Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


Yer Bilimleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yer Bilimleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Haziran 2021

Kayaç

Kayaç, çeşitli minerallerin veya mineral ve taş parçacıklarının bir araya gelmesinden ya da bir mineralin çok miktarda birikmesinden meydana gelen katı birikintilerdir. Kayaç terimi eski Türkçede sahre, yeni Türkçede külte ve yabancı dillerdeki Rock, roche, Gestein sözcükleri karşılığı kullanılmaktadır.

Amerika Birleşik Devletleri'nin Colorado Springs kentinde 
yer alan Garden of the Gods adlı parktaki Balanced Rock.

Kayaçlar oluşumları sırasındaki doğal ortamı yansıtan bir çeşit belgelerdir. Yer kabuğunun jeolojik gelişmesinin izleri bu çeşit kayaçlar üzerinde işlenmiştir. Bu nedenle yer tarihinin doğal belgeleri sayılırlar.

Kayaçlar, mineral yapılarına, kimyasal bileşenlerine, barındırdığı bileşenlerin dokularına ve oluşumuna neden olan etmenlere göre sınıflandırılmaktadır. Bu belirleyiciler yardımıyla yapılan sınıflandırma, üç ana kayaç türünü içerir; bunlar Magmatik kayaçlarTortul ve Başkalaşım kayaçlarıdır. Bu sınıflandırmada daha çok parçacıkların büyüklükleri temel alınmıştır.

Bir kayacın başka bir kayaca dönüşümü, kayaç döngüsü adı verilen bir jeolojik modelle gösterilmektedir. Kayaçlarla ilgilenen bilim dalına petrografi adı verilir.

Petrografi, Jeoloji'nin temel dallarından biridir.

Büyük Kanyon yatay çökel kaya katmanlarının Colorado 

Nehri tarafından kazılması sonucu oluşmuştur.


Kayaç sınıflandırması

Kosta Rika'nın Orosí kenti yakınlarında yer alan sedimanter bir kayaç yüzleği.

Kayalar, düzenli kimyasal bir bileşikten oluşan homojen katılar olan mineral tanelerinden oluşur. Kayayı oluşturan taneler ve mineraller kimyasal bağlarla bir arada tutulur. Bir kayadaki minerallerin türleri ve bolluğu, oluşma şekline göre belirlenir.

Çoğu kaya, silikat mineralleri, kristal kafeslerinde silikon oksit tetrahedra içeren bileşikler içerir ve bilinen tüm mineral türlerinin yaklaşık üçte birini ve yer kabuğunun yaklaşık %95'ini oluşturur. Kayaçlar ve minerallerdeki silis oranı, isimlerini ve özelliklerini belirlemede önemli bir faktördür.

Kayaçlar mineral ve kimyasal bileşimigeçirgenlik, bileşen parçacıklarının dokusu ve parçacık büyüklüğü gibi sınıflandırmaya göre sınıflandırılır. Bu fiziksel özellikler kayaları oluşturan süreçlerin sonucudur. Zaman içinde kayalar, Kayaç döngüsü adı verilen jeolojik bir model tarafından tarif edildiği gibi, bir kayaç türünden diğer kayaç türüne dönüşebilir. Bu dönüşümle üç kayaç sınıfı oluşturur: MagmatikTortul ve Metamorfik.

Plutonik Kayaçlar

Volkanik Kayaçlar

Kırıntılı Çökel Kayaçlar

Kimyasal Çökel Kayaçlar

Başkalaşım kayaçlar

Granit

Bazalt

Kum taşı

Kalker (kireçtaşı)

Kalker → Mermer

Siyenit

Andezit

Kil taşı

Jips (alçı taşı)

Granit → Gnays

Diyorit

Obsidyen (volkan camı)

Çakıl taşı (konglomera)

Kaya tuzu

Taş kömürü → Elmas

Gabro

Tüf

Kömür


Magmatik kayaçlar

Erimiş halde bir silikat hamuru durumunda olan magmanın veya akkorun yer kabuğunun derinliklerinde veya yeryüzünde soğuyarak katılaşması sonucu meydana gelen kayaçlardır. Bunların genel karakterleri ise, kristallerden oluşmuş kütle halinde kayalardır. Magmanın soğuması ve katılaşması derinlerde yavaş yavaş meydana geldiği zaman, tam kristalli plütonik kayaçlar, soğuma ve katılaşma yeryüzünde veya yeryüzüne yakın derinliklerde hızlı veya çabuk oluştuğu takdirde, volkanik ve damar kayaçları meydana gelmektedir.

Magmatik kayaçlardünyanın mantosunda veya kabuğunda önceden var olan kayaların kısmi erimeleriyle oluşur. Kayanın erimesine üç temel işlem neden olur. Bunlar; sıcaklıkta bir artışın olması, basınçta bir azalma olması veya bileşiminde bir değişikliğin olmasıdır. Yerkabuğunun hacimce yaklaşık%65' magmatik kayalardan oluşur ve bu da magmatik kayaçları en bol bulunan kayaçlar haline getiriyor. Bunları %66'sı bazalt ve gabrodur, %16 granittir, %17'si granodiyorit ve diyorittir. Sadece %0.6'sı siyenit ve %0.3'ü ultramafiktir. Okyanus kabuğunun önemli birleşimi olan bazalt %99'unu oluşturur. Granitoidler olarak bilinen granit ve benzeri kıta kabuğuna hakimdir.

Gabro

Plütonik (intrüzif) kayaçlar

Yükselen magmanın yeryüzüne erişmeden kabuk içinde herhangi bir derinlikte yerleşmesi ve katılaşması ile oluşan kayalara denir. Derin seviyelerde yerleşen ve katılaşan magmatik kütlelere derinlik kayaları da denir.
Bunlar genellikle iyi kristalleşmiş minerallerden oluşmuş kayaçlardır. Mineraller kayaç türüne göre bir veya birkaç çeşit olabilirler.
Plütonik kayalar yer kabuğu içinde farklı biçimlerde bulunur ve buna göre adlandırılırlar. İç kuvvetlerin niteliği, yer kabuğunu oluşturan malzemenin özellikleri, yükselen magmanın akıcılığı, yoğunluğu ve hacmi bir sahadaki plütonik kütlelerin biçimini ve bulunuş tarzını belirleyen başlıca etkenlerdir. Biçimleri ve bulunuş tarzları farklı olan ve bu nedenle ayrı isimlerle adlandırılan başlıca plütonik kütle türleri batolit, lakolit, lapolit, filon(dayk), sill(tabaka filonları) ve volkan tıkaçları(nek)dır. Bunlardan alan ve hacim olarak en büyükleri olan ilk üçü genellikle plüton terimi ile açıklanırlar. Plütonların oluşumuna yol açan magmatik olayların tümüne de plütonizma denir.

Volkanik (Ekstrüzif) Kayaçlar

Magmanın yeryüzüne çıkarak, orada soğuması sonucunda meydana gelen katılaşım kayalarına ekstrüzif kayalar veya dar anlamda volkanik kayalar denir.
Bunlara yüzey kayaçları da denir; bunlar yarı kristalli, porfirik yapılıdır. Kayaç, çoğu kez gözle görülebilen mineral fenokristalleri ve kristal olmayan, camsı bir hamurdan oluşmaktadır. Örneğin; andezit, riyolit, bazalt gibi.

Sedimanter kayaçlar

Yer yer demir oksit şeritleri içeren kum taşı.

Kayaların oluşum bakımından farklı ikinci takımını sedimanter (tortul) kayalar veya öteki adıyla sedimentitler meydana getirir. Eskiden var olan kayaların akarsular, buzullar, rüzgarlar, dalgalar gibi dış etkenler tarafından aşındırılarak sürüklenen kırıntılarının ve diğer çözülme ürünlerinin, ya da kimyasal yolla yerinde meydana gelen maddelerin normal basınç ve sıcaklık altında su üstünde veya su altındaki ortamlarda birikmesiyle sedimentler (çökeller) oluşur. Sedimentler zamanla çeşitli değişikliklere uğrarlar. Yığılan maddelerin ağırlığı altında sıkışırlar, içerdikleri su dışarı atılır, gözenekleri azalır ve hacimleri küçülür; kendi içlerinde meydana gelen kimyasal olaylarla yeni mineraller oluşabilir; taneler ve kırıntılar arasında bir çimento meydana gelir. Bütün bu süreçlerin sonucunda Sedimentler pekleşerek taşlaşır ve tortul kaya haline dönüşür. Yüzbinlerce, hatta belki milyonlarca yılı kapsayan ve sedimentlerin tortul kaya haline gelmesine yol açan bütün bu süreçlerin tümüne diajenez denir.
Bu kayaçlar kimyasal, fiziksel (kırıntılı) ve organik tortullar olmak üzere üçe ayrılır. Kimyasal tortullar, suların içindeki eriyik maddelerin çökmesi ile oluşmuş olup kireç taşıtravertenjips ve kaya tuzu gibi örnekler barındırır. Bu tortullar, Dünya'daki tüm tortulların %65'ini kapsar. Fiziksel tortullar, kayaçların parçalanması ile oluşan kırıntılı malzemelerin oluşturduğu kayaçlar olup, konglomerakum taşı ve kil taşı gibi örnekleri içinde bulundurur. Bu tortullar, tüm tortulların %20-25'ini kapsar. Son olarak organik tortullar, bitki ve hayvan kalıntılarının birikmesi sonucunda oluşan kayaçlar olup, petrolkömür gibi örnekler barındırır. Bu tip tortullar, tüm tortullar içinde %10-15 kısmını kapsar. Tüm tortul kayaçlar Dünya'nın yüzeyinde veya yüzeyine yakın tabakalarında oluşur.

Fiziksel tortul kayaçlar[

Çeşitli büyüklüklerde taş ve mineral parçalarının karalarda ve denizlerdeki tortullaşma havzalarında çökelmeleri ile meydana gelen taneli - parçacıklı kayaçlar dır. Değişik boyuttaki tanelerin bir çimento-maddesi ile birleşmeleri, birbirine kenetlenmeleri sonucu katı ve sıkı halde bulunan çimentolu tortul kayaçlar oluşur. örneğin; kumtaşı, konglomera, gibi. Taneleri birbirine bağlayacak, birleştirecek bir madde bulunmadığı hallerde, taneler serbest kalır ve çimentosuz tortul kayaçlar meydana gelir. Örneğin; kum, çakıl, kil gibi. Kırıntılı tortul kayaçların sınıflandırılması ve adlandırılması tanelerin boyutlarına, türlerine, biçimlerine, yuvarlak ve boylanma derecelerine, homojen ve heterojen oluşlarına ve çimento maddesinin bileşimine göre yapılır.

Organik tortul kayaçlar

Foraminiferler, radyolaryalar, algler, süngerler ve mercanlar gibi kabuklu organizmaların kalıntılarından oluşan kayaçlar dır. Organizmaların katı kısımları burada taşlaşmış, fosil haline gelmişlerdir.
Organik tortul kayaçların sınıflaması ve adlandırılması eskiden beri organizmaların kavkılarını ve iskeletlerini oluşturan başlıca maddelerin kimyasal bileşimlerine göre yapılmaktadır; Örneğin, kireçli, silisli, bitümlü, fosfatlı gibi.

Kimyasal tortul kayaçlar

Doygun eriyiklerin çökelmesi ve tuzlu suların buharlaşması sonucu meydana gelen tortulardır. Mağaralardaki dikit ve sarkıtlar, deniz kıyılarındaki kireçli ve demirli olitler, kapalı göl kenarlarındaki tuz birikintileri ve kaynaklar etrafındaki taşlaşmalar (travertenler) kimyasal tortulların başlıca örnekleridir.

Metamorfik kayaçlar

Tabakalı bir gnays

Tortul veya magmatik diğer kayaçların sıcaklık, basınç, gerilme ve kimyasal aktivitesi olan sıvılar etkisi ile değişmeleri, başkalaşmaları sonucu meydana gelirler. Genelllikle kristallerden oluşmuş, paralel yapılı kayaçlardır. Bunlara kristalin şistler de denir. Metamorfizma: Yer kabuğunun derinliklerinde hüküm süren değişik fiziksel ve kimyasal şartların etkisi ile kayaçlardan katı halde meydana gelen mineral değişikliği veya mineral transformasyonu olayıdır.
Mineraller belirli bir sıcaklık ve basınç altında duraylı durumda bulunurlar. Her mineralin kendine öz bir duyarlılık sıcaklığı ve basıncı vardır. Eğer sıcaklık ve basınç değerinde bir artma, bir değişme olursa, mineralde de değişme başlar, mineral aynı kimyasal bileşimde başka bir duraylı minarele dönüşür, böylece bir mineral transformasyonu olur. Metamorfizmanın aslı da budur.
Metamorfizma olayı büyük ve sıcak bir magma kütlesinin çevresinde meydana geldiği zaman kontakt veya termal metamorfizmadan; büyük bir fay veya bindirme düzlemi kenarında oluştuğu takdirde dislokasyon veya kataklastik metamorfizmadan söz edilmektedir; jeosenklinallerde (dalma-batma zonlarında) dağ oluşum hareketleri (orojenez) ile birlikte meydana gelen metamorfizmaya rejiyonal termo- dinamo metamorfizma; dip kısımlarının yavaş yavaş çökmesi ile on binlerce metre kalınlıkta tortuların (sedimentlerin) biriktiği okyanus havzalarında gelişen metamorfizmaya da çökme veya gömülme metamorfizması denilir.
Metamorfik kayaçların başlıca özelliği, bunların birbirine paralel düzlemler boyunca ve kolaylıkla yaprak yaprak veya dilim dilim ayrılmaları, bölünmeleridir.

·         kalker → mermer

·         granit → gnays

·         kömür → elmas

·         kil taşı → şist

·         kum taşı → kuvarsit

Bu üç ana kayaç türü — magmatik, tortul ve başkalaşım — daha birçok alt dala ayrılır. Yine de bu ilintili kayaçlar arasında sert ve sıkı sınırlar yoktur. Bileşenlerinde yer alan minerallerdeki boyutların artıp azalması, bir kayacı başka bir kayaç hâline getirebilmektedir. Bu nedenle, belli özellikler için hazırlanan dereceler için hazırlanan tanımlamalar sayesinde herhangi bir kayaca isimler verilebilmektedir. Bir de bazı kayaçlar elmas yapımında kullanılır

İnsan kullanımı

Kayaçlar, insanoğlu için kültürel ve teknolojik anlamda büyük bir etkiye sahiptir. Homo sapiens ve diğer insansılar tarafından iki milyon yıldan beri kullanılan kayaçlar, insanlar için teknolojinin temel ögelerinden biridir. Taşların madenlerden çıkartılarak çeşitli amaçlar için kullanılması, en eski teknolojik ilerlemelerden biridir. Ancak bu süreç çeşitli yerlerde farklı madenlerin ve taşların bulunması nedeniyle farklı zamanlarda ilerleme gösterdi.
Tarih öncesi devirler arasında Taş çağıBronz çağı ve Demir çağı gibi çağlar yer almaktadır. Her ne kadar Taş çağı görünürde tüm dünya medeniyetleri üzerinde sona erdiyse de, birçok kayacın, binaların ve altyapıların inşasında kullanılmasına devam edilmiştir. Kayaçlar bu anlamda kullanıldığında kesme taş adıyla anılır.



Madencilik

Madencilik, değerli minerallerin veya diğer jeolojik malzemelerin yeryüzünden, bir cevher gövdesinden veya tabakadan çıkarılmasıdır. Terim bir de toprağın çıkarılmasını içerir. Madencilik ile geri kazanılan malzemeler arasında ana metallerdeğerli metallerdemiruranyumkömürelmaskireçtaşı, petrol şist, kaya tuzu, potasinşaat agregası ve kaya içerir. Madencilik, tarımsal süreçler yoluyla yetiştirilemeyen veya bir laboratuvar veya fabrikada yapay olarak oluşturulamayan herhangi bir malzemeyi elde etmek için gereklidir. Daha geniş anlamda madencilik, herhangi bir kaynağın (örneğin petrolDoğalgaztuz hatta sutopraktan çıkarılmasına denir.
Kaya ve metal madenciliği tarih öncesi çağlardan beri yapılmıştır. Modern madencilik süreçleri; maden yataklarının araştırılmasını, önerilen bir madenin kâr potansiyelinin analizini, istenen malzemelerin çıkarılmasını ve son olarak madenciliğin sona ermesinden sonra diğer kullanımlar için hazırlanması için arazinin ıslahını içerir.
Madencilik süreçleri, hem madencilik işlemleri sırasında hem de madencilik sona erdikten sonraki yıllar boyunca çevre üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Bu potansiyel etkiler, dünya ülkelerinin çoğunun madencilik faaliyetlerinin olumsuz etkilerini yönetmek için düzenlemeler kabul etmesine yol açmıştır.

26 Mayıs 2021

Eriyen Buzullar, Dünya’nın Eksenini Değiştirmiş

Buzulların küresel ısınma sebebiyle erimesi, 1990’lı yıllarda kutupların hareketinde meydana gelen bir değişimin sebebi olabilir.

Kuzey ve Güney kutuplarının konumları, gezegenimizde sabit ve değişmez noktalar değil. Dünya’nın kendi etrafında döndüğü eksen (veya daha özel tabirle, o görünmez çizginin çıktığı yüzey), bilim insanlarının tam anlamadığı süreçler sebebiyle daima hareket halinde. Suyun Dünya yüzeyindeki dağılım şekli, bu kaymaya sebep olan etmenlerden biri.

Amerikan Jeofizik Birliği’nin Geophysical Research Letters bülteninde yayımlanan yeni bir çalışmaya göre eriyen buzullar, 1990’ların ortalarında suları yeniden dağıtarak kutuptaki kaymayı doğu yönüne çevirmiş ve hızlandırmış.

Çin Bilimler Akademisi Coğrafi Bilimler ve Doğal Kaynak Araştırmaları Enstitüsü ile Çin Bilimler Akademisi Üniversitesi’nde çalışan eş yazar Şanşan Deng, “Küresel ısınma sebebiyle buzulların daha hızlı erimesi, 1990’larda gerçekleşen kutupsal kaymanın yön değiştirmesinde en muhtemel sebep” diyor.

Zürih Üniversitesi’nde çalışan ve bu araştırmada yer almayan iklim bilimci Vincent Humphrey, Dünya’nın bir eksenin etrafında topaç gibi döndüğünü açıklıyor. Eğer bir topacın ağırlığı başka yere giderse, dönen topaç dönüş ekseni değiştikçe eğilmeye ve yalpalamaya başlar. Aynı şey, ağırlığı bir alandan diğerine kayan Dünya’da da oluyor.

Araştırmacılar, kutup kaymalarının sebeplerini Yer Çekimi Geri Kazanım ve İklim Deneyi’nden (GRACE) aldıkları verilere dayalı olarak 2002’den itibaren belirlemeyi başarmışlar. NASA ile Almanya Havacılık ve Uzay Merkezi’nin ortak yürüttüğü bir görev olan GRACE, 2002’de fırlatılan ikiz uydular ile başlayıp 2018’deki bir takip göreviyle devam etmiş. Görevde, yer çekimindeki inişli çıkışlı değişimler farklı noktalarda ölçülerek kütlenin gezegen çapında nasıl dağıldığına yönelik bilgiler toplanmış.

GRACE görevinden toplanan veriler üzerinde yapılan önceki çalışmalar, sonradan meydana gelen yön değişimlerinin bazı sebeplerini ortaya çıkarmış. Örneğin araştırmada, Kuzey Kutbu’nun yakın zaman önce Kanada’dan uzaklaşarak Rusya’ya doğru hareket etmesinin, Dünya’nın dış çekirdeğinde bulunan erimiş demir gibi etmenlerden kaynaklandığı belirlenmiş. Diğer değişimler ise kısmen, karasal su haznesi değişimi şeklinde adlandırılan ve karadaki bütün suların (buzullardaki donmuş sular ve kıtaların altında depolanan yer altı suları dahil) erime ile yer altı pompası yoluyla kaybolduğu bir süreç ile oluşmuş.

Yeni çalışmanın yazarları karada meydana gelen bu su kaybının, geçtiğimiz yirmi yıl içerisinde kütlenin dünya çapındaki dağılım biçimini değiştirdiğine ve böylelikle kutup kaymasında gerçekleşen geçişlere katkıda bulunduğuna inanıyor. Araştırmacılar özellikle bu durumun, 1990’lı yılların ortalarında meydana gelen değişimleri de açıklayıp açıklamayacağını görmek istemiş.

Kutup kaymasının yönü, 1995 yılında güneyden doğuya doğru geçiş yapmış. Kaymanın 1995’ten 2020’ye kadarki ortalama hızı da, 1981’den 1995’e kadar kaydedilen ortalama hıza göre 17 kat kadar artış göstermiş.

Şimdiyse araştırmacılar çağdaş kutup takip analizini zamanda geriye götürerek, bu kaymanın neden meydana geldiğini öğrenmeyi sağlayacak bir yöntem keşfetmişler. Yeni araştırmada, GRACE görevi başlamadan önce 1990’lı yıllarda karada meydana gelen toplam su kaybı hesaplanıyor.

Çalışmanın eş yazarı, Çin Bilimler Akademisi Üniversitesi ve Çin Bilimler Akademisi Coğrafi Bilimler & Doğal Kaynaklar Araştırma Enstitüsü’nde subilimci olan Suxia Liu, “Bulgular, geçmişte iklimin yön verdiği kutup hareketinin araştırılmasında bir ipucu sunuyor” diyor. “Çin Bilim ve Teknoloji Bakanlığı’nın sermaye sağladığı bu projenin hedefi, su ve kutup hareketi arasındaki ilişkiyi araştırmak.”

Su kaybı ve kutup kayması

Buzul kaybına ilişkin veriler ile yer altı suyu pompasına yönelik tahminleri kullanan Liu ve meslektaşları, karada depolanan suyun nasıl değiştiğini hesaplamışlar. Kutup bölgelerinden su kaybına yapılan katkıların, kutupsal kaymaya yön veren ana unsur olduğunu keşfeden araştırma takımı, kutup dışı bölgelerin de kayba katkı sunduğunu göstermiş. Tüm bu su kayıpları hep birlikte değerlendirildiğinde, kutup kaymasında doğuya doğru gerçekleşen değişim açıklanabiliyormuş.

“Bence bu kayıplar, söz konusu soruya ilginç kanıtlar sunuyor” diyor Humphrey. “Bu kütlesel değişimin ne kadar kuvvetli olduğunu söylüyor; o kadar büyük ki, Dünya’nın eksenini değiştirebilecek türden.”

Humphrey, Dünya’nın ekseninde meydana gelen bu değişimin, gündelik yaşamı etkileyecek denli büyük olmadığını söylüyor. Gündüz süresinin uzunluğunu değiştirebilir ama sadece milisaniye ölçeğinde.

Eriyen buzların hız kazanması, Deng’in söylediğine göre bu değişimi tamamen açıklayamıyor. Araştırmacılar bu konuyu özel olarak analiz etmese de; görülen küçük boşluğun, kutup dışı bölgelerdeki karasal su depolarıyla ilgili faaliyetlerden kaynaklanabileceğini tahmin ediyorlar (yer altı suyunun, tarımsal sulamada sürdürülemez şekilde kullanılması gibi).

Humphrey’e göre bu kanıtlar, insanların karadaki su kütlesinde meydana gelen değişimleri ne kadar doğrudan etkileyebildiklerini ortaya çıkarıyor. Örneğin araştırmacıların analizi; Kaliforniya, kuzey Teksas, Pekin etrafındaki bölge ve kuzey Hindistan gibi alanlarda, su kütlesinde meydana gelen büyük değişimleri ortaya çıkarıyor. Tüm bu alanlarda, tarımsal kullanım için büyük miktarlarda yer altı suyu pompalanıyor.

“Yer altı suyu da önemli bir katkı yapıyor” diyor Humphrey. “Burada, bu tür bir analiz ile ortaya çıkan yerel bir su yönetimi sorunu görüyorsunuz.”

Liu araştırmanın, 20’nci yüzyılın başlarındaki karasal su depolarının anlaşılması bakımından daha büyük sonuçlar barındırdığını söylüyor. Araştırmacıların elinde, kutupsal kaymaya yönelik 176 yıllık veri bulunuyor. Liu ve meslektaşlarının altını çizdiği bazı yöntemler kullanılarak, yön ve hızda meydana gelen bu değişimler yardımıyla geçmiş yıllarda karasal suların ne kadar kaybedildiği tahmin edilebilir.


Buzullar Artık Daha Hızlı Eriyor

İklim değişiminin hassas bir göstergesi olan buzullar, kolay bir şekilde de gözlemlenebiliyorlar. Enlem ya da boylamları ne olursa olsun, buzullar 20’nci yüzyılın ortalarından beri yüksek bir hızda eriyor. Fakat buz kaybının tam ölçeği, şimdiye kadar sadece kısmi şekilde ölçülüp anlaşılmış. Şimdiyse Zürih – İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü (ETH Zürih) ile Toulouse Üniversitesi’nde çalışan uluslararası bir araştırma takımı, küresel buzul erimesine yönelik kapsamlı bir makale kaleme almışlar. Çalışma iki gün önce Nature bülteninde çevrimiçi yayımlandı. Araştırma, Grönland ve Antarktika buzul katmanları hariç olmak üzere dünyadaki bütün buzulları (toplamda 220.000 civarı) kapsayan ilk çalışma. Mekansal ve zamansal açıdan eşi görülmemiş bir çözünürlük taşıyan araştırma, buzulların son yirmi yıl boyunca kalınlıklarını ve kütlelerini ne kadar hızlı kaybettiğini de gösteriyor.

Yükselen deniz seviyeleri ve artan su kıtlığı

Bir zamanlar kalıcı olan buzların hacimleri, dünyanın neredeyse her yerinde azalmış durumda. Dünya buzulları, 2000 ile 2019 yılları arasında yıl başına ortalama 267 gigaton (milyar ton) buz kaybetmiş; bu miktar, İsviçre’nin bütün yüzey alanını her yıl suyun altı metre altına batırabilecek kadar fazla. Buzullardaki kütle kaybı, bu dönemde keskin bir artış da göstermiş. 2000 ile 2004 yılları arasında, buzullar her yıl 227 gigaton kütle kaybetmiş fakat 2015 ile 2019 arasında, toplam kaybolan kütle yıllık 298 gigatona ulaşmış. Eriyen buzullar, bu dönemde deniz seviyesinde gözlenen yükselişinin yüzde 21’e kadarına sebep olmuş; yani bir yılda 0,74 milimetre kadar. Deniz seviyesinde meydana gelen yükselişin neredeyse yarısı, sıcaklığı artan suyun ısıl genleşmesine atfedilebilir. Geri kalan üçte ikilik kısımdan ise, Grönland ve Antarktika’daki buz katmanlarından gelen erime suları ve karasal su haznelerindeki değişimler sorumlu.

En hızlı eriyen buzullar arasında Alaska, İzlanda ve Alpler’de yer alan buzlar bulunuyor. Gözlenen durum; Pamir dağları, Hindukuş Dağları ve Himayalardaki dağ buzullarında da derin bir etki oluşturuyor. “Çalışmanın baş yazarı ve ETH Zürih ile Toulouse Üniversitesi’nde araştırmacı olan Romain Hugonnet, “Himayalardaki durum özellikle endişe verici” diye açıklıyor. “Buzulların erime suları, kurak mevsimde Ganj Brahmaputra ve İndus nehirleri gibi büyük su yollarını besleyen önemli bir kaynak. Günümüzde artış gösteren erime, bölgede yaşayan insanlar için bir tampon vazifesi görüyor. Fakat Himayalardaki daralma artmaya devam ederse, Hindistan ve Bangladeş gibi kalabalık ülkeler onlarca yıl içerisinde su veya gıda kıtlıklarıyla karşı karşıya kalabilir.”

Çalışmanın sonuçları, hidrolojik modellerin geliştirilmesini sağlayabilir ve küresel ile yerel ölçeklerde daha hassas tahminlerin yürütülmesinde kullanılabilir; örneğin, Himalaya buzullarının önümüzdeki onlarca yıl içerisinde ne kadar eriyebileceğini tahmin etmede kullanılabilir.

17 Mayıs 2021

Hasan Dağı

Hasandağı ya da Hasan Dağı deniz seviyesinden 3268 metre yüksek olan tepesiyle bir volkanik dağdır.


Büyük Hasan ve Küçük Hasan Dağı olmak üzere iki büyük krateri vardır. Melendiz dağının büyük kısmı, bu iki kraterden çıkan lavlardan meydana gelmiştir. Büyük Hasan dağında iyi muhafaza edilmiş bir ana krater ile onun etrafında parazit koniler bulunur. Küçük Hasan dağının zirvesi bir Somma durumundadır. Yani eski kalderanın sınırlarını teşkil eden dikliklerin artıkları vardır. Bunlar sayesinde ilk kraterin şeklini çıkarmak mümkündür. Adı geçen kraterden çıkan andezit ve bazalt lavları kuzeye doğru akarak geniş bir alana yayılmış, tüfler ise Kızılırmak’a kadar ulaşmıştır. Bu dağ Aksaray ve Niğde il sınırları içerisinde yer almaktadır. 1750 metresine kadar meşe ormanlarıyla kaplıdır. Dağın eteklerinde ve çevresinde çeşitli Türk boyları ve özellikle de Yörükler yaşarlar. Özellikle ana volkan konisini oluşturan Büyük Hasan Dağı (3268 m); kuzeybatısındaki Aksaray Ovası batısındaki Obruk Platosu ve güneyindeki Bor Ovası düzlüklerinden aniden yükselerek kasvetli bir doğal Abide görüntüsü sunmaktadır. 

Bu ana volkan konisinin doruğu tipik bir kraterden oluşmakta ve kraterin tabanında bir krater gölü bulunmaktadır. Ana koninin hemen güneydoğusundaki daha küçük boyutlu ve yükseltisi daha az olan ikiz koni ise Küçük Hasan Dağı (2844 m) olarak anılmaktadır. Bu volkan konisinin de doruğu tipik bir krater halindedir. Oldukça taze ve karakteristik volkan şekilleriyle ülkemizin en genç volkan dağları arasında bulunan Hasan Dağı volkanik ünitesi tarihi çağlardan bu yana daldığı uykusuna devam etmektedir. Dağın eteklerinde Antik Roma şehri Nora bulunmaktadır. Erciyes Dağı'ndan sonra İç Anadolu Bölgesi'nin en yüksek dağıdır.

Dağ, çeşitli safhalarda püskürmüş olan materyallerden oluşmuş tipik bir volkan konisi görünümündedir. Temelde, koninin iskeletini oluşturan andezitler, onun üzerinde ise bazalt akıntıları bulunmaktadır. Son dönemde ise, eski lav akıntılarındaki yarıklardan çıkan genç bazalt akıntıları ve bazalt koniler (kül konileri) meydana gelmiştir. Dağın doruğunda ana baca üzerinde bir krater, doğu yamaçlarda ise parazit koniler bulunmaktadır. Dağın yamaçlarında, dördüncü zamanda meydana gelen aşınmalarla vadi biçimindeki yarıntılar meydana gelmiş durumdadır. Hasan dağlarının hemen yakınında Melendiz Dağı bulunur. Bu dağ da, oluşum zamanı, yapı ve şekil bakımından Hasan dağına benzer özellikler gösterir. Tuz Gölü'nün güneyinde bulunan Karacadağ, Meke Dağı ve Karadağ da Erciyes Dağı ve Hasandağı ile aynı hat üzerinde bulunan diğer volkan konileridir.

20 Eylül 2020'de Hasandağ'ın güneybatısında meydana gelen 5.3 şiddetindeki depremin ardından dağda basınçlı gaz çıkışları (fümerol) oluştu.

Tarihi

Antik yerleşim olan Çatalhöyük’teki insanlar Hasan Dağı’nın etrafından obsidyen toplarlardı ve muhtemelen diğer yerleşim yerlerindeki insanlarla lüks eşyalar için takas yaparlardı. Obsidyen aynalar ve pullar da bulunmuştur. Bazen sanat tarihçileri tarafından ilk manzara olarak tanımlanan ve kimi insanlara  göre tasviri yerleşim yerindeki evlerin üzerinden yükselen Hasan Dağı’nın Çatalhöyük halkı için önemi bir duvar resmi olarak da görülebilir.

Arap-Bizans savaşları sırasında Bizans’ın başkenti İstanbul’u akınlara karşı uyarmak için Bizans İşaret Sisteminde güneyden kullanılan ikinci dağdır.

Ulaşım

Ankara'dan Aksaray'a 3 saatte gidilebilir. Aksaray'ı geçtikten sonra Hasan Dağı'na iki yoldan ulaşabilirsiniz. Hasan Dağı'na Batı yönünden yaklaşmak için Yukarı Dikmen Köyü'nü, Kuzey yönünden yaklaşmak için ise Helvadere'yi tercih edebilirsiniz.

Yukarı Dikmen Köyü

Aksaray'ı geçince sağda Taşpınar kasabası sapağını geçtikten 3–5 km sonra Taşpınar köprüsünden sola dönülüyor. İlk olarak karşınıza Aşağı Dikmen Köyü çıkıyor. Köyü geçince yol ikiye ayrılıyor. Sağ yol Yukarı Dikmen Köyü'ne (tabela mevcut) sol yol ise Gözlükuyu Köyü'ne gidiyor. Etkinliğe Yukarı Dikmen'den başlayıp önce patikayı sonra dere yatağını takip ederek, uygun kamp yerlerine ulaşılabilir.

Helvadere

Eski ismi Harlıdere, târihte ise Nora olarak isimlendirilmiş olan Helvadere'den dağ evine giden yol, veya inşaat hâlindeki astım hastanesine ve yaylaya gidilen toprak yoldan dağa doğru sapılarak taşlıklı geniş bir patika ile vâdi içindeki kamp alanına varılabilir. Vâdinin her iki yanı da kuraktır ve gri rengiyle çok uzak mesâfelerden bile seçilebilir. Kamp alanının bulunduğu vâdinin devamında, bacalar olarak isimlendirilen mevkiinin 150 m kadar ilerisinde vâdi tabanı seviyesinde en kurak mevsimlerde dâhi su bulmak mümkündür.

Rota

Zirvesine ulaşmak için pek çok yol vardır. Herhangi bir teknik tırmanış zorluğuyla karşılaşılmaksızın iyi bir tempo ile rahat bir rotadan günübirlik olarak dâhi zirveye ulaşmak mümkündür. En kolay yol, dağın doğu yamacındaki çarşak saha tarafından gerçekleştirilir. Karsız mevsimlerde iniş, zaman zaman tehlikeli olabilir. Dağ sâdece Yılankar rotası ile, bugüne kadar bilinen 4 kişinin hayâtını kaybetmesine sebep olmuştur. Dik kayalık kısımlardan günün belirli saatlerinde taş düşmeleri de görülebilir. Kış mevsiminde zeminin karla örtülmesi ile birlikte dik ve uzun yamaçların rüzgâra açık olan kısımları kimi zaman buz hâlini alabilir. Bu ihtimâller göz önünde bulundurarak krampon ve buz kazması alınmalıdır. Karşılaşılabilecek bir diğer sorun ise yükseklikten meydana gelebilecek muhtemel dağ hastalıkları olabilir. Ancak bunlar baş ağrısı ve mîde bulantısından farklı şeyler olmayacaktır. Zirve çanağı (veya krater ağzı olarak da isimlendirilir) çok eski tarihlerde bir göle sahip olsa da günümüzde kurak bir çukurdur. Zirve, krater çukurunun güney yönünde yükselir ve birkaç adım kenarında 5 çadır sığabilecek büyüklükte kamp alanları vardır. Açık havalarda; zirveden Melendiz, Erciyes, Aladağlar, Bolkarlar ve Karacadağ rahat bir şekilde görülebilir.

Büyük Hasan Dağı'nda dağcılık

Büyük Hasan Dağı dağcılık ve doğa sporları açısından da önemli bir potansiyele sahiptir. Gerek yerli ve gerekse yabancı doğa sporcuları yılın her mevsimi tırmanışlar gerçekleştirmektedir. Daha ziyade kış mevsiminde kış tırmanışlarına sahne olan Büyük Hasan Dağı'na yaz mevsiminde su kaynaklarının yetersizliği nedeniyle daha seyrek tırmanış yapılmaktadır. Günümüzde herhangi bir planlı koruma uygulamasının olmadığı Hasan Dağı'nda koruma-kullanma dengelerinin oluşturulup doğal potansiyelinin geliştirileceği projelere gereksinim vardır.

Hasan Dağı iklimi

Hasan Dağı eteklerinde alt ve üst kısım hâlinde meşe, orta kısım ise bir kuşak dağ kavağı ağaçları görülür. Çevrenin tabi bitki örtüsü bozkır bitkileridir. İklim; kışları soğuk ve sert, yazları ise yağış azlığı sebebiyle kuraktır.

Hasan Dağı kül formasyonu

Bu formasyon Melendiz ve Hasan dağları silsilesinin kuzey, batı ve güneyinde geniş sahalar kaplamaktadır. Başlıca indifa noktaları Hasan dağı volkanları ile oradaki birçok lâv menfezi (ve üzerlerindeki koniler) dir. Ayrıca, Gollü dağ indifa noktaları ile Çınarlı mıntakasındaki koniler büyük miktarda kül ve lapilli tahassulüne yol açmış, bunlar da etüd sahası sınırlarının çok dışarılarına kadar gitmişlerdir. Üç nevi depozit mevcuttur:

  1. Homojen depozit
  2. Tabakalı depozit
  3. Karma karışık depozit.

Hasan dağının (Leskeri tepe - Tarık tepe mıntakası) güney ve güneybatısında homojen kül ve lapilli çökeltileri bulunmaktadır. Mukavemetsiz (yekdiğerine iyi kaynamamış) beyaz vitrik kül matriksinin içinde muntazam bir şekilde dağılmış ufak ve orta boy beyaz ponza taşı çakılları yer almıştır. Daha seyrek olarak siyah obsidien parçaları ile bir miktar lâv çakılı da vardır. Altunhisar'ın batısında birçok aflörman görülmüştür.

Göllü Dağ bölgesinde tabakalanmış ve boy sırası ayrıtlanmış ponza taşı aflörmanları bu kesimin karakteristik bir özelliğini teşkil eder. Buralarda siyah obsidienler ponza taşı yataklarında önemli bir yekûn tutmaktadırlar. İnce ve kalın taneli lapilli tabakaları burada katkı halinde bulunurlar. Çiftlik'in kuzeyinde yol malzemesi çıkartılan bir taş ocağı halen işletilmektedir. Altunhisar civarında ufak bir aflörmanda tabakalanmış lapilli volkanik kül ve lapilli içinde sayısız andezitik lâv çakılı görülmüştür. Bu formasyon Yakacık vitrik tüfleriyle uygunsuzluk göstermektedir. Yine burada yumuşak malzeme tipik bir dendritik drenaj şekli gelişmiş bulunmaktadır.

Ovada yer almış bulunan bir sürü kül ve cüruf konisi (tümseği) nin örtüsü üstünde sık sık tabakalanmış ve Periklinal yatımlı kül ve ponza taşı lâpillisine raslanmaktadır.Üçüncü tip depozitler Hasan dağının kuzeyi ile kuzeydoğusunda bulunurlar. Çeltek'in güneyinde ve İlhara mıntakasındaki tabakalanmamış küller irili ufaklı lâv ve tüf blokları ihtiva etmekte olup, bunlar tabiî olayların etkisiyle mukavemetsiz matrikslerden kolayca sıyrılmakta ve açığa çıkmaktadırlar. Çeltek'in güneyinde Göstük tüfitleri doğrudan doğruya bu karmakarışık kül çökeltisiyle örtülüdür. Küllerin vücuda getirdiği dik duvarlar içinde andezit-bazalt ve tüf blokları kolayca görülmektedir. Bazen bunlar dimdik kül sütunlarının üzerinde koruyucu bir kapak gibi bulunurlar. Küller ve lapilliler gerek Melendiz ve Keçiboydoran dağlarının andezit-bazaitlarım ve gerekse Kızılkaya ignimbritlerini örtmektedir. Bunların üzerinde de dağ silsilesinin bazaltları ve ovanın konileri bulunur.

Hasan Dağında Işıklı Çığ Çökeltisi

Bu mahallî sayılabilen depozit, Büyük Hasan dağının batı yamacındadır ve açık renkli küller, cüruf, lapilli ve tüfler ile andezit bloklarından meydana gelmiş muazzam bir yığıntı teşkil eder. Burada volkanik kül, kum ve çakıl matriks vazifesini görmektedir. Bu topluluk Hasan dağının kuzeybatı yamaçlarındaki dik inişli dere yataklarında aflörman vermektedir. Stratigrafik açıdan bu çökelti iki bazalt akıntısı arasında bulunur. Bir taraftan sahanın batı sınırının çok ötelerine kadar giden bazalt akıntısını örterken, diğer taraftan kuzeye akan bazaltların altında kalmıştır. Bunun çok yaygın kül indifaları çökeltileriyle ilgili bulunduğu zannedilmektedir; zira bu da Hasan dağının kuzeyinde ve kuzeydoğusunda karmakarışık durumda görülen küllere birçok yönden benzemektedir. Bu çökelti volkanın yamaçlarından ışık vererek inen bir çığdan, yani gaz içinde süspansiyon halinde (asılı olarak) akan bir kül, cüruf, lapilli ve parçalar selinden hâsıl olmuştur.

Hasan dağı kül akıntısı tüfleri

Bu tüfler Küçük Hasan dağının güneybatı sathı mailinde bulunurlar. Hasan dağı kül formasyonunun üzerinde ve Küçük Hasan dağı bazalt akıntılarıyla örtülüdürler. Bu formasyonun pek de fazla sayılmayan cesameti ile yapılışı bu tüflerin kül ve lapilli indıfaım takiben, Küçük Hasan dağında vâkı bir kül akımı indıfaının neticesi olması muhtemel görünüyor. Tüflerin sınırı alçak yarlarla belirlidir ve bu yarlar batıda volkandan gelen ve çok uzaklara kadar uzanan bazalt akıntılarının altına dalıp kaybolmaktadır. Bandlı, kaba ve birbirine kaynak olmamış tüflerin plâstik akım yapısı bu alçak yarlarda çok açık gözükmektedir. Plâjioklaz (andezin), kuars, biotit halinde mineral tanecikleri başka başka renkler gösteren bandlarla ve değişik konsantrasyonlarda zuhur eder. Bu farkı konsantrasyonlarda bulunan selektif erozyona (yani, bir tarafın diğerine nazaran daha fazla aşınmasına) yol açmıştır. Tüflerin bazen kırmızı veya beyaz kumtaşlarına çok benzedikleri vâkıdır. Bu tüflerle altlarında bulunan küller arasında ve bir breş tabakası halinde kaba bir şekilde harman olmuş cama benzer ponza taşı yumruları vardır.

10 Nisan 2021

Zelandiya

 85 milyon yaşındaki dünyanın kayıp sekizinci kıtası Zelandiya hakkında şoke edici bilgiler

Bilim insanları 2017 yılında sekizinci kıtanın varlığını onayladı ve Yeni Zelanda yakınlarında bulunan kıtaya Zelandiya adını verdi. Ortaya çıkan bu yeni kıta herkesin merakını uyandırdı. İşte karşınızda 85 milyon yaşındaki yeni kıta hakkında merak edilenler...

5 milyon kilometrekarelik Zelandiya'nın yüzde 94’ü sular altında olduğu için kıtanın haritası bir türlü tam olarak çıkartılamamıştı. Kayıp sekizinci kıta Güney Pasifik Okyanusu’nun 1 kilometre aşağısında ortaya çıktı. Bilim insanları, Zelandiya olarak isimlendirdikleri bu kara parçasının kıta olduğunu 2017'de onaylamışlardı fakat bu güne kadar kıtanın tam genişliğini haritalayamamışlardı.Araştırmacılar, daha önce eşi benzeri görülmemiş detaylarıyla Zelandiya kıtasının şuan ve milyonlarca yıl önce nasıl göründüğünü gösteren haritaları yayınladılar.

Yeni Zelanda’daki GNS Science’daki araştırmacılar kıtanın şeklini ve büyüklüğünü açıklayan haritalar üzerindeki çalışmalarını bitirdi. Yaptıkları haritaları insanların da görsel olarak inceleyip keşfedebilmeleri için etkileşimli bir internet sitesinde yayınladılar. Projeyi yürüten Nick Mortimer, "Bu haritaları Yeni Zelanda'nın ve Güneybatı Pasifik'in jeolojisine ait doğru, tamamlanmış ve güncel görseller sağlayabilmek adına yaptık." diyerek çalışmalarının detayını ilk kez açıkladı. Mortimer ve ekibi, Zelandiya'nın tektonik profilinin yanı sıra etraftaki deniz tabanının topoğrafyasını da haritaladılar. Haritalar, Zelandiya'nın milyonlarca yıl önce sular altına batmasından önceki haline dair de yeni bilgiler açığa çıkardı.

Sekizinci kıta olarak kabul edilen Zelandiya’nın alanın alanı Avustralya'nın yaklaşık yarısı kadar olmasına rağmen sadece yüzde 6’lık kısmı su seviyesinin üzerinde bir kara parçası olarak bulunabildi. Bu kısım, Yeni Zelandiya'nın kuzey ve güney adalarının ve Yeni Kaledonya adasının temelini oluşturuyor. Harita aynı zamanda kıtanın kıyı şeridini, bölgesel limitlerini ve başlıca su altı özelliklerinin de isimlerini barındırıyor. Buna ek olarak, bu harita 2030'da tamamlanması planlanan, Dünya'nın bütün okyanus tabanını gösteren küresel harita girişiminin de bir parçası olarak üzerinde çalışmalara devam ediliyor.

GNS araşatırmacıları yayınladıkları ikinci haritada ise su altındaki bu kıtanın yer kabuğunu, yaşını ve ana fay hatlarını da gösteriyor. 85 milyon yaşındaki bu kıtanın üzerindeki kırmızı, turuncu, sarı ve kahverengi renkler kıtasal yer kabuğunun hareketliliği üzerine fikirler veriyor. Daha genç renkte olan denizsel kabuk ise mavi renk olarak tanımlandı. Harita aynı zamanda kıtanın bulunduğu bölgedeki tektonik hareketleri de ortaya çıkarıyor.

2017'ye kadar Zelandiya, Madagaskar adası gibi "mikro kıta" olarak sınıflandırılmıştı. Ancak Mortimer’in yaptığı çalışmalara göre Zelandiya kıta olma şartlarının tamamını yerine getiriyor. Açık bir şekilde belirgin olan sınırları, 1 milyon kilometrekareden büyük kapladığı alanı, denizel kabuğu ve denizel kabuğundan daha kalın olan kıtasal kabuğu var. Mortimer 2017'de "Science News'e"; "Dünya'daki okyanusların suyunu boşaltabilseydik, Zelandiya açık bir şekilde göze çarpardı. Eğer okyanus tabanında olmasaydı, çok daha önceden onun da bir kıta olduğunu fark ederdik." şeklinde açıkladı

23 Aralık 2020

Jeolojik zamanlar ve Türkiye'nin Jeolojik Özellikleri

Jeolojik Zamanlar ve Özellikleri
 
Dünya'nın oluşumundan günümüze kadar yaklaşık 5 milyar yıl geçtiği tahmin edilmektedir. Bu uzun süreç, canlı kalıntılarının (fosil) ve çeşitli radyoaktif maddelerin (uranyum, toryum ve titanyum gibi) yapılarının incelenmesiyle tahminsel olarak çeşitli bölümlere ayrılmıştır. Jeolojik zamanlar ve bu devirlerde görüldüğü tahmin edilen önemli olaylar aşağıda belirtilmiştir.
 

 

4. Zaman (Kuaterner) - 2 milyon yıl 

Jeolojik Devirler: Holosen, Pleistosen

Buzul çağında (Pleistosen) şiddetli soğuma görülür.
Özellikle Batı Avrupa, İskandinavya, Kanada gibi karalar buzullar altında kalmıştır. 
Deniz seviyesi alçalmıştır.
Buzul sonrası çağda (Holosen) ise sıcaklık artmaya başlamış ve günümüzdeki iklim koşulları ortaya çıkmaya başlamıştır.
Bugünkü deniz seviyesine ulaşılmıştır. Egeid karasının çökmesiyle Ege Denizi oluşmuştur. İstanbul ve Çanakkale boğazlar oluşmuştur. İnsan hayatı başlamıştır. 

3. Zaman (Tersiyer) - 80 milyon yıl 

Jeolojik Devirler: Pliyosen, Miyosen, Oligosen, Eosen, Paleosen

Kıtalar ayrılmaya devam etmektedir. 
Antarktika Kıtası, Avustralya'dan ayrılıp uzaklaşmıştır.
Alp - Himalaya kıvrımları oluşmuştur.
Atlas ve Hint okyanusları oluşmuştur. 
Dünya'nın çeşitli bölgelerinde linyit, petrol, tuz, bor ve tuz yataktan oluşmuştur. 
Günümüzdeki canlı türleri ana hatlarıyla ortaya çıkmıştır. 
 

2. Zaman ( Mezozoik) - 170 milyon yıl

Jeolojik Devirler: Karetase, Jura, Trias

Alp kıvrımlarına hazırlık dönemidir.
Deniz çukurlarında büyük oranda tortulanmalar olmuştur. 
Tek parça halinde bulunan Pangea parçalanarak ayrı kıtalara bölünmeye başlamıştır. 
Kuzey Yarım Küre'nin kuzeyinde Laurasia, güneyinde ise Gondwana kıtaları oluşmuştur.
Atlas okyanusunun kuzeyi açılmış, güveyi ise açılmaya başlamıştır. 
Dinazorlar ortaya çıkmıştır. 


1. Zaman (Paleozoik) - 370 milyon yıl

Jeolojik Devirler: Permiyen, Karbonifer, Devoniyen, Silüriyen, Ordovisyen, Kabriyen

Kıtalar tek parça halindeydi (Pangea).
Hersinyen ve Kaledoniyen kıvrımları (Ural ve İskandinav dağları) oluşmuştur.
Dev bitki türlerinden oluşan ormanlar gelişmiştir. Zamanın sonlarına doğru taş kömürü yatakları oluşmuştur. 

İlk Zamanlar (Antekambriyen) - 4 milyar yıl

Jeolojik Devirler: -

Kıtaların çekirdek kısmını oluşturan en eski kütleler oluşmuştur. 
Bakteriler ve algler (su yosunu) gibi ilk bitki türleri ortaya çıkmıştır.

Türkiye'nin Jeolojik Özellikleri


Alp - Himalaya kıvrım kuşağı üzerinde yer alan ülkemizde tüm jeolojik zaman ve devirlere ait araziler görülebilmektedir.

1. Jeolojik Zaman (Paleozoik)


Bu jeolojik devirde Anadolu üzerinde Tethis adı verilen bir deniz bulunuyordu.

Hersiniyen ve Kaladoniyen kıvrımları oluşmuştur.

Anadolu'nun çekirdeğini oluşturan sert, başkalaşmış araziler oluşmuştur. Bu arazilere Masif denmektedir. Türkiye'de başlıca masifler Trakya'da Yıldız Masifi. Ege'de Saruhan - Menteşe Masifi, İç Anadolu'da Kırşehir Masifi, Doğu Anadolu'da Bitlis Masifi, Karadeniz'de Daday - Devrekani Masifi

Bu jeolojik zaman ılıman yağışlı iklim koşulları etkili olmuştur. Anadolu gür bir bitki örtüsü ile kaplı olup bunların deniz ve göl ortamlarında birikip metamorfizmaya (başkalaşım) uğramaları sonucunda Taşkömürü yatakları oluşmuştur. Türkiye'nin güneyindeki kalkerli yapılar da bu dönemde oluşmuştur.

2. Jeolojik Zaman (Mesozoik)


Birinci zamanda su yüzeyine çıkmış olan kara parçalarıyla eski kıtalar erozyonla aşınmışlar ve aşınan materyal Tethis Denizi’nin dibine çökelmiştir. Kuzey ve güneyde bulunan eski kıta çekirdeklerinin birbirine doğru yaklaşması bu dönemde de devam etmiştir. Bunun sonucu olarak deniz dibindeki tabakaların kıvrılarak su yüzeyine çıkması da devam etmiştir.

3. Jeolojik Zaman (Neozoik)


Türkiye'nin bugünküne yakın yüzey şekli özelliklerini kazanması, bu dönemde gerçekleşmiştir.

Alp Orojenezi bu dönemde başlamış ve bitmiştir.

Kuzey Anadolu Dağları ve Toroslar oluşmuştur.

Anadolu bu dönemde sıcak ve nemli bir iklime bağlı olarak gür bitki toplulukları ile örtülüdür.

Karalardan sulu ortamlara taşınan yüksek kesimlerin aşınan malzemeleri genç linyit yataklarını oluşmuştur. Yatağan, Soma, Afşin, Elbistan, Aşkale, Suluova, Çayırhan linyitleri oluşmuştur. Güneydoğu Anadolu'daki petrol yatakları da bu dönemde oluşmuştur.

Bu dönem sonlarında Anadolu epirojenik hareketlerle yükselirken Akdeniz ve Karadeniz çukurluğu çökmüştür.

Anadolu'daki volkan konileri oluşmuş. Bunların, faaliyetleri bu zamanın sonlarına kadar devam etmiştir. Bu hareketlilik Alp orojenezi sırasınında oluşan faylar üzerinde gerçekleşmiştir.

 4. Jeolojik Zaman (Kuaterner)


Türkiye bugünkü görümüne yakın bir görünüm kazanmıştır.

Sık iklim değişmeleri meydana gelmiştir.

Buzul devresinde soğuk iklim şartları nedeniyle karalar üzerinde buzul kaymaları görülmektedir.

Son buzul döneminde itibaren Türkiye’de kuraklaşma başlamış ve günümüzde de devam etmektedir.

Egeid karası faylanmalarla çökerek Batı Anadolu'dan ayrılmış ve Akdeniz’in suları altında kalmıştır. Bu olayla Batı Anadolu'da horst ve grabenler oluşmuştur. 

Marmara çanağı çökmüş ve Akdeniz’in suları dolmuş akarsu vadilerinin de sular altında kalmasıyla İstanbul ve Çanakkale Boğazları oluşmuştur.
 

Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!