Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


Kısa Kısa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kısa Kısa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Aralık 2021

Dışarda Kar Yağıyordu (Hüzünlü gerçek bir hikaye)

Hayatı boyunca çok sevmişti vapurları. Deniz üzerinde dans edercesine ilerleyen büyük beyaz balıklara imrenerek bakmıştı hep. Vapura ilk bindiği günü bugün bile tüm detaylarıyla hatırlıyordu. Beş yaşını doldurduğu gün doğum gününü kutlamak üzere Kuzguncuk’taki halasına gitmek için binmişlerdi vapura. Tam yirmi yıl geçmişti üzerinden. Ne Kuzguncuk’taki halası hayattaydı nede hayat o gün ki kadar güzeldi. Yaşamının altüst olduğu bugün bindiği bu vapura yirmi beş yıl önceki saf ve sorusuz haliyle binebilmeyi çok isterdi. Şu an bu vapurda o sevecen, hayat dolu çocuk değil yıkılmış, ezilmiş ve hayattan kopmuş bir insan vardı. Bir gece öğrendiği korkunç gerçek onun hayatını alt üst etmiş ve intihar noktasına getirmişti. Şimdi hayatı boyunca öğrendiği tüm kutsal değerleri reddederek vapura binmiş ve boğazın azgın sularına boş bakışlarla bakıyordu. Orta halli bir ailenin tek çocuğu olarak doğmuştu. Babası bir doktor annesi ise ev hanımıydı. Tek çocuk olmanın sağladığı tüm avantajları yaşamıştı. En iyi okullarda okumuş, en pahalı kıyafetleri giymiş ve ilginin en alasını görmüştü. Üniversite eğitimini babasının isteğiyle Fransa ‘da tamamlamış ve mimar olmuştu. Daha birkaç gün önce dönmüştü ülkesine. Uçakta gelirken hayaller kurmuştu dönüşüne dair. Evindeki bayram havasını hayal etmişti. Annesinin gözyaşlarıyla karışık mutluluğunu, babasının gururlu bakışlarını hayal ederken gözleri dolmuş ve diğer yolculara fark ettirmeden ağlamıştı. Babası söz vermişti; diplomasını alıp eve döndüğü gün son model bir araba alacaktı. Acaba ne marka almıştı arabasını? Hayallerinin sınırı yoktu. Mutluluğa dair kurduğu tüm hayaller gerçekleşmişti şimdiye kadar. Ve uçaktan iner inmez yine kurduğu hayaller gerçek olacaktı. Eve geldiğinde onu karşılayanlar arasında annesi yoktu. Meraklı gözlerle etrafı araştırıyor alacağı cevaptan korktuğu için kimseye soramıyordu. Babasıyla beraber oturma odasına geçtiler. Babası yaşlanmış gibi görünüyordu ve bu görüntü kötü bir şeylerin yaşandığının sinyallerini veriyordu. Babası tedirgin ses tonuyla anlatmaya başlamış acı gerçekleri su yüzüne çıkartıyor, genç delikanlı ise duydukları karşısında dehşete kapılıyordu. Babası sözünü bitiremeden hıçkırıklara boğulmuş, kendi kontrol edemez halde ağlıyordu. Genç delikanlıya cebinden çıkardığı bir mektubu uzattı titreyen elleriyle. Delikanlı babasının anlattıklarının ezici ağırlığının yanında birde bu mektubu okumak zorundaydı. Evden koşarak adımlarla çıktı ve çocukluğundan beri en çok sevdiği yere ;vapur iskelesine gitti. Zarfı açmak istemiyor fakat içinde yazılanları merak ediyordu. Üzerinde Canım Oğluma yazan bu zarfı açtığında altüst olmuş hayatının daha da çıkmaza gireceğini tahmin edebiliyordu. Ve tüm cesaretini toplayarak mektubu açtı; ‘’ Canım Oğlum! Bu satırları okuduğuna göre her şeyi öğrendin. Baban, yani senin bildiğin baban sana ne anlattıysa hepsi doğru. Bana kızdın biliyorum hatta benden nefret ediyorsun. Sana mantıklı bir açıklama yapamam ama biliyor musun oğlum, aşkın mantığı yoktur. Evet ben kocamı aldatarak en büyük günahı işledim. Ama tanrı bana bu günahın karşılığı olarak seni; dünyanın en büyük hediyesini verdi. Bu benim en büyük tesellim. Mutlu bir yuvam vardı fakat bana daha büyük mutluluklar yaşatan gerçek babana karşı koyamadım. Sevdim; sadece sevdim oğlum, kocamdan öncede sevmiştim, kocamla beraberken de sevdim. Yüreğimde başka birinin sevgisini taşıyarak evlendim kocamla ve o sevgiyi yüreğimden atamadım. Bir yüreğe iki sevda sığdıramadım oğlum ve birini tercih etmek zorunda kaldım. Yirmi beş yıl gecikmelide olsa ben gerçek sevdama gidiyorum. Yaşlanmış bedenim toprağa uzanacaksa bu onun yani gerçek babanın kollarında olmalı. Sana yanımıza gel, bizimle yaşa diyemem. Senden tek isteğim benden nefret etme ve sende annen gibi her şeyi göze alarak sev. Seni seviyorum; annen.’’ Elinde annesinin yazdığı mektupla vapur iskelesinde bir heykel misali donup kalmıştı delikanlı. Vücuduna komut veremeyecek kadar karışmış belleği sadece mektupta yazılanları hatırlayabiliyordu. Annesi, hayatta en güvendiği en sevdiği en kutsal varlıktı onun için. Meleklerin neye benzediğini sorsalar annesini tarif etmeye başlayabilirdi. Fakat şuan elindeki kâğıt parçasında yazılanlar annesinin düşündüğünün tam tersi bir insan olduğunu anlatıyordu. Ne düşüneceğini, neye inanacağını bilemiyordu. Annesi bunu yapmış olamazdı; babasını aldatmış, yıllarca babasının yanında başka bir erkeğin aşkıyla yatmış, babasıyla sevişirken başka bir erkeği hayal etmiş olamazdı. İşin en kötü tarafı yirmi yaşının tazeliğinde bir piç olduğunu öğrenmesine neden olmuş olamazdı. Kimdi gerçek babası, neredeydi, şuana kadar neden ortaya çıkmamıştı, annesi bu gerçeği saklamayı nasıl başarmıştı. Sorular, sorular, sorular. İskeleye yanaşan vapurun düdüğüyle kendine gelmişti. Aklındaki sorular bir sonuca varmıştı bir anda. Kabullenemezdi bu gerçeği, annesinin yaptığını kabullenemezdi. Vapur yavaş yavaş hareket ederken bir anlık bir çeviklikle atladı. Hava çelik bir ustura gibi soğuktu ve zemherinin en acımasız günlerinden bir yaşanıyordu. Buna rağmen delikanlı güverteye çıkarak bir koltuğa oturdu. Dalgalı denize bakan gözleri adeta derinliklerde bir çıkar yol arıyordu. Ağır ağır ilerleyen vapurdan boğaz bir başka güzel görünüyordu. Ama bu güzellik delikanlıyı hiç etkilemiyor, aklındaki kötü düşünceleri dağıtmaya yetmiyordu. Zihninin içinde gerçekten çok kötü düşünceler vardı ve bu düşünceleri uygulaması an meselesiydi. Yavaşça doğruldu oturduğu koltuktan ve güverte korkuluklarına doğru ağır ağır ilerlemeye başladı. Annesinin sıcak sinesine kavuşamamıştı ve denizin soğuk sinesine doğru ilerliyordu. Kararlıydı intihara; az sonra yaşadığı tüm acılar bitecekti. Bir günah tohumu olarak yaşamak istemiyordu. Korkuluklara tutundu ve denizin derinliklerine doğru uzun uzun baktı. Güverte kapısının arkasındaki dolabın kapağının hafifçe aralandığını fark etti ve o yöne dikkatle bakmaya başladı. Bu görüntü onun bir an içinde olsa intihar fikrinden uzaklaştırmıştı. Ağır adımlarla dolaba doğru ilerlemeye başladığında dolabı içinde bir çift gözün korku dolu bakışlarla kendini izlediğini fark etti. Dolabın kapağını açtığında gördüğü manzara karşısında derin bir ürperti yaşadı. Minicik elleriyle üşümüş ayaklarını ovuşturan bir çocuk ürkek gözlerle biletçiyi kolluyordu. Bakışları adeta dolabın kapısını örtmesini ister gibiydi. Üstü başı yırtılmış, sefil durumdaki bu çocuk delikanlıyı intihar fikrinden tamamen uzaklaştırmıştı. Kimi kimsesi gidecek bir yeri yoktu anlaşılan. Yoksa neden bu vapurun güvertesinde saklanacaktı ki. Belki kendi gibi bir günah meyvesiydi. Sokaklara terkedilmiş bir günah meyvesi. Şefkatle tuttu çocuğun elinden delikanlı ve yavaşça dışarı çıkardı.korkmaması gerektiğini, ona yardım edeceğini söyledi. Yavaşça oturdular koltuklardan birine. Güvertede sadece ikisi vardı ve birde soğuk esen bir rüzgâr. Kırılmasından korktuğu bir çiçeğe dokunur gibi okşadı çocuğun başını. Merakla sorular sormaya başladı ve aldığı cevaplar karşısında hüzünlenmesi gerekirken gülümsüyordu. Çocuk annesi tarafından sokağa terkedilmişti ve babasını hiç tanımamıştı. Gündüz sokaklarda dolaşıyor, tezgahlardan çaldığı yiyeceklerle karnını doyuruyor, akşamları ise son vapura binip bir köşede saklanarak soğuktan korunuyordu. Beş yaşının tazeliğinde sokaklara terkedilmiş ve sefalete itilmiş olarak yaşamaya çalışıyordu. İntihar kelimesinin anlamını bilmese de kendini denize atmayı hiç düşünmüyor sadece günü yaşamaya ve rahata kavuşma hayallerinin gerçekleşeceği anı düşünüyordu. Yaşam kutsiyetinin farkına varmış içi rahatlamıştı. Kuzguncuk iskelesine yanaşan akşam vapurundan inen iki terkedilmiş yolcu el ele tutuşarak köşe başındaki çörekçiye doğru yol almaya başladı. Biri aç karnını diğeri ise aç yüreğini doyuracaktı. Açlık hisleri belki hiç tükenmeyecekti ama yaşamdan asla kopmayacaklardı. Dışarıda kar yağıyordu ve soğuğa rağmen yürekleri sımsıcaktı. Alıntı

20 Eylül 2021

Huzur ve güven içinde yenen kuru bir ekmek,endişe içinde yenen baldan daha tatlıdır..*** Hayırlı Haftalar***

 
 
Yaptığım Onca Yaramazlıktan Sonra Uyuma Numarası Yapardım
Büyüklerim Kızmasın Diye.
İstediğim Olmadığın da Ağlardım.
Ve Düştüğümde Annem Öpse Geçerdi...
Artık Kocaman Oldum ....
Ortasındayım Kuralsız Kurulan Düzenin Şimdi de Ağlıyorum
A... ma Bir Çocuk KADAR Masum Değil
Pamuk Şekeri Tadında Umutlarım
Ve Omuzlarımda Ağırlaşan Hayallerimle Düşe Kalka Gidiyorum,
Evet Yaralarım da Var...
Ve Artık Bilmiyorum ; Annem Öpse Geçer Mi ?

"Ercan Gürakar"
 
 

13 Eylül 2021

Tenha Bir Eylül bahçesi

Günaydın... 1 Hafta Geciksekte  Yeni dönem eğitim yılı tüm öğretmen ve velilere hayırlı, başarılı bir yıl olsun.. eylül ayının hatırlattıkları 
Tenha bir eylül bahçesinde Bir bardak konyak, kitap ve kahve Otururken dalmış kendi kendime, Güz rüzgârı geçiyor kitabımın içinden Ot kokan nefesiyle. ... Hızla çevirerek sayfalarını Savuruyor bütün harfleri Gözlerimin önünde, Koparıp kimbilir hangi sözlerden İrili ufaklı belki binlerce. Telâşla kapatıyorum kapağını kitabın Bastırıp üstüne elimle. Bakıyorum herşey yerliyerinde; Tenha bir eylül bahçesinde Bir bardak konyak, kitap ve kahve.  
 

06 Eylül 2021

İKİ SİMGE

Yaşlı kızıldereli reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından . ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak i...çin bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. - `Onlar` dedi, `benim için iki simgedir evlat.` - `Neyin simgesi` diye sordu çocuk. - `İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları. Çocuk, sözün burasında; `mücadele varsa, kazananı da olmalı` diye düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi: - `Peki` dedi. `Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi ?` Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa. - `Hangisi mi evlat ? Ben, hangisini daha iyi beslersem !..

05 Eylül 2021

Yolunacak kaz..

Padişah Mehmet veziriyle birlikte gezintiye çıkmış. Gezi sırasında bir köye gelmişler. Küçük, şirin bir evin önünde oturmuş, örgü ören bir genç kız görmüşler. Padişah Mehmet kızın yanına yaklaşıp sormuş:

– Merhaba kızım. Baban evde mi?
Kız: – Babam evde yok! Azı çok etmeye gitti.
Padişah Mehmet: – Annen evde mi?
Kız: – Annem de evde yok! O da biri iki etmeye gitti.
Padişah Mehmet: – Kızım eviniz çok güzel ama bacası eğri.
Kız: – Bacası eğridir ama dumanı doğru tüter.
Padişah Mehmet: – Sana bir kaz yollasam yolar mısın?
Kız: – İzninizle en ince tüylerine kadar yolarım!
Padişah Mehmet kıza “Öyleyse selametle kal!” deyip, veziriyle tekrar yola koyulmuş.
Saraya varınca padişah Mehmet vezirine sormuş:
– Kız ile ne konuştuğumuzu anladın mı?
Vezir: – Doğruyu söylemek gerekirse anlamadım padişahım, demiş.
Padişah Mehmet: – O halde tez vakitte git öğren! Yoksa seni vezirlikten azlederim! demiş.
Vezir telaşla fırlamış. “Nasıl öğrenirim?” diye düşünürken, en iyisi ilk ağızdan bilgi almak deyip, gitmiş padişahın konuştuğu kızı bulmuş.
Vezir: – Aman kız, hanım kız!…
Biz bu gün yanımda biriyle senin yanına gelmiştik. Yanımdaki kişi senle sohbet etmişti. O sohbette konuştuklarınız ne anlama geliyordu? Onları bana bir deyiver. Dile benden ne dilersen.
Kız: – Konuştularımızı açıklarım ama her cevap için on altın isterim, demiş. Vezir kabul etmiş. Kız anlatmaya başlamış:
– O amca bana babamı sorduğunda “Azı çok etmeye gitti” demekle; babamın çiftçi olduğunu, tarlaya tohum ekmeye gittiğini anlatmak istedim. Vezir on altını vermiş, kız devam etmiş:
– O amca annemi sorduğunda “Annem biri iki etmeye gitti” demekle; annemin ebe olduğunu, doğum yaptırmaya gittiğini anlatmak istedim. Kız vezirden on altın daha alıp devam etmiş:
– Amca “Eviniz çok güzel ama bacası eğri” demekle; benim güzel olduğumu ama gözlerimin şaşı olduğunu söyledi. Ben de “Bacası eğridir ama dumanı doğru tüter” diyerek; şaşıyım ama gözlerim iyi görür demek istedim.
Vezir kıza on altınını verip hemen atılmış:
– Peki ya “Sana bir kaz yollasam yolar mısın?” ne demek?
Kız tebessüm edip açıklamış:
– O kaz da sizsiniz, demiş. Bunları öğrenmek için bana onlarca altın verdiniz!…
GÜNÜN SÖZÜ:
İŞİTMEK BİR KABİLİYET, DİNLEMEK İSE BİR SANATTIR
ALINTI

30 Ağustos 2021

İnsan Olana Sesleniş

30 Ağustos Zafer Bayramının 99.Yılı Kutlu Olsun

Dünya’da ve Türkiye’de dinler, ideolojiler; insanlar arasında çatışmanın, haksızlığın, adaletsizliğin eşitsizliğin sömürünün perdelenmesinde birer araç haline gelmiştir. Kin, nefret, öfke, öteki yıkım, acı, üzüntü, adaletsizlik, haksızlık, insanlardaki çileleri artırıyor. Barışçıl bir dünya, daha huzurlu güvenli bir Türkiye, daha mutlu daha sağlıklı bir yaşam için el ele gönül gönüle vermek zamanı gelmiştir. Sevgi'yi hangi toprakta yeşerteceğiz? Topraklar bizim değilse Sevgiyi hangi sular da çoğaltacağız? Nehirler, denizler bizim değilse Sevgi'yi hangi tepelerde yükselteceğiz? Dağlar, kayalar, dağ çiçekleri bizim değilse Sevgiyi hangi ormanda çoğaltacağız? Ağaçlar, kuşlar, tilkiler bizim değilse En acısı Sevgi'yi nereye gömeceğiz? Mağaralar, maden yatakları bizim değilse Sömürü ezmek ayrımcılık altında hangi birliktelik, hangi kardeşlik Kim kime dost, kim kime düşman? Güven sadakat, özveri, hoşgörü Olmayan yerde sevgi ağacı biter mi? Hangi sevgiyi yeşerteceğiz? 

Sesleniyorum: İlahi mesaj çizgisinde olan Kur’an ve Muhammed (sav) odaklı Müslümanlar İlahi mesaj çizgisinde olan Tevrat ve Musa odaklı Museviler İlahi mesaj çizgisinde olan İncil ve İsa odaklı Hıristiyanlar Buda ilkelerini kendine rehber edinen Budistler Brahman ilkelerini kendine rehber edinen Brahmanlar Nirvana odaklı Hinduistler Bahaullah odaklı Bahailer Dinlerarası diyalogcular İllümunaticiler Masonlar Küreselciler Evrenselciler Mesihçiler Mehdiciler Tanrıtanımazlar Ateistler Deistler Materyalistler Liberaller Komünistler Marksistler Sosyalistler Sosyal demokratlar Ülkücüler Milliyetçiler Muhafazakarlar Demokratlar Cumhuriyetçiler Kemalistler Atatürkçüler Tarikatçılar Cemaatçılar Hizmet yolunda olanlar geliniz şu cümlede birleşelim. Biz insanız. Makrokozmuz Evrende dünyalıyız. Mikrokozmozda Adem’in çocuklarıyız. Sağlıklıyız. Bilgiliyiz. Sanatkarız. Üretkeniz. Çalışkanız. Sevgi doluyuz. Dürüstüz. Adaletliyiz. Eşitiz. Farklılıklarımıza saygılıyız. Namusluyuz. Ahlaklıyız. Yalandan nefret ederiz. Dogmalara karşıyız. Barışseveriz. Doğa severiz. Hayvan severiz. Günün sözü: Yalanla iktidar olanın, emeksiz zengin olanın, kitapsız bilgin olanın, sermayesi din olanının rehberi şeytandır. Nurullah AYDIN


19 Ağustos 2021

Duvarı Aşamıyorsan bir Kapı Aç

Genç Macar Sanatçı Arpad Sebesy multimilyoner Elmer Kelen in portresini yapmak için görevlendirilmişti. Görev özellikle zordu, çünkü Kelen sadece üç kısa poz vermeye razı olmuştu. Sonuçta, Sebesy portrenin çoğunu ezberden yapmak zorunda kalmıştı.


Kısıtlamalara rağmen, Sebesy portrenin Kelen e yeterince benzediği görüşündeydi. Ancak, Kelen ayni fikirde değildi. Kibirli milyoner resmin kendisine benzemediğini öne sürerek portrenin parasını ödemeyi reddetti.

Genç ressam resmini yapabilmek için saatlerce titizlikle çalışmıştı, ve birdenbire bunu gösterecek hiç bir şeyi olmadığını fark etti. Milyoner stüdyodan ayrılırken, sanatçı bir ricada bulundu, " Portreyi size benzemediği için reddettiğiniz belirten bir mektup yazabilir misiniz?"

Kelen bu kadar kolay kurtulduğuna sevinerek razı oldu. Aylar sonra, Macar Sanatçıları Derneği, Budapeşte Güzel Sanatlar Galerisinde sergi açtı. Kelen in telefonu çalmaya başladı. Biraz sonra galeriye geldiğinde Sebesy nin yaptığı portresinin, üzerinde "Bir Hırsızın Portresi" etiketiyle teshir edildiğini gördü. Mağrur milyoner resmin indirilmesini istedi. Müdür reddedince, Kelen resim kendisini topluma alay konusu edeceği için dava açmakla tehdit etti. Bunun üzerine müdür Kelen in resmin kendisine benzemediği için almayı reddettiğini belirten imzalı mektubunu çıkardı.

Milyoner artık resmin parasını ödeyip almaktan başka çare kalmadığını anlamıştı. Genç sanatçı sadece son gülen olmakla kalmamış, ayni zamanda güçlüğü karlı bir alışverişe dönüşmüştü. Çünkü milyoner resmi almağa kalktığında fiyatının eskisinden on kat daha fazla olduğunu görmüştü.

Gördüğünüz gibi, güçlüklere teslim olmayı kabul etmemişti. Bunun yerine öfke ve acıya teslim olmaktansa yaratıcı ve yararlı bir kapı açacak bir yol düşündü. Kısaca ressam değerli bir prensip keşfetmişti :

Yeni fırsatlar bizi genellikle sıkıntılı anlarda ziyaret eder, çünkü bir kapı kapanırsa, başka bir kapı açılır.

Dr. Charles C. Lever 

27 Temmuz 2021

Kimdi O ?

 


Emniyet Amiri yemeğe düşkün biriydi!

Eminönü’nde görev yapmasına rağmen, yemeklerini Beyoğlu’ndaki ünlü bir lokantadan getirtirdi.

28 Nisan sabahı kahvaltı sonrası kahvesini yudumlarken telefon çaldı.

Arayan Beyazıt Karakol Amiri Başkomiseri’ydi.

İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin iktidar karşıtı gösteri için bahçede toplanmaya başladıklarını haber veriyordu.

Emniyet Amiri “Hemen üniversiteye gidin. Diğer karakol amirlerine de emir veriyorum, hepimiz orada olacagiz!” dedi.

Başkomiser “Ama rektörlükten talep yok. Onlar istemedikçe üniversiteye giremeyiz amirim!” deyince, “İzin de ne demek?” diye çıkıştı. “Öğrenciler Başbakanımızı, Cumhurbaşkanımızı protesto edecekler, biz de seyredeceğiz! Öyle mi? Ne izni? Derhal göreve!”

Bu emri alan Eminönu Emniyet Amirliği’ne bağlı karakollardaki tüm polisler, yarım saat içinde İstanbul Üniversitesi bahçesine gittiler.

Makam odasındaki tüm duvarları Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlarla çekilmis fotoğraflarıyla süsleyen Emniyet Amiri, ekiplerin en önündeydi.

Atatürk Anıtı’nın çevresinde toplanan gençlerin marşlar söyleyerek kendilerine doğru yürüdüğünü görünce “Silahlarınızı çekin!” dedi.

Amirler, polisler, bekçiler, tabancalarını çekip mermileri namluya sürdüler. Biri hariç… Sadece bir Başkomiser silahını çekmemişti.

Amir hışımla ona dönüp “Emre niçin itaat etmiyorsun!” diye çıkıştı. Başkomiser çok sakindi. “Kanunsuz emre itaat etmek zorunda değilim. Üstelik gençler protesto haklarını kullanıyorlar. Silahları yok, şiddet yok. Ben niçin tabancamı çekeyim? Silah göstererek onları tahrik etmekten kaçınmalıyız!” dedi.

Nitekim çok geçmeden korkulan oldu. Polislerin tabancalarını gören öğrenciler, taş yağdırmaya başladılar. Üniversite bahçesi bir anda savaş alanına dönmüştü.

Artık taşlar havada uçuşuyor, Beyazıt Meydanı tabanca sesleriyle yankılanıyordu.

İşte o anda Rektör Ordinaryus Profesör Sıddık Sami Onar ve Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Naci Şensoy bahçede göründüler. Rektör merkez binaya doğru ilerleyen Emniyet Amiri’nin önünü kesip “Yaptığınız müdahale kanunsuzdur. Üniversite yönetiminin çağrısı olmadan buraya giremezsiniz. Hemen üniversiteyi terk edin!” dedi.

Bu sözler Emniyet Amiri’ni çileden çıkarmaya yetmişti. Hiçbir şey söylemeden Rektöre yaklaştı ve suratına okkalı bir tokat attı!

Ufak tefek yapılı Anayasa Profesörü Onar’ın yere düştüğünü görünce, tabancasını çekmemekte direnen Başkomiser’e dönüp “Gördün mü? Koskoca rektörü iskambil kağıdı gibi devirdim!” dedi.

Başkomiser sinirlenmemekte kararlıydı: “Devirdiğini sandığın o kişinin senin boyun kadar kitapları var. Ayrıca kimin kimi devireceğini zaman gösterir!”

Bu olay 28 Nisan 1960 günü yaşandı. Aynı gün Turan Emeksiz adlı üniversite öğrencisi, seken bir kurşunla hayatını kaybetti.

Bir ay sonra da 27 Mayıs darbesi oldu.

Rektörü tokatlayan Emniyet Amiri Zeki Şahin tutuklandı.

Kanunsuz emre uymamakta direnip silahını çekmeyen Başkomiser ise babam Osman Dündar’dı.

.

Uğur Dündar

29 Mart 2021

Hayat Ne Garip Bugünlerde…..

MD ABS 003

Mallarımız arttı, keyfimiz azaldı !..Daha büyük evlerde kalıyoruz ama daha küçük ailelerde yaşıyoruz..! Konforumuz arttı ama zamanımız daraldı !..Diplomamız bol ama sağduyumuz az..! Uzmanlıklar arttı ama sorunlar çoğaldı !.. İlaçlar çoğaldı, hastalıklar arttı..! Sorumsuzca para harcıyoruz a...ma az gülüyoruz..! Trafikte çok hızlıyız ama çabuk parlıyoruz! Akşam geç yatıyor, sabah yorgun kalkıyoruz..! Az kitap okuyor, çok televizyon seyrediyoruz !..Varlığımızı arttırdık ama değerlerimizi yitirdik..! Çok konuşuyor ama az gönül veriyoruz ve bol yalan söylüyoruz !..Para kazanmayı öğrendik ama yuva kurmayı beceremedik..! Hayata yıllar ekledik, yıllara hayat katamadık !.. Ay' a kadar gidip dönmeyi biliyoruz ama komşumuza geçmek için karşıya geçmiyoruz..! Uzaya ulaştık ama ruhun derinliklerine inemiyoruz !..Havayı temizledik ama ruhları kirlettik..! Atomu parçaladık, önyargılarımızı yıkamadık !..Çok yazıyor ama az gelişiyoruz..! Daha çok plan yapıyoruz ama daha az sonuç alıyoruz !.. Acele etmeyi öğrendik ama sabırlı olmayı asla..! Gelirimiz arttı, karakterimiz zayıfladı !..Tanıdıklar çoğaldı, dostlar eksildi..! Çabalar arttı ama mutluluklar azaldı !..Bilgisayar ağları kuruyoruz, bilgi otoyolları inşa ediyoruz ama kendi aramızdaki iletişimde zorlanıyoruz..! Dünya barışı der, silahlanırız !..Daha mutlu olmak için somurtarak çalışırız..! Yani bugünlerde ; Eve çift maaşın girdiği ama çiftlerin boşandığı !.. Güzel evlerin yuva olamadığı..! Kısa seyahatlerin, kağıt mendil gibi ilişkilerin ; Yıka çık gönüllerin, tek geceliklerin !.. Kilo dertlerinin ve her derde deva vitaminlerin..! Vitrinlerin dolu ama gönüllerin boş olduğu ;

Günlerde yaşıyoruz !...*

(Alıntı)

10 Mart 2021

BAYRAM TEBRİĞİ ( AZİZ NESİN )

 


BAYRAM TEBRİĞİ ( AZİZ NESİN )
1965 senesiydi. İşe gireli henüz iki hafta olmuştu. Bir genel müdürlükte, özel kalem müdürünün yar...
dımcısıydım. Bayrama on gün kala, müdürüm hastalandı ve rapor aldı. Ertesi gün, genel müdür, beni odasına çağırd
...ı.


Buyrun efendim.


Tebrik kartları hazır mı evladım?


Hangi tebrik kartları efendim?


Eyvahlar olsun, Şükrü sana söylemedi mi? Bayram geldi, tebrik kartı göndermeli. Şimdiye çoktan postaya vermiş olmamız gerekirdi.

Hiç haberim olmadı efendim


Hemen, hemen hemen ! Yarına istiyorum üç bin adet kartı sabaha kadar yaz ve postaya ver.

Emredersiniz efendim! dedim ve odadan çıktım. Ancak üç bin adet bayram tebrik kartını tek tek nasıl yazacağım

Genel müdür, kartların çini mürekkeple ve güzel bir yazıyla yazılmasını isterdi. Üç bin adet kartın iki bin tanesi makamca kendinden aşağıda olanlara şu şekilde yazacaktım:

Bayramını kutlar, gözlerinden öperim.

Kalan bin tanesi de, daha üst makamdakilere:

Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim. şeklinde yazılacaktı

Hiç vakit geçirmeden masamın başına geçip kolları sıvadım. Önümde davetiyelerden oluşan irili ufaklı pek çok dağ duruyordu. Ben mesaim bitiyor, az sonra çıkar evime giderim derken, sabaha kadar burada kalıp üçbin kartı yazmak zorunda kaldım. Sızlanmanın faydası yok, işe başlayım:
Bayramını kutlar, gözlerinden öperim.

Bayramını kutlar, gözlerinden öperim.

5,10,20,50,100, 750,875. Yazıyorum yazıyorum bitmiyor! Vakit gece yarısını


geçti gitti bana öyle bir sıkıntı bastı ki, tarif edemem.

Yazıyorum, yazıyorum, yazıyorum.. bitmiyor.

En nihayetinde alt makam kartları bitti. Ama ben de bittim. Şafak sökmek üzereydi. İşi biten kartları masamın üzerinden alıp başka bir yere koydum.


Ama önümde hâlâ bin adetlik bir kart yığını durmaktaydı. Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederime başladım..

Durmadan yazıyordum. Göz kapaklarIm öyle ağırlaşmıştı ki, gözlerimi açık tutmam her bir karttan sonra daha da zor bir hale gelmişti. Resmen işkence çekiyordum.

125,279,400, 689. yazdım yazdım yazdım. Bir vakit sonra, artık ben kaleme değil o bana hakim olmaya başladı. Ama hâlâ yazıyordum:

Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim.

Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim.

Niyaz ederim başarılı günler sizinle eşinizin bayramını kutlarken...

Kutlarken eşinizin bayramını saygıyla sıhhatli günler diler Niyazi ile beraber ederim...

Niyazi ile birlikte sizin ve eşinizin bayramını kutlarken ayrIca sıhhatle ederim...

Önce bayramınızı eder, sonra eşinizle Niyazi'ye başarılı günler dilerim...

Sizin de eşinizin de Niyazi'nin de bayramını saygıyla eder, sıhhat dilerim..

Sıhhatli eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, Niyazi'ye başarılar diler aynı zamanda ederim...

Bayramınıza etmeden önce eşinizi saygıyla kutlar Niyazi'nin gözlerinden öperim...

Sizin de, eşinizin de, Niyazi'nin de, bayramını da, tatilini de, gelmişini de, geçmişini de.. saygıyla ederim...

Sabah tam mesai saatinde, gözlerim kan çanağı bir halde kartları yetiştirdim.. Genel müdür bir-ikisine şöyle bir baktı:

Aferin dedi. Bitirmen iyi olmuş. Hemen postalayın!

Hemen postaladık.

Üç gün sonra da önce bizim genel müdürü, ardından bendenizi postaladılar...
 

14 Aralık 2020

SESSİZ GEMİ

MD EPS 007 Nazım Hikmet'in, annesiyle Yahya Kemal arasındaki aşkı farkettiği an...

Celile Hikmet resimleri ile olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul’un diline destan bir kadındı... İstanbul sosyetesinin en çok konuşulan kadınları arasındaydı...

1900 yılında bu dillere destan güzellik, Osmanlı’nın meşhur valilerinden Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlendi...
Türk şiirinin dünya çapındaki en önemli ismi olan Nazım Hikmet de bu beraberlikten doğacaktı...

1916’ya gelindiğinde Celile Hanım‘la eşi Hikmet Bey arasında şiddetli bir geçimsizlik başladı...

***

O günlerde Yahya Kemal, Bahriye’de okuyan genç Nazım Hikmet’in şiir hocası olarak eve gelip gitmeye başlamıştı...
Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım’la, Yahya Kemal arasında filizlenen aşk kısa bir süre sonra Celile Hanım’ın anlaşamadığı eşinden boşanmasıyla sonuçlandı...

Tutkuyla, ateşle, kıskançlıklarla dolu tarihin sayfalarının arasına gizlenen aşk başlıyordu...
O aşkın aktörleri sadece Celile Hanım ve ünlü şair Yahya Kemal değildi...
Nazım Hikmet, Necip Fazıl hatta Celile’nin yeğeni Oktay Rıfat’ın, yani Türk şiir dünyasının bütün ustalarının bir tarafından dahil oldukları bir aşktı o...

***

Heybeliada’da okuyan genç Bahriyeli Nazım, hafta sonları okuldan çıkar annesinin yanına gelirdi...
Yahya Kemal o günlerde genç birer Bahriyeli olan Nazım Hikmet ve Necip Fazıl’ın bulunduğu öğrenci grubuna şiir dersleri verirdi...
Yahya Kemal hafta sonları “Genç Nazım Hikmet’e Türkçe ile şiir dersleri” verirken, İstanbul’un en güzel kadınlarından olan, ressam Celile Hanım’la yakınlaştı...

Nazım’a verdiği derslerden arta kalan zamanlarda Celile Hanım ile Yahya Kemal sanat ve edebiyatla başlayan uzun sohbetlere başlamışlardı...
Bir süre sonra bu ilişkinin kokusu Nazım’ın ve Necip Fazıl’ın öğrencisi olduğu Bahriye mektebinde duyuldu...

***

Dedikoduların ayyuka çıkması üzerine Yahya Kemal bir süre okula gelmedi...
Geldiğinde karşısına öğrencisi Necip Fazıl çıkacaktı...
Hocası olan Yahya Kemal’e şöyle dedi:
“Hocam, kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk... Sınıfın bu durumdan duyduğu derin üzüntüyü size söylemek isterim...”
Hocasına yönelik bu alaycı, ironik, dalga geçen tutum bir Deniz Harp Okulu öğrencisi Bahriyeli için kabul edilmez bir davranıştı...

Necip Fazıl “Bu aşk ilişkisini alaycı bir şekilde ima eden” sözleri nedeniyle “Kodes” adı verilen tahta dolabın içinde cezaya gönderildi okulda...

***

Ne ki bu Fransızcayı ana dili gibi konuşan, piyano çalan, natürmort resimler yapan dünyalar güzeli, sanatçı genç kadın Celile ile Yahya Kemal’in aşkı alevinden bir şey kaybetmiyordu...

“HOCAM OLARAK GİRDİĞİNİZ BU EVE BABAM OLARAK...”
Olayı genç Nazım Hikmet de fark etmişti...
Necip Fazıl’dan sonra bir gün Yahya Kemal’in siyah pardösüsünün cebine bir not bıraktı...
Kâğıtta Yahya Kemal’e hitaben şöyle yazıyordu:
“Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz...”
Bu not üzerine ünlü şair, tedirgin oldu...
Bir süre Celile Hanım’ın evine gelmedi...
Genç Nazım’la karşılaşmaktan çekindi...
Celile Hanım ise Yahya Kemal yüzünden kocasından boşanmış, bütün İstanbul’un kulaktan kulağa dedikodusunu yaptığı bir aşka “evet” demişti...
Artık evlenmek istiyordu...

Yahya Kemal bir taraftan kadını deliler gibi kıskanıyor, diğer yandan bu eviliğe yanaşmıyordu...

***

Aşkını dile getirdiği olay inanılmazdı:
“1916 yılından 1919 yılına kadar bir kadına deli gibi aşık oldum...
Bu kadın yazın adada otururdu...
Ben de orada idim...
Deli divane olmuştum...
Sonbahar’da Nişantaşı’ndaki evini düzenlemek için İstanbul’a inerdi...
1916 Sonbaharı’nda yine İstanbul’a iniyordu...
Ben müthiş muzdariptim...
Artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar...
O gidinceye kadar Ada dopdolu idi...
Gider gitmez benim için boşalıverirdi...

Tam o günlerde Berlin Büyükelçisi Hakkı Paşa İstanbul’a dönecek lafı çıktı...
Hakkı Paşa, benimkinin uzaktan akrabası oluyordu ve İstanbul’a geldiğinde geceler düzenler, İstanbul’un bütün güzel kadınlarını çağırırdı...
Benimki de oralara gidecek diye içim burkuluyordu...
Hatta kendisine bu endişemi söylemiştim...
Gitmeyeceğine yemin etmişti...

Bir gece Ada Oteli’nde otururken, yandaki iki kişinin ‘Berlin Büyükelçisi bu gece davet veriyor... İstanbul’daki bütün güzel kadınlar davetli’ lafını ettiklerini duydum...

***

Müthiş bir acıyla yerimden kalktım...
İskeleye doğru gittim... Son vapur çoktan kalkmıştı...
Sert bir lodos esiyordu... Deniz karmakarışıktı, ancak ne olursa olsun, sandalla Maltepe’ye geçmeye karar verdim...
Sandalcılara gittim, yanaşmıyorlardı...
Çok para verince biri ikna oldu...
Açıldık, bir süre sonra lodos büsbütün arttı...
Denizde çalkalanıp duruyorduk... Sandalcı bana küfretmeye başlamıştı...
Ölmek üzereydik, ama ben sadece sevgilimin katıldığı geceyi düşünerek müthiş bir kıskançlık duyuyor ve bir an önce orada olmak istiyordum...
Sırılsıklam Maltepe’ye gelebildik...

Hemen bir kahvehaneye gidip, araba bulmaya çalıştım...
Yoktu...
Bunun üzerine Maltepe’den Bostancı’ya yürümeye karar verdim...
Tren yoluna çıkarak koşmaya başladım...
Maltepe-Bostancı arasının bu kadar uzun olduğunu o zamana kadar fark etmemiştim...”

***

“Kan ter içinde Bostancı’ya geldim...
Vakit hayli geçti...
Karakola gittim. ‘Bana bir araba bulunuz hastam var’ dedim...
Aradılar taradılar birini buldular..
Yine bir sürü para verdim...
Arabayla yola koyuldum...
Kadıköy, oradan Üsküdar... Karşıya geçtim. Doğru Nişantaşı!.. Sevgilimin oturduğu apartmanın kapıcısı ahbabımdı. Penceresini vurarak onu uyandırdım. ‘Benimki evde mi’ diye sordum?

Adam halime bakıp şaşırdı: ‘Evde, bu akşam çıkmadı!’ dedi, ‘Ne diyorsun diye bağırdım?’ Bütün katettiğim mesafe sanki başıma yıkılmıştı. Eve kaçta geldiğini araştırttım...
Sözüne inanamıyordum. ‘Çık bir bak! Evde mi?’ diye adamı zorladım...
Adam çarnaçar çıktı. Bir münasebetle hizmetçisine sormuş uyuyor! demiş... Geldi haber verdi... Sanki dünyalar benim oldu...
Apartmanın karşısında bir arabacı meyhanesi vardı. Orada sabaha kadar içtim...
Sabahleyin, doğru eve çıktım... Benim halim berbat. Toz toprak içinde olduğumu görünce şaşırdı ve hemen anladı... Sarmaşdolaş olduk...”

***

Yahya Kemal deli gibi aşıktı, ama evlenmekten hayatı boyunca korkmuştu...
Belki, böylesi bir kadına hiçbir zaman sahip olamayacağını bilmekten, belki o beraberlikte ters bir olaydan ürkmekten, belki de genç Nazım Hikmet’ten ve etraf ne der diye ürkmekten?..

O günlerde Celile Hanım, Yahya Kemal’e bir mektup yazdı, şöyle diyordu:
“Bugün Pazar belki gelirsin diye üç vapurunu pencerede bekledim...
Gelmedin mahzun oldum...
Verdiğin konferansa gelmedim, kalabalıktır memnun olmazsın diye, fakat hep aklım sende idi...
Çok çok göreceğim geldi...
Beni niye aramadın...
Sana gücendim canımın içi, pek göreceğim geldi... Ben o günden beri yani Salı gününden beri evdeyim, dikiş dikiyorum... Evimiz için çalışıyorum...”

Hiçbir zaman o evlilik olmadı...
Yahya Kemal hep kaçtı o evlilikten ve beraberlikten...

NAZIM HİKMET’E YARDIM ETMEDİ...
Uzun yıllar geçti bu olayın üzerinden...
Nazım Hikmet büyük bir şair olmuştu...
Sosyalistti...
Dönemin iktidarı tarafından hapislerde süründürülüyordu...
Celile artık yaşlanmıştı...
O güzelliğinden eser kalmamış üstüne üstlük kör olmuştu...
Oğlunun hapislerden kurtulması için Galata Köprüsü’nde açlık grevine başlamıştı o görmeyen gözleriyle anne yüreği...
Tuhaf bir rastlantı sonucu, Celile açlık grevi yaparken, Yahya Kemal Galata Köprüsü’nden geçiyordu...
Büyük aşkını gördü...
Ama yanına gitmedi...
Bir zamanlar “Hocam olarak girdiğin eve babam olarak girmeni istemiyorum” diyen genç Nazım Hikmet’in kurtulması için kör gözlerle açlık grevi yapan Celile’ye destek imzasını vermedi...
Hızla uzaklaştı oradan...

***

Öldüğünde evraklarının arasından içinde kurumuş iki yaprak bulunan bir zarf çıktı Yahya Kemal’in...
Şöyle yazıyordu:
“Bu zarfın içindeki hatıra, 19 Ağustos 1930’da Sirkeci garında gece saat 10’da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir... Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima muhafaza edeceğim...”
Celile muhtemelen bu aşkın devam etmeyeceğini anladığı gece Paris’e giderken, Sirkeci Garı’nda vermişti Yahya Kemal’e göğsünde duran o iki yapraklı çiçeği...

SESSİZ GEMİ...

Yahya Kemal’in Sessiz Gemi’si “hep ölüme yazılmış bir şiir olarak” bilinir...
Oysa demir alıp bu limandan kalkan gemi...
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol dizeleri...
Yahya Kemal’in hayatındaki en büyük aşkı olan Celile’sinin Ada’dan gemiyle İstanbul’a uzaklaşışı esnasında yaşadığı çaresizliği anlatır...
Ölümdür elbette Sessiz Gemi’nin konusu...
Ama aşkta aranan ölümdür ve Celile’nin ardından ada limanında bakakalan Yahya Kemal’den esintiler içerir...

***

“Artık demir almak günü gelmişse zamandan...
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan...
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol...
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol...
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli...
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli...
Biçare gönüller!.. Ne giden son gemidir bu...
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu...
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler...
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler...
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden...
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden...”

22 Kasım 2020

Firavunlar

Firavunlar
Tanrı Amon'un ilahi gücüyle korunduklarını sanıp,
yakıp yıkıp geçtikleri toprakların altında
Mumyalanmış bedenleriyle ölü...
...
İçtikleri kanlarla diri...
Asırlara meydan okuyor hâlâ krallar ve kralcılar
bir ellerinde hak bir ellerinde hukuk güya
Ve başlarında görünmez taçlarıyla
Ve Tanrı'dan korkmadan...

Bu yağmurlar temizlemez toprağı.!..

A.Dinçer Şişman

05 Kasım 2020

Bir Sevgi Öyküsü...


Yeni evlenecek olan bir çift vardı
Evlilikleri tam yaklaşacakken
bu işin hiç de hayal ettikleri gibi
olmayacağını anlayıvermişlerdi.
Aslında birbirlerini sevmiyor değillerdi.
Tek sorun ailelerdi.
Son zamanlarda o kadar sık olmasa da,
eskiden sık sık birbirlerini
çok sevdiklerine dair
ne kadar da dil dökmüşlerdi.
Ama şimdilerde, küçük bir söz,
ufak bir hadise aralarında orta çaplı
bir kavganın çıkmasına yetiyordu.

* * *
Bir akşam oturup,
ilişkilerini gözden geçirmeye karar verdiler.
Her ikisi de, ayrılmayı istememekle beraber,
işlerin böyle gitmeyeceğinin farkındaydılar.

* * *
Erkek, "Aklıma bir fikir geldi" dedi.
"Bahçeye bir ağaç dikelim ve eğer
bu ağaç üç ay içinde kurursa ayrılalım
Kurumaz da büyürse bunu
bir daha aklımızdan geçirmeyelim.

                                          Bu süre içende de hiç

görüşmeyelim."

* * *
Bu ilginç fikir kızında hoşuna gitti.
Ertesi gün gidip bir meyve fidanı aldılar
ve birlikte bahçeye diktiler.

* * *
Aradan bir ay geçti.
Bir gece bahçede karşılaştılar.

Her ikisinin de elinde içi su dolu birer bidon vardı.

* * * * *

Kadir Sadettin Vermezoğlu


02 Mayıs 2020

Kırık Cam Kuralı

 Kırık Cam Kuralı


 Olumsuzluklarla mücadeleyi nasıl başardınız?" sorusuna N.Y. Valisi  Guiliani'nin cevabı:

"Metruk bir bina düşünün. Binanın camlarından biri bile kırık olsa, o  camı hemen tamir ettirmezseniz, çok kısa sürede, oradan geçen herkes  bir taş atıp, binanın tüm camlarını kırar.

 Ben ilk cam kırıldığında hemen tamir ettirdim.

 Bir elektrik direğinin dibine ya da bir binanın köşesine,biri, bir  torba çöp bıraksın.O çöpü hemen oradan kaldırmazsanız, her geçen,  çöpünü oraya bırakır ve çok kısa bir sürede dağlar gibi çöp birikir.

 Ben ilk konan çöp torbasını kaldırttım."

 Bir sokağın suç bölgesine dönüşme süreci önce tek bir pencere camının  kırılmasıyla başlıyor. Çevreden tepki gelmez ve cam hemen tamir  edilmezse, oradan geçenler o bölgede düzeni sağlayan bir otorite  olmadığını düşünüyor, diğer camları da kırıyor. Ardından daha büyük  suçlar geliyor; bir süre sonra o sokak, polisin giremediği bir  mahalleye dönüşüyor. Bunu anlayan New York polisi, önce küçük suçların  peşine düşmüş.

Metroya bilet almadan binenleri, apartman  girişlerini tuvalet olarak kullananları, kamu malına zarar verenleri,  hatta içki şişelerini yola atanları bile yakalayıp haklarında işlem  yapmış.

 Polis bu kararlılığıyla "Küçük müçük, bizim için hiç fark etmez; bu  sokağın, metro istasyonunun veya mahallenin suç üreten bir bölge  olmasına izin vermeyeceğiz. " demiş.

 'Kırık Cam Teorisi'

 ABD'li suç psikoloğu Philip Zimbardo'nun 1969'da yaptığı bir deneyden  ilham alarak geliştirilmişti.

 Zimbardo, suç oranının yüksek olduğu, yoksul Bronx ve daha yüksek  yaşam standardına sahip Palo Alto bölgelerine birer 1959 model  Oldsmobile bıraktı.  Araçların plakası yoktu, kaputları aralıktı. Ve olup bitenleri gizli  kamerayla izledi.  Bronx'taki otomobil üç gün içinde baştan aşağıya yağmalandı. Diğerine  ise bir hafta boyunca kimse dokunmadı. Ardından Zimbardo ile iki  öğrencisi 'sağ kalan' otomobilin yanına gidip çekiçle kelebek camını  kırdı. Daha ilk darbe indirilmişti ki çevredeki insanlar (zengin  beyazlar) da  olaya dahil oldu.

 Birkaç dakika sonra o otomobil de kullanılmaz hale gelmişti.

 "Demek ki" diyordu Zimbardo, "ilk camın kırılmasına ya da çevreyi  kirleten ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü  gidişatı engelleyemeyiz. Anlaşılıyor, herhalde...İşe ilk kırılan camdan  başlamak lazım.

İlk kırılan cam bağımsızlık...

03 Nisan 2020

Hayatınız Seçtiğiniz Kadındır.






Masallarda bile kadın olmak çok zor;

Ya 7 tane minicik adamla yaşarsın,
Ya kurbağa öpersin,
Ya en sevdiğin meyveden zehirlenirsin,
Ya kuleye kapatılırsın,
Ya saçlarını elin adamı tırmansın diye uzatırsın,
Ya gece 12'de külkedisine dönersin elbiselerin yırtılır....
Ve en kötüsü bazen seni sadece ayak numarandan 
tanıyan birine aşık olursun........

Geleceğe daha güvenli ve umutla bakabileceğimiz, 
şiddetten uzak bir ülkede yaşama dileği ile.


Evvel zaman içinde Memleketin birinde 90 yaşlarında 
fakat çok dinç ve genç görünümlü bir adam yaşarmış?
Çevresinde bulunan herkes ona çok özenir ve sorarlarmış....

"bu gençliğin sırrı nedir" diye.
İhtiyar delikanlı güler geçermiş her soruldukça bu soruya.

Ama sorular sık ve soranlar çoğalınca cevap vermek vacip olmuş sanki.
Düşünmüş nasıl anlatırım bu sırrımı kolayca
herkese. Sonra karar vermiş tüm meraklıları yemeğe davet etmeye evine.
"Bu davette size sırrımı açıklayacağım" demiş.

Herkes merakla davete gelmiş.Yemekler yenilmiş, içilmiş, sohbetler edilmiş vakit iyice gecikmiş.

Ama gençlik sırrı ile ilgili tek kelam edilmemiş.

Herkes konu ne zaman açılacak diye merak ederken adamcağız huri gibi sevimli hanımına seslenmiş.

"Hatun , şu kilerden bir karpuz getirirmisin bize sana zahmet!.."

Hanım hemen doğrulmuş kilere giderek kaş ile göz arasında gidip bir karpuz getirmiş.

Adamcağız şöyle eliyle bir vurmuş tık tık diye sonra da :

" Bu olmamış hanım, güzel çıkmayacak, başka
getirir misin bir zahmet" demiş.

Hanım onu götürmüş bir tane daha getirmiş. Adam onu da bir yoklamış yine beğenmemiş.

"Hanım sana yine zahmet olacak ama bu da olmamış başka bir tane getirir misin" demiş.
Başka istemiş?. Bu böylece dört sefer daha tekrarlanmış .

Dedemiz beşincide karpuzu beğenmiş ve karpuz kesilmiş, misafirlere ikram edilmiş?. Herkes karpuzunu afiyetle yerken bizim dedecik sormuş.

"Eeeee?. Arkadaşlar işte benim gençliğimin sırrı burada anladınız mı??" Herkes birbirinin yüzüne bakmış.Kimse bişey anlamamış..

"Aman dede demişler nerde? Anlamadık biz bu sırrı!"
Dedecik gülmüş.
"Efendiler" demiş
"O gördüğünüz karpuz kilerde bir tanecikti, tekti. Ben hanıma git de başka getir dedikçe o kilere gidip geliyor aynı karpuzu getiriyordu. Bir kere bile (aman be adam, delimisin nesin şu tek karpuzu ne
taşıtttırıyorsun bana defalarca.) demedi. Beni sizin önünüzde mahcup duruma düşürmedi. İşte bütün bu gençliğimi hanımıma borçluyum."

"Biz birbirimizi hiç başkalarının önünde zor
duruma düşürmeyiz. Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya yansıtmayız. Hep birbirimize destek olur, dert ortağı olur, yardım ederiz. Birbirimizle ilgili olan problemleri yine birbirimize anlatırız. İyi kötü her olayı da birlikte paylaşırız."
demiş.

Hayatınız seçtiğiniz kadındır..

Zevkli bir kadına rastlarsanız,ZEVKİNİZ,

bilgili bir kadına rastlarsanız BİLGİNİZ,

zeki bir kadına rastlarsanız ZEKANIZ gelişir.

Hayat kat kattır.

Babil'in Asma Bahçeleri gibi teraslar halinde
yükselir ve bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür.

Ve bugün durduğunuz teras , seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat yanınızdaki kadının terası, manzarası ve hayatıdır.

Hayatınız seçtiğiniz kadındır.





Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!