Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


Türk Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

07 Ocak 2022

Enver Paşa

Enver Paşa (Osmanlıca: انور پاشا, doğum adı: İsmail Enver, اسماعيل انور‎; 23 Kasım 1881 – 4 Ağustos 1922), Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında etkin olan Osmanlı askeri ve siyasetçisi. 3. Ordu ve Kafkas İslam Ordusu komutanlığı yapmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin önemli önderleri arasında bulunmuş, 1913'te Bâb-ı Âli Baskını adı verilen askeri darbeyle cemiyetin iktidara gelmesini sağlamış, 1914'te Almanya ile askeri ittifaka önayak olarak Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'na girmesine öncülük etmiş, savaş yıllarında Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili sıfatıyla askeri politikayı yönetmiştir. Bu savaş sırasında meydana gelen Ermeni Tehciri'ni hazırlayanlardan biridir. I. Dünya Savaşı'nın yenilgi ile sonuçlanması üzerine, Almanya ve Rusya'da Türk halklarının bir araya getirilmesi amaçlı pek çok mücadelede bulunmuştur. 1914'te Padişah Abdülmecit'in torunu (Şehzade Süleyman'ın kızı) Naciye Sultan'la evlenerek Osmanlı hanedanına damat olmuştur. 4 Ağustos 1922'de bir Rus mitralyözü tarafından öldürülmüştür.

Hayatı

Ailesi

Enver Paşa, Babası Hacı Ahmet Paşa
ve kardeşi Nuri Paşa (Killigil)
23 Kasım 1881'de İstanbul Divanyolu'nda dünyaya geldi. Babası bayındırlık teşkilatında inşaat teknisyeni Hacı Ahmet Paşa (kendisi aynı zamanda Malta sürgünlerindendir), annesi Ayşe Dilara Hanım'dır. Annesi Kırımlı bir Türk'tür, Baba tarafından soyu Gagavuz Türklerine dayanır. Ailenin 5 çocuğundan en büyüğüdür. Önce Nafia Nezareti (Bayındırlık Bakanlığı)'nda fen memurluğu yapan daha sonra Surre Emini (Surre-i Hümâyûn Alayı Emini) görevine getirilen ve sivil paşalığa yükselen Hacı Ahmet Paşa'nın tayinleri nedeniyle çocukluğu farklı şehirlerde geçti. Kardeşleri Nuri (Nuri Paşa-Killigil), Kâmil (Killigil-Hariciyeci), Mediha (General Kazım Orbay ile evlenecektir) ve Hasene'ydi (Selanik Merkez Kumandanı Nazım Bey ile evlenecektir). Enver Paşa, Genelkurmay eski başkanlarından Kazım Orbay'ın da kayınbiraderiydi.

Eğitimi

Enver Bey ve Resneli Niyazi Bey
Üç yaşında evlerinin yakınındaki İbtidaî Okulu'na (ilkokul) gitti. Daha sonra Fatih Mekteb-i İbtidaîsi'ne girdi ve ikinci sınıftayken babasının Manastır'a tayin olması nedeniyle bırakmak zorunda kaldı. Yaşı küçük olmasına karşın 1889'da Manastır Askeri Rüştiyesi'ne (ortaokul) kabul edilmeyi başardı ve oradan 1893'te mezun oldu. Eğitimine 15. sırada girdiği Manastır Askerî İdadisi'nde devam etti ve 1896 yılında 6. sırada mezun oldu. Harp Okulu'na geçti ve bu okulu 1899'da 4. sırada piyade teğmeni olarak bitirdi. Harp Okulu'nda okurken kendisi gibi henüz öğrenci olan amcası Halil Paşa ile birlikte tutuklandı ve Yıldız mahkemelerinde yargılanıp serbest bırakıldı. Harp Akademisini 2. olarak bitirdi ve 23 Kasım 1902'de Kurmay Yüzbaşı olarak Üçüncü Ordu'nun emrinde Manastır 13. Topçu Alayı 1. Bölüğü'ne verildi.

Askerliği (ilk dönem)

Manastır, Koçana ve Üsküp'te çeşitli askeri görevlerde bulunduktan sonra 1904'te kolağası (önyüzbaşı), 30 Ağustos 1906'da binbaşı oldu. Ekim 1907'de Manastır civarında eşkiya takibi ile görevlendirildi. 1908 yılına kadar devam ettiği bu görev sırasında Bulgar çetelerine karşı verdiği mücadeleler, onda milliyetçilik fikrinin gelişmesinde rol oynadı. Çatışmalarda bacağından yaralanarak bir ay hastanede kaldı. Bu bölgedeki çalışmalarından ötürü 4. ve 3. Mecidiye, 4. Osmaniye nişanlarıyla altın Liyakat Madalyasına layık görüldü.

Hürriyet kahramanı

Amcası Yüzbaşı Halil Bey ile konuşarak merkezi Paris'te bulunan Jön Türk Hareketi'nin Selanik'teki bir kolu olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'ne (sonraki adıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti) katılmayı kabul etti. (Tahminen Mayıs 1906) Bursalı Mehmet Tahir Bey'in rehberliği ile cemiyete, on ikinci üye olarak kabul edildi. Kendisine cemiyetin Manastır şubesini kurma görevi verildi.

İttihat ve Terakki'nin başlattığı ihtilal hareketleri içinde yer alan Binbaşı Enver Bey, kız kardeşi Hasene Hanım'ın eşi olan ve sarayın adamı olarak bilinen Selanik Merkez Kumandanı Kurmay Albay Nazım Bey'i öldürme planı içinde yer aldı.[ 11 Haziran 1908 günü gerçekleşen suikast girişimi Nazım Bey'in ve onu öldürmekle görevli fedai Mustafa Necip Bey'in yaralanması ile sonuçlanırken Enver Bey, Divan-ı Harb'e sevk edildi. Ancak İstanbul'a gitmek yerine 12 Haziran gecesi dağa çıkıp ihtilal başlatmak üzere Manastır'a doğru yola çıktı. Resne'de Resneli Niyazi Bey'in dağa çıktığını öğrenince Manastır yerine Tikveş'e yöneldi ve cemiyeti orada yaymaya çalıştı. Ohrili Eyüp Sabri Bey de onu izledi. Bu hareket padişah tarafından II. Meşrutiyet'in ilan edilmesinde önemli rol oynadı. Dağa çıkan subaylar arasında en kıdemlisi olduğu ve önemli faaliyetler gerçekleştirdiği için Enver Bey, bir anda “hürriyet kahramanı” olarak kabul edildi, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin askeri kanadının en önemli isimlerinden birisi oldu. Meşrutiyetin ilanından sonra Makedonya Genl Müfettişliği ve Berlin Askeri Ataşeliği gibi görevlerde bulundu.

Berlin Askeri Ataşeliği

5 Mart 1909'da Berlin Askeri Ataşesi olarak görevlendirilen Enver Bey, bu görev sırasında Alman kültürü ile tanıştı ve çok etkilendi. İstanbul'da 31 Mart Olayı'nın patlak vermesi üzerine geçici olarak yurda döndü. İsyanı bastırmak üzere Selanik'ten İstanbul'a giden ve komutanlığını Mahmut Şevket Paşa'nın üstlendiği Hareket Ordusu'na katıldı; hareketin kurmay başkanlığını Kolağası Mustafa Kemal Bey'den devraldı. İsyan bastırıldıktan sonra II. Abdülhamit tahttan indirilmiş, yerine Mehmet Reşat geçmişti. Kurulan İbrahim Hakkı Paşa kabinesinde Harbiye Nazırlığı görevi beklenildiği gibi Enver Bey'e değil, Mahmut Şevket Paşa'ya verildi.

Enver Bey, isyan bastırıldıktan sonra tekrar Berlin'e gitti. 1911'de İstanbul'a döndü ve Sultan Mehmet Reşat'ın yeğeni Naciye Sultan ile nişanlandı. Arnavutluk'ta çıkan isyan üzerine gittiği İşkodra'da isyanın bastırılmasında etkili oldu. Daha sonra Berlin'e geçtiyse de İtalyanların Trablusgarp'a saldırmaları üzerine yurda döndü.

Trablusgarp Savaşı

Enver Bey, İtalyanlara karşı bir gerilla savaşı yürütülmesi fikrini İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerine kabul ettirdikten sonra Kolağası Mustafa Kemal Bey ve Paris Ataşemiliteri Binbaşı Fethi (Okyar) Bey gibi isimlerle bölgeye gitmeye koyuldu. İstanbul'dan bir gemiyle 25 Eylül 1911 tarihinde yola çıktı. Gizli görevde olduğu için önce bir doktor, daha sonra da Suriyeli bir tüccar kılığında yolculuk yaptı. 15 Ekim 1911'de İskenderiye'ye ulaştı, oradan da deve üstünde çok zorlu bir yolculuğun ardından 22 Ekim 1911'de Trablusgarp'a geçti. Bingazi ve Derne'deki kuvvetlerin başına geçti; Hanedan damadı olmasının da kazandırdığı saygınlıkla 20 bin kişiyi seferber etmeyi başardı ve adına para bastırarak bölgeye hakim oldu. Bir yıl süren mücadele sonunda, Balkan Savaşı'nın başlaması üzerine diğer Türk subaylarla birlikte İstanbul'a çağrıldığı için bölgeyi 25 Kasım 1912'de terk etti. İtalyan kuvvetlerine karşı verdiği başarılı mücadele nedeniyle 1912'de yarbaylığa yükseldi.

Balkan Savaşı ve Bâb-ı Âli Baskını

Hareket Ordusu komutanları
ve kurmaylarıyla
Balkan Savaşı'na katılmak üzere diğer gönüllü subaylarla birlikte Bingazi'den ayrılan Yarbay Enver Bey, düşman kuvvetlerinin Çatalca'da durdurulmasında önemli rol oynadı. I. Balkan Savaşı yenilgi ile sonuçlanmıştı. Kamil Paşa hükûmeti, kendilerine Londra Konferansı'nda önerilen Midye-Enez sınırını kabule yanaşıyordu. İttihatçıların kendi aralarında yaptığı ve Enver Bey'in de katıldığı toplantıdan zor kullanarak hükûmeti devirme kararı çıktı. 23 Ocak 1913 günü Enver Bey'in öncü rolü oynadığı Bâb-ı Âli Baskını gerçekleşti. Baskın sırasında Harbiye Nazırı Nâzım Paşa, Yakup Cemil tarafından öldürüldü; Enver Bey, Mehmet Kamil Paşa'ya istifasını imzalattı ve padişahı ziyaret ederek Mahmut Şevket Paşa'nın sadrazam olmasını sağladı. Böylece İttihat ve terakki Cemiyeti askerî darbe ile iktidarı ele geçirmiş oldu.

Bâb-ı Âli Baskını'ndan sonra, Enver Bey, Bulgar ordusu başka cephelerde savaşmakta olduğundan, direnişle karşılaşmadan, 22 Temmuz 1913'te Edirne'ye girdi. Bu gelişme üzerine saygınlığı artan Enver Bey, “Edirne Fatihi” unvanını aldı. Rütbesi albaylığa (18 Aralık 1913), kısa bir süre sonra da generalliğe (5 Ocak 1914) yükseltildi. Hemen ardından istifa ettirilen Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa'nın yerine Harbiye Nazırı oldu. Bu arada, Sultan Mehmet Reşat'ın yeğeni Emine Naciye Sultan ile Baltalimanı'ndaki Damat Ferit Paşa Konağı'nda yapılan düğünle evlenerek “Damad-ı Şehriyari” oldu (5 Mart 1914).

Harbiye Nazırlığı

Harbiye Nazırı olduktan sonra orduda bazı düzenlemeler yapan Enver Paşa, binden fazla yaşlı subayı ordudan tasfiye etti, genç subayları önemli görevlere getirdi. Orduda Fransız modeli yerine Alman stilini uyguladı, birçok Alman subayı Türk ordusunda danışman olarak görevlendirildi. Alaylı subayların çoğunun işine son verdi, ordunun gençleşmesini sağladı. Üniformalar değiştirildi; orduda okur yazarlığın artmasına çalıştı ve bunun için “enveriye yazısı” denilen bir alfabe uygulamaya kondu. Mahmut Şevket Paşa'nın suikast sonucu öldürülmesinden sonra kurulan Said Halim Paşa kabinesinde ve onun görevden çekilmesi üzerine 1917'de kurulan Talat Paşa kabinesinde de devam ettiği Harbiye Nazırlığı, 14 Ekim 1918'e kadar sürdü.

Soldan sağa: II. Wilhelm, V. Mehmed, Enver Paşa

I. Dünya Savaşı'na giriş

Harbiye Nazırı Enver Paşa, 2 Ağustos 1914'te Rusya'ya karşı gizli bir Türk-Alman ittifak anlaşması imzalanmasında önemli rol oynadı. 10 Ağustos'ta Boğazlar'dan girmesine izin verilen iki Alman kruvazörünün 29 Ekim'de Rus Çarlığı liman ve gemilerine saldırması için gerekli onayı verdi. 14 Kasım'da Fatih Camii'nde okunan Cihad-ı Ekber ilanı ile devlet, resmen I. Dünya Savaşı'na katılmış oldu.

Sarıkamış Harekâtı

Enver Paşa Kubbetüs Sahra'yı
 ziyaret ederken (1916)
Enver Paşa, ülke I. Dünya Savaşı'na girdikten sonra Harbiye Nazırı olarak askerî harekâtın yönetimini eline aldı. 3. Ordu'nun Doğu Cephesi'nde Rus kuvvetlerine karşı giriştiği Sarıkamış Kış Harekâtı'nın komutanlığını üstlendi. Ocak 1915'te gerçekleşen harekâtta Türk birlikleri tam bir bozguna uğradı. Enver Paşa, ordunun komutasını Hakkı Hafız Paşa'ya bırakıp İstanbul'a döndü ve savaş boyunca başka hiçbir cephede komutanlık üstlenmedi. Uzun bir süre İstanbul basınında Sarıkamış hakkında herhangi bir haber veya yayın yapılmasına izin vermedi. 26 Nisan 1915'te Harbiye Nazırlığı'nın yanı sıra Başkomutan Vekili olan Enver Paşa, Eylül ayında korgeneralliğe yükseldi.


Ermeni Tehciri

1877-1878'deki 93 Harbi sırasında da yerli Ermenilerin Osmanlı'ya karşı yayılmacı Rus ordularının yanında çarpıştığını ve de cephe gerisinde isyanlar çıkarttığını bilen Enver Paşa, 2 Mayıs 1915'te Dahiliye Nazırı Talat Paşa'ya gönderdiği gizli telgraf ile isyancı Ermenilerin bölgeden uzaklaştırılmasını istedi. Uygulama, Talat Paşa tarafından başlatıldı ve 27 Mayıs'ta Tehcir Kanunu çıkartılarak yürürlüğe konuldu.

1917'de Kut ül-Amare'de İngiliz general Townshend'in tutsak alınması ve Kafkasya cephesinde Ruslara karşı elde edilen başarılar üzerine Enver Paşa'nın rütbesi orgeneralliğe yükseltildi.

İkdam'ın Talat, Enver ve Cemal 
Paşaların yurt dışına kaçışını
duyuran  ilk sayfası, 
4 Kasım 1918.
Yurt dışına kaçışı

Filistin, Irak ve Suriye'de Osmanlı ordusunun İngilizler karşısında sürekli yenilgiye uğraması üzerine Osmanlı Devleti'nin savaştaki yenilgisi kesinleşti. 14 Ekim 1918'de Talat Paşa kabinesi, ateşkes anlaşmalarını kolaylaştırmak için istifa ettiğinde Enver Paşa'nın harbiye nazırlığı görevi de sona erdi. İngilizlerin İttihat ve Terakki üyeleri hakkında yakalatma emri çıkarmasından sonra partili arkadaşlarıyla birlikte bir Alman torpidosuyla yurt dışına kaçtı. Önce Odessa'ya, oradan da Berlin'e gitti; daha sonra Rusya'ya geçti. İstanbul'da Divan-ı Harp, rütbelerini geri aldı ve gıyabında ölüm cezasına çarptırdı. 1 Ocak 1919'da hükûmetçe askerlikten ihraç edildi.

İttihat ve Terakki'yi örgütleme çalışmaları

918-19 kışlarını kimliğini gizleyerek Berlin'de geçiren Enver Paşa, İttihat ve Terakki'yi yeniden örgütleme çalışmalarına girdi. Almanya'daki devrimci ayaklanmalara katılmak için Berlin'de bulunan Sovyet siyaset adamı ve gazeteci Karl Radek ile görüştü ve onun davetiyle Moskova'ya gitmek üzere yola çıktı. Ancak üçüncü denemesinde, 1920'de Moskova'ya gitmeyi başardı ve orada Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin'le, Lenin'le görüştü. 1-8 Eylül 1920 tarihinde Bakü'de gerçekleşen Birinci Doğu Halkları Kurultayı'na Libya, Tunus, Cezayir ve Fas'ı temsilen katıldı. Ancak kongre önemli sonuçlar getirmedi. Sovyetlerin Türkiye ve başka Müslüman ülkelerdeki milliyetçi hareketleri gerçekten desteklemediği izlenimi alarak Ekim 1920'de Berlin'e döndü. 15 Mart 1921'de Talat Paşa'nın öldürülmesinden sonra İttihat ve Terakki'nin başlıca önderi durumuna geldi.

1921'de tekrar Moskova'ya giden Enver Paşa, Ankara Hükûmeti'nin Moskova'ya gönderdiği Bekir Sami Bey başkanlığındaki Türk delegeleriyle görüştü. Anadolu'daki Millî Mücadele hareketine katılmak istediyse de kabul edilmedi. TBMM'de bulunan bazı eski İttihatçılar, onun Mustafa Kemal Paşa'nın yerini almasını istiyorlardı. Temmuz 1921'de Batum'da bir İttihat ve Terakki kongresi topladı. 30 Temmuz'da Ankara'ya Yunan saldırısı başlayınca bir kurtarıcı gibi Anadolu'ya girmeyi umut eden Enver Paşa'nın bu umudu eylül ayında kazanılan Sakarya Meydan Muharebesi ile boşa çıktı.

Enver Paşa Batum'da (1918)

İttihad-ı İslam kurma çabaları

1921 yılının Ekim ayında Orta Asya Müslümanlarını, sömürgeci İngilizlere karşı birleştirme ve bir İslam birliği kurma niyetiyle Teşkilât-ı Mahsusa eski liderlerinden Kuşçubaşı Hacı Sami ve diğer İttihatçılarla birlikte Batum'dan Buhara'ya gitti. Enver Paşa'nın el yazısı vesikalarına sahip olan Murat Bardakçı da Enver Paşa'nın Turancı değil, İslamcı olduğunu yazar. İslam Devleti'ni kurmak için büyük uğraşlarda bulundu ve Ruslara karşı savaşan Basmacıları örgütlenip Basmacı İsyanı'nı başlamasına destek verdi; fakat sonucu değiştirmesi mümkün olmadı.

1922 Şubat'ında komutasında topladığı Basmacı birlikleri ile Duşanbe'yi ele geçirdi ve oradaki Sovyet garnizonunu tutsak aldı. Ardından Horasan üzerine yürüyerek Kızıl Ordu birliklerinin Buhara ve Horasan'dan çekilmelerini istedi. 28 Haziran 1922'deki Kafiran Savaşı'nı kaybettikten sonra dağlara çekilmek zorunda kaldı. 4 Ağustos 1922'de Kurban Bayramı sırasında Tacikistan'da, Belcivan yakınlarında Yakov Arkadiyeviç Melkumov (Hagop Melkumyan) komutasındaki Bolşevik Ruslara karşı yapılan bir çarpışmada Rus mitralyözünün açtığı ateş sonucu hayatını kaybetti ve Çeğen köyüne gömüldü.

Enver Paşa, Ömer Faruk Efendi ve
prensler Gelibolu'da bir geminin güvertesinde

Naaşının Türkiye'ye getirilmesi

Naaşının taşınması, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in Eylül 1995'te yaptığı Tacikistan gezisi sırasında gündeme geldi. Yetkililerin temaslarından sonra, başkent Duşanbe'nin yaklaşık 200 km doğusundaki Belcivan kentine bağlı Obtar köyünde bulunan Enver Paşa'nın mezarı, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Münif İslamoğlu başkanlığındaki uzmanlar ve bilim adamlarından oluşan sekiz kişilik bir heyet tarafından 30 Temmuz 1996'da açıldı. Diş yapısından Enver Paşa'ya ait olduğu anlaşılan cenaze, Tacikistan'daki siyasi karışıklıklar nedeniyle zorlukla başkent Duşanbe'ye getirilebildi. Burada Türk bayrağına sarılı tabuta konularak İstanbul'daki resmi tören için hazırlandı.

3 Ağustos 1996'da İstanbul'a getirilen naaşı bir gece Gümüşsuyu Askeri Hastanesi'nde tutuldu. Ölüm yıl dönümü olan 4 Ağustos 1996 tarihinde, Şişli Camii'nde sekiz imamın kıldırdığı cenaze namazının ardından Şişli'deki Abide-i Hürriyet Tepesi'nde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Kültür Bakanlığı'nca ortak olarak hazırlanan, Talat Paşa'nın yanındaki mezara defnedildi.[26] Törene dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Millî Savunma Bakanı Turhan Tayan, Devlet Bakanı Abdullah Gül, Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna, Kültür Bakanı İsmail Kahraman, ANAP Milletvekili İlhan Kesici ve İstanbul Valisi Rıdvan Yenişen'le Enver Paşa'nın torunu Osman Mayatepek'le diğer yakınları katıldı.

14 Aralık 2021

Osmanlı'dan günümüze isyanlar - 3

Anadolu’da Abaza paşa ayaklanması 1622

Abaza Mehmet Paşa
Abaza Paşa ayaklanması, 1622'de Yeniçeriler tarafından öldürülen Padişah II. Osman'ın kanını dava ederek hareket eden Erzurum beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa'nın Anadolu'nun bir kısmında etkin olarak gerçekleştirdiği ayaklanmadır. II. Osman'ın öldürülmesi üzerine bulunduğu yerlerdeki yeniçerileri öldürterek cezalandıran Abaza Paşa, I. Mustafa ve IV. Murad devrinin bir sorunuydu. I. Mustafa'nın ikinci padişahlığı devrinde ayaklanan Abaza Paşa, yeniçerileri öldürtmekteydi. Doğu Anadolu'dan Sivas'a kadar hedef alınan yeniçeriler dehşete düşmüştü. Yeniçeriler diz kapağındaki yanık üzerinden tanınmaya çalışılınca ilgisiz halk da yeniçeri oldukları iddiasıyla Abaza Mehmed Paşa'nın adamlarınca öldürülüyordu. Ele geçirilen yeniçerilerin boyunlarını vurduran Abaza Mehmed Paşa, 1626'da Dişlenk Hüseyin Paşa'yı da öldürttü. Esir aldığı yayabaşı ve bölükbaşılarından ise dördünü dörder parça ettirip Erzurum Kalesi burçlarına astırdı. Abaza Paşa sorunu ile meşgul olan Damat Halil Paşa bu hususta bir başarı elde edemeyince 1628 yılında IV. Murad tarafından görevden alındı. Bu sırada Abaza Paşa'nın iki adamı İstanbul'da yakalanınca IV. Murad'ın emri üzerine oyulan omuz başlarına mumlar dikilip çarmıha gerilerek binek hayvanları üzerinde İstanbul sokaklarında teşhir edildiler. Sonrasında ise birinin başı kesildi, diğeri de çengele vurularak öldürüldü. Yeni sadrazam Hüsrev Paşa'nın 1628'de düzenlediği sefer neticesinde teslim olan Abaza Paşa, IV. Murad tarafından yine de bağışlandı ve Bosna beylerbeyliğine atandı. Böylelikle Osmanlı için yıllardır sorun olan bir meseleye son verilmiş olundu.

Cennetoğlu ayaklanması 1624 


Balıkesir bölgesinde bir tımarlı sipahi olan Cennetoğlu zamanla halk içine girerek sancakbeyi, kethüda ve ağaların yaptıkları zulümleri ortadan kaldıracağını bildirmek suretiyle taraftar toplayarak Osmanlı'ya baş kaldırmıştır.( 1624)

İlyas Paşa Ayaklanması 1632 

Balıkesir bölgesinde 1632 yılında İlyas Paşa ve çevresindekilerin gerçekleştirdiği ayaklanmadır.
Aslen Balıkesirli'dir. Karesi bölgesinde baş gösteren suhte ve celali isyanlarını bastırarak ün kazanmıştır. 1623'de Anadolu Beylerbeyi olmuştur. Hafız Ahmed Paşa' nın yanında İran seferine katıldı. 1626'da Rumeli beyleri olan İlyas Paşa bir yıl sonra bu görevinden azledildi. Hüsrev Paşa'nın sadrazamlığa getirilmesinden sonra emekliliğini isteyerek Balıkesir'e geçti. Burada etrafında önemli sayılabilecek bir güç toplamaya başladı. Paşa'nın bu hareketinden endişelenen devlet yönetimi kendisine vezirlik ile birlikte Şam beylerbeyliği görevi verdi. Ancak İlyas Paşa görev yerine gitmediği gibi daha fazla kuvvet toplayarak Balıkesir, Bergama, Kaz Dağı ve civarında denetimini sağladı. Osmanlı idaresi devlette yaşanan karışık durum nedeniyle İlyas Paşa'ya müdahale de bulunamamış, bundan dolayı da Paşa bölgedeki gücünü daha da arttırmıştır. Bunun devamında Manisa şehrini ele geçirdi. Bunun üzerine Osmanlı idaresi İlyas Paşa'nın üzerine Anadolu ve Karaman beylerbeylerinin idaresinde bir kuvvet yolladı. Alaşehir ovasında meydana gelen çarpışmada kuvvetleri bozulan İlyas Paşa, savaş meydanından çekilerek Bergama kalesine çekildi. Üç aylık bir kuşatmadan sonra, IV. Murad'ın kendisini affettiğini bildiren ferman üzerine 1636 yılında Anadolu Beylerbeyi Küçük Ahmet Paşa'ya teslim olarak İstanbul'a gitti. Padişahın huzuruna çıkan İlyas Paşa, burada yapılan kısa bir sorgulama sonrasında padişahın emri üzerine öldürüldü.
Şair Nef'i nin meşhur kasidesini yazdığı zattır.

Dürzi emiri Manoğlu İsyanı 1635

1635'de, Lübnan'da isyan çıkaran Dürzi emiri Manoğlu Fahrettin ile oğlu idam edildi. 
Osmanlı'ya isyan eden Dürzi emir. Lübnan Dağlarındaki Dürzi ve Maruni halklarını birleştirmiştir.

Lübnan'ın ileri gelen ailelerinden olan Maanoğulları ailesinden Emir Korkmaz'ın oğlu olarak 1572'de doğdu. Ailesi I. Selim döneminde Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetini kabul etmiştir ve aileye sancak beyi statüsü tevdi edilmiştir. Aile üyeleri Osmanlı'nın onayından geçtikten sonra emirlik makamına geçebilmişlerdir.

Babasının 1585'te ölmesine üzerine Lübnan'da gücünü artırmaya başladı. Kuyucu Murad Paşa ile irtibat kurarak gücünü katbekat artırdı. Osmanlı kendisine Safed sancağını oğluna da Beyrut ve Sayda sancaklarını verdi. Zamanla rakiplerini bertaraf ederek topraklarını genişletti.

Osmanlı'nın İran ve Avusturya ile savaşlarını fırsat bilerek bağımsızlık girişiminde bulundu. Canbolatoğlu Ali Paşa'nın Şam'ı kuşatmasına destek vererek ilk isyan girişimini başlattı. Canbolatoğlu'nun 1607'de yenilgisi üzerine geri çekilerek Kuyucu Murad Paşa'dan af diledi. Affı kabul edilerek sancağı yeniden kendisine verildi. Emellerinden vazgeçmeyerek İtalya'daki Toskana Büyük Dükalığı ile ittifak arayışına girdi ve Marunilerle temasa geçti. Bu gelişmelerle birlikte verdiği vergiyi göndermemesi ve çevredeki sancakları itaati altına almaya çalışması üzerine 1613 yılında üstüne Hafız Ahmed Paşa gönderildi. Zor durumda kalan Fahreddin, emirliği oğlu ve kardeşine bırakarak İtalya'ya gitti.

İtalya'da Papa V. Paulus ile görüşmüş ve papadan büyük bir saygı görmüştür. 1618 yılında emirliğin oğlunda kalması ve hiçbir işe karışmaması şartlarıyla Lübnan'a dönmesine izin verildi. Geri döndükten sonra rakibi Ebu Seyf Yusuf ile anlaşma yaptı ve kızını kendisine nikahladı. Yusuf'un 1624'te ölümü üzerine gücünü daha da artırdı. Oğlu Hüseyin'i, Trablus beyliğine getirtti ve kendisi de Aclun, Nablus sancaklarını uhdesinde topladı. Osmanlı tahtının iç karışıklıklar ile çalkalandığı 1623 yılında Şam beylerbeyinin üzerine yürüyerek esir aldı ve daha sonra serbest bıraktı. Bu vaka ününü artırdı. Avrupa ülkeleri ile sıkı ticari ilişkiler geliştirdi.

Topraklarını Anadolu'ya kadar genişletmesi üzerine bölgenin ileri gelen Arap ailelerinin tepkisiyle karşılaştı. IV. Murad'un gücü eline almasıyla Fahreddin meselesiyle ilgilenmeye başladı. Üzerine Şam Beylerbeyi Küçük Ahmed Paşa gönderildi. Oğlu Ali ile yapılan savaşta oğlu mağlup oldu, kendisi dağlık bölgelere çekildi. Osmanlı'nın harekata devam etmesi üzerine saklandığı yerden çıkarak teslim oldu. Oğulları Mesud ve Hüseyin ile birlikte İstanbul'a gönderildi. 21 Şubat 1635'te ulaştığı İstanbul'da 13 Nisan 1635'te idam edildi. Oğlu Hüseyin İstanbul'da eğitim görerek ileride Osmanlı Devleti'nde önemli görevler ifa etmiştir.

Avrupa ile devamlı olarak dini, ticari ve siyasi ilişkilerini canlı tutmuştur. Fransa kralının isteğiyle manastır yapımına yardımcı olmuş ve eski bir kiliseyi tamir ettirmiştir. Hristiyan çiftçileri Lübnan topraklarına yerleştirerek tarımı canlandırmaya çalışmıştır. Hollandalı ve Fransız tacirlere geniş fırsatlar vererek Beyrut ve Safed'in gelişmesini sağlamıştır. Maruni bir aile yanında yetişmiş ve bir yardımcısı Maruni olmuştur. Marunilerle iyi geçinerek Dürzî Maruni siyasi birliğinin kurulmasını sağlamıştır.

Varvar Ali Paşa Ayaklanması 1648 

Varvar Ali Paşa İsyanı, 1647'de tayin edildiği Sivas beylerbeyiliği sırasında Varvar Ali Paşa'nın çıkardığı isyandır. Osmanlı Padişahı İbrahim'in İpşir Paşa'nın Sivas'taki eşi Perihan Hanım'ı kendisine istemesi ve İstanbul'a getirilmesini emretmesi üzerine Varvar Ali Paşa ayaklandı. Başka birinin eşini Padişah İbrahim'e getirmeyi kabul etmeyerek emri yerine getirmeyen Varvar Ali Paşa'nın görevinden alınıp öldürülmesine karar verildi. Varvar Ali Paşa, onu öldürmek için görevlendirilen askerleri bulunduğu şehre sokmadı. Başka bir yolla İstanbul'a davet edilerek Sivas'tan çıkartılmak istendiyse de bulunduğu yerden ayrılmadı. Ayrıca Varvar Ali Paşa'nın Celâlî olduğu ilan edilerek ona olan desteğin zayıflatılması hedeflendi.

Varvar Ali Paşa, eşini Padişah İbrahim'e vermeyi kabul etmediği İpşir Paşa'nın saldırısına uğradı. Bu saldırı karşısında Varvar Ali Paşa'nın ordusu dağıldı, kaçmaya çalıştığı esnada yakalandı. İpşir Paşa, onu idam ettirdi ve Varvar Ali Paşa'nın kesilen başı İstanbul'a yollandı. İpşir Paşa bunun üzerine Halep valiliği ile ödüllendirildi.

Sultanahmet olayı ve Sipahi ayaklanması 1648 
Atmeydanı Vakası, veya Atmeydanı Olayı ya da Sultan Ahmed Camii Vak‘ası olarak da bilinir, 1648 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'da bulunan Sultanahmet Meydanı'nda gerçekleşen bir ayaklanmaydı.
Sultan İbrahim, 12 Ağustos 1648'de tahttan indirildi. Birkaç gün sonra öldürüldü. 6 yaşındaki oğlu IV. Mehmet (1648-1687 yılları arasında hüküm sürdü) tahta çıktı. Osmanlı İmparatorluğu'nda yeni padişah, tahta çıktığında askerlere cülûs bahşişi verilmesi bir gelenekti. Ancak, devam eden maliyetli Girit Savaşı nedeniyle, padişahın naipleri gerekli bahşişi ödeyemediler. Osmanlı Ordusunun ana süvari birlikleri olan sipahi birlikleri, bahşiş almadıkları için özellikle şikayetçiydi.

Ayaklanma
İki ay sonra hükûmeti yöneten Bâb-ı Âli divanı, Girit'e sipahi birimleri gönderme kararı aldı. Öfkeli sipahiler, diğer bazı haklarını almak için İstanbul'a geldi. Bazı yerel halk da onlara katıldı. Topkapı Sarayı'nın önünde bulunan Bizans dönemi'nden kalma hipodrom olan Atmeydanı adlı meydanda toplandılar. Rumen tarihçi Nicolae Iorga'ya (1871–1940) göre, Sultan İbrahim'in annesi Valide Kösem Sultan, güruhu gizlice destekledi. Bazı devlet adamlarının idam edilmesi talepleri de dahil olmak üzere talepler daha da aşırı hale geldi, ancak hükûmet bunların çoğunu başlangıçta olumlu karşıladı. Olay yerine gönderilen müzakerecilerden biri, aslında yeniçeri birliği üyesi, güruh tarafından öldürüldü. Bu durum karşısında saraya sadık yeniçeriler ile sipahiler arasında gerginlik ortaya çıktı. Daha iyi organize olmuş yeniçeriler, kanlı geçen çatışma sonrası sipahileri yendi.
Sonraları
Sipahilerin başlattığı ayaklanma bastırıldı. Ancak yeniçeriler daha fazla güç kazandı ve bu durum kısa süre sonra İstanbul'da huzursuzluk yaratmaya başladı. İmparatorluğun sıkıntılı yılları, 1656'da Köprülüler Devri'nin başlangıcına kadar sürdü.


Haydaroğlu Mehmet Bey ayaklanması 1648

Haydaroğlu Mehmet, I. İbrahim ile IV. Mehmet’ in ilk yıllarını içeren dönemindeki Celali isyanları' nda önderlik etmiş kişilerdendir.

Bir kadıyı öldürdüğü için 1640’ta dağa çıkan ve daha sonra Eskişehir-İzmir arasında kervanları ve tüccarları soymaya başlayan eşkıya Kara Haydar’ın oğludur. Vezir-i azam Kemankeş Kara Mustafa Paşa zamanında (1638-1644) üzerine asker gönderilen ve Uluborlu’da Veli Baba Tekkesi’ nde öldürülen babasının intikamını almak için eşkıyalığa başladığı rivayet edilir. İntikam duygusunun yanı sıra 1647’de Vezir-i azam olan Hezarpare Ahmed Paşa’dan birkaç defa sancak beyliği talebinde bulunmasına rağmen bu makamı elde edemeyişinin de eşkıyalığa başlamasında etkili olduğu söylenmektedir.

Haydaroğlu Mehmed’in eşkıyalığa başlama tarihi 1647 olarak belirlenmekle birlikte daha önce İran’dan, Arap topraklarından ve İzmir’den Bursa ve İstanbul’a giden kervanları Ankara, Saruhan ve Hamidili arasında yağmalama faaliyetlerinde bulunduğu tahmin edilmektedir. Eskişehir’in kuzeyinde bulunan Söğütdağı’ nı kendisine merkez edinerek zamanının ünlü birçok eşkıyasını yanında topladı. Bunların en önde geleni Katırcıoğlu idi. Bir ara taraftarlarıyla birlikte devlet hizmetine girerek sancak beyi olmak isteyen Haydaroğlu, sadrazama önemli miktarda rüşvet göndermesine rağmen bu görevi elde edemedi. Bunun üzerine eşkıyalık faaliyetlerini artırdı ve Akşehir-Ilgın arasında hac kervanına saldırdı. Bu bölgedeki bütün yolların kontrolünü elinde tuttu. Bölgedeki çiftçileri ve ileri gelenleri kendisine tâbi olmak zorunda bıraktı.

Karaman Beylerbeyi İbşir Mustafa Paşa serasker tayin edildi ve Anadolu Beylerbeyi İbrahim Paşa ile yardımlaşarak Haydaroğlu’nun isyanını bastırmakla görevlendirildi Emrindeki kuvvetlerle Haydaroğlu’na karşı harekete geçen İbşir Mustafa Paşa Söğütdağı’nda kuşatmasına rağmen onu ele geçiremedi (1648). IV. Mehmed devri başlarında Anadolu Beylerbeyi Ahmed Paşa Haydaroğlu üzerine gönderildi. Ahmed Paşa Afyonkarahisar yakınlarında yenildi (1648) ve Katırcıoğlu tarafından öldürüldü. Ahmed Paşa’nın safında yer alan güvensiz sarıca ve sekban bölükleri Haydaroğlu tarafına geçtiler. Haydaroğlu’nun gücü, prestiji hayli arttı ve bu durum merkezdeki yöneticileri endişeye sevketti. Ketenci Ömerpaşazâde Mehmed Paşa Anadolu beylerbeyliğine tayin edildi ve sınırsız yetkilerle donatılarak Haydaroğlu meselesini halletmesi istendi. Haydaroğlu, kendisine bir görev verilmesi şartıyla eşkıyalığı bırakmayı teklif ettiyse de bu teklif hükûmet merkezi tarafından kabul edilmedi. Bunun üzerine Haydaroğlu Afyonkarahisar’ı yağmaladı ve Isparta’ya geçti.

Hamidili sancağı mütesellimi Abaza Hasan Paşa Haydaroğlu’nun kuvvetlerini Isparta yakınlarında ani bir baskınla dağıttı, çıkan çatışmada Haydaroğlu ayağından yaralandı. Yaralı olduğu halde kaçmayı başardıysa da fazla uzaklaşamayarak yakın bir köye sığındı. Bu durumu haber alan Abaza Hasan Paşa köyü kuşatıp Haydaroğlu Mehmed’i teslim aldı. Haydaroğlu daha sonra İstanbul’a getirildi ve 1648’ de Parmakkapı’da idam edildi.


Gürcü Nebi İsyanı 1649

Başlıca Celali ayaklanmalarında biridir. 1649 yılında Gürcü Nebi tarafından başlatılmıştır.

01 Aralık 2021

Hazarlar (Hazar Kağanlığı)

Hazar Kağanlığı ya da kısaca Hazarlar (Tatarca: Xäzärlär; Arapça: خزر; Rusça: Хазары;  Latince: Gazari/Cosri/Gasani), 7. ve 11. yüzyıllar arasında; Hazar Denizi'nin çevresinde; Van Gölü'nden, Karadeniz kıyılarından, Kiev'e; Aral Gölü'nden, Macaristan'a kadar olan geniş topraklarda hüküm sürmüş, Doğu Avrupa'da düzenli bir Türk devletidir. Hazar kelimesi, gez(mek) anlamına gelen kaz- kökünden türemiştir. Ka-zar; gezer yani serbest dolaşan, bir yere bağlı olmayan anlamına gelmektedir. Hudūd al-'Ālam adlı esere göre, Hazar Kağanları Ansa' sülalesindendir (bunun Batı Göktürk'ün Aşina olduğuna dair iddialar bulunmaktadır) ve Orta Asya'dan gelmişlerdir. Hazarların bir süre Büyük Hun Devleti'ne bağlı kavimler arasında bulunmuş olmaları ihtimali vardır. 586'dan sonraki Bizans kaynaklarında Hazarlar, "Türkler" olarak geçmektedir.

İslamiyet'ten önce Türklerin tamamına yakını Tengrici olmasına rağmen Hazar Kağanı ve yönetim kademesindeki Türklerin çoğu, 740'lı yıllarda Museviliği benimsemiştir. Birkaç akademisyen, Hazar Türklerinin birçok Doğu Avrupa ve Rus Yahudisinin ataları olduğunu düşünmektedir. Tüm bunların yanı sıra Hazarlar dini toleransın yaygın olduğu ve Tengriciliğin serbestçe yayıldığı bir toplumdu.

10. yüzyılın başına kadar genişlemesini sürdüren ve Hazar Denizi'ne adını veren Hazarlar, daha çok Halife Osman'ın başında bulunduğu İslam Devleti ve Sasanilerle savaştılar. Kağanlık doğudan gelen Peçenekler sebebiyle zayıfladı ve Kiev Knezliği tarafından yıkıldı.

Hazarların kökeni

Hazarların etnik kökeni hakkında kesin bir kanıt olmamakla beraber bu konuda çeşitli araştırmalar yürütülmüştür. Bu konuda araştırma yapmış bazı SSCB'li tarihçilere göre, Kuzey Kafkasya'nın yerli halklarından biridir. D.M. Dunlop ve P.B. Golden adlı araştırmacılarsa Hazarların, Tiele veya Uygur soyundan geldiğini kabul etmektedirler. Fransız araştırmacı tarihçi René Grousset, Hazarlar'ın Rouran Kağanlığı'nın iktidalarının Göktürkler tarafından ele geçirilmesi sonucunda batıya göçeden Türk halklardan biri olduğunu öne sürmektedir. El-Mesûdî'ye göre Hazarlar, Sabar Türklerinin devamıdır ve "Hazar" adıyla Bizanslı ile İranlılar tarafından tanınmışlardır fakat aynı zamanda "Türk" olarak da anılmışlardır. D. M. Dunlop, Çin kaynaklarında "T'u-küe Ho-sa-K'o-sa" (突厥可薩部) adı ile zikredildiğini ortaya çıkarmışsa da Peter Golden, Hazarlar ile Uygurlar arasında bir bağlantı kurmanın mümkün olmadığını ve gerçek bağlantının Ogurlar arasında var olduğunu belirterek Dunlop'a karşı çıkmıştır. Bazı bilim adamlarına göre "Hazar" adı "gezgin" anlamına gelen -kaz kökü ve "adam" anlamına gelen er ekinden türetilmiştir. Eski Rus kayıtlarında Hazarlar "Beyaz Ugriler", Macarlar da "Kara Ugriler" olarak anılmaktaydı. Yunan tarihçi Günah Çıkartıcı Theofanis kayıtlarında, Hazarları "doğudan gelen Türkler" olarak ifade eder. Hazarcanın, eski Türk dili ve Uygurcanın etkisinde kalmış, Hunca ve Bulgarca gibi Türk dillerinin Oğur öbeğine bağlı olduğu görüşünde birleşen araştırmacılar da vardır. Hazarların çağdaşı olan Arap seyyah ve coğrafyacı İbn Havkal ve İstahrî, Hazar ismini; ne bir milletin, ne de bir halkın ismi olduğunu belirtip sadece başkenti İtil olan ülkeye verilen isim olarak nitelemişlerdir. Hayfa Üniversitesi'nden Dr. Simon Kraiz, Dimitri Vasilyev'in bulgularına dayanarak, Eylül 2008'de Hazarlardan kalma Samosdelka köyünde bulunan yazılarda Hazarların; Ruslar, Gürcüler, Ermeniler ve diğer milletler hakkında birçok yazı yazdığını keşfedildiğini belirtmiştir. Buna rağmen Hazarlar, kendileri hakkında neredeyse hiçbir şey yazmamışlardır.


Hazarları; Ak-Hazarlar. ve Kara Hazarlar olarak ikiye ayıran İstahrî, Ak Hazarların çarpıcı bir yakışıklılığa, mavi göze ve kırmızımsı bir saça sahip olduklarını; bunun yanında Kara-Hazarların sihayımsı derili bir çeşit Hint olduğunu ileri sürer. Bununla birlikte, bilim adamları bunun bir ırk ayrımı değil, sosyal bir sınıflandırma olduğu konusunda fikir birliği içerisindelerdir. Buna göre Kara Hazarlar aşağı tabaka, Ak Hazarlar ise soylular sınıfı ve kraliyet mensuplarıdır. Her ne kadar İstahrî'nin Ak ve Kara Hazarlar için yaptığı bu tanımının aslen bir sosyal sınıflandırma olduğu düşünülse de, o döneme ait başka kaynaklarda da Hazarların görünüşlerine dair benzer tanımlara rastlanmaktadır. Buna göre İbn Rabbihî Hazarların açık tenli, siyah saçlı ve mavi gözlü olduğunu söyler. İbn Sa'd El-Mağribî de buna katılarak "Onlar beyaz tenli, mavi gözlü, kızıl saçlı ve iri vücutludurlar." der. Ayrıca sahaf Nedîm de Türkler, Bulgarlar ve Alanlarla birlikte sıraladığı Hazarları da "sarışın" olarak niteler.

Türk tarihçi Yusuf Halaçoğlu ise Hazar Kağanlığı'nın Beğdili boyu tarafından kurulduğunu iddia etmiştir.

Kağanlığın kuruluşu

Sabir Türkleri'nin ve Batı Göktürk boylarının devamı olan Hazarlar, Göktürk birliği döneminde Göktürklerin Batı kanadını oluşturmaktaydı. Göktürklerin yıkılmasından sonra bağımsızlaşıp, Kuban Irmağı'yla Azak Denizi arasındaki araziye yerleşmişlerdir. Bu bölgedeki diğer Türk kavimlerini içlerinde eritip 7. yy ile 10. yy arasında Hazar Denizi ile Karadeniz'in kuzeyinde egemenlik kurmuşlardır. X. yüzyıl İslam tarihçisi Mes'udî, İranlıların Hazar adını verdikleri kavime Türklerin Sabar (Sabir) dediklerini bildirmektedir. Ayrıca bu bölge doğudan batıya doğru gelişen büyük göç hareketlerinin yolu üzerinde bulunduğundan; Hun, Ogur, Fin-Ugor ve Avarlardan kalan kütleler de burada hayatlarını devam ettirmişlerdir. Hazarların Orta Asya'dan bu bölgeye gelmelerinin tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Hazarlar hakkında bilgi veren Gürcü kaynaklarına göre, Hazarlar bu bölgeye milattan önceki devirlerde gelmişlerdir. Hazarların tarih sahnesine çıkışları kaynakların ifadesine göre, 2. yüzyılın sonlarına doğru olmuştur. 198 yılında Barsiller'le beraber Ermenistan'a saldırmışlardır.3.yüzyılın başlarından 4.yüzyılın ortalarına kadar Ermenistan bölgesinde Bizans'a karşı Sasani Devleti'yle beraber savaşan Hazarlar, 4. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Sasanilerin Ermenistan'ı ele geçirip komşularına karşı istilacı bir siyaset izleyince, Hazarlar bu defa Bizans'la anlaşarak, onlara karşı savaşmaya başlamışlardır. 363 yılında Bizans imparatoru Julian'ın Ermenistan'da bulunan Sasanilere karşı yaptığı savaşa Hazarlar da katılarak Bizans'a yardım etmişlerdir. Bunun üzerine Sasaniler, Kafkasya'da bulunan kabilelerle anlaşarak onların Hazarlara saldırmalarını sağlamışlardır.

Hazarlar, 5.yüzyılda, Attila'nın 434 yılında Hun imparatoru olması üzerine bir süre Hunlara tâbi olmak zorunda kalmışlardır. Ancak Attila'nın ölümünden sonra dağılan Hun İmparatorluğu'ndan ayrılan Hazarlar, yeniden Sasani topraklarına saldırmaya başlamışlardır. Bu durum karşısında Sasani imparatoru, Bizans'tan yardım istemek zorunda kalmıştır. Bundan sonra Hazarlar ile Sasaniler arasındaki savaşlar 558 yılından itibaren sürekli olarak devam etmiş ve Sasani hükümdârı Derbent ve Kafkasya'daki geçitlerde bir dizi kaleler inşa ettirmiştir. 5. yüzyılda ortaya çıkan Avarlar da bir süre Hazarları hâkimiyetleri altına almışlardır. Sasani hükümdârı Anuşirvan, Hazarlara karşı Derbend (Bâb el-Ebvâb) kalesini yaptırmıştır. İyice kuvvetlenen Hazarları yenemeyeceğini anlayan Anuşirvan onlarla dost olma yoluna giderek, onlardan gelecek tehlikeleri önlemeye çalışmıştır. Hazarlar, 626-627 yıllarına doğru Bizans imparatoru Herakleios'la anlaşmaya varıp kumandan Çorpan Tarhan önderliğinde, Aras Nehri'ne kadar bütün Azerbaycan'ı ele geçirerek bazı Ermeni kitlelerini egemenliği altına almışlardır. 628 yılında kış mevsiminin başlaması yüzünden o yıl alınamayan Tiflis; ancak 629 yılında Hazar kumandanı Çorpan Tarhan'ın başarıyla yürüttüğü harekât neticesinde Hazar Yabgusu tarafından zapt edilmiştir. Böylece Sasaniler artık büyük bir devlet olmaktan çıkarılmış ve Hazar Hakanlığı, İran karşısında Bizans'ın en iyi müttefiki haline gelmiştir. Bu sırada Hazarlar, henüz bağımsız bir devlet değillerdi. Fakat Göktürk Devleti'nin 582 yılında Batı ve Doğu Göktürk Devleti olarak ikiye ayrılmasından ve daha sonra da Batı Göktürk Devleti'nin yıkılmasından sonra kendi başlarına bağımsız bir hanlık olarak tarih sahnesine çıkmışlardır. Süratle siyasi ve askerî nüfuzlarını genişleten Hazarların tam bağımsız bir devlet haline gelmeleri ise 630 yılını bulmuştur.

Kağanlığın yükselişi

Kağanlığın yayıldığı alan; Batı Göktürk İmpartorluğu'nun batıda en uçta kalan noktalarıydı: Kırım, Kafkasya, Dinyeper, Don Nehri ve Volga arası ile Hazar Denizi çevresidir.

Hazar-Arap ilişkileri

Hazar-Bizans işbirliği karşısında zayıflayan Sasani İmparatorluğu, 632-634'lerde İslam kuvvetleri tarafından çökertilip İran toprakları Arapların eline geçince "İslam İleri Harekâtı" bir yandan Ermenistan yolu ile Kafkaslar'a doğru bir yandan da Suriye üzerinden Anadolu içlerine kadar gelişmeye başlamıştır. Araplarla Hazarların mücadeleleri şiddetli ve devamlı olmuştur. İlk büyük taarruz, 651-652 yıllarında Halife Ömer zamanında yapılmış ve İslam orduları Hazar topraklarına girip Derbent'i alarak Hazarların bu sıralardaki başkentleri olan Belencer'e kadar ilerlemiş ancak Hazarlar tarafından geri püskürtülmüşlerdi. Belencer'in Araplar tarafından istila edilmesinden sonra Hazarlar, başkentlerini Aşağı İdil civarına nakletmişlerdir. Daha sonra güneye doğru ilerleyerek Ermenistan'a girmişlerdi.

Karadeniz'in kuzeyindeki Büyük Bulgarya Hanlığı'nın kuvvetli Hazar genişlemesi karşısında dayanamayarak İdil Bulgarları ve Tuna Bulgarları olarak ikiye ayrılması sonucunda Dinyeper'e kadar olan düzlükler Hazarların eline geçmiş ve Hakanlık, Kafkasların güneyinde de İslam İleri Harekâtı'na karşı yolları kapamıştı. 7. yüzyıl sona ermeden Hazarlar, Kırım'ı ele geçirip Azak Denizi çevresinde tam bir hâkimiyet sağlamışlardır ve böylece Hazar Denizi'nden Dinyester'e Kafkaslar'ın güney eteklerinden Oka Nehri'ne kadar bütün bölgeyi ve Kırım'ı ellerine geçirmişlerdir. 651-652'deki ilk karşılaşmadan sonra Halife Osman'ın 656'da şehit edilmesinden ve Halife Ali'nin halife seçilmesinden sonra meydana gelen karışıklıkların Kafkaslar yönündeki İslam saldırılarını azaltması üzerine harekete geçen Hazarlar, Arrân'a kadar indiler.

Hazar-İslam savaşları yaklaşık yarım asırdan fazla süren sınır boyu çarpışmalarıyla devam etmiş ve daha sonra da İslam orduları, Emevi Halifesi Muaviye zamanında Kafkas taarruzlarına yeniden başlamıştır. Ancak Arapların 717'de İstanbul'a yürümek üzere Kafkaslar'dan ayrılmak zorunda kalmasıyla, Hazar taarruzu karşısında kalan diğer Arap kuvvetleri geri çekilmiştir. Bunun üzerine Hazar ordusu 717-718 yıllarında Şirvan'a girmiş ve Azerbaycan'ın büyük bir kısmını işgal etmiştir. Bundan sonra Kafkaslar bölgesi, iki devlet arasında sürekli el değiştirdiği için İslam orduları, Kafkasya'nın kuzeyinden öteye geçememişlerdir. Hazarlar, Kafkasya'da ilerleyen Araplara karşı, 731'de büyük bir güç toplayarak karşı saldırıya geçip Arapları ağır bir mağlubiyete uğratarak, geçmişte Hazarlara karşı birtakım başarılan kazanmış, Ermenistan valisi Cerrah'ı öldürdüler. Hazar ordusu bu savaşta Musul önlerine kadar gelmiştir. Araplar böylece tekrar Azerbaycan'a gerilemek zorunda kaldılar. Buna karşı Sait El-Hareşi komutasında yeniden toparlanan Araplar, Hazarları geri püskürttüler.

732-733 yıllarında daha sonraları halife olacak olan Mervan bin Muhammed, Ermenistan'a ve Azerbaycan'a vali tayin edildi. Araplar en önemli başarılarını onun zamanında elde ettiler. Araplar, Semender ve birkaç Hazar şehrini de ele geçirdiler. Bu savaşta ölü ve esirler veren Hazar hakanı, Arap hâkimiyetini ve İslamiyet'i kabul etmek şartıyla barışa razı oldu. Bunun üzerine, yapılan antlaşmaya göre başkent İdil'de iki fakih kalacak ve Hazarlara İslamiyet'i öğretecekti. Ancak Hazar hakanının Müslümanlığı çok uzun sürmemiş ve hakan, Arapların gitmesini müteakip eski dinine dönmüştür. Böylece de İslamiyet, gerek Hazarlar arasında gerekse de bu topraklardaki diğer kavimler arasında güçlü bir şekilde yayılma fırsatı bulamamıştır. Mervan'ın bu seferinden sonra İslam-Hazar ilişkileri genellikle dostane seyretmiştir. İslam halifeliğinde Abbasiler'in iktidara geldiği, 763'ten sonra, Arap-Hazar mücadeleleri eski hızını kaybetmiştir.

Hazarların Müslüman ülkelerine son akınları Halife Harun Reşid zamanında olmuştur. Halife Harun Reşit, kumandanı Yezid'i Hazarların üzerine göndermiş ve o da Hazarları Ermenistan'dan çıkarmayı başarmıştır. Bundan sonra Arap kaynaklarında Hazarların hücumlarından bahsedilmemektedir. Böylece Güney Kafkaslar'da hâkimiyet için yapılan Arap-Hazar mücadelesi sona ermiştir.

Hazar-Bizans ilişkileri

Hazarlar, 7. ve 8. yüzyıllarda nüfuzlarını arttıran Hazarlara, 7. yüzyılda Kırım Gotları tâbi olmuşlardır. Hazarlar 787 yılında Güney Kırım'daki Doros (şimdiki Mangup) kalesini ele geçirmişler ve böylece Gotların Kırım'daki hâkimiyetini sona erdirmişlerdir. 8. ve 9. yüzyıllarda büyüyerek sınırları batı ve kuzey yönünde genişleten Hazar Kağanlığı, Doğu Avrupa'nın güçlü devletlerinden biri olarak her kavimden belli şartlara göre vergi almıştır. Karadeniz'in kuzeyi, Karadeniz sahilleri, Kuban Nehri boyları ve Kırım'ın Hazarların eline geçmesi üzerine Bizans ile Hazarlar arasındaki ilişkiler büsbütün sıklaşmıştır. 695 yılında askerî bir darbeyle tahttan indirilen II. Jüstinyen, Kırım'daki Gotların yanına kaçmış, Gotlar da onu Kırım'ın o zamanki hakimi olan Hazar hakanı Busir'e teslim etmişlerdir. 704'te Busir, kızkardeşini II. Justinianos ile evlendirmiştir. Tarihçi Günah Çıkartıcı Theofanis'e göre; Bizans'ın yeni imparatoru III. Tiberius, 705'te II. Justinianos'un ölü ya da diri yakalanıp kendisine teslim edilmesi karşılığında büyük bir armağan teklif etmesi üzerine Busir, Tmutarakan temsilcisine II. Justinianos'un ölüm talimatını verdiyse de II. Justinianos, karısının yardımıyla kurtularak Konstantinopolis'e döndü ve Bulgar hükümdarı Tervel Han'ın yardımıyla tekrar tahta geçti. Bu arada Cherson'u ele geçiren Hazarlara 710'da savaş açtı. Cherson'u ele geçirmesine karşın Hazar hakanından da yardım alan Chersonlu isyancılar, Kırım'ı ele geçirdi. Bu sırada savaşa giden ordu, 711'de Filippikos'in tarafına geçti ve II. Jüstinyen asıldı.

Araplar karşısında Hazarlar ve Bizanslıların beraber hareket etmesi III. Leon zamanında da devam etmiş ve III. Leo, oğlu V. Konstantinos'u Hazar Kağanı Bihar'ın kızıyla evlendirmiştir. Bu evlilikten doğan Hazarlı Leon 775'te tahta çıkmıştır. Kurulan akrabalık bağlarıyla birlikte iki ülke arasında ticari ilişkiler gelişti. Hazarlar da 834-835 yıllarında saldırılardan korunmak için Sarkel Kalesi'ni yaptırmak isteyince, Bizans imparatoru Theofilos'a elçi göndererek kendisinden destek de aldılar. Hazar-Bizans ilişkileri, imparator Romanos Lekapenos döneminde Bizans'ın Yahudilere olan tutumu nedeniyle bozulmuştur. Bu yüzden Bizans'tan kovulan birçok Yahudi, Hazar ülkesine sığınmış ve 932 yılında Bizans'la Hazarların arası tekrar açılmıştır. Bunun üzerine Hazar hakanı ülkesindeki Hristiyanları takibe başlamış, bunu duyan I. Romanos da Kiev Knezi I. İgor ile anlaşarak onu Hazarlara karşı bir sefer düzenlemeye ikna etmiştir. Bir süre sonra Bizans-Hazar ilişkileri daha da bozulmuş ve Bizans; Uz, Peçenek, As ve Alan kabileleriyle anlaşarak onları Hazarlara karşı saldırtmışsa da Hazarlar bu saldırıları geri püskürtmüşlerdir.

Hazar-Rus ilişkileri

Rus-Hazar ilişkileri yıllıklara göre 859'da başlamıştır. Yıllıklarda 859 olayları anlatılırken: "Hazarlar, Rus kabileleri olan Polyan, Severyan, Radimiç ve Vyatiçler'den her ev başına bir sincap kürkü ile gümüş para aldılar." şeklinde geçmektedir. Rurik'in yerine geçen Novgorod Knezi Oleg bu duruma bir son vermek için 884 yılında Severyanların üzerine gidip, onların Hazarlara vergi ödemelerini istemediğini söylemiştir. 884 yılında Ruslar, diğer Slav kabileleriyle birleşerek Hazarlara karşı birlik meydana getirdiler ve Hazarları iyice zayıflattılar. 892 yılında Ruslar, 55 gemiyle Hazar Denizi'ne inmişler; Ciyl ve Deylem sahillerine, Taberistan ve Abiskon topraklarına asker çıkarıp, çevreyi yakıp yıkmışlar ve topladıkları ganimetlerle geri dönmüşlerdir. Geri dönüşleri sırasında da elde ettikleri ganimetlerin bir kısmını Hazar Hakanı'na vergi olarak vermişlerdir. Ancak; Rusların yaptıklarını öğrenen Hazar Hakanı'nın Müslüman askerleri, hakandan Ruslara saldırmak için izin istemişler ve bu izni alarak Ruslara saldırmışlardır.

9. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ruslar, Hazar ülkesinde özellikle ticari alanda etkili olmaya başlamışlardır. Rusların sahip olduğu bu rahatlık, Kiev Knezi I. İgor'un Kiev şehrini ele geçirerek buraya yerleşmesini sağlamıştır. Girdiği uzun mücadeleler sonucunda Dinyeper Nehri üzerinden Karadeniz'e inen büyük ticaret yolunu ele geçirerek, bazı Slav kabilelerini Hazar egemenliğinden almıştır. Ruslar, yine bu bölgede Hazar hâkimiyetine son vererek, dağınık bir halde yaşayan Slav kavimlerini bir daire altında toplayarak devlet haline getirmişlerdir. Ruslar, ilk defa 913'te Hazar Kağanlığı'na bir sefer düzenlemişlerdir. Ona göre bu Rus akını Hazar Hakanı'nın izniyle olmuş ve Ruslar elde edecekleri ganimetlerin bir kısmını hakana vermişlerdir. Ancak Hazar hakanı 925'te kendisinin izni olmadan Rusların tekrar bir akın düzenlediğini öğrenince, kuvvetlerini göndererek geri dönen Rusların yolunu kesmiştir. İgor'un 935'lerde tekrar Tmutarakan şehrine saldırdığı bir sırada Bizans da Rusların yardımıyla Kırım'daki Hazar topraklarına saldırıp bir kısmını ele geçirmişlerdir. Hazar kağanı II. Aaron, buna 939'da bir misilleme yapmış ve Kırım'ı tahrip etmiştir. Hazarlar, İgor'un 941'de Bizans'a yaptığı sefer sırasında da Bizans donanmasını imha etmişlerdir. 944'te Ruslar, o dönemde Müslüman Kafkasya'nın merkezi olan Azerbaycan'ın Berde şehrine kadar inerek her tarafı yağmalamışlar; ancak Hazarlar onlara karşı hiçbir tedbir almamışlardır. I. Svyatoslav, 965'te Hazarlar üzerine yürüdü ve Sarkel'i aldı. I. Svyatoslav daha güneye inerek Peçenek ve Uzları Hazarlar üzerine saldırttı. Sonra Kerç Boğazı'nı ve Kafkasya'nın Kuban sahillerini ele geçirdi.

Hazar-Diğer Türk boyları ilişkileri

9. yüzyılın ortalarına kadar gelişmesini sürdüren Hazar Kağanlığı, topraklarında yaşayan Türk kavimleri tarafından 9. yüzyılın sonlarına doğru birtakım saldırılara uğramıştır. Doğudan gelen Kıpçak ve Uzların Hazar ülkesine saldırmasına karşın Hazarlar bu saldırıyı durdurdu ancak, onları tam olarak mağlup edemediler. 854 yılında Kabarlar, daha sonraları Macarlar ve Bulgarlar, Hazar hakimiyetinden ayrılmışlardır. Ayrıca doğudan gelen Peçenek saldırıları da Hazar Kağanlığı’nın zayıflamasında etkili olmuştur. Peçenekler 860-880 yılları civarında Uzların baskısından kurtularak Hazar yurdu içinden batıya doğru geçmişler ve İdil Nehri'ni aşarak Don ve Kuban boylarına gitmişlerdir.

Volga boylarına yerleşen Macarların Hazarların idaresinde teşkilatlanması sonucu Arpad Hanedanı ortaya çıkmıştır. 9. yüzyılın sonlarına doğru Bulgarlar ve Peçenekler, Macarlara saldırınca, Hazarların himayesindeki bu devlet yıkılmış ve Macarlar bu olaydan sonra bugünkü Macaristan'a yerleşmişlerdir. 9. yüzyılın başlarında Peçenekler, Hazarlara yeniden saldırmışlar, fakat Oğuzların Hazarlara yardım etmesi sonucu Peçenek saldırısı savuşturulmuştur. 965'teki Rus seferinden sonra eski gücünü kaybeden Hazarların yıkılmasında Ruslar birinci derecede etkiliyken diğer Türk boyları ikinci derecede etkili olmuştur. Gerek Peçenek, Uz, Kuman-Kıpçak gibi Türk boylarının saldırıları gerekse 970'ten itibaren Hazarların hakimiyeti altında yaşayan kabilelerin birer birer kopmasıyla Hazarlar büyük bir güç kaybına uğramıştır.] Hazarların bir kısmı 965'ten sonra Kırım'a; diğer bir kısmı da Hazar Denizi ile Kafkaslar arasındaki bölgeye çekilerek varlıklarını devam ettirmişseler de zamanla Hazarların kontrolünden çıkan topraklardaki Hazarlar arasındaki bağlantı çeşitli Türk boyları tarafından kesilmiştir. Doğu kaynaklarının Kıpçak, Bizans kaynaklarınınsa Kuman dedikleri boyların, Batı Sibirya'dan ayrılarak Volga boylarına doğru ilerlemesi, Hazarların Harezm ve Türkistan'la olan ilişkilerini kesmiş ve buralarla olan ticari ilişkilerini bitirmiştir. Askerî ve ekonomik yönden buhran yaşayan Hazarlara son darbeyi Kıpçakların indirmesinden sonra Hazarlar, bir müddet daha Kırım’da kalsa da 11. yüzyıl içerisinde bir kısmı Kumanlara bir kısmı da Ruslara karışarak onların içerisinde kaybolup gitmişlerdir. Kuman-Kıpçak ülkesi de 1299’da Moğollar tarafından istilaya uğramıştır.

Kağanlığın çöküşü

Bizans ile Hazarlar arasındaki siyasi rekabet, Kırım üzerinde hakimiyet kurma isteğinden dolayı çıkmıştır. Hazarlar, I. Svyatoslav'ın güneye inerek Kerç Boğazı'nı ve Kafkasya'nın Kuban sahillerini ele geçirmesinden sonra Azak ve Kırım taraflarında varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bizans kaynaklarına göre, Ruslar ve diğer Türk boylarıyla anlaşıp Hazar Devleti'nin yıkılmasına sebep olmuştur. Öyle ki 1016-1019 yılları arasında Bizans'la işbirliği yapan Ruslar, Hazarların Tmutarakan'daki Hazar topraklarına saldırmışlar ve Tmutarakan ile civar topraklar, Bizans imparatoru II. Basileios'un gönderdiği donanmanın yardımıyla I. Svyatopolk tarafından zaptedilmiştir. Bu savaştan Hazarların son hakanı olan Georgius Tzul esir edilmiştir. Hakan Hristiyanlığı kabul ederek Arbon unvanını almıştır. Mstislav bundan sonra Tmutarakan knezi olmuş ve 1022'de ordusuna aldığı Hazarların da yardımıyla Kievdeki kardeşi I. Yaroslav'a karşı savaşmıştır. 1016'dan sonra egemenliklerini Aşağı İdil boylarında, Azak ve Kırım'da küçük prenslikler kurarak sürdüren Hazarlara son darbeyi 1030 yılında Peçenekler indirmiştir. Rus yıllıklarındaki 1095 yılına ait kayıtlarda ise Hazarlar artık Rus knezlerine tâbi olarak anılmaktadırlar. Hazarlara karşı savaşması için kışkırtılan Bizans İmparatoru da, Rus ordusuna yardım etmek üzere Bizans donanmasını göndermiştir. Hazar Kağanlığı, Bizans İmparatorluğu'nun da etkileri sebebiyle 11. yüzyılda çökmüştür.

Şaban Kuzgun'a göre, Hazarların çöküş nedenleri iç ve dış olmak üzere ikiye ayrılır. Dış sebeplerin en önemlisi: Hazarların coğrafî bakımdan son derece önemli bir bölgeyi ellerinde tutuyor olmalarıdır. İç sebeplerin başlıcaları ise;

Ülkede Hazarların geniş bir alana yayılmasıyla; din, dil, kültür, menfaat ve kader birliğinin yok olması,

Ülkede zevk ve rahatlığın artması,

Askerî sistemle hakanlık yapısının bozulmasıdır.

Golden'a göre, kağanlığın 10. yüzyılın ikinci yarısındaki beklenmeyen çöküşü kaçınılmazdı. Ona göre Hazarların yıkılışı Musevi olmalarından dolayı değil, merkezi olmayan güçlerden oluşan konar-göçer devlet yapısının zayıflıkları ve İtil boylarında değişen ekonomik dengelerle ilgilidir. Devletin çökmesinden sonra hemen kaybolmayıp aralarında Macarların da olduğu çeşitli ulusların arasına dağılan Hazarların bir kısmı Macar sınırlarını korumada görev almıştır. Timothy Miller, 11. yy. civarında Musevi Hazarların Bizans İmparatorluğu'ndaki "Pera Yahudi Cemaati"nin üyesi olduklarını keşfetmiştir. Dunlop'a göre, Rusların bir deniz gücüne sahip olmasına karşın Hazarların sahip olmayışı, karada sağlanan savaş üstünlüklerini kaybetmelerine yol açmıştır.

Devlet teşkilatı

Hazar Kağanlığı'nın devlet teşkilatı aslında Göktürk Devleti'nin teşkilatının bir devamı olmakla beraber bazı konularda farklılık göstermektedir. Hudud ul-'alam adlı esere göre, devletin başında bulunan hakan, Aşina sülalesinden gelmekte ve Türk geleneklerine uygun olarak ilahi kaynaklı sayılmaktaydı. Bu yüzden hakan (kağan) olmak için belirli bir sülaleye mensup olmak gerekliydi. Kağanlık babadan oğula geçerdi ve kağanların Asena adlı dişi bir kurdun soyundan geldiğine inanılırdı. Hem Batı Türklerinde hem de Hazarlarda "kağan katletme" âdeti vardı. Arap tarihçi İstahrî'ye göre, kağan göreve başladıktan sonra yaşayacağı süre için bir limit belirlenirdi ve bu süre dolar dolmaz kağan öldürülürdü. İbn Fadlan'a göre, kağan en azından 40 yıl tahtta kalmışsa devlet erkanı ve halkı, yaşlılıktan dolayı düşünme, yargılama yeteneğinin bozulmuş olacağını düşünürlerdi ve bunun sonucunda da kağan katledilirdi. Diğer Türk devletlerinde olduğu gibi Hazarlarda da kağanın kutsal bir gücü ve konumu olduğuna inanılırdı. Halkın başına kuraklık, kıtlık, savaşlarda başarısızlık ve başka uğursuzluklar geldiği zaman, kağan bundan sorumlu tutulur ve bu durum onun ölümüne neden olurdu. Kağanın yardımcısına Kündür, onun da yardımcısına çavışgır denmekteydi. Bu 3 kişinin dışında kimse kağanın yanına giremezdi. Kağanın düşmana karşı gönderdiği ordu yenilgiye uğrarasa, kaçarak geri dönenler öldürülür, kumandan ve kağan yardımcısı cezalandırılırlardı. Hazarlara bağlı diğer kavimler, merkezden gönderilen İl-teber veya tudun denilen kişiler tarafından yönetilirlerdi. Kağanın karısına diğer Türk devletlerinde olduğu gibi Hatun denirdi. Kağan ölümünden sonra özenle hazırlanmış bir anıt mezara gömülürdü. Zaman ilerledikçe, Hazar kağanının konumu zayıfladı. O. Pritsak'a göre, tarihçi El-Yakubî'nin 9. yüzyılda tuttuğu kayıtlarda, kağanın 799 yılına hem en üst düzeyde yönetici hem de ordu komutanı olduğunu; ancak, 833 yılına gelindiğinde yetkilerini bir diğer yönetici olan Bek ile paylaştığını yazıyordu. Kağanın göstermelik bir ruhani lider konumuna indirgendiği 10. yüzyılda devlet meseleleriyle ilgilenen kişi Bek idi. İbn Fadlan'ın anlattığı kadarıyla, bek her türlü yasak koymaya, cezalandırmaya, affetmeye ve devlet işlerini yürütmeye yetkiliydi. Yine de o dönemin hiyerarşisinde bir unvandan ibaret olan kağanın ardında, ikinci sırada yer alıyordu. Bekin en önemli sorumluluklarından biri de ordu komutanlığıydı. Hazar yönetiminde üçüncü kademede bulunan kişiye Kender, dördüncü sırada gelen Kenderin vekiline de Javişgar denmekteydi. Yönetim hiyerarşisinde beşinci sırada Tarkan bulunmaktaydı. Görevi, Hazar ordusunda alay komutanlığı yapmak ya da yardımcı orduları komuta etmekti. Tarkan aynı zamanda 8. yüzyılda Atil'in yerel valisinin de unvanıydı.

El İstahrî'ye göre, Hazar ordusu 12.000 kişilikti. Askerin küçük bir kısmı hariç düzenli bir şekilde ücret almaz, maaşlarını uzun vadelerle ve düzenli olmayan aralıklarla alırlardı. Hazarların ücretli askerleri yoktu ve şehirlerin savunmaları gönüllüler tarafından yapılırdı. Ancak, 9. yüzyılın ortalarında ticaretin gelişmesiyle askerlik mesleğiyle uğraşanların sayısı azalmış ve bu durum, ücretli askerlerin sayısının artmasını da beraberinde getirmiştir. Öte yandan, Harezm'den getirilen ve "Arsiya" adı verilen İran kökenli Müslüman askerler Hazar kağanının özel muhafızlığını yapmaktaydı. Hazar ordusunda bunlardan başka Slav Rusları da görev alıyordu. Ayrıca, Hazarların deniz gücü olduğu görülmemektedir.

Hazarya'da görev yapan yerel valilere Tudun adı verilirdi ve bunlar Hazar Kağanı tarafından atanırdı. Tudunlar vergi toplarlardı ve gümrükten sorumluydular. "Balıkçı" adı verilen sahil güvenlik görevlileri de mevcuttu. Ancak bazı şehirlerde tudunlar ve balıkçılarla aynı görevi üstlenen ve seçimle işbaşına gelen yöneticiler de vardı. Babaghuq (şehrin babası) adı verilen bu yöneticilerden biri Cherson'u 705-840 yılları arasında yönetmiştir. Bir başka babaghuq da 703 yılında Tmutarakan'ın yöneticisiydi. Ayrıca, Hazarlar, Kiev Ruslarının da kurdukları Kiev Knezliği'nin yönetim biçimini etkilemişlerdir. Rusların Kumanlar üzerine yaptığı seferdeki mağlubiyeti destansı bir biçimde anlatan İgor Destanı'nda Novgorod-Sversk Prensi İgor'un unvanı "kağan"dır. Hudūd-al-'Ālam adlı eser de İgor'dan "Rus Kağanı" olarak bahsetmektedir.

Tüm inançların mahkemede temsil edilmesini sağlayan ve böylece hoşgörü ortamını da yaratan Hazarlar düzenli bir hukuk sistemi de kurmuşlardı. Başkentte 4 farklı inancı temsil eden 7 baş yargıç yüksek mahkemeyi oluşturuyordu. Atil'deki mahkeme esas olarak ticari davalara bakıyordu.

Ekonomi

Hazarların en önemli gelirini ticaret akışı oluştursa da, ihraç edecek fazla malları bulunmamaktaydı. En çok bal, tutkal, balmumu, un, kadife ve kürkler ihraç edilmekteydi. Ayrıca, ticaret kervanları ve gemileri, Hazar Kağanlığı'na onda bir oranında vergi öderlerdi. Hazar Denizi'nden gelen gemilerden de gümrük vergisi alınırdı. Hazarlar, Müslüman ve Rus tüccarların ülkelerinden serbestçe geçmelerine izin vermişlerdir. Bu tüccarlar özellikle 10. yüzyılda İtil'in devamlı müşterisi olmuşlardır ve bir süre sonra da birçoğu buraya yerleşmiştir. İtil dışında Sakşın şehrini de bir ticaret merkezi yapan Hazarlar, 8. yüzyılla 11. yüzyıl arasında topraklarının geniş bir bölümünde güven ve asayişi sağladığı için Doğu Avrupa'da tam anlamıyla bir Hazar Barışı çağı yaşatmışlardır.

Sarkel Kalesi'nde ele geçen eşyalardan Hazarların birçok kavimle ve başka Türk topluluklarıyla büyük boyutlu ticaret ilişkileri olduğu, ayrıca tarım ve hayvancılıkta da ileri bir düzeye vardıkları anlaşılmıştır. Hazarlarda ziraatin ve özellikle de ticaretin gelişmiş olmasına rağmen, ekonomik hayatlarının esasını yine de hayvan yetiştiriciliği teşkil ediyordu. Nehir boylarındaki otlak ve sazlıklar, hayvan yetiştirmeyi kolaylaştırıyordu. Ancak, Hazarlar giyim eşyaları ve bir kısım ihtiyaçlarını Araplardan ve Bizanslılardan ihtal etmekteydiler. Ayrıca Hazar kılıçları da Ruslar tarafından oldukça ilgi görmekteydi.

Hazar Kağanlığı'nın birçok bölgesinde, özellikle de kuzeydeki ormanlık alanlarda tahıl tarımı oldukça yaygınken, güneydeki bozkırlarda göçebe çobanlık hâkimdi. Hazar bozkırlarında darı, buğday, arpa, çavdar, kendir ve bezelye gibi çeşitli bostan sebzeleri yetiştiriliyordu. Hazar yerleşimlerinde yapılan kazılarda kavun ve hıyar tohumları ile üzüm ve kiraz kalıntıları bulunmuştur. Hazarya'da yapılan balıkçılğın yanında hayvan yetiştiriciliği de yapılıyordu. Hayvanların evcilleştiirlmesi yaygındı. Beslenen hayvanlar arasında koyun, keçi, at, eşek ve domuz bulunmaktaydı. Çiftlilk hayvanlarının dışında çok sayıda deveye de sahip olan Hazarlar, arıcılık da yapmaktaydı. Bunların yanı sıra, yaban domuzu, kunduz, geyik ve tavşan gibi çeşitli yabani hayvanlar da avlanıyordu.

Ticari etkinlikler açısından gelişmiş olan Hazar Kağanlığı, Asya ile Avrupa arasındaki birçok ticaret yolunu kontrol altında tutuyordu. Avrasya'nın birçok yerinde ticari bağları bulunan Hazarlar, Harezm'de pamuklu dokuma, keçe, yastık kılıfı ticareti yapıyorlardı. Hatta Hazar Kağanlığı, İsveç'le bile ticaret yapmıştır. Gezgin tüccarlar olan Radhanitler ise Orta Asya'yla Rusya ile Hazarya'yı sosyal, kültürel ve ticari açıdan çeşitli bağlar kurmaktaydı.

Kültür ve sanat

Hazarların mimari ve sanat eserlerinin gün yüzüne çıkarıldığı en önemli arkeolojik merkezler, Hazar kağanlığının başkenti, Sarkel, Mayatsko şehri ve Salvato kurganlarıdır. Ayrıca kafkaslar ve Don nehri ile Dinyeper bölgelerinde de Hazarlara ait önemli arkeolojik eserler elde edilmiştir. Günümüze yazılı bir belge kalmayan ve bu yüzden dilleri ve kültürleri üzerine yeterli bilgi sahibi olunamayan Hazarlar, Türk kökenli bir ulus olarak Orta Asya'dan gelme göçebelik karakterlerini tümüyle silememişlerdir. Özellikle yaz ve kış aylarında değişik bölgelerde oturma geleneği, Hazar Kağanlığı'nda da sürdürülmüştür. Kış aylarında genellikle kentlerde yaşayan Hazar toplumu, ilkbahar gelince kentlerden çıkar ve kışa kadar yayla ve bozkırlarda yaşardı. Sovyet arkeologların yaptıkları araştırmalarda elde ettikleri bulgulara göre Hazarlar, Hunlardan daha farklı olarak çok ileri bir medeniyet seviyesine erişmişlerdi. Hazarlarda evler, Türklerin derme evleri (hargâh, büyük çadır da denir) denen, ağaçtan yapılmış ve üstleri keçe ile örtülü türdendi. Ayrıca, kağana ve kamuya ait olan binaların yapımında tuğla kullanılıyordu. Yapılan kazılarda Hazar ülkesinin her tarafına yayılmış olan ve göçebe hayattan yerleşik yaşam tarzına geçişin ilk örneklerini yansıtan yuvarlak temelli, Türklerin kullandığı "yurt" adı verilen çadırları anımsatan tuğla evlere rastlanmıştır. Daha sonraki buluntularda dörtgen evler de ortaya çıkarılmıştır.

Sarkel Kalesi'ndeki dehlizlerde Hazar yapımı mücevherlerin, süslü tabakaların, ayna gibi çeşitli süs eşyalarının bulunması, hem Hazarlarda altın ve gümüş işlemeciliğinin çok ileri bir noktada olduğunu hem de Hazarların süse ve giyime düşkün olduklarının bir göstergesi olmuştur. Hazar kültürünün etkisi hâkimiyetine yakın olan bölgelerde de görülmüş ve Hristiyanlık dinini kabul etmesiyle tanınan I. Vladimir'in "kağan" unvanını kullanmıştır.

Ruslar kısa ceketler giyerken, Hazarlar, Bulgarlar ve Peçeneklerin ceketleri uzundu. Bu ceketler, aslında Aşkenazi Yahudilerin 19. yüzyılda giydikleri cüppelere benzeyen kaftanlardı. Türk erkekleri ve kadınları saçlarını örerlerdi. 7. yüzyıla ait Çince bir kaynağa göre, yalnızca Türk kağanı uzun saçlarını (bir kurdeleyle bağlayarak) serbest bırakabilirdi. Kağan dışında kalan tüm soylular ve savaşçılar da saçlarını örmek zorundaydılar.

Dil ve yazı

Hazarca Eski Türkçe dönemi (6-10. yy) içinde değerlendirilir. Hazarların diliyle yazılmış bir eser, günümüze kadar ulaşamadığı için Hazarların konuştuğu dil hakkında kesin bir bilgi yoktur. Hazarlardan günümüze kadar kalan iki belge vardır ve bunlar İbranice yazılmıştır. Bunlardan biri, Hazar kağanı Yusuf tarafından, 960 yıllarında Emevilerin Kurtuba emiri III. Abdurrahman'ın hizmetinde çalışan devlet adamına yazılan mektup ve diğeri de, yine aynı hakan zamanında ismi belirsiz bir Musevi Hazar tarafından yazılan mektubun Mısır'da bulunan parçalarıdır. Barthold ve Minorsky gibi Rus araştırmacılar, Hazarcanın İdil Bulgarlarının diline benzediğini, bugün Çuvaşçanın da, Bulgarca ve Hazarcaya benzediğini ve sonuç olarak, Hazarca'nın Türk dillerinin ayrı bir kolu olan Çuvaşçaya çok yakın olduğunu ifade etmektedirler. Ayrıca, yapılan araştırmalara göre, Hazar ülkesinde Hazarcanın dışında çeşitli Türk dillerinin de konuşulmakta olduğu ortaya çıkarılmıştır.

Ayrıca, Karaçaylar, Balkarlar ve Kafkasyalılar da bu dilden arta kalan birtakım sözcükleri de dillerinde kullanmaktadırlar. Polonya'da yaşayan Karaylar da Musevi olup eski Hazar Türkçesini kullanmaktadırlar.

Din

Hazar Kağanlığı içinde birçok din yaşama olanağı bulmuştur. Hazarların asıl ve en uzun süreli dini, Gök Tanrı Dini'ydi. Diğer eski Türk halkları gibi tabiat güçlerine dini anlamda saygı gösteriyorlardı. Devlet içerisinde erken dönemlerden itibaren ortaya çıkan bir başka din de Hristiyanlıktı. Arap istilaları döneminde de Müslümanlık, Harezmli tüccarlar aracılığıyla yayılmıştır. Dağıstan'daki Museviler de, Museviliği yaymaya çalışmıştır. Hazarlarda Hristiyanlığın yayılması, 8. yüzyıl başlarında Güney Kafkasya ve Azerbaycan'da genişleyen Arap istilasıyla sona ermiştir. Ancak, Hazar Kağanlığı'nın yıkılmasından sonra Hristiyan halk, Rus Ortodoks Kilisesi içerisinde erimiştir.

Hazar Kağanlığı, devletin resmi dini olarak Musevilik'i kabul etmiş olsa da, Yahudilikin hangi mezhebine bağlı oldukları kesin değildir. Hazar kağanı, El-Mesûdî'ye göre, Halife Harun Reşid döneminde (786-809) Musevilike geçmiştir. Ancak, "Constantine'nin Hayatı" adlı esere göreyse, Hazar hakanının Yahudiliği kabul edişi 861 yılını bulmaktadır. Hazarların Museviliği nasıl kabul ettikleri bilinmese de, daha önceden Doğu Avrupa'da Musevi toplumların yaşadığı ortaya çıkarılmıştır. Ancak, Sasanilerin ve Bizans Devleti'nin Yahudileri takip ettirmesi üzerine, Dağıstan'a yerleşen Yahudiler, bir süre sonra dinlerini yaymaya başlamışlardır. Ayrıca, Hazar Kağanlığı, Mezopotamya ve Harezm (bugünkü Özbekistan) dahil birçok bölgeden de Musevi göçü alıyordu. El-Mesûdî'ye göre; başkent İtil'de Müslüman ve Hristiyan toplulukların Musevilerden fazla olmasına karşın, ülkede bulunan belli başlı 7 kadıdan 1'i eski Gök Tanrı dinine tâbi olanların, 2'si Hristiyanların, diğer 2'si Musevilerin ve kalan 2'si de Müslümanların davalarına bakardı. Bulan Kağan ve Obadiah Kağan zamanlarında halk arasında yayılma hızı artan Musevilik inancının yayılması için herhangi bir gayret içerisinde olmayan hakanlar, halkın dini inancına karışmamışlardır. 10. yüzyıla gelindiğinde ise, Musevilik Hazarlar arasında hakim din olmuştur. Mervan bin Muhammed komutasındaki İslam kuvvetlerine yenilen Hakan, zor durumda kalınca İslamiyeti kabul edeceğini bildirse de, kısa süre sonra eski hâline dönmüştür. İslam ordularının çekilmesinden sonra kalan iki fakih, İslamiyet'i yaymaya çalışmışlardır. Harezm'de İslam savaşları başladığı ve hastalıklar çıktığı zaman, halkın bir kısmı Hazar ülkesine taşınmış ve daha sonra serbest olarak ibadet edebilme, ezan okutma, cami yapabilme ve müslümanlara karşı savaşmama gibi şartlar karşılığında orduya girmişlerdir. Diğer taraftan, Omeljan Pritsak ise Hazarların Museviliğe dönüşünü yalnızca gezgin Radhanitler ve İranlı Yahudi tüccarların etkilerine bağlamaktadır.

1999'da Aşkenaz Musevilerine ait Y kromozomlarında yapılan genetik araştırmalarda DNA yapılarının, İsrailoğlu kökenli Yahudilere değil, Türk kökenlilere yakın sonuçlar verdiği ortaya çıkmıştır.

Hazar Kağanları

Hazarlardan günümüze yeterince bilgi kalmadığı için birçok yerde kesin tarihler verilememiştir.

620 - 690

• 620 - 630 Tong Yabgu Kağan (Batı Göktürklerin kağanı)

• 630 - ~650 Böri Şad

• ~650 İrbiş

690 - 715

~690 - 715 Busir (İbuzir Gliavan)

720 - 732

• 720'lerin sonları-731 Baryik

• ~732 Bihar

730'lar - 840'lar

• 730'ların sonları Prisbit (Kağan naibi)

• 737 - 740 Halifelik idaresi

• ? - 760'lar Bağatur

• 825 - 830'lar Tuvan Kağan

• 840'lar "Tarkhan"

840 -

• ~861 Zekeriya

Bulan hanedanı

740'lar Bulan Sabriel

~786 - 800'ler Obadiah

Hizkiya

I. Menaşe

Hanuka

İshak

Sabulon

II. Menaşe

Nişi

~900 I. Aaron

Menahem

~920 Benjamin

920'ler - 940'lar II. Aaron

940'lar - 960'lar Yusuf

Geç Hazar kağanları

~986 - 988 David (Taman'da)

? - 1016 Georgius Tzul (Kerç'te)

Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!