Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


Siyasi Tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Siyasi Tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Aralık 2021

Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi (27 Aralık 1919)


Birinci Dünya savaşının bitmesiyle birlikte yurdumuz savaşta yenik sayıldı. Düşmanlar güzel yurdumuzu dört bir koldan sarmaya ve saldırmaya başladılar. Sevr Antlaşmasıyla ülkemizi paylaşan düşmanlar yurdumuzu bölmek için çalışmalarına başladılar. Başta Osmanlı Devleti’nin merkezi İstanbul olmak üzere Antalya, Maraş, Adana, Urfa ve Antep düşmanlar tarafından işgal edildi. Düşmanların maşası olan Yunanlılar ise 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’e girdiler. Yurdumuzun bu durumda olmasından rahatsız olan Mustafa Kemal halkımızla el ele vererek yurdumuzu düşmanlardan kurtarmak için 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıktı. Samsun’da halk tarafından büyük bir sevgiyle ve coşkuyla karşılanan Mustafa Kemal Samsun’daki çalışmalarını tamamladıktan sonra 12 Haziran 1919 tarihinde Amasya’ya geldi. Burada komutanlarla birlikte yaptığı toplantılar 22 Haziran 1919 tarihinde Amasya Genelgesi olarak yayınlandı. Amasya’dan Erzurum’a Erzurum Kongresini yapmak için geçen Mustafa Kemal burada 23 Temmuz 1919 tarihinde Erzurum kongresini yaparak Sivas’a geçti ve 4 Eylül 1919 tarihinde Sivas Kongresini düzenledi. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde milli iradeye dayalı bir hükümet kurulması ilk hedef olarak belirlendi. Bütün illere telgraf çekilerek halkın kendi adına karar verecek temsilciler seçmesi iletildi. Tüm yurtta seçilen bu temsilcilerin bir araya gelip ülkenin kaderini belirleyecekleri toplantıları yapmaları için bir ilde toplanmaları gerekmekteydi. Bu amaçla Ankaralılar Mustafa Kemal’i ve temsil heyetlerine seçilen il temsilcilerini Ankara’ya davet ettiler. Mustafa Kemal’de Ankaralılarla aynı düşüncedeydi. Kurtuluş Savaşının en iyi Ankara’dan yönetileceğini düşünüyordu. Çünkü Ankara yurdumuzun tam ortasında yer alıyordu ve bütün cephelere eşit uzaklıktaydı. Pek çok ilde haberleşme ve ulaşım olanağı da yoktu. Bu nedenlerden ve Ankara halkının coşkusundan ötürü Mustafa Kemal ve temsil heyetinin üyeleri 27 Aralık 1919 tarihinde saat 14.00  sularında Dikmen sırtlarında Ankara’ya geldiler. Yurdumuzun düşmanlardan kurtulmasını ve özgürlüğüne kavuşmayı çok ama çok isteyen Ankara halkı ve çevresindeki illerin tüm halkı Atatürk’ü ve temsil heyetini büyük bir coşku ile karşılamak için Ankara’da toplandı. Atatürk ve temsil heyeti üyeleri davullarla, oyunlarla ve seğmen gösterileri ile karışılandı. Bu coşkulu karşılama sonucunda çok ama çok duygulanan Mustafa Kemal bütün Ankaralılara teşekkür etti. Ardından yurdumuzun içinde bulunduğu durumu ve bu durumdan nasıl kurtulacağımızı anlatan bir konuşma yaptı. Mustafa Kemal’in Ankara’ya gelişi Kurtuluş Savaşının en önemli gelişmelerinin başında gelmektedir. Çünkü Atatürk’ün Ankara’ya gelmesi, burada temsil heyetinden üyeler ve Ankara halkıyla buluşması sonucunda oluşan atmosferle birlikte Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşu ve Türk ordusunun kurulması paralellik gösterdi. Bu gelişmeler ışığında Ankara milli mücadelenin merkezi haline geldi. Yani o zamanlarda dahi Ankara yurdumuza, milli mücadeleye başkentlik yapmış oldu. Kurtuluş Savaşının kazanılmasında çok ama çok büyük bir yeri olan Ankara bu yüzden her 27 Aralık günü bayram yerine döner. Seğmenler at sırtlarında gösteriler yaparlar. Bütün Ankara baştan başa bayraklarla süslenir. Bütün okullarda Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi ile ilgili törenler yapılır. Sporcular Ankara’da Atatürk koşusu yapar. Bütün şehirde şenlikler Ankaralılar bugünü büyük bir coşku ile bayram tadında kutlar.

14 Aralık 2021

Osmanlı'dan günümüze isyanlar - 3

Anadolu’da Abaza paşa ayaklanması 1622

Abaza Mehmet Paşa
Abaza Paşa ayaklanması, 1622'de Yeniçeriler tarafından öldürülen Padişah II. Osman'ın kanını dava ederek hareket eden Erzurum beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa'nın Anadolu'nun bir kısmında etkin olarak gerçekleştirdiği ayaklanmadır. II. Osman'ın öldürülmesi üzerine bulunduğu yerlerdeki yeniçerileri öldürterek cezalandıran Abaza Paşa, I. Mustafa ve IV. Murad devrinin bir sorunuydu. I. Mustafa'nın ikinci padişahlığı devrinde ayaklanan Abaza Paşa, yeniçerileri öldürtmekteydi. Doğu Anadolu'dan Sivas'a kadar hedef alınan yeniçeriler dehşete düşmüştü. Yeniçeriler diz kapağındaki yanık üzerinden tanınmaya çalışılınca ilgisiz halk da yeniçeri oldukları iddiasıyla Abaza Mehmed Paşa'nın adamlarınca öldürülüyordu. Ele geçirilen yeniçerilerin boyunlarını vurduran Abaza Mehmed Paşa, 1626'da Dişlenk Hüseyin Paşa'yı da öldürttü. Esir aldığı yayabaşı ve bölükbaşılarından ise dördünü dörder parça ettirip Erzurum Kalesi burçlarına astırdı. Abaza Paşa sorunu ile meşgul olan Damat Halil Paşa bu hususta bir başarı elde edemeyince 1628 yılında IV. Murad tarafından görevden alındı. Bu sırada Abaza Paşa'nın iki adamı İstanbul'da yakalanınca IV. Murad'ın emri üzerine oyulan omuz başlarına mumlar dikilip çarmıha gerilerek binek hayvanları üzerinde İstanbul sokaklarında teşhir edildiler. Sonrasında ise birinin başı kesildi, diğeri de çengele vurularak öldürüldü. Yeni sadrazam Hüsrev Paşa'nın 1628'de düzenlediği sefer neticesinde teslim olan Abaza Paşa, IV. Murad tarafından yine de bağışlandı ve Bosna beylerbeyliğine atandı. Böylelikle Osmanlı için yıllardır sorun olan bir meseleye son verilmiş olundu.

Cennetoğlu ayaklanması 1624 


Balıkesir bölgesinde bir tımarlı sipahi olan Cennetoğlu zamanla halk içine girerek sancakbeyi, kethüda ve ağaların yaptıkları zulümleri ortadan kaldıracağını bildirmek suretiyle taraftar toplayarak Osmanlı'ya baş kaldırmıştır.( 1624)

İlyas Paşa Ayaklanması 1632 

Balıkesir bölgesinde 1632 yılında İlyas Paşa ve çevresindekilerin gerçekleştirdiği ayaklanmadır.
Aslen Balıkesirli'dir. Karesi bölgesinde baş gösteren suhte ve celali isyanlarını bastırarak ün kazanmıştır. 1623'de Anadolu Beylerbeyi olmuştur. Hafız Ahmed Paşa' nın yanında İran seferine katıldı. 1626'da Rumeli beyleri olan İlyas Paşa bir yıl sonra bu görevinden azledildi. Hüsrev Paşa'nın sadrazamlığa getirilmesinden sonra emekliliğini isteyerek Balıkesir'e geçti. Burada etrafında önemli sayılabilecek bir güç toplamaya başladı. Paşa'nın bu hareketinden endişelenen devlet yönetimi kendisine vezirlik ile birlikte Şam beylerbeyliği görevi verdi. Ancak İlyas Paşa görev yerine gitmediği gibi daha fazla kuvvet toplayarak Balıkesir, Bergama, Kaz Dağı ve civarında denetimini sağladı. Osmanlı idaresi devlette yaşanan karışık durum nedeniyle İlyas Paşa'ya müdahale de bulunamamış, bundan dolayı da Paşa bölgedeki gücünü daha da arttırmıştır. Bunun devamında Manisa şehrini ele geçirdi. Bunun üzerine Osmanlı idaresi İlyas Paşa'nın üzerine Anadolu ve Karaman beylerbeylerinin idaresinde bir kuvvet yolladı. Alaşehir ovasında meydana gelen çarpışmada kuvvetleri bozulan İlyas Paşa, savaş meydanından çekilerek Bergama kalesine çekildi. Üç aylık bir kuşatmadan sonra, IV. Murad'ın kendisini affettiğini bildiren ferman üzerine 1636 yılında Anadolu Beylerbeyi Küçük Ahmet Paşa'ya teslim olarak İstanbul'a gitti. Padişahın huzuruna çıkan İlyas Paşa, burada yapılan kısa bir sorgulama sonrasında padişahın emri üzerine öldürüldü.
Şair Nef'i nin meşhur kasidesini yazdığı zattır.

Dürzi emiri Manoğlu İsyanı 1635

1635'de, Lübnan'da isyan çıkaran Dürzi emiri Manoğlu Fahrettin ile oğlu idam edildi. 
Osmanlı'ya isyan eden Dürzi emir. Lübnan Dağlarındaki Dürzi ve Maruni halklarını birleştirmiştir.

Lübnan'ın ileri gelen ailelerinden olan Maanoğulları ailesinden Emir Korkmaz'ın oğlu olarak 1572'de doğdu. Ailesi I. Selim döneminde Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetini kabul etmiştir ve aileye sancak beyi statüsü tevdi edilmiştir. Aile üyeleri Osmanlı'nın onayından geçtikten sonra emirlik makamına geçebilmişlerdir.

Babasının 1585'te ölmesine üzerine Lübnan'da gücünü artırmaya başladı. Kuyucu Murad Paşa ile irtibat kurarak gücünü katbekat artırdı. Osmanlı kendisine Safed sancağını oğluna da Beyrut ve Sayda sancaklarını verdi. Zamanla rakiplerini bertaraf ederek topraklarını genişletti.

Osmanlı'nın İran ve Avusturya ile savaşlarını fırsat bilerek bağımsızlık girişiminde bulundu. Canbolatoğlu Ali Paşa'nın Şam'ı kuşatmasına destek vererek ilk isyan girişimini başlattı. Canbolatoğlu'nun 1607'de yenilgisi üzerine geri çekilerek Kuyucu Murad Paşa'dan af diledi. Affı kabul edilerek sancağı yeniden kendisine verildi. Emellerinden vazgeçmeyerek İtalya'daki Toskana Büyük Dükalığı ile ittifak arayışına girdi ve Marunilerle temasa geçti. Bu gelişmelerle birlikte verdiği vergiyi göndermemesi ve çevredeki sancakları itaati altına almaya çalışması üzerine 1613 yılında üstüne Hafız Ahmed Paşa gönderildi. Zor durumda kalan Fahreddin, emirliği oğlu ve kardeşine bırakarak İtalya'ya gitti.

İtalya'da Papa V. Paulus ile görüşmüş ve papadan büyük bir saygı görmüştür. 1618 yılında emirliğin oğlunda kalması ve hiçbir işe karışmaması şartlarıyla Lübnan'a dönmesine izin verildi. Geri döndükten sonra rakibi Ebu Seyf Yusuf ile anlaşma yaptı ve kızını kendisine nikahladı. Yusuf'un 1624'te ölümü üzerine gücünü daha da artırdı. Oğlu Hüseyin'i, Trablus beyliğine getirtti ve kendisi de Aclun, Nablus sancaklarını uhdesinde topladı. Osmanlı tahtının iç karışıklıklar ile çalkalandığı 1623 yılında Şam beylerbeyinin üzerine yürüyerek esir aldı ve daha sonra serbest bıraktı. Bu vaka ününü artırdı. Avrupa ülkeleri ile sıkı ticari ilişkiler geliştirdi.

Topraklarını Anadolu'ya kadar genişletmesi üzerine bölgenin ileri gelen Arap ailelerinin tepkisiyle karşılaştı. IV. Murad'un gücü eline almasıyla Fahreddin meselesiyle ilgilenmeye başladı. Üzerine Şam Beylerbeyi Küçük Ahmed Paşa gönderildi. Oğlu Ali ile yapılan savaşta oğlu mağlup oldu, kendisi dağlık bölgelere çekildi. Osmanlı'nın harekata devam etmesi üzerine saklandığı yerden çıkarak teslim oldu. Oğulları Mesud ve Hüseyin ile birlikte İstanbul'a gönderildi. 21 Şubat 1635'te ulaştığı İstanbul'da 13 Nisan 1635'te idam edildi. Oğlu Hüseyin İstanbul'da eğitim görerek ileride Osmanlı Devleti'nde önemli görevler ifa etmiştir.

Avrupa ile devamlı olarak dini, ticari ve siyasi ilişkilerini canlı tutmuştur. Fransa kralının isteğiyle manastır yapımına yardımcı olmuş ve eski bir kiliseyi tamir ettirmiştir. Hristiyan çiftçileri Lübnan topraklarına yerleştirerek tarımı canlandırmaya çalışmıştır. Hollandalı ve Fransız tacirlere geniş fırsatlar vererek Beyrut ve Safed'in gelişmesini sağlamıştır. Maruni bir aile yanında yetişmiş ve bir yardımcısı Maruni olmuştur. Marunilerle iyi geçinerek Dürzî Maruni siyasi birliğinin kurulmasını sağlamıştır.

Varvar Ali Paşa Ayaklanması 1648 

Varvar Ali Paşa İsyanı, 1647'de tayin edildiği Sivas beylerbeyiliği sırasında Varvar Ali Paşa'nın çıkardığı isyandır. Osmanlı Padişahı İbrahim'in İpşir Paşa'nın Sivas'taki eşi Perihan Hanım'ı kendisine istemesi ve İstanbul'a getirilmesini emretmesi üzerine Varvar Ali Paşa ayaklandı. Başka birinin eşini Padişah İbrahim'e getirmeyi kabul etmeyerek emri yerine getirmeyen Varvar Ali Paşa'nın görevinden alınıp öldürülmesine karar verildi. Varvar Ali Paşa, onu öldürmek için görevlendirilen askerleri bulunduğu şehre sokmadı. Başka bir yolla İstanbul'a davet edilerek Sivas'tan çıkartılmak istendiyse de bulunduğu yerden ayrılmadı. Ayrıca Varvar Ali Paşa'nın Celâlî olduğu ilan edilerek ona olan desteğin zayıflatılması hedeflendi.

Varvar Ali Paşa, eşini Padişah İbrahim'e vermeyi kabul etmediği İpşir Paşa'nın saldırısına uğradı. Bu saldırı karşısında Varvar Ali Paşa'nın ordusu dağıldı, kaçmaya çalıştığı esnada yakalandı. İpşir Paşa, onu idam ettirdi ve Varvar Ali Paşa'nın kesilen başı İstanbul'a yollandı. İpşir Paşa bunun üzerine Halep valiliği ile ödüllendirildi.

Sultanahmet olayı ve Sipahi ayaklanması 1648 
Atmeydanı Vakası, veya Atmeydanı Olayı ya da Sultan Ahmed Camii Vak‘ası olarak da bilinir, 1648 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'da bulunan Sultanahmet Meydanı'nda gerçekleşen bir ayaklanmaydı.
Sultan İbrahim, 12 Ağustos 1648'de tahttan indirildi. Birkaç gün sonra öldürüldü. 6 yaşındaki oğlu IV. Mehmet (1648-1687 yılları arasında hüküm sürdü) tahta çıktı. Osmanlı İmparatorluğu'nda yeni padişah, tahta çıktığında askerlere cülûs bahşişi verilmesi bir gelenekti. Ancak, devam eden maliyetli Girit Savaşı nedeniyle, padişahın naipleri gerekli bahşişi ödeyemediler. Osmanlı Ordusunun ana süvari birlikleri olan sipahi birlikleri, bahşiş almadıkları için özellikle şikayetçiydi.

Ayaklanma
İki ay sonra hükûmeti yöneten Bâb-ı Âli divanı, Girit'e sipahi birimleri gönderme kararı aldı. Öfkeli sipahiler, diğer bazı haklarını almak için İstanbul'a geldi. Bazı yerel halk da onlara katıldı. Topkapı Sarayı'nın önünde bulunan Bizans dönemi'nden kalma hipodrom olan Atmeydanı adlı meydanda toplandılar. Rumen tarihçi Nicolae Iorga'ya (1871–1940) göre, Sultan İbrahim'in annesi Valide Kösem Sultan, güruhu gizlice destekledi. Bazı devlet adamlarının idam edilmesi talepleri de dahil olmak üzere talepler daha da aşırı hale geldi, ancak hükûmet bunların çoğunu başlangıçta olumlu karşıladı. Olay yerine gönderilen müzakerecilerden biri, aslında yeniçeri birliği üyesi, güruh tarafından öldürüldü. Bu durum karşısında saraya sadık yeniçeriler ile sipahiler arasında gerginlik ortaya çıktı. Daha iyi organize olmuş yeniçeriler, kanlı geçen çatışma sonrası sipahileri yendi.
Sonraları
Sipahilerin başlattığı ayaklanma bastırıldı. Ancak yeniçeriler daha fazla güç kazandı ve bu durum kısa süre sonra İstanbul'da huzursuzluk yaratmaya başladı. İmparatorluğun sıkıntılı yılları, 1656'da Köprülüler Devri'nin başlangıcına kadar sürdü.


Haydaroğlu Mehmet Bey ayaklanması 1648

Haydaroğlu Mehmet, I. İbrahim ile IV. Mehmet’ in ilk yıllarını içeren dönemindeki Celali isyanları' nda önderlik etmiş kişilerdendir.

Bir kadıyı öldürdüğü için 1640’ta dağa çıkan ve daha sonra Eskişehir-İzmir arasında kervanları ve tüccarları soymaya başlayan eşkıya Kara Haydar’ın oğludur. Vezir-i azam Kemankeş Kara Mustafa Paşa zamanında (1638-1644) üzerine asker gönderilen ve Uluborlu’da Veli Baba Tekkesi’ nde öldürülen babasının intikamını almak için eşkıyalığa başladığı rivayet edilir. İntikam duygusunun yanı sıra 1647’de Vezir-i azam olan Hezarpare Ahmed Paşa’dan birkaç defa sancak beyliği talebinde bulunmasına rağmen bu makamı elde edemeyişinin de eşkıyalığa başlamasında etkili olduğu söylenmektedir.

Haydaroğlu Mehmed’in eşkıyalığa başlama tarihi 1647 olarak belirlenmekle birlikte daha önce İran’dan, Arap topraklarından ve İzmir’den Bursa ve İstanbul’a giden kervanları Ankara, Saruhan ve Hamidili arasında yağmalama faaliyetlerinde bulunduğu tahmin edilmektedir. Eskişehir’in kuzeyinde bulunan Söğütdağı’ nı kendisine merkez edinerek zamanının ünlü birçok eşkıyasını yanında topladı. Bunların en önde geleni Katırcıoğlu idi. Bir ara taraftarlarıyla birlikte devlet hizmetine girerek sancak beyi olmak isteyen Haydaroğlu, sadrazama önemli miktarda rüşvet göndermesine rağmen bu görevi elde edemedi. Bunun üzerine eşkıyalık faaliyetlerini artırdı ve Akşehir-Ilgın arasında hac kervanına saldırdı. Bu bölgedeki bütün yolların kontrolünü elinde tuttu. Bölgedeki çiftçileri ve ileri gelenleri kendisine tâbi olmak zorunda bıraktı.

Karaman Beylerbeyi İbşir Mustafa Paşa serasker tayin edildi ve Anadolu Beylerbeyi İbrahim Paşa ile yardımlaşarak Haydaroğlu’nun isyanını bastırmakla görevlendirildi Emrindeki kuvvetlerle Haydaroğlu’na karşı harekete geçen İbşir Mustafa Paşa Söğütdağı’nda kuşatmasına rağmen onu ele geçiremedi (1648). IV. Mehmed devri başlarında Anadolu Beylerbeyi Ahmed Paşa Haydaroğlu üzerine gönderildi. Ahmed Paşa Afyonkarahisar yakınlarında yenildi (1648) ve Katırcıoğlu tarafından öldürüldü. Ahmed Paşa’nın safında yer alan güvensiz sarıca ve sekban bölükleri Haydaroğlu tarafına geçtiler. Haydaroğlu’nun gücü, prestiji hayli arttı ve bu durum merkezdeki yöneticileri endişeye sevketti. Ketenci Ömerpaşazâde Mehmed Paşa Anadolu beylerbeyliğine tayin edildi ve sınırsız yetkilerle donatılarak Haydaroğlu meselesini halletmesi istendi. Haydaroğlu, kendisine bir görev verilmesi şartıyla eşkıyalığı bırakmayı teklif ettiyse de bu teklif hükûmet merkezi tarafından kabul edilmedi. Bunun üzerine Haydaroğlu Afyonkarahisar’ı yağmaladı ve Isparta’ya geçti.

Hamidili sancağı mütesellimi Abaza Hasan Paşa Haydaroğlu’nun kuvvetlerini Isparta yakınlarında ani bir baskınla dağıttı, çıkan çatışmada Haydaroğlu ayağından yaralandı. Yaralı olduğu halde kaçmayı başardıysa da fazla uzaklaşamayarak yakın bir köye sığındı. Bu durumu haber alan Abaza Hasan Paşa köyü kuşatıp Haydaroğlu Mehmed’i teslim aldı. Haydaroğlu daha sonra İstanbul’a getirildi ve 1648’ de Parmakkapı’da idam edildi.


Gürcü Nebi İsyanı 1649

Başlıca Celali ayaklanmalarında biridir. 1649 yılında Gürcü Nebi tarafından başlatılmıştır.

22 Kasım 2021

Osmanlı'dan günümüze İsyanlar - 2

 Hain Ahmet ayaklanması 1524

Kanuni Sultan Süleyman devri Osmanlı veziri ve Mısır valisi olan Ahmed Paşa, I. Selim zamanında iç oğlanı olarak saraya alındı. Önce ahır işlerinden sorumlu olan kişi anlamına gelen mirahur’ı evvel olarak görev yaptı. Sonraki süreçlerde Rumeli Beylerbeyliği’ne yükselen Ahmed Paşa, Kanuni Sultan Süleyman ile birlikte Belgrad Seferi’ne katılarak Böğürdelen’in alınmasında önemli oranda katkı sağladı. Belgrad kuşatmasındaki hizmetlerinden dolayı vezirlik makamına getirildi. Rodos Seferi’ne 3. vezir sıfatıyla katılan Paşa, çok geçmeden padişahın emriyle seferin serdarlığına getirildi.

Hırslı ve arzulu kişiliğiyle tanınan Ahmed Paşa’nın asıl amacı veziriazam olmaktı. Bundan dolayı arzu ettiği makamı elde edebilmek için çeşitli planlar yaptı. Sonuç itibariyle Piri Mehmed Paşa’nın görevden alınmasında etkili oldu, ancak Piri Mehmed Paşa’dan boşalan makama kendisinin getirilmemesi üzerine Mısır valiliğine tayinini istedi. O dönem büyük karışıklık içinde bulunan Mısır’da etkin rol oynayarak düzeni sağladı. Ancak bu süreçten sonra tarihte hain olarak anılacağı faaliyetlerini gerçekleştirmeye başladı. Mısır Beylerbeyi Hayri Bey’in ölümünden sonra büyük bir karışıklık içinde bulunan bedevi reislerinin aralarını bularak ileriye dönük emellerini gerçekleştirmek amacıyla çevresini güçlendirdi. İhanet hazırlıkları içinde olduğunu Makbul İbrahim Paşa, padişaha etki ederek Kara Musa’nın Mısır valisi olmasını sağladı ve Hain Ahmed Paşa’yı öldürülmesiyle görevlendirildi. Bunu öğrenen Ahmed Paşa, bağımsızlığını ilan ederek önce Kara Musa’yı öldürttü sonra ise amacına uygun faaliyetlerde bulundu. Kumandanlarından biri olan Mehmed Bey, onu hamamda yıkanırken öldürmeye kalkıştıysa da,  Ahmed Paşa yaralı kurtuldu ve Benî Bekr aşiretine sığındı. Ancak onlar tarafından kafası kesilerek öldürüldü.

İstanbul'da Yeniçeri Ayaklanması 1525 

1525′te İstanbul’da Yeniçeriler isyan edip, şehrin büyük bir kısmını yağmaladılar. İkbal basamaklarını hızla tırmanan Veziriazam Makbul İbrahim Paşa’nın, isyan eden hain Ahmed Paşa gailesini bertaraf etmek için Mısır’a gitmesini fırsat bilen muhalifleri yeniçerileri isyana teşvik ettiler.

Kanuni Sultan Süleyman, Edirne’den yeni dönmüş ve Kâğıthane’ye gelmişti. Padişahın yokluğundan da yararlanan yeniçeriler, 16 Mayıs 1525′te İstanbul’da başta Veziriazam İbrahim Paşa’nın sarayı olmak üzere Vezir Ayas Paşa ve Defterdar Abdüsselam gibi devlet ricalinin konaklarını, gümrükleri, dükkanları ve halkın evlerini yağmaladılar. Ertesi gün yeniçeriler ağa kapsına gelip, “Bizim bu fesada rızamız ve şenaatten haberimiz yoktur. teftiş edini bulunsun!” dediler.Yeniçeriler ilk defa bu kadar büyük çapta ayaklandılar.

Kâğıthane’de bulunan Sultan Süleyman’da askerin isyan ettiğini öğrenir öğrenmez hemen deniz yolu ile İstanbul’a gelmişti. Sultan, ilk iş olarak geniş bir soruşturma yaptırdı ve askeri tahrik ettikleri anlaşılan Yeniçeri Ağası Mustafa Ağa’yı derhal idam ettirdi. Mustafa Paşa kethüdası Bali ile Reisülküttab Haydar da olaya karıştıkları için hapsedilip, bir süre sonra öldürüldüler. Padişahın hızlı ve sert bir şekilde olaya müdahale etmesiyle isyan daha fazla yayılmadan yatıştırıldı.

Celali ayaklanmaları 1500 - 1600

Celâlî isyanları, 16. ve 17. yüzyıllarda, Osmanlı yönetimindeki Anadolu'da Yavuz Sultan Selim döneminde başlayan ve IV. Mehmed dönemine kadar devam eden zaman zarfında devlete karşı ekonomik, sosyal, askerî ve siyasi nedenlerle çıkarılan ayaklanmalara verilen addır.

“Celâl’e mensup” anlamına gelen Celâlî tabiri, 16. yüzyıl başlarında (1519) isyan eden Bozoklu Şeyh Celâl’le ilgilidir. Celâlî isyanları başlangıçta, Osmanlı idaresinden memnun olmayan zümrelerin ve Şiî eğilimli Türkmen gruplarının Safevîlerin de tahrikiyle devlete başkaldırmaları şeklinde ortaya çıkmış, 16. yüzyılın sonlarından itibaren büyük bir mesele hâlini alarak değişik bir mâhiyet kazanmıştır. Osmanlı devlet anlayışı, bu isyanları “hurûc ale’s-sultân” olarak değerlendirmiş ve kaynaklarda bu ifade sık sık kullanılmıştır.

Bu ayaklanmaların adı, bu kapsamdaki ayaklanmaların ilkinin önderi olan Şeyh Celâl’den gelir. Bozoklu (Yozgat) olan Şeyh Celâl önderliğinde topraksız köylüler, ağır vergilerden ezilenler, toprakları elinden alınmış eski sipahiler, sekbanlar, yerel idarecilerin baskı ve adaletsiz yönetiminden şikâyetçi olan kitleler, 1519 yılında Osmanlı yönetimine başkaldırdı. Tokat yöresinde başlayan ayaklanma, aynı yıl içerisinde kanlı bir biçimde bastırıldı.

Celali isyanlarının nedenleri

16. yüzyıl ortalarında Osmanlı Devleti'nde ekonomik ve toplumsal bunalım baş gösterdi. Anadolu ve Akdeniz üzerinden geçen uluslararası ticaret yollarının coğrafi keşifler sonucunda yön değiştirmesi de bunda etkili oldu. Osmanlı Devleti, bu ticaret yollarının ve gelirlerinin kendi topraklarından geçtiği dönemlerde sağladığı kazancı yitirdi. Öte yandan Avrupa devletlerinin güçlenmesi karşısında fetihlerin durmasıyla ganimet gelirleri de ortadan kalktı. Devlet, gereksinim duyduğu geliri sağlayabilmek için vergileri artırdı. Osmanlı yönetiminin babadan-oğula geçmemesinde titizlikle durduğu tımar sistemi saltanat haline geldi. Oluşan bu yarı-feodal durum, vergileri ödeyemeyen köylülerin topraklarını terk etmesine, kasaba ve kentlere iş için göç etmesine yol açtı. Geçim yolu bulamayanlar ise eşkıyalığa başladılar ya da eşkıyaya katıldılar. Bütün bunların sonucunda Osmanlı toplumsal ve ekonomik düzenin altüst oldu. İşsizlik ve geçim sıkıntısı, medrese öğrencisinden askerine kadar toplumun bütün kesimlerine yansıdı. Ayrıca Anadolu'da yaşayan Alevi halk, Osmanlı Devleti'nin Sünnilik üzerine kurulu teokratik yapıda olmasına karşı çıkıyordu. Bu yüzden sık sık Osmanlı ile ters düşüyorlardı.

Anadolu'da ilk büyük Celali Hareketleri, medrese öğrencilerinin (suhte ya da softa) hareketi olarak ortaya çıktı. Medrese öğrencileri ve medrese bitirip iş bulamayanlar Yozgat, Amasya, Adıyaman, Sivas ve Malatya yörelerinde büyük ayaklanmalar başlattılar. Bu ayaklanmalar tarihe Suhte ayaklanmaları olarak geçti. Daha sonra, Osmanlı askeri sınıfından levent ve sekbanlar da ayaklandılar. Bu arada Osmanlı Devleti'nin yerel yöneticileri, güç kullanarak halktan vergi toplamaya başladılar. Yerel yöneticilerin zulmü merkezi hükûmet tarafından önü alınamaz duruma gelince, III. Murat (1574-1595), III. Mehmet (1595-1603) ve I. Ahmet (1603-1617) soygunlara, yöneticilere ve memurlara karşı köylülerin silahla mücadele etmesini isteyen fermanlar çıkardılar. Bu dönemin önemli ismi Şeyhülislam Mustafa Sunullah Efendi olmuş ve devşirme sadrazamlara karşı verdiği fetvalar ile Anadolu'daki Türk varlığının yaşamasını sağlamıştır.

Destekleyen gruplar

Anadolu'da meydana gelen Celali isyanlarına sadece çiftçiler ve işsizler destek vermemiştir, Osmanlı devletinin Sünni teokratik yapıda olmasına karşı çıkan Aleviler de Celali isyanına destek vermiştir.

Anadolu'daki önemli Celali ayaklanmaları ve önderleri

Şeyh Celâl isyanının bastırılmasından sonra 1525 yılında İçel Sancağındaki vergi memurunun Süklün Koca adlı ihtiyara kötü davranışları sonucu Süklün Koca, diğer adıyla Kadri Hoca Baba, köylüleri etrafına toplamış, oğlu Süklün Şah ya da Şah Veli de kendisine katılmıştır. Daha sonra o çevrede büyük saygı gören Baba Zünnun da köylülerin başına geçerek ayaklanma çıkardı. Çıkan ayaklanma 1526 yılında bastırıldı. Anadolu'da artan mali sıkıntılar yanında yeni düzenlemelerden memnun olmayan ve yoğun Safevi propagandasından etkilenen Türkmen gruplarının destek verdiği Kalender Çelebi İsyanı, 1526 Mohaç Seferi sırasında patlak verdi. İsyan Orta Anadolu'da süratle yayıldı. 1527 yılında sadrazam Pargalı İbrahim Paşa komutasındaki Osmanlı güçlerinin, 1527'de Elbistan dolaylarındaki galibiyeti sonucu Kalender'in öldürülmesiyle isyan bastırıldı.

16. yüzyılda Anadolu’da önemli bir nüfus artışı olmuş, fakat tarım alanlardaki artış buna cevap verememişti. Bu nüfus artışı Anadolu’da yersiz yurtsuz bir kalabalığın meydana gelmesine yol açtı. Toprakların yetmemesi sonucu çiftbozan olan bu gruplar için devlet ve beylerin kapısında “kapı halkı” olmak tek çıkar yoldu. Bunların bazıları sınır kalelerine azap, yeniçeri, donanmada levent ve gönüllü de olabiliyorlardı. İş bulamayıp boşta kalanlarsa “garip-yiğit” adları altında çoğunluğu teşkil ediyordu. Bunların bir kısmı medreselere giriyor, ancak çoğu istihdam edilemedikleri için imaretlerin etrafında başıboş gruplar oluşturuyorlardı. Bütün bunlar bazı sosyal karışıklıklara zemin teşkil ediyordu. II. Selim devrinde başıboş kalabalık grupların zararları yavaş yavaş görülmeye başlandı. Bunun üzerine henüz büyümemiş bu tehlikeye karşı mahallinde müdafaa tedbirleri düşünüldü. Hükûmet, köylüler arasından seçilen bir yiğitbaşı ile onun idaresinde köy delikanlılarından meydana gelen otuz kırk kişilik yerel koruma birliklerinin kurulmasını teşvik etti. Köy halkı bir yiğitbaşı ve onun emrinde il erleri seçmek suretiyle bu grupların saldırılarından korunmaya çalıştı. İl erleri teşkilatı Celâli mücadelesinde önem kazandı. Ancak daha sonraları halkın arzusu ile teşkil olunan il-erleri'nin başında bulunan yiğitbaşılar bile bölükleriyle beraber Celâlî olmaya başladılar. Mesela suhtelere karşı uzun zamandan beri yiğitbaşı olarak kendisini tanıtan Neslioğlu, bu vaziyetinden faydalanarak köylülerin başına geçmiş, Afyonkarahisar ve Isparta taraflarında en bilinen bir Celâli olmuştu. Kastamonu ve Çankırı taraflarına şöhret salan Urgancıoğlu Mehmed Pehlivan da aynı şekilde idi.

16. yüzyılın sonlarına değin Celali ayaklanmaları, daha çok yöresel bir özellik taşıyordu. 1598'de Sivas ve Maraş bölgesinde çıkan Karayazıcı Ayaklanması, Celali hareketlerinin niteliğini değiştirdi. Sekban askerlerinin komutanıyken ayaklanan Karayazıcı’ya, dirlikleri ellerinden alınan sipahiler, topraklarını terk eden köylüler, işsiz kalan sekbanlar, yönetimden hoşnut olmayan beyler ve paşalar da katıldı. 20 bin kişilik bir ayaklanmacı ordusunu yöneten Karayazıcı, büyük kentlere bile baskınlar düzenleyip çekiliyordu. Karayazıcı üzerine gönderilen Osmanlı ordusu karşısında Tokat'a çekildi ve 1601'de öldü.

Karayazıcı'nın ölümünden sonra ayaklanmacıların başına kardeşi Deli Hasan geçti. Osmanlı Devleti, Orta Anadolu'ya egemen olan Deli Hasan kuvvetlerini bastıramayınca, onunla anlaşma yolunu seçti. Deli Hasan’ı paşa unvanıyla Bosna beylerbeyliğine atadı. Ancak devletin bu tavrı öbür Celali önderlerini cesaretlendirdi. 1603-1608 arasında Celali ayaklanmaları bütün Anadolu'ya yayıldı. Tavil Ahmed, Canboladoğlu ve Kalenderoğlu gibi Celali önderler devlet otoritesini ortadan kaldırdılar. Anadolu’daki köylüler canlarını kurtarmak için yerlerini terk ederek dağlara, korunaklı şehir ve kasabalara sığınmak zorunda kaldılar. Osmanlı tarihine bu dönem "Büyük Kaçgun" olarak geçmiştir.

Sonunda Osmanlı Devleti, Celalileri kesin olarak ortadan kaldırmaya karar verdi. Sadrazam Kuyucu Murat Paşa büyük bir orduyla 1606’da Anadolu'ya geçti. 1610 yılına kadar isyancı Celalileri ve adamlarını acımasızca öldürerek cesetlerini açtırdığı kuyulara doldurttu. Bu dönemde öldürttüğü insan sayısının 65 bin civarında olduğu rivayet edilir.

Erzurum beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa 1622'de yeni bir ayaklanma başlattı ve bu ayaklanma ancak 1627’de bastırılabildi. Sultan I. İbrahim döneminde (1640-1648) Sivas Valisi Varvar Ali Paşa ve Isparta yöresinde Kara Haydaroğlu ile Katırcıoğlu ayaklanmaları çıktı. Ama Osmanlı Devleti, ayaklanmacılara karşı siyasetini belli ölçülerde değiştirdi ve onları denetim altına alma yolunu kullandı. Katırcıoğlu, Karaman beylerbeyliğiyle ödüllendirilerek etkisiz hale getirildi. Bu devredeki diğer bir asi, Gürcü Abdünnebi adlı kapıkulu süvarisiydi. Kapıcılar kethüdâlığına kadar yükselip Niğde ve Bor taraflarında çiftlikler elde ederek nüfuzunu arttıran ve Safed voyvodalığını elde eden Abdünnebi, saltanat değişikliğinden dolayı İstanbul’a gönderdiği paranın hükûmet tarafından yeniden talep edilmesi üzerine mağdur duruma düşmüştü. Ayrıca İstanbul’da Sultanahmed Vakası’nda öldürülen sipahilerin kanlarını da dava ediyordu. İstanbul üzerine yürüyen Abdünnebi Üsküdar’da Bulgurlu civarında yenilgiye uğratıldı; daha sonra, “Anadolu bizim, Kütahya’da otururuz, Rumeli sizin olsun” diyerek çekildiyse de Kırşehir mutasarrıfı İshak Paşa tarafından Karapınar’da yakalanıp idam edildi. 1658'de ayaklanan Abaza Hasan Paşa'ya da devlet görevi verildi. Anadolu'da 17. yüzyıl ortalarından sonra görülen yerel Celali toplulukları da II. Viyana Kuşatması'ndan sonra Avusturya ve müttefiklerine karşı yürütülen savaşlarda asker olarak orduya verildi. Bundan sonra Anadolu’da yer yer mahalli isyan hareketlerine rastlanmakla beraber büyük bir isyan çıkmadı. Bu döneme ait kaynaklarda Celâli kelimesine tesadüf edilmekle birlikte daha çok “eşkıya” veya “türedi eşkıyası” tabirleri kullanılmıştır.

Celali ayaklanmalarının sonuçları

Celali ayaklanmaları, Osmanlı toprak düzenini büyük ölçüde değiştirdi. Ağır vergiler yüzünden “Büyük Kaçgun” sırasında yerlerinden olan çiftçilerin toprakları mültezimlerin ya da yerel yöneticilerin eline geçti. Vergiler yüzünden borca giren köylüler, işledikleri toprakları sonunda tefecilere kaptırdılar. Osmanlı toprak düzeninin bel kemiği olan Tımar Sistemi bozuldu. Büyük nüfus hareketleri ortaya çıktı ve kentlere büyük göçler oldu. Tarımsal üretim geriledi ve kıtlık tarım ürünleri fiyatlarının yükselmesine yol açtı. On binlerce insan yaşamını yitirdi ve pek çok yerleşim yeri yıkıma uğradı. İsyandan sonraki kıyımdan kaçabilenler İran'a kaçarlarken, saklananlar İç ve Doğu Anadolu Alevilerinin temelini oluşturmuşlardır ve atalarıdırlar, Saklanmayan ve kaçmayan kalabalık Türkmen aşiretleri ise bugünkü Bulgaristan ve Makedonya topraklarına sürgün edilmişlerdir, o vakte kadar yalnız Batı Anadolu'dan yapılan iskanlarla az bir Türk nüfusuna sahip olan Balkanlarda bu tarihten itibaren Türkler çoğalmıştır. Köylü çiftbozan olmuştur yani tarlasını bırakıp, işlemeyip göç etmek istemiştir, böyle köylülere çiftbozan adlı ceza vergisi uygulanırdı.


Genç Osman’a karşı Yeniçeri, Sipahi ayaklanması  1622

II.Osman, Lehistan seferi sonrasında Yeniçerilerin artık yetersiz olduğunu anlamıştı. Bazen tebdil-i kıyafetle halk arasına karışır, meyhanelerde içen ve fahişelerle beraber olan Yeniçerileri yakalayıp cezalandırırdı. Padişah belki de Yeniçeri Ocağını kaldırmayı tasarlıyordu, fakat bu iş hiç kolay olmayacaktı.

Padişah II.Osman'ın hacca gitmek isteği bardağı taşıran son damla oldu. Padişahların görevi adaletli bir biçimde halk yönetmekti, hacca gidip gelmek birkaç seneyi bulurdu. Bu sıralarda yönetimde fitne çıkabilir, devlet tehlikeye girebilirdi. Ayrıca 'padişahın haccı bahane ettiği, Anadolu içlerinde düzenli bir ordu kurarak Yeniçeri Ocağını kaldıracağı' söylentisi ortalıkta dolaşıyordu. Bundan başka padişah İlmiye sınıfını da ekonomik nedenlerle kendisine düşman etmişti. 1622 yılının Mayıs ayına gelindiğinde artık II.Osman, dinsiz ve tehlikeli birisi ilan edilmişti.

18 Mayıs 1622 günü padişah hacca gitmek için maiyetindeki askerleri Üsküdar'a geçirecekti. Yeniçerilerin ve ulema sınıfının başını çektiği isyan bu tarihte patladı. İsyancılar birkaç yüksek devlet görevlisinin kellesini istiyorlardı. Padişah ise, kendisine istek bildirmeye gelen ulemayı 'bunlar hep sizin başınızın altından çıktı' diyerek azarladı. II.Osman hacca gitmekten vazgeçtiyse de artık isyanı durdurmak imkansızdı. Padişah, istenilen kişileri isyancılara vermedi. Sonradan bir kez daha görüşmeye kabul ettiği ulemaların fetvasını yırtıp attı.

Bütün bu olanlar ayaklanmacıları daha da kızdırmıştı. İsyancılar I.Mustafa'yı tahta geçirmek istiyorlardı. En sonunda isyancılar sarayı bastılar, şehrin her tarafı yangın vaziyetindeydi, her yer yağmalanıyordu. 20 Mayıs 1622 günü I.Mustafa, isyancılar tarafından padişah ilan edildi. II.Osman ise çok kötü bir şekilde aşağılanarak halkın önünden geçirildi. Yedikule'ye getirilerek burada boğdurulmak suretiyle öldürüldü.


18 Kasım 2021

Teşkîlât-ı Mahsûsa


Teşkîlât-ı Mahsûsa (Osmanlı Türkçesi: تشكیلات مخصوصه) İttihat ve Terakkî Cemiyeti bünyesinde Enver Paşa'ya bağlı olarak kurulan gizli teşkilattır. İttihat ve Terakkî'nin Türkçü ve İslâmcı siyasi görüşleri doğrultusunda, yurt içi ve yurt dışında, karşı-istihbarat, propaganda, örgütlenme, suikast eylemlerinde bulunmuştur. Çeşitli şahit ifadelerine göre 1911'den itibaren etkin olmuş, 5 Ağustos 1914'te Harbiye Nezareti'ne bağlı resmî bir örgüte dönüştürülmüştür. 8 Ekim 1918'de İttihat ve Terakkî hükûmetinin iktidardan ayrılması ile birlikte Teşkilât-ı Mahsusa da resmen tasfiye edilmiştir.

Ayrıca Teşkilât-ı Mahsusa, hala varlığı tartışılan bir teşkilattır. Kimi tarihçiler var olduğunu, kimi tarihçiler ise böyle bir teşkilatın asla kurulmadığını ve var olmadığını ileri sürmektedir.

Teşkilât-ı Mahsusa'nın Trablusgarp'ta İtalyanlara, Batı Trakya'da Bulgar ve Yunanlara, Mısır ve Irak'ta İngilizlere karşı direniş örgütleme çalışmaları kısmen belgelenmiştir. Buna karşılık 1915 Ermeni Kırımı'nda Teşkilât-ı Mahsusa'nın oynadığı rol, sık sık dile getirildiği hâlde ayrıntılarıyla ortaya konabilmiş değildir. Teşkilât-ı Mahsusa hakkında tek köklü araştırmanın yazarı olan Philipp Stoddard'a göre Teşkilât-ı Mahsusa, Ermeni tehcirinde hiçbir rol oynamamıştır. Guenter Lewy Stoddard'la 2001 senesinde görüştüğünü ve Stoddard'ın hâlâ aynı görüşü savunduğunu bildiriyor.

I. Dünya Savaşı'ndan sonra Anadolu'da oluşturulan Kuvâ-yi Milliye ve Müdafaa-i Hukuk gruplarının önde gelen liderlerinin hemen hepsi Teşkilât-ı Mahsusa üyesi olduğu bilinen kişilerdir. Buna rağmen Teşkilât-ı Mahsusa ile Millî Mücadele arasındaki örgütsel ilişki yeterince incelenmemiştir. Teşkilatın kurucusu Enver Paşa'dır. Başında ise Hüsamettin (Ertürk) Bey bulunmaktaydı.

Bilgi Kaynakları

Teşkilât-ı Mahsusa'ya ilişkin tek akademik çalışma, Dr. Philip Stoddard'ın 1963 tarihli doktora tezidir. Teşkilat ileri gelenlerinden Eşref Kuşçubaşı ve Hüsamettin Ertürk'ün anıları yayımlanmıştır. Rauf Orbay'ın anılarında da İran-Afganistan operasyonları hakkında bilgi bulunur. Galip Vardar'ın İttihat ve Terakki İçinde Dönenler (1960) kitabı, yanlı olmakla birlikte değerli bir bilgi kaynağıdır. Hamza Erkan, Bir Avuç Kahraman (1946) kitabında, Süleyman Askeri'nin Irak macerasına ilişkin geniş bilgi verir. Mustafa Balcıoğlu'nun da Teşkilât-ı Mahsusa ile ilgili kitapları vardır.

Teşkilât-ı Mahsusa arşivi elde değildir; 1918'de İttihat ve Terakki liderlerinin yurt dışına gitmeden önce imha ettiği ileri sürülür. Mütareke döneminde İstanbul'da yapılan Divan-ı Harb-i Örfi mahkemelerinde teşkilata ilişkin birçok iddia dile getirilmiş ve tanıklar dinlenmiştir. Divan-ı Harp tutanaklarının bir kısmı Taner Akçam tarafından yayımlanmıştır. Taner Akçam'ın yaptığı araştırmaya göre Teşkilât-ı Mahsusa'nın koruması altında olan bir aile Manisa'ya yerleştirilmiştir. Ailenin kimliği gizli tutulmakta ve CIA kayıtlarına göre Manisa Yuntdağ civarında bulunmaktadır.

Amaç ve Örgütlenme

Örgütün son başkanı olan Hüsamettin (Ertürk) Bey Teşkilât-ı Mahsusa'nın kuruluş amacını şöyle tanımlar:

"Bu teşkilatın gayesi, bir taraftan bütün İslamları bir bayrak altında toplamak, bu suretle Panislamizme vasıl olmaktır. Diğer taraftan da Türk ırkını siyasi bir birlik içinde bulundurmak, bu bakımdan da Pantürkizmi hakikat sahasına sokmaktır. Enver Paşa'nın bir yandan Emiri Efendi'nin İttihat ve Terakki programındaki panislamizminden, diğer taraftan da Ziya Gökalp'in pantürkizminden ilham aldığı muhakkaktır."

Teşkilât-ı Mahsusa'nın kurucusu olan bu kişinin kimliğinin gizlenmesi kafalarda hep soru işareti olarak kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizlerin Basra'yı ele geçirmesi üzerine, Teşkilât-ı Mahsusa liderlerinden Süleyman Askeri, Kürt ve Arap aşiretlerinden derlenmiş bir çeteyle İngilizlere karşı vur-kaç saldırıları düzenlemiş, Abadan'daki petrol tesislerini yakmıştır. Buna tepki olarak harekete geçen İngilizler, 12-14 Nisan 1915'te Türk ordusunu Şuaybe'de ağır bir yenilgiye uğrattılar. Süleyman Askeri, yenilgi üzerine 14 Nisan tarihinde tabancasıyla intihar etmiştir.

29 Nisan 1916'da Halil Paşa komutasındaki Osmanlı 6. Ordusu'nun İngiliz birliklerini Kut'ül Ammare'de yenilgiye uğratıp esir almalarından sonra, Nuri Paşa ve Rauf Bey yönetiminde bir Teşkilât-ı Mahsusa birliği savaşta tarafsız olan İran ve Afganistan'a girerek burada yerli kuvvetlerden oluşturacağı birliklerle İngilizleri arkadan vurmayı denedi. Mareşal Liman von Sanders'e göre bu macera, Irak'taki Türk yenilgisinin nedenlerinden biri oldu.

Teşkilât-ı Mahsusa'nın Kadrosu

14 Kasım - 23 Kasım 2005 tarihleri arasında Yeni Şafak gazetesinde Abdullah Muradoğlu tarafından Teşkilât-ı Mahsusa hakkında 10 bölümlük bir yazı dizisi yayınlanmıştır. Bu yazı dizisine göre Teşkilât-ı Mahsusa'da görev yapmış ünlü kişilerden bazıları şunlardır: Enver Paşa, Kaymakam Süleyman Askeri, Eşref Sencer Kuşçubaşı, Zenci Musa, Yakub Cemil, Dr. Bahattin Şakir, Mithat Şükrü Bleda, Ohrili Eyüb Sabri, Fuat Balkan, Teğmen Hilmi Musallimi, İsmail Canbulat, Piyade Subayı Rasuhi Bey, Filibeli Hilmi Bey, Şerif Burgiba, Arabistan'da İbn ür-Reşit, Nuri Killigil ve Halil Kut Paşa Paşalar, Ali Fethi Okyar, Hacı Selim Sami, "Kel Ali" lakaplı Ali Çetinkaya, ilk tayyareci şehitlerden Sadık Bey, Çerkes Reşit Bey, Ahmet Fuat Bulca, Nuri Conker, Rauf Orbay.

Yaygın örgütlenen, hatta I. Dünya Savaşı sırasında askeri birlikler oluşturulan Teşkilât-ı Mahsusa'nın, en geniş örgütlendiği zamanda çeşitli İslam ülkelerindekilerle birlikte 30 bin üyeye ulaştığı öne sürülür.

10 Kasım 2021

Atatürk’ün bugün bile yolumuzu aydınlatan 20 sözü

Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün bazı sözleri var ki tekrar tekrar okuyup ders çıkarılması gerekiyor. İşte Atatürk'ün bugün bile bize rehber olacak nitelikte 20 sözü...

"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır."

"Gençler cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz."

"Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir."

"Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için, en hakiki mürşit bilimdir, fendir."

“Bilim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her ulus kişisinin kafasına koyacağız. Bilim ve fen için kayıt ve şart yoktur.”

“Bir ulusun asker ordusu ne kadar güçlü olursa olsun, kazandığı zafer ne kadar yüce olursa olsun, bir ulus ilim ordusuna sahip değilse, savaş meydanlarında kazanılmış zaferlerin sonu olacaktır. Bu nedenle bir an önce büyük, mükemmel bir ilim ordusuna sahip olma zorunluluğu vardır.”

“Ben, manevi miras olarak hiçbir nass-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, bilim ve akıldır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse manevî mirasçılarım olurlar.”

"Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin."

"Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir."

“Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.”

"Bir millet eğitim ordusuna sahip olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak eğitim ordusuyla mümkündür."

"Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız."

"Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve çöküş vardır. Her ilerleyişin ve kurtuluşun anası hürriyettir."

“Millî hedef belli olmuştur. Ona ulaşacak yolları bulmak zor değildir. Önemli olan, çetin olan o yollar üzerinde çalışmaktır. Denebilir ki hiçbir şeye muhtaç değiliz. Yalnız tek bir şeye çok ihtiyacımız vardır: Çalışkan olmak. Toplumsal hastalıklarımızı incelersek temel olarak bundan başka, bundan önemli bir hastalık keşfedemeyiz; hastalık budur. O halde ilk işimiz bu hastalığı esaslı bir şekilde tedavi etmektir. Milleti çalışkan yapmaktır. Servet ve onun doğal sonucu olan refah ve mutluluk, yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır”

"Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü uygar buluşlardan azami derecede istifade etmek zorunludur."

 

“Uygarlık yolunda başarı yenileşmeye bağlıdır. Sosyal hayatta, iktisadi hayatta, ilim ve fen sahasında başarılı olmak için yegane gelişme ve ilerleme yolu budur”

"Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan, biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır. Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım."

“Bütün ilerlemeler, insan fikrinin eseridir. Fikri harekete getirmek, birinci işimiz olmalıdır. Bir kere millet benliğine hakim olsun ve düşünebilsin, yeter! Başlangıçta hatalı düşünse de, az zaman sonra bu hatayı düzeltebilir. Fikir bir kere faaliyete başladı mı, her şey yavaş yavaş düzene girer ve düzelir. Fikrin serbest hareketi ise, ancak bireyin düşündüğünü serbest olarak söylemek, yazmak ve verdiği karara göre her türlü girişimde bulunmak serbestisine sahip olmakla mümkündür.”

“Bir ulus, sımsıkı birbirine bağlı olmayı bildikçe yeryüzünde onu dağıtabilecek bir güç düşünülemez.”

"İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!"

Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!