans İmparatorluğu ile birlikte hareket ediyordu. Sonraları Papalık, Fransa’ya taşındı ardından Hizdipçilik dönemi yaşandı sonunda yeniden tek bir Papa seçildi. 1453 yılında Konstantininapolis’in Türklerin eline geçince Ortadoks Kilisesi Osmanlı kontrolünde girdi. 16. Yüzyılda Reform hareketleri ile Hristiyanlık’ı düzeltmeye çalıştı. Coğrafi keşifler sayesinde Hristiyanlık yayıldı. Günümüzde 2 milyar inananı ile en çok inanılan dindir.

İslam Tarihi

İslam dini peygamber Hz.Muhammet tarafından bildirilmiştir. İslam inancına göre Allah tarafından Cebrail aracılığı ile Kuran-ı Kerim indirilmiştir. Kutsal kenti Mekke’dir. Hz.Muhammet öldükten sonra Halife seçimi yaptılar. Seçim ile Halifelerin seçildiği döneme Dört Halife dönemi dendi. Bu dönemde İslam Orta Asya’dan Libya’ya kadar genişlemişti. Halife Ali döneminde Muaviye halifelik iddiasında bulunmuş ve bunun sonucunda iç savaş çıkmıştır, Ali’yi destekleyenler Şii Muaviye’yi destekleyenler Sünni kimseyi desteklemeyenler ise Harici olmuştur. Ali’nin Hariciler tarafından öldürülmesinden sonra Muaviye Halife olup Emmevi hanedanlığını kurdu. Emmeviler döneminde İslam Çin’den İber yarımadasına kadar yayıldı. Abbasi hanedanlığının isyanı ile Emmeviler yıkılıp Abbasiler halifeliği eline aldı. Emmevi hanedanlığı çoluk çocuk demeden katledildi. Hanedanlıktan tek bir kişi kurtuldu ve bu kurtulan kişi Endülüs Emevi Devletini kurdu. Abbasiler döneminde İslam dünyası bölündü ayrıca bu dönemde İslam’ın altın çağı yaşandı. Hindistan’dandan Endülüs’e kadar bilimsel çalışmalar yapılıp tıp, felsefe, teoloji, matematik, astronomi, İslam hukuku gibi geniş bir yelpazede çalışmalar yapılıyordu. Türklerin Kudüs’ü alması ile birlikte Haçlı seferleri başladı. Hülagu Han’nın Bağdat seferi ile Abbasi hanedanlığı yıkılıp halifelik Memlükler’in eline geçmiştir. Yavuz Sultan Selim ile birlikte halifelik Osmanlı’ya geçti. Osmanlı döneminde İslam bilimsel çalışmalarda geri kaldı. 1. Dünya savaşından sonra İslam ülkeleri sömürgeleştirildi. 2. Dünya savaşından sonra bağımsızlıklarını kazandılar. Günümüzde 1,5 milyar ile en çok inanılan 2. Din.

16.-21. Yüzyıllar Arası Dinler

16. Yüzyılda başlayan Bilimsel hareketler bilimin ve felsefenin kilisenin tekelinden çıkmasını sağladı. Yeni keşfedilen kıtalar ve astronomik gözlemler sonucunda kilisenin her şeyi bildiği iddiası boşa çıktı. İslam, Batı’nın bilimsel hareketlerine ayak uyduramadığı için geri kaldı. Hristiyanlık misyonerlikleri sonucunda Mezoamerikan dinleri yok oldu. Hindistan sömürge dönemde bazı tarikatların gerçekleştirdiği vahşi törenlere son verildi. 20. Yüzyılda Papalık bilimin haklı olduğunu kabul etti. Günümüzde dini inançlar Avrupa’da düşüş yaşamakta. Afrika’da ise yükselişte. Uzakdoğu dinlere karşı sert bir yaptırım uygulamakta. İslam en hızlı yükselen din.

Masonların Tarihi

Masonlar’ın amacı dini saygı oluşturup Tanrıyı anlamaktır. İlk başta sadece taş ustalarının bir organizasyonuydu. Papalık için kilise inşa ettiklerinden Papalık gizli toplantı yapmalarına izin verdi. İlk Mason locası İngiltere’de kuruldu. Sonrasında tüm Dünya’ya yayıldılar. Reform hareketleri ve Amerikan bağımsızlık savaşı gibi olaylara yardım ettiler.

Kudüs Tarihi

Kudüs 3 tane dinin kutsal kenti. Bu dinler Musevilik, Hristiyanlık ve İslam. Kudüs Kral Davud tarafından alınıp İsrail Krallığına katılmıştır. Kral Süleyman tarafından Kudüs’te ilk Musevi tapınağı olan Süleyman mabedi inşa edildi. Sonraları bu kent Asurlular, Babiller, Persler, Makedon İmparatorluğu kontrolüne geçmiştir. En son Roma kontrolüne geçtiğinde. Roma döneminde Helenizm’in kutsal kenti oldu. İsa Mesih Kudüs’te Doğuş Kilisesinde doğdu. İsa Mesih Kudüs’te çarmıha gerildiği Hristiyanlar için kutsaldır. Roma ikiye bölündükten sonra Kudüs Bizans kontrolüne geçti. Muhammet peygamber Kudüs’te Allah’ın yanına çıktığı için Kudüs, İslam için kutsaldır. Halife Ömer döneminde Kudüs Arapların kontrolüne geçti. Kudüs Türk kontrolüne geçtikten sonra Haçlı seferleri başlatıldı. Sonrasında yeniden Türk kontrolüne geçti. 1. Dünya savaşından sonra Birleşik Krallık kontrolüne geçti. Birleşik Krallık çekildikten sonra Araplar ve Yahudiler arasında bir soruna neden oldu.

06 Şubat 2021

Davud Yıldızı

 


Davud Yıldızı Yahudilik simgesi olarak ilk kez 1933'te Prag Yahudi Cemaati tarafından kullanılmıştır. 1948 yılında, Dr. David Wolfson tarafından tasarlanan, bulunan Davud Yıldızı israilin bayrağı olarak kabul edilmiştir.

Türk – İslam Tarihiyle ilgisi :

Proto Türkçede kullanılan Ed Tamgası, birbirlerine aksi yönde iç içe geçmiş iki üçgeni (heksagram) içerir ve Kün-Eki (Gün ve Ay) sembolize eder. Sümerce’de Edin-Er “Tanrı”, Pelasg dilinde Ed-is “Yaratma becerisine sahip olan” ve Ön Türkçede heksagrama atfedilen Uçu-Eki “Gök ikilisi” sözcükleri genel anlamda “Tanrı” için kullanılır ve aynı köklere dayanır. Ed Tamgasına İdil-Ural boyları ve İtalyan Alplerindeki Kamunlar vadisinde rastlanmıştır. İsviçre Alpleri ile Kamunlar Vadisi arasında bulunan örnekleri tarih ve coğrafya açısından bize çok ilginç bilgiler sunuyor. Bölgede M.Ö.8-6.yüzyıllar arasında Etrüskler, Ege Adaları ve Kuzey Doğu Yunanistan’da Pelasglar bulunuyordu. Etrüsk ve Pelasgların da Sümerler gibi etnik menşei kesinleşmemiştir. Ancak, dil ve sosyal yaşama dair veriler Proto –Türk olma ihtimallerine işaret etmektedir. Bu konu daha detaylı ele alınması gerektiğinden burada değinmeyeceğiz. Sadece Sümer-Etrüsk-Pelasg ilgisini kurup, buraya not olarak bırakmak istedik.

Türk uluslarının yaşam alanı açısından, Hindistan’dan Adriyatik Denizi’ne kadar geniş sahada, halı, kilim, ahşap gibi farklı eşyalar üzerinde süsleme figürü olarak Hz. Süleyman’ın Mührü (Davud Yıldızı) görülür.

Selçuklu ve Osmanlı sanatında ise çok daha bariz örneklerine rastlanır. Dönemin çinilerinde, tabak, sahan, sini gibi metal ev eşyalarında, cam, taş, ahşap, dokuma, kağıt ve tavan süslemelerinde çok sık kullanılmıştır. Büyük Selçuklu, Türkiye Selçuklu, Karamanoğulları, Artukoğulları ve İlhanlı yapılarının kemer ve kubbe kilit taşlarında, özellikle mezar taşlarında çok sık görülür. Maalesef bilgi eksikliği sebebiyle bu eserlerin çoğuna zarar verilmiştir. Yahudi simgesi olduğu gerekçesiyle cami süslemeleri, mezar taşları ve kitabelerindeki örnekleri tahrip edilmiştir. Rize mezarlıklarında 2011 yılı içinde tahrip edilen mezar taşlarının üzerindeki örnekler, Trabzon Rum İmparatorluğuna gazaya giden Türk boyları ile Türkiye Selçuklu örnekleriydi. Tarihi anlamda büyük ayıbımız, aynı zamanda kaybımız olarak görülmesi gereken bu olaydan sonra, halkı bilinçlendirmek için bir çalışma yapılmamış olması, bir iki haber kanalında yayınlandığıyla kalmış olması çok üzücüdür.

Osmanlı dönemi dikkate alındığında; Mimar Sinan tarafından Gebze’de yapılan Çoban Mustafa Paşa Camii, Üsküdar Gülnuş Emetullah Valide Sultan Camii gibi tarihi ve dini yapılarımızın tavan, duvar ve cam süslemeleri, hamam kubbelerindeki havalandırma delikleri, mezar taşları, padişahların sırlı (kutsal) denilen iç gömlekleri, anıtsal yapı ve kemerlerin kilit taşları, çeşme, sebil, kıyafet, takı ve hat sanatında Mühr-ü Süleyman (Davud Yıldızı) deseni kullanılmıştır.

Türkiye Selçuklu Sultanı I. İzzettin Keykavüs 1216 da Antalya’yı tekrar fethettiğinde bölgeye Teke Türkmenlerini yerleştirmişti. Türkiye Selçuklu Devletinin yıkılışı üzerine Kıbrıs Kralı fırsattan yararlanıp Antalya’yı ele geçirdi (1361) Tekeoğullarından Mehmet Bey 1373’te Antalya’yı tekrar fethederek Kale burçlarına beyaz zemin üzerine kırmızıyla Hz.Süleyman Mührü çizilmiş, uçlarına İslam’ı simgeleyen hilal eklenmiş, altına ise Türklerde göksel ışık ve kutu simgeleyen mavi dalgalı şeritler eklenmiş Sancağı asmıştır.

Teke Beyliği Sancağı Candaroğulları Sancağı Karamanoğulları Sancağı

Mühr-ü Süleyman’ın, 1100 ile 1400 tarihleri arasında, Anadolu’da yerleşik, denize kıyısı olan Teke Beyliği, Candaroğulları (İsfendiyaroğulları) ve Karamanoğulları gibi Türk unsurlar için çok değerli olduğu görülmektedir.

24 Ekim 2020

Kurtubi

Muhammed bin Ahmed el-Kurtubi, (doğum tarihi XI. Yüzyılın sonları ve XII. Yüzyılın başları olarak tahmin edilmiştir.), Eserlerinde Ehl-i Sünnet’i savunan, başta Mu’tezile olmak üzere İmâmiyeRâfiziyyeKerrâm’îyye gibi fırkaları eleştiren âmelde Malikîi'tikatta Eş’ari olmakla birlikte, mezhep taassubuna karşı tavır takınan ve taklitçiliği bir metot olarak benimsemediğini dile getiren Endülüslü ve Arapmuhaddismüfessirfakihdilci ve kıraat âlimi.
Kurtubi, Endülüs'ün yetiştirdigi büyük alimlerdendir. Endülüs Emevileri’nin başşehri olan, dönemin ilim yuvası Kurtuba’da dünyaya geldi. Doğum tarihi 12. yüzyılın sonları ve 13. yüzyılın başları olarak tahmin edilmiştir. Kurtuba'da çiftçilikle uğraşan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Hıristiyan İspanyolların 16 Temmuz 1230 tarihinde gerçekleştirdikleri bir saldırıda öldürüldü. Kurtubi, gençlik yıllarında çömlek yapımında kullanılan toprak taşımacılığı ile uğraşarak ailesinin geçimine yardımcı olmuştur.
Eğitiminin ilk yıllarını Kurtuba’da geçirdi ve burada 'İbni Ebi Hucce' diye tanınan Ebu Cafer Ahmed bin Muhammed el-Kaysi (ö. 1245), Rebi bin Abdurrahman bin Ahmed el-Eş’ari (ö.1235), Ebu’l Hasan Ali bin Kutral el-Ensari gibi alimlerden sarf-nahiv (Arap grameri), belağatKur'ân ilimleri ve fıkıh dersleri aldı.
Kurtuba’nın 1236 yılında Kastilya-Leon Kralı III. Fernando’nun kuvvetleri tarafından ele geçirilmesinden sonra şehri terk ederek İskenderiye’ye geçti. Burada 'İbnü’l Müzeyyen' ismiyle anılan Ahmed bin Ömer el-Kurtubi’den (ö.1258el-Müfhim fi Şerhi Sahih-i Müslim adlı eserinin bir kısmını dinledi. Ayrıca 1251 yılında vefat eden hadis alimi Ebu Muhammed Abdulvehhab İbn RevâcEbu Muhammed Abdülmu’ti el-Lahmiel-Hasen İbn Muhammed el-Bekri (ö.1258), İbnu'l Cummeyzi (ö.1252) gibi hocalardan dil, edebiyat, Kur'an ilimleri, kıraattefsirhadis ve fıkıh dersleri aldı.
Şehabeddin el-Karafi ile birlikte Feyyum’a seyahat etti. 1249'da Mansure’ye uğradı. Burada ders gördü. Kahire’de de bir müddet ikamet ettikten sonra Said bölgesindeki Münyetü Beni Hasib’e yerleşti ve hayatının sonuna kadar burada yaşadı. Kendisinden ders alanlar arasında oğulları Şehabeddin Ahmed ile İbnü’z Zübeyr, İsmail bin Muhammed bin Abdülkerim, Ebu Bekir Muhammed bin Ahmed bin Ali el-Meymuni ve Ziyaeddin Ahmed bin Ebu’s Suud es-Satrici’nin adlarını zikredebiliriz.
Mütevazı kişiliği ve sade yaşantısı ile tanınan, zühd hayatına önem veren, itkan sahibi bir âlim olarak kaynakların zikrettiği Kurtubi 29 Nisan 1272 Münyetü Beni Hasîb’de vefat etti ve buraya defnedildi. Kabri 1971 yılında onun adına inşa edilip hizmete açılan bir cami avlusundaki türbesine nakledilmiş olup halen ziyaretçilere açık bulunmaktadır.
İlmi tutumu[

Tefsirhadiskıraatfıkıh gibi İslami ilimlerde çok iyi yetişmiş olduğunu kaleme aldığı eserleriyle ortaya koyan Kurtubî’yi Zehebi “ilimde derya” olarak nitelendirmiş diğer âlimlerde hakkında benzer ifadeler kullanmışlardır.
Kitap ve sünnet yolunu tutan tasavvuf ehline karşı çıkmamışsa da cehalet ve hurafe temeline dayanan sûfiler hakkındaki olumsuz tutumunu açıkça ortaya koymuştur. Bu arada devlet adamlarını çekinmeden eleştirmiş, zamanın idarecilerinin rüşvet aldığını ifade etmiş , onların hukuk dışı davrandıklarını, menfaat karşılığında hükmettiklerini, Allah’ın dinini değiştirdiklerini ileri sürmüştür.
Eserleri
Kurtubi hakkında doktora ve yüksek lisans tezleri mevcuttur. Eserlerine dair inceleme çalışmaları da vardır. Halihazırda birçok kitapta ve makalede Kurtubi’den alıntılar yapılmakta ve görüşlerine büyük önem verilmektedir. Bunların dışında Kurtubi’nin günümüze ulaşan veye ulaşmayan pek çok eseri vardır.
·         El-Cami': Kurtubi Tefsiri olarak ün yapmış olan eserin tam adı önsözünde geçtiği üzere 'el Câmi li Ahkami'l Kur'an ve'l Mübeyyin lima Tedammenehu mine's Sünne ve Ayi'l Furkan'dır. Kurtubi’nin en önemli eseri olup geniş hacmine rağmen ilim çevrelerinde büyük ilgi görmüş ve çeşitli baskıları yapılmıştır. Eser, ahkam (islam hukukuna dair hükümler) ağırlıklı olduğu için bunu Ahkamu'l Kur'anlar içinde sayanlar da vardır. Ama bütün Kur'an'ın baştan sona kadar tefsirini ihtiva etmektedir. Kurtubi tefsirine Kur'an'ın fazileti, okunuşunun keyfiyeti, tefsiriicazı, toplanması ve tertibi, yedi harf meselesi, müfessirlerin dereceleri ve tefsirle ilgili daha birçok konuya tahsis ettiği oldukça geniş bir önsöz ile başlar. Bu önsöz çeşitli isimlerde ve değişik kimseler tarafından neşredilmiştir.
Bu mukaddimenin başında, tefsirinde takip edeceği metodu bizzat kendisi söyle açıklamıştır:

"Ömrüm boyunca Allah'ın kitabı ile meşgul olmayı ve bütün gücümü ona sarf etmeyi uygun gördüm. Bunu da tefsirdeki nükteleri içine alacak şekilde lügatleri, i'rabları, kırâatleri, kalpleri doğru yoldan sapan dalâlet ehlini reddetmeyi, bu zikrettiklerimin yanında ahkâmı, âyetlerin nüzûl sebeplerini, âyetler arasındaki manâyı toplayan ve birbirine zıt gibi görünen ayetler arasındaki müşkülleri açıklayan selef ve halef âlimlerinin görüşlerine şehâdet eden hadisleri özlü bir şekilde yazmaya giriştim... Bu kitaptaki şartlarım: Sözleri söyleyenlerine, hadisleri de (hadis mecmualarının) müelliflerine dayandırmaktır... Müfessirlerin kıssalarından, tarihçilerin haberlerinden lüzumlu olanlar ve açıklama için mutlaka gerekli olanlar hariç olmak üzere yüz çevirdim. Bunun yerine "mes'ele" adını verdiğim ahkâm âyetlerinin açıklamalarını koydum. Bir, iki veya daha fazla hüküm ihtiva eden her âyete bazı mes'eleler ilâve ederek o mes'eleler içinde nüzûl sebeplerini, tefsiri, garîb kelimeleri ve hükümleri açıkladım. Şayet âyet bir hüküm ihtiva etmiyorsa tefsir ve te'vilini vermekle yetindim."

Mukaddimede geçen bu bilgilerden de anlaşılacağı gibi eser baştan sona Kur’an tefsiridir. Ancak ahkam ayetlerine önem verilmiştir. Gerçekten Kurtubi mukaddimede verdiği bu esaslara uymuş ve rivayet ağırlıklı, son derece faydalı bir tefsir ortaya koymuştur. Tefsirde rivayete ağırlık verilmesi yanında dirayet ihmal edilmiş değildir. Yaptığı alıntılarda genel olarak kaynak göstermiştir.
İstifade ettiği eserler arasında Ahkamu'l-Kur'an'lar önemli yer tutar. Bunlar içinde en çok Ebu Bekir er Razi el Cassas (ö. 981), İlkiya el Herrasi (ö. 1110) ve Ebu Bekir İbnu'l Arab’ın (ö. 1148) Ahkamu'l Kur'an'larından istifade etmiştir. Bilindiği üzere bunlardan İbnu'l-ArabîMalikî/Zâhirî; İlkiyâ el-Herrâsî Şafi; Ebu Bekir el-Cassâs ise Hanefi’dir. Eserlerinde görüşlerine yer verdiği kimseleri tenkit de etmiştir. Ahkamu'l-Kur'ân'lar dışındaki tefsir kaynakları içinde Ebu Cafer Taberi (ö.923)'nin Camiu'l Beyan'ı, Ebu Cafer en Nehhas’ın (ö. 949) I'rabu'l Kur'an ve Maani'l Kur'an'ı, Ebu Bekir en-Nakkâs (ö.962)'in Sifâu's-Sudûr adli tefsiri, Ebu'l-Abbâsî Ahmed ibn Ammar, el-Mehdevî (ö.1039)'nin et-Tahsil li-Fevâidi Kitâbi't-Tahsili'l Câmi li-Ulûmi'd-Tenzil’i, ve el Maverdi (ö.1058)'nin Tefsir'i sayilabilir.
·         el Esna fi Şerh-i Esma'il lahi'l Hüsna: El-Kurtubi'nin el-Câmi’de pek çok atıfta bulunduğu eser'in tam adı eserin tam adı: el-Esnâ fi Şerhi Esmâi´l-Lahi´l-Hüsnâ ve Sıfatihi´l-Ulyâ şeklindedir. Allah'ın 99 isminden bahseder. Bu isimler ayetlerde geçtikçe daha geniş açıklamalar ve bilgiler için bu kitabına atıflarda bu­lunmaktadır.
·         El-i’lam: Tam adı el-İ’lâm bimâ fî dîni'n-nasârâ mine'l-fesâd ve'l-evhâm ve izhâri mehâsini dîni'l-İslâm ve işbâti nübüvveti nebiy-yinâ Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm'dır. Tuleytula'da adı bilinmeyen bir kişi tarafından kaleme alınıp Kurtuba'ya gönderilen bir risaleye reddiye olarak yazılmış olup Ahmed Hicâzî es-Sekkâ tarafından neşredilmiştir (Kahire 1980). Naşir kitabın kapağında müellif adını sadece el-İmâm el-Kurtubî olarak zikretmiş, yazma nüshanın sonunda müstensihin:"Eserin yazımı 1326 tamamlandı" şeklindeki kaydından hareketle kitabın başka bir Kurtubî'ye ait olabileceğini ileri sürmüş, İbn Ferhûn'un müfessir Kurtubî'nin eserleri arasında bu eseri zikretmemesini de delil olarak kaydetmiştir. Ancak müelliflerin eserlerinin ölümlerinden asırlarca sonra da istinsah edilebildiği gerçeği karşısında bu tereddüde an¬lam vermek güçtür. Ayrıca eserin Köprülü Kütüphanesi'nde mevcut iki nüshasından birinde (nr. 794 (mükerreri) müellif adı Muhammed b. Ahmed b. Ferh el-Kurtubî. Diğerinde (nr. 814) İbn Ferh el-Kurtubî olarak belirtilmiştir. Faiz Saîd Salih eseri tahkik ederek bir doktora çalışması yapmıştır.
·         El-i'lâm fi marifeti mevli-di'l-Mustafâ 'aleyhi's-salâtü ve's-selâm: El-i'lâm bi-mevludi'n-nebiyyi aleyhi's-selâm ismiyle de bilinmektedir. Eserin bir nüshası, el İ’lam fi ma Yecib-u ale'l En'am min marifet-i mevlidi'l Mustafâ 'aleyhi's-selam adıyla Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde kayıtlıdır.
·         Et Tezkire fi Ahvali'l Mevta ve Umuri'l Ahire: Kurtubi bu eserinde ölüm, ölülerin halleri, kıyamet, Cennet, Cehennem gibi mevzuları anlatır.
·         Et Tezkar fi Efdali'l Ezkar: Kur'an'ın faziletlerine dair kırk bâbdan oluşan bir eserdir.
·         El Misbah beyne'l Ef'al ve's SihahEbu'l Kasım Ali İbn-i Cafer'in Kitâbu'l-Ef'âl'i ile el-Cevherî'nin es-Sihâh adlı lügate dair eserlerinin muhtasarıdır.
·         El Muktebes fi Şerh-i Muvatta'i Malik İbn-i Enes
      El Lumau'l Lu'luiyye fi Şerhi'l İsrinati'n Nebeviyye

08 Mayıs 2020

Dinlerde ortak olan Değer

p6-4Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma...
Bütün dinlerin temsilcilerinin katıldığı tarihi bir toplantıda, dinlerin hepsinde ortak olan tek değerin “Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma” ilkesi olduğu görüşüne ulaşılmıştır.
Hayatın akışı içinde yaşadığımız çeşitli deneyimlerle neyi isteyip neyi istemeyeceğimizi öğreniyoruz. Hangi yaşantıların bizi geliştirdiğinin, beslediğinin, büyüttüğünün farkına varıyoruz. Aynı zamanda hangi yaşantılarımızın bizi mutsuz ettiğini, zarar verdiğini ayırd ediyoruz. İnsanlarla ve doğayla ilişkilerimizde de neyi yapıp neyi yapmayacağımızı anlıyoruz. Bu bilinçle davrandığımızda güzellikler üretiyoruz. Elimizden, dilimizden düşüncemizden zarar gelmeyen insan olmaya doğru ilerliyoruz.
Hz. Muhammed ne diyor?
Ünlü Halife Hz. Ömer şu ilkeyi önermiştir:
“Başkasını ıslah etmeden önce, kendinizi düzeltin.”
Evrensel ahlak prensiplerine verilecek örnekleri, peygamberimizin ve Anadolu bilgelerinin sözlerinde buluyoruz:
Hz. Muhammed:
“Kendi nefsin için istemediğini başkaları için isteme.”
Mevlana:
“Dünyada huzur bulmak istersen, kimseye kötülük etme. Ruhu huzur içinde olan insan, yaşam kavgasında başarılı olur.”
“Hırsına mağlup olarak zulmeden insan, artık zalim olmuştur.”
O ortak ilkenin evrenselliği...
“Kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyi başkasına yapmamak” ilkesinin evrenselliği, “Kendimize yapılmasını istediğimiz şeyi başkasına yapmak” konusunda geçerli değildir. Bize yapılmasını istediğimiz, yapılmasından hoşlanacağımız şeyler, başkasını mutlu etmeyebilir. Bu konuda bireysel farklılıklar söz konusudur. Örneğin hiçbirimiz gönlümüzün kırılmasını istemeyiz. Bu evrensel bir arzudur. Ama kimimiz telefonla, kimimiz mektupla, kimimiz mesajla, kimimiz doğrudan iletişimi tercih ederiz. İnsanlara nasıl davranacağımızı belirlemek için onlarla derin iletişime geçmek gerekir. Ancak böyle onları mutlu edecek şeyleri keşfedebiliriz.
Bu konuda kutsal kitaplar, peygamberler ve bilgeler bizlere yardımcı olacak yaklaşımlar sunarlar:
Kur’an-ı Kerim’ de Yüce Yaratıcımız bizlere şöyle seslenmektedir:
“İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir”. (Fussilet, 34)
Hz. Muhammed bu konuda bizlere şunları önermektedir:
“Sana zulmedeni affet, sana küsene git, sana kötülük yapana iyilik yap, aleyhinde bile olsa doğruyu söyle.”
“Kim dünyada bir mümin kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir”
“Kim bir Müslüman kardeşinin ayıbını örterse Allah da onun ayıbını örter”
“Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada ve merhamette, bir vücut gibidir. Bir organ rahatsız olduğunda, diğer organlar da onunla birlikte ateşlenir, uykusuz kalırlar.”
“Sizin en iyiniz kendisinden iyilik beklenen ve kötülüğünden emin olunandır. Sizin en kötünüz de, kendisinden iyilik beklenmeyen, kötülüğünden de emin olunmayandır.“
Gönülden dile, dilden gönüle
Medeniyetimiz ilk manevi enerjisini bu ilkelerden almıştır. Ve böyle bir kültürün yetiştirdiği düşünürümüz Mevlana, oğlu Sultan Veled’e şu öğüdü vermiştir:
“Ey oğul! Eğer düşmanını sevmek, onun da seni sevmesini istersen, kırk gün onun iyiliğini ve hayrını söyle, göreceksin ki, o düşman senin en yakın dostun olacaktır. Çünkü, gönülden dile, dilden gönüle yol vardır.”
“Sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalanın et ve kemiktir. Gül düşünür gülistan olursun. Diken düşünür dikenlik olursun.”
İntihar çözüm değil, çünkü ruh ölmez!
SORU: İslam dininin intihara yaklaşımı nasıldır? MELEK ABCA
Bu soruya hayatın içinden bir örnekle cevap vermek istiyorum: “Serap Ankara’ da yaşamaktadır. 1999 yılında ailesiyle birlikte, bir yakınının düğünü nedeniyle Gölcük’ e giderler. Aslında eşi pek gitmekten yana değildir. Ama o ısrar eder. Deprem gecesi göçük altında kalırlar. Eşi ve kendisi aynı odadadır, kızlarıysa yan odada. O gece eşi vefat eder. Kendisi 3 saat sonra ağır yaralı olarak kurtarılır, parmakları kesilir. Kızlarının, annesinin, yeğenlerinin öldüğünü öğrendiğinde hissettiği derin acı nedeniyle psikiyatrik tedaviye başlar. Aynı zamanda manevi bir arayış içine girer, yaşadıklarını anlamaya ve anlamlandırmaya ihtiyaç duyar.
Ruh ölmez, acıları taşır!
Serapla bir konferans sırasında karşılaştım. Soruları oldukça fazlaydı. Eşinin ve çocuklarının nereye gittiğini merak ediyordu. Onları düğüne gitmeye zorladığı için kendisini sürekli suçluyordu. Ağlama krizleri vardı. Evine giremiyordu. Çocuklarının eşyalarına dokunamıyordu. Serap’ın intihar girişimleri de olmuştu. Bir defasında Serap telefonla aradı. Artık dayanamadığını çocuklarını çok özlediğini ölmek istediğini söyledi, ona, şöyle bir bakış açısı sunuldu: “Bizim acı çeken, özleyen yanımız ruhumuzdur. Ve ruhumuzun ölmek gibi bir özelliği yoktur. Bizim ölen yanımız bedenimizdir. Biz öldüğümüzde acılarımızı ruhumuzla birlikte taşırız. Bu dünyada acılarımızla baş edip, kendimizi güzelliklere açtığımızda ve normal akışı ile öbür aleme geçtiğimizde daha iyi seviyelerde buluruz kendimizi. Dünyada yaşadığımız ve yaşattığımız bütün güzel işler için kendimizi huzurlu hissederiz.
Şeb-i aruz: Ölüm günü
Mevlana ölüm gününü sevgiliye kavuşma günü şeb-i aruz olarak isimlendirmektedir. O da hayatında, zorlu dönemler yaşamıştır. “Hamdım, piştim ve yandım” ifadesiyle yaşadıklarını bir öğrenme ve olgunlaşma süreci olarak anlamlandırmıştır. Serap hem psikiyatrik tedavi ve psikolojik destek hem de manevi alandaki sorularının cevaplanmasıyla bir daha böyle bir girişimde bulunmadı”.
Prof. Dr. Öznur Özdoğan

Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!