Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


Türk Kültürü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Kültürü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

02 Şubat 2022

Karagöz ile Hacivat

Tiyatro sözcüğü Yunanca “seyirlik yeri”anlamında kullanılan theatron sözcüğünden türetilmiş ve dilimize yerleşmiştir. imageHalk Tiyatrosu, metinsiz sahnesiz bir tiyatro olup,  daha çok kentlerde gelişen doğmaca, bir gelenektir. Geleneksel Türk Tiyatrosunun önemli bir bölümünü bu gelenek oluşturmaktadır. Halk Tiyatrosu içinde kukla, Karagöz ve ortaoyunu, meddahlık, hokkabazlık gibi türler yer almaktadır. Karagöz: Karagöz, şeffaflaştırılmış (cam deri tabir edilen) deriden yapılan tasvir olarak adlandırılan insan, hayvan veya eşya şekillerinin çubuklar yardımı ile oynatılması sırasında arkadan verilen ışıkla beyaz perde üzerine yansıtılması temeline dayanan gölge oyununun adıdır. Oyun adını Karagöz’den almaktadır. .  Karagöz adı ile yaygın olarak bilinen bu oyuna, halk arasında zaman zaman  “Hacivat”  adı da verilmektedir.Gölge oyununun kaynağı Güneydoğu Asya ülkeleri olarak kabul edilir. Türkiye’ye gelişi hakkında ise değişik görüşler vardır;

Georg, Jacob tarafından savunulan görüşe göre, gölge oyununun Çin’den Moğollara geçtiği, buradan da Türklerin Anadolu’ ya göçleri sırasında beraberlerinde getirdiği şeklindedir.

Gölge oyununun Mısır’dan geldiğini savunan görüşe göre, 1517 yılında Mısır’ı ele geçiren Yavuz Sultan Selim, bir gölge oyunu sanatçısının Memluk Sultanı Tumanbay’ın asılışını canlandırdığı, gölge oyununu izlemiş bu sanatçıları İstanbul’a getirtmiştir. Türklerin de bu sanatçılardan gölge oyununu öğrenerek icra ettiğidir.

Karagöz’ün Türkiye’ye geliş tarihi ile Çingenelerin geliş tarihlerinin çakışması, Karagöz’de rastlanan bazı Çingene özellikleri nedeniyle gölge oyununun Endonezya’nın Cava Adası ve Hindistan’dan Türkiye’ye, Çingene oynatıcıları eliyle getirilmiş olduğuna dair bir görüştür.

Diğer bir görüş ise,  gölge oyununun Yahudiler tarafından İspanya ve Portekiz’den getirilmiş olabileceğidir.

Karagöz ve Hacivat’ın gerçekten yaşamış kişiler olduğuna inanılarak ortaya atılan değişik görüşler ve anlatılar da vardır. Bu konu ile ilgili anlatıların en yaygını şöyledir; “Karagöz ve Hacivat, Sultan Orhan zamanında Bursa’daki Ulu Cami’nin yapılışında usta olarak çalışmaktadırlar. Sık sık işi bırakıp espriler yaptıkları için, işçiler bunları izlemekte, inşaatın ilerlemesi engellenmektedir. Durumu gören Sultan Orhan’ın Karagöz ve Hacivat’ı astırdığı, sonradan pişman olduğu, Şeyh Küşteri adlı birinin Karagöz ve Hacivat’ın resimlerini yapıp arkadan ışık vererek bir perdede oynattığı” şeklindedir. Şeyh Küşteri Karagöz’ü yaratan kişi olarak anılmaktadır. Karagözcüler, Şeyh Küşteri’yi pîr’leri olarak kabul ettikleri için, Karagöz perdesine “Küşteri Meydanı” adını vermişlerdir.

Kendi mizah anlayışımıza, estetik değerlerimize göre biçimlendirilen ve geliştirilen gölge oyunu Karagöz,XVI. yüzyılda Hayal-i Zıl veya Zıll-i Hayal olarak adlandırılmaktayken, XVII. yüzyılda kesin biçimini almış ve Karagöz adıyla anılmaya başlamıştır. Şeyh Küşteri Karagöz’ü yaratan kişi olarak bilinmektedir. Karagöz XVIII. yüzyıldan itibaren halkın en sevilen eğlence türlerinden biri olmuştur.

Karagöz tek sanatçının yeteneğine bağlı olarak oynatılır. Perdedeki tasvirlerin hareket ettirilmesi, değişik tiplerin seslendirilmesi, şive taklitleri bir tek sanatçı tarafından yapılmaktadır. Sanatçının yanında kendisine yardım eden bir veya daha fazla yardımcısı bulunmakta, bunlara, “hayali” veya “hayalbaz”, bu çırakların yardımcılarına “sandıkkâr”, oyun takımı ile görevli kişiye de “sandıkkâr” denilmektedir. Oyunlarda şarkıları, türküleri okuyanlara  “yardak”, tef çalan yardımcıya da “dayrezen” adı verilmektedir. Günümüzde Karagözcülere yardım edenlerin tamamına “yardak” denilmektedir. Karagöz sanatçıları usta çırak ilişkisiyle yetişmektedirler.    

imageKaragöz’de konular, komik öğeler öne çıkarılarak işlenmekte; çifte anlamlar, abartmalar, söz oyunları, ağız taklitleri belli başlı güldürü öğesi olarak yer almaktadır. Karagöz oyunları, metinli oyunlar grubunda yer almakla beraber, oynatan sanatçının yeteneğine, icra ortamına göre,  doğaçlama olarak değişikliklere uğrar.

Karagöz oyunlarında, geleneğe bağlı olarak, değişiklik yapılmadan oynatılan oyunlara “kar-i kadim” oyunlar, değişikliklere uğrayan oyunlar ile yeni oluşturulanlara ise “nev- icat” oyunlar denilmektedir.

Karagöz oyunu dört bölümden oluşmaktadır.

1-Hacivat’ın semai söyleyerek perdeye geldiği, perde gazelini okuduktan sonra Karagöz’ü çağırdığı ve Karagöz’le Hacivat’ın kavga ettikleri giriş bölümüne “mukaddime” (başlangıç) denir. Bu bölümde Hacivat’ın söylediği perde gazelinde, oyunun bir öğrenme aracı ve gerçeklerin göstergesi olduğu belirtilerek felsefi, tasavvufi anlamı vurgulanır.

2-Bu bölümde Karagöz ve Hacivat’ın kişilik özellikleri ve karşıtlıkları vurgulanır. Muhavereler oyunla ilgili olabildiği gibi, ilgisiz de olabilir.  Bu bölümde, oyunun başkişileri olan Karagöz ve Hacivat arasında geçen salt söze dayanan olaylar dizisinden sıyrılmış, somutlaştırılmış ikili konuşma yer alır. Buna “muhavere” (söyleşi, diyalog) denilir. Muhavere, tekerleme biçiminde de olabilir. Bu bölümde Karagöz ve Hacivat’ın kişilik özellikleri ve karşıtlıkları vurgulanır. Muhavereler oyunla ilgili olabildiği gibi, ilgisiz de olabilir.

3-Asıl hikâyenin anlatıldığı, diğer tiplerin perdeye geldiği bu bölüme “fasıl” (oyun)  adı verilir. Oyun, buradaki konuya göre isim alır. Fasıl’ın sonunda oyuncular perdeden ayrılır Hacivat ve Karagöz kalır.

4-Oyunun sonunun haber verildiği, Karagöz ile Hacivat’ın oyundaki espriler ve yanlış anlamalardan dolayı seyirciden özür dilediği, bir sonraki oyunun duyurusunun yapıldığı bölüme “bitiş”  (Final-Epilog) adı verilir.

Karagöz’ün Tekniği:  Karagöz’ün oynatıldığı beyaz perdeye “ayna” adı verilir. Perdeler önceleri 2x2,5 m iken sonraları 110x80 cm ebadında yapılmaya başlanmıştır. İç tarafta perdenin altına kurulmuş “Peş Tahtası”(destgah) vardır. Oyunda bunun dışında zil, tef, kamış, nareke (düdük), perdeyi aydınlatacak kandil veya ampul vardır.

Bunlar peş tahtasının üzerinde bulunur. Oyunda kullanılan tasvirler genellikle 32 – 40 cm büyüklüğünde olur. Tasvirler 50 cm. boyunda, 1 cm. çapında gürgen ağacından yapılmış çubuklarla oynatılır.  Türk Karagöz'ü yatay çubuklarla oynatıldığından, görüntüler tek yönlü hareket ederler, geri dönemezler. Bunu yenmek için kimi görüntülerde “fırdöndü” denilen teknik kullanılır. Çin gölge oyununda olduğu gibi, görüntülerin sırtına deriden ufak bir yuva yapılır. Bir menteşe yardımı ile görüntünün sağa sola dönmesi sağlanır

Karagöz oyunlarında yer alan tiplerin tamamı tasvirler yoluyla canlandırılır. Tasvirler, cam deri tekniği ile tabaklanan, şeffaflaştırılmış deve, düve, manda, at, eşek ve keçi derisinden yapılmakta, doğal boya ile renklendirilmektedir.

Oyunda Karagöz ve Hacivat dışında yer alan diğer tipler, Tuzsuz, Çelebi, Matiz, Tiryaki, Beberuhi, Arnavut, Yahudi, Rum, Acem,  Kürt, Laz, Kastamonulu, Kayserili, Rumelili, Efe, Zeybek,  Zenneler vb.

Karagöz oyununun saraylarda ve konaklardaki eğlencelerde, kahvehanelerde, bahçelerde ve özel ortamlarda oynatıldığı bilinmektedir. Karagöz  gösterileri, toplumun    her kesiminde takdir toplamış beğeniyle izlenmiştir. Bu durum 19. yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıfladığı gerileme döneminde Karagöz sanatçılarının yöneticilerle ilgili eleştirilerinin artması, yöneticileri rahatsız etmiş, siyasal taşlamalara yasak getirilmiştir. Hem siyasal yasaklamalar hem de Batı tiyatrosunun 19. yüzyılda  Türkiye’ye girmesisosyal ve ekonomik değişiklikler Karagöz gösterilerine ilgiyi azaltmıştır. 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başı savaşlarla geçen bir dönem olduğundan Karagöz sanatçıları gösteri yapma olanağı bulamamış,  birçoğu sanatı bırakmıştır. Cumhuriyet döneminde, 1932 yılında Halk Evlerinin açılmasıyla Karagöz sanatçıları sanatlarını yeniden icra etme olanağını bulmuşlardır. 1952 yılında Halk Evlerinin kapatılmasıyla Karagöz sanatçıları tekrar sıkıntılı bir döneme girmişlerdir.  Daha sonraki Karagöz, çalışmaları, meraklıları tarafından bireysel çabalarla sürdürülmüştür. 1970 yılından sonra kurulan Kültür Bakanlığı’nın destekleme çalışmaları, bu sanatın canlandırılması ve yaşatılmasında etkili olmuştur.  

Karagöz’ün Tekniği: Karagöz’ün oynatıldığı beyaz perdeye “ayna” adı verilir. Perdeler önceleri 2x2,5 m iken sonraları 110x80 cm ebadında yapılmaya başlanmıştır. İç tarafta perdenin altına kurulmuş “Peş Tahtası”(destgah) vardır. Oyunda bunun dışında zil, tef, kamış, nareke (düdük), perdeyi aydınlatacak kandil veya ampul vardır.

Bunlar peş tahtasının üzerinde bulunur. Oyunda kullanılan tasvirler genellikle 32 – 40 cm büyüklüğünde olur. Tasvirler 50 cm, 1 cm çapında gürgen ağacından yapılmış sopalarla oynatılır.

Kukla:Türkçe bebek anlamına gelen ve bugün Anadolu'da yaşayan korçak, kudurcuk, kaburcuk, koğurcak, kaurcak, lubet, vb. gibi isimlerle yaşayan kukla seyirlik oyunların en eskilerindendir. "Korkolçak"(el kuklası), "Çadır hayal" (ipli kukla) adı ile yaşayan kukla Orta Asyada da aynı isimle yaşatılmakta ve Orta Asya'dan getirildiği sanılmaktadır.

Birçok Türk boyunda kendine özgü basit teknik içinde görülen ve 17. yy'dan beri Türkiye'de şehirlerde kukla adı ile bilinen oyun Anadolu'da köylüler arasında "bebek, çömce gelin, karaçör" gibi isimlerle yaygındır. Konusunu günlük yaşamdan ve edebi hikâyelerden alan kukla bir hareket ve hacim oyunudur. 14. yy. bu yana oynatıldığı bilinmektedir. Türk kuklasında kişilerin özellikleri,  Karagöz ve Orta oyunundaki gibi kesin çizgilerle belirtilmemiştir. Kuklada iki birinci kişi vardır.  Bu oyunun başkahramanı İbiş ve İhtiyardır. İbiş kurnaz ve hazır cevaptır. Kaba bir dil kullanır. Biçimsiz bir şapkası vardır püskülü sağa sola sallanır. İhtiyarın uşağıdır, efendisine bağlıdır. İhtiyar ise varlıklı bir kişidir. Kukla oyunları Karagöz ve Ortaoyunlarından alınır. Halk efsaneleri veya aşk hikâyeleri işlenir.

imageÜlkemizde ipli kukla, el kuklası, araba kuklası, iskemle kuklası gibi türlerle bilinen kukla sanatı 19. yy sonlarında önemini kaybetmeye başlamıştır. Cumhuriyet döneminde sınırlı sayıda sanatçı yaşatmaya çalışmıştır.

Ortaoyunu: Türk’lerin Karagöz, kukla gibi bir araçla oynatılan, meddah gibi tek anlatıcılı sözlü seyirlik oyunlarının yanında canlı oyuncularla oynanan “Ortaoyunu” da vardır. Oyunun başkişileri Kavuklu ve Pişekar’dır. Ortaoyunu, karagözün perdeden yere inmiş hali olarak da tanımlanır. Ortaoyunu seyircinin çevrelediği bir meydanda belli bir konu etrafında herhangi bir yazılı metne bağlı kalmadan, canlı oyuncularla oynanan doğmaca bir oyun türüdür. Yüzyıllar boyunca dramatik özellikte, kişileştirmeye dayanan sözlü oyunların (karagöz, kukla, dans, curcuna, meddah ve hokkabazlık) karışımından doğma bir gelişimle ortaoyunu en son biçimini almıştır. Oyun daha çok söze dayanmakla birlikte, hareket ve tavırlara da yer alır. Pişekâr oyunun başında ve sonunda oyunculara doğrudan seslenir. Oyunu tanıtır, kusurları için özür diler, gelecek oyun hakkında bilgi verir, duyurusunu yapar.

Hokkabaz: Hokkabazlar, söz ve el çabukluğu ile seyircinin duygularını aldatıp, olağanüstü sonuçlara varan kökeni çok eskilere dayanan bir seyirlik oyundur. Bu gösteride el çabukluğu ve gözbağcılığı gibi yetenekler sergilerken, diğer yanda usta ile yardımcısı arasında uzun güldürücü özellikte söyleşmeler yapılır.

Hokkabaz sözcüğünün genel ve özel olmak üzere iki anlamı vardır. Genel anlamıyla hokkabazlık açıklanması güç aklın alamayacağı oyunlar göstermektir. Bu kelime karşılığında aynı anlamda kullanılan sözcükler gözbağcı, ayyar, efsunkâr, sihirbaz, şu’bedebazdır. Özel anlamıyla, hokkalarla oynayan anlamındadır. Hokka oyununda, üç kap ve üç küçük yuvarlak kullanılır. Altı boş gösterilen hokkanın içinden topun çıkması, ya da içine top konulduğu sanılan hokkaların açılınca boş gösterilmesidir. Bu oyun hokkaların, topların sayısını arttırarak, boylarını büyüterek,  ya da başka nesneler ile uzatılıp, geliştirilebilir. Türk hokkabazlarının yanlarında soytarı kılıklı bir yardımcıları bulunur. Bunlar gözbağıcılığından korkan, oyunun hilesini çözmeye çalışan kişi olarak seyirciyi güldürmek amaçlı hareket eden kişilerdir. Hokkabazların ustasına da ortaoyunundaki gibi Pişekâr denilmekte ve elinde “Şakşak” bulunmaktadır. Hokka ustasına pehlivanda denilmektedir.

Meddah: Meddah bir anlatı türü olmasından dolayı Karagöz ve Ortaoyunundan ayrılır. Ancak anlatı bölümlerinin aralarındaki söyleşmeli, taklitli, kişileştirmeli bölümler nedeniyle dramatik türden sayılır.

Meddah, yöntemleri bakımından karagöz ve ortaoyununa çok yakın olmakla beraber, bunlar gibi yalnızca güldürüyü amaçlayan tiyatro değildir. Meddah çok zengin kaynaklara dayanması, hikâye dağarcığının çeşitliliği güldürünün  yanı sıra çeşitli mizaçları yansıtması bakımından bu türlerden ayrılır. Gelenekten gelen konular, ( Köroğlu, Dedekorkut vb.)  İslam geleneğinden gelen dinsel konular, Seyit Battal Gazi, Kerbela olayı, İran geleneklerinden efsanelere, destanlara, şehnamelere dayanan konularla bu çeşitlilik içinde değişik mizaçlar yansıtılır.

Meddah, hikâye bittikten sonra onun sorumluluğunu, hikâyenin kaynağına bırakıp özür diler.

Köy Seyirlik Oyunları: Doğaya bağlı olarak yaşayan, toplulukların yaz- kış yeniyıl- eskiyıl, bolluk- kıtlık gibi değişim zamanlarında, doğanın uğradığı değişiklikleri kontrol etmek amacıyla yaptıkları çeşitli törenler ve ritüeller bu oyunlara kaynaklık etmiştir. İlk çağlarda topluluklar, yaşamlarını daha iyi koşullarda sürdürebilmek amacıyla, doğa güçlerini tanrılaştırıp (güneş çıkartmak, yağmur yağdırmak, hayvanları ve toprak ürünlerini çoğaltmak, üstündeki tabuyu kaldırarak kullanılabilir hale getirmek amacıyla) onlara törenler düzenlemişlerdir. Bu sanat dalı da diğer sanat dalları gibi dinden bağımsızlaşarak devam etmiş, biçim değiştirerek günümüze kadar gelmiştir.   Anadolu Toprakları üzerinde yaşayan birçok uygarlığın inanç ve kültürel izlerini taşıyan bu oyunlar, kültürel çeşitliliği yansıtan örneklerdendir.  Bu oyunlardaki temel öğe taklit ve canlandırma olduğundan dramatik özellik göstermekte bu nedenle de “Dramatik Köy Seyirlik Oyunları” olarak da adlandırılmaktadır.

Bu tiyatronun oyuncu ve seyirci kadrosu köyün içinde birlikte bulunmakta, makyaj, kostüm ve oyunun kurgusu doğaçlama olarak oyun çıkarılırken gerçekleşmektedir. Bu nedenle ait olduğu toplumun geleneksel beğeni ve zevkinin yanı sıra güldürü anlayışını ve toplumsal özeleştirisini, kısaca yaşama biçimini yansıtmaktadır.

Bu başlıklardan köy seyirlik oyunlarına; doğaya bağlı olarak yaşayan, toplulukların yaz- kış, yeni yıl-eski yıl, bolluk- kıtlık gibi değişim zamanlarında doğanın uğradığı değişiklikleri kontrol etmek amacıyla yaptıkları çeşitli törenlere kaynaklık etmiştir. İlk çağlarda topluluklar, yaşamlarını daha iyi koşullarda sürdürebilmek amacıyla, doğa güçlerini tanrılaştırıp (güneş çıkartmak, yağmur yağdırmak, hayvanları ve toprak ürünlerini çoğaltmak, üstündeki tabuyu kaldırarak kullanılabilir hale getirmek amacıyla) onlara törenler düzenlemişlerdir. Bu sanat dalı da diğer sanat dalları gibi dinden bağımsızlaşarak devam etmiş, biçim değiştirerek günümüze kadar gelmiştir.   Anadolu Toprakları üzerinde yaşayan birçok uygarlığın inanç ve kültürel izlerini taşıyan bu oyunlar, kültürel çeşitliliği yansıtan örneklerdendir.  Bu oyunlardaki temel öğe taklit ve canlandırma olduğundan dramatik özellik göstermekte bu nedenle de “Dramatik Köy Seyirlik Oyunları” olarak da adlandırılmaktadır. Bu tiyatronun oyuncu ve seyirci kadrosu köyün içinde birlikte bulunmakta, makyaj, kostüm ve oyunun kurgusu doğaçlama olarak oyun çıkarılırken gerçekleşmektedir. Bu nedenle ait olduğu toplumun geleneksel beğeni ve zevkinin yanı sıra güldürü anlayışını ve toplumsal özeleştirisini, kısaca yaşama biçimini yansıtmaktadır. Genel olarak seyirlik oyun adı ile ifade edilen bu tiyatro türü çağdaş tiyatroya kaynaklık etmiştir.

Ülkemizde genel olarak toprağa bağlı yaşayan yerleşimlerde seyirlik oyunların yaşatıldığını görmekteyiz. Bu oyunlar genellikle yılın değişimine bağlı olarak oynanan Köse Oyunu, Arap Oyunu veya Kız Kaçırma adıyla bildiğimiz oyunlardır. Hayvancılığın yaygın olduğu yörelerde ise “Koç Katımı”, “Saya Gezme” ve benzeri oyunlar, mevsim değişikliklerine bağlı olarak yapılan Çiğdem Gezdirme ve Yağmur Gelini gezdirme ve benzeri oyunlardır. Tarımın yaygın olduğu yörelerde ise “Hasat Sonu Şenliği” olarak da adlandırabileceğimiz ürünün üzerindeki tabunun kaldırılması amacıyla oynanan “Cemal Oyunu”, “Çift Sürme” ve “Ekin Salavatlama” törenleri bunlara örnektir. Bunun yanı sıra günlük yaşamı konu eden oyunlardan “Ağa oyunu”, “Kız Kaçırma”, “Kuma ”, “Sınırtaşı ” ve benzerleri ile meslek taklidi oyunlardan “Berber Oyunu”, “Kalaycı” ve “Değirmenci” sayılabilir. Ayrıca erkeklerin oda içinde oynadıkları taklide ve söze dayalı güldürme amaçlı olan “Bina Yapma”, “Halı Dokuma”, “Natır” “Tabur Ateş”  gibi oyunlar da vardır.

Köy seyirlik oyunlarının, yalnızca yukarıda belirtilen başlıklar altında sınıflandırılması mümkün olmamaktadır. İnanç kaynaklı olan bir oyun zamanla eğlence amaçlı oynanan bir oyuna dönüşebilmekte, konusunu günlük yaşamdan alan bir oyun meslek taklidine de örnek oluşturabilmektedir. Bu nedenle tam bir sınıflandırma yapmak mümkün değildir.

Kaynak: TC Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma Ve Eğitim Genel Müdürlüğü

28 Aralık 2021

Türkiye'deki Saat Kuleleri 8

MALATYA

MD FOA 001 MD FOA 002

MANİSA

MD FOA 005 MD FOA 003 MD FOA 004

Manisa-TURGUTLU

MD FOA 006

MARDİN

MD FOA 007

Mardin-MİDYAT

MD FOA 008

Mardin-YEŞİLLİ

MD FOA 009

MUĞLA

Muğla il merkezinde bulunan saat kulesini, giriş kapısı ve yanındaki çeşme kitabesinden öğrenildiğine göre, Muğla Belediyesi ilk başkanı Hacı Süleyman Ağa 1885 yılında yaptırmıştır. Mimarı Konstantin oğlu Filvari’dir. Kitabeyi de Muğla Rüştiyesi hocalarından ve Şahidi Mevlevihanesi Neyzeni Dede İsmail Hakkı Efendi yazmıştır.

MD FOB 001

Kitabe:

Sahibül hayr Hacı Süleyman Efendi
Yine deryayı itâsını ikân eyledi zuhur
Bahusus aktar-ı eshar vaktini ilân için
Bu mahalle bir muvakkithane yaptı bi kusur
Beldemizde misli nâmesbuk kebir çan saati
Avrupadan celb edince herkese verdi süru
Kalmadı hiç ihtiyaç cep saati taşımaya
Aksi avaz ile alem vakti etti şuur
Hem ziya şevkiyle buldu mücevher tarihi
Geldi meydana muvakkithane bi evsa-ı vufur
Harerehu İsmail Hakkı 1301 fi Şaban.

Saat Kulesi, kesme taş ve tuğladan, kare planlı ve beş katlı olup, aşağıdan yukarıya doğru küçülmektedir. Kulenin alt katı muvakkithane olarak kullanılmıştır. Üçüncü, dördüncü ve beşinci katlarının köşeleri dışarıya doğru pahlı olup, her katta biraz daha küçülmektedir. Dördüncü katın üzerine sonraki yıllarda yapıya uyum sağlayamayan uzun bir bölüm eklenmiştir. Yuvarlak saat kadranı da bu son kata konulmuştur.

Saat Kulesinin her katının cephelerine sivri ve yuvarlak kemerler yerleştirilmiştir. Bu pencerelerden muvakkithane pencereleri diğerlerine göre çok daha büyüktür. Saat Kulesinin yanında ve ona bitişik olarak Hacı Süleyman Efendi tarafından bir çeşme eklenmiştir.

Kenthaber Kültür Kurulu

Fotoğraf, www.egefotoclub.com adresinden alınmıştır.

NEVŞEHİR

MD FOB 003

Nevşehir-ÜRGÜP

MD FOB 004 MD FOB 005 MD FOB 006

NİĞDE

Niğde il merkezinde kale burcu üzerinde bulunan saat kulesini Ziya Paşa 1866 yılında yaptırmıştır.

MD FOB 006 MD FOB 004

Saat Kulesi kesme taştan, sekizgen kaide üzerinde ve sekizgen gövdeli olarak yapılmıştır. Kulenin kaidesi gövdeden daha kalındır. Bu gövdenin üzeri iki silme ile üç bölüme ayrılmıştır. Bunun üzerinde demir parmaklıklı bir şerefeye yer verilmiştir. Şerefe üzerinde ise köşeleri içeriye doğru kavisli kübik görünümlü bir gövde eklenmiş, bunun üzerine de birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmış dört sütunun taşıdığı bir köşk yerleştirilmiştir. Bu küçük köşkün üzeri de sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür.

MD FOB 005

Saat kadranı şerefe üzerindeki kübik gövdenin şehre bakan tarafına yerleştirilmiştir.

SAMSUN

Tahta çıkışının yirmi beşinci yıldönümü nedeniyle Sultan Abdülhamit valilere gönderdiği talimatnamede her yere saat kuleleri yapılmasını emreder. Bu nedenle 1886 yılında Samsun İskele Meydanı'nda bir saat kulesinin yapıldığını görüyoruz.

MD FOC 003 MD FOC 002

Abdülhamit tarafından Belçika asıllı Fransız bir mühendise yaptırılan saat kulesi, bulunduğu meydana da adını vermiştir. Önceleri bu meydanın adı Trabzon Vilayet Salnameleri'nde İskele Caddesi ya da Meyve Pazarı olarak geçmekteydi. Saat Kulesi'nin zamanı göstermesi yanında yangın ve gözetleme kulesi gibi işlevleri de vardır. Aşağıdaki tarihi fotoğraf kulenin bu işlevini kanıtlar nitelikte:

MD FOC 4

Saat Kulesi çokgen kaideli ve gövdelidir. Üstte bir şerefe ile kubbenin üzerinde aydınlık feneri yer alır. 1933 yılında saat kulesindeki eski sistem saat kaldırılarak yerine yeni sistem elektrikle çalışan ve yangınlarda kullanılmak üzere kuleye ayrıca siren düzeni de bulunan yeni saat konulmuştur.

1944 yılındaki Samsun depreminde büyük hasar gören saat kulesi hakkında Samsun Valiliği tarafından Bayındırlık Müdürü Tevfik İleri, yüksek mühendis Fethi Beydiş ve Şehir Plancısı Yüksek Mimar Necmi Ateş'ten oluşan bir komisyon kurulmuş ve bu komisyon 27.06.1944 tarihli bir rapor hazırlayarak "Saat kulesinin onarımı veya olduğu gibi korunması olanağı bulunduğundan ufak bir depremle ya da kendiliğinden yıkılarak mal ve can kaybına neden olacağı" görüşünü belirtmiştir. Belediye Daimi Encümeni de bu rapora dayanarak saat kulesinin sökülme işlemine 03.08.1944 Perşembe günü başlanmasını karar almıştır.

Saat kulesinin saati ise 1948 yılına kadar Samsun Belediyesi'nce korunmuş, 1948 yılında ise 550 liraya Ladik Belediyesi'ne satılmıştır.

1977 yılına kadar saat kulesi olmayan Saathane Meydanı'na Samsunlu mimar Kemal Taner tarafından planı çizilen saat kulesi Samsun Belediyesi tarafından yaptırılacak saatleri İsviçre'den getirilip yerine konmuştu. Aşağıda, 1953 yılında çekilmiş Saathane Meydanı fotoğrafında saat kulesinin olmadığını görmekteyiz:

MD FOC 005

2001 yılında ise Samsun Büyükşehir Belediyesi tarafından Saathane Meydanı yeniden düzenlenerek saat kulesinin benzeri yaptırılmıştır.

Samsun-LADİK

Çok eski bir tarihi geçmişi olmasına karşın, deprem ve zamana bağlı olarak doğal yıpranmaların yanı sıra tarihsel dokunun korunmasına yönelik olarak fazla ihtimam gösterilmemiş olması Ladik açısından bir talihsizliktir.

MD FOC 008

Eski çağlardan günümüze uzanan tarihi eserlerinin birçoğunu depremde yitiren Lâdik, yine de tarihi eserlerinin çokluğu ile ünlüdür. Lâdik Kalesi, Saat Kulesi, Seyit Ahmed-i Kebir Türbesi, Avcı Sultan Mehmet Camii, Bülbül Hatun Camii, Sunullah Paşa Türbesi, Cuma Camii, Eski Hamam'ı, Dikilitaş Türbesi bunlardan bazılarıdır.

MD FOC 009 MD FOC 007

Lâdik Saat Kulesi çokgen bir kaide üzerinde yuvarlak gövdeli ve şerefelidir. Minareyi andıran saat kulesi kare prizma şeklindeki şerefe üstü bölümünün dört yüzüne yuvarlak kadranlı birer saat yerleştirilmiştir.

MD FOD 001 MD FOD 002

Kulenin gövdesi üzerinde pencere bulunmamaktadır. Bezeme olarak yalnızca şerefe altında şerit halinde kabartma kuşaklara yer verilmiştir.

Lâdik ilçe merkezindeki kulemiz aslında küçük bir tepe üzerindedir. Ancak bu tepeciğin çevresi ayrı mimari ile örülünce ortaya alışılmışın dışında bir saat kulesi çıkmış.

Altı işyeri olarak kullanılırken üstü park olarak düzenlenmiştir.

MD FOD 003

Ladik Saat Kulesinin üzerinde bulunan kitabesinden öğrenildiğine göre, kuleyi Kaymakam Reşit Bey 1889 yılında tamamlanmıştır.

Samsun-VEZİRKÖPRÜ

Samsun Vezirköprü ilçe merkezindeki Saat Kulesi’ni Sultan II.Abdülhamit döneminde, Sivas Valisi Reşit Akif Paşa’nın Sivas Valiliği sırasında Kaymakam Ahmet Reşit Efendi 1904-1906 yıllarında eski bir kuleyi yenilenip, genişleterek yaptırmıştır. Buradaki kulenin Köprülüler zamanında yapıldığı söylenirse de bunu kanıtlayacak bir belgeye de rastlanmamıştır.

MD FOD 006 MD FOD 005

Saat Kulesi sekizgen bir kaide üzerinde yuvarlak gövdeli ve şerefeli bir minare görünümündedir. Kulenin kaidesi çokgen bir gövdeli olup, üzerindeki şerefenin dört yüzüne yuvarlak saat kadranları yerleştirilmiştir. Saat kadranlarının bulunduğu petek kısmı sekizgen planlı olup, her cepheye birer pencere açılmıştır. Üzeri de küçük basık bir kubbe ile örtülmüştür.

Kulenin giriş kapısı üzerine 1324 (1906) tarihli bir kitabe yerleştirilmiştir.

MD FOD 008


Kitabe:
İş bu sa’at kulesi ve....şevketlu
Abdülhamid Han Sani Efendimiz hazretlerinin zamanında inşa edildi
Ve azım....devletlu
Reşit Akif Paşa Hazretlerininin Sivas Vilayeti Valiliğinde
Kaymakam-ı kaza Ahmet Reşit Efendinin
Himem perurusiyle tavsı’an vücuda getirilmiştir
Fi sene 21 Eylül Sene 1322 (1904)
Fi16 Şa’man-el muazzam sene 1324 (1906).

MD FOD 007

Vezirköprü Saat Kulesi'nin kaidesinde meydan tarafına bakan kısmında iki tarihi taş bulunuyor. Biri yatay konulmuş üzerinde roma devri alfabesi ile yazılmış bir yazı bulunuyor.

MD FOD 009

İkinci yapı taşı olarak kullanılan parça ise, üzeri gemetrik şekilkerle bezenmiş ve cephelerden birinin köşe kısmına dikey olarak yerleştirilmişti.

SİİRT

Siirt il merkezinde, Vilayet Konağı karşısında, park içerisinde bulunan Saat Kulesi 1974-1975 yıllarında yapılmıştır.

MD FOE 003

Kesme taştan yapılan Saat Kulesi, taş kaide üzerinde silmelerle birbirinden ayrılmış dört bölüm halindedir. Her bölümün üzerinde dikdörtgen çerçeveli birer pencere bulunmaktadır. Bu bölümlerin üzerinde dikdörtgen prizmanın her yüzüne birer saat kadranı yerleştirilmiş, üzeri daha küçük bir prizma üzerinde kubbe ile örtülmüştür.

Kesme taştan yapılan Saat Kulesinde şimdilerde çalışmayan saati, Siirt Ulu Cami’sinin doğusunda 1905 yılında yapılan saat kulesine aitti. Alaaddin Paşa tarafından yaptırıldığı ileri sürülen bu saat kulesinin yıkımından sonra 1974-1975 yıllarında il merkezinde, Vilayet Konağı karşısında yaptırılan saat kulesine monte edilmişti.

MD FOE 002

Geçen seneye kadar eski bir saat tamircisi Turan Özel adlı amca tarafından periyodik bakımı ve yağlaması yaptırılan Tarihi saat şimdilerde kaderine terk edilince zaman da durmuş oldu memlekette.

SİNOP

Sinop il merkezinde iç kale burçlarından birisi üzerinde bulunan saat kulesinin ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Bunu açıklayan bir kitabe ve belgeye rastlanmamıştır. Sinop’un tüm eserlerinin isimlerini belirten 1310 ( 1892) tarihli Kastamonu isimli eserde de saat kulesinden söz edilmemiştir. Bu nedenle saat kulesinin 1892 tarihinden sonra yapıldığı sanılmaktadır.

MD FOE 005 MD FOE 006

İç Kale burçları üzerindeki kule dikdörtgen bir prizma şeklinde üzeri mazgallı olup dört köşesine de birer saat kadranı yerleştirilmiştir.

SİVAS

Sivas’ın Topraktepe denilen kesiminde bulunan saat kulesini Sivas Valisi Alâeddin Paşa yaptırmış ve ona Kızılhisar’da bir de değirmen vakfetmiştir. Saat kulesinin kitabesi bulunmamakla beraber, Alâeddin Paşa’nın 1740 yılında valilik yaptığı dikkate alınacak olunursa, saat kulesinin de bu dönemde yaptırıldığı sanılmaktadır.

Sivas Kalesi burcu üzerindeki bu saat kulesi ahşaptan yapılmıştı. Çokgen gövdeli olan saat kulesi aşağıdan yukarıya doğru incelmekte olup, üç kat halinde idi. Bu saat kulesi yıkılmış ve günümüze gelememiştir.

Eski fotoğraflarından anlaşıldığına göre burç üzerinde sekizgen gövdeli saat kulesinin üzerinde geniş bir saçak, bunun üzerinde de daha küçük ölçüde yine sekizgen bir gövde bulunuyordu. En üstte de yine sekizgen gövdeli ve çok daha küçük her cephesinde pencere ve saat kadranlarına yer verilmişti.

19 Aralık 2021

Akbaba Dergisi


Yusuf Ziya ve Orhan Seyfi tarafından Aydede’nin hemen hemen aynı kadrosu, aynı biçim ve yapısı ile yayınlanmaya başlayan derginin ilk sayısı 7 Aralık 1922 tarihlidir. Orhan Seyfi, kısa bir süre sonra dergiyi Yusuf Ziya’ya devretmiş ve Yusuf Ziya Akbaba’yı hayatı boyunca tek başına çıkarmıştır. 1931-1933 ve 1950-1951 yılları arasında yayını kesintiye uğrayan dergi, Yusuf Ziya’nın 11 Mart 1967’de ölümü üzerine 1977’de kapanana kadar oğlu Ergin Ortaç tarafından çıkarılmıştır.

1923-1955 yılları arasında iktidardaki Cumhuriyet Halk Partisi’nden yana bir çizgi izleyen dergi, Serbest Fırka, Demokrat Parti gibi muhalefet partilerine karşı çıktığı dönemlerde okur desteğini yitirdiğinden, yayımına ara vermek zorunda kaldı (1931-1933, 1950-1951 arası). Sonraları bu politik düşünceden vazgeçerek mizah dergisi kimliğini sürdürmüştür.

Başlangıçta Pazartesi ve Perşembe günleri dört sayfa halinde çıkmakta olan Akbaba 208 sayı çıktıktan sonra kapanıp, 1933'te yeni harflerle tekrar yayımlanmaya başladı. Yeniden numaralandırılan dergi Çarşamba ve Cumartesi günleri çıkmaya başladı. Harf Devrimi’nden sonra ülkede okur-yazar sayısı arttığından derginin okuyucusu sayısı da arttı. 1934 yılında 73. sayıdan sonra boyutları küçüldü, sayfa sayısı yirmiye çıktı ve yeniden numaralandırıldı. 24 Şubat 1944 tarihinde 517. sayıya ulaştı ve yalnız Perşembe günleri yayımlanmaya başladı. Dergi, kendi adını taşıyan Akbaba Matbaası’nda basılmıştır.

İçeriği

Akbaba dergisinin içeriği; eleştiri yazıları, tiyatro oyunları, fıkralar, rüya tabirleri, genç fırçalar köşesi ve karikatürlerden oluşuyordu. Derginin arka kapağında yabancı karikatüristlerin eserleri yer alıyor, bu köşenin adı derginin ilk yıllarında "Ecnebi karikatürleri" iken, sonraki yıllarda "Dünya karikatürleri"'ne dönüşüyordu.


Akbaba’da, günümüzün mizah dergilerindeki çok kareli, bant karikatürlerden çok, bir veya iki kareden oluşan ve tam sayfa yayınlanan karikatürlere rastlanıyordu. Ayrıca karikatürlerde konuşma balonunun yerine genellikle alt yazı kullanılıyordu. Günümüz karikatüristlerinin ustalarının ustalarını yetiştiren Akbaba, yayın hayatı boyunca genç yazar ve çizerlere okul vazifesi gördü.

Ekibi

Derginin yazarları arasında Osman Celal Kaygılı, İbrahim Alaattin Gövsa, Ercüment Ekrem Talu, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Sulhi Dölek ve Muzaffer İzgü bulunuyordu. Çizerleri arasında ise Münif Fehim, Zeki Beyner, Fethi Develioğlu, Ali Ulvi, Ramiz Gökçe, Nemci Rıza, Cafer Zorlu, Samim Agar ve Semih Balcıoğlu vardı. Akbaba dergisinde yayınlanan karikatürler resim sanatına daha yakındı.

Konuları


Dergi; özellikle 1930’lu yılların sonu ile 1940'lı yıllarda eleştiri oklarını, sol muhalefete ve Bobstil adını verdikleri yeni şiir hareketi üzerine yoğunlaştırmıştır. Mecmuada, Tan gazetesi ve bu gazetenin sahibi olan Sertel’ler üzerine de pek çok eleştiri yazısı neşrolunmuştur. Akbaba ayrıca Orhan Veli ve arkadaşlarının başlattığı Garip adlı şiir anlayışına karşı ilk ve sert tepkilerin verildiği bir mecmua olmuştur.

07 Aralık 2021

Mevlana'nın 7 öğüdü ve Mevlana Haftası


Mevlana
 Haftası, bundan tam 748 küsür yıl önce, 17 Aralık 1273'te Konya'da hayata gözlerini yuman Mevlana'yı daha yakından tanımak ve tanıtmak üzere her yıl 7-17 Aralık tarihlerinde düzenleniyor. 

Hoşgörü ve kardeşliğin simgesi 

Mevlana Celaleddin-i Rumi ya da kısaca Mevlana, 30 Eylül 1207'de Afganistan sınırları içerisinde bulunan Horasan'daki Belh şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası şehrin ileri gelenlerinden olan ve 'Bilginlerin Sultanı' olarak tanınan Hüseyin Hatibi oğlu Bahaeddin Veled, annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'du. Gerçek adı Muhammed Celaleddin'dir. Mevlana ve Rumi isimleri ona sonradan verilen isimlerdir. Mevlana; hoşgörünün, kardeşliğin ve barışın simgesi olarak kabul edilir. Mevlevilik ve sema, özellikle son yıllarda anlam arayışındaki pek çok Batılının da dikkatini çekmektedir.

Konya'da yaşadı 


Mevlana ismi ona henüz çok gençken Konya'da ders okutmaya başladığı tarihlerde verilmiştir. Rumi ise Anadolu anlamına gelir. Mevlana'nın Rumi diye tanınması, geçmiş yüzyıllarda Diyar-i Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya'da yaşaması, ömrünün çok önemli bir kısmını burada geçirmesi ve türbesinin de orada olmasından ötürüdür.

18 yaşındayken evlendi 

Mevlana henüz 18 yaşındayken Karaman'da babası tarafından Gevher Hatun'la evlendirilmiş ve bu evlilikten iki oğlu olmuştur. İlk oğlunun adı Sultan Veled, ikinci oğlunun adı Alaeddin'dir. Küçük oğlu Alaeddin'i 1262 yılında kaybeden Mevlana, Gevher Hatun'un vefatından sonra da Konya'da Kerra Hatun'la evlenmiştir. Bu evlilikten de Muzafferüddin Alim Çelebi ile Melike Hatun dünyaya gelmiştir.

Mevlana ve Şems 


Mevlana'nın popüler kültüre damga vuran izlerinden biri de elbette Şems ile olan karşılaşmasıdır. Mevlana ve Şems'in dostluğu çok uzun ömürlü olmasa da pek çok romana ve sanat eserine konu olmuştur. Şems'in nedeni bilinmeyen ölümünden sonra Mevlana inzivaya çekilmiş ve uzun yıllarca bu durum devam etmiştir.

"Hamdım, piştim, yandım" 

Mevlana, ölüm gününü 'yeniden doğuş günü' olarak kabul etmiştir. Ona göre o, öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'a kavuşacaktır. O yüzden Mevlana ölüm gününe 'düğün günü' ya da 'gelin gecesi' anlamına gelen 'Şeb-i Arus' demiş ve dostlarına ölümünün ardından ağlamamalarını vasiyet etmiştir. Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleriyle özetleyen Mevlana, 17 Aralık 1273'te hayatını kaybetmiştir.

Ancak Mevlana, çeşitli anma törenleriyle her daim hayatımızın bir parçası olmaya devam etmektedir. Her yıl Mevlana'nın ölüm yıl dönümü olan 17 Aralık tarihlerine denk gelen haftalarda Şeb-i Arus olarka bilinen kutlamalar yapılmaktadır. Mevlana'nın vefatının yıl dönümü sebebiyle her yıl Aralık ayında Konya'da Mevlana Haftası adıyla Şebi- Arus törenleri düzenlenir. 7-17 Aralık tarihleri 'Mevlana Haftası' olarak kutlanır. UNESCO da Mevlana'nın 800'üncü doğum yılı olan 2007 yılını 'Mevlana Yılı' olarak ilan etmişti.

Mevlana'nın eserleri 

Mevlana, hepsi birbirinden çok değerli eserler bırakmıştır. Eserleri arasında 'Mesnevi', 'Divan-ı Kebir', 'Fihi Ma-Fih', 'Mecalis-i Seb'a', 'Mektubat'ı sayabiliriz. "Yaratılmışların en değerlisi insandır" felsefesine ve engin bir insan sevgisine sahip olan Mevlana, yüzyıllardır hoşgörünün, kardeşliğin ve barışın simgesi olmuştur.


Mevlana'nın 7 öğüdü 

1- Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
2- Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
3- Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
4- Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
5- Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
6- Hoşgörülülükte deniz gibi ol.
7- Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

04 Aralık 2021

Izmir Gaziemir Ani Evi

Bir zamanlar Gaziemir Tren İstasyonu Bilet ve Bekleme Salonu olarak görev yapmış, bu eski bina Belediye tarafından restore edilerek; o zamanlarda Gaziemir’deki bir evin yapısına dönüştürülerek o günler bizlerle paylaşılmıştır.

DSCF0224 DSCF0222

DSCF0223DSCF0225

DSCF0203

O tarihte adı Seydiköy olan Gaziemir’in yerleşim planı

DSCF0204   DSCF0205

 Yeni Evli Çiftin Giysileri ve Odası

DSCF0208 

DSCF0206 

DSCF0207DSCF0209 

Sofa

DSCF0210DSCF0211

Mutfak

DSCF0212 DSCF0213

Evin Bahçesi ve Tarla Aletleri

 DSCF0214DSCF0215DSCF0216DSCF0217

İstasyon Gişesi ve Biletçi Bölümü

DSCF0218

DSCF0219

Bekleme Salonu ve Günün Giysileri ile Kadın ve Erkek

DSCF0220  DSCF0221

Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!