Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


Felsefe-Psikoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Felsefe-Psikoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Haziran 2022

Psikanaliz

Psikanaliz Sigmund Freud'un çalışmaları üzerine kurulmuş bir psikolojik kuramlar ve yöntemler ailesidir. Bir psikoterapi tekniği olarak psikanaliz, hastaların zihinsel süreçlerinin bilinç dışı unsurları arasındaki bağlantıları ortaya çıkarmaya çalışır. Analistin amacı; hastanın analistine transferansının fark edilmeyen ya da bilinç dışı etkileşimlerinden, yani yaşamını ve ilişkilerini olumsuz etkileyen ve özgürlüğünü kısıtlayan ilişki kalıplarını fark etmesine yardım etmektir.




Tarihçe

Psikanaliz, 1890'larda Viyana'da nevrotik ya da histerik belirtiler gösteren hastalara etkili bir tedavi bulmaya çalışan bir nörolog olan Sigmund Freud'dan miras kalmıştır. Psikanalizin doğum haberini dünyaya duyuran kişinin bir hekim ya da psikiyatrisi değil, 2 Aralık 1895 tarihli bir gazeteye yazdığı yazı ile Viyana Burg Tiyatrosu yönetmeni Alfred Freiherr von Berger olmuştur.

Bu hastalarla konuşmalarının sonucunda, Freud hastaların rahatsızlıklarının kültür tarafından kabul edilmeyen, sonuç olarak bastırılmış ve bilinçdışı cinsel doğanın arzu ve fantezilerinden kaynaklandığına inanmıştır. Kuramı geliştikçe, Freud da hastalarını tedavi ederken karşılaştığı olayları biçimlendirmek ve açıklamak için sayısız sistem geliştirmiş ve kenara koymuştur.

Günümüzde önemli psikanaliz okulları

Kendilik psikolojisi, diğer insanlarla kurulan karşılıklı empatik ilişkilerle dengeli bir kendilik hissinin gelişimini vurgular; Heinz Kohut

Lacancı psikanaliz, psikanalizi semiyotik ve Hegel'in felsefesi ile birleştirir;

Analitik psikoloji, daha çok tinsel bir yaklaşım taşır;

Nesne ilişkileri teorisi, bireyin içselleştirilmiş ve düşlenmiş diğerleri ile ilişkilerinin dinamiklerini vurgular; Margaret Mahler, Melanie Klein;

Kişilerarası psikanaliz, kişilerarası ilişkilerin küçük ayrıntılarının üzerinde durur; Harry Stack Sullivan

İlişkisel psikanaliz, kişilerarası psikanaliz ile nesne ilişkileri teorisini birleştirir; Stephen A. Mitchell, Jessica Benjamin, Jay R. Greenberg;

Modern psikanaliz, bir grup teorik ve klinik bilgi ile Hyman Spotnitz ve arkadaşları Freud'un teorisini geliştirmiş ve teoriyi tüm duygusal bozukluklar yelpazesine uygulanabilir hale getirmişlerdir. Modern psikanalitik müdahaleler öncelikli olarak hastada entelektüel bir içgörü geliştirmektense hastaya duygusal-olgun bir iletişimi sağlamayı amaçlar.

Bu okulların çarpıcı farklı teorileri olsa da, çoğunluğu kendi kendini aldatmanın ve bireyin geçmişinin şimdiki ruhsal yaşamı üzerindeki güçlü etkilerinin önemini vurgulamaya devam ederler.

Bugün psikanalitik fikirler kültür içinde, özellikle çocuk bakımı, eğitim, yazınsal eleştiri, psikiyatri ve özellikle tıbbi ve tıbbi olmayan psikoterapi içinde gömülüdür. Evrilmiş ana analitik fikirler olmasına rağmen, özellikle ilk teorisyenlerin yönergelerini takip eden gruplar vardır.

Teknik

Psikanalizin ana metodu, serbest çağrışımın transferans ve direnç analizidir. Analizana (hastaya), rahat bir halde, aklına gelenleri söylemesi söylenir. Burada, düşler, umutlar, dilekler ve fanteziler geçmiş aile yaşantısının birer anısı olarak ilgi konusudur. Genellikle, analist sadece dinler ve sadece profesyonel kanaati gerektiğinde, yani hasta için içgörü uyandırma fırsatı yakaladığında yorumlar. Dinlemede, analist empatik tarafsızlığı, yani güvenli bir ortam yaratmak için geliştirilen yargılamayan duruşunu korur. Analist, analizanın söyleminde ve davranışlarında beliren kalıp ve çekingenlikleri değerlendirirken, analizandan tüm dürüstlüğü ile bilincine ne gelirse konuşmasını ister.

Birçok klinisyen psikanalizi ciddi psikolojik bozukluğu olan olgular, örneğin psikoz, intihara meyilli depresyon ya da ağır tedavi edilmemiş alkolizm için önermez. Bu tip hastalar "analiz-edilemez" olarak nitelendirilir. Tipik uygulamalar klinik depresyon ve kişilik bozukluklarını içerir.

Günümüz bazı psikanaliz şekilleri, kendine güveni artırma yoluyla hastalara özsaygı kazandırmakta, ölüm korkusu ve bu korkunun davranışlar üzerindeki etkilerini yenmekte, ve birbiriyle bağdaşmaz gibi gözüken ilişkileri sürdürmekte yardımcı olmaya çalışır. Bireysel danışan seansları bir gelenek olarak kalsa da, psikanaliz bir grup terapi şekli olarak Harry Stack Sullivan tarafından uyarlandı.

Etkililik (Efficiancy)

Şu an birçok psikanalist, analizin daha çok nevroz olguları ve kişilik ya da karakter sorunları yaşayan olgularda yararlı bir yöntem olduğunu iddia eder. Psikanalizin daha çok samimiyet ve ilişkilerin kökleşmiş sorunları ve oturmuş problemli yaşam kalıpları ile uğraşırken faydalı olduğuna inanılır. Terapötik bir tedavi olarak psikanaliz genellikle haftada üç ila beş görüşme ile sürer ve doğal ya da normal olgun bir gelişme için belli bir tedavi süresini gerekli kılar (üç ila beş yıl arası).

Geçmiş randomize kontrollü denemelerin analizi belirli psikiyatrik bozukluklarda psikanalitik tedavinin, tedavinin olmadığı durumlardan daha etkili olduğunu gösterir. Psikanalizin ve psikanalitik psikoterapinin etkililiği üzerine yapılan deneysel çalışmalar da psikanalitik araştırmacılar arasında belirginleşmiştir.

Bazı toplulukların psikodinamik tedavileri ile yapılan araştırmalar farklı sonuçlar vermiştir. Analist Bertram Karon ve arkadaşları tarafından Michigan Eyaleti Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma yeterli düzeyde eğitildikleri zaman psikodinamik terapistlerin şizofrenik hastalarda etkili olabileceklerini önermiştir. Daha yakın döneme ait araştırmalar ise bu önermeler hakkında şüphelidir. Şizofreni Hastaları Sonuçları Araştırma Grubu 5 Ekim 2006 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. PORT) raporu etkililiğinin kanıtlanması için daha çok denemeye ihtiyaç duyulduğunu belirterek, psikodinamik terapinin şizofreni olgularında kullanılmasına karşı çıkmışlardır (öneri 22 26 Eylül 2006 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.). Ancak, PORT'un önerisi deneysel çalışmalardan çok klinisyenlerin düşünceleri üzerine gelişmiştir ve deneysel veriler bu öneri ile çakışmamaktadır. (Özete bağlantı). Cochrane Kütüphanesindeki güncel bir medikal literatür çalışması (güncellenmiş özet 11 Kasım 2006 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.) şizofreniyi tedavide psikodinamik psikoterapinin etkinliğini gösteren bir verinin olmadığı sonucuna varmıştır. Başka veriler de, örneğin cinsel suçluların tedavisinde psikanalizin etkili olmadığını (ve muhtemelen zararlı) göstermiştir.

Maliyet ve süre

Psikanalitik tedavinin Amerika Birleşik Devletleri'nde bir psikanaliz enstitüsünde bir psikanalist adayı ile seansı 10 dolardan kıdemli bir eğitim analisti ile seansı 250 dolara kadar değişebilen bir maliyeti vardır.

Tedavinin süresi değişkendir. Kimi psikodinamik yaklaşımlar, örneğin Kısa ilişkisel terapi ve Kısa süreli psikodinamik terapi tedaviyi 20-30 seans ile bitirir. Geleneksel psikanaliz tedavisi daha uzun bir zaman alır, yaklaşık 3-5 yıl. Tedavi süresinin uzunluğu hastanın ihtiyaçlarına göre değişkenlik gösterir...

Eğitim

Psikanalizin tarihi boyunca az sayıda istisnalar dışında, birçok psikanaliz topluluğu üniversite zemininin dışında var olmuştur.

Psikanalitik eğitim çoğunlukla bir psikanaliz enstitüsünde gerçekleşir ve bu eğitim 4-10 yıl sürebilir. Bir psikanalistin eğitimi dersleri, hasta tedavilerinde aldığı süpervizyonu ve 4 yıl ya da daha fazla sürebilen kişisel analizini kapsar.

Profesyonel psikanaliz dünyasında devam eden bir tartışma psikanalitik eğitime girecek olan adayların niteliklerinin neler olması gerektiğini yönündeki kaygılardır. Freud, sosyal bilimlerden gelen ve tıp eğitiminden gelmeyen adayların da hekimler kadar eğitime hazır olduklarına inanmıştır.

Amerikan Psikanaliz Derneği, yakın bir zamana kadar psikanaliz eğitimini tıp doktorlarıyla sınırlamıştı. Geniş tartışmalar ve yasal mücadelelerden sonra psikanalitik eğitim diğer ruh sağlığı uzmanları, örneğin psikologlar ve klinik sosyal çalışmacılar, için açık hale geldi. Şu an ABD'de, edebi çalışmalar ya da felsefe gibi disiplinlerden gelen adaylar için eğitim veren kısıtlı sayıda enstitü vardır. Öbür taraftan, Avrupa'daki ve Latin Amerika'daki birçok enstitü formal klinik eğitim almayan adayları programlarına kabul etmektedir.

Klasik Psikanalitik Kuram

Freud'un orijinal görüşleri klasik psikanalitik kuramı oluşturur. Kuramda zihnin yapısı, psişik öğeleri, kişiliğin gelişimi ve değişimi dinamik bir bakış açısından anlatılır.

Psikanaliz genel olarak aşağıdaki hipotezlerden oluşur:

İnsan gelişimi en iyi, cinsel arzunun değişen nesneleri yoluyla anlaşılabilir.

Psişik sistem alışılmış olarak cinsel ve saldırgan istekleri baskılar ve bu istekler düşüncelerin bilinçdışı sistemlerinde saklanır.

İstekler üstündeki bilinçdışı çatışmalar kendilerini rüyalarda, dil sürçmelerinde ve diğer belirtilerde ifade eder.

Bilinçdışı çatışmalar nevrozun kaynağıdır.

Nevroz, psikanaliz yoluyla bilinçdışı isteklerin ve bastırılmış olanın bilince geri getirilmesi ile tedavi edilebilir.

Bilinçdışı ve psişik yapılar

Bilinçdışı ile dürtülerin farkındalık dışında olduğu zihinsel işlevler bölümü kastedilir. Psikanalitik bilinçdışı, popüler bir kavram olan bilinçaltına benzer ama aynı değildir. Psikanaliz için, bilinçdışı bilinçte olmayan her şey değildir. Örneğin, motor becerileri, istem dışı fizyolojik hareketler değil ancak bilinçli aktif düşüncedeki bastırılanlardır. Ayrıca, önyargı gibi otomatik süreçlerin örnekleri ve şimdiki ilişkilerin üzerindeki geçmişin etkileri bilinçdışıdır.

Freud'a göre, psikolojik bastırma yoluyla aklın ötesine taşınan kültür tarafından kabul edilmeyen düşünceler, arzular ve istekler, travmatik yaşantılar ve acı veren duyguların deposu bilinçdışıydı. Ancak, içerik her zaman olumsuz olmak zorunda değildi. Psikanalitik bakış açısına göre, bilinç dışı sadece kendi etkileri ile fark edilebilen bir güçtü - kendini belirtilerle ifade ederdi.

Freud'un daha sonra geliştirdiği "yapısal teorisi"ne göre ego, süperego ve id zihnin bölümleridir. "İd" "ilkel arzuları" (cinsellik, saldırganlık, açlık vs.) saklayan, "süperego" içselleştirilmiş norm, ahlak ve tabuları kapsayan, ve "ego" bu iki bölümün arabulucusu ve kendilik duygusuna yol veren bölümdür.

İd

İd, doğuştan vardır ve psişik enerjinin kaynağıdır. İlkel arzular; açlık, su, dışkılama, cinsellik ve ısınma, için temel güdüler İd'de saklıdır. Freud, bu psişik enerjinin bebeğin doğuştan getirdiği biyolojik bir enerji olduğunu söyler. Libido adını verdiği bu biyolojik enerji, bebeğin büyüyüp geliştiği süreçte psişik bir enerji haline gelir. Kurama göre, bu süreç bebeğin bilinç düzeyinde değildir, bilinçdışı olarak gerçekleşir.

İd, haz ilkesi (pleasure principle) ile hareket eder ve amaç bir an önce doyuma ulaşmaktır. Amaca ulaşamamak ve bu yolda engellenmek gerginliğe neden olur ve bunu yenmek için gösterilecek çabayı körükler. Freud'a göre, doyuma ulaşmak ve gerginliği azaltmak için bir yolu birincil süreç (primary process) düşüncedir. Buna göre, istenilen ve arzu edilen şey düşlenerek doyuma ulaşılır.

Ego

Ego, İd'den sonra gelişen bir diğer yapıdır. Bebeğin altıncı ayından itibaren İd'den kaynaklanarak gelişmeye başlayan Ego, bilinci ve gerçekliği temsil eder. Enerjisini İd'den alır ve aldığı bu enerjiye göre şekillenir. İd'in doyuma ulaşmak için kullandığı birincil süreç tarzı düşüncenin yerini ikincil süreç (secondary process) tarzı düşünceye bıraktığı yerdir. Düşleyerek yaşamanın mümkün olmadığını söyleyen Ego, devreye düşünme, karar verme ve planlama yetilerini sokar. İd'in sabırsızca doyum elde etme ve düşlemlerini daha gerçekçi yapıya dönüştüren Ego, gerçeklik ilkesine (reality principle) göre çalışır.

Süperego

İd ve Ego'dan sonra Süperego yapısı oluşur. Çocuk konuşmayı ve kültürü öğrenmeye başladıkça Süperego'su gelişir. Büyüme aşamalarının her birinde kültürü (babanın dilini), normları, sembolleri, kuralları, yasakları öğrenir ve içselleştirir. Vicdani yapısı gelişen çocuk, çevresi tarafından kimi zaman onaylanır, kimi zaman onaylanmaz. Bakıcıları tarafından kabul edilmeyen şeyleri fark eder ve onaylanmamaktan kaçınır. Örneğin, bakıcıları tarafından onaylanmak için yatağını ıslatmamayı öğrenir ve bundan haz duyar.

Kişiliğin Dinamiği

Klasik psikianalize göre, bu üç ruhsal yapı çok karmaşık ilişkilerle ve sistematikle insan gelişimini belirler ve kişiliğini oluşturur. Bu üç yapı sürekli olarak, birbirinden kaynaklanan ve birbiriyle etkileşen dinamik bir yapıdır(kişiliğin dinamiği). Bu dinamik yapı, Freud'un görüşlerini takip edenlerin ve geliştirenlerin kendilerini psikodinamik kuramcılar olarak tanımlamalarını da yol açmıştır.

Breuer ile birlikte Freud, histeri vakaları üzerinde yoğunlukla çalışmış ve kuramını geliştirmiştir. Hastalarından edindiği bilgiler doğrultusunda, Freud farkında olunmayan bilinçdışı gelişen ve etkileşen güçlerin olduğu varsayımını kabul etmiştir. Bu durumda, İd ve Süperego'nun çalışmaları bilinç düzeyindedir ve kişi bu etkileşimin farkında değildir. Ego, birincil düzeyde bilinçlidir ve bilinçdışı gerçekleşen savunma mekanizmaları ile kişiyi yoğun kaygı ve çatışmadan korur.

Etkileri

Sigmund Freud'un icat ettiği psikanalizden etkilenmiş olan psikanalist ve teorisyenler, filozof ve yazınsal eleştirmenler: Alfred Adler, Karl Abraham, Franz Alexander, Lou Andreas-Salomé, Jacob Arlow, Michael Balint, Therese Benedek, John Benjamin, Bruno Bettelheim, Edward Bibring Wilfred Bion, John Bowlby, Charles Brenner, Abraham A. Brill, Ruth Mack Brunswick, Helene Deutsch, Françoise Dolto, Kurt R. Eissler, Erik Erikson, Ronald Fairbairn, Pierre Fédida, Otto Fenichel, Sándor Ferenczi, Anna Freud, Erich Fromm, Frieda Fromm-Reichmann, Merton Gill, Andre Green, Ralph R. Greenson Heinz Hartmann, Edith Jacobson, Ernest Jones, Carl Jung, Otto Kernberg, Paulina Kernberg, Melanie Klein, Heinz Kohut, G. Stanley Hall, Paula Heimann, Karen Horney, Luce Irigaray, Susan S. Isaacs, Julia Kristeva, Jacques Lacan, Jean Laplanche, Bertram D. Lewin, Hans Loewald, Rudolf Loewenstein, Margaret Mahler, Adolf Meyer, Donald Meltzer, Karl Menninger, Stephen A. Mitchell, Sandor Rado, Otto Rank, Theodor Reik, Joan Riviere, Herbert Rosenfeld, David Rapaport, Harold F Searles, Hanna Segal, Roy Schafer, Melitta Schmideberg, Sabina Spielrein, Rene Spitz, Daniel N. Stern, Robert J Stoller, Harry Stack Sullivan, Neville Symington, Victor Tausk, Frances Tustin, Vamık Volkan, Donald Winnicott, ve Slavoj Zizek.

03 Haziran 2022

Bad Trip

İnsan Psikolojisinin Başına Gelebilecek En Kötü Şeylerden Biri: Bad Trip

Bad trip ya da ölüm tribi, sinir sistemini etkileyen her türlü ilaç veya kimyasal madde kullanımı ortaya çıkan ve kişiyi inanılmaz kötü hissiyatlara sevk eden psikolojik bir durum. Bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biri olan bu durumu yakından inceliyoruz.

Bad trip; sinir sistemini etkileyen her türlü ilaç ve kimyasal madde kullanımının felaket bir yan etkisi olarak ortaya çıkabilen, kişinin kontrolsüz ve son derece kötü his ve sanrılar içinde bunalıp boğulmasını anlatan durumun halk arasındaki söylemidir.

Bad trip, genellikle uyuşturucu madde kullanımı sonucu ortaya çıkar.

Kalp atışları hızlanır ve bu da çoğu zaman beraberinde ölüm korkusunu getirir. Çeşitli sanrı, halüsinasyon ve histerik düşüncelere yol açar. Zaman kavramının anlamsızlaşması neticesinde bilinç savrulmaya başlar ve o halden asla çıkılamayacak hissi hasıl olur. Bad trip'e girildikten bir süre sonra her şey uzaklaşır. Kaygı ve korkulara olan farkındalık artar. ilk kez bu durumu yaşayan bir insan genellikle delirdiğini düşünür.

Fiziksel etkileri çok fazla olmasa da kimi durumlarda vücudun kontrolü kaybedilir veya yaptığınızı düşündüğünüz şeyi aslında yapmıyorsunuzdur. Oturmak isteyip oturamazsınız ya da tam tersi. Buna ek olarak yine bu halden kurtulamama korkusuyla ağlamaya sebep olabilir.

Bittikten sonra hem zihin hem de beden yorgun düşer, paranoyaya neden olduğu da bilinir.

Beynin işleyen bir motor olduğunu düşünürsek, düşüncenin kötü şeylere yönlendirilmesi, dümenin kendisi ve motorun aynı şeyler olmalarından dolayı geri dönememe, zihnin kötü yolculuğa takılı kalma durumudur bad trip.

Kötü düşünceler kendi içlerinde yıkıcı bir etkiye sahiptirler: Kendinizi çevreden soyutlayıp içine daha çok girmeniz şeklinde bir motivasyon verirler ve düşünmeye devam etmeniz durumunda vaziyet hiç bir zaman daha iyiye dönmez. Bu noktada insan içine çıkmak ve pozitif enerji taşıyan insanlarla beraber olmak önem taşır: Düşünceyi kendisinden ancak başka bir düşünce kurtarır.

Şimdi bad trip şöyledir böyledir diye denilecek çok az şey vardır; kişiden kişiye hatta deneyimden deneyime çok değişir. Zaten bad trip şöyledir, böyledir deyip ne yapacaksınız. Tavsiye de verilmez.

Ama bad trip’e girmiş birisine nasıl yardım edilebileceği konusunda şöyle naçizane tavsiyelerim vardır:

- İyice bir ayılın önce.

- Karşınızdaki kişiye bakın; biraz gözlemleyin. Nasıl bir ruh hali olduğunu tespit etmeye çalışın. diyelim ki biraz yaklaşın… Siz yaklaşınca korkabilir, bunalabilir ya da dokunuşunuz, sarılmanız sakinleştirebilir.

- Dış dünya ile bağı azalmıştır bayağı bir, çapası olmaya çalışın. Zaman mekan kavramı yoktur bir olasılık; ona bu zaman/mekan mefhumunu hissettirmeye çalışın. ölüm korkusu yüzünden mahvolmuşsa; ölmeyeceğini anlatın uzun uzun. eski kabuslarına hapsolmuşsa, geçtiğini ve çoktan atlattığını söyleyin. nerede olduğunu, nasıl da güzel bir hayatı olduğunu falan da anlatabilirisiniz.

- Sürekli ama sürekli ona bunun normal hali olmadığını, uyuşturucu aldığını ve bad trip’te olduğunu söyleyin. bazen –kısa süreliğine de olsa- gerçekten anlıyorlar. srekli ama sürekli, bunun geçeceğini ve mutlu olacağı anların geleceğinden bahsedin. izin veriyorsa, elini tutun, gözlerini öpün, koklayın, şefkat gösterin.

- Yani çok düşük olasılık ama kendine zarar vermeye çalışıyorsa ve zapt etmeye çalışmanız durumu daha da kötü hale sokuyorsa yardım alın. sakın kendi kendinize sakinleştirici falan vermeyin, overdose yaparsınız bir de. “yardım” derken hastane diyorum bu arada. bir de camları, kapıları kapatın; uçup kaçabilirler.

- Biraz hatırlamaya çalışın, aç mıydı acaba diye. kan şekeri düşükse, bir şeyler yemesi durumunu hafif de olsa düzeltebilir.

- 20 kişi doluşmayın başına! görmüyor musunuz kadın panik ve terörize bir halde? performans gösterisi seyretmiyorsunuz andavallar. sadece bir kişi, bir ses yeterlidir.

- Ortamda birden fazla bad trip varsa ayırın. İnsanın başı ağrıyor valla.

11 Mayıs 2022

Monofobi (Yalnızlık Korkusu) Nasıl Yenilir ?

Monofobi: Yalnızlık Korkusu Nasıl Yenilir?

Monofobi, yani yalnızlık korkusu, çağımızın yaygın psikolojik sıkıntılarından bir tanesi. Otofobi, aynı zamanda monofobi, isolofobi, veya eremofobi isimleriyle de anılır. Bu korkuya sahip insanlar, derecesine göre korkuları tetiklendiği zaman endişeye kapılır, panik atak veya anksiyete krizine girebilirler. Bu korkuyu, fiziksel olarak yalnız olmaktan ziyade, hissi olarak yalnız olmak ya da kalmaktan korkmak olarak da tanımlayabiliriz.


Yalnızlık korkusu kendini nasıl gösteriyor?

Glamour dergisinde monofobi üzerine yayınlanan bir yazıda belirtildiği üzere 2017 yılında yapılan bir araştırmaya göre, kadınların %42’si kanserden korktuklarından daha fazla yalnızlıktan korkuyormuş.

Eğer sağlıklı gitmeyen, size zarar veren toksik biri ilişkiniz var ve bir süredir ayrılamıyorsanız bunun sebebi yalnızlık korkunuz olabilir. Sessizlikten rahatsız oluyorsanız, sevmediğiniz insanlarla sadece yalnız kalmamak için vakit geçiriyorsanız, eve gelir gelmez televizyonu açıyorsanız, ajandanız tıkabasa doluysa, konu monofobi olabilir.

Yalnızlık korkusu nasıl oluştu?

Bilimsel araştırmaların sonuçları kronik yalnızlığın, günde 15 sigara içmekle eşdeğer olduğunu gösteriyor. Peki, neden? İnsan, sosyal bir varlık. Hatta ‘insan insanın ilacı’ diye bir söz var. Fiziksel, zihinsel ve ruhsal sağlığımız için birbirimize ihtiyacımızın olduğu su götürmez bir gerçek. Eski dönemlerde kabile hayatı, topluluk içinde yaşam, korunma hissini de beraberinde getiriyordu. Modern hayatta ise topluluk hayatına göre daha yalnız olduğumuz da ortada.

Kalabalıklar içinde yalnızlık hissi pek çoğumuzda mevcut. Çalıştığımız iş yerinde, arkadaşlarımız arasında, hatta romantik ilişkilerimizde dahi kendimizi zaman zaman yapayalnız hissedebiliyoruz. Çoğu zaman kendimize bile yabancılaşabiliyoruz. Bu şartlar altında, yaşadığımız çağda, bu tür bir korkunun gelişmiş olması tesadüf olamaz.

Kendimizle ve doğayla aramızdaki bağların kopmuş olması, betonlar arasında kurduğumuz hayatlar, yeterince oksijen alamamak, zayıf sosyal iletişim, sebepler arasında sayılabilecek sadece birkaç başlık. Son zamanlarda izlediğim, Leonardo di Caprio ve Jennifer Lawrence’ın başrollerini paylaştığı “Don’t Look Up” adlı filmde, insanların sadece kendi çıkarlarını düşündüğü duyarsız bir sistemin parçası olarak dünyayı göz göre göre yok etme çabamız çok güzel işlenmiş.

Doğamıza aykırı, bizi günden güne yalnızlığa iten bir düzen kurduysak da, Mevlana’nın dediği gibi, “Acımız, ışığı doğuracağımız yer.” olabilir. Yani yalnızlık korkumuz, üzerine gidip, iyileşme yoluna girmemiz halinde, bilincimizi ve kalplerimizi asla yalnız olmadığımız ve olmayacağımız bilgisine açabilir.

Yalnızlık korkusu nasıl aşılabilir?

Düzenli meditasyon yapın

Düzenli meditasyon pratikleri belki en başlarda değil ama bir süre sonra doğayla, kendi doğanızla, ve tüm evrenle bağ kurmanızı, kendi gerçeğinize uyanmanızı sağlar. Bu anlayışla birlikte, bu koskaca evrende yapayalnız olmadığınız bilincini geliştirirsiniz.

İnançlarınızı farkedin

İçinizdeki sesler ne söylüyor? Hiç kimse seni sevmeyecek. Yapayalnız kalacaksın. Yalnızlık içinde öleceksin. Bu seslere meydan okuyun: Gerçekten hiç sevilmeyecek ve yapayalnız kalacak, yalnızlık içinde ölecek misiniz? Farkındalık halinde bu inançları ve sisteminize korku salan bu düşünceleri dönüştürebilirsiniz.

Siz korkunuzdan ötedesiniz

İç farkındalığınız sayesinde korkunuzla yüzleşebilir, yıkıcı olmaktan ziyade yapıcı yöntemler geliştirebilirsiniz: Yardım projelerine dahil olabilir, derin dostluklar kurabilir, ilişkilerinizde sevgi paydasını arttırabilir, doğayla ve hayvanlarla daha sıkı bağlar kurabilirsiniz.

Öz şefkat pratikleri yapın 

Kendinizi, tıpkı bir dostu ziyaret eder gibi düzenli olarak ziyaret etmek, kendi kaynağınıza daha yakından bağlanmanıza yardımcı olur. İç sesinizi daha yakından duydukça, kendinize anlayış ve şefkatle yaklaştıkça korkunuzun azalmaya başladığını ve aidiyet duygunuzun arttığını hissedeceksiniz.

Yardım alın

Manevi çalışmalara katılın, uzmanlarla çalışın. Örneğin; Bilişsel Davranışçı Terapi, anksiyete ile başa çıkmak konusunda sunduğu pratik tekniklerle fobilerle başa çıkmak söz konusu olduğunda en etkili tedavilerden biri. Maruz Bırakma Terapisi ise ikinci bir yöntem olarak korkuyla güvenli ve kontrollü bir şekilde karşılaşma tekniği sunuyor.

Kendinizden daha fazlasını bekleyin

Bir sonraki versiyonunu yaratabilmek insanın en üstün niteliklerinden biri bana sorarsanız. Bu korkuyu aştığınız zaman kim olacağınızı hayal edin. Bir sonraki versiyonunuz nasıl davranıyor, konuşuyor, neleri farklı yapıyor? Kendini aşmak zihinde başlar. Zihinsel pratikle adım adım özgürlüğünüzü elinize alabilirsiniz. Bırakın yapayalnız kalmayı, çok geniş ve sevgi dolu bir aileye dahi sahip olmanız mümkün.

YAZAN: Arzu Özev

04 Mayıs 2022

Birbirini Anlamak

Güzel bir gün olması dileğiyle...
 
 
 Belki de hayat içinde eksik kalan birçok şeyin nedeni birbirimizi anlayamıyor olmamız.

Tabii bunu söyleyebilmek için öncelikli niyetimizi gözden geçirmemiz gerekiyor.

Anlamak için mi yola çıkıyoruz…

Yoksa her ahvalde kendi bildiğimizi okumak ve düşüncelerimizi başkalarını dikte edip koşulsuz uydurmaya çalışmak mı?

Bir dostum uzun yıllar sonra tesadüfen bir araya geldiğimizde bana, “Sen beni uzun uzun dinlerdin. Söylediklerimin sonunda ‘haklısın ama o öyle olmaz’ derdin” demişti.

Yani aslında karşımızdakilere değer veriyor ve bunu gösteriyoruz ama sonunda bir şekilde yine egolarımız kabarıyor ve bildiğimizi okuyoruz.

Ah gerçekten birbirimizi anlamak istesek.

Bize söylenenler içinde işimize yarayacak çok şey olduğunun farkına varabilsek…

Ve bunun ortak hayat tarzı için bir gereksinim olduğunu çözebilsek.

İşte o zaman ellerimizle kirlettiğimiz dünya çok daha farklı olacak.

Bizim tarafımızdan daha yaşanılır kılınacak.

Anlaşmazlıklarımız asgari safhada daha çok insanın ortak mutluluğuna giden yolda önemli adımlar atmış olacağız.

Bunu sağlamak için yapacağımız ve atacağımız çok basit bir adım var aslında: DİNLEMEK.

Karşımızdakiler neler söylüyor, ne anlatmak istiyor; onu dinlemek...

Dinlemeyi öğrenmek ve hayat kabulleri içerisindeki en önemli erdemlerden birine sahip olabilmek.

Dolayısıyla ben aynı dünyayı paylaştığımız insanlara öncelikle dinlemeyi öğütlüyorum.

Bu anlamda başından geçen deneyimi sizinle paylaşmak istiyorum.

Bir keresinde gerçekten adeta bir konuşma makinesi olan bir arkadaşa, artık dayanamayıp mümkün olduğunca nazik şekilde de olsa, "Çok fazla konuştuğunu hiç dinlemediğini hatta çoğu zaman karşısındakinin bir cümlesini bile bitirmesine müsaade etmediğini, bu huyunu düzeltmesi gerektiğini" açıkça söylemek zorunda kaldım.

Ne oldu biliyor musunuz?

Hiçbir şey…

O an birazcık kızardı ama "Haklısın" dedi, "Arkadaşlarım da söylüyor bunu" dedi; "Dikkat etmem lazım" dedi…

Buraya kadar çok olumlu ve medeni bir tepki ama sonrasında hiçbir değişiklik olmadı.

Yine de ümidi kesmeden sadece iyi niyetimden, sonrasında bu konular üzerine mailler gönderdim, konuşmalar yaptım, örnekler verdim; yine hiçbir gelişme gözlemlemedim.

Kendileri istemediği sürece insanları değiştirmek mümkün değil gerçekten...

Sonra ne oldu biliyor musunuz, yine bana telefon edip konuşma krizine girdiği bir defasında kendisine bir şey söylemeye çalışıyordum, birkaç kelimeden oluşan bir şey...

Ama kaç kez tekrarlamama rağmen konuşmayı otomatiğe bağladığından duymadı, kendince bir şeyler anlatıp duruyordu... 

Ve bu son konuşmamız oldu…

Ben birbirimizi dinlemeyi becerdiğimiz ve birlikteliklerimizin devam ettiği günlerde buluşmayı diliyorum…

AYŞEGÜL ASLAHAN TOPAL'dan Alıntı

 
 


19 Nisan 2022

GENEL FELSEFİ YAKLAŞIMLAR

Bazı felsefi akım veya yaklaşımlar alfabetik sıra ile kısaca özetlenmiştir.

Zamanla güncellenebilir.


AMPİRİZM (DENEYCİLİK)

Ampirizm, bilginin sadece deney yolu ile öğrenilebileceğini savunur. Canlılar doğduklarında boş bir defterdir. Herhangi bir doğuştan bilgi bilmemektedir ve yaşam yoluyla etkileşimde bulunduğumuz nesneler ile defteri doldurmaktadır. Ateşin elini yaktığını, odunun suyun üstünde yüzdüğünü yada masanın serçe parmağımıza çarpmasını nesneler ile etkileşim sonucunda öğreniriz.

Epikuros, Locke, Hume temsilcileridir.

ATEİZM ( TANRITANIMAZLIK) 

Ateizm, tüm Tanrı ve ruhsal varlıklar ile dolup taşan metafizik (fizik ötesi) ögelerini kesin olarak reddeden ve gerçekliği inanç ile açıklamayı kabul etmeyen felsefi düşünce akımıdır.

Hayali yaratık ve olayları reddeden bu akım, din ile ilgili değildir ve dinsizlik anlamına da gelmez. Dinin tanımı çok farklı şekilde yapılabileceği için herhangi bir Tanrı ve metafizik unsurları olmayan dinlerden mevcuttur. Ateizm akımına göre evreni yaratan – düzenleyen bir üstün varlık kesin olarak yoktur.  

ATOMCULUK (BÖLÜNEMEZCİLİK)

Antik Yunan medeniyetinde oluşturulan “atom” düşüncesi çevresinde kurulan bir  felsefe okuludur.

Her şey bölünemez parçalardan oluşmakta ve boşlukta bu parçalar ile hareket etmektedir.

Bazı kişiler ruhun hatta Tanrının bile atom denilen en küçük parçalardan oluştuğunu söylemişlerdir.

Atomlar (Günümüzdeki atom ile karıştırmayın. Atom asırlar önce bölündü daha atomu bilim bulamadı ) yaratılmamış ve yok edilemezdir.

Leukippos, Demokritos ve Epiküros ile anılır.

ARİSTOTELESÇİLİK (ARİSTOCULUK)

Bir Rönesans felsefesidir. Platonculuk ile aynı zamanlar ortaya çıkmıştır. Hristiyan öğretilerini temellendirmek için Aristoteles üzerine çalışmışlardır. Aristoteles eserlerini orijinal halinden incelemek ve sonradan eklenenleri çıkartarak araştırmışlardır.

İbn i Rüşd  etkin bir rol oynamıştır.

Skolastik dünyanın Aristoteles yorumu ile gerçek Aristoteles arasında ciddi ayrılıklar olduğu ortaya çıkmıştır. Ruhun ölmezliği, cennet – cehennem – kader – özgür irade gibi unsurlarda çatlaklar oluşmuştur.

ANALİTİK FELSEFE (ÇÖZÜMLEYİCİ FELSEFE)

Birinci Dünya Savaşı sonrası bir grup bilim adamı tarafından oluşturulmuştur. Pozitivizmin 20. yüzyıl versiyonudur. Neopozitivizm olarak anılmıştır.

Analitik felsefeye göre felsefe varlık, değer ve Tanrı üstüne doğruluğu test edilemeyen görüşler öne sürmemelidir. Felsefenin görevi dildeki kavramları çözümlemektir. Kavramlar çözümlendiğinde kafa karışıklığı bitecektir.

Tüm felsefi problemleri dil sorunu varsayan Ludwig W. sonradan fikirlerini değiştirmiştir.

Bu akımın başlıca temsilcileri, Ludwig Wittgenstein, Moritz Schlick , Rudolph Carnap  ve Hans Reichenbach’tır.

ANARŞİZM (YÖNETİCİSİZLİK)

Anarşizme göre insan doğuştan iyidir. İyi olmasına devam edebilmesi için özgür olması gerekmekte olup ahlak ve hukuk kuralları gibi kuralları bireyin özgürlüğünü sınırlar. Özgür olmak için kuralları ve otoriteyi kabul etmez. Evrensel bir ahlak anlayışı da yoktur.

Devlete düşman gibi dursa da sosyal ve dini otoriteye de karşıdır. Kendi alt grupları olduğundan bazılarını kabul eden bazılarını kabul etmeyen kesimlerde oluşmuştur. Kuvvete başvurulmadan kapitalizmin yıkılamayacağını anlayan anarşistler, İhtilali ana hedef olarak seçmişlerdir. Günümüzde anarşist denildiği zaman akla gelen resimde eli bombalı, yüzü gizli kişiler gelmekte olup farklı bir sansüre uğramıştır.

Anarşist akımlar birbirlerinden çok farklı ve hatta karşı olabilirler. Örneğin anarşist komünizmin yanı sıra Hristiyan anarşizmi gibi anarşist akımlar da mevcuttur.

ANTİ-KLERİKALİZM

Anlam olarak Kiliseye ait olanlara (Hristiyanlarda Kiliseye ait) karşıt olan bir tutumdur. Genel olarak tüm dini baskılara karşıdırlar.

Kilisenin ve ruhban sınıfın politikadan uzak tutulmasını savunur. Katolik kilisesine uygulanan bir politika olmuştur. Gerektiğinde inananlara ve kilise ye zarar verip kilisede hırsızlık yapmak gibi şiddet uygulayabilirler.

DETERMİNİZM (BELİRLENİMCİLİK)

İnsan eylemlerini yaparken bir takım etkenler sonucu eylemlerini gerçekleştirmektedir. İnsan yapmış olduğu davranışlarda kendi özgür iradesini kullanamaz ve davranışlarının sorumluluğunu taşımaz.

Belirli nedenlerin veya durumların bilgisine sahip olunduğunda, o nedenlerin veya durumların ortaya çıkartacağı olayların bilgisini elde etmek mümkündür. Laplace‘a göre, evrenin bugünkü durumu, önceki durumunun bir sonucu ve bundan sonraki durumunun ise bir nedenidir.

Determinizm evrenin bir makine gibi çalıştığını söyler.

DEİZM (YARADANCILIK)

Deizm temelde iki unsurdan oluşur. İlki Tanrı akılla bilinebileceği, ikincisi evren yaratılınca kendi yasalarına göre hareket eder. Tanrı evrene karışmamaktadır ve tanrının varlığı için mucize, vahi gibi unsurlara gerek yoktur.

Tüm dinleri reddeden bu görüşte ahiret, cennet, dua gibi inanışlar yoktur. Doğa dini olarak tanımlanabilir.

DOGMATİZM

Dogmatikler, insanın kendisinden bağımsız olarak var olan gerçekliğin bilgisini bilebileceğini öne sürerler. Dogmatikler, bilginin nereden geldiği konusunda (akıl, deney, hem akıl hem deney, sezgi, olgu, yarar vb.) farklı görüşlere sahiptirler.

EGOİZM (BENCİLLİK)

Öncüsü Thomas Hobbes’e göre insan daime ve öncelikle kendisini düşünerek hareket eder. Bireyin amacı kendi hayatını koruma, sürdürme ve güzelleştirmektir. İyi ve kötü kavramını belirleyen insanın kendisi olduğundan evrensel bir ahlak söz konusu değildir.

ENTÜİSYONİZM

Bilginin sezgiyle elde edilebileceğini savunan öğretilerin genel adı, özel olarak Bergsonculuktur.

FEMİNİZM

Feminizm erkek ve kadın arası ayrımcılığa karşı çıkarak  cinsler arasında siyasal, ekonomik ve toplumsal eşitliği savunan görüştür. Feminist teoriler, kadınların ataerkil toplumsal düzen yapısı içinde değersizleştirildiklerini varsaymakta ve bunun nedenini sorgulamaktadır.

Liberal , Marksist, Varoluşçuluk, Radikal, Psikanalizm gibi Feminizm türleri vardır.

VAROLUŞÇULUK (EGZİSTANSİYALİZM)

İnsanın kendi değerlerini kendinin oluşturabileceğini; geleceğini yine kendisinin kurabileceğini savunan bir felsefe akımıdır.

İnsanın önceden belirlenmiş bir özü (kader) yoktur. Öz verecek Tanrıda yoktur. Özgür olduğu için ahlakını kendi belirler ve istedi kişi olur. Evrensel ahlak yoktur.

Varoluşçuluk 2. Dünya Savaş’ını izleyen günlerden sonra bilinirlik kazanmıştır.

“Var oluş özden önce gelir.” önermesi varoluşçuluğun merkezini oluşturur.

FENOMENOLOJİ (GÖRÜNGÜBİLİM)

Yirminci yüzyılın önemli felsefi akımlarından biridir. Fenomenler ve bilincin verileri incelenerek  fenomenlerin içindeki öz bilinebileceğini söyler.  Öz varlığı varlık haline getiren temel nedendir.

Fenomen, felsefede sınırlı algı olanaklarına sahip insan zihni tarafından oluşturulan varlık anlamına gelir. İnsana göründüğü şekliyle, insan tarafından oluşturulan varlıktır. Bir başka anlatımla düşünce yoluyla görülen nesnelerin özüdür. Varlığı fenomen olarak gören yaklaşımın en ünlü temsilcisi Huserl‘dir.

FATALİZM (KADERCİLİK, YAZGICILIK)

Her şeyin var olmandan önce üstün bir varlık tarafından belirlendiği ve kimsenin bu yazgıyı değiştirme gücü yoktur. Özgür irade olmaması gerekmektedir.  Tanrının iradesinden başka iradenin olmadığını söyler.

HEDONİZM (HAZCILIK)

Kurucusu Aristippos, temsilcisi Epiküros’tur. Ahlaki eylemlerin amacı hazdır.  Bir eylem mutluluk getiriyorsa iyi ve doğru bir eylemdir. Herkes için geçerli bir haz tablosu olmadığından evrensel ahlak yoktur.  Kimi fiziksel acıdan zevk alırken, kimi emeğin arasına 1 kilo isot döküp yer. 

HERMENEUTİK

Yer ile gök arasında bağ kurucu ve göğün (tanrılar)  yorumcusu olan Antik Yunan Tanrısı Hermes kelimenin kaynağıdır. Hermeneutik (Hermeneutics) sözcüğü bir metnin içrek (ezoterik) anlamının bulunması, bir metnin asıl maksadının anlaşılması anlamlarında kullanılmaktadır ve yorum ilmi olarak kabul edilir.

HYLOZOİZM

Hylozoizm madde anlamına gelen hyle kavramı ile canlı anlamına gelen zoe sözcüklerinin birleşimiyle oluşmuştur ve maddeyi aynı zamanda canlı ve ruhlu kabul eden bir düşünce akımıdır.

Taşı toprağı, havayı güneşi kısaca tüm her şeyin içinde ruh olduğunu iddia ederek canlı kabul ederler.

İNDETERMİNİZM (BELİRLENMEZCİLİK)

İndeterminizme göre insanlar bulundukları eylemlerde özgürdürler. Yapılanlar özgür irade sonucunda olduğunda eylemlerinde sorumludur. Determinizmin her zaman geçerli olmadığını savunur.  Determinizm karşıtıdır.

İDEALİZM (DÜŞÜNCECİLİK)

İdea varlığın birinci ögesi olduğunu iddia eden öğretidir.  idealizme göre düşünceden ayrı bir nesneler evreni yoktur. Madde gerçek değil hayalidir.

Platon: Nesneler ve ideaların olduğu 2 farklı evren vardır. Nesneler sonlu iken ideaların başlangıcı ve sonu yoktur.  Güzel bir papatya zamanı gelince yok olsa bile Güzel ideası yok olmaz.

Aristoteles: 2 farklı evren yoktur. Her nesne iki farklı özelliğe sahiptir. Madde ve form  idea maddelerin özüdür. Et ve kemik madde iken ruh formdur.

Farabi: 2 çeşit varlık vardır. Mümkün ve zorunlu varlık. Evrendeki her şey mümkün varlıktır. Var olması ve olmaması mümkün olan ve var olmak için muhtaç olanlardır.

Zorunlu varlık ise  Tanrıdır. Var olmak için başka şeylere ihtiyaç duymaz.

Hegel : Hegel’e göre her şeyin temelinde diyalektik adını verdiği evrensel ilke vardır.

(Tez + Antitez = sentez) Hegel varlık konusunda gerçekte var olanın ide, mutlak ruh, tin ya da Geist (Gayst) adını verdiği mutlak akıl olduğunu savunur.

KİNİZM

Mutluluğa ancak erdemle ulaşılacağını ve bu erdemin de dünyevi hazları yadsımakla (inkar etme – görmezden gelme) mümkün olabileceğini savunmuştur.

Mülkiyet, aile, din v.b. değer ve yargıları reddederek yaşmak gerekmektedir. İnsan ancak bilgilenme aracılığıyla kendisini kuşatmış olan gereksemelerden sıyrılabileceğini savunmuşlardır.

Sinoplu Diyojen en büyük örneklerinden biridir.

KUŞKUCULUK (SEPTİSİZM)

Bu anlayışa göre duyularımızın bize sağladığı bilgi karmaşık, değişken ve aldatıcıdır. Doğru bilginin bu tür özellikleri olmaması gerekir. Varlıkların, nesnelerin ne oldukları insan için bilinmez bir konudur. İnsanlar varlıkları göründükleri gibi bilirler ötesini bilemezler.

Doğru bilgiye ulaşmak mümkün değildir.

Doğru dediğimiz bilgiler gerçekten doğru değil, doğruya benzer bilgilerdir.

Kesin bir yargı yapılamayacağından gerçeği inkar etmezler.

KRİTİSİZM (ELEŞTİRİCİLİK)

Doğru bilgiye sadece akılla ulaşılabileceğini iddia eden rasyonalizm ve duyularla elde edileceğini söyleyen ampirizmi eleştirdiği için kritisizm adı verilmiştir. Doğru bilgiye ulaşabilmemiz için deney, gözlem ve aklın bir arada bulunması gerektiğini savunan bir öğretidir.

Kurucusu Kant’a göre bilginin başlangıcı deneydir. Lakin bütün bilinenler deneylerin sonucunda oluşmaz. Deneyden gelen ham maddeyi doğuştan gelen akıl ile bilgiye çevirir.

Bu ham madde ‘numen’ diye adlandırır ve varlığın gerçek halidir. Asla bilinemez olan numen sadece zihnimizden geçmiş (fenomen) hali bilinebilir.

LİBERTERYANİZM (ÖZGÜRLÜKÇÜLÜK)

Küçük bir hükumeti yada hükumetin olmadığı toplum taraftarıdır.  İnsan eylemlerini belirleyen kurallar olmadığından insan özgürdür. Bundan dolayı insan davranışlarından sorumludur. Çok farklı çeşitleri olmaktadır. devletin yararlı olduğunu, yarsız olduğunu da söyleyen vardır. Özel mülkiyeti destekleyenlerde, sosyalist bir ekonomiyi destekleyen de vardır.

MONOTEİZM (TEK TANRICILIK)

Her şeyi yaratan sadece Tek bir Tanrının olduğunu savunan görüştür. Her şeye gücü yeten tek bir tanrının doğayı, kainatı ve toplumu yaratıp yöneten  tek bir tanrı bulunduğuna inanma ve ibadet etmeye monoteizm denir.

Üstün bir yaratıcının berisinde başka küçük ilahlar yoktur. Onun otoritesinde ortağı da yoktur.

Tek tanrı var demekten daha çok dini sadece ona yönelik yaşamaktır. Semavi dinlerde İbrahim nebinin temel inancıdır. 

NEO PLATONİZM (YENİ PLATONCULUK)

Platonizm’in bu türü doğasında mistik veya dini unsurlarla tanımlanmaktadır.

Yeni Platonculuk antik çağın sonuna doğru egemen olmaya başlamıştır ve Antik çağ Yunan felsefesinin sonu olarak nitelenir.

Felsefenin dinselleştirildiği bir dönemdir. Tanrı kavramı bu dönemde ön plana çıkmıştır. Plotinos, Porphyrios, Bergama, Kapadokyalı Aedesius, Atinalı Plutarkhos ve İskenderiyeli Hypatia önde gelen isimlerdir.

Nihilizm (Hiççilik)

Hiçbir şeyin var olmadığına ve bilinemeyeceğini söyler. Herhangi bir varlık veya değer yoktur. En önemli temsilcisi Nietzsche’dir. Nihilistler tanrının varlığını, iradenin özgürlüğünü, bilginin imkanını, ahlakı ve tarihin mutlu sonunu reddederler.

OTO DETERMİNİZM ( AHLAKİ ÖZERKLİK)

Determinizm ve indeterminizm arasındaki orta yoldur. İnsan, kendi özgür iradesiyle belirlediği genel geçer ahlak yasalarına yine kendisi uyar. Kişi kendi özgürlüğünü kendi yaratır. Kendini geliştirmiş insan kendini geliştirmemiş insandan daha özgürdür.

İnsan sınırlı bir özgürlük içindedir. Bu sınırları tanrı veya evren tarafından konmamış kendi aklı tarafından konmuştur. Immanuel Kant bu görüşün en önemli savunucusudur.

POZİTİVİZM (OLGUCULUK)

Bilim dışında her türlü şeyi  reddeden bir görüştür. Dış dünyayı duyu deneyi ile öğrenebilir ve değişmez ilişkileri araştırmalı ve ortaya koymak gerekmektedir.

Rönesans sonrası 19. yy. da ortaya çıkmıştır. Akıl doğa yasalarını bulmak ile yükümlüdür. Aklın özgürleşmesi sağlanmıştır. Gözlem ve deney yoluyla kazanılan bilgi pozitif bilgidir. Pozitif bilgi tarihsel evrimin sonucu olan bir bilgidir ve insanlığın ulaşabileceği en yüksek düzeydir.

PRAGMATİZM (FAYDACILIK)

Doğru olanı eylemlerin sonuçlarına göre değerlendirmektedir. Bir şey iyi ve doğru olması davranışın sonunda kazandırdığı başarı ve yarara göre belirlenir. Bir şey fayda veriyor ise doğru olandır. Hazcı ahlak anlayışına benzemektedir.

Ahlaklı olan faydalı olandır. Evrensel ahlak yoktur çünkü her davranış herkese yarar sağlamaz.

POLİTEİZM (ÇOK TANRICILIK)

Birden fazla tanrının var olduğunu söyleyen görüştür. Bir çok tanrıya inanma ve onlara ibadet etmek anlamın gelir.

Politeizm de diğer tüm tanrılardan üstün bir tanrı mevcut olabilmektedir. Her tanrının farklı isimleri ve özellikleri olabilmekte ve tanrıların sayısının bir sınırı yoktur. Her tanrının kendine özel bir rolü olabilmektedir.

Doğa güçlerini, ölüleri, bir takım hayvanları, ay, güneş, yıldız gibi gök cisimlerini tanrısal özellikler affedilir. Günümüzde uzak doğu dinlerinde açık olarak görünüyor olsa bile Monoteist bir dine inanan insanlar arasında ölülere ve bazı önemli saydıkları insanlara tanrısal güç vermek popülerdir. Politeizm inançlar Monoteizm dinlerin bir yan ürünü olabilmektedir.

PANTEİZM (TÜM TANRICILIK)

Tanrı ve evrenin aynı şey olduğunu düşünen yapıdır. Tanrı var olan her şeydir. Tanrı varlıklardan ayrı bir olgu değil hepsinin toplamıdır.  Tüm varlıkların toplamından fazlası olduğunu söyleyenler vardır. Genel olarak tanrı ve insan birdir.

PLATONCULUK

1440’da Avrupa da Platon Akademisi kurularak Platon ve bir çok filozofun eserleri çevrilmeye başlanmıştır.

Marsilius Ficinus , Nicolaus Cusanus önemli isimlerdir.

Platoncu ve Yeni-platoncular Platon ile Kiliseyi birleştirmiş bazıları ise Panteist bir anlam çıkarmışlardır.

İnsan ruhu da Tanrıdan türemiştir ve ölümden sonra yine Tanrıya dönecektir. Evrenin bütün bağlantıları insan ruhunda bulunur. Bu yüzden insanda tüm evreni bilme gücü vardır. Us’un Tanrı bilgisini elde etmekte yetersiz kalacağı da söylenmiştir.

REALİZM (GERÇEKÇİLİK)

Realizm, insanların düşüncelerinden bağımsız bir gerçekliğin olduğunu savunmaktadır.

Bu akıma göre Varlık vardır.  İki çeşit realizm görüşü vardır.

1: Ontolojik Realizm–  Gerçekte var olan tümeller ve genel kavramlardır. İdealizmde ki Platon görüşüdür. Sonu olan güzel çiçek yokken, güzel ideası vardır.

2:Epistemolojik realizm- Dış dünyadaki varlıklar insan zihninden bağımsız olarak da vardır. Bu görüş idealizmin zıttı dır.

RASYONALİZM (AKILCILIK)

Rasyonel kavramı günlük dilde kullanımı ile felsefede kullanımı arasında fark vardır. Günlük dil de Rasyonel : Akla uygun görüşleri kabul etmek ve ön yargısız olmak olarak kullanılmaktadır.

Felsefede Rasyonalizm : Doğru bilginin kaynağının akıl olduğunu ortaya koyan görüştür.

Doğuştan gelen akıl ve onun bir özelliği olan düşünme gücü ile doğru bilgi meydana gelmektedir.  Bu akıma göre insan boş bir levha olarak değil bir takım bilgiler ile doğar. Evrendeki her şeyi tamamen anlamak için bu bilgiler ışığında mantığımızı kullanmalıyız.

Matematik ve mantık bilgileri akılsal (us) olduğu için değişmez ve herkes tarafından doğrudur.

Sokrates, Platon, Aristoteles, Farabi, Descartes ve Hegel gibi bir çok farklı düşünür vardır.

Akla uygun olan gerçek, gerçek olan ise akla uygundur.

SENKRETİZM (BAĞDAŞTIRMACILIK)

Farklı felsefeleri veya farklı ve birbiri ile çelişkili görünen fikirleri birleştirmeye çalışmak veya birleştirmektir. Farklı inançlarda temelde yatan bir birliği öne sürerek farklı inançlara karşı daha kapsayıcı bir duruşu savunan hareket ve denemeler için de bu terim kullanılabilir.

Toplumlar arası iletişim, dejenarasyonlar ve din değiştirme ile 3 türe ayrılır.

TAOİZM (TAOCULUK)

Dış dünyanın gerçekte var olmadığını savunan bir görüştür. M.Ö 6 yüz yılında Lao- Tse tarafından kurulmuş Çin felsefesidir.

Bu felsefeye göre her şey TAO dur.  Tao, betimlenemez, nesnesiz, cisimsiz, sonlu ve sonsuz olan akıldır.

Taoizm’de T’ien-tsun  denilen en üstün Çin tanrısı veya tanrıları bulunmaktadır. Onun altında imparator, imparatoriçe, kral vb. başka kutsal varlıklarda bulunmaktadır. Hatta kurucusu olan Lao öldükten uzun sürü sonra tanrısal bir konuma getirilmiştir.

UTİLİTARİZM (FAYDACI AHLAK)

Bu görüşe göre haz ve fayda önemlidir. İnsanların doğası gereği acıdan kaçıp mutlu olmak isterler. Yarar ile elde edilen bu mutluluk hazzı “Hedonizm (Hazcılık)”‘dan farklı olarak  Haz, olabildiğince çok sayıda insana en çok fayda sağlayan hazdır. Bireysel olmaktan uzaklaşarak evrensel olur.

Temsilcileri J. Bentham ve J.S. Mill’dir.

15 Mart 2022

İnsan neden dejavu hissine kapılır?

 

Herkes o duyguyu yaşamıştır: Bir olayı daha önce yaşamış olma hissi. Ama bir yandan da bunun mümkün olmadığını bilirsiniz. Peki bu his neden oluşur?

Dejavu adı verilen bu olgunun nedenlerini ve bu konuda bilinmesi gerekenleri derledik.

1. Seyahat dejavuyu tetikliyor

Dejavu genellikle belli yerlerle ilgilidir. Yeni bir yere gidip orada yeni tecrübeler yaşamak bu hissi tetikleyebilir.

Zira tanımadığımız yerlerde, sanki oraya daha önce gitmişiz duygusu ile böyle bir şey olmadığı için o anıya sahip olmamızın mümkün olmadığı bilgisinden kaynaklanan "çatışma" potansiyeli daha fazladır.

Araştırmalar, daha fazla seyahat edenlerin daha fazla dejavu duygusu yaşadığını gösteriyor. 

2. Gençlerde dejavu daha yaygın

Dejavu hissi gençlikte daha fazla hissedilir; ama bunun sayısı ayda birden fazla değildir. 40-50 yaşına gelindiğinde bu oran yarıya iner. 60'larınızda ise yılda bir kez veya daha azdır.

3. Bazı insanlarda dejavu hissi gün boyu sürebilir

Nadir de olsa bazı insanlarda dejavu ciddi bir sorun haline gelebilir.

22 yaşındayken gün boyu devam eden dejavu duygusu yaşayan Manchesterlı Lisa "Sabah o yaşanmışlık hissiyle uyanıyordum" diyor.

Bu sorunu giderek daha sık ve daha yoğun yaşamaya başlamış. Sonunda bunun temporal lob epilepsi adı verilen bir epilepsi türünden kaynaklandığı ortaya çıkınca tedavi olmuş.

4. Dejavuya hafızada anlık yanlış bağlantı neden oluyor

Sık ve yoğun dejavu nöbetleri geçiren insanları inceleyen bilim insanları, sorunun beyinde temporal lob adı verilen bölge ile bağlantılı olabileceğini tespit etti.

Buradaki sinir bağlantılarında olmaması gereken bir anda ateşleme olduğunda sahte bir anı ve yaşanmışlık hissi ortaya çıkıyor.

Bilimsel olduğu söylenemeyecek diğer teorilere göre ise iki paralel evrenin çarpışması ya da reenkarnasyon nedeniyle dejavu hissi yaşanıyor.

5. Beyindeki 'teyit' mekanizması gerçeğe dönüş sağlıyor

Bilim insanları, beyinde temporal lobda olup bitenleri denetleyen bir ikinci sistem olduğuna inanıyor. Bu sistem, yaşanan hislerin bir hatadan ibaret olduğunu anlamamızı ve dejavunun sona ermesini sağlıyor.

6. Dejavu, geleceği öngörebilme duygusu yaratabilir

Yoğun bir dejavu, olacakları önceden görme hissi de yaratabilir. Bunun nedeni, hafıza sistemimizin geleceği öngörmemize yardımcı olan ve gerekli önlemleri almamızı sağlayan bir işlev de görmesidir.

Böylelikle aynı hataları yeniden yapmamız engellenmiş olur ve gelecek adımı tahmin edebilir hale geliriz.

Bazen dejavuda beynin birkaç bölgesi birden devreye girdiğinde duygular ve birikmiş görsel ipuçları da etkilenerek geleceği görme hissinin ortaya çıkmasına neden olabilir.

7. Dejavunun karşıtı 'jamevu'

Jamevu (Jamais vu) bir şeyin tanıdık olduğunu bilip de ona karşı yabancılık hissine kapılmayı ifade eder. Örneğin, tanıdığınız birinin yüzüne bakarken birden size yabancı gelebilir.

Aynı his, bir kelimeyi yazarken de ortaya çıkabilir; bildiğiniz kelime birden gözünüze yanlış gelebilir. Tanıdık bir kelimeyi anlamını yitirecek kadar tekrarladığınızda da bu kelime artık sadece bir ses yığını haline gelecek ve yabancılık hissi uyandıracaktır.

8. Dejavu kelimesini ilk kullanan parapsikoloji uzmanı Emile Boirac oldu

Emile Boirac bu sahte aşinalık hissini 1876'da Fransız Revue Philosophique dergisine yazdığı bir mektupta ifade etmişti. Uzun bir dönem bu his paranormal bir deneyim olarak görülmüştü.

24 Şubat 2022

İnsan neden hikayelere ihtiyaç duyar?

 Ateş etrafında anlatılan hikayelerden Netflix dizilerine kadar hikaye anlatımı her toplumda önemli bir işlev görür. Evrimsel teori uzmanları bunun nedenlerini araştırıyor.

4000 yıl önce Babil tabletlerine yazılmış olan Gılgamış Destanı'nın bugün hala okunuyor olması oldukça ilginçtir. Bu destan günümüze kadar ulaşmış en eski edebi eserdir. Yazıldığı tarihten bin yıl sonra bile bu şiirden alıntılar yapılmış olması, hikayenin ne kadar popüler olduğunu gösteriyor.

Bu hikayenin bugün de okunuyor olması ve orada dile getirilen 'dostluk' gibi temel unsurlarının ondan sonra yaratılan birçok popüler hikayede yer bulması ise daha da ilginç.

Hikayelerdeki bu tür ortak özellikler 'edebi Darvincilik' alanında çalışma yürüten akademisyenlerin ilgisini çekiyor. Bu uzmanlar, iyi bir hikayenin özelliklerini ve Homeros'un İlyada destanından Harry Potter'a kadar birçok hikayenin popüler olma nedenlerini ortaya koymaya çalışıyor.


Gılgamış Destanı'nın 4000 yıl önce yazıldığı bir taş tablet

Gerçeklerden kaçmak mı?

Yazının ortaya çıkmasından önce hikaye anlatımı konusunda elimizde kesin kanıt olmamakla beraber, bu eylemin binlerce yıl boyunca insan hayatının önemli bir parçası olduğu tahmin ediliyor. Fransa'da 30 bin yıl önce insanların yaşadığı mağaralardaki resimlerde tasvir edilen sahnelere sözlü anlatımların eşlik ettiği anlaşılıyor.

Michigan Üniversitesi'nden Daniel Kruger'a göre, "Mağaraya baktığınızda birçok farklı resim çizildiğini ve bunların avla ilgili bir anlatıma tekabül ettiğini görürsünüz," diyor. Bu anlatım, grup için önemli dersler içeriyor olabilir. Son buzul çağdan kalma bazı hikayelere bile rastlayabiliriz bugün.

Bugün kamp ateşi etrafında toplanmasak da, ortalama bir yetişkin, uyanık geçirdiği sürenin yüzde 6'sını çeşitli biçimlerde tükettiği kurmaca hikayelere ayırıyor.

Evrimsel açıdan baktığımızda bu, gerçeklerden kaçmak için harcanan uzun bir zaman. Ancak psikologlar ve edebiyat teorisyenleri bu hikaye bağımlılığının birçok yararı olabileceğini söylüyor.

30 bin yıl önce insanların yaşadığı mağaralardaki resimlerde 
tasvir edilen sahnelere sözlü anlatımların eşlik ettiği anlaşılıyor.

Hikaye anlatımı, zihni bileyen bir tür bilişsel oyun olarak görülüyor. Bu yolla, bizi çevreleyen dünyayı simüle etmemiz ve özellikle sosyal durumlara ilişkin farklı stratejiler düşünmemiz mümkün olabiliyor. Missouri-St Louis Üniversitesi'nden Joseph Carroll, hikaye anlatımının "bize başkaları hakkında bilgi verdiğini; empati ve zihin kuramı konusunda bir pratik olduğunu" belirtiyor.

Gerçekten de insanların hikaye okurken veya dinlerken beyin taraması yapıldığında, korteksin sosyal ve duygusal algılama ile ilgili çeşitli bölümlerinin harekete geçtiği ve ne kadar çok hikaye okurlarsa başkalarıyla o kadar kolay empati kurdukları görülüyor.

Dayanışmanın önemi

Evrimsel psikoloji uzmanları, insanın tarih öncesi uğraşlarının hala bugün hoşumuza giden hikayeleri belirlediğine inanıyor. Örneğin, insanlar giderek daha büyük topluluklar halinde yaşamaya başladığında, toplumdan çok alan ama ona hiçbir şey katmayan ya da grup zararına baskın hale gelen insanları engellemek üzere dayanışma ve ortak çalışmayı öğrenmesi gerekiyordu. Hikaye anlatma, doğru sosyal normları yayma amacına hizmet etmek üzere geliştirilmiş olabilir. Kruger, bundan çıkarılacak dersi özetliyor: "Zorbalığa karşı durmak ve zorba olmamak".

Dünyanın farklı bölgelerinde, dayanışma konusunun popüler anlatımda ana tema olduğu görülüyor. Filpinler'de avcı ve toplayıcı 18 grupla yapılan araştırmalarda, anlattıkları hikayelerin yüzde 80'inin ahlaki karar verme ve sosyal açmazlarla ilgili olduğu görüldü. Bu konularda en fazla hikaye anlatılan topluluklarda daha fazla dayanışma olduğu görülüyordu.

Gılgamış Destanı'na dönecek olursak, burada Kral Gılgamış fiziksel gücü ve cesareti ile tam bir kahraman gibi görünse de, aynı zamanda gücünü kötüye kullanan, istediği kadınla yatan bir zorbadır. Ancak Enkidu adındaki bir yabancının karşı çıkmasıyla dostluk ve dayanışmanın önemini öğrenecektir. Dinleyici açısından bu hikayeden çıkarılacak sonuç bellidir: Kahraman kral bile başkalarına saygı duymak zorunda ise siz de duymalısınız. Benzer temalara Homeros'un Odysseia destanında da rastlarız.

Sanayi devrimi sonrasında artan bireycilik nedeniyle insanın dayanışmaya ilgisinde bir azalma olduğu düşünülebilir. Ama Kruger ve Carroll'a göre, 19. ve 20. yüzyıl başlarında yazılmış en popüler İngiliz romanlarında da bu temaya rastlanıyor. Sevilen romanlardaki kötü karakterlerin güçlerini kötüye kullanarak toplum üzerinde baskı kurmaya çalıştığı, iyi kahramanların ise hırslı ve bencil olmadığı görülüyor.

İngiliz yazar Jane Austen, romanlarında evrimsel psikolojiye
yatkın doğru tespitlerde bulunması nedeniyle her döneme hitap edebiliyor.

Kadınların tercihi ne?

Evrimsel teori aynı zamanda romantik hikayelerin ve kadın kahramanların istikrarlı 'baba' figürlerini veya delişmen ahlaksızları tercih ettiğine de ışık tutuyor.

'Babalar' çocukların uzun vadeli güvence ve koruması açısından daha iyi bir tercih olabilir; ama 'seksi oğul hipotezi' olarak bilinen evrimsel teoriye göre, ikincilerin tercih edilmesinde ana etken, onların iyi görünümlü, kurnaz ve cazibeli olma özelliklerinin çocuklarına geçmesi ve böylece çocukların eşleşme bakımından daha büyük şansa kavuşup genlerin devamını sağlaması olabilir. Edebiyatta kötü kişilik özelliklerini bilmemize rağmen yakışıklı çapkın karakterlerin kalp atışımızı hızlandırması bundan kaynaklı olabilir.

Kruger, İngiliz yazar Jane Austen'in romanlarını 200 yıl önce yazmış olmasına rağmen bugün hala okunuyor ve dizilere konu yapılıyor olmasının nedenini, yazarın evrimsel psikolojiye yatkın doğru tespitlerde bulunmasına bağlıyor.

Kötü karakterler

Hikayelerdeki kötü karakterler ise kötü etkinin veya hastalıkların bulaşması korkusunu körükleme işlevi görür. Bu korku insanda evrimsel olarak ortaya çıkmıştır ve koruyucu bir etkisi vardır. Doğamız gereği kabileci bir yapıya sahip olduğumuz için, bu karakterler genellikle "dışımızdaki gruptandır". Hollywood filmlerindeki kötü karakterlerin yabancı aksanlı olması bundandır. Bunların karşımıza çıkarılması ile bizim kendi grubumuza olan bağlılığımız ve fedakârlık duygularımız bilenmiş olur.

Ünlü çağdaş İngiliz yazarlarından Ian McEwan'a göre, romanda gelişen bu evrimsel eğilimler onun kıtaları ve yüzyılları aşarak bize ulaşmasını sağlamıştır. "İçinde yaşadığımız döneme uzak veya kendi kültürümüze yabancı edebi eserlerden hoşlanmamızı mümkün kılan şey, yazarla ortak duyguları, bazı derin varsayım rezervlerini paylaşıyor olmamızdır," diyor Mcwan.

İşte bu derin rezerv nedeniyle, Gılgamış Destanı gibi bir hikaye dün yazılmış gibi taze ve sadık dostun önemini anlatan mesajı, aradan geçen 4000 yıla rağmen hala geçerlidir.

Birçok eski hikayede anlatılan tufan, son Buzul Çağı'nda
Orta Doğu'da yaşanan gerçek olayların kültürel hafızamızdaki
izleri olarak görülüyor.

En eski hikaye

Elimizde kesin veriler olmamakla birlikte, bugün okuduğumuz bazı hikayelerin kökeni tarih öncesine dayanıyor olabilir. Daniel Kruger, Gılgamış Destanı ve Eski Ahit'teki Yaratılış Kitabı'nda anlatılan hikayelerde geçen tufanı, son Buzul Çağı'nda Orta Doğu'da yaşanan gerçek olayların kültürel hafızamızdaki izleri olarak görüyor.

Endonezya'daki Flores adasında yaşayan yerlilerin Ebu Gogo adıyla andıkları kısa boylu, hobbit benzeri efsanevi yaratıkların ise atalarımız Homo sapienslerle aynı dönemde yaşayan ama 10 bin yıl önce nesli tükenen alt insan türlerinin arkeolojik kalıntılarına dayandığı sanılıyor.

"Bölge halkı bu kısa boylu, konuşamayan ama kendisine söylenenleri tekrarlayan insanlara dair hikayeler anlatıyor. Bu hikayelerin on binlerce yıl öncesinden günümüze gelmesi çok şaşırtıcı," diyor Kruger. Tüm bunlar hikaye anlatımının diğer önemli işlevini gösteriyor: Çok eski zamanlara dair kolektif bir hafıza oluşturmak.

Asya ve Avrupa'da farklı kültürel gruplar arasında ağızdan ağıza aktarılan masalların yayılmasını inceleyen antropologlar, ayrıca Demirci ve Şeytan gibi bazı masalların 6000 yıl önce gelen ilk Hint-Avrupa yerleşimcilerle birlikte geldiğini ve onların kıtaya yayılmasıyla masallarının da yayıldığını söylüyor.

Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!