

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye
Yolunacak Kaz?..
Sağlıcakla Kalın
![]() | FUTBOL |
Padişah Mehmet veziriyle birlikte gezintiye çıkmış. Gezi sırasında bir köye gelmişler. Küçük, şirin bir evin önünde oturmuş, örgü ören bir genç kız görmüşler. Padişah Mehmet kızın yanına yaklaşıp sormuş:
30 Ağustos Zafer Bayramının 99.Yılı Kutlu Olsun
Dünya’da ve Türkiye’de dinler, ideolojiler; insanlar arasında çatışmanın, haksızlığın, adaletsizliğin eşitsizliğin sömürünün perdelenmesinde birer araç haline gelmiştir. Kin, nefret, öfke, öteki yıkım, acı, üzüntü, adaletsizlik, haksızlık, insanlardaki çileleri artırıyor. Barışçıl bir dünya, daha huzurlu güvenli bir Türkiye, daha mutlu daha sağlıklı bir yaşam için el ele gönül gönüle vermek zamanı gelmiştir. Sevgi'yi hangi toprakta yeşerteceğiz? Topraklar bizim değilse Sevgiyi hangi sular da çoğaltacağız? Nehirler, denizler bizim değilse Sevgi'yi hangi tepelerde yükselteceğiz? Dağlar, kayalar, dağ çiçekleri bizim değilse Sevgiyi hangi ormanda çoğaltacağız? Ağaçlar, kuşlar, tilkiler bizim değilse En acısı Sevgi'yi nereye gömeceğiz? Mağaralar, maden yatakları bizim değilse Sömürü ezmek ayrımcılık altında hangi birliktelik, hangi kardeşlik Kim kime dost, kim kime düşman? Güven sadakat, özveri, hoşgörü Olmayan yerde sevgi ağacı biter mi? Hangi sevgiyi yeşerteceğiz?
Sesleniyorum:
İlahi mesaj çizgisinde olan Kur’an ve Muhammed (sav) odaklı Müslümanlar
İlahi mesaj çizgisinde olan Tevrat ve Musa odaklı Museviler
İlahi mesaj çizgisinde olan İncil ve İsa odaklı Hıristiyanlar
Buda ilkelerini kendine rehber edinen Budistler
Brahman ilkelerini kendine rehber edinen Brahmanlar
Nirvana odaklı Hinduistler
Bahaullah odaklı Bahailer
Dinlerarası diyalogcular
İllümunaticiler
Masonlar
Küreselciler
Evrenselciler
Mesihçiler
Mehdiciler
Tanrıtanımazlar
Ateistler
Deistler
Materyalistler
Liberaller
Komünistler
Marksistler
Sosyalistler
Sosyal demokratlar
Ülkücüler
Milliyetçiler
Muhafazakarlar
Demokratlar
Cumhuriyetçiler
Kemalistler
Atatürkçüler
Tarikatçılar
Cemaatçılar
Hizmet yolunda olanlar
geliniz şu cümlede birleşelim.
Biz insanız. Makrokozmuz Evrende dünyalıyız. Mikrokozmozda Adem’in çocuklarıyız. Sağlıklıyız. Bilgiliyiz. Sanatkarız. Üretkeniz. Çalışkanız. Sevgi doluyuz. Dürüstüz. Adaletliyiz. Eşitiz. Farklılıklarımıza saygılıyız. Namusluyuz. Ahlaklıyız. Yalandan nefret ederiz. Dogmalara karşıyız. Barışseveriz. Doğa severiz. Hayvan severiz.
Günün sözü: Yalanla iktidar olanın, emeksiz zengin olanın, kitapsız bilgin olanın, sermayesi din olanının rehberi şeytandır. Nurullah AYDIN
Genç Macar Sanatçı Arpad Sebesy multimilyoner Elmer Kelen in portresini yapmak için görevlendirilmişti. Görev özellikle zordu, çünkü Kelen sadece üç kısa poz vermeye razı olmuştu. Sonuçta, Sebesy portrenin çoğunu ezberden yapmak zorunda kalmıştı.
Genç ressam resmini yapabilmek için saatlerce titizlikle çalışmıştı, ve birdenbire bunu gösterecek hiç bir şeyi olmadığını fark etti. Milyoner stüdyodan ayrılırken, sanatçı bir ricada bulundu, " Portreyi size benzemediği için reddettiğiniz belirten bir mektup yazabilir misiniz?"
Kelen bu kadar kolay kurtulduğuna sevinerek razı oldu. Aylar sonra, Macar Sanatçıları Derneği, Budapeşte Güzel Sanatlar Galerisinde sergi açtı. Kelen in telefonu çalmaya başladı. Biraz sonra galeriye geldiğinde Sebesy nin yaptığı portresinin, üzerinde "Bir Hırsızın Portresi" etiketiyle teshir edildiğini gördü. Mağrur milyoner resmin indirilmesini istedi. Müdür reddedince, Kelen resim kendisini topluma alay konusu edeceği için dava açmakla tehdit etti. Bunun üzerine müdür Kelen in resmin kendisine benzemediği için almayı reddettiğini belirten imzalı mektubunu çıkardı.
Milyoner artık resmin parasını ödeyip almaktan başka çare kalmadığını anlamıştı. Genç sanatçı sadece son gülen olmakla kalmamış, ayni zamanda güçlüğü karlı bir alışverişe dönüşmüştü. Çünkü milyoner resmi almağa kalktığında fiyatının eskisinden on kat daha fazla olduğunu görmüştü.
Gördüğünüz gibi, güçlüklere teslim olmayı kabul etmemişti. Bunun yerine öfke ve acıya teslim olmaktansa yaratıcı ve yararlı bir kapı açacak bir yol düşündü. Kısaca ressam değerli bir prensip keşfetmişti :
Yeni fırsatlar bizi genellikle sıkıntılı anlarda ziyaret eder, çünkü bir kapı kapanırsa, başka bir kapı açılır.
Dr. Charles C. Lever
Emniyet Amiri yemeğe düşkün biriydi!
Eminönü’nde görev yapmasına rağmen, yemeklerini Beyoğlu’ndaki ünlü bir
lokantadan getirtirdi.
28 Nisan sabahı kahvaltı sonrası kahvesini yudumlarken telefon çaldı.
Arayan Beyazıt Karakol Amiri Başkomiseri’ydi.
İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin iktidar karşıtı gösteri için bahçede
toplanmaya başladıklarını haber veriyordu.
Emniyet Amiri “Hemen üniversiteye gidin. Diğer karakol amirlerine de emir
veriyorum, hepimiz orada olacagiz!” dedi.
Başkomiser “Ama rektörlükten talep yok. Onlar istemedikçe üniversiteye
giremeyiz amirim!” deyince, “İzin de ne demek?” diye çıkıştı. “Öğrenciler
Başbakanımızı, Cumhurbaşkanımızı protesto edecekler, biz de seyredeceğiz! Öyle
mi? Ne izni? Derhal göreve!”
Bu emri alan Eminönu Emniyet Amirliği’ne bağlı karakollardaki tüm polisler,
yarım saat içinde İstanbul Üniversitesi bahçesine gittiler.
Makam odasındaki tüm duvarları Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlarla
çekilmis fotoğraflarıyla süsleyen Emniyet Amiri, ekiplerin en önündeydi.
Atatürk Anıtı’nın çevresinde toplanan gençlerin marşlar söyleyerek
kendilerine doğru yürüdüğünü görünce “Silahlarınızı çekin!” dedi.
Amirler, polisler, bekçiler, tabancalarını çekip mermileri namluya
sürdüler. Biri hariç… Sadece bir Başkomiser silahını çekmemişti.
Amir hışımla ona dönüp “Emre niçin itaat etmiyorsun!” diye çıkıştı.
Başkomiser çok sakindi. “Kanunsuz emre itaat etmek zorunda değilim. Üstelik
gençler protesto haklarını kullanıyorlar. Silahları yok, şiddet yok. Ben niçin
tabancamı çekeyim? Silah göstererek onları tahrik etmekten kaçınmalıyız!” dedi.
Nitekim çok geçmeden korkulan oldu. Polislerin tabancalarını gören
öğrenciler, taş yağdırmaya başladılar. Üniversite bahçesi bir anda savaş
alanına dönmüştü.
Artık taşlar havada uçuşuyor, Beyazıt Meydanı tabanca sesleriyle
yankılanıyordu.
İşte o anda Rektör Ordinaryus Profesör Sıddık Sami Onar ve Hukuk Fakültesi
Dekanı Prof. Naci Şensoy bahçede göründüler. Rektör merkez binaya doğru
ilerleyen Emniyet Amiri’nin önünü kesip “Yaptığınız müdahale kanunsuzdur. Üniversite
yönetiminin çağrısı olmadan buraya giremezsiniz. Hemen üniversiteyi terk edin!”
dedi.
Bu sözler Emniyet Amiri’ni çileden çıkarmaya yetmişti. Hiçbir şey
söylemeden Rektöre yaklaştı ve suratına okkalı bir tokat attı!
Ufak tefek yapılı Anayasa Profesörü Onar’ın yere düştüğünü görünce,
tabancasını çekmemekte direnen Başkomiser’e dönüp “Gördün mü? Koskoca rektörü
iskambil kağıdı gibi devirdim!” dedi.
Başkomiser sinirlenmemekte kararlıydı: “Devirdiğini sandığın o kişinin
senin boyun kadar kitapları var. Ayrıca kimin kimi devireceğini zaman
gösterir!”
Bu olay 28 Nisan 1960 günü yaşandı. Aynı gün Turan Emeksiz adlı üniversite
öğrencisi, seken bir kurşunla hayatını kaybetti.
Bir ay sonra da 27 Mayıs darbesi oldu.
Rektörü tokatlayan Emniyet Amiri Zeki Şahin tutuklandı.
Kanunsuz emre uymamakta direnip silahını çekmeyen Başkomiser ise babam
Osman Dündar’dı.
.
Uğur Dündar
Mallarımız arttı, keyfimiz azaldı !..Daha büyük evlerde kalıyoruz ama daha küçük ailelerde yaşıyoruz..! Konforumuz arttı ama zamanımız daraldı !..Diplomamız bol ama sağduyumuz az..! Uzmanlıklar arttı ama sorunlar çoğaldı !.. İlaçlar çoğaldı, hastalıklar arttı..! Sorumsuzca para harcıyoruz a...ma az gülüyoruz..! Trafikte çok hızlıyız ama çabuk parlıyoruz! Akşam geç yatıyor, sabah yorgun kalkıyoruz..! Az kitap okuyor, çok televizyon seyrediyoruz !..Varlığımızı arttırdık ama değerlerimizi yitirdik..! Çok konuşuyor ama az gönül veriyoruz ve bol yalan söylüyoruz !..Para kazanmayı öğrendik ama yuva kurmayı beceremedik..! Hayata yıllar ekledik, yıllara hayat katamadık !.. Ay' a kadar gidip dönmeyi biliyoruz ama komşumuza geçmek için karşıya geçmiyoruz..! Uzaya ulaştık ama ruhun derinliklerine inemiyoruz !..Havayı temizledik ama ruhları kirlettik..! Atomu parçaladık, önyargılarımızı yıkamadık !..Çok yazıyor ama az gelişiyoruz..! Daha çok plan yapıyoruz ama daha az sonuç alıyoruz !.. Acele etmeyi öğrendik ama sabırlı olmayı asla..! Gelirimiz arttı, karakterimiz zayıfladı !..Tanıdıklar çoğaldı, dostlar eksildi..! Çabalar arttı ama mutluluklar azaldı !..Bilgisayar ağları kuruyoruz, bilgi otoyolları inşa ediyoruz ama kendi aramızdaki iletişimde zorlanıyoruz..! Dünya barışı der, silahlanırız !..Daha mutlu olmak için somurtarak çalışırız..! Yani bugünlerde ; Eve çift maaşın girdiği ama çiftlerin boşandığı !.. Güzel evlerin yuva olamadığı..! Kısa seyahatlerin, kağıt mendil gibi ilişkilerin ; Yıka çık gönüllerin, tek geceliklerin !.. Kilo dertlerinin ve her derde deva vitaminlerin..! Vitrinlerin dolu ama gönüllerin boş olduğu ;
Günlerde yaşıyoruz !...*
(Alıntı)
Nazım Hikmet'in, annesiyle Yahya Kemal arasındaki aşkı farkettiği an...
Celile Hikmet resimleri ile olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul’un diline destan bir kadındı... İstanbul sosyetesinin en çok konuşulan kadınları arasındaydı...
1900 yılında bu dillere destan güzellik, Osmanlı’nın meşhur valilerinden Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlendi...
Türk şiirinin dünya çapındaki en önemli ismi olan Nazım Hikmet de bu beraberlikten doğacaktı...
1916’ya gelindiğinde Celile Hanım‘la eşi Hikmet Bey arasında şiddetli bir geçimsizlik başladı...
***
O günlerde Yahya Kemal, Bahriye’de okuyan genç Nazım Hikmet’in şiir hocası olarak eve gelip gitmeye başlamıştı...
Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım’la, Yahya Kemal arasında filizlenen aşk kısa bir süre sonra Celile Hanım’ın anlaşamadığı eşinden boşanmasıyla sonuçlandı...
Tutkuyla, ateşle, kıskançlıklarla dolu tarihin sayfalarının arasına gizlenen aşk başlıyordu...
O aşkın aktörleri sadece Celile Hanım ve ünlü şair Yahya Kemal değildi...
Nazım Hikmet, Necip Fazıl hatta Celile’nin yeğeni Oktay Rıfat’ın, yani Türk şiir dünyasının bütün ustalarının bir tarafından dahil oldukları bir aşktı o...
***
Heybeliada’da okuyan genç Bahriyeli Nazım, hafta sonları okuldan çıkar annesinin yanına gelirdi...
Yahya Kemal o günlerde genç birer Bahriyeli olan Nazım Hikmet ve Necip Fazıl’ın bulunduğu öğrenci grubuna şiir dersleri verirdi...
Yahya Kemal hafta sonları “Genç Nazım Hikmet’e Türkçe ile şiir dersleri” verirken, İstanbul’un en güzel kadınlarından olan, ressam Celile Hanım’la yakınlaştı...
Nazım’a verdiği derslerden arta kalan zamanlarda Celile Hanım ile Yahya Kemal sanat ve edebiyatla başlayan uzun sohbetlere başlamışlardı...
Bir süre sonra bu ilişkinin kokusu Nazım’ın ve Necip Fazıl’ın öğrencisi olduğu Bahriye mektebinde duyuldu...
***
Dedikoduların ayyuka çıkması üzerine Yahya Kemal bir süre okula gelmedi...
Geldiğinde karşısına öğrencisi Necip Fazıl çıkacaktı...
Hocası olan Yahya Kemal’e şöyle dedi:
“Hocam, kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk... Sınıfın bu durumdan duyduğu derin üzüntüyü size söylemek isterim...”
Hocasına yönelik bu alaycı, ironik, dalga geçen tutum bir Deniz Harp Okulu öğrencisi Bahriyeli için kabul edilmez bir davranıştı...
Necip Fazıl “Bu aşk ilişkisini alaycı bir şekilde ima eden” sözleri nedeniyle “Kodes” adı verilen tahta dolabın içinde cezaya gönderildi okulda...
***
Ne ki bu Fransızcayı ana dili gibi konuşan, piyano çalan, natürmort resimler yapan dünyalar güzeli, sanatçı genç kadın Celile ile Yahya Kemal’in aşkı alevinden bir şey kaybetmiyordu...
“HOCAM OLARAK GİRDİĞİNİZ BU EVE BABAM OLARAK...”
Olayı genç Nazım Hikmet de fark etmişti...
Necip Fazıl’dan sonra bir gün Yahya Kemal’in siyah pardösüsünün cebine bir not bıraktı...
Kâğıtta Yahya Kemal’e hitaben şöyle yazıyordu:
“Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz...”
Bu not üzerine ünlü şair, tedirgin oldu...
Bir süre Celile Hanım’ın evine gelmedi...
Genç Nazım’la karşılaşmaktan çekindi...
Celile Hanım ise Yahya Kemal yüzünden kocasından boşanmış, bütün İstanbul’un kulaktan kulağa dedikodusunu yaptığı bir aşka “evet” demişti...
Artık evlenmek istiyordu...
Yahya Kemal bir taraftan kadını deliler gibi kıskanıyor, diğer yandan bu eviliğe yanaşmıyordu...
***
Aşkını dile getirdiği olay inanılmazdı:
“1916 yılından 1919 yılına kadar bir kadına deli gibi aşık oldum...
Bu kadın yazın adada otururdu...
Ben de orada idim...
Deli divane olmuştum...
Sonbahar’da Nişantaşı’ndaki evini düzenlemek için İstanbul’a inerdi...
1916 Sonbaharı’nda yine İstanbul’a iniyordu...
Ben müthiş muzdariptim...
Artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar...
O gidinceye kadar Ada dopdolu idi...
Gider gitmez benim için boşalıverirdi...
Tam o günlerde Berlin Büyükelçisi Hakkı Paşa İstanbul’a dönecek lafı çıktı...
Hakkı Paşa, benimkinin uzaktan akrabası oluyordu ve İstanbul’a geldiğinde geceler düzenler, İstanbul’un bütün güzel kadınlarını çağırırdı...
Benimki de oralara gidecek diye içim burkuluyordu...
Hatta kendisine bu endişemi söylemiştim...
Gitmeyeceğine yemin etmişti...
Bir gece Ada Oteli’nde otururken, yandaki iki kişinin ‘Berlin Büyükelçisi bu gece davet veriyor... İstanbul’daki bütün güzel kadınlar davetli’ lafını ettiklerini duydum...
***
Müthiş bir acıyla yerimden kalktım...
İskeleye doğru gittim... Son vapur çoktan kalkmıştı...
Sert bir lodos esiyordu... Deniz karmakarışıktı, ancak ne olursa olsun, sandalla Maltepe’ye geçmeye karar verdim...
Sandalcılara gittim, yanaşmıyorlardı...
Çok para verince biri ikna oldu...
Açıldık, bir süre sonra lodos büsbütün arttı...
Denizde çalkalanıp duruyorduk... Sandalcı bana küfretmeye başlamıştı...
Ölmek üzereydik, ama ben sadece sevgilimin katıldığı geceyi düşünerek müthiş bir kıskançlık duyuyor ve bir an önce orada olmak istiyordum...
Sırılsıklam Maltepe’ye gelebildik...
Hemen bir kahvehaneye gidip, araba bulmaya çalıştım...
Yoktu...
Bunun üzerine Maltepe’den Bostancı’ya yürümeye karar verdim...
Tren yoluna çıkarak koşmaya başladım...
Maltepe-Bostancı arasının bu kadar uzun olduğunu o zamana kadar fark etmemiştim...”
***
“Kan ter içinde Bostancı’ya geldim...
Vakit hayli geçti...
Karakola gittim. ‘Bana bir araba bulunuz hastam var’ dedim...
Aradılar taradılar birini buldular..
Yine bir sürü para verdim...
Arabayla yola koyuldum...
Kadıköy, oradan Üsküdar... Karşıya geçtim. Doğru Nişantaşı!.. Sevgilimin oturduğu apartmanın kapıcısı ahbabımdı. Penceresini vurarak onu uyandırdım. ‘Benimki evde mi’ diye sordum?
Adam halime bakıp şaşırdı: ‘Evde, bu akşam çıkmadı!’ dedi, ‘Ne diyorsun diye bağırdım?’ Bütün katettiğim mesafe sanki başıma yıkılmıştı. Eve kaçta geldiğini araştırttım...
Sözüne inanamıyordum. ‘Çık bir bak! Evde mi?’ diye adamı zorladım...
Adam çarnaçar çıktı. Bir münasebetle hizmetçisine sormuş uyuyor! demiş... Geldi haber verdi... Sanki dünyalar benim oldu...
Apartmanın karşısında bir arabacı meyhanesi vardı. Orada sabaha kadar içtim...
Sabahleyin, doğru eve çıktım... Benim halim berbat. Toz toprak içinde olduğumu görünce şaşırdı ve hemen anladı... Sarmaşdolaş olduk...”
***
Yahya Kemal deli gibi aşıktı, ama evlenmekten hayatı boyunca korkmuştu...
Belki, böylesi bir kadına hiçbir zaman sahip olamayacağını bilmekten, belki o beraberlikte ters bir olaydan ürkmekten, belki de genç Nazım Hikmet’ten ve etraf ne der diye ürkmekten?..
O günlerde Celile Hanım, Yahya Kemal’e bir mektup yazdı, şöyle diyordu:
“Bugün Pazar belki gelirsin diye üç vapurunu pencerede bekledim...
Gelmedin mahzun oldum...
Verdiğin konferansa gelmedim, kalabalıktır memnun olmazsın diye, fakat hep aklım sende idi...
Çok çok göreceğim geldi...
Beni niye aramadın...
Sana gücendim canımın içi, pek göreceğim geldi... Ben o günden beri yani Salı gününden beri evdeyim, dikiş dikiyorum... Evimiz için çalışıyorum...”
Hiçbir zaman o evlilik olmadı...
Yahya Kemal hep kaçtı o evlilikten ve beraberlikten...
NAZIM HİKMET’E YARDIM ETMEDİ...
Uzun yıllar geçti bu olayın üzerinden...
Nazım Hikmet büyük bir şair olmuştu...
Sosyalistti...
Dönemin iktidarı tarafından hapislerde süründürülüyordu...
Celile artık yaşlanmıştı...
O güzelliğinden eser kalmamış üstüne üstlük kör olmuştu...
Oğlunun hapislerden kurtulması için Galata Köprüsü’nde açlık grevine başlamıştı o görmeyen gözleriyle anne yüreği...
Tuhaf bir rastlantı sonucu, Celile açlık grevi yaparken, Yahya Kemal Galata Köprüsü’nden geçiyordu...
Büyük aşkını gördü...
Ama yanına gitmedi...
Bir zamanlar “Hocam olarak girdiğin eve babam olarak girmeni istemiyorum” diyen genç Nazım Hikmet’in kurtulması için kör gözlerle açlık grevi yapan Celile’ye destek imzasını vermedi...
Hızla uzaklaştı oradan...
***
Öldüğünde evraklarının arasından içinde kurumuş iki yaprak bulunan bir zarf çıktı Yahya Kemal’in...
Şöyle yazıyordu:
“Bu zarfın içindeki hatıra, 19 Ağustos 1930’da Sirkeci garında gece saat 10’da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir... Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima muhafaza edeceğim...”
Celile muhtemelen bu aşkın devam etmeyeceğini anladığı gece Paris’e giderken, Sirkeci Garı’nda vermişti Yahya Kemal’e göğsünde duran o iki yapraklı çiçeği...
SESSİZ GEMİ...
Yahya Kemal’in Sessiz Gemi’si “hep ölüme yazılmış bir şiir olarak” bilinir...
Oysa demir alıp bu limandan kalkan gemi...
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol dizeleri...
Yahya Kemal’in hayatındaki en büyük aşkı olan Celile’sinin Ada’dan gemiyle İstanbul’a uzaklaşışı esnasında yaşadığı çaresizliği anlatır...
Ölümdür elbette Sessiz Gemi’nin konusu...
Ama aşkta aranan ölümdür ve Celile’nin ardından ada limanında bakakalan Yahya Kemal’den esintiler içerir...
***
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan...
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan...
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol...
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol...
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli...
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli...
Biçare gönüller!.. Ne giden son gemidir bu...
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu...
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler...
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler...
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden...
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden...”
Kırık Cam Kuralı
Olumsuzluklarla mücadeleyi nasıl başardınız?" sorusuna N.Y. Valisi Guiliani'nin cevabı:
"Metruk bir bina düşünün. Binanın camlarından biri bile kırık olsa, o camı hemen tamir ettirmezseniz, çok kısa sürede, oradan geçen herkes bir taş atıp, binanın tüm camlarını kırar.
Ben ilk cam kırıldığında hemen tamir ettirdim.
Bir elektrik direğinin dibine ya da bir binanın köşesine,biri, bir torba çöp bıraksın.O çöpü hemen oradan kaldırmazsanız, her geçen, çöpünü oraya bırakır ve çok kısa bir sürede dağlar gibi çöp birikir.
Ben ilk konan çöp torbasını kaldırttım."
Bir sokağın suç bölgesine dönüşme süreci önce tek bir pencere camının kırılmasıyla başlıyor. Çevreden tepki gelmez ve cam hemen tamir edilmezse, oradan geçenler o bölgede düzeni sağlayan bir otorite olmadığını düşünüyor, diğer camları da kırıyor. Ardından daha büyük suçlar geliyor; bir süre sonra o sokak, polisin giremediği bir mahalleye dönüşüyor. Bunu anlayan New York polisi, önce küçük suçların peşine düşmüş.
Metroya bilet almadan binenleri, apartman girişlerini tuvalet olarak kullananları, kamu malına zarar verenleri, hatta içki şişelerini yola atanları bile yakalayıp haklarında işlem yapmış.
Polis bu kararlılığıyla "Küçük müçük, bizim için hiç fark etmez; bu sokağın, metro istasyonunun veya mahallenin suç üreten bir bölge olmasına izin vermeyeceğiz. " demiş.
'Kırık Cam Teorisi'
ABD'li suç psikoloğu Philip Zimbardo'nun 1969'da yaptığı bir deneyden ilham alarak geliştirilmişti.
Zimbardo, suç oranının yüksek olduğu, yoksul Bronx ve daha yüksek yaşam standardına sahip Palo Alto bölgelerine birer 1959 model Oldsmobile bıraktı. Araçların plakası yoktu, kaputları aralıktı. Ve olup bitenleri gizli kamerayla izledi. Bronx'taki otomobil üç gün içinde baştan aşağıya yağmalandı. Diğerine ise bir hafta boyunca kimse dokunmadı. Ardından Zimbardo ile iki öğrencisi 'sağ kalan' otomobilin yanına gidip çekiçle kelebek camını kırdı. Daha ilk darbe indirilmişti ki çevredeki insanlar (zengin beyazlar) da olaya dahil oldu.
Birkaç dakika sonra o otomobil de kullanılmaz hale gelmişti.
"Demek ki" diyordu Zimbardo, "ilk camın kırılmasına ya da çevreyi kirleten ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz. Anlaşılıyor, herhalde...İşe ilk kırılan camdan başlamak lazım.
İlk kırılan cam bağımsızlık...
KISA KISA |
Copyright © 2011 merhancag. All Rights Reserved. Merhancag theme designed by Themes by maktaren.com. Bloggerized by Free Blogger Template. Powered by Blogger. Created By SoraTemplates | Distributed By Gooyaabi Templates
Copyright ©
merhancag.
Designed by OddThemes
|
Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç
Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...
facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!