Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


Türk Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Mart 2022

Dakika dakika 18 Mart 1915

haberresimje0

Karakaş'ın yaptığı araştırmada, 18 Mart 1915 Çanakkale Savaşı'nın dakika dakika gelişmesi şöyle:

08.15: Sancak gemisi Queen Elizabeth dretnotunun direğine Mondros Limanı'nda 'ileriye hareket' flaması çekildi.
10.00: Müttefik donanması Boğaz girişine yaklaşmaya başladı.
10.25: Türk tarafından havalanan Alman tayyaresi Boğaz'a yaklaşmakta olan düşman hattını bildirdi.
10.30: 1. İngiliz Filosu Agamemnon kılavuzluğunda Boğaz'dan içeriye girdi. Gemiler savaş konumuna geçti. Filonun önündeki muhripler muharebe alanını taramakta ve savaş gemilerine yol açmaktaydılar. Triumph ve Prince George savaş gemileri sancak ve iskele yönlerinde kıyılara yaklaştılar.
11.00: Kumkale gerisinden açılan obüs ateşimiz savaş gemilerini etkisi altına aldı.
11.39: 1. Filo'daki İngiliz gemileri, ağır topları ile 14.000 yardadan merkez tabyalarımıza cehennemi bir ateşe başladılar. Queen Elizabeth Anadolu Hamidiye Tabyası'nı, Agamemnon Rumeli Mecidiye Tabyası'nı, Lord Nelson Namazgâh Tabyası'nı, Inflexible Rumeli Hamidiye Tabyası'nı yok etmek için ateş ve ölüm kusuyordu.
11.45: Queen Elizabeth'in Çanakkale içine düşen bir mermisi şehirde yangına neden oldu.
11.55: Agamemnon ile Lord Nelson, Rumeli Mecidiye Tabyasını bombardıman altına aldı.
11.59: Weymouth Kruvazörü, Yenişehir mevkiini toplarıyla dövmeye başladı.
12.00: Müstahkem mevkiinde muhabere santralımız isabet aldı, karargâhla savunma hatlarımızın irtibatı kesildi. Triumph, Çanakkale'yi döverken, Çimenlik Tabya'sında büyük bir patlamayla cephanelik havaya uçtu.
12.01: Rumeli Tabyası'nın iki topu muhabere dışı kaldı.
12.06: Amiral de Robeck 3. Filo'ya taarruz emrini verdi.
12.20: 3. Filo'yu oluşturan Fransız gemileri 1. Filo'nun önüne geçti.
12.23: Inflexible gemisine refakat eden istimbot battı. Inflexible ağır yara aldı.
12.25: Anadolu Hamidiye Tabyası'na düşen bir mermi kışlayı yaktı.
12.27: Prince George, Mesudiye Tabyası'nı ateş altına aldı.
12.45: Agamemnon 25 dakika içerisinde 12 isabet aldı.
13.00: Bombardımanın şiddeti gittikçe artmaktadır.
13.15: İngiliz muharebe kruvazörü Inflexible vuruldu. Irresistible, Cornwallis, Vengeance, Kumkale arkasından çıkıp borda düzeninde Boğaz'a girdiler.
13.20: Anadolu Hamidiye Tabyası karantina hizasında Çanakkale'ye yaklaşmak isteyen Bouvet'ı ateş altına aldı. Taarruz emrini alan Fransız Amiral Guepratta, İngiliz hattının önüne geçti.
13.47: Inflexible su kesiminin altından ağır bir yara alarak çekildi.
13.50: Agamemnon zırhlısı aldığı 7 isabet sonucu Inflexible ile aynı kaderi paylaştı. Gemilerden yapılan top ateşi kesildi.
14.00: Bataryalarımızın atışları ağırlaştı.
14.30: Düşmanın altı balıkçı gemisi mayın aramak için savaş alanına geldi.
14.50: Bouvet vuruldu ve 639 kişilik mürettebatıyla alabora oldu.
15.00: Yarım saat süren duraksamadan sonra ateş yeniden şiddetlendi
15.15: Namazgâh Tabyası'na düşen bir mermi kışlanın çatısını uçurdu.
15.20: Anadolu Hamidiye Tabyası ateşini yeniden Irresistible'a yöneltti.
16.20: Irresistible bir mayına çarparak, iskele yönüne yattı ve dumanlar içinde kaldı. Wear gemisi ile bir istimbot Irresistible'ın yardımına gitti.
16.30: Irresistible'nin kurtulma şansının olmadığı görülerek 610 personeli tahliye edildi.
16.35: Amiral De Robeck 2. Filo'ya çekilme ve Ocean'ın Irresistible'i yedeğe alarak kurtarma emri verdi.
17.15: Ocean Irresistible'a yaklaştı, ancak yedeğe alma şansı olmadığına karar verildi.
17.50: Irresistible, Rumeli Mecidiye Tabyası'na 14.000 yarda mesafede kaderine terk edildi.
18.00: Amiral De Robeck Irresistible'ın kaderine terk edilmesi üzerine daha fazla kayıp vermemek için genel çekilme emri verdi.
18.05: Ocean, Çanakkale ve Soğanlıdere bataryalarının yoğun ateşleri altında geri çekilirken mayına çarptı ve 15 derece eğildi.
18.10: Gemi komutanı Hayes Sadlerı yakında bulunan Coln, Jed, Chelmer muhriplerine yardım çağrısı gönderdi. Gemi personeli tahliye edildikten sonra Ocean da kaderine terk edildi.
19.30: Ocean akıntının etkisiyle Morto koyuna doğru sürüklendi.
22.30: Ocean ve Irresistible battı.

--------------------------------------------------------------------------------

Kaynak: www.milliyet.com.tr/2007/03/18

422977_10150669223564827_77009084826_9022039_937037632_n  

419630_10150669220839827_77009084826_9022038_1894969587_n

25 Şubat 2022

Kösem Sultan

Mâh-Peyker Kösem (1590 - 2 Eylül 1651), Osmanlı devlet yönetiminde etkin bir rol oynamış Valide Sultan. Osmanlı padişahı I. Ahmed'in eşi olup, padişah IV. Murad ve I. İbrahim'in annesidir. Osmanlı tarihinin en güçlü kadın sultanlarındandır.

Osmanlı tarihinin etkili kadınlarından olan Kösem Sultan, 1590 yılında Yunanistan'da Anastasya adıyla doğdu. Bosna Beylerbeyi tarafından İstanbul'a kızlarağasına gönderildi. 15 yaşındayken Sultan I. Ahmet'e haseki oldu. Keskin zekasıyla padişahı etkisi altına aldı ve bütün saraya nüfuzunu kabul ettirdi. Kösem Sultan'ın dört erkek doğurdu: Murad Süleyman, İbrahim ve Kasım ve kızı Ayşe'dir.

Aklı ve zekası, güzelliği, hayrat ve hasenatı ile meşhur, saliha, temiz bir hanım olan Kösem Mahpeyker Haseki, 28 yaşında saltanat vekili oldu. Kimilerine göre Moralı Ortodoks bir rahibin kızı  Anastasya, kimilerine göre de Bosnalı ve Osmanlı Devleti’nin saltanat vekili Mahpeyker Valide Sultanıydı. Daha hasekiliği zamanında kendisine Kösem (sürüler önünde, rehber olarak giden) denilmiştir.

I. Ahmed’in dikkatini çekmeyi başaran Kösem Sultan, kısa sürede kendinden kıdemli hasekilerin önüne geçer, sarayın en güçlü kadını olur.  Murad, Süleyman, İbrahim ve Kasım adlı şehzadeler ile Ayşe ve Fatma sultanları dünyaya getirir.

Çok şefkatli olan Mahpeyker Sultan, çevresindeki fakirlere  bir daha kimseye muhtaç kalmayacak şekilde yardım etmiştir. Her sene Receb-i Şerif ayında kıyafet değiştirip araba ile hapishanelere gider, borç yüzünden hapse düşünlerin borçlarını ödeyerek onları hapisten kurtarmıştır. Katiller hariç bütün mahkûmlara yardım elini uzatmıştır.

I. Ahmed
Yaptırdığı hayır işlerinin başında Üsküdar’daki Çinili Camii, Boğaziçi’nde Anadolu Kavağı, Sultan Selim civarında Valide Medresesi Mescidi’ni yaptırdı. Mekke ve Medine’deki fakirlere yardımlarda bulunmuştur.

Osmanlı tarihinde, oğulları IV. Murad ve İbrahim ile torunu IV. Mehmet döneminde uzun yıllar devlet idaresini ele almıştır.

Osmanlı kadın sultanlarının en meşhurlarından biri olan Kösem Sultan, zaman zaman Valide-i Muazzama, Sahibet-ül Makam, Valide-i Atika, Valide-i Kebire sıfatıyla anılır.

I. Ahmed döneminde siyasi işlere fazla karışmayan Kösem Sultan, yine de çoğu zaman sözünü yerine getirtmiştir. I. Ahmed’in ölümüyle  adet üzere eski saraya gider. Ancak I. Mustafa ve II. Osman döneminde etrafına tesir etmiş, devlet işlerine karışmaya başlamıştır. I. Mustafa’nın ikinci saltanat döneminde tahtan indirilişinde önemli etkisi olur.

Ve oğlu IV. Murad’ın tahta çıkmasıyla Kösem Sultan, Valide Sultan olarak Topkapı Sarayına yerleşir. IV. Murad’ın daha 11 yaşında olması, iktidar ihtirası olan Kösem Valide Sultan için bulunmaz bir fırsat olmuştur. Padişahın yaşının küçüklüğünü kullanarak devleti perde arkasından idare etmeye başlar.

Mahpeyker Kösem Sultanın büyük nüfuz ve iktidarı, IV. Murad’ın idareyi tam olarak eline almasına kadar sürmüştür.  IV. Murat idareyi tam olarak eline alınca da uzun süre etkisi altında kaldığı annesinin fikirlerine genel olarak kıymet vermeye devam etmiştir.

IV. Murad’ın,  Kasım ve Süleymanı katlettirmesine mani olamayan Kösem Sultan, İbrahim’i ise aciz ve saltanat sürme iktidarından yoksun olduğunu ileri sürerek koruyabilmiştir.

Kimi tarihçilere göre  Sultan IV. Murad, Osmanoğulları hanedanlığının devamının kesilmemesi için kardeşi İbrahim’i sağ bırakır.

Kimi tarihçilere göre de, IV. Murad’ın İbrahim’i de öldürerek Kırım Hanının tahta geçirmeyi düşündüğünü ancak buna Kösem Sultanın mani olduğunu bildirirler.

IV. Murad ölünce, padişahın öldüğü haberi İbrahim’e verilir. Ancak son üç yılında her an öldürülme korkusuyla yaşayan Sultan İbrahim, bunun bir oyun olduğunu düşünerek tahtta gözü olmadığını söyleyip, ağabeyinin sağlığını diler. 

Bunun üzerine Kösem Sultan, korkudan kapısını dahi kilitlemiş olan İbrahim’in odasına gelerek ona padişahın öldüğünü, tahta geçme sırasının kendisine geldiği söyler. Sultan İbrahim zoraki odasından çıkarılır.

IV. Muradın yattığı odaya gelip Murad’ın cesedini görmesine rağmen, hala bunun bir oyun olabileceği düşünerek tahtta gözü olmadığını bir kez daha söyler.

IV. Murad’ın ölümünden sonra Osmanlı başkentinde yeni bir çekişme başlar. Kapıkulu, ulema, vezirler ve saray erkanı iktidarda daha fazla söz sahibi olmanın mücadelesini verirler . IV. Murad ve  Sultan İbrahim’in annesi  Valide Kösem Sultan,  oğlu İbrahim’in saltanatı sırasında devlet işlerine daha fazla karışmaya başlar.


İbrahim’in ruhsal sıkıntısına çare olmak hem de erkek evlad sahibi olabilmesi için saraya üfürükçüler davet edilmiştir. Hele bunlardan bir tanesi vardır ki, İbrahim’in saltanatı sırasında çok ünlenmiştir. Safranbolulu Cinci Hoca lakaplı Hüseyin Efendi’dir. Cinci Hocanın üfürmeleri sonucu sultanın günden güne iyileşmesi Cinci Hocanın ününe ün katar. Cinci Hocanın saraydaki etkinliği o kadar artar ki, Cinci Hoca artık devlet idaresine dahi karışmaya başlar. Rüşvet almak ve medrese hocalıklarını satmak yoluyla epeyce zenginleşir. IV. Mehmed’in cülusünün dağıtımında hazinede para olmadığı için, sadrazam  tarafından, kendisinden yardım dahi istenecek bir zenginliği vardır. Cinci Hocanın öldürülmesi ve mal varlığının hazineye aktarılması sonrasında cülus olarak askere dağıtılan paralar halk arasında uzun bir süre “Cinci Hoca Akçesi” diye anılmıştır.

Kösem Sultan, Zihni zaafından ve tecrübesizliğinden ıstırap ettiği oğlunu avutmak ve Osmanoğullarını, hanedanlığın sona erme tehlikesinden korumak amacıyla padişaha sürekli yeni cariyeler takdim etmiştir.

Zamanla sayıları artan hasekiler ve cariyeler , hazineye bir hayli yük olmuştur. Sarayda kadınlar arasında nüfuz çatışmaları başlamıştır. Kösem Sultana karşı cephe alanlar olmuştur. Şekerpare adındaki kadın, Kösem Sultana karşı kafa tutar bir davranışından dolayı Kösem Sultandan şiddetli bir dayak dahi yemiştir. 

Ruhi rahatsızlıkları nedeniyle Sultan İbrahim’e söz geçirmekte zorlanan ve iktidarda etkisiz kaldığını  gören Kösem Sultan, Topkapı Sarayından uzaklaşır, ancak devlet işleriyle uğraşmaya devam eder.

Sadrazam Salih Paşa, İbrahim’in tahammül edilmez bir hal aldığını, devlet işlerinin iyi gitmediğini, İbrahim’in tahtan indirilerek yerine Mehmed’i tahta çıkarmak lazım geldiğini Kösem Sultana gizlice iletir. Sultan İbrahim tarafından bu durumun öğrenilmesi sadrazamın sonunu getirir. Kösem Sultan da Florya’daki İskender Çelebi bahçesine sürülür.

Sultan İbrahim daha da ileri giderek, annesini Rodos’a sürdürmek istemişse de buna engel olunmuştur.

Saraydan uzaklaştırılan Kösem Sultan boş durmaz. Oğlunun bu hareketine karşılık Ocak Ağalarının ve yeteneksiz vezirlerin sebep olduğu yolsuzluklardan oğlunu sorumlu tutup, oğluna karşı propaganda hareketine girişir.

Gözlerini iktidar ihtirası bürüyen  Kösem Sultan daha da ileri giderek, Sadrazam Ahmet Paşaya, “Bu beni ve seni sağ komaz, alem harap oluyor; devlet elden gidiyor bunun hakkından gelelim de şehzadeyi cülus ettirelim.” diyerek planını açıklar.

Sadrazam Ahmet Paşanın bu oyuna alet olmak istememesi üzerine,  Kösem Sultan tekrar ümidini Ocak Ağalarına bağlar. Ocak Ağaları da ilk hedef olarak Sadrazamı azlettirerek, onun yerine kendilerine yakın ve işlerini yaptırabilecekleri birini sadrazamlığa getirtmek isterler. Daha sonra padişahı tahttan indirmeyi planlarlar. Halkın sevgisini kazanmış padişaha karşı doğrudan cephe almaktan çekinmişlerdir. Çünkü halk, Genç Osman’a yapılanları unutmamış ve bundan dolayı da Ocağa karşı kin beslemektedir.

Ağalar ve askerler anlaşarak sadrazamın azli ve katli için Şeyhülislamın kapısını çaldılar ve ondan fetva istediler. Durumu öğrenen padişah, Şeyhülislama bir haseki göndererek durumun aslını öğrenmek ister ve askerlerin dağılmasını söyler. Ancak Şeyhülislam haseki vasıtasıyla Padişaha, sadrazamın teslimi için haber gönderir. Bununla da yetinmeyen Şeyhülislam makamına yakışmayacak bir tarzda Padişahın sadrazamı teslim etmemesi halinde sonunun iyi olmayacağı yönünde tehditvari bir haber de gönderir.

Ocak Ağaları, askerler ve Şeyhülislam’ın işbirliği sonucu sadrazamlığa Mehmet Paşa getirilir. Padişah Sultan İbrahim, Mehmet Paşa’ya, Ahmet Paşayı sadrazamlıktan azlettiğini, ancak ona bir şey yapılmamasını söyler. Yeni Sadrazam Mehmet Paşa ise, Ocağın bunu kabul etmeyeceğini, Ahmet Paşa’nın öldürülmesini istediklerini söyler. Padişah da kendisine kızarak, tüm olanlardan kendisinin sorumlu olduğunu, askerin dağılmasından sonra kendisiyle hesaplaşacağını söyler. Korkuya kapılan sadrazam, evine kapanıp sadaret mührünü Ocak Ağalarına teslim eder. Ağalar da kendisine padişahtan korkmamasını, esas amaçlarının padişahı tahttan indirmek olduğunu, endişelenmesine gerek olmadığını sadrazama iletirler.

Eski sadrazam can korkusuyla saklanmak ister ancak birçok kapıdan geri çevrilir. Sonunda kendisine kapısını açan birini bulur ancak onun da ihanetine uğrar ve bu kişi tarafından yeri isyancılara bildirilir.  Ahmet Paşa  isyancılar tarafından öldürülür ve cesedi At Meydanında çınar ağacının altına çıplak olarak bırakılır.

Sultan İbrahim, sarayda on iki bin muhafızı silahlandırdığını, dağılmadıkları takdirde üzerlerine yürüyeceğini isyancılara bildirir.  Bundan çekinen ve korkan isyancılara destek Valide Kösem Sultan’dan gelir. İsyancılara korkmamaları gerektiğini, saray muhafızların komutanı ile işbirliği içinde olduğunu, padişahı tahttan indirmeleri için onlara saraya gelmelerini bildirir.

Saraya gelen isyancıları Kösem Sultan karşılar ve hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranır. Vaziyet hakkında bilgi ister ve Sultan İbrahim’i savunur gibi görünür. Sonunda Şeyhülislamın da fetvasıyla 7 yaşındaki Mehmed’in cülusüne karar verilir. Hal kararı padişaha ulema ve askerler tarafından bildirilir. Hal’lini kabul etmeyen Sultan İbrahim ulemaya tepki gösterir ancak zorla tahttan indirilir ve hapsedilir. 

Ruhsal sıkıntısı olan Sultan İbrahim yapılan haksızlıklar yüzünden mahbesinde büsbütün sıkılmıştır. Zindandan farkı olmayan mahbesinde gece gündüz feryadı figan eden Sultan İbrahim’e bu mahbesi dahi çok görülerek, mahbesin kapısı ve pencereleri Kösem Sultan tarafından ördürülerek tam bir mezara çevrilir. Sultan İbrahim’in feryatları saray halkını sabaha kadar uyutmaz. Saray halkı onun bu durumuna gözyaşları döker.

Saltanat makamının üç-beş  ocak ağasının elinde oyuncak olduğunu düşünen halk, saray ağaları ve askerin bir kısmı; bu olaya sebep olan Kösem Sultan, Ocak Ağaları ve ulema aleyhinde kin beslemeye başlar. Sultan İbrahim’in tekrar tahta çıkarılma fikri seslendirilir. Bu durum Sultan İbrahim’i tahttan indiren işbirlikçileri korkutur ve kendilerinin yaşaması için Sultan İbrahim’in öldürülmesinin şart olduğu kararlaştırılır.

Kösem Sultanın işbirlikçileri Sadrazam Sofu Mehmed, Şeyhülislam Abdürrahim ve yandaşları, Sultan İbrahim’in katli için saraya gelirler. Saray halkı cinayete seyirci olmak istemeyip kaçışır. Hatta Sultan İbrahim’i katledecek olan Cellad Kara Ali dahi kaçmış, ancak yakalanarak Sadrazam tarafından dövülmüş, Sultan İbrahim’in hapsedildiği yere kadar da sürüklenerek götürülmüştür.

IV.Murat
Elinde Kur’an-ı Kerim ile isyancıları karşılayan Sultan İbrahim Şeyhülislama “Bak’a Abdürrahim, Yusuf Paşa bana senin için dinsiz, imansız, fitnekar bir heriftir, sağ bırakma demişti; seni öldürmedim; çünkü Allah’tan korktum; meğer sen beni öldürecekmişsin. İşte Kitabullah, beni ne hüküm ile öldürürsünüz, zalimler!” diye bağırır. Ve Sultan oracıkta canice öldürülür.

Sultan İbrahim’in öldürülmesi büyük üzüntüye sebep olur. Çünkü halk dertlerini dinleyen, türbelere giden, şeyhlerle sık sık görüşen padişahını sevmektedir. Ve şairler, katledilen Sultanın dili olur. Tarihçi solakzade  Hemdemi,

Nasib oldu şehadet akıbet ol şah-ı mazluma,

Ne çare bu imiş hod ta ezel takdir-i yezdani”

beytiyle Sultan İbrahim’in katledilmesinden duyduğu üzüntüyü dile getirmiştir.

Sultan İbrahim’i tahttan indiren ve onu katledenler bu olayı meşru göstermek için onu “DELİ” olarak damgalamışlar ve kadın düşkünü olarak göstermeye çalışmışlardır.

Tarihimizde “DELİ” diye anılan Sultan İbrahim bu lakabını Can düşmanı olan Şeyhülislam Karaçelebizade Abdülaziz Efendinin Ravzatü’l Ebrar adlı tarihinden mülhem olarak II. Meşrutiyet devrinde yaşamış bazı tarihçilerin, özellikle Mizancı Murad’ın işgüzarlıklarına borçludur. M. Çağatay Uluçay’ın “Sultan İbrahim deli mi yoksa hasta mıydı?” başlıklı incelemesinden ve dönemindeki faaliyetlerden Sultan İbrahim’in ruhi bir rahatsızlığının olduğu ancak kesinlikle deli olmadığı anlaşılıyor.

Sultan İbrahim tahta çıktığında sarayın yiyici takımını dağıtmış, etrafındakilerin fazla servet edinmesine mani olmuştur. Halk arasındaki bir gezintisinde, fırın önünde ekmek kuyruğu bekleyenleri görünce, bu duruma razı olmamış ve sadrazamdan bu durumu çözmesini emretmiştir. Sultan İbrahim bazı hatlarında reayanın sıkıntılarından duyduğu ızdırabı ve bazen sabahlara kadar uyuyamadığını da dile getirmiştir.

Kösem Sultan, Sultan İbrahim’in tahtan indirilmesi ve Mehmed’in tahta çıkmasından sonra, adet üzere eski saraya taşınması gerekirken, IV. Mehmed’in annesi Turhan Sultanın gençliğini ve tecrübesizliği bahane ederek yeni sarayda kalmaya devam etmiştir.

İktidar hırsı her geçen gün artan Kösem Sultan, 7 yaşındaki IV. Mehmed’in tahta çıkmasıyla bu defa padişahın annesi Valide Turhan Sultan ile mücadele edecektir.

IV. Mehmed’in ilk yıllarında eski gücüne kavuşan Kösem Sultan “Valide-i Muazzama” diye hürmet görmüştür.  Yeniçeri ocağından aldığı destek ile hükümdar gibi saltanat sürmüştür.

Ancak , Turhan Sultan valide sultanlık sırasının kendisine geldiğini, Büyük Validenin artık kenara çekilmesi gerektiğini düşünür ve yavaş yavaş devlet işlerine karışmaya başlar.  Böylece Valide Sultan ile Büyük Valide Sultanı karşı karşıya gelir. Saray ağaları arasında  dahi bu iki kadın yüzünden iki cephe oluşur. İki cephe arasında zıtlaşmalar ve kavgalar saray içinde huzursuzluğu artırır. Hatta bu çatışma ortamında devlet işlerine yeterli derecede önem verilememiş ve Anadolu’da yer yer isyanlar çıkmıştır.

Sadrazam Siyavuş Paşa ile ocak ağalarının arası da açıktır. Bu ortamda hem ocak ağaları hem de sarayda can korkusuna düşen Kösem Sultan, işi kökünden halletmeye karar verirler.  Turhan Sultandan kurtulmak için IV. Mehmed’i tahttan indirerek yerine Süleyman’ı çıkarmayı düşünürler. Süleyman tahta çıkarsa Kösem Sultan kendisine rakip bir valide sultanın olmayacağını düşünür. Çünkü Süleyman’ın annesi Dilaşub Sultan, kendisine karşı koyabilecek bir kişilikte ve güçte değildir.

Ve plan hazırlanır. Kösem Sultan gece sarayın kapılarını açık bıraktıracak, Yeniçeri ağaları adamlarıyla birlikte içeri girecek Süleyman’ı tahta çıkaracaklardır. Turhan Sultan ve adamlarını alıp götürecekler, IV. Mehmed’i de zehirli şerbet ile zehirleyeceklerdir.

Ancak Yeniçeri Ağaları ve Kösem Sultan tarafından hazırlanan bu plan Padişah ve annesi tarafından öğrenilir. Planın ortaya çıkması üzerine Turhan Sultan, derhal harekete geçer ve adamları tarafından Kösem Sultanın öldürülmesi için hazırlık yapılır. Kösem Sultan odasında yandaşları Yeniçeri ağalarını beklerken kapıda Turhan Sultanın adamlarını görür, can havliyle kaçmağa çalışır ancak son çırpınışlar fayda etmez. Zülüflü baltacılardan Küçük Mehmed celladı olur ve Kösem Sultanı oracıkta boğar.

Osmanlı Devleti’inde birçok padişahtan daha çok iktiar sürmüş olan Kösem Sultan, eşi I. Ahmed’in türbesine gömülmüştür.

19 Şubat 2022

Ön Bulgarlar

Ön Bulgarlar veya Protobulgarlar, asıl kitlesini Ogur (Otuz-Ogur, On-Ogur) kitlelerinin oluşturduğu, 7. yüzyılda Karadeniz'in kuzeyi ile daha sonra İdil Nehri ve Tuna nehri bölgelerinde de yaşamış, Türkçe konuşan, yarı göçebe Türk kökenli bir halk. Sabir, Uz, Hazar v.b diğer Türk kökenli halklardan kalıntıları da içlerinde barındırmakla birlikte, bazı Fin-Ugor boylarının da (Çeremiş, Mordva, Zuryaken, Voltyake) Ön Bulgarların içinde yer aldığı bilinmektedir.Ayrıca aralarında Sarmat ve Alan kökenli kitlelerin de var olduğu düşünülmekte.

Etimoloji

Bulgar sözcüğünün kökeninin Türkçe olup anlamının genellikle Türkçenin (Eski Türkçe döneminde) bulga- (bugünkü bula- fiili “bulamak, bulaştırmak”) fiilinin -r ekiyle genişlemesiyle oluşturulmuş, "karışık, karışan, karıştırılmış (bulanık)" olduğu düşünülmektedir. Bir diğer varsayım ise bel gur, "beş kabile/boy" anlamına geldiği yönündedir.

Büyük Bulgar Hanlığı

Ön Bulgarlar Karadeniz’in kuzeyinde çoğunluğunu Onogurların oluşturduğu (Kutrigur-Utrigurlar); Sabirler, Hazarlar, Uzlar, Suvarlar gibi birçok diğer küçük Türk ve Hun topluluğunun parçalarını da aralarına alarak 632-668 arası Magna Bulgaria (Büyük Bulgarya) da denen Büyük Bulgar Hanlığı'nı kurmuşlardır. Kurucularının adı Kobrat, Kobratos, Kuvratos şekillerinde de geçen "Kurt"tur. Anlamının "birleştiren", "halk ile devleti bir araya getiren" olduğu düşünülmektedir. Kobrat, Doulo sülalesindendi. Yapılan araştırmalar bu hanedanın Mete Han ("Mo-Tu"- MÖ 209-174)'dan beri Hun hükümdarlarını yetiştiren "Tu-kı" ailesi olduğu yönünde olup, Ön Bulgar hükümdarları Asya Hun hükümdarları ile aynı sülaleye bağlanmaktadır.

560'ta Avarlara yenik düşmüşler, Balkanlar ve Doğu Avrupa'da nüfuslarını büyük ölçüde yitirmişlerdir. Bazıları Avarlara katılıp onlarla birlikte daha da batıya göç etmişlerdir. Ön Bulgarların çoğu Karadeniz’in kuzeyinde kalmışlardır.

Bizans ile aralarında sıkı ilişkiler kurmuşlardır. Kurucularının 665'te ölümünün ardına çıkan, kağanın oğulları arasındaki taht kavgalarını fırsat bilen Hazarlar'ın baskıları sonucu parçalanmışlardır. Kubrat'ın büyük oğlu Batbayan, Onogurların ve Macarların başında, Hazarların hükümdarlığı altına girmiştir. Otuz-Ogurların çoğunluğu Kuzeye göç edip İdil Bulgarları'nı, Asparuh Han'ın emri altında güneybatıya göç eden bölüm ise 681 yılında Tuna Bulgarları'nı oluşturmuşlardır. Asparuh Han'ın devleti, Balkanlar'ın Bizans'a ait olan küçük bir kısmı dışında tüm Balkan yarımadasını içine almıştır.

Ön Bulgarlar, Balkanlar'da uzun süre, mağlup ettikleri dört büyük Slav kavmi ve bazı diğer yerli kavimlerden oluşan halkın hükümdarları olmuş ama devletleri içindeki halkın karşısında aslında azınlıkta oldukları için, zamanla Slav kadınlarla evlenip, Slavca konuşmaya başlamaları ve Slav isimleri kullanmaları ile Slavların arasında erimişlerdir.

Günümüzün tarihçileri "Ön Bulgar" ve "Bulgar" isimlerinin ayrımını 9. yüzyılda Ön Bulgarların (Tuna Bulgarları) Hristiyanlığı kabul etmelerinden sonra başlatırlar. Böylece 865 yılından önceki halka Ön Bulgarlar ve bundan sonrakilere Bulgarlar denilir.

İdil Bulgarları

İdil Ön Bulgarları, 7-10. yüzyılları arasında ortaya çıkan bir Türk topluluğu. Büyük Bulgarya Hanlığı'nın Hazarlar tarafından dağıtılıp Ön Bulgarlar halkının bölünmesinden sonra meydana gelmiştir ve 13. yüzyıla kadar toplu halde kalmış olan bir halk olmuşlardır. Büyük Bulgar Hanlığı'nın yıkılışının ardına İtil-Çolman bölgesine yerleşip devlet kurmuş, çoğunluğunu Otuz-Ogurların oluşturduğu Bulgar grubudur. 7-15. yüzyıllar arasında varlıklarını sürdürmüşlerdir. İtil Bulgarlarının hakkında Bizans kaynaklarında bilgi yoktur. Haklarındaki bilgiler Arap kaynaklarıyla birlikte 9. yüzyıldan itibaren başlamaktadır. Bulgarların 7-9. yüzyıllardaki yaşamlarına ait bilgiler çok azdır. İlk dönemlerinde Göktürklere bağlı oldukları düşünülmektedir. Daha sonra Hazarlar'ın egemenliği altına girmişlerdir.

Ön Bulgarların güneybatıya göç eden Tuna Ön Bulgarları bölümü 9. yüzyılda Hristiyanlığı, İdil Ön Bulgarları ise 8. yüzyılda İslamı kabul etmişlerdir. İslamı devlet dini olarak kabul eden ilk Türk devletidir.

İdil Ön Bulgarlarının kuzeyde kurdukları hanlık, bölgede önemli ticari güce sahip olmuştur. Sonradan bu devletin kültürel mirası, Cengiz Han'ın Altın Ordu'suna akmış ve en sonunda Kazan Tatarları tarafından sürdürülmüştür.

Kazan Tatarları 19. yüzyıla kadar kendilerine hala "Tatarlar" değil "Ön Bolgarlar" denilmesine önem vermişlerdir. Çuvaşlar da kendilerini İdil Ön Bulgarlarının torunları olarak görürler. Günümüzün milliyetçi Çuvaşları, hala ülkelerine "Çuvaş Cumhuriyeti" yerine "Bolgar Cumhuriyeti" adı verilmesi gerektiğini vurgularlar.

Kubrat Han'ın kurduğu ilk Büyük Bulgarya Hanlığı'nın 640 yılında Hazarlar tarafından mağlup edilmesi sonucu Ön Bulgarlar iki büyük kola ayrılıp Karadeniz'in kuzeyindeki eski memleketlerini terk etmişlerdir. Kubrat'in oğlu Asparuh ile güneybatıya göç eden kol Balkanlar'da kurdukları Birinci Bulgar Devleti günümüz Bulgaristan'ının temeli olurken, Kotrak Han ile kuzeye göç edenler Volga Nehri'ne bitişik bir hanlık kurarak İdil Ön Bulgarlarını oluşturmuşlardır. Ön Bulgarların, Kubrat'ın diğer bir oğlu olan Batbayan'ın yanında kalan bölümü, Hazarların kontrolü altında yaşamayı kabul etmişlerdir. Bu yüzden Hazar Kağanlığı'nda kalanlara "Kara Bulgar" ve İdil Ön Bulgarlarına "Ak Bulgar" da denilir.

Büyük Bulgarya Hanlığı'nın parçalanması üzerine, İtil bölgesine göçen Ön Bulgar kabileleri, ilk zamanlar Hazarlarla dost geçindiler. Beş yüzyıllık tarihi ile sağlam siyasi ve askeri teşkilata sahip oldukları anlaşılmaktadır. Yerleştikleri toprakların verimli olması, ticareti iyi bilmeleri bu devlete güç kattı. Devletin başkenti olan “Bulgar” şehri, 11. ve 12. yüzyılda Avrupa'nın en önemli ticaret şehirlerinden biriydi.

Bulgar tüccarlar Hazar ülkesinde, Müslüman tüccarlarla karşılaşmaları, İtil Ön Bulgarlarının 10. yüzyılda İslam dinini benimsemelerinde etkili olmuştur. Bulgar Hakanı Almuş; 920 yılında halife El-Muktedir’den ülkesine din adamları ile mescit inşası için mimarlar göndermesini istedi. İtil Ön Bulgarları, İslamiyeti kabul etmeye başladılar. Almış Han İslam dinini benimsedikten sonra Cäğfär bine Ğabdulla (جعفر ابن عبدالله, Ja'afar ibn Abdullah) ismini almıştır.

İdil Ön Bulgarları'nın bağımsız bir devlet kurmaları, Rus Çarı I. Svyatoslav 966 yılında Peçenekleri mağlup edip Hazar Kağanlığı'nı da dağıtmasına kadar beklemiştir.

İdil Ön Bulgarları 922 yılında, Alamuş Han'ın (Almuş, Almas, Almış) hükümdarlığı sırasında İslam'a geçmişlerdir.

Alamuş Han, bir kale yapımı içim Bağdat'taki El Muktedir halifesinden yardım istemiş, ve halife, kale mimarları ile birlikte din adamları da gönderip, İslam'a geçişini kale yapımı yardımı için şart kılmıştır. Böylece İdil Ön Bulgarları, daha Karahanlılardan bile önce toplu halde İslama geçerek, İslam'a topluca geçen Türk halkı olmuşlardır.[kaynak belirtilmeli] İdil Ön Bulgarlarının Müslüman olmasından dolayı, daha güneyde bulunan İslami halklarla iletişimleri ve alışverişleri artmış, ve böylece arap ülkelerinden Ruslara giden lüks malların ticaretini kontrol etmeye başlamışlardır.

İdil Ön Bulgarları başarılı bir tarımcılık geliştirip, Bolgar, Bilar (2. başkentleri), Suar (Suvar), Kaşan, Çükätav (Juketav), Aşlı (Oshel), Tuxcın (Tukçın), İbrahim (Bryakhimov) ve Tavile gibi birçok kentler kurmuşlardır. Ayrıca birçok cami ve kervansaray inşa etmişlerdir. 10. yüzyıla kadar hala, en azından yaz aylarında tahta evleri terk edip çadırlarda oturmuş oldukları bilinir.

İdil Ön Bulgarları için en mühim komşuları, Hazar hanlığının 966 yılında yıkılmasından sonra Ruslar ve Peçenekler olmuşlardır. 11. yüzyılın ortalarında İdil Nehrinin güneyinde yaşamış olan Peçeneklerin yerini Kıpçaklar (ya da Kumanlar) almıştır.

1006 yılında İdil Ön Bulgarları, ticari amaçlardan dolayı ilk kez Ruslarla diplomatik bağlantılar kurmuşlardır. İbrahim Han döneminde (1006-1025) bu bağlantılar Horasan'a kadar uzanmıştır. 12. yüzyılda ama Rus prensleri Bulgar tüccarlarının yolunu kestirip onları soydurdukları ve hatta onlara işkence ettirdikleri için, Ruslar ile aralarında ciddi sorunlar yaşanmıştır. 1117 yılında Prens Yuri Dolgoruki (hükümdarlık süresi: 1125-1157) ve Kıpçak Han'ı Ayepa arasında bir birleşme anlaşması gerçekleşmiştir. Ön Bulgarlar ama Ayepa Han'ı ve diğer Prensleri zehirleyerek bu anlaşmayı dağıtmayı başarmışlardır.

Andrei Bogoljubski (hük. 1157-1174) hükümdarlık zamanında İdil Ön Bulgarlarına saldırmış ve devletlerini tekrar tehdit etmiştir. Ruslara karşı sürdürülen bu savaşların birisi Gadbulla Çelbir Han (hük. 1178-1225) zamanında gerçekleşmiş ve bundan kısa süre sonra Moğollar Kalka'yı yağmalamalarından dönüşlerinde İdil Bulgarları ülkesini basmışlardır. Moğolların gücü artması devam sürdükçe İdil Ön Bulgarları devletinin sonu kaçınılmaz olmaya başlamıştır.


1236 yılının sonbaharında Batu Han gelmiştir; Volga Nehri'nin civarında Ruslara karşı saldırmak için toplanan dev ordusu Bulgar kentini talan etmiştir. Böylece büyük bir katliam ile İdil Ön Bulgarları hanlığının sonu gelmiştir. Hayatta kalan İdil Ön Bulgarları Moğol ordusuna katılmaya zorunlu tutulmuşlardır. Cengiz Han'ın Altın Orda döneminde İdil Ön Bulgarları toprakları ve inşa ettikleri kentler Cengiz Han'ın aristokratları için bir merkez haline gelmiş ve 14. yüzyıla kadar bu önemini korumuştur.

1237 yılında Moğol hükümdarı Batuhan tarafından ortadan kaldırdılar. Yüksek medeniyete sahip olan Kazan Ön Bulgarları, Moğolların ve Altın Orda Devleti'nin Türkleşmesine neden oldu.

1399 yılında Rus istilasına uğrayan Bulgar Devleti, Altın Orda Devleti yıkılınca 1437 yılından itibaren “Kazan Hanlığı” bünyesinde varlıklarına devam ettiler.

İdil Bulgar Hanları

Volga (İdil) Nehri boylarında kurulan İdil Bulgar Hanlığı 965 yılına dek Hazar Devleti'ne tâbi olmuş, anılan tarihten 1237'ye kadar bağımsız kalmıştır. Hanlar 922 yılında resmen Müslüman oldular. 1237'den itibaren Altın Orda Devleti'ni metbû olarak tanıyan İdil Bulgar Hanları döneminde devlet iyice küçüldü ve 15. yüzyılın hemen başında tamamen Altın Orda Devleti'ne ilhak olundu.

Tespit edilebilen hanları sırasıyla şu şekildedir:

Tokı (770- )

Aydar

Zübeyr

Şelkey Yaltavar ( -900?)

Almış Cafer Yaltavar (900?-925?)

Mikâil (925?-930?)

Ahmed (930?-948)

Talib (948-958)

Mümin (958-980)

Hasan Yaltavar (980- )

Muhammed

Said ( -1020?)

Ebu İshak (1020?-1050?)

İshak (1050?- )

Barak

İbrahim ( -1170?)

Selim (1170?- )

İlham ( -1230?)

Pulat Temür (1230?- )

Abdullah I

Hasan II ( -1380?)

Mahmud (1380?- )

Abdullah II ( -1400?)

Tuna Bulgarları

Birinci Bulgar İmparatorluğu

Birinci Bulgar İmparatorluğu, Bulgarların 680'de bugünkü Balkan bölgesinde Asparuh komutasında kurdukları devlettir. Devlet bugünkü Bulgaristan, Arnavutluk, Bosna, Hırvatistan, Yunanistan, Macaristan, Kosova, Makedonya, Moldova, Karadağ, Romanya, Sırbistan, Slovakya, Türkiye ve Ukrayna topraklarını içine alan yaklaşık Türkiye kadar bir toprak büyüklüğü olan (750.000 km²) topraklarda kurulmuştur.

Hazarların kuzeye doğru ittirdiği Bulgarlar, bugünkü Çuvaşistan'ın olduğu bölgede İdil Bulgar Devleti'ni kurmuş; batıya ittirdiği Bulgarlar ise Asparuh Han komutasında Tuna bölgesinde Birinci Bulgar İmparatorluğu'nu kurmuşlardır. Bu imparatorluk daha sonra kuzeyden gelen Slav kavimlerini de bünyesinde bulundurmuştur. Tengrizm dinine mensup Bulgarlar Balkanların en yüksek dağının ismini Türklerin göktanrısı Tengri olarak isimlendirmişlerdir. Bu dağ daha sonra Osmanlıların bölgeye hakim olmasıyla Musala (Maşallah'dan geldiği sanılmaktadır) olarak değiştirilmiştir.

Bulgarların bu devleti "Birinci" Bulgar İmparatorluğu diye adlandırmasının nedeni kurulan devletin Slav, Yunan ve Trakya halkını da içeren çok uluslu bir yapıya sahip olmasıdır. Ancak Birinci Bulgar İmparatorluğu kurulmadan önce Bulgarlar 2 tane daha devlet kurmuşlardı: Hazar bölgesindeki Bulgarya Hanlığı ve Volga Bulgarya Devleti.

Bugün Ortodoks Hristiyanlık dinine mensup, Çuvaşistan'da yaşayan ve Bulgarca'ya en yakın dil olarak nitelendirilen Çuvaşça dilini konuşan yaklaşık 2 milyon Çuvaş Türkü, Birinci Bulgar İmparatorluğu'nun tek varisleri sayılmaktadır. Bazı tarihçiler Moldova'ya bağlı özerk bir Türk Cumhuriyeti olan Gagavuzya'da yaşayan Ortodoks Gagavuzların da Bulgar kökeninden olabileceğini düşünmektedirler.

Birinci Bulgar İmparatorluğu, 9. yüzyılda Kağan I. Boris zamanında Hristiyanlığı benimsemiş, bu zamandan sonra da Kağanlık unvanını kaldırıp Knezlik unvanını almıştır. I. Boris'in dönemi Birinci Bulgar İmparatorluğu'nun bir Türk devleti olma vasfını yavaş yavaş kaybetmeye başladığı zamandır. Bu dönemde çok yoğun bir Slav etkisi yaşanmıştır. Tengricilik lağvedilerek toplu halde Hristiyanlığa geçilmiş, devlet İstanbul Fener Rum Patrikhanesi'ne bağlanmış, Slav dili resmi dil kabul edilerek Kiril alfabesine geçilmiştir. Bulgarların Slav kültüründe eriyip Türklüklerini yitirmeye başladığı bu geçiş dönemi günümüz Slav Bulgaristan milletinin temelinin atıldığı dönemdir.

Türklerin kurduğu Bulgar İmparatorluğu'nun bir Türk devleti olma vasfını yitirmesine ve bugünkü modern Bulgaristan'ın bir Slav devleti olmasındaki en büyük neden; bir milleti millet yapan unsurların başında gelen dilin baskın kültür altında eriyerek asimile olması, yani 9. yüzyılda Türkçenin alt kolu olan Bulgarcanın yerine Slav dilinin ve harflerinin benimsenmesi olmuştur.

Her ne kadar bugünkü Bulgaristan bir Türk ülkesi olmasa da, Bulgar ülkesi anlamına gelen Bulgaristan kelimesi Bulgarlara Türk atalarından kalan tek mirastır.

Ön Bulgarlar, Türk dilleri'nin Ogur grubu'na mensup bir dil konuşan tarihi Türk halkı Büyük Hunları oluşturan İtil nehri çevresinde yaşayan Türk kavimlerinden biriydi. Büyük Hunların yıkılmasından sonra, batıya göç eden Hun boyları sebebiyle Bulgarlar daha kuzeye çekildiler ve bu Hunlarla kültür alışverişinde bulundular. 5. yüzyılda doğudan gelen Sabir Türkleri ile karşılaştılar ve biraz daha kuzeye ve batıya çekildiler. Avrupa Hunlarının bir parçası oldular. Avrupa Hunları ile Ogur Türklerinin karışmasıyla “Bulgar” adıyla anılan Türk topluluğunu meydana geldi. G. Németh'e göre,Bulgar (Bulganmak/Bulanmak) “karışmak” anlamına gelmektedir. Hunlardan sonra Sabirlerin ve Göktürklerin hakimiyetine girdiler. Balkanlardaki Ogur kabileleri Avarların İstanbul'u kuşatmaları sırasında Avarlara yardım etmişlerdir. Bizans-Avar rekabetinde Balkan Ogurları tampon vazifesiyle bazen Bizanslıları bazen de Avarları tutmuşlardır.


7. yüzyılın ilk yarısında Kubrat Han Karadenizin kuzeyinde dağınık yaşayan Türki Kutrigur (dokuz ogurlar), Utrigur (otuz ogurlar), Sabirler ve Onogurlar gibi Ogur kavimlerini ve bundan başka 7 (yedi) slav kavimini, Bizans'ın rızası ile kurduğu ilk büyük bulgar devletinin sınırları içinde birleştirmiştir. 7. yüzyılın ikinci yarısında diğer bir Türk halkı olan Hazarlar bu devleti mağlup etmeyi başarmışlardır.

Kubrat'ın büyük oğlu Bayan Hazarların hükümdarlığı altında yaşamaya razı olmuş, ama diğer dört erkek kardeşleri halkın en önemli bölümlerini ayırıp göç etmişlerdir. Kuzeye göç eden bölüm İdilbulgarları devletini, Asparuh Han'ın emiri altında güneybatıya göç eden bölüm ise 678 yılında Tuna Bulgarları devletini kurmuşlardır. Hazarların egemenliği altında yaşamaya razı kalan Bulgarlara Kara Bulgarlar, ve kuzeye göç eden İdil Bulgarlarına Ak Bulgarlar'da denilir. Diğer bir grup Avarlara katılarak daha da batıya orta Avrupa'ya doğru göç etmiştir.

Asparuh Han'ın devleti, Balkan'ın Bizans'a ait olan küçük bir kısmı dışında tüm Balkan yarımadasını içine almıştır.

Siyasi tarih

Kubrat Han'ın küçük oğlu Asparuh Han yönetiminde Tuna boylarına gelen Bulgarlar, 679 yılında Tuna Bulgar Hanlığını kurdular. Bizans İmparatorluğu ile Avarlar arasında kalan Bulgarlar, 681 yılında yapılan anlaşma ile Bizans İmparatorluğu tarafından resmen tanındı. Asparuh'tan sonra yerine oğlu Tervel Han geçti. Bizans İmparatorluğu ile dostluk antlaşması imzaladı.

Konstantinopolis (bugünkü İstanbul)'un Araplar tarafından kuşatılmasında Bizans İmparatorluğuna yardım ettiler. 718-756 yılları arasında hüküm sürmüş hükümdarlar döneminde Bizans ile Bulgar Devleti arasındaki ilişkiler nispeten sakindir. Ancak bu barış dönemi V. Konstantinos'un Bulgar sınırında kaleler inşa edip buralara Suriyeli ve Ermeni göçmenleri askeri sınıf olarak yerleştirmeye başlamasıyla son bulmuştur ve Bizans İmparatorluğu ile savaşlar yaşanmıştır. Kormisoş Han'la Dulo hanedan ailesi son bulmuş ve Bulgar tahtı için eski Bulgar sülaleleri olan Vokül ve Ugayin, birbirlerine karşı üstünlük mücadelelerine girmişlerdir.

9. yüzyılda başa geçen Krum Han zamanında yeniden güçlendiler. Macaristan'ı ve Romanya'yı ele geçirdiler. 811 yılında Bizans İmparatorluğu'nu yenilgiye uğrattılar. 813 yılında bugünkü Edirne'yi alan Krum Han, 814 yılında Konstantinopolis'i kuşattı. Fakat kuşatma sırasında öldü. Yerine oğlu Omurtag Han geçti. Omurtag Han döneminde daha da güçlenen Birinci Bulgar İmparatorluğu, Tuna'ya göç eden Slavlar arasında benliklerini kaybetmeye başladılar. I. Boris 852-889 döneminde 864 yılında resmen Hristiyan olan Bulgarlar özelliklerini kaybettiler. 1018 yılında Birinci Bulgar İmparatorluğu yıkıldı. Daha sonraları Slav Hristiyan Bulgar devletleri kuruldu.

Tuna Bulgarcası

Tuna Bulgarcası hakkındaki bilgilerimiz de bize kadar gelen fakat çok sınırlı olan dil malzemesine dayanmaktadır. Bununla birlikte, bu dil malzemesi Tuna Bulgarcasının mahiyeti ve onun Kuban ve İdil (Volga) Bulgarcasına olan yakınlığı konusunda bizi yeterince aydınlatacak niteliktedir.

Tuna Bulgarlarının tarihe etkileri

Konstantinopolis'i kuşatmışlardır.

Hristiyanlığı benimseyerek Türklük özelliklerini kaybetmişlerdir.

Bizans İmparatorluğu'nun Balkanlarda tutunmasına yardımcı olmuşlardır.

Bozkır geleneğini terk edip feodal bir toplum yapısına geçmişlerdir.

Dil ve yazı

Akademik çevrelerin çoğu tarafından Bulgarların konuştuğu dil, Hazarca ve Çuvaşça (Birçok kaynağa göre Hunca da dahil) ile birlikte Türkçenin Ogur koluna ait bir dil olarak kabul edilir. Bu görüş çeşitli bulgularla da desteklenmiştir. Ön Bulgarlardan kalan yaklaşık 100 civarında yazılı taş bulunmuştur. Bunların birçoğu Orhun alfabesi ile yakın benzerlik gösteren runik yazıyla yazılmıştır.(Grek ve Kiril alfabesi ile yazılan yazıtlar da vardır.) Bu yazıtlar ilk kez S. Baichorov tarafından incelenmiştir ve dillerinde birçok Türkçe sözcük saptanmıştır. F. Altheim, Oğur Bulgarlarının Grek ve Latin yazısından tamamen farklı, bir çeşit runik yazı türü kullandıklarını, bu Tuna Bulgar yazısının, Batı Hunlarının yazı şeklinin devamı niteliğinde olduğunu belirtmiştir. Buna göre dillerinde sıkça rastlanan "Tarkan", "Batur", "Han" gibi unvanlar, Han isimleri ve diğer birçok Türk dilindeki karşılığı "Tengri" olan "Tangra" gibi sözcükler de bu görüşü desteklemiştir. Ayrıca o döneme ait Prokopius, Agathias ve Menander Protektor gibi Bizanslı tarihçiler de Bulgarları Hun olarak tanımlamıştır. Bizanslı Patrik, 2. Michael Bulgarları İskit veya Sarmat olarak tanımlamışsa da, bunun klasik bir Bizans geleneği olan halkları bölgesel olarak adlandırmaktan kaynaklandığı düşünülmektedir. Modern bilim adamları tarafından Bulgarların kökenini açıklamakta kesinlik içermediği için bu bilgi kabul görmez.

Buna rağmen bazı Bulgar akademisyenler, bir takım bulgulara dayanarak Bulgarların konuştuğu dilin İran dillerine ait olduğu hipotezini ortaya atmıştır.(özellikle 1990'larda bu tez bazı akademik çevrelerde ünlenmiştir.) Bugün bu iddiayı destekleyenlerin çoğu, bunun nedeninin aslında Bulgarlar arasında bulunmuş olması gereken İrani unsurların dillerinin, Türk dilleri üzerindeki etkisinden kaynakladığı gibi "ortada" bir duruş sergilerken, diğer bazı Bulgar akademisyenler bu görüşe karşı çıkmaktadırlar.

İnançları

Ön Bulgarların dini Tengricilik idi ve "Tangra" Bulgarların en büyük tanrılarına verdiği addı. Tangra, eski Türk tanrısı Tengrinin Ön bulgarlardaki adıdır. Neredeyse bulunan her yazılı taşta adı geçmektedir. Bulgarlardan kalan yazıtlardaki Tangra/Tengri runik harflerle (Old Turkic letter I.svgOld Turkic letter R2.svgOld Turkic letter NG.svgOld Turkic letter T2.svg) şeklinde yazılmıştır.

Bulgarlar da diğer Türk topluluklarında olduğu gibi doğa güçlerinin kutsallığına, ataların ruhlarına saygı gerektiğine ve Gök Tanrı'ya(Tangra/Tengri) inanmışlardır. Onlara göre Tanrı ebedîdir. Her şeyi görür, bilir ve doğruyu yalanı ayırt ederdi. Can verir, ömür uzatır, kötüleri cezalandırırdı. Tanrı tekti ve kendilerine han gönderirdi. Hanlar, Tanrının kendilerine verdiği "Kut"la yönetirdi.

Tengricilikte büyük dağların güçlü ruhları barındırdıklarına inanılır ve bereket duaları bu kutsal sayılan büyük dağlara yöneltilirdi. Ön Bulgarlar, Balkanlar'ın en yüksek dağına "Tangra" adını vermişler ve onu kutsal saymışlardır. Bu 2925 yüksekliğindeki dağın adı, Osmanlıların 15. yüzyılda Balkanlar'ı ele geçirmelerine kadar değişmemiş, daha sonra Osmanlılar dağa "Maşallah" adını vermişlerdir.

Bu dağın yanında bazı diğer dağları da kutsal saydıkları düşünülür. Örneğin Perpenikon Dağı’nın zirvesinde, Tengriciliğin verimlilik tanrıçası olan Umay'ın resmi rölyef olarak bir dikili taşa kazınmıştır.

Ön Bulgarlar semavi objeleri de kutsal saymışlardır; güneşi, ayı ve o zamanlarda tanıdıkları beş gezegeni: Jüpiter, Venüs, Merkür, Merih ve Satürn. Ön Bulgar hanlarının mühürleri "Tangra" anlamına gelen run işaretinin, bu beş gezegenin işaretleri ile çevrili bir simgedir.

Gök tanrısı Tangra’ya kurban etmek için beyaz atları tercih etmişlerdir. Kurban edilen hayvanın iç organları ile şamanlarının geleceği okudukları bilinir.

Daha sonra 865'te Tuna Bulgarları Hristiyanlığa geçmiş, 10. yüzyılın başlarındaysa İdil Bulgarları İslam dinini kabul etmiştir.

Bulgarlar ilk dönemlerde doğa güçlerinin kutsallığına ve Gök Tanrı'ya inanmaktaydılar. 921'de Abbasi halifesine İslam dinine geçme kararını bildirdiler. İslamlığa geçmeleri Bulgarların Slavlar arasında erimelerini ve slavlaşmalarını engellememiştir.

26 Ocak 2022

Nizam-ı Cedid ve Nizam-ı Cedid Ordusu

Nizam-ı Cedid, (Osmanlıca: نظام جديد) Yeni Düzen anlamını taşır, Osmanlı Devleti'nin askerin ıslah ve yenileştirilmesine karşılık gelir ve bu amaçla oluşturulan askeri birliklere aynı isim kullanılarak Nizam-ı Cedid Ordusu denir.


Kavram olarak

III. Selim'den önce Nizam-ı Cedid kavramının kullanıldığı görülmektedir. 1689-1691 yılları arasında sadrazamlık yapan Köprülü Fazıl Mustafa Paşa döneminde, Hristiyanların, Musevi ve Kıptilerin cizyelerinin tek elden toplanması, Cizye Kalemi'ne kayıt ve tescil edilerek, hem tahsilatın emektar ve mutemet cizyedarlar tarafından icrası, hem de devlete fazla irad temini için yapılan yeniliğe Nizam-ı Cedid Tertibi denilmiştir.

Nizam-ı Cedid iki anlamda incelenebilir:

Dar anlam: Avrupa usulünde yetiştirilmek istenen talimli asker. Nizam-ı Cedid Ordusu.

Geniş anlam: Yeniçeriliği kaldırmak veya hiç değilse faydalanabilecek şekle getirmek, Avrupa talim usulünü yeni kurulan askeri kuvvetin baskısı ile kabul ettirmek, ulemanın çağ dışı düşüncesine karşı koyup nüfuzlarını kırmak, Osmanlı Devleti'ni Avrupa'nın ilim, sanat, ticaret, ziraat, teknik ve sanayide yaptığı ilerlemelere ortak etmek için gelişen yenilik hareketlerinin bütünü.

III. Selim, Ziştovi ve Yaş Antlaşmaları'ndan sonra, pek çok ıslahat yapmaya karar vermişti. İşe başlamadan önce, devlet adamlarının bu konudaki fikirlerini öğrenmek istedi. Böylece hem onların devlete ait düşüncelerini ve askeri ıslahat hakkındaki görüşlerini öğrenmek imkânı bulacak, hem de istihdam edeceği ekibin bilgi derecesini ve kabiliyetini öğrenip, onları faydalı olabilecekleri sahalarda çalıştıracaktı. 1717 yılında İstanbul'a gelen Fransız subayı De Rochefort'un, sadaret ıslahat projesinin tercümesinde, yapılacak askeri yeniliğe Nizam-ı Cedid denilmiştir. Eski usul ve teşkilatı ifade eden Nizam-ı Kadim'e mukabil, ileri bir düzen kurma faaliyetini ifade için kullanılan Nizam-ı Cedid tabiri ise III. Selim zamanında yaygınlaşmıştır. III. Selim'in 1791 Ziştovi ve 1792 Yaş antlaşmalarıyla Avusturya ve Rusya ile harbe son verdikten sonra, devleti düştüğü zorluktan kurtarmak için yapmayı kararlaştırdığı harekât da Nizam-ı Cedid anlamıyla anılır.

Nizam-ı Cedid'in gerekliliği

Layiha veren devlet adamları, ayrıldıkları gruplara göre şöyle isimlendirilebilir:

Kanuni devrindeki kanun ve nizamlara dönüldüğü takdirde, ordunun düzenleneceğine inanan ve kendilerine muhafazakâr denilebilecek grup.

Avrupa savaş usullerini ve talimlerini, "eski kanun ve nizamdır" diye kabul ettirmek isteyen, kendilerine telifci denilebilecek grup.

Yeniçerilerin asla ıslah edilemeyeceğine inanarak, yeni bir askeri ordu kurulmasını savunan ve kendilerine "inkılapçılar" denilebilecek grup.

Nizam-ı Cedid programı

Nizam-ı Cedid programı sonucu Nizam-ı Cedid Ordusu kurulmuştur.

Nizam-ı Cedid Ordusu

Nizam-ı Cedid Ordusu, Osmanlı Devleti'nde III.Selim tarafından Nizam-ı Cedid (Yeni Düzen) faaliyetleri ile kurulan ordudur. Bu ordunun temeli 1717 yılında İstanbul'a gelen Fransız subayı De Rochefort'un, sadaret kayslahat projesinin tercümesinde, yapılacak askerî yeniliğe Nizam-ı Cedid denmiştir. Bu ordu Yeniçeri ocağının çıkardığı Kabakçı Mustafa İsyanı sonucu ortadan kaldırılmıştır.


Amacı

Yeni bir ocağın kurulmasına karar verilmesinin en mühim sebebi, yeniçerilerin ıslah edilmesinin çok zor olmasıydı. Bu ıslahat düşüncesini benimseyen III. Selim henüz tahta çıktığı sıralarda bu düşünceyi benimsemiş olan, açık fikirli ve yenilikçi taraftar bir ekibi toplantıya çağırdı. Bu ekibin başına da Rumeli Kazaskeri İsmail Paşazade Esseyid İbrahim İsmet Bey'i getirdi.

Yayla İmamı Risalesi'ne göre, Nizam-ı Cedid programı 72 maddeden oluşmuştur. Osmanlı Devleti bu ıslahatı yaparken Fransa'dan yardım istemiş, 1796 yılında konuyla ilgili olarak top, humbara dökümcüsü, top kundağı ve tüfenkçi işçileri gelmişti. Ayrıca, bir süre sonra Fransa'dan General Menand başkanlığında ve amele başı Bamilo ile gelen heyetle birlikte Prusya'dan da subay ve danışmanlar geldi. Bunlardan Albay Von Goetze, 1798'de III. Selim'in isteği üzerine Osmanlı kara birliklerinde incelemelerde bulundu. III. Selim'in topladığı bir mecliste, Sultan Süleyman devrindeki düzene dönülürse işlerin kolaylaşacağı fikri taraftar bulunca ilk önce ocağa haftalık belli düzende talim yapılması fikri sorulmuş ancak ocak ağalarından olumsuz yanıt alınmıştır. Bunun üzerine Nizam-ı Cedid ordusunun kurulmasına karar vermektedir. Yeniçerilerin tepkisini çekmemek için ise Bostancı Ocağı'na bağlı Bostancı Tüfenkçisi adı altında kurulmuştur.

Teşkilatı

Yeniçerilerin kuşkulandırılması, düşmanlıklarının kazanılması ve işin daha baştan bitmesi gibi mahsurlar içerdiğinden Nizam-ı Cedid ayrı bir ocak değil de Yeni Asker, Bostancı, Tüfenkçi Ocakları adıyla Bostaniyan-ı Hassa Ocağı'na bağlandı.

İlk kışla Cezayirli Gazi Hasan Paşa'ya ait olan Levend Çiftliği'nde kurulmuş, daha sonra artan destekle beraber önce Üsküdar'da daha sonra da Üsküdar merkez olmak üzere Anadolu'da ortalar kurulmuştur. Bugünkü Selimiye Kışlası'nın temellerinin atıldığı Üsküdar Kışlası'na bağlı olan Anadolu'daki ortalar şöyleydi: Ankara Ortası, Bolu Ortası, Kayseri Ortası, Kastamonu Ortası, Kütahya Ortası, Kırşehir Ortası, Amasya Ortası, Sivas Ortası, Aydın Ortası, Çankırı Ortası, Çorum Ortası, Aksaray Ortası, Menteşe Ortası, Seydişehir Ortası, Niğde Ortası, Hamid Ortası, Manisa Ortası, İçel Ortası ve Karaman Süvari Ortası.

Bu ortaların kurulmasıyla beraber Nizam-ı Cedid Ordusu'nun mevcudu 230.000'e yaklaşmıştır. Askerler 25 yaşını geçmemiş, yiğit, asil, ve temiz ailelerden seçilir; bunlara önce usul ve erkan öğretilirdi. Ocakta her bir üye arasında kefalet sistemi geliştirilmişti; böylece firarlar engelleniyordu.

10 Ocak 2022

Birinci İnönü Muharebesi


I. İnönü Muharebesi, 6 Ocak 1921 tarihinde iki koldan taarruza geçen Yunan kuvvetleriyle İnönü mevzilerinde savunmada olan Ankara Hükümeti kuvvetleri arasında yapılan muharebedir. 6 Ocak 1921 tarihine kadar Uşak ve Bursa bölgesinde hazırlıklarını sürdüren Yunanlar, Türk-Batı Cephesi birliklerinin Çerkez Ethem Kuvvetlerinin Tenkili harekâtı ile meşgul olmasından da faydalanarak, İnönü-Eskişehir istikametinde taarruza başladılar. 6-9 Ocak 1921 tarihleri arasındaki muharebeler, örtme ve emniyet kuvvetleri harekâtı şeklinde cereyan etti. İnönü mevzilerindeki muharebeler 10 Ocak 1921 tarihinde başlamış, Yunan kuvvetlerinin taarruz çıkış hatlarına çekildiği 11 Ocak 1921 tarihine kadar sürmüştür.

Savaş öncesi

15 Mayıs 1919'da İzmir'i işgal eden Yunanlar, ileri harekâta devamla Milne Hattı olarak ifade edilen Ayvalık- Soma-Akhisar-Aydın hattına ulaştılar. 22 Haziran 1920'de iki koldan tekrar ileri harekâta geçen Yunan kuvvetleri, Kuzey Grubu ile 30 Haziran 1920'de Balıkesir'i, 8 Temmuz 1920'de Bursa'yı işgal ettiler. Salihli- Afyon istikametinde ilerleyen Güney Grubu ise, 29 Ağustos 1920'da Uşak bölgesini ele geçirdi.

Bu gelişmelerin sonrasında, Yunanistan’daki seçimlerin ardından kurulan hükûmet, İtilaf Devletleri’nin güvenini kazanmak açısından Anadolu’da askeri bir başarı elde etmenin gerekli olduğunu düşünmektedir. Öte yandan Kral Konstantin, Meclisin açılışında yaptığı konuşmada, savaşa devam edileceğini açıkça belirtmişti. Bu siyasi ortam, yeni Yunan Hükümetinin Anadolu’da bir ileri harekâta girişmesini siyasi anlamda zorlamaktaydı. Batı Anadolu’daki Türk kuvvetlerinin 1920 yılı sonlarında Çerkez Ethem Ayaklanması ile uğraşıyor olması, bu siyasi zorlama için uygun bir askeri ortam sağlamaktaydı. Gerçekten de Türk kuvvetlerinin esas unsurları Çerkez Ethem kuvvetleri ile mücadele ederken cephe hattında büyük ölçüde örtme kuvvetleri bulunmaktaydı. Çerkez Ethem kuvvetleri 4.650 isyancı kadardı.

İngiliz birliklerinin işgali altındaki İstanbul’daki Yunan Askeri Heyeti, Batı Anadolu’da askeri anlamda belirgin bir hareketlilik olduğunu, Yunan Genelkurmayı’na rapor etmekteydi. Bu nedenle Yunan kuvvetlerinin bir an önce harekete geçmesi gerekli görülmekteydi.


Taraflar

Güçler

Uşak-Bursa hattındaki Yunan Küçük Asya Ordusu kuvvetleri, iki kolorduda, yedi piyade tümeni ve bir süvari tugayından oluşmaktadır. Yunan 3. Kolordusu, İzmir Tümeni, Manisa Tümeni ve Adalar Tümeninden oluşmaktadır ve Bursa yöresinde konuşlanmıştır. Yunan 1. Kolordusu ise Uşak bölgesinde dört tümenden oluşmaktadır.

Türk Batı Cephesi kuvvetleri ise,

Bursa bölgesinde

Gözetleme ve örtme görevindeki 24. Tümen. Tümen, dört piyade alayı, üç süvari bölüğü, Tümen Hücum Taburu’ndan oluşmaktadır. Ayrıca Batı Cephesi Komutanlığı emrindeki Gökbayrak Taburu, cephenin kuzey kesiminde bulunmaktadır. Bu kuvvetler, 245 subay, 5.223 erat, 2.266 tüfek, 27 makineli tüfek ve 10 toptur. Tüfeklerden 1.320 adetinde kasatura yoktur, dolayısıyla Tümenin süngü gücü 946’dır.

Tümen birliklerinin yerleşimi ise,

İznik Gölü kuzeyinde 2. Piyade Alayı ve iki dağ topu,

Yenişehir kesiminde 143. Piyade Alayı, süvari bölüğü ve iki topçu takımı,

İnegöl kesiminde 126. Piyade Alayı, bir süvari bölüğü ve bir sahra top bataryası,

Tümen Karargâhı, bir süvari bölüğü ve hücum taburu, 32. Piyade Alayı, Tümen ihtiyatı

şeklindedir.

Kütahya bölgesinde

Çerkez Ethem Kuvvetleri karşısında 11. ve 61. Tümen’ler ve 1. Süvari Tugayı

Ayrıca Kütahya ve Afyon dolaylarında Güney Cephesi Komutanlığı’na bağlı birlikler bulunmaktadır.

Harekat planları

Türk tarafı

Türk tarafının Batı Cephesi’nde bir harekât planı bulunmamaktadır. Türk Genelkurmayı, Çerkez Ethem sorununu çözmeden, düzenli ordu oluşturulması sürecini tamamlamadan askeri bir harekâta girişmeyi zamansız bulmaktadır. Yunan kuvvetlerinin taarruzu karşısında bir Türk harekât planı, ancak Yunan kuvvetlerinin ileri harekâtı başladığında, zorunlu olarak gündeme gelmiştir. Çerkez Ethem kuvvetlerine karşı bir harekâtın uygulamaya konulmasından önce de bir Yunan taarruzu olasılığı değerlendirilmekte idi ve ön-planlamalar yapılmaktaydı.

Yunan kuvvetlerinin taarruzu başladığında hızla oluşturulan harekât planına göre,

Batı Cephesi’nde, Çerkez Ethem kuvvetlerine karşı olan harekât geçici olarak durdurulacak, 11. Tümen ve aktarabilecek diğer birlikler hızla İnönü Cephesi’ne kaydırılacak ve bu bölgede kesin savunma yapılacaktır. Çerkez Ethem kuvvetleri karşısında Gediz bölgesinde 61. Tümen ile 1. Süvari Tugayı kalacaktır. Çerkez Ethem kuvvetleri taarruz edecek olursa Kütahya’ya kadar oyalama muharebeleri yapılacak, Kütahya kesin olarak savunulacaktır. Batı Cephesi Komutanlığı ayrıca, İnegöl’de bulunan 126. Alay’a, Yunan kuvvetlerini elden geldiğince oyalamasını emretmiştir. Böylece Yunan taarruz planı ve kuvvetlerinin düzeni konusunda kesin bilgi edinilmiş olacak, hem de İnönü mevzilerine kuvvet kaydırmakta zaman kazanılmış olacaktır.

Güney Cephesi’nde, Çerkez Ethem kuvvetleriyle uğraşmakta olan kıt’alar derhal Afyon ve Dumlupınar mevzilerine döneceklerdir. Afyon’daki iki alay hemen Dumlupınar mevzilerine aktarılacak ve Yunan ileri harekâtı bu mevzilerde karşılanacaktır. Cephe Komutanlığı emrindeki süvari unsurları, İnönü mevzileri yarılacak olursa Ankara yönünü örtmek üzere hazır tutulacaktır.

Batı Cephesi Komutanı Albay Mustafa İsmet (İnönü) Bey'in savunma tertibi şöyledir. Mevzilerin kuzey kesimi 24. Tümen, güney kesimi ise 11. Tümen'le işgal ve savunulacaktır. Polatlı'dan getirilen depo alayı ile 4. Tümen, cephe ihtiyatını oluşturacaktır.

Türk üst komutanlığı bu ön planlamalarda, Yunan kuvvetlerinin esas olarak iki hattan taarruz edebileceklerini hesaplamaktadır.

Bursa’nın doğusunda, İnegöl’den Yalova’ya kadar olan hatta konuşlanmış Yunan kuvvetlerince, güney-doğuya,

Eskişehir yönünde ve Uşak dolaylarında konuşlanmış Yunan kuvvetlerince kuzey-doğuya, yine Eskişehir yönünde.

Kuzey-batıdan gelecek bir taarruz, savunulabilecek doğal mevziler vardır. Bununla birlikte Söğüt - İnönü hattı, en gerideki mevzidir, Eskişehir’e kadar savunmaya uygun mevzi yoktur. Daha güneyde Afyon’a kadar olan arazi dikkatle incelenmiş, savunmaya uygun bölgeler tek tek belirlenmiştir.

İnönü Mevzii

İnönü Savunma Mevzii, yaklaşık 30 km'lik bir savunma hattıdır. Kazancı Deresi, mevzii ikiye ayırmaktadır. Kuzeyde kalan savunma hatları, Bursa – Yenişehir – Bilecik – Söğüt yaklaşımını karşılayacak durumdadır. Güneyde kalan savunma hatları ise Bursa – İnegöl – Pazaryeri – Karaköy yaklaşımını örtmektedir. Mevzii, 5 Temmuz 1920 tarihinde 20. Kolordu Komutanlığı tarafından planlanmış, izleyen aylarda tahkimat çalışmaları sürdürülmüştü. Siperlerin çok büyük bir kısmı, “boy siperi” haline getirilmişti. Asıl savunma hatlarının ilerilerinde ön savunma hatları da oluşturulmuştu.

Mevzilerin kuzey kesimi, ileri gözetleme mevzileri oluşturmaya olanak sağlayan arazi yapısı nedeniyle oldukça sağlam konumdadır. Ancak güney kanat, Yunan kuvvetleri Mezit Vadisi’ni aşmayı başaracak olursa, kuşatılma tehdidi altında kalırlardı. Bu riski önleyebilmek için Türk tarafı, Kurşunlu güneyine düşen Kınık Boğazı’nda, yeterince fazla topçu unsurlarınca desteklenen, hareketli birlikler konuşlandırmıştır.


Yunanistan tarafı

Yunan harekât planı, sınırlı hedefli bir plandır. Siyasi amaç, Batı Anadolu’da askeri bir başarı elde ederek Batılı devletler karşısında saygınlık korumaktır. Askeri amaç ise Bilecik - Bozüyük - Eskişehir bölgesinde toplanmakta olan Türk kuvvetlerini dağıtmak, bu kuvvetlere ait askeri malzemeyi ve demiryolu hattı ile demiryolu köprülerini imha etmektir. Söz konusu demiryolu hattı, Ankara – Eskişehir hattının kuzeye yönelen ayrımıdır ve Bilecik üzerinden Adapazarı ve İzmit’e devam etmektedir. Plana göre harekâta katılan birlikler, ele geçirilen malzemenin geriye taşınması tamamlanıncaya kadar bölgede kalacak, sonrasında geri çekilecektir.

General Papoulas komutasındaki Yunan Küçük Asya Ordusu, harekât için üç taarruz grubu olarak düzenlenmiştir. Ana Taarruz Grubu, 3. İzmir Kolordusu’dur. Kuvvetin ağırlıklı bölümü sağ kanatta olmak üzere Bursa – Eskişehir hattında taarruz edecektir. Sağ kanat, Türk kuvvetlerinin Eskişehir üzerinden geri çekilmesini önleyecektir. Yan Taarruz Grubu, ana grubun kuzey hattından Yenişehir - Bilecik - Söğüt hattından taarruz edecek olan İzmir Tümeni’dir. Güney Taarruz Grubu ise 1. Kolordu’dur. Uşak’dan Banaz yönünde taarruz edecek olan kolordunun görevi, Türk Güney Cephesi’nin kuzeye kuvvet kaydırmasını önlemektir.

1. İnönü Muharebesi Trikupis'in anılarında Avgin Savaşı olarak geçiyor ve bu savaş hakkında Yunan Generali aşağıdaki satırları yazıyor:

"Bütün gün devam eden Avgin Savaşı, en kanlı savaşlardan biri olmuştur. Bizimle kıyas kabul etmeyecek kadar fazla sayıda Türkle çarpışıyorduk. (General Trikupis'in kaynak belirtmeden verdiği Tarafların sayıları ve kayıplar ile ilgili bilgiler, diğer kaynaklarla çelişmekte.) Türk ordusundan Yarbay Hakkı bu hususla ilgili olarak şunları yazmıştır: 'Batı Cephesi (Türk), İnönü'deki düşmandan (Yunan) sayıca çok üstün idi.' Subaylarla askerlerin hareketi sırf yiğitlik ve fedakarlıktan ibaretti. Fakat Türkler de işitilmemiş bir cesaret ve taassupla dövüşerek birbirini takip eden mukabil hücumlar yaptılar."

Trikupis'in hatıralarından ilgili satırlar, 1. İnönü Muharebesi'nin aşağıdaki ilgili günlerine eklenmiştir.

Yunan ileri harekatı

Bursa doğusunda örtme kuvveti olarak bulunan 24. Tümen komutanlığı, 3 Ocak 1921 tarihinde Batı Cephesi Komutanlığı’na gönderdiği raporda, İznik Gölü güneyinde ve Bursa dolaylarında Yunan kuvvetlerinin toplanmakta olduğu ve Bursa’ya yeni kuvvetler getirildiği bilgisini iletmiştir. Tümen Komutanlığı, elde edilen bu bilgiler ışığında Yunan kuvvetlerinin Pazaryeri genel hattından taarruz etmelerinin beklenmesi gerektiğini bildirmektedir. Bu istihbarat üzerine Geyve’den Bursa güneyine kadar hilal şeklinde konuşlanmış olan 24. Tümen kuvvetleri Pazaryeri yönüne yoğunlaştırılmıştır. Tümenin süvari unsurları ise İnönü Mevzii’ne kaydırılmış, Gökbayrak Taburu ise, Yunan kuvvetlerinin Köprühisar yönünde taarruz etmesi durumunda geri hatlarına hücum etmek üzere Bozüyük’e getirilmiştir.

Altı Ocak

Yunan kuvvetlerinin Bursa civarında toplanmış olan 3. İzmir Kolordusu, 6 Ocak 1921 sabahı saat 07:00’de Eskişehir genel yönünde iki ana kol halinde taarruza başlamışlardır. Kolordu’nun İzmir Tümeni, kuzey taarruz grubu olarak Yenişehir yönünde iki hat üzerinden taarruz etmektedir. Kolordu’nun güney taarruz grubu olan takviyeli Adalar Tümeni ise İnegöl yönünde iki hat halinde harekâta başlamıştır. Kolordu’nun büyük bölümünü oluşturan bu taarruz grubudur.

Adalar Tümeni birliklerinin taarruz hatları,

sağ kol, üç piyade ve bir süvari alayı ile birer dağ ve sahra topçu grubundan oluşmaktadır. Tümen, Kestel - Aksu – İnegöl hattından taarruz etmektedir.

sol kol ise bir piyade alayı, bir süvari bölüğü ve bir dağ bataryasından oluşmaktadır. Erdoğan - Boğazköy - Süpürtü yönünde ilerlemektedir.

İzmir Tümeni birliklerinin taarruz hatları ise,

İki piyade ve bir süvari alayı ile bir dağ topçu grubu ve iki sahra bataryasından oluşmaktadır. Grup Yenişehir yönünde taarruz etmektedir.

Tümene bağlı Bir taburluk bir kuvvet ise Narlıca -Mustafalı - Derbent - Köprühisar - İncirli yönünde taarruz edecektir.

Yenişehir bölgesinde İzmir Tümeni’nin bir piyade taburu ve bir süvari alayından (üç bölük) oluşan ileri müfrezesi, Menteşe’deki Türk süvari bölüğüne taarruz etmiştir. Süvari bölüğü kısa bir çatışmadan sonra geri çekilmiştir. Yunan birlikleri saat 09:30’da Menteşe’yi işgal ettiler. Yunan süvari alayı ileri harekâta devam ederek saat 12:30 dolaylarında Yenişehir’i işgal etmiştir. İzmir Tümeni’nin ileri harekâtı, saat 18:00 dolaylarında Ebeköy’de durmuştur. Bölgedeki Yunan ilerleyişini karşılamakla görevli 143. Alay, Köprühisar – Günece hattında kalmıştır.

Yunan taarruzunun en kuzey kesimindeki bir taburluk bir kuvvet, Gökbayrak Taburu’nun Mustafalı’daki bir buçuk mangalık gözcü postasına taarruz edip geri atmışlardır. Mustafalı’nın hemen doğusundaki müfreze, bu ileri hareketi durdurmuştur.

İnegöl bölgesinde Yunan Adalar Tümeni’nin sağ kolundaki üç piyade ve bir süvari alayı, İnegöl önlerindeki bir piyade ve bir süvari bölüğünden oluşan Türk kuvvetlerine taarruz etmiştir. Türk kuvvetlerinin geri çekilmesi üzerine öğleye doğru İnegöl’ü işgal etmişlerdir. Bu kuvvetler ileri harekâta devam ederek gün sonunda Hasanpaşa köprüsüne ulaşmış ve ileri harekâta son vermişlerdir. Adalar Tümeni’nin sol kolu ise Boğazköy üzerinden Süpürtü’ye ulaşmış ve orada konuşa geçmiştir.

Gün sonuna doğru Yunan kuvvetlerinin ileri harekatı sonlanmıştır. Türk 24. Tümeni’nin gün içindeki etkinliği, Yunan kuvvetlerinin miktar ve harekat planları hakkında bilgi edinmek, geniş bir alana yayılmış olan unsurlarını gerekli şekilde kaydırmak yönünde olmuştur. Bazı köy ve kasabaların girişinde Türk müfrezeleri ile Yunan kuvvetleri arasında çatışmalar olmuştur. Yunan topçusunun ateşe başlamasıyla bu müfrezeler geri çekilmişlerdir. Esasen 24. Tümen’in görevi, Yunan ileri harekatının hızını olabildiğince yavaşlatmak, araziyi kademe kademe savunarak, asıl savunma hattı olan İnönü Mevzii’ni kıt’a kaydırmalarıyla güçlendirilmesi için zaman kazanmaktı. Bu arada harekat alanının kuzey kesiminde, Dırazali’nin doğusundaki Gökbayrak Taburu, sürekli olarak süvari keşif kolları çıkararak Yunan birliklerinin durumunu izlemiş, bu birliklerin geri hatlarına bir baskın verme olanaklarını araştırmıştır.

Akşam saatlerinde Tümen’in 143. Alay’ı ile bir tabur eksiğiyle 32. Alay’ı, Köprühisar - Camönü - Günece hattında, Yenişehir yönünden ilerleyen Yunan kuvvetlerine karşı savunma düzeni alması emredilmiştir. 143 Alay komutanı Binbaşı Refet Bey, biraz daha doğudaki İncirli sırtlarında mevzi almıştır. İnegöl kesiminde ise 126. Alay ve 32. Alay’ın 1. Taburu Sülüklügöl - Nazifpaşa hattında savunmaya geçmiştir.

Uşak bölgesinde ise Yunan kuvvetleri üç köyün işgali ardından ileri harekatlarını durdurmuşlardır.

Trikupis: "Taarruzumuzun ilk günü, öğleden sonra saat beş sıralarında Türkler, Samantaş'ın 2/39 Evzon Alayına hücum ederek kırıldılar ve tard edildiler. Çekilirken alayın cephesi önünde 300'den fazla Türk ölüsü vardı. Türkler çok defa cephaneleri olmadığı için el bombası ve süngüye başvuruyordu."

Yedi Ocak

Eskişehir bölgesinde 7 Ocak 1921 sabahı 07:00’da Yunan İzmir Tümeni ileri harekâta geçmiştir. Tümene bağlı bir Yunan taburu ile süvari müfrezesi Terzliler yönünde ilerlemiştir. Bir süvari bölüğü bu ileri hareketi durdurmuştur. Bir piyade alayı ile bir süvari alayı da, saat 07:30 dolaylarında Köprühisar köprüsünü geçerek İncirli savunmasının bir kesimine taarruz etmiştir. Bu taarruz 143. Alay’ın 3. ve 32. Alay’ın 2. taburları tarafından saat 09:00 dolaylarında geri atılmıştır. Alay topçusu, köprüyü havaya uçurmuştur. Bu bölgedeki Yunan birlikleri gün boyu herhangi bir ileri harekâta girişmemişlerdir.

İzmir Tümeni’nin sol kolunu oluşturan birlikler İznik Gölü’nün güneyi boyunca ilerleyerek Dırazali - Derbent sırtlarını işgal ederek bu hatta durmuşlardır. Gökbayrak Taburu ise bölgeye ulaşan unsurlarıyla Kızılhisar – Camönü hattı ile Yunan birliklerine cephe tutulmuştur. Taburun diğer unsurları Aydoğdu - Eyerce sırtlarına yerleşmiştir. Bu sırtlar, İncirli bölgesindeki Yunan birliklerini sol kanadını tehdit eder durumdadır.

İnegöl hattından ilerleyen Adalar Tümeni’nin sağ taarruz kolu Hasanpaşa - Eskikaracakaya yönünden ilerlemiştir. Tümen’in asıl kuvvetleri ise Nazifpaşa mevzilerine karşı üç koldan taarruza geçmiştir. Sülüklügöl’deki iki bölük, bu taarruz karşısında geri çekilmiştir. Nazifpaşa mevziindeki 126. Alay komutanı, Sülüklügöl - Büyükelmalı yönünde gelişen Yunan taarruzu ile kuşatılma tehlikesine karşı, Pazaryeri yönünde çekilmek için 24. Tümen Komutanlığı’ndan onay istemiş, bu onay verilmiştir. Gerçekte Alay Komutanı muharebeyi, Gümüşdere gibi uzak bir yerden yönetmekteydi, muharebenin gidişatı yönünden sağlıklı bilgi edinememekteydi. Tümen Komutanlığı’na yetersiz bilgi iletilmiş, Tümen Komutanlığı da bu bilgilere dayanarak kararı onaylamıştı. Bununla birlikte Tümen Komutanlığı’nın emrinde “…Düşmanın … cepheden esaslı bir taarruzu yoksa, ihtiyat kuvvetinin … kuşatan düşmana karşı gönderilmesi uygun olur. Bununla beraber duruma göre karar vermekte serbestsiniz.” denilmektedir. Tümen Komutanlığı durumu Batı Cephesi Komutanlığı’na bildirmiştir. Batı Cephesi Komutanlığı ise, 24. Tümen’in, düşmanı elden geldiğince oyalamakla görevli olduğunu, sağ kanadın uzatılarak mevzinin korunmasını emretmiştir. Ancak Tümen Komutanlığı, Cephe Komutanlığı'nın bu emrini iletmek için Alay Karargâhına ulaşamamıştır. Çekilmenin net emirlerle düzenlenmemiş olması sonucu taburlar karışık bir şekilde geri çekilmeye başlamışlardır. Alay Komutanı’nın elinde sadece bir tabur kalmış, diğer unsurlarla bağlantısı ortadan kalkmıştır.

Nazifpaşa mevziindeki birliklerin çekilmesi ardından ilerleyen Yunan kuvvetleri, Büyükelmalı – Gümüşdere – Eskikaracakaya hattına kadar ilerlemişlerdir.

Yunan ileri harekâtının ikinci günü olan 7 Ocak 1921 günü, Uşak ve Kütahya bölgelerinde Yunan birliklerinin herhangi bir faaliyeti olmamıştır. Çerkez Ethem kuvvetlerinden 300 kişilik bir süvari birliği, 61. Tümen’e taarruz etmiş, topçusuyla da Gediz’e ateş açmıştır.

Gün sonunda Batı Cephesi Komutanlığı, 24. Tümen Komutanı’nın önerisini yerinde bularak İncirli hattındaki birliklerin geri alınması emrini vermiştir. 24. Tümen Komutanı, Yunan kuvvetlerinin bulundukları hattan kuzey-doğu yönünde taarruz ederek bu birlikleri kuşatabileceklerini düşünmüş ve geri alınmalarını önermişti. Emre göre, bu birlikler geride bir tabur ve dağ topunu örtme müfrezesi olarak bırakıp Gökpınar - Kepirler hattına çekileceklerdir. Ancak 143. Alay Komutanı, bölgeye ulaştığında savunmaya uygun bulmamış, birliklerini daha güneye çekerek Çakırpınar’ın kuzeyindeki sırtlarda konuşlandırmıştır.

Sekiz Ocak

İncirli Mevzii’ndeki 143. Alay, 3. Bölük’ü mevzide bırakılarak 7 – 8 Ocak gecesi Gülpınar – Kepirler Hattına çekilmiştir. Alay Komutanın bölgeye geldiğinde savunmaya uygun bulmayarak Çakırpınar’ın kuzeyinde mevzi almıştır. 32. Alay’ın iki taburu da Bilecik yönünde hareket etmiştir. Bu taburlar Yenişehir müfrezesinin güney kanadını örtmekle görevlendirildiler.

Pazaryeri Mevzii'nde bir gün önce hatalı sevk ve idare edilen 126. Alay hâlen toparlanabilmiş değildir. Alay komutanlığına atanan, 24. Tümen piyade komutanı Yarbay Şevki Bey, 126. Alay’dan toplanabilen 90 tüfek ve iki taburadan oluşan bir kuvvet ile Pazaryeri önlerinde savunma yapmakla görevlidir. “Pazaryeri Müfrezesi” olarak adlandırılan bu birlik, Pazaryeri doğusunda toplanabilmiş değildir. Sadece Hücum Taburu, şosenin iki yanında mevziye girebilmiştir. 32. Alay’dan bir tabur ile 126 Alay’dan 90 tüfek, Pazaryeri’nde, Eskişehir’den gelen Depo Taburu ise Pazaryeri’nin doğusundaki sırtlardadır.

Yunan Adalar Tümeni 8 Ocak sabahı saat 10:00 dolaylarında üç koldan yürüyüşe geçmiştir. Kolların hedefi Pazaryeri’dir. Ön hattaki Hücum Taburu, saat 10:30’dan sonra Adalar Tümeni’nin taarruzuna dayanamayarak geriye doğru dağılmıştır. Yarbay Şevki Bey, saat 11:30’da tüm müfrezenin Pazaryeri’nde toplanarak mevzi alması için gerekli emirleri vermiştir.

Pazaryeri Müfrezesi'nin tehlikeli durumu üzerine 24. Tümen Komutanı saat 13:00’de 143. Alay’a, Bilecik’e çekilme emri vermiştir. Batı Cephesi Komutanlığı ise aynı saatte Bilecik’teki üç tabur ve dağ topunun Ahmetler’e kaydırılarak bu hattın örtülmesini Yarbay Şevki Bey’in müfrezesinin ise Fıranlar’da mevzi almasını emretmiştir.

Adalar Tümeni kuvvetleri saat 14:15'te Pazaryeri’nin doğusuna ilerlemeye başlamışlardır. Ahmetler – Fıranlar hattındaki Yarbay Şevki Bey müfrezesi kısa sürede geri çekilmiştir. Bir gün önceki komuta boşluğunun neden olduğu düzensiz çekilme, bir tümenlik kuvvet karşısında bozguna dönüşmüştür. Bir geri çekilme planı yapılmadığı için çeşitli yönlerde çekilmiş olan birliklerin komutanları arasında iletişim kopmuştur. 24. Tümen'in güney kanadını oluşturan bu birliklerin ileri hatta bir savunma düzenine geçmeleri bu yüzden olanaklı görülmemektedir. Öte yandan Ankara'dan gönderilen 4. Tümen'in ilk bölüğü İnönü Mevzileri'ne ulaşmış bulunmakta idi. 11. Tümen de mevziye ulaşmak üzere idi. Bu tümenin bölgeye alınması, Yunan taarruzu başlamadan önceki Türk savunma planında öngörülmüştü. Taarruz başladığında Tümen, harekete geçmişti. Bu durumda İnönü Mevzii ilerisinde savunma yapmanın gereği kalmamıştır. Yunan taarruzu öncesindeki Türk savunma planına göre, kesin savunma İnönü Mevzii’nde yapılacaktı. Gerekli kıt’a kaydırmaları sağlanmış bulunmaktadır. 9 Ocak sabahı İnönü Mevzii’nde dört piyade alayının savunmada yerini alması, saat 16:00 itibarıyla kesinlik kazanmıştır.

Bu gelişmeler üzerine Batı Cephesi Komutanlığı saat 15:00’de 24. Tümen’e, tüm kuvvetleriyle 8 Ocak akşamına kadar Bozüyük doğusuna çekilme emri vermiştir. Tümen, Yeniçepni ve Yürükçepni hattına çekilerek İnönü Mevzii’nin, demiryolu kuzeyindeki bölümünü savunacaktır. Genelkurmay Başkanlığı’nın Batı Cephesi Komutanlığı emrine girmek üzere Ankara’dan gönderdiği 4. Tümen ise Mevzii’in güney bölgesinde savunmaya geçecektir.

Kuzeyde Gökbayrak Taburu saat 12:00’de Derbent’in doğu sırtlarındaki Yunan mevzilerine taarruz etmiştir. Başlangıçta bu sırtları işgal eden tabur, takviyeli Yunan taarruzlarına saat 16:00 sonrasına kadar karşı durmuştur. 24. Tümen’in geri çekilme emri kendisine ulaşan Tabur Komutanı Cemal Bey, Çerkeşli’ye çekilmiştir.

Cephenin güney kesiminde ise öğleden sonra Adalar Tümeni’ne bağlı bazı birlikler ileri harekâta devam etmiş, zayıf Kuva-i Milliye müfrezelerini atarak Muratdere’yi işgal edip burada durmuşlardır.

Dokuz Ocak

8-9 Ocak gecesi 24. Tümen birliklerinden bir piyade taburu ile bir süvari bölüğü Yeniköy batısında örtü kuvveti olarak bırakılmış, Tümen’in diğer unsurları Söğüt yönünde çekilmektedir. İnegöl Müfrezesi birlikleri ise İnönü Mevzii’ne çekilmiştir.

Batı Cephesi Komutanlığı’nca Gökbayrak Taburu’na verilen emirde ise, Osmaneli’nin batı kesiminde, güneye cephe alarak mevzilenilmesi ve Yunan birlikleriyle temasın kesilmemesi istenmiştir.

24. Tümen’in çekilen birlikleri saat 06:30 ile 09:30 arasında Söğüt’e ulaşmış, birliklerin yorgun ve bazı erlerin yalınayak olması dolayısıyla mola vermişlerdir.

Yunan İzmir Tümeni’nin öncü unsurları saat 07:30’da ileri harekete geçmiştir. Yeniköy’de artçı kuvvet olarak bırakılmış olan piyade taburu ve süvari bölüğü, saat 12:55'te, ilerleyen Yunan süvarisiyle çatışmaya başlamıştır. Kısa süre sonra Yunan piyadesi de çatışmaya katılmıştır. Çatışmalar, saat 16:00 dolaylarına kadar sürmüş, müfreze, artan baskı sonucu Söğüt yönünde çekilmiştir.

Saat 11:10’da Adalar Tümeni’nin sağ kolu Muratdere - Kovalıca yönünde, Tümen’in asıl kuvvetleri ise Karaköy üzerinden Bozüyük yönünde ilerlemeye başlamıştır. saat 14:00’de İnönü Mevzii ileri kesiminde, İntikam Tepesi ve Zevare Tepesi yönünde Yunan kuvvetleriyle 4. Tümen’in 58. Alayı arasında piyade ateşi başlamıştır. Alay’ın 3. Tabur’u, Karaağaç’ın batısındaki tepeden çekilmiştir. Bu arada cephe hattındaki yeni düzenlemeyle, 4. Tümen’in 58. Alay’ı Akpınar - Kovalıca hattını, 11. Tümen ise Kovalıca - Kandilli hattını savunacaktır.

11. Tümen’in 70. Alay’ından 3. Tabur, Kovalıca’nın batı yanındaki sırtlarda, 1. Tabur ise kuzey batısındaki Taşlıtepe’de mevziye girerek, Karaağaç kuzeyindeki Yunan müfrezesiyle muharebeye başlamıştır.

Karaağaç’ın batısındaki tepeye üç taburluk Türk taarruzu her ne kadar tepeye 500 metre kadar yaklaşmışsa da daha fazla ilerleyememiştir. Saat 16:00 dolaylarında Yunan ileri hareketi durmuş, Yunan birlikleri Alibeydüzü - Bozüyük - Saraycık hattına çekilmiştir. Yunan birliklerinin çekildiği İntikam Tepesi, Türk kuvvetlerince yeniden işgal edilmiştir.

Batı Cephesi Komutanlığı, saat 16:30’da, İnönü Mevzii’nde 4. ve 11. Tümen’lerin, 11. Tümen Komutanı tarafından sevk ve idare edilmesini emretmiştir. Aynı saatte 4. Tümen Komutanı, birliklerinde cephane kalmadığını 11. Tümen Komutanlığı’na rapor etmiştir.

9 Ocak günü çatışmaları, Türk savunma hatlarının güney yarısında gerçekleşmiştir. İzleyen günlerde bu bölgeden geniş kapsamlı bir Yunan taarruzu, Cephe Komutanlığı’nca öngörülmektedir. Ankara Hükümeti’nin düzenli ordu birliklerinde hâlen ciddi donatım sorunları bulunmaktadır. Özellikle giysi konusunda pek çok eksiklik vardır. Örneğin, erattan bir bölümüne postal ya da hiç olmazsa çarık sağlanamamıştır, yalınayak savaşmakta ve yürümektedirler. Piyade silahlarında tektiplilik yoktur, bu yüzden değişik çap ve nitelikte cephane gerekmektedir. Erat, gelen cephane yığını içinden kendi silahına uygun olanı seçip bulmak zorundadır, bu durum da zaman kaybına ve savunmada yetersizliğe yol açmaktadır.

Kütahya kesiminde ise Çerkez Ethem kuvvetlerinden 300 kişilik bir müfreze, 14. Süvari Alayı’na taarruz etmiş ve alayı geri atmıştır. Çerkez Ethem kuvvetlerinin bölgedeki diğer taarruzu ise yöneldiği piyade bölüğü tarafından geri atılmıştır.

On Ocak

Yunan taarruzunun başlamasından, 10 Ocak tarihine kadar olan çatışmalar, Birinci İnönü Muharebesi'nin ön çatışmalarıdır, ilerleyen Yunan kuvvetleriyle Türk örtü kuvveti olan 24. Tümen arasındaki çatışmalardır. 10 Ocak ve izleyen günkü çatışmalar ise, asıl İnönü Mevzii'ndeki Türk kuvvetleriyle gerçekleşmiştir. Birinci İnönü Muharebesi, esas olarak bu iki günkü muharebelerdir.

10 Ocak 1921 sabahı İnönü Mevzii’ndeki Türk kuvvetleri,

24. Tümen. 32. ve 143. Alaylar, 2. Alay’ın 1. Tabur’u

4. Tümen. 58. Alay

11. Tümen. 70., 126. ve 127. Alaylar

Tüm bu birlikler, 6.000 asker, 300 süvari, 50 Makineli tüfek ve 28 toptur. 4. ve 11. tümenler, 11. Tümen komutasında cephenin güney kesimini, Akpınar - Karaağaç - Kandilli bölümünü, 24. Tümen ise kuzey kesimini savunacaktır. Bölgeye gelmekte olan birlikleri ise, 174. Piyade Alayı, bir piyade taburu ve Kütahya’dan sabah saat 05:30’da yola çıkmış olan 2. Süvari Grubu’dur. Toplam olarak 4.000 kişi, 850 tüfek, 8 makineli tüfek ve 700 kılıçtır. Bu kuvvetlerden 2. Süvari Grubu, iki süvari alayından oluşmaktadır. Her Alay, üçer süvari ve birer makineli tüfek bölüğüdür. Toplamda 1.800 savaşçıdır. Yine bu kuvvetlerden 174. Piyade Alayı’nın 1. Taburu, 10 Ocak muharebelerine katılabilmiştir.

Yunan Kuvvetleri , iki piyade tümeni, bir suvari tugayı ve kolordu bağlı birlikleri olmak üzere 18.000-20.000 asker, 200 süvari, 150 ağır Makineli tüfek ve 50 toptur.

Yunan taarruz Planı

Taarruzun kuzey kanadını oluşturan İzmir Tümeni, saat 05:30’da ileri harekâta başlayarak Bilecik – Söğüt üzerinden ilerleyecek ve Adalar Tümeni emrine girerek İnönü Mevzii’nin kuzey kanadına taarruz edecektir.

Yunan taarruzu

Yunan kuvvetlerinin 9 Ocak’taki taarruzları, yoklama taarruzları niteliğindeydi. Türk kuvvetleri hakkında gerekli bilgiyi edinen Yunan Üst Komutanlığı, 10 Ocak sabahı saat 06:30’da, her günkünden daha erken bir saatte taarruza geçmiştir. Takviyeli Adalar Tümeni’nin İnönü Mevzii’nin güney kanadında 11 Tümen cephesine taarruzuyla şiddetli bir çatışma başlamıştır. Bölgedeki yoğun sabah sisi, taarruz eden taraf açısından olumlu bir koşul yaratmaktaydı. Bu sis, öğleye kadar, zaman zaman kalkmış, zaman zaman yeniden arazi üzerine çökmüştür. Sis yüzünden Türk topçu bataryaları piyadeyi yeterince destekleyememişlerdir.

Sis, Yunan taarruzunu İntikamtepe’deki Türk müfrezesi için baskın haline getirmiştir. Böylece ilk taarruzda Yunan kuvvetleri bu tepeyi işgal etmişlerdir. İki taburluk Türk karşı taarruzu bir sonuç getirmemiştir. Kovalıca’nın batı sırtlarındaki tabur mevzilerine yönelen Yunan taarruzu ise, karşı taarruzla geri atılmıştır. Saat 10:00 dolaylarında sisin kalkması üzerine Yunan topçusu, İntikam Tepesi’nin her iki yanıda uzanan Türk mevzilerini top ateşi altına almış ve bir tabur kadar Yunan kuvveti Bardanyol Tepesi üzerine taarruza geçmiştir.

Bardanyol Tepesi’ndeki 70. Alay, 1. Tabur’u ile 58. Alay 2. Taburu, buradaki mevziler Türk tarafınca tutulabilmiştir.

Öğleye kadar İnönü Mevzii’nin güney kesiminde çatışmalar yoğun bir şekilde sürmüştür. Batı Cephesi Komutanı Yarbay İnönü, cephenin güney kesiminin sabit hale geldiğine, Yunan taarruzun artık cephenin kuzey yarısına yöneleceğine karar vermiştir. Ona göre asıl tehlike cephenin kuzey yarısındadır. 24. Tümen, bu uzun cepheyi tümüyle örtememiş ve demiryolunun hemen kuzeyinde 2 kilometre genişlikte bir bölge açık kalmıştı. Batı Cephesi Komutanı, Yunan kuvvetlerinin sağ kanadı kuşatmak yönünde hareket halinde olduğunu saptayarak saat 11:45'te tümenlere gereken emirleri vermiştir. Ancak elde yeterince ihtiyat birliği bulunmamaktadır. 174. Alay’ın 1. Taburu, 24. Tümen’in 100 kadar mevcudu kalan Hücum Taburu ve Karargâh Muhafız Süvari Bölüğü, ağızdan verilen emirlerle bölgeye gönderilmiştir. Ayrıca 11. Tümen’e bir emir gönderilerek Yunan kuvvetlerinin Poyra yönünde ilerlediği, Tümen ihtiyatlarının derhal İnönü İstasyonu kuzeyine gönderilmesini emretmiştir.

11. Tümen Komutanı, Tümen Hücum Taburunu, yolda rastladığı Depo Taburunu ve sahra bataryasından bir takım alarak İnönü İstasyonu’nun kuzey batı kesimine hareket etmiştir. Ayrıca Kandilli’de bulunan iki tabura, burada bir bölük bırakarak İnönü yönünde ilerleme emri gönderilmiştir. Komutayı, 4. Tümen komutanı yarbay Nazım Bey üstlenmiştir.

Öğleden hemen sonra Yunan kuvvetleri İnönü Mevzii’nin kuzey kesiminde iki koldan ilerlemeye devam etmişlerdir. Bir kol, daha kuzeyde Teke Tepe sırtlarını işgal ederken diğer kol, Poyra üzerinden İnönü İstasyonu yönünde ilerlemektedir. Saat 13:00 dolaylarında bu kuvvetlerin bir kısmı, Oluklu’nun 1,5 – 2 kilometre batısında 143. Alay’ın 3. Taburu hatlarına taarruz etmiştir. Tabur, Poyra ve Rızapaşa tepelerindeki bataryalardan topçu desteği görmektedir. İsabetli topçu ateşi, Yunan taarruzunu durdurmuştur. İnönü İstasyonu yönünde ilerleyen Yunan kuvvetleri karşısında bölgeye gönderilen kuvvetler zayıf kalmıştır. 11. Tümen Komutanı’nın bizzat komuta ettiği birlikler de henüz mevzilere ulaşamamışlardır.

Bu durumda saat 13:10’da Cephe Komutanlığı’ndan 11. Tümen Komutanlığı’na gelen emirde, Yunan kuvvetlerinin İnönü İstasyonu’nu işgal etmek üzere olduğu, 24. Tümen’le temas kurularak Eskişehir yönünün örtülmesini emretmiştir. 11. Tümen ayrıca 4. Tümen’le de temas kurarak İnönü – Oklubalı hattını tutacaktır. Üç tümene de gönderilen bu genel çekilme emri, 24. Tümen’in diğer unsurlarının mevzilerinde tutunmamaları ve 10 kilometre kadar doğuya ve güneye çekilmişleri üzerine zorunlu olarak alınmıştır. Bunun üzerine Batı Cephesi Komutanı, saat 13:10’da 4. ve 11. tümenlerin de geri çekilmesi emrini vermiştir. Ayrıca Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey, 24. Tümen tarafından boşaltılan bölgeye konuşlanan Yunan topçusunun, 4. ve 11. Tümen mevzilerini ateş altına almak üzere olduğunu görmüştür.

Her iki tümen cephesinde Yunan taarruzu devam ettiği için, çekilme emri uygulanamamıştır. Geri çekilme emrinin uygulanmasına saat 16:00’da başlanmıştır. Yunan kuvvetleri çekilen Türk birliklerini izlememişlerdir. Saat 18:00’de tümenler, İnönü doğusundaki sırtlar gerisinde toplanmıştır. 174. Alay’ın 1. Taburu ise İnönü kuzeyindeki sırtta saat 22:00’ye kadar savunmaya devam etmiştir. Saat 13:10’da gönderilen çekilme emri, 24. Tümen’e ancak saat 17:35'te ulaşmıştır. Bu saate kadar tümen birlikleri Rızapaşa sırtları – Oluklu’nun 1 kilometre doğusu – Poyra doğu sırtları hattında savunmada bulunmaktaydı.

Trikupis: "Savaşın beşinci günü III. Tümen'in sağında savaşa giren X. Tümen, kuvvetli bir baskı karşısında Düzağaç'a çekildi. Türkler daha evvel X. Tümen'in işgal ettiği tepeyi alarak bizi yandan top ateşine tuttu ve o andan itibaren X. Tümen ile irtibat kesildi."

11 Ocak

Batı Cephesi Komutanlığı 10 Ocak akşamı saat 22:30'da verdiği emirde, ordunun Beşkardeş dağı - Zemzemiye - Oklubalı sırtları batısında savunma düzeni alacağını bildirmiştir. Buna göre 24. Tümen cephenin kuzey kesimin, 11. Tümen ise güney kesimini savunacaktır. 4. Tümen, ihtiyatta tutulacaktır. Gece, birliklerin bu yeni emirlere göre mevzi alması ve düzenlenmesiyle geçmiş, herhangi bir çatışma olmamıştır.

11 Ocak sabahı tüm bölgede hava açık ve güneşli olmuştur. Ancak ilerleyen saatlere karşın Yunan kuvvetlerinin bir ileri harekâtı olmamıştı. 174. Alay Komutanı, Yunan birliklerinin Oluklu sırtlarına doğru çekildiği yönünde köylülerden bilgi almış, bunu saat 04:30'da 24. Tümen Komutanlığı'na rapor etmişti. Ancak rapor saat 08:35'te komutanlığa ulaşmıştır. Zaten bu alay, emirleri yanlış anlamış ve geri mevzilere çekilmemişti. Dolayısıyla Yunan keşif unsurları en azından bu bölgede Türk kuvvetlerini eski mevzilerinde görmüşlerdi.

Farklı birliklerden gönderilen raporlar da Yunan kuvvetlerinin çekilmekte olduğu yönündedir. Öğle saatlerinde 174. Alay mevzilerinden batarya dürbünüyle 24. Tümen Komutanı'nın gözlemleri de bu durumu açıkça göstermektedir. Alay'ın süvari keşif kolu Akpınar'a kadar ilerlemiş ve Yunan kuvvetine rastlamamıştır.

Öğleden sonraki saatlerde, Batı Cephesi Komutanlığı, Yunan birliklerinin çekilmekte olduğundan artık emindir.

Trikupis: "Altıncı günü, Tümen'in vaziyeti kritik olduğu için, mutlaka lüzumlu olduğuna kanaat getirerek alayların birbirlerini destekleyerek geri çekilmelerini emrettim. Evvela topçu kumandanına, piyadenin çekilişini desteklemesi için birbirini takip edecek topçu mevzilerini tespit etmesini bildirdim. Saat 17'de Türkler, yalnız cepheden değil, fakat sağ kanadımızdan ve bilhassa kuzeyden - daha evvel X. Tümenin çekildiğini söylediğimiz yerden- hücum ederek III. Tümenin arkasını çevirmek istedi. Türklerin geniş bir sahada yaptığı taarruzu durduracak ihtiyat kuvvetimiz olmadığı ve bizim topçu, cephane yokluğundan piyadenin çekilişini destekleyemediği için, daha evvel verdiğim emri tamamlamak üzere bütün tümenin çekilmesi emrini verdim. Geceleyin saat 23 sıralarında Tümen, bizim ile Türkler arasındaki mesafeyi açacak şekilde gerilemeye başladı."

Kayıplar

Türk tarafı

Ölü: 95

Yaralı: 183

Tutsak: 211 (Yunan kaynaklarına göre)

Toplam: 489

Yunan tarafı (Yunan ordusu tarih araştırma bölümüne göre)

Ölü: 51

Yaralı: 130

Toplam: 181

Trikupis'e göre Yunan kayıpları

105'i Subay olmak üzere 2000. (Kayıpların yaralıları içerip içermediği belirtilmemiş.)

Yunan Askeri Ansiklopedisine göre Yunan kayıpları: (TIH,2/3,s.246)

Ölü: 8 subay, 48 er

Yaralı: 9 subay, 145 er

Sonuçları

Türk tarafı, her ne kadar sürekli geri çekilmiş olsa da, Yunan kuvvetlerinin Eskişehir yönünde ilerlemesini durdurmuş olduklarını ileri sürerek savaşı, kesin bir zafer olarak tanımlamaktadırlar. Yunan tarafı ise, harekâtın zaten sınırlı hedefli olduğu ve planlanan hedeflere ulaşıldığı gerekçesiyle bunu reddetmektedirler. Bu tartışmalar günümüzde de sürmektedir.

Savaşı, Türk tarafının zaferi olarak değerlendiren çevrelerde ileri sürülenlerin görüşler temelde, Türk tarafının belirli bir miktar malzeme kaybetmesine, bölgedeki demiryollarının imha edilmiş olmasına karşın, toprak kaybetmediği olgusuna dayanmaktadır. Yunan kuvvetlerinin geri çekilmesinin ise, plan ne olursa olsun, gerek Türk, gerek dünya ve gerekse de Yunan kamuoyunda, Yunan kuvvetlerinin zaferi olarak algılanmadığı ileri sürülmektedir. Çünkü, savaş sonrasında, kazanan tarafın, karşı tarafa iradesini kabul ettirdiği bir antlaşma yoktu.

Savaştan hemen sonra Türk tarafında durum bu şekilde değerlendirilmiş, Ankara'da geniş çaplı kutlamalar yapılmıştır. Gerek Türk kamuoyu, gerekse de Türk Silahlı Kuvvetleri, muharebeleri kesin bir zafer olarak değerlendirmiştir.

TBMM'nin kurmuş olduğu düzenli ordunun Batı Cephesi'ndeki ilk başarısıdır.

TBMM Hükümeti'nin moralinin ve otoritesinin artmasını sağlamıştır. Böylece devlet mekanizması işlemeye başlamış, vergilerin düzenli olarak alınması ve askere alma işlemleri düzen içine girmiştir.

İsmet Paşa, albaylıktan tuğgeneralliğe yükselmiştir.

Bu zafer, yeni Türk devletinin iç durumunu kuvvetlendirmiş ve dıştaki itibarını arttırmıştır. Bunun sonucunda; Sovyet Rusya ile Moskova Antlaşması imzalanmıştır.

İtilaf Devletleri yeni durumu görüşmek üzere Londra Konferansı'nı düzenlemişler ve TBMM'yi konferansa davet etmişlerdir.

İstiklâl Marşı kabul edilmiştir. (12 Mart 1921)

İtilaf devletlerin Yunanistan'a güveni azalmıştır.

Afganistan ile dostluk antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma TBMM'nin Müslüman bir ülke ile yaptığı ilk antlaşmadır.

Birinci İnönü Muharebesinden sonra Teşkilat-ı Esasiye (İlk Anayasa) ilan edilmiştir.

Birinci İnönü Muharebesi'nin önemini Mustafa Kemal Atatürk bu sözlerle ifade etmiştir:

Yeni Türkiye Devleti’nin küçük, fakat millî ülkülü genç ordusu, en dar bir hesapla üç kat üstün düşmanı İnönü Meydan Muharebesi’nde mağlup etti. Strateji sanatının en nazik icabatını isabetle uyguladı. İç hatların kullanılmasında harp tarihine parlak bir misal yazdı...

Mustafa Kemal Atatürk

I. İnönü Muharebesi ile ilgili tartışmalar

Yalçın Küçük, "Türkiye Üzerine Tezler 2" adlı kitabının ön sözünde Birinci İnönü Muharebesi ile ilgili olarak aşağıdaki satırları yazmıştır:

"Genelkurmay yayınlarına ve diğer kaynaklara dayanarak, İnönü'de zafer değil, bir çarpışma (bile) olmadığını gösterdim. Çerkez Ethem ve Mustafa Suphi'yi temizlemeye kararlı Anadolu ihtilalcileri, temizlik hareketini maskeleyecek bir zafer arıyorlardı."

Ancak yukarıda aktarıldığı gibi savaşta karşı tarafta yer almış olan Trikupis bile bu savı yalanlıyor. Ayrıca yukarıda verilen Turgut Özakman'ın kitabında Y. Küçük'ün Ethem'le ilgili iddiaları Türk ve Yunan belgeleriyle çürütülüyor. (Sayfa 488)

I. İnönü Muharebesi'ne ilişkin bilgi veren bazı Yunan kaynakları: Yunan Askeri Tarihi, s.175-189; General Papulas'ın Hatıratı, s.40-41; Tümg. Y. L. Spydironos, Harp ve Hürriyetler, s.110-116; Yarbay T. İ. Hrisohoos, Küçük Asya Savaşında Yunan Süvarisi, s.55-56; Yarbay K. D. Kanellopulos, Küçük Asya Mağlubiyeti, C.1, s.3-4 (T. Özakman'ın kitabından, s.495).

2. Süvari Grubu saflarına katılan milletvekilleri

Mehmet Sami Bey (İçel)

Mehmet Neşet Bey (İstanbul)

Hamdi Namık Bey (İzmit)

Sabit Bey (Kayseri)

Memduh Necdet Bey (Karahisar-ı Şarki)

Abidin Bey (Lazistan)

Ziya Hurşit Bey (Lazistan)

Yusuf Ziya Bey (Mersin)

Rıza Bey (Muş) 

Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!