Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


Dünya Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dünya Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Mart 2022

IV.Haçlı Seferi

Dördüncü Haçlı Seferi, 1202-1204 yılları arasında gerçekleşen bir Haçlı seferidir. Papa III. Innocentius, Kudüs'ü kurtarmak maksadıyla; tüm Avrupa'yı sefere davet etti ve bu sefer 1202'de Venedik'ten başladı. Başlangıçta seferin hedefi önce Mısır'ı ele geçirmek ve oradan Kudüs'e gidip orayı da zapt etmekti. Fakat Venedik'liler ve yaşlı Venedik Dükü Enrico Dandolo bu seferin hedefini değiştirmeyi başardı. Haçlılar, İstanbul'u kuşatıp zapt ettiler. Klasik ve Orta Çağ'ın kültür hazineleriyle dolu olan şehri yakıp talan ettiler. 1204'te kendi Orta Çağ ve Katolik inançlarına uyan Latin İmparatorluğu'nu kurdular.

Haçlı Ordusu'nun İstanbul'a Yönelişi

Bu yeni seferin, daha önceki Haçlı seferlerinden farklı olması öngörülüyordu. Önceki Haçlı seferleri Katolik Kilisesi'nin dinsel hiyerarşisi dışında olan devlet idarecisi hükümdarlar ve hükümdarların yakını asiller tarafından komuta edilmişti. Bu yeni seferin doğrudan doğruya Papalık ve Katolik papazların komutasında olması öngörülmekteydi. Diğer bir farklılık ise (Üçüncü Haçlı Seferi komutanlarından olan Aslan Yürekli Richard'in önerdiği gibi) Müslümanları en zayıf taraflarından vurmaktı. Bu zayıf taraf Mısır'dı. Yapılan plana göre Haçlı ordusu, gemilerle Mısır'a çıkıp Nil Deltası'nı ele geçirecekti. Böylece Mısır bir Hristiyan üssüne dönüştürülecekti ve buradan Kudüs'e ulaşmak daha kolay olacaktı. Hem böylelikle Anadolu Selçuklu Devleti'yle hiç savaşılmayacaktı ve Eyyubiler arkadan vurulacaktı.

Seferin Katolik Kilisesi komutasında yapılması, Avrupa hükümdarlarının yaşadığı siyasal sorunlardan dolayı gerçekçi bir fikirdi. Nitekim Papa'nın yaptığı sefer çağrısına hükümdarlar ve yakınlarından hiç pozitif yanıt gelmedi. Ama 1200 yılına kadar sefere katılmak isteyenler sayısı, 35.000 kişilik bir ordu oluşturacak sayıya yükseldi. Papa, fiziksel olarak Haçlı ordusunu yönetemeyeceği için Papa'ya bağlı bir asil bulunmalıydı. Papa uygun bir komutan bulmakta gecikmedi. Eski Kudüs kralı Troyes Kontu'nun küçük kardeşi, eski Fransa Kralı VI. Louis'nin torunu, İngiliz Kralı Arslan Yürekli Richard'ın ve yeni Fransa Kralı Filip August'un yeğeni olan Champaigne Kontu Tibald Papa'ya bir Haçlı Seferi yapmak için başvurmuştu ve bu kişi Papa tarafından yeni sefere komutan tayin edildi.

1201 yılı ilkbaharında Paskalya yortusundan sonra, 6 şövalyeden oluşan bir Haçlı komuta heyeti Venedik'e gittiler ve Venedik Cumhuriyeti'nin, Kuzey İtalya'da toplanacak Haçlı kuvvetlerini nakletmesi için belirli bir ücret karşılığında gemiler sağlamasını teklif ettiler. Venedikliler, büyük konseyi topladıktan sonra Venedik'in 4.599 şövalye, 9.000 şövalye yamağı, bunların atları, 20.000 piyade ve bütün bu orduya yetecek kadar levazım için gemi sağlanabileceğini fakat bunun için peşin olarak 84.000 gümüş mark nakliye ücreti ödenmesi gerektiğini bildirdiler. Ayrıca Venedik Cumhuriyeti, eğer fethedilen toprakların yarısı kendisine verilirse, kendi tarafından finanse edilecek 50 tam teçhizatlı kadırgadan oluşan bir filoyu da Haçlılar komutasına verebileceğini bildirdi. Haçlı komuta heyeti, bu şartları kabul edip, bir kontrat imzaladılar ve Haçlı kuvvetlerinin Kuzey İtalya'ya gelerek 14 Haziran 1202'de Venedik'ten Mısır'a gitmek üzere hareket etmesini kararlaştırdı. Ancak yeni Haçlı Seferi'nin hedefinin önce Mısır'a olacağı, açıklanan anlaşmada sarih olarak belirtilmemişti. Çünkü Haçlı komuta heyeti bu sefere dinsel coşku ile katılanların doğrudan doğruya Kudüs'e gitmek isteyeceklerini ve Mısır'a gitmemekte ısrar edeceklerini düşünmekteydi.

Diğer taraftan Venedik'in durumu ve tutumu sorunluydu. Venedik Cumhuriyeti, Haçlı kuvvetlerini nakletmek için belli bir ücret karşılığında büyük bir deniz filosu hazırlamayı ve Haçlılar'ı Mısır'a götürmeyi kabul etmişti. Venedik, ayrıca katkıda bulunmayı vadetmişti. Ayrıca seksenlik ve gözleri görmeyen Venedik Dükü Enrico Dandolo yeni Haçlı seferine katılıp Venedik donanmasına komuta edeceğini San Marko Katedrali'nde ilan etmişti. Fakat bu Haçlı Seferi hakkında müzakereler yapılırken bir Venedik heyeti ve elçisi, Venedik için çok karlı olacak bir ticaret anlaşması imzalanmıştı. Bu nedenle yapılan anlaşmada Haçlı kuvvetlerinin kesin Mısır'a gideceğine dair bir madde bulunmaması Venedikliler'in işine de gelmekteydi.

1201 kışında Haçlı Seferi komutanı seçilen Champaigne Kontu Tibald öldü. Yerine deneyimli bir asker olan I. Bonifacio del Monferrato atandı.

Bonifacio'nin kuzeni Swabiyalı Filip'in karısı, kardeşi III. Aleksios tarafından tahtından atılmış olan II. İsaakios'un kızı İrene idi. 1201 kışında Bonifacio, Noel Yortusu'nu kuzeni ve karısı ile geçirdi. Orada, İstanbul'dan kaçmış olan II. İsaakios'un oğlu olan IV. Aleksios ile görüştü. Bu görüşmelerde Haçlı ordusunun kullanılıp Bizans İmparatorluğu'nun Angelos'a verilmesi görüşüldü. Bonifacio ve Angelos ayrı ayrı Roma'ya gidip Papa III. Innocentius'un bu girişime kutsal onayını vermesini sağlamaya çalıştılarsa da Papa hiçbir Hristiyan'a (Bizanslılara bile) hücum edilmemesini Bonifacio'ye açıkça bildirdi.

Haçlı Ordusu'nun Nakliye Sorunu

Venedikliler o yıl ticari faaliyetlerini durdurup gemi yapmaya ve bu gemilere tayfa ile levazım tedarik etmeye koyuldular. Haçlılar için Venedikliler'in hazırladığı donanmada üç değişik gemi bulunuyordu.

Harp gemileri kadırga şeklinde olup 100 kürekle çekilmekteydi ve düşmanlara hücum amacıyla silah olarak burunlarında su seviyesi üzerinde bulunan metal uçlu bir mahmuz taşımaktaydılar.

Personel çıkartma gemilerinin uzunluğu 30 metre, eni 9 metre ve yüksekliği 12 metre idi. Her birinin 100 tayfası bulunmakta ve 600 kişilik piyade gücü taşımak için yapılmışlardı.

At taşıma gemileri ise atları taşımak için özel askılarla donatılmışlardı. Deniz seviyesi altında bulunan bir rampa indirilerek atlı şövalyelerin gemiden hemen çıkıp karada hücuma geçme imkânı bulunmaktaydı.

Venedikliler, şehir surlarını kuşatmada kullanmak için gemilerde taşınabilecek çok sayıda mancınık, rampa ve merdiven inşa etmişlerdi.

Ancak 14 Haziran'da 35.000 kişi yerine sadece 12.000 kişilik bir Haçlı ordusu Venedik'teki Lido Adasın'da toplanabilmişti. Daha önce bu sefere katılmak isteyen bazı Avrupalılar, özellikle Venedikliler'e ödenmesi gereken ücreti beğenmeyerek sefere katılmaktan vazgeçmişler; diğer bazı Haçlılar'sa, gemi ile Mısır'a gitmekten hoşlanmayarak doğrudan doğruya Filistin'e gitmek için diğer Akdeniz limanlarına gitmiş ve hala Haçlılar elinde bulunan Akka kalesine yönelmişlerdi.

Haçlılar'ın azlığından dolayı 84.000 gümüş toplanamamıştı. Haçlılar'ın başında bulunanlar; hükümdarlar, asiller ve bu sefere gidecek ve yardım etmek isteyecek herkesten paralar topladı ise de toplanan 51.000 gümüş marklık meblağ ordu nakliyat tazminatını karşılamaya yeterli değildi. Bunun üzerine Venedik Dükü Enriko Dandolo, toplanmış olan askerî güçlerin Mısır'a gitmek için yola çıkmadan önce Venedik idaresine isyan etmiş olan Moglie, Trieste ve Zara şehirlerine gönderilip bu isyanları bastırması ve bu şehirleri yine Venedik idaresi altına vermeleri durumunda gereken nakliye ücretinin büyük bir kısmının karşılanacağını bildirdi. Haçlıların Mısır'a gittiklerinde elde edecekleri kazançlardan ücretin kalan kısmının ödenebileceğini açıkladı.

Zara ve Diğer Şehirlerde İsyanların Bastırılması

Zara Kuşatması

Zara Adriyatik kıyısında bir Katolik şehriydi fakat nüfusunun çoğu İtalyan asıllı değil Slav'dı. O zamana kadar Venedik idaresinde bulunan Zara şehri 1183 yılında isyan etmişti. Şehrin bağımsızlığı ve savunması, Papa ve Macaristan Kralı Emerik tarafından garanti edilmişti. Halbuki bu iki garantici de Dördüncü Haçlı Seferi'nin idaresine baş çekmekteydiler. Papa III. Innocentius yazılı bir protesto göndererek Zara'ya hücum edeceklerin aforoz edeceğini bildirdi. Toplanan Haçlı gücüne katılan bazı kişiler bu girişimi uygunsuz bulup katılmamayı tercih ettiler. Fakat toplanan Haçlılar'ın çoğu çok önemli bir hedef olan kutsal toprakların ve Kudüs'ün tekrar ele geçirmek için bunun bir vasıta olduğuna inanıp Zara'ya gitmeyi kabullendiler.

Zara'ya 60 harp gemisi , 50 çıkartma gemisi ve 110 at gemisi ile götürülen Haçlı ordusu, Zara limanının önünde kurulmuş olan zincir ve diğer yüzer engellerin Venedik harp gemileri tarafından etkisizleştirilmesinden sonra, hiç direniş görmeden asker ve harp malzemesi çıkararak şehri zapt etti. O zamanki hukuka göre haklı olarak bu şehri üç gün talan ettiler. Papa III. Innocentius, Haçlı ordusunun bu şekilde Hristiyanlara hücum etmesine çok kızdı; önce Zara'yı zapt eden bütün Haçlılar'ı aforoz ettiyse de, sonra danışmanları tarafından zorlanıp sadece Venedikliler'i aforoz etti. Ama bu aforozda, önceden aforoz edilen İtalyan şehirlerinde olduğu gibi neticesiz kaldı.

Haçlı Ordusu'nun İstanbul'a Yönelişi

Bu seferden sonra Bizans tacında hak iddia eden II. İsaakios'un genç oğlu IV. Aleksios, Haçlı komuta heyetine ve özellikle Haçlı Ordusu komutanı Bonifacio'ye, eğer Haçlı güçleri İstanbul'a gelir ve orada tahtı gasp eden amcası III. Aleksios'un yerine kendisini imparator yaparlarsa, Haçlı güçlerine büyük katkılar yapacağına inandırdı. Aleksios'un vaatleri şunlardı:

Venedik'e borç olarak kalan ücretin kalanı Bizans hazinesinden karşılanacaktı.

Haçlı güçlerinin İstanbul'dan Mısır'a gemilerle nakledilmesi Bizans tarafından finanse edilecekti.

Haçlı kuvvetlerine ekten 10.000 Bizanslı asker sağlanacaktı.

Sonradan zapt edilecek kutsal toprakları korumak için, Bizans İmparatorluğu 500 şövalyeyi devamlı finanse edecekti.

Papalık'tan ayrılmış olan Ortodoks Kilisesi'ni Roma'daki Katolik Kilisesi'ne bağlayacaktı.

Birçok dindar Katolik Haçlı ve özellikle Papa III. Innocentius için bu son şart çok uygun görülmüştü. Bu şekilde İstanbul'u ve Bizanslılar'ı tek bir Hristiyan kilisesi içinde ve Papa'nın liderliği altında toplamak, kutsal Kudüs'u yeniden almak kadar çekici görülüyordu.

Bunun yanında İstanbul'un bir servet yatağı olduğu Batı Avrupa'da ve özellikle önceki Haçlı seferlerinden dönenler tarafından, yıllarca masal gibi söylenip gitmişti. Her Orta Çağ ordusu mensubu gibi İstanbul'u bir ordu ile almak ve hukuken kabul edilen üç günlük talan izni, bir Haçlı askeri için inanılmaz çok ganimet toplamak ile bir anlama gelmekteydi.

Nisan'da Haçlı ordusunu taşıyan donanma Zara'dan ayrıldı; Dıraç limanı ve Korfu adasına uğradıktan sonra bu büyük donanma 24 Haziran 1203'te İstanbul şehri önünde Boğaz ağzında demir attı. Bizans İmparatoru III. Aleksios, bu donanmanın yakında geleceğinden haberi vardı; ama bu tehdidi karşılayacak askerî güç, özellikle deniz gücü, elinde bulunmuyordu. Önceki imparator olan kardeşi II. İsaakios, Bizans'in gemi yapımı ve bakımı kontratını 16 yıl önce bir ihale sonucu Venedikliler'in eline bırakmıştı ve kayın biraderi olan Bizans donanma komutanı amiral de donanmanın elinde bulunan çımaları, yelkenleri ve halatları ihale ile satmıştı. Böylece Bizans donanması hiç donanımsız birkaç tekneye dönüşmüştü.

Haçlı Ordusunun İstanbul'a İlk Hücumu

İstanbul'a gelen Venedik gemilerinden oluşan büyük Venedik/Haçlı donanması o zaman İstanbul'un limanı olan Haliç'e giremedi. Çünkü Haliç'in ağzına 500 metre uzunlukta büyük ve ağır bir zincir çekilmişti. Bu nedenle Venedik/Haçlı donanması önce Anadolu yakasında o zaman Kadıköy'de bulunan bir saray önünde demirleyip etraftaki tarla, bostan ve bahçeleri yağmalayarak yiyecek ve içecek tedariki yaptı. Ufak bir Bizans süvari birliği burada Haçlılara hücum ettiyse de hemen geri püskürtüldü. Buraya Bizans İmparatoru III. Aleksios'un gönderdiği elçi de iyi karşılanmadı. Eğer III. Aleksios, yeğeni yerine tahttan feragat ederse kendinin affedilip iyi muamele göreceğini, eğer feragat etmezse, bir daha elçi ve mesaj göndermemesi; kendini ve şehrini savunmaya hazırlaması istendiği bildirildi.

5 Temmuz'da bütün Haçlı birlikleri ve donanması Avrupa yakasında, Galata'nın hemen yakınına bir ordugah kurdu. O zaman Galata bir ticaret merkezi olduğu için surları bulunmuyordu. Galata yakasında büyük ve yuvarlak, kule şeklinde bir kale vardı ve Haliç'i gemilere kapayan zincirin bir ucu bu kuleye girip oradan büyük makaralarla indirilip yükseltiliyordu. Bu kaleyi savunmak için büyük bir Bizans birliği bulunmaktaydı ve bu birliğe moral sağlamak için III. Aleksios şahsen bu kulenin etrafının ve içinin savunmasının komutasını üzerine almıştı. Fakat Haçlıların ağır zırhlı süvari birlikleri hücuma geçince kulenin etrafındaki Bizans birlikleri başlarında imparator olmak üzere hemen kaçmaya koyuldular ve kule içindeki güçlerin direnişi de ancak 24 saat sürdü. Böylece Haliç'i kapatan zincirin bir tarafını eline geçiren Haçlılar zinciri denize indirdiler ve Haliç'e girişi açtılar. Böylece büyük Venedik donanması İstanbul'un limanı olan Haliç'e girmeyi başarmış oldu.

Bizanslılar şehirlerini savunmaya kararlıydılar. Karaya bakan surlar çok korunaklı olup Barbar kavimlerin, Araplar'ın ve Bulgarlar'ın kuşatmalarına karşı yüzyıllarca başarı ile savunulmuştu. Ancak Haliç kıyısındaki surlar daha alçak, daha dar ve bu nedenlerle daha az korunaklıydı. Buna rağmen Bizanslı savunucu güçler bu surları da savunmaya hazırdılar. Haçlılar, Haliç surlarının daha az korunaklı olduğunu ve özellikle şehrin kuzey batı köşesindeki Tekfur Sarayı civarında kara surları ile Haliç surlarının birleştiği kavisin zayıf olduğunu iyi bilmekteydiler.

17 Temmuz 1203 günü Haçlı Latinler karadan ve Venedikliler denizden Haliç surlarına, özellikle de bu surların en zayıf kısmına karşı büyük bir hücum başlattılar. Venedik gemileri mancınık ve atacakları taşlarla dolu bulunuyordu. Gemi direkleri arasına çekilen halatlara surlara ve kulelere çıkmak için merdivenler ve platformlar bağlanmıştı. Gemiler sahilde hemen karaya oturacak kadar yaklaştırılıp alçak boyda olan surları ve sur kulelerini mancınıklarla bombardıman edip platformlar ve merdivenlerle gemilerden hemen sur üstüne çıkmak imkânı bulunuyordu. Venedik Dükü Enrico Dandolo idaresindeki Venedikli deniz güçleri başarı ile surları ve sur kulelerini ellerine geçirmeye başladılar. O günün sonunda Dandolo müttefiki olan Haçlı komuta heyetine verdiği raporda 25 sur kulesinin Venedikliler'in eline geçtiğini; Venedikli denizcilerin surlarda açılan gediklerden şehrin kuzey batısına girdiğini ve civardaki tahta evlerden oluşan şehir mahallelerinin hepsinin ateşe verdiğini, yangının devam ettiğini bildirdi.

Birinci Hücumun Sonuçları

İlk hücum esnasında Venedikliler, zayıf Haliç surlarını aşıp İstanbul'un kuzeybatı mahallerini yaktılar. Bu yangının sonucunda yaklaşık 20.000 Bizanslı evsiz kaldı. Gene ilk hücum esnasında III. Aleksios, San Romanus Kapısı'ndan çıkarak bir huruç hücumuna geçti. Fakat imparatorun aciz komutanlığı nedeniyle Bizans kuvvetleri bozguna uğradı ve şehre çekildi. Saray mensupları, Aleksios'u yeni bir hücuma zorladılar. Aleksios, yeni bir hücuma komuta etmeyi kabul etse de 17 Temmuz gecesi gizlice ufak bir gemiye binerek Trakya'ya kaçtı. Kaçarken yanında Eirene isimli kızı ve hazinede bulunan 500 kilo altın vardı. Böylece Aleksios, kuzeybatı mahallesindeki yangın esnasında diğer iki kızını ile karısını kaybettiği ve büyük bir tehdit altındaki başkentten kurtulmuştu.

Angelos kaçınca Bizans başsız kaldı. Alelacele toplanan konseyde II. İsaakios'un zindandan çıkartılması ve tahta oturtulmasına karar verildi. II. İsaakios'un gözleri görmüyordu; Bizans hukukuna göre körler imparator olamazdı ama İsaakios meşru imparatordu. Bizans'ın ileri gelenleri, İsaakios'u tekrar imparator yapmakla Haçlılar'ın kuşatmayı kaldırmak için öne sürdükleri tek şart olan yani II. İsaakios'un tekrar imparator olması şartını karşıladıklarını sanmaktaydılar. Ayrıca Haçlılar'a yardım eden ve onlarla beraber gelen İsaakios'un oğlunun da, IV. Aleksios adıyla ortak imparator yapmaları gerekti. Nitekim 1 Ağustos 1203'te II. İsakios ile IV. Aleksios taç giydi ve ülkenin idaresini ellerine aldılar.

Meşru hükümdarların tahta geçmesini şart koşan Venedikliler ve Latinler bu gerçeği kabul ederek hücumlarını durdurup, şehrin içinde girdikleri yerlerden çıkıp Haliç'in karşı yakasında Galata dışında bir ordugaha çekildiler. Burada IV. Aleksios'un verdiği sözleri yerine getirmesi için beklemeye koyuldular.

IV. Aleksios, vaatlerini yerine getirmek için finans kaynaklarına ihtiyaç duyuyordu. Amcasının yaptığı aşırı israflı harcamalarla devlet hazinesi boşalmıştı. Bu yüzden yeni vergilerin konulması ve eski vergilerin yükseltilmesi gerekliydi. Bizans halkı, bu vergilerin doğrudan düşman olarak gördükleri Venedikliler'e ve Haçlılar'a gideceğini bildiği için açıkça duyduğu kızgınlığı göstermeye başladı. Bunun dışında başka bir finans kaynağı ise, kilise ve manastırlardaki kıymetli metallerden yapılmış olan vaftiz kaplarının müsadere edilip eritilmesi ile elde edilen kıymetli metallerdi. Bu durum İstanbul'da çok nüfuzlu olan papazları ve keşişleri imparatora açıkça düşmanlığa yöneltti. Aleksios'un başka bir vaadi olan Ortodoks Kilisesi'nin, Katolik Kilisesi'ne bağlanmasıydı. Bu var çok büyük bir şikâyet konusu olmuştu. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi medeniyet görmemiş Haçlılar ve Venedikliler'in küçük gruplar hâlinde İstanbul'u ziyaret etmeleri ve bu ziyaretler esnasındaki tutumları hem halkın kendilerine düşman olmasına hem de maddi zarara yol açıyordu.

Bir gece, bir grup Haçlı Aya İrini Kilisesi'nin hemen arkasında bulunan küçük bir Arap mahallesini görünce mahalleye girdiler. Mahalledeki küçük bir mescidi görünce sinirlenip hem mescidi hem de mahalleyi yakıp yıktılar. Söndürülemeyen yangın şehrin diğer mahallelerine yayıldı. Bu ikinci büyük yangınla şehrin önemli mahalleleri harap oldu ve imparator Julianus zamanından beri görülmeyen yüksek bir yangın zararı ortaya çıktı. IV. Aleksios, Trakya'ya kaçan ve orada Bizans direnişini organize eden amcası III. Aleksios'a karşı giriştiği başarısız bir harekâttan döndüğünde, başkentini yangından harap bir halde ve halkının Haçlılara karşı savaşmaya hazır bir halde olduğunu gördü.

Birkaç gün sonra zaten çok müşkül olan durum, daha da güçleşti. Üç Haçlı ve üç Venedikli'den oluşan bir heyet IV. Aleksios'un huzuruna çıkarak kendilerine Zara'da vadeliden meblağların hemen karşılanmasını istediler. İmparatorun bu ödemeyi yapmaya hiçbir imkânı bulunmamaktaydı ve ödeme yapamayacağını heyete bildirdi. Bu görüşmede bulunun hiç kimsenin, sonucun yeni bir savaş olacağına dair şüphesi kalmamıştı. Genel olarak ne Bizanslılar ne de Haçlılar yeni bir savaş istemekteydiler. Bizanslılar bu garip kılıklı, acayip tavırlı ve kendilerinin dini inançlarına çok az benzeyen garip Haçlılar'ın, şehirlerinin yakınlarından ayrılıp gitmelerini istemekteydi. Haçlılar ise bu sefere dinî nedenlerle katılmışlardı ve hemen Mısır'a oradan da Küdüs'e gitmek istiyorlardı.

Ancak Venedikliler ve Venedik Dükü Enrico Dandolo daha değişik ve ayrı hedefler peşindeydi. Eğer bir savaş isteği olmasaydı; Venedik donanmasına emir verip geri dönebilirdi. Ama kendisine verilecek meblağın tamamlanması için Bizans ödemelerini beklediğinden donanması ile geri dönmemişti. Bizanslıların bu ödemeyi yapma imkânları olmadığı gittikçe açığa çıkmaya başlayınca Venedik Dükü Dandolo, mevcut Bizans imparatorlarının kaypak olduklarını ve sözlerini tutacak kişiler olmadıklarını, şehri zapt ederek onları tahttan indirmenin ve Venedik'e olan eski borçlarla vadedilmiş olan yeni gemilerin bulunması için gereken ödemeleri yapacak başka bir imparatoru tahta geçirip Haçlılar'ın ana hedeflerine yönelmelerini sağlamanın her Haçlı için bir dinsel gereklilik olduğunu iddia etmeye başladı. Esasındaysa Dandolo için ne Kudüs'e gitmek ne de nakliye borçlarının tahsil edilmesi önemliydi. Dandolo için önemli olan Bizans İmparatorluğu'nun yıkılması ve yerine Venedik menfaatlerinden başka bir hedefi olmayan yeni bir devletin kurulması önemliydi.

İstanbul halkı da bir bakıma Haçlılar'a aynı fikirdeydi; II. İsaakios ve IV. Aleksios'un hemen tahtan indirilmeleri gerekiyordu. Bunun için 25 Ocak 1204'te Ayasofya'da senatörler, din adamları ve halk temsilcilerinin katılımıyla büyük bir toplantı yapıldı ve toplantı üç gün sürdü. Toplantı sonunda IV. Aleksios ve babası tahttan indirildi. Konsey, onların yerine imparator olarak yüksek bir saray memuru olan Nikolaos Kanabos'u imparator olarak seçti.

Haçlı Ordusu'nun İstanbul'a İkinci Hücumu ve Şehrin Zaptedilişi

IV. Aleksios'a herkes muhalefetti. Bunların arasında sarayda önemli bir mevki sahibi olan ve kalın, birbiriyle birleşik kaşları dolayısıyla Murtzuphlos lakabı verilmiş olan Aleksios Dukas, 21 Ocak 1204'te saraya girerek eski imparator IV. Aleksios'u uykusundan kaldırıp; yüzünü uzun bir pelerinle örtüp saraydan kaçırdı. Genç imparatoru zindana koydurdu; birkaç başarısız kalan katil denemesinden sonra, onun bir yay kirişi ile boğulup öldürülmesini sağladı. Aleksios Dukas, kendini V. Aleksios adıyla İmparator ilan etti. İsakios ise oğlunun akıbetine çok üzülüp oğlunun ölümünden sonra fazla yaşamadı. V. Aleksios şehrin savunması için ciddi önlemler almaya başladı. Haçlılar'ın gelişinden beridir ilk defa olarak şehir duvarları ve kulelerinde sabah akşam 24 saat nöbet usulü uygulanmaya başlandı. Duvarların pekiştirilmesi ve bazı yerlerde yükseltilmesi işi bir sürü işçinin gece gündüz emekleriyle başarıldı.

Venedikliler ve Haçlılar, güya kendilerini buraya davet eden ve meşru imparator olarak gördükleri IV. Aleksios'un tahttan indirilip öldürülmesine çok kızdılar. Mart ayı başlarında Haçlı Seferi idarecileri aralarında bir sürü toplantılar yaparak şehri zapt edildikten sonra ne yapacaklarına dair bir dizi kararlar aldılar. Venedikliler ve Haçlılar altışar delege seçip bir imparator seçim kurulu kurulmasını önerdiler. Haçlılar arasından seçilecek olan imparatora şehrin (eski ve yeni saraylarını da içine alan) dörtte birinin idaresi verilecekti. Şehrin kalan dörtte üçünün yarısı Venedik idaresine verilecek ve diğer yarısı da Haçlılar'ın idaresi altında olacaktı. Haçlılar yeni imparatora bağlılık yemini verecekler ama Venedikliler imparatora bağlılık yemini vermeyecekti. Şehirde yağma edilen her şey önce ortak olarak bir merkezi yerde toplanıp buradan herkese eşit olarak dağıtılacaktı. En son şart olarak bu kuşatmaya katılan her taraf Mart 1205'e kadar (bir yıl) istila edilen şehirden ayrılmayacaktı.

Bu arada Haçlılar, reddedileceğini bildikleri bir ültimatom gönderip öldürülmüş olan eski imparator IV. Aleksios'un kendilerine vermiş olduğu vaatlerin tümünün hemen yerine getirilmesini istediler. Ama yeni Bizans imparator Murtzuphos'un bunları ret edeceğinden emin oldukları için şehre tekrar ikinci bir hücum yapmak için tedbirler aldılar.

9 Nisan günü Venedikliler ve Haçlılar surlara karşı, yine Haliç'in kuzeyinden ağırlıklı bir hücuma başladılar. Dokuz ay önce Venedikliler'in gemi direkleri üzerine çıkıp Haliç surlarını aşma başarıları bu sefer mümkün olmadı. Yükseltilen duvarlar ve duvarlardaki savunma güçleriyle silahları dokuz ay önceki eski başarının yenilenmesine engel oldu. Bizanslılar, büyük mancınık tipli makinelerle attıkları taşlarla diğer taraftaki yüksek tahta kuleler şeklinde hücum makinelerini yıkmayı başardılar. Çıkan sert bir güney rüzgârı Venedik gemilerinin Haliç surlarını aşmak için surlara yanaşmalarına engel oldu. O akşam Haçlılar ve Venedikliler geri çekilmek zorunda kaldılar.

Venedikliler ve Haçlılar, iki günlük yeni bir hazırlıktan sonra tekrar hücuma geçtiler. Bu sırada Haçlı ordusunun moralini kuvvetlendirmek için Katolik papazlar da Haçlılar'ın Ortodokslar'a karşı yaptıkları hücumları aklamak için bir bildiri yayınladılar. Buna göre İstanbul'a yapılan hücumun dinsel ahlak bakımından iki uygun yönü bulunmaktaydı. Birincisine göre Bizanslılar hain ve katil olup kutsal kilisede taçlandırılmış meşru hükümdarları olan IV. Aleksios'u öldürmüşlerdi. İkincisine göre Bizanslılar'ın Katolik Papa ve Katolik Kilisesi aleyhtarlığı "Bizanslılar'ın, Yahudiler'den daha beter" doğru dinden ayrıldıklarını göstermekteydi. Böylece materyal ve moral bakımından ordularını pekiştiren Haçlılar ve Venedikliler 11 Nisan'da tekrar bir hücuma başladılar.

Bu sefer Venedik gemileri ikişer ikişer birbirlerine bağlanarak daha fazla ağırlıkla Haliç surlarına çıkmayı denediler. Çıkan kuvvetli kuzey rüzgârı da buna yardımcı oldu. Çok geçmeden iki kule Venedikliler'in ve Haçlılar'ın eline geçti. Şehrin bir kapısıda kırılınca Haçlı askerleri şehre girip şehrin kuzeyindeki sokaklara yayılmaya ve ahaliyi evlerinde öldürmeye başladılar. Bir grup Haçlı o akşam şehrin kuzeyinde büyük bir yangın çıkardı. Bu yangın Haçlılar'ın şehirde çıkardığı üçüncü büyük yangın oluyordu. Bu seferin tarihini yazan Villeharoudin'e göre bu yangınlarda "Yanan ev sayısı Fransa Krallığı'nın en büyük üç şehrinde bulunan tüm evlerin sayısından da daha fazlaydı." 

İmparatorun muhafızları çok kahramanca bir sokak savunması yaptı. Şehrin kuzeybatısını zapt eden Haçlılar, o akşam için ateşkes ilan ettiler. Ama yangın devam etti. Aynı akşam savunma ümidini büsbütün yitiren V. Aleksios, savunmayı dışarıdan idare etme bahanesiyle karısı Evodosiye ve çocuklarıyla beraber şehirden kaçmayı başardı.

Ertesi gün şehirdeki tüm Bizans direnişi sona erdi. Fakat İstanbul şehri için esas trajedi ve fecaat o gün başladı. Venedikliler ve Haçlılar, o zaman savaş hukukuna göre üç gün şehri talan etme haklarını kullandılar. Şehrin altını üstüne getirerek tüm anıt, bina vb. her şeyi yağmaladılar. Halka da birçok eziyetlerde bulundular.

İstanbul'un, Dördüncü Haçlı Seferi'ne katılan Venedikliler ve Batı Avrupalı Haçlılar tarafından talan edilmesi Batı Avrupalı bir tarih otoritesi tarafından şöyle tasvir edilmiştir:

Latin kökenli askerler Avrupa'nın en büyük şehrini tarif edilemeyecek bir talana giriştiler. Üç günlük talan esnasında yaptıkları katliam, tecavüz ve yağmayla şehri o kadar büyük ölçekli talana uğrattılar ki, Roma'yı ve diğer Batı Roma topraklarını yağmalayan Vandallar ve Gotlar orada olsalardı mutlaka gözlerine inanamayacaklardı. İstanbul, antik dönemden kalma ve Bizans'ın yaptığı eserlerle bir açık hava müzesi hâline gelmişti. Haçlılar, şehirde buldukları bu servetin karşısında afalladılar. Zaten yarı Bizanslı olan Venedikliler ele geçirdikleri servetin çoğunu saklamayı başardılar. Ama Haçlılar (Fransızlar, Flamanlar, Almanlar vb) ele geçirdikleri her şeyi ayrım yapmadan imha ettiler. Bu serveti imhaya ancak iştahlarını şarapla dindirmek, Ortodoks rahibelere tecavüz etmek, Ortodoks papaz ve keşişleri öldürmek için zaman zaman ara verdiler. Katolik Haçlılar, Ortodoks Bizanslılar'a olan nefretlerini gösteren en olağanüstü tutumlarını zamanın en önemli ve en harika kilisesi olan Ayasofya'nın kutsallığını kirletmekle gösterdiler. Katedralde bulunan tüm gümüşten ikonlar ve tablolarla beraber katedraldeki tüm kutsal kitapları katedralin içinde yakıp imha ettiler. Ayasofya'nın gümüş vaftiz ve ayin kaplarını şarap kadehi olarak kullanırken katedraldeki patrik tahtına bir hayat kadını geçirerek ona şarkı söylettiler ve şarkıları bir konser varmış gibi dinlediler. Haçlılar, 200 yıl önce Ortodoks Kilisesi'nin, Katolik Kilisesi'nden ayrılmasının öcünü aldıkları gibi hiçbir vicdan azabı ve pişmanlık duymadan halkı katlettiler. Bizanslılar, şehri Haçlılar değil de Selçuklu Türkleri ele geçirseydi Haçlılar kadar gaddar olamayacaklarına kendilerini inandırdılar. Bunların yanında zaten çökmekte olan Bizans'ın başkenti Haçlılar tarafından zapt edilmesi Bizans'ın politik bakımdan daha beter çökmesine neden oldu. Bu durum Türkler'in ileride şehri fethetmesini kolaylaştırdı. Böylece Müslümanlar'a yönelik düzenlenen bu sefer, ileride Müslümanlar'ın kazanacağı büyük bir zafere katkı yaptı.(Vryonis, Byzantium and Europe, p. 152). 

Şehrin yağmalanması esnasında antik çağlardan kalma birçok Grek ve Roma eseri ya çalındı ya da tahrip edildi. Çok sayıda yazma kitaba ev sahipliği yapan İstanbul Kütüphanesi tamamen tahrip edildi ve içindeki eserler kayboldu. Güya Katolik Hristiyan olarak Katolik Kilisesi ileri gelenlerine ve Papa'ya hiçbir Hristiyan tapınağına zarar vermeyeceklerine, aksi takdirde aforoz edilmek durumunda olacaklarına dahil yeminler veren Haçlılar, ayrım yapmadan şehirdeki tüm tapınakların kutsallıklarını kirlettiler, tahrip ettiler ve içindekileri çalıp çırptılar. Bizanslı tarihçi Nikitas Honiatis'e göre Ayasofya Kilisesi'ni talan etmek için kilisenin en kutsal köşelerine kadar bir sürü katır ve eşek sokulmuş, çalınan kutsal eşyalar bu katır ve eşeklerle Haçlı ordugahlarına taşınmıştır. Bu sırada gayet sarhoş olan Haçlı askerler Ayasofya'daki Ortodoks Patriği'nin özel tahtına bir hayat kadınını oturtmuşlar ve alay olsun diye onun dini vaizlerini dinlemişlerdir.

İstanbul'un talan ettikten sonra Haçlılar ve Venediklier merkezi bir yerde toplandılar. Talan edilen eşyaların değeri 300.000 gümüş marka denk geldi. Bunun 150.000 markı Venedikliler'e borç ödemesi olarak verildi. 50.000 mark Haçlı ordusuna bırakıldı. Geri kalan 100.000 mark eşit olarak Haçlılar ve Venedikliler arasında bölüştürüldü. Fakat otoriter yazarla, Haçlılar'ın 500.000 gümüş markı buraya getirmediklerini ve muhafazakâr bir tahminle talan edilenlerin değerinin 900.000 gümüş markı geçtiğini bildirirler.

Haçlılar'ın bu utandırıcı hareketlerini biraz olsun hafifletmek için Batılı tarihçiler Roma'da bulunan Papa III. Innocentius'in bundan utanç duyduğunu ve Haçlılar'a çok güçlü bir azarlama şeklinde bir bildiri yayınladığını açıklarlar. Ama daha önce Papa'nın gönderdiği aforoz tehditlerine rağmen hiçbir Haçlı komutanı veya askeri Papa tarafından ne aforoz edilmiştir ne de açıkça dinsel olarak telin edilmiştir.

Yağmalanan eşyaların bir kısmı zaman içinde kaybolurken bir kısmı da Venedik, Vatikan ve diğer büyük dini merkezler de koruma altına alındı. Hipodrom'daki heykeller, azizlerin kemikleri, İsa'ya ait olduğuna inanılan ve bugün Torino'da olan kefen ile Venedik'teki San Marko Meydanı'ndaki kilisede muhafaza edilen dört adet at heykeli de gidenler arasındaydı.

Sonuç olarak bu sefer amacından saparak Kudüs yerine İstanbul'a yapıldı. Bunun sonucunda Bizans İmparatorluğu yıkıldı ve yerine Latin İmparatorluğu kuruldu.

Haçlılar, kuşatma öncesinde hazırlayıp imzaladıkları anlaşmaya sadık kalarak İstanbul'u Venedikliler ile bölüştüler. İstanbul'da Romania adını verdikleri bir Latin İmparatorluğu kurdular. Ama birçok Haçlı'nın beklediği gibi Latin İmparatorluğu tahtına Bonifacio geçmedi. Çünkü Venedikliler, Bonifacio'nin Bizans'la olan köklü bağlarını, özellikle erkek kardeşi Montferrat'lı Ranier'in, 1170'li ve 1180'li yıllarda Bizans'ta imparatoriçelik yapmış olan Maria Komena ile yapmış olduğu evlilik büyük bir dezavantaj olarak görüldü. Nitekim Bonifacio'nin yerine Flandra'lı Bouduin, Konstantinopolis'li Bouduin olarak tahta çıkarıldı.

Bonifacio, Balkanlar'da kendisine verilen büyük bir bölgesel Selanik Krallığı'nı kurdu ve bu krallık Latin İmparatorluğu'nun bir kolu olarak kabul edildi. Venedikliler ise Ege Denizi'nde bir Adalar Dükalığı kurdular.

İstanbul'dan kaçan Bizans soyluları bazı Ardıl Bizans Devletleri kurdular. Bunların en önemlileri III. Aleksios'un yakın bir akrabası olan Theodoros Laskaris tarafından kurulan İznik İmparatorluğu, Trabzon İmparatorluğu ve Epir Despotluğu'dur.

Bizans'ın parçalanışı ve Latin İmparatorluğu

İstanbul'un 1204'te zapt edilmesinden sonra, Doğu Roma olma prensiplerine uygun olarak İstanbul'da "Imperium Romanıae" Latince adıyla Latin İmparatorluğu kuruldu. Bu imparatorluk sözde Doğu Roma prensiplerine uygun olsa da halkın Ortodoks Kilisesi'ne bağlı olduğu yerde devlet Katolik Kilisesi'ne bağlıydı.

Hem Haçlılar hem de şehir halkı Latin imparatorunun I. Bonifacio del Monferrato olacağı beklenmekteydi. Fakat onun imparator olması Venedik tarafından veto edildi. Buna açık neden Bonifacio'nin elimine edilen eski Bizans İmparatorluğu ile pek çok şahsi bağlantısı olup kendisine imparatorluk mevkisi verilirse kendini eski imparatorluğun meşru hükümdarı olarak ilan edebileceğiydi. Fakat Venedikliler, Bonifacio imparator olursa Venedik'in yeni Latin İmparatorluğu üzerindeki etkisini kısıtlayıcığından ve Venedik'in eline geçirdiği çok geniş ve yaygın arazilerin geri verilmesini isteyeceğinden korkmaktaydılar. Bu Venedik vetosundan dolayı Latin imparatoru olarak Flandralı I. Baudouin imparator olarak seçildi.

Bonifacio ise Selanik Krallığı adı verilen bir Latin krallığı kurdu. Ayrıca Girit'te de epeyce büyük bir arazi emrine verildi; ama sonradan Bonifacio Girit'i Venedikliler'e sattı.

Bu seferden en kazançlı çıkan Venedikliler oldu ve Akdeniz'in önemli adaları gemilerinin nakliye ücreti karşılığı Venedikliler'e verildi.

Dördüncü Haçlı Seferi sonuçlarının değerlendirilmesi

Konstantinopolis'te kurulan Latin İmparatorluğu fazla yaşamadı (1204-1261). 1261 yılında Bulgarların ve İznik'e kaçan Bizanslılar'ın hücumları sonucu yıkıldı. İznik İmparatoru VIII. Mihail tekrar İstanbul'a gelerek Bizans İmparatoru oldu. Dördüncü Haçlı Seferi'nin değerlendirilmesinde en son sözleri 20. yüzyılda Venedik ve Bizans tarihlerini yazmış olan modern İngiliz tarihçisi John Julius Norwich'in Bizans tarihi ilgili kitabında verilen şu değerlendirme ile bitirmek uygun görünmektedir:

Dünya olaylarının çok geniş içeriğinde .. Dördüncü Haçlı Seferi.. büyük bir felaket olarak görünmektedir. ... Bu demek değildir ki bu sefer, genel Haçlı Seferleri kavramının bir kötü ün kazanmasına neden olmuştur. Bir önceki yüzyılda birbirini takip eden seferler zaten Hristiyanlık tarihindeki en kara sayfalar oluşturmuştu. Fakat Dördüncü Haçlı Seferi (eğer Haçlı seferi demek kabilse) daha önceki Haçlı seferlerine kıyasla imansızlık ve ikiyüzlülük ve vahşilik ve açgözlülük bakımından önceki seferlerden kat kat üstünde olmuştur. ... İstanbul'un talan edilmesi, 5. yüzyılda Roma'nın barbar kavimler tarafından yağmalanmasından, 7. yüzyılda İskenderiye kütüphanesinin ve kitaplarının... yakılmasından, bütün dünya için daha çok felaketli olan bir kayıp ortaya çıkarmıştır... Haç sancağı altında savaşan bu adamlara... nakliyat sağlayan ve kendilerine ilham ve moral veren ve onları cesaretlendiren ve onların başını çeken en sonunda Enrico Dandolo'dur. Bu kişi bunları Venedik Cumhuriyeti adına yapmıştır ve bu trajediden en mühim kârlı parsayı toplayan Venedik olmuştur. Bu nedenle bütün dünya için bu büyük kargaşalık, felaket ve yıkımı ortaya çıkarmanın mesulleri Venedik ve onun kör, ihtiyar düküdür.

14 Mart 2022

Falkland Savaşı

MD FHD 005 (Falklandsmap_san_carlos_landings) Yakın tarihin ilginç savaşları arasında yer alan Falkland savaşı, ilk bakışta iki devlet arasında gerçekleşen sıradan bir savaş gibi görülse de, savaş içinde geçen olaylar, bu güne kadar gelen söylentiler ve bize verdiği ,mesajlar açısından baktığımızda dikkatlice incelemeye değer önemli bir savaş olarak karşımıza çıkmaktadır.
Falkland Adaları, İngiltere ile Arjantin arasında bir tartışma konusu olduğundan, adaların tarihi üzerinde bazı ihtilaflar bulunmaktadır. İngilizler, 1592’de İngiliz gemici John Davis; Arjantinliler ise Malvinas ismini verdikleri Macellan seyahati mensuplarından İspanyol Esteban Gomez ve Duarte Barbosa tarafından keşfedildiğini iddia etmektedirler.
Bu ihtilafa rağmen adaya ilk yerleşenlerin İspanyollar olduğu kesindir. Adalara ilk defa 1675’te yerleşen İngilizlere önceleri adada yaşayan İspanyollarca bir mukavemet gösterildi ise de 1771’de işgal kabul edildi. 1774’te İngilizler adaları terk ettiler. İngilizlerin yokluğu sırasında Falkland’a tekrar yerleşen İspanyollar 1829’da adaları Lois Vernet’in başkanlığında bir hükümete ve Arjantinli halka bıraktılar. Lois Vernet hükümeti 1831’de karasularını ihlal eden Amerikan gemilerine el koyunca, ABD misilleme olarak bölgeye savaş gemileri yolladı. 1833’te bir İngiliz keşif heyeti Falkland’a yaptığı sefer sırasında, bölgede kalmakta direten Arjantinlileri ortadan kaldırarak, İngilizleri Falkland’a yerleştirdi.
Her ne kadar iki taraf da yıllarca adalar üzerindeki hak iddiasını sürdürdüyse de, çeşitli anlaşmalarla silahlı mücadeleden kaçınılmaya çalışıldı.

MD FHD 004 (Belgrano_sinking) Yirminci yüzyılın ilk yarısı içinde taraflar iddia ve taleplerini sürdürürken, bir sonuca varılamıyordu.
Konu Milletlerarası Adalet Divanında gündeme geldi. Ancak Arjantin’in bu divanın tarafsızlığını tanımaması üzerine, Divan da bölge hakkında hakemlik yapmayı reddetti. 1964’te Arjantin, BM’nin Sömürgeler Komisyonu’ndan konunun aracısız olarak iki toplumlu görüşmelerle sürdürülmesini istedi. Ancak her iki tarafın da taleplerinde kesin fikirli olması, bu girişimin de sonuçsuz kalmasına sebep oldu. 1977’de bu statüdeki görüşmeler tekrar başladı. 1980’de İngiltere, ada halkının fikirlerini sorarak, İngiliz yönetiminin devamının arzu edildiğini Arjantin’e bildirdi. İngiltere başından beri sorunun çözümü için ada halkının fikirlerinin sorulmasını(self determination) istemekteydi. İngilizlerin bu ısrarının nedeni, adada oturan Arjantinlilerin İngilizler tarafından zorla buradan çıkarılıp yerlerine İngilizlerin yerleştirilmiş olmasıydı.
1982 yılına gelindiğinde ise yıllardır yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamamıştı. Ayrıca Falkland’da bulunan petrolün paylaşım sorunu da bölgede gerginlik yaratmıştı. Buna ek olarak dönemin Arjantin yönetiminden halkın hoşnut olmaması sonucu, yöneticiler halkın dikkatini başka yöne çekmek için bir yol düşünmeye başlamışlardı. Tüm bu etkenler sonucu Arjantin kendi hakkı olduğunu düşündüğü bu bölgeyi işgal etmeye karar verdi. Burada dikkati çeken hususlardan biri; yıllardır çözüm bulunamamasında, bölgedeki petrolün paylaşımının önemli bir etken olmuş olmasıdır.
Tarihler 19 Mart 1982'yi gösterdiğinde, Güney Georgia adasına çıkan Arjantin kuvvetleri adayı işgal etti. İngiltere derhal harp filosunu bölgeye yolladı ve böylece savaş başladı. İngilizlerin Arjantin denizaltısı Santa Fe’ yi batırmaları üzerine, Arjantin misilleme olarak Super Etendard uçaklarıyla Fransız yapımı Exocet füzelerini kullanarak, İngilizlerin Sheffield destroyerini batırdı. Füze geminin tam ortasına isabet etmiş, 20 denizci ölmüş, 24’ü de yaralanmıştı. Bu taarruz İngiliz askeri yetkililerinin, 165 kg.lık harp başlığı taşıyan ve bilgisayarlı güdüm sistemine sahip Exocet füzelerinin, Arjantin’i zafere götürebileceğini düşünmelerine yol açmıştır. 2 Mayıs’ta da bir İngiliz denizaltısı, insanlık dışı bir
hareketle savaş alanından 350 km. uzaklıkta bulunan bir Arjantin kruvazörünü batırarak, 350 denizcinin ölümüne yol açmıştı. Arjantin de İngilizlere kayıplar verdirmeye devam etmiş, birkaç gün içinde 4 gemi; 2 füze-atar fırkateyn (Ardent ve Antilope), 1 yük gemisi (Atlantic Conveyer) ve 1 destroyer (Conventry)i batırmayı başarmıştır. İngiltere bu kötü gidişin nedeninin Arjantin hava kuvvetlerinin uçaklardan attığı AM-39 tipi Exocet füzeleri olduğunu anlamış ve bu tehdidi ortadan kaldırmak veya en azından etkisini azaltmak konusunda, Exocet füzelerinin ve bu füzeleri atan “Super Etendard” uçaklarının üreticisi olan Fransa’dan yardım almaya karar vermiştir. Bu konuda İngiltere’nin her isteğine olumlu yanıt veren Fransa savaşın sonucunun İngiltere için zaferle sonuçlanmasında büyük rol oynamıştır. Elde ettiği bilgilerle İngiltere, füzeleri hedefine götüren radar frekansını karıştırıp, bu füzelerin denize düşmesini sağlamıştır. Fransa ve İngiltere arasında yapılan bu bilgi alış-verişi hakkında bugüne kadar resmi bir açıklama yapılmış olmasa da Exocet füzelerinin üretici firması Aerospetiale sözcüsü Patrick Mercillon “Herhangi bir bilgi transferi olmuşsa, bu hükümetten hükümete olmuştur; ben bunu teyit edemem, inkâr da edemem” şeklinde açıklama yapmıştır. Ayrıca savaştan sonra konuşan dönemin yetkilileri, böyle bir bilgi alış verişi olduğunu söylemişlerdir.
Yaşanan bu füze krizinin yanında, Arjantin için çok daha kötü bir durum da kendi içinde gerçekleşmiştir. Bu durum personelin silahlar hakkındaki bilgisizliğidir. Hava Kuvvetleri tarafından atılan birçok bomba İngiliz gemilerine isabet etmiş ancak patlamamıştı. Patlamayan mermilerin nedeni aşırı kurulma gecikmesiydi. Bu durumda, kurma çarkı bombayı çarpma anında tam olarak kurmamış olduğundan sonuç; İngiliz gemilerine vuran, güverteyi delen, İngiliz personel
tarafından etkisiz hale getirilene kadar geminin içinde bekleyen patlamamış bombalar olmuştur.
Arjantin torpidoları da, Arjantin personelinin benzer bir tecrübe eksikliğinin kurbanıydı. SAN WIS tarafından ateşlenen 4 Telefunken torpidosunun hiçbiri “sıcak, düz ve normal” atış değildi. Alman teknisyenler tarafından yapılan savaş sonrası araştırmalar meydana çıkarmıştır ki; Arjantin denizaltı personeli, torpidonun atış kontrol sistemi ile gemiye yüklenen her torpidoya bir ayar cihazı bağlanması gerektiğini bilmemektedir. Savaştan sonra Alman teknisyenlerin yönetiminde Arjantin denizaltılarından yapılan atışlar tatminkâr bir silah performansı ile sonuçlanmıştır.
Tüm bu olaylar sonucu Arjantin savaşı kaybetmiş ve adalar üzerinde İngiltere’nin hâkimiyeti sürmüştür. Savaş sonucundaki kayıplar Arjantin için 649 ölü, 1.068 yaralı, 11.313 esir; İngiltere içinse 258 ölü, 777 yaralı, 115 esir olmuştur.
İki taraf da birçok deniz ve hava aracını kaybetmiştir.

05 Mart 2022

III.Haçlı Seferi

Üçüncü Haçlı Seferi, 1189-1192 yılları arasında gerçekleşmiş Haçlı seferidir.


Selahaddin Eyyubi'nin Haçlıların elinden Kudüs'ü alması üzerine Avrupa'da yeni bir Haçlı seferi düzenlendi.

Alman imparatoru yaklaşık yüz bin kişilik ordusuyla Anadolu'ya girdi. Beklemediği bir savunma ile karşılaşan ve ağır kayıplar veren Alman imparatoru Friedrich Barbarossa Silifke'de boğulunca ordusu dağıldı.

Deniz yoluyla hareket eden Fransız ve İngiliz Haçlı orduları ise Selahaddin Eyyubi'yi yenemeyerek geri döndüler.

Arka Planda Gelişmeler

Suriye, Filistin ve Mısır Müslümanlarının birleştirilmesi

İkinci Haçlı Seferide Haçlılar başarı kazanamadılar ve Nureddin Zengi birleştirilmiş Suriye'yi Şam'dan idareye devam etti. Nureddin idaresi altındaki arazileri genişletmek istemekteydi ve bu nedenle dikkatini Mısırda hüküm süren ve Şii meşrebinin İsmailî mezhebine dahil olan Fatımiler devletine çevirdi.

Fatımi devletinin iktidar gücünden uzaklaştırılmış olan veziri Savar Mısır'dan kaçıp Şam'a gelmişti ve Nureddin Zengi'yi Mısır'ı ele geçirebilceğini inandırdı. Nureddin Zengi, Fatımi devletini Mısır'dan atmak için 1163'te bir askeri sefer hazırladı. Bu orduya Zengi'nin çok inandığı bir general olan Şirkuh komuta etmekteydi. Bu orduda eski Fatımi veziri Savar ve Şirkuh'un yeğeni olan genç Selahaddin'de bulunmaktaydı.

Şirkuh'un ordusu Nisan 1164'te Suriye'den harekete geçerek Ürdün Nehri'ni doğu yakasından takip ederek Ölü Denizin güneyine gelip buradan batıya dönerek Sina Yarımadası kuzeyinden Akdeniz kıyılarına geldi. 24 Nisan'da Mısır'ın en doğuda limanı olan Bilbays'ı eline geçirdi. 1 Mayıs'ta Kahire önünde kampa girip şehri kuşatmaya başladı. 13 yaşında olan Fatımi Sultanı El-Âzıd Li-Dinallâh'ın veziri ve gerçek devlet idaresinde elinde bulunduran Veziri "Dirgham" bu ordunun gelişine çok şaşırmıştı ve nasıl bir mukavemet sağlayacağını bilemedi. Her şeyi geride bırakıp kaçmakta iken yakalanıp öldürüldü. Yerine daha önce vezir olan ve Sirkuh'la birlikte gelen Savar tekrar Fatımi vezirliğine getirildi. Savar daha önce Nureddin Zengi ordusu tarafında olmakla beraber, iktidarı tekrar eline geçirince Sirkuh'un Mısır'dan ayrılmasını istedi. Sivar bu isteğini Sirkuh ve Suriye ordusuna kabul ettirmek için Mısır'daki Fatımi ordusuna güvenemiyordu. Bu nedenle Kudüs'teki Haçlı Devlet Kralı olan I. Amalrik'e bir elçi göndererek ondan askeri yardım istedi. Zaten Mısır'a gözlerini dikmiş olan I. Amalrik bu fırsatı elinden kaçırmak istemedi ve Temmuz 1164'te ağır süvari şövalyelerden oluşan bir Haçlı ordusunu Sina üzerinden Mısır'a gönderdi. 1164'te bu Haçlılar şövalyeler ordusu Mayıs'tan beri Mısır'da bulunup Bilbays önünde savunma mevkileri hazırlamış olan Sirkuh'un ordusu ile muharebeye girişti. Sirkuh ordusu burada haftalarca Haçlı hücumlarına karşı durdu. Fakat Sirkuh ana üssünden uzaktaydı; Haçlı ve Mısır Fatımi orduları arasında kalmıştı ve böylece stratejik durumu hiç iyi değildi.

Haçlıları Mısır'da Bilbays'taki hücumlarından vazgeçirmek için bir büyük ordu ile Nureddin Zengi Haçlı Antakya Prensliği'nde hücuma geçti. Antakya yakınlarında bulunan Harim kalesini kuşattı. Bu kaleyi kurtarmak için Antakya Prensi III. Boemondo ve Trablus Kontu orduları ile geldiler. Bu kale önünde büyük bir muharebe, Harim Muharebesi, yapıldı. Nureddin Zengi ordusu bu muharebede büyük bir zafer kazandı. Çok sayıda Haçlı askerleri ve 2.000 kadar şövalye öldürüldü ve Antakya Prensi ve Trablus Kontu esir olarak alındı.

Nureddin Zengi bu "Harım Muharebesi" galibiyetinden sonra eline geçen Haçlı bayraklarını ve ölen Haçlı şövalyelerinin kellelerini bir torbaya koyarak bir emin habercisi ile Mısır'a Bilhays'ta muharebeye devam eden Sirkuh'a gönderdi. Bunlar Bilbays'ta bulunan Haçlı ordularına teşhir edildi. Moralleri çok bozulan Haçlı ordusu ve şövalyeleri Bilbays'ı bırakıp Filistin'e geri dönmeye karar verdiler. Kudüs Kralı I. Amalrik Sirkuh ile barış müzakerelerine girdi ve bu müzakereler sonunda her iki ordunun da Mısır'dan ayrılması üzerinde anlaşıldı. Ekim 1044'te Haçlı ordusu Filistin'e döndü ve Sirkuh ile Suriye ordusu da aynı geliş güzergahlarını takip ederek 2 hafta içinde Şam'a geri geldi.

Bu altı ay süren askerî harekâttan en karlı çıkan Fatımi Devleti veziri Savar olmuştu. Fatımi Devleti'nde iktidarı eline geçirmişti ve bu iktidar gücünü pekiştirmeye koyuldu. Fakat Sirkuh'un hiç yenilge görmeden Bilbays'tan ve Mısır'dan ayrılmaktan hoşlanmıyacağı açıktı. Hemen Sirkuh'un Nureddin Zengi'yi yeniden bir Mısır seferi hazırlamaya ikna etmeye hatta zorlamaya çalışacağı öğrenilmişti. Savar Haçlı Kudüs Kralı I. Amalrik ile bir askeri savunma anlaşması yaptı. Bu anlaşmayı öğrenen Nureddin Zengi'nin eskiden yeni bir Mısır seferine girmeye pek niyetli değilken yeni bir seferi uygun görmeye başladı. 1167 yılı iki tarafın yeni bir Mısır seferi hazırlıklar yapması ile başladı.

1167'de Sirkuh emrindeki Suriye ordusu yine aynı güzergâhı takip ederek Mısır'a girdi. Aynı zamanda Kudüs Kralının Fatımilere yardım için hazırladığı Haçlı ordusu Filistin üzerinden Mısır'a geldi. Savar emrindeki Fatımi ordusu ve Kudüs kralının Haçlı ordusu Kahire önünde doğudan geleceğini bekledikleri Suriye ordusunu beklemeye koyuldular. Fakat Sirkuh Kahire'nin güneyinden şehrin etrafından dönerek batıdan geldi ve kamp kurduğu Gize'de piramitler mevki ile savunucu ordular arasında Nil Nehri bulunmaktaydı.

Amalrik ve Savar Nil Nehrini geçip Sirkuh'un ordusuna hücum etmek için planlara başladılar. Sirkuh ise ana üssünden çok uzaklarda olduğu için daha kurnazca bir strateji uygulamaya başladı. Sirkuh hemen kuzeye çekilmeye başladı. Amalrik ordusunun bir kısmı bu 'kaçışı' takibe başladı. 18 Mart 1167'de iki tarafta Nil Nehri'nin batı yakasında Babayn'da muharebeye giriştiler ve takip eden Haçlı ordusu büyük bir yenilgiye uğradı. Amalrik bu yenilgiden kaçtı ve yeni asker toplamak için Kahire'de kalmış olan Savar'la tekrar birleşti. Babayn Muharebesinden sonra Sirkuh ve Suriye ordusu ise hızla İskenderiye'ye çekildi ve İskenderiye halkı tarafından çok iyi karşılandı. Yeni Fatımi ordusuyla Savar ve Avrupa'dan yeni gelen Haçlılarla ve Haçlı donanmasıyla takviye edilen Haçlı ordusu çok geçmeden İskenderiye'yi kuşatmaya aldılar.

Bir ay süren kuşatmadan sonra Suriye ordusu ve İskenderiye büyük bir bir zorluğa girdi. Buna karşı durabilmek için Suriye ordusunun komutasını yeğenine bırakan Sirkuh küçük ama seçkin bir süvari birliği ile kuşatmayı yardı ve Yukarı Mısır'a gitmeye başladı. Yukarı Mısır'da köylüleri Savar ve Fatımiler aleyhinde ayaklandırıp birliğini yeni askerlerle takviye ederek kuşatıcı ordu arkasında güneyden yeni bir cephe açtı. Haçlı Ordusu komutanı Kudüs Kralı I. Amalrik ülkesine kuzeyden Suriye'den Nureddin Zengi'nin yaptığı baskınlardan korkmaktaydı ve Kudüs'e geri dönmeye hazırdı. Sirkuh bir elçi göndererek üç sene önce olduğu gibi her iki dışarıdan gelen ordunun da Mısır'dan çekilmesini teklif edince bu bir anlaşmaya neden oldu. Haçlılar ve Fatımiler İskenderiye kuşatmasını kaldırdı ve Suriye ordusu başlarında Selahaddin bir törenle İskenderiye'den ayrıldı. Ağustos 1167'de Haçlı ordusu Kudüs'e ve Sirkuh'un Suriye ordusu Şam'a eski güzergahlarını takip ederek geri çekildiler

Ertesi yıl çatışmalar yeniden daha şiddetle ortaya çıktı. Amalrik, Fatımi veziri Savar ile müttefiklik anlaşması yaptığında bu anlaşmanın şartlarına uyulmasının kontrolü için bazı özel şartlar kabul edilmişti. Bu şartlara uygun olarak Amalrik ordusuyla Mısır'dan ayrılmasına rağmen Fatımilerle müttefik anlaşmasına göre Kahire'de bir Haçlı ordusu birliği geride bırakmıştı. Bu birliğin ana görevlerinin başında Kahire kalesi kapısında muhafızlık ederek bu şehre girenleri kontrol etmeleri idi. Diğer önemli görevleri ise Fatımi vezir Savar'in Kutsal Kudüs Krallığı'na vermeye taahhüt ettiği 100.000 dinar yıllık tazminatın ödenebilmesi için Mısır halkından vergi toplanması için gönderilen Kutsal Kudüs Krallığı'na bağlı vergi memurlarını korumaktı. Mısır halkı yabancı vergi memurlarına yüksek vergiler vermekten ve ülkelerinde devamlı olarak yabancı Haçlı askerinin bulunmasından çok şikayetçi idi ve buna karşı reaksiyon gittikçe güçlenmeye başlamıştı.

Halk arasında bu hoşnutsuzluk Fatımi sarayı ve idareci çevrelerine de yayılmıştı. Çok büyük yük olan Hristiyan müttefikler yerine Müslüman Nureddin Zengi'nin gelmesi tercih edilir bir alternatif olarak görülmeye başlandı. Halep'te olan Nureddin'e Fatımi saraylılar ve idarecilerinden birçok mektup, temsilci ve heyet gelmeye başladı. Ama Nureddin'in bunlara karşı reaksiyonu Kudüs Kralı Amalrik'in ne yapacağını beklemek oldu. Kahire'deki Haçlı birliği ve ülkedeki Haçlılara bağlı vergi toplayıcıları halkın hoşnutsuzluğundan gayet iyi haberdardılar ve Mısır halkının kendileri aleyhine harekete geçmesinden korkmaktaydılar. Bunu ifade eden mektupları Amalrik'e göndererek kendilerine destek verecek askeri tedbirleri almasını istediler. Amalrik önce bunlara karşı bir tedbir almaktan sakındı. Gerçekten rasyonel bir yaklaşımın Kahire'deki Haçlı birliklerini geri çekmek ve Mısır'a karşı daha tarafsız ve tecavüzkar olmaktan uzak olan bir politika uygulamak olması aşikardı.

Fakat Amalrik'in mizacına tecavüzkar politika uymaktaydı. Sonra da o yıl Avrupa'dan gemiyle gelen hacılar arasında Müslümanlara karşı savaşmayı din icabı olarak gören birçok Haçlı gelmişti. Yeni bir Haçlı ordusu kuran Kudüs Kralı yeniden dördüncü defa bir daha Mısır seferi yapmaya karar verdi. Ekim 1168'de Kral Amalrik başlarında olarak yeni bir Haçlı şövalyeler ordusu Mısır'a girdi. Bu ordu Bilhays kalesine yöneldi ve bu kaleyi ellerine geçirdiler. Hiçbir açık sebep olmadan yeni Haçlı ordusu büyük bir katliama girişerek kale savunucularını ve şehirde yaşayan erkek, kadın, çocuk ayrımı yapmadan ve Müslüman ve Koptik mezhepli Hristiyan farkını hiçe sayarak Mısırlı sivil halkı tümüyle öldürdüler. Bu büyük katliam haberi Mısır'a hemen yayıldı ve Haçlılara karşı büyük bir reaksiyon ortaya çıktı. Tarihçi İbn Esir'in yazdığına göre

Eğer Frenkler Bilhays'ta başka türlü hareket etselerdi Kahire kalesini çok kolay ele geçirebilirlerdi. Şehri idare edenler kaleyi Haçlılara teslim etmeyi zaten kabullenmişlerdi. Fakat Bilhays'ta olanların haberleri yayılınca Kahireliler sonucu her ne olursa olsun Haçlılar ordusuna direnç göstermeye karar verdiler.

Haçlılar ordusu Kahire'ye doğru ilerlerken Fatımi veziri Savar Kahire'nin sivil halkının yaşadığı eski şehri yakıp harabeye döndürmeye ve Haçlılara yanmakta olan bir harabe bırakmaya karar verdi. Şehrin sivil halkı o zamana kadar sadece saray, hükûmet binaları, askeri kışlalar ve el-Ezher medresesi bulunan Kahire kalesi surlarıyla çevrili yeni Kahire'ye çekildiler. Eski şehirdeki her türlü yapıya 20.000 küp kadar nafta döküldü ve bunlar ateşe verildi. Çıkarılan yangının 54 gün sürdüğü ve eski Kahire'nin yerle bir olduğu bildirilir. Savar bu tedbiriyle Kral Amalrik'i bu Haçlı istila hareketinden vazgeçmeye zorlayabileceğini sanmaktaydı. Böylece Halep'teki Nureddin Zengi'nin desteğini almadan bu son Haçlı hücumunu geri çevirebileceğini ummaktaydı. Bu nedenle Savar Amalrik ile yazışmalarına devam etti.

Fakat Savar ve etrafındaki kliği Fatımi idarecilerinin ve saraylılarının desteğini kaybetmişti. Savar aleyhinde olan Fatımi kliği Fatımi Halifesi ve Sultanı El-Âzıd li-Din-Allâh'i de Savar aleyhine çevirebilmişlerdi. Fatımi Sultanı ve Halifesi El-Âzıd Halep'teki Nureddin Zengi'ye çok hissi bir mektup göndererek ondan yardım istedi. Bu mektupla birlikte halife birkaç tutam saç göndermişti; bunların kendi harem kadınlarının saçları olduğunu ve bunların kadınlarının kendilerini Frenklerin zulmünden kurtarmasını sağlamak için ona yalvarıp ondan yardım istediklerini gösterdiğini ifade etmişti.

Bu mektupların Halep'te Nureddin'e eriştiği zaman ne olduğu Selahhadın Eyyubi hatıralarında bulunmaktadır. Nureddin Sirkuh'a tekrar bir orduyla Mısır'a gitme emri verdi. Sirkuh yeğenine kendiyle gelmesini istediği zaman Selahaddin buna önce çeşitli şahsi nedenler göstererek Mısır'a gitmek istemediği ve sonra amcasının ısrarı ve zoruyla bu orduya katıldığı bilinmektedir.

Amalrik olanlardan haberdardı. Kahire'nin kendine teslim edileceğine yakılıp harabeye döndürülmesinden çok etkilenmişti ve Mısır halkının Haçlılara devamlı karşı olacağını anlamıştı. Nureddin'in Suriye'den yeniden göndereceği ordu ile kuzeyden ve Savar'in Fatımi ordusu ile güneyden birlikte hücumlarına karşı koyamayacağını bilmekte olan Amalrik, bu nedenle 2 Ocak 1169'da Haçlı ordusuyla birlikte Mısır'dan çekilip Filistin'e geri dönüşe başladı.

Sihruh ve Suriye ordusu hiç Haçlılar ile karşılaşmadan 8 Ocak 1169'da Kahire'ye girdi. Harabeye dönmüş şehirlerinde Kahireliler ve vezir Savar dahil Fatımi idarecileri bu orduyu çok büyük bir tezahüratla kurtarıcı olarak karşıladılar.

Selahaddin Eyyubi'nin vezirliği ve Eyyubi devleti kurulması

8 Ocak 1169'da Sirkuh Kahire'ye girdi ve Fatımi idarecileri ve halk tarafından büyük bir sevgiyle karşılandı. Savar, son birkaç hafta Haçlılara karşı savaşmakla beraber, onları çağıran ve onlarla anlaşma yapan bir idareci olarak bilinmekteydi. Şavar Hristiyan haçlı orduları ile müttefiklik yaptığı için, Fatımi halifesinin de kabulü ile, 18 Ocak'ta yakalandı ve idam edildi. Bazı tarihler onun Selahaddin tarafından şahsen öldürüldüğünü açıklarlar. Yerine aynı gün Mısır'da Fatımi Devleti veziri olarak Sirkuh atandı. Sirkuh, Şavar'in vezirlik ikametgâhına gittiği zaman bütün evinin eşyalarının yağmalanmış olduğunu, üzerinde oturacak bir minder bile kalmadığını gördü. Fakat 1169'da birkaç haftalık bir vezirlikten sonra, hiç beklenmedik şekilde zengin bir ziyafet yemeğinden sonra Sirkuh birden bir kriz geçirip öldü.

Tarihçi İbn Esir'in belirttiği gibi, Fatımi halifesi danışmanları ölen Sirkuh'un yerine genç yeğeni Selahaddın Yusuf'un vezir seçilmesini tavsiye ettiler. Buna bir neden de genç ve tecrübesiz bir idareci olacağı için halifenin ve danışman saraylıların yeniden iktidar gücünü kazanabilme ihtimali idi. Böylece Selahhadın Fatımi halifesi tarafından "el-melik el-nasır" unvanı ile vezir tayin edildi. Fakat Selahaddin şahsen iktidara hakim olmakta gecikmedi. Hemen kendisine itaat etmeyeceği düşündüğü Fatımi saraylılar ve bürokratlarını değiştirip onların yerine kendi adamlarını devlet idaresine yerleştirdi. Fatımi muhafız askerlerinin ortaya çıkardığı isyan hareketi Selahaddın'in kardeşi Adil tarafından çok sertçe bastırıldı; elebaşları olan Nubiyalı muhafızların kışlası basılıp hepsi elimine edildi ve Fatımi Ermeni muhafızlarının kışlaları yakıldı.

Ekim 1169'da Kudüs Kralı Amalrik tarafından beşinci defa Mısır'ı istila harekâtı başlatıldı. Bizans İmparatoru Nureddin Zengi'nin bir generalinin Mısır'da güç kazanmasından kuşkulanmaktaydı. Sonra da Nureddin Zengi Güneydoğu Anadolu'da Diyarbakır Emiri Artuklu Kara Arslan ölüp ve Musul Emiri olan kardeşi Kutubeddin Zengi'nin sağlığının bozulması dolayısıyla yerlerine geçecek varislerin arasında büyük çatışmaların çıkması ile uğraşması gerekmekteydi ve Mısır'a yardım sağlayamayacağı öğrenilmişti.

Bu nedenlerle Kudüs Haçlılarının yeni bir Mısır'ı istila planı için Bizans donanması desteği sağlanması kararı alındı. 10 Temmuz'da Bizans donanması Contostephanus komutası altında Konstantinopolis'ten ayrıldı. Kudüs Kralı Amalrik komutasındaki Kudüs devleti Haçlı ordusu ise ancak Ekim'de Mısır'a girip Dimyat kalesine hücuma ve kaleyi kuşatmaya başladı. Nil Nehrine çekilen zencir yüzünden de Bizans donanması Dimyat önüne gecikerek geldi. Ayrıca mevsim geç olduğu için Bizans donanması için gereken yiyecek iaşesi sağlanamadı. Kudüs'ten gelen Haçlı şövalyeler da bu levazım gereğini planlamadıkları için Bizanslılara iaşe yardımı vermekten çekindiler. Bizans donanması mensupları büyük bir yiyecek sıkıntısına girdiler. Böylece Hristiyan istilacıların iki tarafının arası daha da açıldı. Ayrıca Kudüs Haçlı ordusu komutanı Amalrik Bizans donanma komutanının taktik tavsiyelerine kulak asmamaya başladı. Özellikle Dimyat kalesine hemen büyük bir hücuma geçmekten kaçındı. Savunucularin Nil üzerinden gönderdikleri bir ateş gemisi Bizans donanmasına büyük zararlar vermekte iken donanmanın tümüyle yanması Amalrik'in aldığı tedbirlerle önlenebildi. Yağan yağmurlar kale önünü ve Haçlı ordugahını çamur alanına döndürmüştü. Kalenin savunucuları da çok iyi hazırlıklıydılar, iyi organize edilmişler ve iyi komuta edilmekteydiler. Aralık başında bu kuşatmanın hiç sonuç vermeyeceği iyice anlaşıldı.

Bu zaman Selahaddin ile Kudüs Haçlıları arasında barış müzakerelerinin başladığı bilinmektedir. Fakat zamanının tarihçileri müzakerelerin nasıl gelişip nasıl sonuçlar doğurduğu hakkında kesin gerçekleri bildirmemektedirler. Barış anlaşması hakkında da değişik kaynaklar farklı gerçekler vermektedirler. Bunun için günümüzde gerçekte yapılan barışın şartlarının neler olduğu bilinmemektedir. Ama bu barış şartlarına göre 13 Aralık'ta Haçlı ordusu kuşatma mancınıklarını yakarak Dimyat önünden ayrıldı ve Filistin'e fazla zayiat vermeden geri dönebildi. Bizans donanması ise Akdeniz'de kötü hava ve fırtına dolayısıyla çok büyük zayiat verdi ve donanma komutanı Contostephanus bile ancak Tarsus'a Kilikya kıyısına çıkabildi ve karadan Konstantinopolis'e dönebildi.

Nureddin Zengi 1174'te öldü. Yerine 11 yaşında olan oğlu As-Salih Şam'da hükümdar oldu. Fakat ileri gelenler bu genç hükümdarı Kudüs'te yerleşmiş olan Kutsal Kudüs Krallığı'na karşı Müslüman direnişini ve ilerleyişini önleyecek bir komutan olarak göremediler. Böylelikle denenmiş ve tanınmış komutan ve hükûmet idarecisi olan Selahaddin Eyyubi hem Mısır hem de Suriye hükümdarı olarak seçildi ve Eyyubiler devleti kuruldu.

Yeni Kudüs Kralları ve Renaud de Châtillon'un Eşkiyalığı

Kudüs Kralı I. Amalrik 1174'te öldü. Yerine o zaman 13 yaşında olan oğlu IV. Baudouin Kudüs Kralı oldu. IV. Baudouin genç olduğu gibi cüzzam hastalığından da muzdaripti. Buna rağmen IV. Baudouin'in etkili ve aktif bir askeri komutan olduğu anlaşıldı. 1176'da hapislikten kurulmuş olan "Renaud de Châtillon" desteği ile 1177'de "Montgisard Muharebesi"'nde Selahaddin ve ordusuna karşı bir galibiyet kazandı.

Bundan hemen sonra da yapılan müzakereler sonunda Hristiyan ve Müslüman idaresi altındaki bölgeler arasında serbest ticaretin yapılması hakkında Mısır ve Suriye Sultanı ile bir anlaşma imzalanmasına neden oldu.

Fakat Kudüs Kralına destek veren Renaud ise azılı bir eşkıya gibi hareket ederek imzalanan anlaşmaya ve askeri duruma hiç aldırmadan bölgedeki Müslüman ticaret kervanlarına hücum etmeye başladı. Bu eşkıyalık hücumlarını bir gemi filosu edinerek deniz ticaretine de uygulamaya başlayıp Kızıl Deniz'de ticaret gemilerine korsanlık hücumlarına da yapmaya başladı. Hatta Mekke'ye giden hacılara ve daha da azılı bir haydutluk olarak Mekke yoluna hücumlar yaptı. Bu nedenle Renaud'un Orta Doğu'da azılı bir eşkıya ve korsan olarak büyük ismi çıktı.

IV. Baudouin'in oğlu yoktu ve bu nedenle kız kardeşinin oğlu, yani yeğeni, olan V. Baudouin'i kendine veliaht seçti ve 1183'te ona ortak kral olarak taç giydirtti. 1185'te IV. Baudouin öldüğünde yerine ortak kral olan yeğeni V. Baudouin geçmesi gerekti; ama V. Baudouin daha 8 yaşındaydı. "Trablus Kontu III. Raymond" da taht naibi olarak gerçek hükümdarlık görevlerini yapmaya başladı. Fakat V. Baudouin daha 9 yaşına girmeden 1186'da öldü. Geçmiş kral olan IV. Baudouin'in kızı ve V. Baudouin'in annesi olan Prenses Kudüslü Sibylla kraliçe olarak Kudüs tahtına geçti ve Sibylla'nın kocası olan Lüzinyanlı Guy ise Kral oldu.

Tam bu sırada Renaud de Châtillon tekrar bir Müslüman kervanına pusu kurmuş; ticari eşyaları talan etmiş ve kervana refakat eden tüccar ve yolcuları eline geçirip hapse atmıştı. Suriye ve Mısır Sultanı olan Selahaddin Eyyubi bu hücumdan çok endişelenip yeni Kudüs Kralı'ndan kervan'dan talan edilen eşyaların geri verilmesini ve hapsedilen kervan refakatçilerinin salıverilmesi hakkında ciddi bir mektup gönderdi. Yeni Kral Guy, Renaud'dan yapılmış anlaşmalara uymasını ve Selahaddin'in isteklerine uygun olarak hareket etmesini istedi. Fakat Renaud, kralı olan Guy'un emirlerini dinlemedi.

Hıttin Muharebesi

Renaud de Châtillon'ın nefret uyandıran bu eşkıyalık hareketleri Selahaddin Eyyubi'yi çok kızdırdı. Kudüs Krallığı'na karşı harekete geçip bu eşkıyaları teşvik eden Hristiyan istilacıları ortadan kaldırmaya karar verdi. Mısır, Suriye, Ceziriye'ye haberciler gönderip bu istilacılara karşı bir cihad yapmak için komutası altında birleşmelerini istediğini bildirdi. Buna karşılık olarak binlerce süvari ve piyade gönüllü Şam'a gelmeye başladı.

Kudüs Krallığı bu arada idarecilerin şahsi çekişmelerine sahne olmaktaydı. Yeni kral olan Lüziyanlı Guy, Trablus Kontu olan ve Selahaddin'e daha ılımlı olarak hareket etmeyi kabul eden eski taht naibi III. Raymond'un gücünü kırmaya çalışmaktaydı. Trablus Kontu'nun karısı küçük bir kale olan Tiberya'i elinde bulundurmaktaydı. Kudüs Kralı Lüziyanlı Guy'un bu kaleye hücum etmeye hazırlanmakta olduğundan haberdar olan Trablus Kontu III. Raymond Selahaddin'den askeri yardım istedi. Selahaddin'de bir süvari birliğini bu kaleye takviye olarak yolladı.

30 Nisan 1187'de Selahaddin Raymond'a bir haberci göndererek aralarındaki anlaşmaya uygun olarak Taberiye Gölü etrafında keşif yapmak için ufak bir keşif birliğini Tiberiya civarına göndereceğini bildirdi ve bu birliğin hiçbir hücum yapmayacağını açıkladı. Raymond bunu kabul etmek zorunda kaldı ve kendi arazisinde yaşayanlari bu birliğe yaklaşmamak için uyardı. 1 Mayıs'ta 7000 kişilik bir Müslüman keşif birliği Tiberiya önünden sabahleyin geçip akşamleyin geri döndü ve hiçbir olay ortaya çıkmadı. Ama civarda Saffuriye köyünde bulunan ve Selahaddin-Raymond anlaşmasına karşı olan Hospitalier ve Tapınak Şövalyeleri'nden oluşan birkaç yüz şövalye ve piyadeden kurulu bir asker-kesişler birliği Müslüman keşif birliğine Saffuriye'de hücuma geçti. Ama dinsel şövalyelerden oluşan Haçlı birliği bu Saffuriye Muharebesi'nde büyük yenilgiye uğrayıp büyük zayiat verdi.

Bu Saffuriye yenilgisi üzerine büyük bir papaz, keşiş ve şövalye grubu Trablus Kontu III. Raymond'a gidip onu anlaşmadan vazgeçmeye zorladılar ve Raymond'un Kral Guy'un Salahaddin'e karşı yapmaya düşündüğü harekâta katılmasını sağladılar.

Kral Guy komutasında olan bütün Kudüs Krallığı bölgesinde ve yakınlarda bulunan şövalyeler ve diğer gönüllüleri kapsayan Haçlılar ordusu Akka civarında toplandı. Bu orduya Sur Piskoposu idaresinde birçok Hristiyan papazlar da katıldı ve bunlar özellikle İsa'nın üzerinde olduğu çarmıhın bir parçasını, yani "Gerçek Haç", bu "kutsal" ordunun bir alameti olarak taşımaktaydılar. Bu Haçlı ordusu Saffuriye üzerine yürüyüşe geçti.

Haziran ortasında Selahaddin de 12.000 kişilik süvari ordusunu ve yeni gönüllü piyadelerini Şam ve Tiberyas arasında orta bir noktada toplamış ve onlara bir konuşma yapmıştı. Sonra Selahaddin bir kurnazca bir taktik uygulayarak Tiberyas kalesine hücum ederek bir gün içinde bu kaleyi ele geçirdi. Böylece Haçlı ordusunu kendi istediği bir meydanda Tiberyas'ın yakınlarında bir düzlükte muharebeye yolladı. Selahaddin Celile Gölü'nden çıkan Ürdün Nehri'ni arkasına almıştı ve boynuz şekilde tepesi olan "Hıttin" önünde Kudüs ordusunu beklemekteydi.

Haçlı ordusu 3 Temmuz'da Saffuriye su kaynağından sabah yürüyüşe çıkarak, genellikle 4 saat çeken bu mevkiye hiçbir su kaynağı bulunmayan yoldan gitmeye başladı. Selahaddin'in ufak pusu ve yan hücumlarıyla yavaşlayan Haçlı ordusu ancak akşamüstü susuzluklarını gidermeyi planladıkları Taberiye Gölü'nü uzaktan gören bir sırta vardılar. Hıttin köyü bu sırtın altındaydı ve ilerisinde Taberiye Gölü ve su bulunmaktaydı. Ama bu mevki ile su kaynağı arasında Selahaddin'in ordusu yerleşmişti. Bu nedenle yürüyüşünü durduran Haçlı ordusu geceyi susuz geçirdi.

Ertesi gün 4 Temmuz 1187'de şafakla beraber Haçlı ordusu sırttan aşağıya göle doğru bir hücuma geçti. Susuzluktan çılgınlar gibi ileri atılan Haçlı piyadeleri Selahaddin ordusu tarafından püskürtüldü ve Selahaddin'in ordusu arkalarında, gerideki atlı şövalyelere doğru geri çekildiler. Haçlılar hiçbir savunma hattı kuramadılar ve kuşatıldılar. Ama sonuna kadar savaşmakta devam ettiler. Raymond kaçmayı başardı ve Trablus'a gidebildi. En sonunda Hıttin köyü civarında bir tepede Kral ve 150 kadar şövalye direniş yaptılarsa da sonunda hepsi ya öldürülüp ya da esir alındılar. Selahaddin'in esirleri arasında Kudüs Kralı Guy ile Renaud de Châtillon'da bulunmaktaydı.

Kral Guy ve Renaud, Selahaddin'in çadırına getirildiler. Burada Krala bir bardak su verildi ve Kral suyu içtikten sonra bardağı Renaud'a uzattı ve o da susuzluğunu giderdi. Fakat Selahaddin'in, tercümanına "Krala şöyle Renaud'a su verenin kendisi olduğunu bilsin" dediği bildirilir. Zamanın geleneklerine göre bir esire, esir alan su verirse onun hayatı bağışlanmış olmaktadır. Fakat Selahaddin'in Renaud 'un eski eşkıyalık ve ihanetlerini ve nefret uyandıran hareketlerini af etmeyeceği gayet açıktı. Kral Guy ve etrafındaki sivil şövalyelerin hepsinin hayatları bağışlandı; sonradan hepsi Şam'a gönderildi. Ama Renaud ve keşiş-asker Hospitalier ve Tapınak Şövalyeleri hepsi idam edildi.

Kudüs'ün Fethi ve Kutsal Kudüs Krallığı'nın Ortadan Kaldırılması

Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs Kuşatması ve Fethi

Kutsal Kudüs Krallığı arazilerinde ilerlemeler

Hittin Savaşı'ndan sonra Selahaddin Eyyubi eline geçirdiği fırsatı kullanarak Haçlı'ların Birinci Haçlı Seferi ile ve sonradan ellerine geçirdikleri Filistin ve Lübnan arazilerine geri almaya karar verdi.

Hemen ertesi gün 5 Temmuz'da Selahaddin Tiberiyas kalesine yöneldi ve bu kaleyi idare eden Raymond'un karısı direnişin imkânsız olduğunu görerek anlaşma ile kaleyi terk etti. Bu anlaşmaya göre kaleyi ellerinde bulunduran Haçlılar bütün taşıyacakları eşyaları ile birlikte hiçbir tecavüze uğramadan kaleden ayrıldılar. Bu anlaşma ve sonucu Selahaddin'in diğer fetihleri için bir örnek teşkil etti.

7 Temmuz Salı günü Selahaddin'in ordusu Akka kalesi önüne geldi. Akka bir liman şehri ve Kutsal Kudüs Krallığı'nın denizden Avrupa'ya kapısı olarak çok önem kazanmıştı. Bu kale de hiç direniş yapamadan 10 Temmuz'da teslim oldu. Selahaddin bu kaleden ticaret yapan Avrupalı tüccarları Müslüman idaresinde kalıp ticarete devam etmeye teşvik etti ise de hemen hepsi Akka'dan ayrılıp Trablus'a gitmeyi tercih ettiler. Yine kale savunucuları ve şehirden ayrılmak isteyen tüccar ve şehir halkına hiçbir tecavüz olmadan taşıyabilecekleri şahsi mallarıyla ayrılmaları izni verildi.

Selahaddin ordusunun emirlerini Filistin'de bulunan Haçlı Avrupalı yerleşkelerini teslim almak üzere bu yerleşkeler üzerine gönderdi. Bunlar birbiri ardından hiç direniş görmeden kale ve şehirleri teslim almaya başladılar. Bunlardan en büyükleri olan Nablus, Hayfa ve Nasıra hiç direnişsiz teslim olup bu şehir Hristiyanları da ya Sür'a ya da Kudüs'e gitmek üzere bu kale ve şehirlerden ayrıldılar. Büyük Tebnin kalesi 10 gün direndi. Mısır'dan bir takviye ordusuyla gelen Selahaddin kardeşi Adil'in üzerine gittiği Yaffa'da direniş daha şiddetli oldu. Adil sonunda bu şiddetli direnişi kırarak şehri eline geçirdi ama böyle bir askeri direnişle karşılaştığı için şehrin halkının hepsini köle yaptı.

Selahaddin eline geçirdiği Akka'da fazla kalmadan ordusuyla Kuzey Lübnan sahillerine yürüdü. Sür kalesi çok savunmalı bir coğrafi mevkide olduğu; kale duvarları yüksek ve bakımlı olduğu ve etraftan gelen Haçlılar tarafından iyi olarak korunmakta olduğu için kuşatmaya alınmadan kenarından geçildi. 29 Temmuz'da Sayda kalesi 68 yıllık Haçlı işgalinden sonra teslim oldu. Bunu 6 Ağustos'ta Beyrut ve birkaç gün sonra Jübayl kaleleri takip etti. O sırada Selahaddin, Haçlı Trablus Kontluğu sınırlarına gelmişti. Ama gerisinde Sur kalesini ele geçirmeden bıraktığı için ordusuyla güneye döndü. Yine Sür kalesine kuşatmaya almadan Askelon'a hücuma geçti. 4 Eylül'de Askelon kalesi teslim oldu ve bunu Tapınak Şövalyelerinin elinde bulunan Gaza kalesi takip etti.

Kudüs kuşatması ve fethi

Buradan Selahaddin Kudüs'e bir barış heyeti gönderip bu kalenin kendine teslim edilmesini istedi. Eğer Kudüs teslim edilirse, şehirde kalmak isteyen Hristiyanlara hiç tecavüz olmayacak; kalmak istemeyenler eşyaları ile şehri terk edebilecekler; Kudüs'teki Hristiyan tapınakları koruma altına alınacak ve ileride hacı olarak gelecek Hristiyanlara hiçbir kısıntı ve tecavüz yapılmayacağına dair söz vereceğini bildirdi. Fakat şehirdeki Haçlılar bunu kabul etmeyip Kudüs'ün kendilerine ait olduğunu ve hiçbir şekilde geri verilmeyeceğini cevap olarak verdiler.

Böylece büyük bir kuşatma savaşının önlenmez olduğunu anlayan Selahaddin etraftaki Müslüman idarecilerden yardım istedi ve bunun üzerine ordusu birden büyümeye başladı. Kudüs de kuşatma için hazırlanmaya koyuldu. Ramla'nın Hristiyan hakimi olan İbelinli Balian Selahaddin'in eline geçen Nablus'tan Kudüs'e kaçan karısı ve çocuklarını o kaleden kurtarmak için bir günlük şehri ziyaret için ve Müslüman'lara karşı hiç silah kullanmayacağına yemin ederek Selahaddin'den izin aldı. Fakat şehre gelince kendisinden daha tecrübeli hiçbir komutanın ve idarecinin şehirde bulunmadığını öğrendi ve şehrin ileri gelenleri de kendisinden kuşatma sırasında kalenin savunma komutanı olmasını istediler. Balian yemininden dönmek için Selahaddin'e tekrar haber gönderdi ve Selahaddin bunu kabul etti ve Balian'ın Kudüs'te bulunan karısı ve çocuklarının hiçbir zarar görmeden Sur'a geçmesine izin verdi.

Kudüs etraftan kaçan Hristiyan kadın ve çocuklarla dolmuştu. Şehirde sadece 2 tane şövalye kalmıştı. Balian, 16 yaşından büyük her erkek çocuğu ve 30 kadar tüccarı şövalye yaptı. Eli silah tutabilen herkese silah dağıtıldı. Etraftan erzak toplatıldı. Devletin hazinesini ele geçirip gereken harcamayı yaptı.

Selahaddin ordusuyla Kudüs önüne 20 Eylül'de vardı ve şehir surlarının kuzeyine ve kuzeybatısına hücuma karar verdi. 26 Eylül'de karargahını değiştirip Zeytindağı'a geçirdi. Bu mevki önünde bulunan ve 88 yıl önce Birinci Haçlı Seferi ordusunun çökertip şehre girdiği kapı etrafında tüneller kazılmaya başlandı ve 29 Eylül'de o mevkide surlarda bir gedik açıldı. Şehrin dinsel lideri olan Patrik Heraclius lideri olduğu cemaatinin ve Kudüs'e sığınmış kadın ve çocukların hepsinin köleliğe alınması tehlikesine karşı çıkıp, teslim olmayı kabul ettiğini bildirdi. 30 Eylül'de Kudüs Kalesi komutanı Balian teslim olma müzakerelerine girişmek üzere Selahaddin'in karargahına gitti.

Selahaddin kendisine danışmanlık yapan ve Katolik Haçlıların devamlı hiç hoşgörüsüz konuşma ve hareketlerinden devamlı çok rencide olmuş Ortodoks papazı "Josef Batıt" aracılığı ile zaten şehrin Ortodoks Hristiyan halkının desteğini almıştı ve bunlardan şehir kapısını açacakları vaadini almıştı. Bu nedenle müzakereler de Selahaddin, Balian'ın şehri kayıtsız şartsız teslim etmesini talep etti ve 1099'da Kudüs'e giren "Birinci Haçlı Seferi" güçlerinin yaptıkları büyük katliamı hatırlatarak ona gözdağı verdi. Balian eğer uygun şartlar verilmezse şehirdeki bütün dinlere ait kutsal binalar dahil tüm binaları yakıp yıkacak ve tüm halkı öldürecek gücü olduğunu belirtti ise de elinde başka bir koz bulunmamakta idi. Selahaddin şehirde bulunan her Hristiyan erkeğin 10 dinar; her kadının 5 dinar ve her çocuğun 1 dinar tazminat vermesi halinde Hristiyanların şehri taşıyabilecekleri malları ile terk etmelerini kabul edebileceğini bildirdi. Balian şehirde 20.000 kadar parasız pulsuz fakir muhacir bulunduğunu söyleyip bunların tazminat veremeyeceğini; devlet hazinesinden mümkün olduğu kadar tazminat için para ödeyebileceğini; ama bunun 20.000 kişinin hepsinin tazminatını karşılayamayacağını açıkladı. Selahaddin'in malî danışmanları bunu yeterli bulmadılar. Sonunda 30.000 dinar devlet ödemesi ile 7.000 tazminat ödeyemeyecek Hristiyan'ın ayrılması üzerinde anlaşıldı. Balian bunu kabul edip şehri Selahaddin'e teslim etti.

2 Ekim Cuma günü Selahaddin ordusuyla Kudüs'e girdi. O gün Recep ayının 27'si idi ve o gece Miraç Kandili idi.

Akka ve Kudüs'ün Hristiyan Haçlılara tarafından kaybedilmesi haberleri Avrupa'ya eriştiğinde idareciler ve geniş halak kütlesi üzerinde büyük bir şok tesiri yapmıştır. Bazı tarihçiler Akka ve Kudüs'ün kaybedilmesi haberleri Papa III. Urbanus'a yetiştiği zaman onun bir kalp krizi geçirip öldüğünü bildirirler. Fakat 2 Ekim'de Kudüs'ün Müslümanların eline geçmesi haberinin 22 Ekim'de Ferrara'da ölen Papa III. Urbanus'a erişip erişmediği hakkında tartışma bulunmaktadır.

Fetihten sonra Kudüs

Kudüs'ün teslimi üzerine şehre giren Selahaddin'in ordusu büyük bir disiplinle şehrin idaresini eline aldı; 1099'daki Haçlı ordusunun fethiyle karşılaştırılınca ne bir bina talan edildi; ne bir kişi yaralandı; ne de galip askerler katliama uğrattıkları kişilerin dizlere kadar akan kanları içinden geçip şehrin önemli yerlerine girdiler. Selahaddin hiçbir Hristiyan'a zarar gelmesin diye şehrin sokaklarını devriyelerle korudu. Şehirdeki Hristiyanlar ise şehirden ayrılmak için kişi başına vermeleri gerek tazminatı toplama kaygısı içine girdiler. 7000 kişiyi kurtarmak için gereken 50.000 mark hazinede daha önce II. Henry tarafından verilmiş olan altınlardan karşılandı. Şehirde önemli Hristiyan güç odakları olan Katolik Patriği ve önemli Katolik papazlar; Tapınak Şövalyeleri ve Hospitalier Şövalyeleri kendi menafaatlerinden başka şey düşünmez olmuşlardı ve şehirde bulunan fakir ve kimsesizlere hiç destek sağlamadılar. Tazminatını veremeyen ve 7000 kişi arasında bulunmayanların köleliğe alınmasına hiçbir ilgi göstermediler. Şehir kapısından iki grup ayrıldı. Bir grupda tazminatı şahsen veya hazineden ödenenler bulunuyordu ve bunlar serbest olarak şehirden ayrıldılar. İkinci grup ise tazminat ödeyemeyip köleliğe alınanlardı. Selahaddin ve kardeşi Adil bu ikinci gruba da yardımlarını esirgemediler. Adil kardeşinden kendine mükafaat olarak 1000 köle verilmesini istedi ve bunları hemen serbest bıraktı. Selahaddin köle olması gereken her yaşlı erkek ve kadını serbest bırakmayı kabul etti. Katolik Patriği Heraclius'a 700 köle ve eski şehir komutanı olan Balıyan'a 500 köle bağışlandı ve bunlar da serbest bırakıldı. Selahaddin kocaları ve babaları ölen dul kadınlara ve yetimlere kendi hazinesinden geçimleri için para bağışları yaptı.

Serbest kalan Hristiyanlar, biri Tapınak Şövalyeleri, diğer Hospitaler şövalyeler ve üçüncüsü Balıyan ve Patrik Haraclius komutası altında üç grup kuyruk konvoyu halinde Akdeniz'e doğru yöneldiler. Hristiyanlar elinde bulunan Sur sadece askerleri kabul edip diğerlerine kapılarını kapattı. "Botrun" civarında o bölgenin hakimi olan "Niphin'li Raymond" bir eşkıya gibi kuyruktakilerin taşıyabildikleri şahsi eşyalarını soymaya koyuldu. Kuyruk Trablus'a varınca önce şehre kabul edildiler; ama şehirde kıtlık çıkınca hepsi şehir kapılarından kovuldular. Bu kuyruk sığınabilecek yeri ancak Antakya'ya buldu ve burada bile idareciler bu muhacirlere güçlükler çıkardılar. Bir grup Kudüs muhaciri "Eşkalon" limanına gitmişti. Burada bulunan İtalyan denizciler onları Hristiyan limanlara taşımak için çok büyük ücretler istediler ama liman idarecisi Mısır hükûmet yetkileri bu muhacirleri taşımayan gemilere limandan ayrılma izini vermeyince bu muhacirleri gemilerine alarak Hristiyan limanlarına gitmek üzere ayrılabildiler.

Katolik olmayan Hristiyanlar (Ortodokslar ve Süryaniler) gereken şahsi tazminatı ödemekle ve her yıl çizye vergisi vermeleri gerekmekle beraber Kudüs'ten ayrılmadılar. Katolik Haçlıların geride bıraktıkları gayrimenkullerin çoğu çok kelepir fiyatlarla bu Hristiyanlar ellerine geçti. Selahaddin'in Kudüs fethi Konstantinopolis'e vardığında Bizans İmparatoru II. İsakios Selahaddin'e onu kutlayan bir elçi gönderdi ve Kutsal Hristiyan mevkilerin tekrar Ortodoks Hristiyanlara verilmesini istedi. Selahaddin Hristiyan hacılara hiçbir ekstra yüküm olmasını istemediği için Bizans İmparatorunun bu isteği kabul edilerek ve Kutsal mevkiler Ortodoksların idaresine geçti. Yeniden Müslümanlara eline geçen Kudüs'te bu Kutsal mevkiler gerçekten sadece üç gün kapalı kaldı.

Haçlılar Kudüs'ü işgal ettikten sonra Müslümanlar için kutsal olan Kubbet-üs-Sahra ve Mescid-i Aksa'yi kiliseye çevirmişler; kubbeye hac dikmişler ve Tapınak Şövalyeleri idaresi altına vermişlerdi. Haçlıların ekledikleri her şey çıkarılıp atılıp bu iki kutsal bina daha önceki şekillerine dönüştürüldü. Her iki bina da tekrar Müslüman ibadet yeri olması için içleri ve dışları gül sularıyla yıkandı ve 9 Eylül 1187'de Selahaddin'in de katıldığı Cuma namazı kılınarak bu iki kutsal bina tekrar Müslüman ibadetine açıldı.

Fetihten sonra eski Kutsal Krallık kale ve arazileri

Selahaddin Kudüs'ü ele geçirmekle beraber Filistin ve Lübnan'da hâlâ Haçlı Katolik arazileri ve kaleleri bulunmaktaydı. Kerek Kalesi'ni Adil bir yıl süren bir kuşatmaya aldı ve ancak 1188 yılı sonunda kale teslim oldu. Shoubak'taki Montreal Kalesi de kuşatıldıysa da bu önemli sayılmamaktaydı ama Montreal Kalesi de Kerek Kalesi'nden birkaç ay sonra teslim alındı. Daha güneyde Tapınak Şövalyeleri'nin idaresindeki Safed Kalesi bir ay süren kuşatma sonunda Aralık 1188'de alındı. Hunin'deki Şato Neuf Kalesi bu zamanlarda ele geçti. Ürdün Nehri vadisine hakim olan Hospitalier Şövalyelerinin idaresindeki ise Belvoir Kalesi Ocak 1189'da teslim oldu.

Üçüncü Haçlı Seferi Hazırlıkları

Üçüncü Haçlı Seferi Başlarında
(Yaklaşık 1190'da) Yakındoğu

Yeni Papa olan Papa VIII. Gregorius bir beyanname yayımlayarak Kudüs'ün Hristiyanlar tarafından kaybedilişinin Tanrı'nın Avrupa'da yaşayan Hristiyanların günahlarına karşı bir cezası olduğunu ilan etti. Bütün Batı Avrupa'da Kutsal Ülkelerin tekrar Hristiyanların eline geçmesi için yeni bir Haçlı seferi yapılması için büyük bir kampanya başlatıldı. İngiliz Kralı II. Henry ve Fransız Kralı II. Philippe aralarında olan savaş durumunu kaldırıp barış yaptılar. Her iki krallık da yeni bir Haçlı seferini finanse etmek için halktan Salahaddin öşürü (Saladin tithe) adı verilen özel bir vergi toplamaya başladılar. İngiltere'de kilisenin en büyük dinsel adamı olan Canterbury Başpiskoposu "Exeter'li Baldwin" Galler Ülkesine bir gezi yapıp 3.000 kişilik bir özel ordu toplamayı başardı.

Kutsal Roma-Germen İmparatoru Friedrich Barbarosa'nın Seferi

Yaşlı Kutsal Roma Germen İmparatoru I. Friedrich Papanın yeni Haçlı seferi için çağrısına hemen yanıt sağladı. 27 Mart 1188'de yeni bir Haçlı seferine katılacağını ve bu sefere katılacak Alman haçlılara komuta edeceğini halka ilan etti. Büyük bir Alman haçlı ordusu toplandı. 1188'de Nürnberg'e gelen Bizans elçileri Balkanlarda Bizans arazilerinde geçiş için organizasyon planları üzerinde uyuşma sağlandı.

İmparator ve üçüncü oğlu IV. Friedrich, Swabia Dükü başlarında olarak Alman Haçlı ordusu 11 Mayıs 1189'da Ratisbon'dan merasimle ayrıldı. Bu ordu Haçlı seferleri sırasında toplanan en büyük Haçlı ordusu konumundaydı ve çok iyi silahlı ve çok iyi disiplinli idi. Ordu Macaristan üzerinden, Bizanslılar elindeki Balkanlardan, Konstantinopolis'e doğru yürüyüşe geçti. Bu orduya 2.000 askerle Macar kralı III. Bela'nın en genç kardeşi Geza da katıldı. Bu ordu Balkanlardan geçişi sırasında daha önce yapılan uyuşmaya genellikle katıldı. Bizanslılar 1176 Miryokefalon Muharebesi'ndeki büyük mağlubiyetten sonra ancak 1185'te Anadolu'da durumu dengelemiş ve o tarihte Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan ile bir barış ve müttefiklik antlaşması imzalamışlardı. Büyük Alman Haçlı ordusunun Bizans topraklarında bulunmasından Bizanslılar hoşnutsuzdu. Fakat Alman Haçlı ordusunun büyüklüğü karşısında Bizans'ın fazla direniş göstermesine imkân yoktu.

Alman Haçlı ordusu Bizans arazilerinden yeniden organize edilmiş şekilde merhale merhale geçişe başladı. Yine Haçlı ordusu disiplinsizlik örnekleri gösterdi ve Friedrich Barbarossa'nın ordusu Filibe (o zamanki Philippopolis şimdiki Plovdiv) şehrini işgal etti ve bu şehri tekrar Bizans eline geçirmek için gönderilen 3.000 kişilik Bizans ordusunu yenik düşürdü. Ayrıca Adrianopolis (Edirne) şehrini yaktılar. Bu nedenle bu ordu 1189 sonbaharında Konstantinopolis'e gelir gelmez biran önce Boğaz'dan karşıya taşındı. Bazı kaynaklar Bizans İmparatoru II. İsaakios'un Selahaddin ile bir gizli anlaşma yaptığını ve Selahhadın'ın Bizans topraklarına hücum etmeme garantisine karşılık Haçlı ordusunu zayıflatmak için elinden geleni yapacağı hakkında anlaşama yaptığını bildirirler.

Diğer taraftan II. Kılıç Arslan da bu büyük Alman ordusuyla çatışmaktan sakındı ve Almanlarla antlaşma yaparak bu ordunun Anadolu'dan Selçuklu ordusunun hücumlarına maruz kalmadan geçişini garantiledi. Fakat Almanlara göre bu ordunun Anadolu'dan geçişi sırasında kimseye buyruk olmayan Türkmenlerin zaman zaman hücumlarına maruz kaldı. Akşehir üzerinden, Alman Haçlı ordusu 17 Mayıs'ta bu ordu Anadolu Selçuklu başkenti olan Konya önlerine geldi. Anlaşma gereğince barış içinde ordunun şehir kenarından geçmesi gerekmekteydi; fakat imparator Friedrich şehre hücum edip eline geçirmeye karar verdi. Bazı Alman tarihçilerine göre bu ordu Konya önlerine geldiğinde İmparator Friedrich'in Türkmen hücumlarına karşı sabrı tükenmişti ve Türklere karşı bir yaptırım uygulamak istemekteydi. Diğer tarihçiler Haçlılar Konya önüne geldiğinde II. Kılıç Arslan'ın büyük oğlunu Kutabeddin bu durumu kaldıramamıştı ve babasını tutuklattırarak Haçlı ordusuna karşı koymayı denedi. Her nedenle olursa olsun Alman Haçlı ordusu, yapılan antlaşmaya aykırı olarak 18 Mayıs'ta (bazı tarihçilere göre bir askeri çatışmadan sonra Kutabeddin'in ordusunun çekilmesini takiben) Alman Haçlı ordusu Konya'yı işgal etti. Alman Haçlı ordusu Konya'da 5 gün kalıp yine yürüyüşe geçti. Göksu Irmağı vadisini takip edip Akdeniz'e inmek planlanmıştı.

Fakat Alman Haçlı ordusu 10 Haziran 1190'da tam dağlık araziden çıkıp Silifke civarına geldiği zaman ordusunun ve korumalarının biraz ilerisinde bulunan İmparator I. Friedrich Barbarossa Göksu Irmağı içinde boğularak öldü. Bunun nedenleri çeşitli şekillerde anlatılmıştır. Bazı tarihçilere göre İmparator çok sıcak olan bir günde kendi soğutmak için ırmağa atlamış veya suyun çok soğuk olması dolayısıyla kriz geçirip boğulmuş; ya da suyun hızı beklediğinden çok olup bu hızlı su akışına karşı koyamayıp boğulmuştu. Diğerleri atının sürçmesi dolayıyla ırmağa düştüğünü ve çok ağır zırh giydiği için yahut başını bir kayaya çarptığı için suya batıp boğulduğunu iddia ederler. Ordusunun birlikleri ırmak kenarına geldikleri zaman nehir kıyısında ölü cesedi ile karşılamışlardır.

Oğlu VI. Friedrich, Swabia Dükü, Haçlı Alman ordusunun komutasını üzerine aldı. Fakat büyük Alman haçlı ordusu hemen tümüyle demoralize olmuştu. Bazı Alman asilleri hemen karadan geri döndüler' diğerleri Silifke'ye ve Tarsus'a gittikten sonra denizden Avrupa'ya gitmek üzere ordudan ayrıldılar. Swabia Dükü emri altında Antakya'ya erişen Haçlı Alman ordusu 5,000 kadardı.

Antakya Prensi III. Boemondo, Swabia Dükü ve ordusuna büyük misafirperverlik gösterdi. Ölü imparatorun cesedi sirke içinde Antakya'ya getirilmiş; ama sirke cesedi koruyamamıştı. Cesedin kalan kısımlarının çoğu Antakya Katedrali'ne gömüldü ama bazı kemik parçaları Kıyamet Günü'nde Friedrich'in Kudüs'e bulunmasını sağlamak için ordu tarafından saklandı. Sonunda Swabia Dükü yakın akrabası olan Akka Dükü Montferrat'lı Conrad yardımını istedi. Onun yardımıyla ölü imparatorun kemikleri Antakya Katedralinden alınarak Akka'ya götürüldü ve oradaki katedralde gömüldü. VI. Frederick, Swabia Dükü ise 1191'de Akka Kuşatması sırasında öldü.

İngiliz Kralı Aslan Yürekli Richard'ın ve Fransa Kralı Philippe'nin Filistin'e Gelişi

İngiltere Kralı II. Henry oğlu (Aslanyürekli) I. Richard ile Fransa kralı II. Filip tarafından mağlup edildikten sonra 6 Temmuz 1189'da öldü. Richard İngiltere Krallığı tahtına geçti. Tahta geçtikten sonra ilk büyük uğraşı yeni bir haçlı seferine gitmeyi finanse etmek para toplamaya başlamak oldu. Temmuz 1190'da Richard ve Filip birlikte Kutsal Filistin topraklarına gitmek üzere, ilk önce Sicilya'ya gitmek üzere Fransa'nın Akdeniz limanı olan Marsilya'dan bir gemi filosuyla ayrıldılar. Filip'in 650 şövalye, 1.300 at ve 1.300 şövalye hizmetkarından oluşan ordusu onlara refakat etmekteydi. Bu seyahat için Filip bir Ceneviz filosu kiralamıştı.

Norman Sicilya Krallığı Kralı olan II. Guglielmo 1189'da ölmüştü ve yerine Sicilya Krallık tahtına Tancerdi geçmişti. Tancerdi, II. Guglielmo'in karısı olan ve Richard'ın kız kardeşi olan Kraliçe İngiltere'li Giovanna'yı hapse attırmıştı. Sicilya'ya geçen Richard Sicilya başkenti Messina'yı kuşatıp 4 Ekim 1190'da ele geçirdikten kız kardeşi Giovanna'yı hapisten kurtardı. Tam bu sırada Richard ile Filip arasında, Richard'ın evlenmesi hakkında büyük bir çatışma ortaya çıktı. Richard uzun bir zamandır Filip'in baba bir anne ayrı kız kardeşi olan "Vexin Kontesi Alis" ile evlenmek üzere nişanlıydı. Fakat Richard bu nişanı bozdu ve "Navare'li Beregaria" ile evlenmek üzere yeni bir nişan yaptı. Bundan hoşlanmayan Filip, Richard'ı Sicilya'da bırakarak, 30 Mart 1191 kendi ordusuyla gemiyle Doğu Akdeniz'e gitmek üzere ayrıldı ve Mayıs ortasında Sur limanına gelip karaya çıktı. Richard kız kardeşi ve yeni nişanlısı ile birlikte Sicilya'dan ancak 10 Nisan 1191'da ayrılabildi.

Richard'ın Sicilya'dan ayrıldıktan kısa bir zaman sonra bu yaklaşık 9.000 kişiyi taşıyan 100 kadar gemiden oluşan filo çok şiddetli bir fırtına ile karşılaştı. Richard'ın gemisi Girit'e sığınmayı başardı. Ama birkaç gemi fırtına yüzünden Kıbrıs açıklarında iken karaya vurdular. Karaya vuran gemiler içinde Richard'ın kızkardeşi "İngiltere'li Giovanna" ve nişanlısı "Navarre'li Berengaria" 'da bulunuyordu. Ayrıca Haçlı seferinin finanse etmek için topladığı fonları taşıyan gemi de karaya vurmuştu. Bu hazineyi taşıyan geminin ve Richard'ın kızkardeşi ve nişanlısının esir olarak Kıbrıs'ta hüküm süren İsaakios Komnenos'un eline geçtiği öğrenildi. Richard bunları geri almak üzere 6 Mayıs'ta Kıbrıs'a Limasol'a çıktı. Burada İsaakios'la görüştü. İsaakios ile Richard, Richard'in yakını genç kadınların ve hazinenin geri verilmesi ve ayrıca 500 kişilik bir Kıbrıs birliğinin Richard'la birlikte Filistin'e gitmesi için anlaştılar. Fakat İsaakios kendinin çok pekiştirdiği Mağusa Kalesi'ne dönünce bu anlaşmayı kabul etmediğini ve Richard'ın hemen Kıbrıs'tan ayrılmasını istediğini ilan etti. Bunun üzerine Richard Kıbrıs'ı işgale başladı. İsaakios, Adanın en kuzey üçü olan Karpaz Yarımadası'nda bulunan Zafer Burnu (Cape Andreas) mevkinde esir düştü. Efsaneye göre, Richard demir parmaklıklar altında esir tutmayacağına dair söz verdiği için, onu gümüş zincirlerle bağlayıp hapis ettirmiştir.

Akka Kalesi Kuşatması

Hittin Savaşı'nda esir düşen Kutsal Kudüs Kralı Guy 1189'da Selahaddin tarafından hapisten çıkarılıp serbest bırakıldı. Guy kutsal kitap üzerine yemin ederek müslümanlara karşı bir daha bir silah kullanmayacağına söz verdi. Serbest kalır kalmaz Guy Sur'de bulunan Hristiyan ordusunun komutasını üzerine almaya çalıştı. Fakat bu kaleyi Selahaddin'in kuşatmasına karşı başarılı olarak korumuş bulunan "Montferrat'lı Conrad" bunu kabul etmedi.

Bu sefer Guy yeminine rağmen dikkatini Haçlı'ların ve Hristiyan çoğunun Kutsal Filistin'e eski giriş limanı olan ve Selahaddin tarafından Müslümanların eline geçmiş olan Akka kalesi üzerine çekti. Akka kalesinin eline geçirmek için civardan bir Hristiyan ordusu toplayıp Ağustos 1189'da kaleyi kuşatmaya aldı. Önce bu kuşatıcı Hristiyan ordusu küçüktü; ama Eylül'den itibaren gün be gün yeni gemilerle haçlı güçleri gelmeye başlayıp kuşatıcı ordusu büyümeye başladı. Akka kalesi bir burunda idi; güneyinde liman; batısında deniz ve kuzey ve doğusunda birbirine diklemesine bağlanan çok güçlü şehir surları bulunmaktaydı. Surlar şehirdeki Müslüman orduları tarafından korunmaktaydı. Kuşatmacı Haçlılar bir yarım ay şeklinde surlar önünde idiler. Fakat bu şehrin Guy'a geçmesini istemeyen Selahaddin de kendi ordusunu Akka önlerine gönderip kuşatmayı yapan Hristiyan ordusunun arkasına düşmüştü. Selahaddin'in kuşatma dışındaki ordusu kuşatıcı Haçlılarla yaptığı silahlı çatışmalara rağmen kuşatmacı Hristiyan ordusunu tam olarak arkadan kuşatamadı. Önce Anadolu'dan gelmesi beklenen Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa'nın ordularına karşı durabilmek için Selahaddin Akka'ya fazla önem veremedi. Frederich Barbarosa'nın Silifke yakınlarında ölmesi ve ordusunun dağılması haberi geldiğinde de Hristiyan Haçlı ordusunun şehri yakınlarındaki sahil ve limanlara yeni gelen Hristiyan haçlılar tarafından devamlı desteklenmesinden dolayısıyla onları kuşatmadan sökmenin imkânı kalmamıştı.1190 yazında Hristiyan kuşatmacılar kampında birçok hastalık salgın ortaya çıktı. Bunlardan birinde Guy'in ordusuna refakat eden Guy'in karısı Kutsal Kudüs Kraliçesi Kudüslü Sibylla ve genç kızı öldü. Guy'in krallığa meşru hakkı kraliçe Sibylla'nın kocası olmasından dolayı idi. Onun ölmesi ile krallık hukuken Sibylla'nın baba bir anne ayrı kız kardeşi "Kudüs'lu I. İsabella"'ya geçmiş oldu. İsabella "Toron'lu IV. Henry" ile evli idi ama kocası İsabella'nın krallık üzerinde meşru hakkını koruyacak güçte değildi ve bu meşru hakkını korumak nedeniyle İsabella hemen kocasından ayrıldı. Sur'ü idaresinde tutan "Montferrat'lı Conrad" ile yeni bir evlilik yaptı. Böylece yeni kocası "Montferrat'lı Conrad" yeni karısının meşru krallık hakkını korumak üzere Kutsal Kudüs Krallığı'na hakkını ilan etti.

1190-1191 kışında kuşatmadaki ordular içinde yeni dizanteri ve ateşli hastalıklar salgınları aldı yürüdü. Bu salgınlarda "Swabia Dükü VI. Friedrich", "Kudüs Patriği Heraclius" ve "Blois'li Theobald" hayatlarını kaybettiler.

1191 ilkbaharı gelmesi ile Akdeniz yeniden deniz seyahatlarıne elverişli hale geldi. Bu zamanda yeni gelenler arasında "Avustrurya Dükü V. Leopold" vardı ve gelince Filistin'e daha önce gelmiş olan Alman haçlı güçlerinin komutasını hemen eline aldı. Sicilya'dan Fransız haçlı ordusuyla ayrılan Filip Mayıs'ta Filistin'e vardı ve Guy'a destek sağlamaya başladı. 8 Haziran 1191'de Richard Kıbrıs'tan ordusuyla Akka önlerine ulaştı. Richard'ı Kıbrıs'tan getiren 26 gemiden oluşan filo çok sayıda asker ve büyük kuşatma mancınıkları taşımaktaydı. Hemen kaleye hücum etmek için yeniden mancınık ve diğer büyük kuşatma aletlerinin yapımına geçildi. Şehri savunan ordu dışarıdan destek alamıyordu ve açlık almış ve yürümüştü. Şehir ile bağlantı ancak birkaç yüzücü ile kurulabiliyordu. 1191 yazında şehri savunucularının Selahaddin'den istedikleri destek kuşatmacı Hristiyan ordularının büyüklüğü karşısında verilemedi. 11 Temmuz 1191'de iki yıl süren bir kuşatma sonunda Akka kalesi savunucuları surlara Hristiyan haçlı bayrakları çekip teslim ettiklerini ilan ettiler.

Tekrar ellerine geçirdikleri şehrin talanı yüzünden, Haçlı komutanları krallar, Richard, Filip ve Leopold, büyük bir çekişmeye giriştiler. Bu kavgaların birinde Richard, Leopold'un bayrağını kale surlarından indirtip yerlere attırarak ona büyük bir hareket yapmış oldu. Ayrıca Kutsal Kudüs Kralı'nın kim olacağı hakkında da anlaşmazlığa girdiler. Richard, Guy'un krallıkta devam etmesini istemekteydi. Fakat akrabalık dolayısıyla da, Filip ve Leopold, Montferrat'lı Conrad'ın krallık iddiasını meşru bulmaktaydılar. Sonunda iki taraf anlaşmaya vardılar ve Guy'un hayatta olduğu müddetçe Krallıkta devam etmesinde ama öldüğü zaman krallığın Conrad'a geçmesi üzerine karar verdiler.

Filip'in sağlığı iyi değildi. Filip ve Leopold, Richard ile devamlı sürtüşme halinde idiler. Her ikisi de buna fazla dayanmayıp Ağustos'ta Filistin'i terk edip ülkelerine dönmeye karar verdiler. Filip ayrılırken o zamana kadar emrinde bulunan 10.000 kişilik Fransız haçlı ordusunu ve bunların masraflarını karşılamak üzere de 5.000 gümüş marklık bir fonu geride bıraktı.

Bu kuşatmadan sonra her Haçlılar savaşa devam edip Kudüs'ü geri almak istemekteydiler. Ancak her iki tarafında ellerinde esirler bulunmaktaydı. Ama Haçlıların komutanı olan I. Richard esirleri yüksek fidye almadan bırakmak istememekteydi. Selahaddin'in bu bonkör hareketiyle fidyeyi vermeyeceğini anlamış oldu. Richard acımasız tabiatını açığa vurarak 2.700 kadar savunucu erkek askeri ve yaklaşık 300 kadar kadın ve çocuğu birbirlerine iple bağlanmış bir şekilde kale kapısı önüne Selahaddin'in uzaktan görebileceği mevkiye getirtti. Onları Hristiyan Haçlı şövalyelerin "merhametine" bıraktı ve onlar da ellerinde bulunan her türlü kılıç, mızrak ve hatta büyük taş gibi silahlarla esirlerin üzerine üşüşüp tek birini sağ bırakmadan hepsini öldürdüler. buna karşılık Selahaddin esir tuttuğu Hristiyanları öldürerek karşılık verdi.

Arsuf Muharebesi

Akka'yı eline geçirdikten sonra Richard deniz sahilini takip ederek güneye Yafa'ya doğru yürüyüşe geçti. Bu kaleyi aldıktan sonra Filistin'in içerisine Kudüs'e doğru bir hücum yapmayı planlamaktaydı. Fakat Haçlı ordusuyla sahilde yürüyüşe devam etmekteyken Selahaddin ordusuyla sahilden daha içeriden ona paralel olarak takip etti. Richard'ın Haçlı donanma filosu ise denizden onu takip etmekteydi. Yafa'nın 50 km kuzeyinde bulunan Arsuf mevkiinde birden Selahaddin ordusunu sahile doğru çevirerek Haçlı ordusuna karşı savaş durumuna geçti. 7 Eylül 1191'de iki ordu bu mevkide Arsuf Muharebesi'ne giriştiler.

Arsuf Muharebesi

Selahaddin'in ordusu, Richard'ın Haçlı ordusunun düzgün saflarını bozmak için değişik yönlerden aralıksız taciz hücumlarına geçti. Bu taktiğin hedefi Haçlı ordusunun saf düzenini bozup parçalara bölünmesini sağlamak ve bu parçaları ayrı ayrı olarak yenip elemine etmekti. Haçlı ordusu genellikle başta saf düzeni bozulmadan bu taciz hücümlarına karşı savunmayı başardı. Fakat birden kitle halinde Hospitalier Şövalyeleri Selahaddin 'in sağ kanadına süvari hücumuna geçtiler. Richard ordusununun saf düzenini korumak için genel bir taarruz yapılması emrini verdi. Kendi ordusuyla ortadan; Tapınak Şövalyeleri Selahaddin'in sol kanadına yönelik sağ kanada yönelik Hospitalier Şövalyeleri ile birlikte bir genel taarruza geçtiler. Selahaddin bu Haçlı genel taarruzuna karşı durmak istemedi ve ordusuna düzenli bir şekilde geri çekilme emri verdi. Selahaddin'in ordusu bu geri çekilme sırasında zayiat vermekle beraber bir bozgun olmadan düzenli geri çekildi ve ordunun savaşma gücü hala korunmuş oldu. Böylece Richard ve Haçlı ordusu Arsuf Muharebesi'ni kazanmış oldular.

Arsuf Muharebesi önemli bir çarpışma idi. Selahaddin Filistin sahillerindeki arazileri kaybetmiş oldu. Richard'ın komutanlığına ve Haçlı askerlerinin düzensiz bir güruh olmayıp cesur ve komuta dinleyen disiplinli bir ordu olduğuna bir gösterge oldu. Buna karşılık Selahaddin'in ordusunun yenilmez olmadığını gösterdi ve Selahaddin'in komutanlık ününe bir kara leke oldu. Haçlı ordusunun morali çok yükseldi. Bununla beraber Selahaddin'in ordusu bozulmadan geri çekilme ile, zayiat vermesine rağmen, savaş gücünü kaybetmedi.

Bundan sonra Richard ordusu ile sahilden Yafa'ya ilerledi ve bu kaleyi eline geçirdi. Selahaddin Filistin sahillerindeki arazileri kaybetmiş oldu ve buraların Haçlıların eline geri geçmesi Kudüs için daha ciddi bir tehdit yarattı.

Hristiyan tarihçileri bu muharebeyi gayet önemli bulmaktadırlar. Selahaddin'in şahsi biyografisini yazan sır katibi Bahattin ise kitabında bu muharebeden özel olarak bahsetmemektedir. Modern Arap Haçlı tarihçisi Maalouf ise Richard'in sahilden ilerlemesi ve Arsuf Muharebesi hakkında kapalıca şöyle demektedir:

(Richard) sahilden güneye yürüdü. Donanması ise denizden hemen onu takip etti. Selahaddin ordusu sahilden içeride buna paralel olarak takip etti. İki ordu arasında birçok çarpışma oldu ama hiçbiri karar verici olmadı.

Arsuf Muharebesi'nden sonraki gelişmeler

Arsuf Muharebesi'nden sonra Richard Yafa'yı ele geçirip oraya çekildi. Kaledeki mevzileri daha genişleterek bu kaleyi genel ordugah yaptı. Galip gelmişken neden o galibiyeti takip etmeyip bu bekleme kararını açıklamak için tarihçiler değişik nedenler ileri sürmüşlerdir. Richard o zamana devamlı olarak denizden ikmal hatlarını açık tutmayı tercih etmişti ve eğer Kudüs'e yönelse idi denizden ikmalin kapanması olasılığı bulunmaktaydı. Selahaddin'in ordusunu Arsuf Muharebesi'nde ne elemine edememesi ve ne de büyük zayiata uğratamaması ve bu ordunun çok hızla hareket etmesinin ve Haçlıların denizden ikmal hatlarını kesmesinin büyük olasılığı olacağını düşünmüş olduğu kabul edilir. Buna ilaveten Haçlı ordusu çok yorgundu ve bir müddet dinlenmesi gerekmekteydi.

Selahaddin, Haçlı ordusunun Yafa'da beklemesi dönemini çok iyi değerlendirdi. Kudüs'ün duvarlarını ve diğer savunma güçlerini pekiştirdi. Haçlıların Askalon üzerine gidip Selahaddin'in devamlı olarak asker takviyesi için kullandığı Mısır'dan gelen yolu kesmesi olasılığına karşı tedbir almaya karar verdi. Ordusunu Ramla'den Askalon'a geçirdi ve bu zengin şehri ve kalesini metodik olarak yıktırıp yaşanmayacak bir hale getirtti.

Diğer taraftan Richard devamlı olarak sorunlarla karşılaştı. Yafa'ya yerleşen ordusu, Akdeniz üzerinden gemiyle gelen ikmal malları (özellikle alkollü içkiler) ve diğer eğlence imkânları dolayısıyla, disiplinini kaybetmeye başladı. Akka'da bulunan "Montferrat'lı Conrad"'ın politik entrikalara girişmesi de çok mümkündü. Eline geçirmiş olduğu Kıbrıs isyan içinde olup, tecrübeli idarecisi olan "Camville'li Richard"'ın ölmesi ile yerine geçen "Turnham'li Robert"'in zorlanması dolayısıyla Kıbrıs idare edilemez olmaya yüz tutmuştu. Richard Kıbrıs sorununa çareyi, adayı Tapınak Şövalyeleri'ne satıp adanın idaresini onlara devretmede buldu.

Diğer bir girişim olarak Selahaddin ile barış müzakerelerine girişti. Önce Yafa'ya varınca bir ateşkes için Lod'da bulunan Selahaddin'in küçük kardeşi Adil'e bir elçi gönderdi; ama bu müzakereler bir ateşkes üzerinde sonuca varmadı. Ekim'de yeniden müzakereler açıldı ve Selahaddin iyi bir diplomat olan küçük kardeşi Adil'i kendini temsile memur etti. Önce Richard Kudüs'ün ve etrafındaki Ürdün Nehri'ne kadar arazinin idaresinin Haçlılara geri verilmesi ve Hittin Savaşı'nda Haçlıların kaybettiği "gerçek istavroz"'un iade edilmesini istedi. Fakat Selahaddin Kudüs ve civarının Müslümanlar tarafından da kutsal sayıldığını bildirdi ve "gerçek istavrozu" ancak uygun bir karşı yapıt olursa geri verebileceğini açıkladı. 20 Ekim'de Richard yeni bir teklif olarak Adil'in kardeşi Sicilya'lı Joanna ile evlenmesini ve iki tarafın çeyiz olarak Filistin sahil şehirlerini ve Kudüs'ü onlara verip çiftin bu arazilerde hüküm sürmesi sağlanmasını ve Kudüs'ün Hristiyanlara açık olmasını teklif etti. Bu arazilerde Tapınak Şövalyeleri ve Hospitalier'lerin de eski topraklarını geri almaları ve "gerçek istavroz"'un geri verilmesi de bu teklif paketi içinde bulunmaktaydı.[3] Selahaddin'in sekreterinin hatıralarına göre, Selahaddin bu barış teklifini bir şaka olarak kabul ettiği bilinmektedir. Richard'ın kız kardeşi de Hristiyan olmayan biriyle yeni bir evlilik yapmaya kat'iyetle aleyhtardı. Ama Richard bu teklifinde ciddi idi. Müzakereler ve müzakerelerle ilişkili sosyal toplantılar ta kış başına kadar devam etti. Richard'ın Adil ile gayet iyi anlaştığı bildirilmektedir.

Kasım gelince yağmurlar geldi ve fena deniz şartları başladı. Bu şartlar altında genellikle askerî harekât yapılmamaktaydı. Selahaddin ordusunun yarısını terhis edip Mısır'a geri gönderdi ve gerisini de Kudüs'te ordugaha çekti.

Fakat Richard bunu fırsat bilip Kasım ortasında Kudüs'e gitmek üzere büyük bir askerî harekâta geçti. Selahaddin'in ordusu tarafından terk edilmiş olan Ramla'ya ilerledi ve şehri eline geçirip 6 hafta orada kaldı. Richard, Noel'de Latrun'a geçti ve Cebel el-Halil tepelerine geldi. Fakat hava çok bozulmuştu. 3 Ocak'ta Richard ordusuyla bu tepelerde Küdüs'ten yaklaşık 19 km uzaklıkta olan "Beit-Nuha" kalesine erişti. Araziyi bilmeyen Haçlı askerleri bunu çok sevinçle karşıladılar. Ama havayı ve coğrafyayı bilenler, özellikle Tapınak Şövalyeleri ve Hospitalier Şövalyeleri, bu kötü hava şartları altında yağmur çamurda tepelerden inip Kudüs'e başarı ile hücum etmenin imkânsız olduğunu ifade ettiler. Ayrıca Selahaddin'e Mısır'dan gelen takviye ordusunun gelmiş ve yakın tepelerin birinde kampa girmiş bulunmakta olduğu ve eğer hücum geçilirse Selahaddin'in iki ordusu arasında kalınmasının da mümkün olduğu öğrenildi. Richard bu mevkide 5 gün kaldıktan sonra stratejik durumu iyi bilenlerin tavsiyelerine uyarak geri dönmeye karar verdi. Bu Richard'ın ordusunun Kudüs'e en yakın olarak geldiği mevki oldu.

Richard ordusu ile terk edilmiş Ramla'ya geri çekildi. Bu arada orduda bulunan Fransız Haçlılar Kudüs'e gidilmemesi dolayısıyla Richard'ın komutanlığından gocunmaya başlamışlardı. Birçok Fransız haçlı (en önemlisi Burgundi Dükü) Richard'ın Haçlı ordusunu terk edip Yafa'ya veya Akka'ya geri gittiler. Bunu önlemek için 20 Ocak'ta Richard bir savaş konseyi toplayıp durum ve stratejik konular hakkında bu konseye katılanlara çok ayrıntılı bilgi verip birçok Haçlı komutanını verdiği kararın doğruluğuna inandırdı. Bu konseyde ordusuna Ramla, İbelin yoluyla Selahaddin'in yıktırdığı Askalon'a gitme emri de verdi.

Haçlı ordusu ile Askalon'a geldiği zaman Richard hemen birkaç ay önce yerle bir edilen bu kalenin ve şehrin yeniden yapılması emrini verdi. O da Selahaddin gibi şehrin stratejik önemini anlamıştı. Bundan sonra 4 ay Richard, birkaç kere Akka'ya gitmekten dışında, Askalon'da kaldı ve bu kaleyi Filistin sahilinde en korumalı bir kale olarak yapılmasına zamanını hasretti. Bu dönemde havanın çok kötü gitmesi ve Askalon'un limanı olmaması nedeniyle her türlü yiyecek, erzak ve malzeme ikmalin çok zorluklarla karadan gelmesi gereği bu uğraşı çok yavaşlattı. Richard bu uğraşa kendini ve ordusunu hazırlamışken Selahaddin hiçbir hücumda bulunmadı ve bu yüzden bazı emirler tarafından büyük tenkide uğradı. Tarihçiler Selahaddin'in bu nispi hareketsizliğinin nedenini ordusuna bir dinlenme dönemi sağlamak istemesine; Musul ve Cezire'den yeni gelecek takviyeleri beklemesine ve huzursuz olan emirlerle disiplinli bir hücuma geçemeyeceğine inanmasına yormaktadırlar. Ayrıca Haçlılar arasında uyuşmazlık çıktığı ve büyük mali sorunları olduğunu da casusları yoluyla öğrenmiş olup, yeni hücumlar yaparak onları yeniden birleştirmek istememesini de bir neden olarak gösterilir.

Şubat ayında Richard "Montferatlı Conrad"'dan Askalon'un yeniden yapılmasına destek sağlamasını istemiş; ama Conrad destek sağlamayı kati olarak reddetmişti. Birkaç gün sonra Burgundi Dükü ve diğer önemli bazı Fransız komutanlar ve askerler Richard'ın ordusunu terk edip Akka'ya geçtiler. Fransız Haçlı askerleri Richard tarafından kendi hazinesinden finanse edilmekteydi ve bu hazine tükenmeye yüz tutmaktaydı. Bir diğer uyuşmazlık da Akka limanında bulunan Pisa Cumhuriyeti gemi kaptanları ile Ceneviz Cumhuriyeti gemi kaptanları arasında çıkmış ve Pisalılar Akka şehri işgal etmişlerdi. Pisalılar Richard'a haber gönderip kendileri ile şehir hakimleri ve Cenevizliler arasında arabuluculuk yapmasını istediler. Richard Akka'ya gelip Pisalılar ile Cenevizliler ve şehir idarecileri arasında çok güvenilmez bir anlaşma sağladı.

Kudüs Kralı seçimi ve ölümü

Nisan 1192 içinde "Montferat'lı Conrad" Kutsal Kudüs Krallığı asilleri tarafından oy birliği ile Kudüs Kralı seçilince, I. Richard onun krallığını kabul etmek zorunda kaldı. Lüzinyanlı Guy da bu krallığa adaydı, ama I. Richard tarafından tutulmasına rağmen bu oylamada tek bir oy bile alamadı. Ona bir teselli sağlamak ve idaresi altında bulunan ama çok problemli bir araziyi elinden çıkartmak için, I. Richard Akka'ya gelmeden eline geçirmiş olduğu Kıbrıs adası krallığını Lüzinyanlı Guy'a sattı. Lüzinyanlı Guy bundan sonra Kıbrıs Kralı olarak hüküm sürmeye başlamakla beraber, 1194'te ölene kadar Kudüs Krallığı üzerindeki krallık iddiasından vazgeçmemiştir.

Fakat daha Kudüs Krallığı taç giyme töreni bile yapılmadan yeni Kudüs Kralı seçilmesinden hemen birkaç gün sonra 28 Nisan öğle vakti Sür şehrinden bir öğle yemeği davetinden ayrılan "Montferat'lı Conrad" sokakta iken iki suikastçı tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Suikastçiler, Suriye'de bulunan Râşidüddin Sinan el-İsmâili'nin emri altında bulunan Haşhaşin'lerdendi. Bir suikastçı hemen korumalar tarafından öldürüldü ama diğeri yakalandı. Soruşturma sırasında yapılan işkenceler sonucu diğeri de öldü; ama son anlarında bu suikastın I. Richard tarafından organize edildiğini itiraf etti. Buna genellikle inanılmamaktadır ve diğer komplo organizatörleri olarak Conrad'ın metresi olan ve çocuğuna gebe olan Kudüs Kraliçesi I. İsabella'nın eski kocası "Toron'lu IV. Humphrey"; bu olaydan hemen sonra İsebella ile evlenen I. Richard'ın yeğeni "Champagne'li II. Henry" ve hatta Selahaddin Eyyubi olarak gösterilmektedir. Conrad'ın cesedi Sur şehri katedralinde gömüldü. Tanınmış Arab tarihçisi İbn-ül Esir bu olaydan

"Sür'ün hükümdarı Frenk Markizi, Frenk'lerin arasında en büyük şeytan olan Montferat'lı Conrad -Allah kahretsin- öldürüldü"

diye bahsetmektedir.

Bu olaydan 8 gün sonra I. Richard'ın yeğeni olan "Champagne'li II. Henry", "Montferat'lı Conrad"'dan gebe olan Kudüs Kraliçesi I. İsabela ile evlendi ve 1192'den 1197'ye kadar Kutsal Kudüs Kralı unvanını taşıdı. Bu dönemde krallığın merkezi Akdeniz kıyısında olan Akka şehri oldu.

Yafa kuşatması ve savaşı

Temmuz 1192'de I. Richard emrindeki Haçlı ordusu Küdüs'ü alamadığı için ve sahilde hücuma maruz kalacağı için Filistin'in kuzeyine doğru çekilmeye başladı. Selahaddin'in ordusu daha önce Haçlıları Kudüs'e hücumlarında harekât merkezi olan Yafa kalesine hücuma geçti ve üç gün süren kuşatmadan sonra şehri ve kaleyi eline geçirdiler. Küçük bir kısım savunmacı iç kaleye çekildi. Bu müslüman ordusu Haçlıların Temmuz 1191'deki Akka Kuşatması sonucunda teslim olan yaklaşık 2.700 savunmacılarından askerin ve 300 kadar kadın ve çocuğun tümünü hunharca öldürmelerini unutmamışlardı. Selahaddin'in ordusu Yafa'da bulunan savunmacılara karşı bir intikam katliamı başlattılar. Bu katliamı Selahaddin Eyyubi önlemeye çalıştıysa da, askerin kontrolünü kaybetmişti. Selahaddin hatta savunmacı Haçlılara iç kaleye çekilip kendilerini savunmaları hakkında haberler göndermişti.

Selahaddin Eyyubi'nin Yafa
kalesini kuşatması

I. Richard Yafa'ya hücumu duyunca kuzeyde kıyı boyunda demirli gemilere ordusunun zırhlı şövalyelerini ve İtalyan Pisa'lı ve Genova'lı okçuları doldurarak Yafa önlerine geldi. Durumu bilmediği için önce karaya çıkmadı. Fakat daha teslim olmamış iç kalede bulunan bir papaz gizlice yüzerek gemilere geldi ve durumu I. Richard'a bildirdi. 31 Temmuz'da I. Richard 55 zırhlı şövalye, birkaç yüz piyade askeri ve 2000 kadar kurmalı yay kullanan Cenova'lı ve Pisa'lı denizci birliği ile karaya çıktı ve kaleye hücuma geçti. 31 Temmuz'da şehir tekrar Haçlılar eline geçti. Yafa'yı eline geçiren ve Richard'ın hücumuna karşı kaleyi savunan Müslüman askerler şehirden kaçabildiler. Selahaddin bu kaçışı ancak kaleden 10 km kadar ileride durdurabildi ve ordusunu ancak orada yeniden düzene sokabildi.

Selahaddin Yafa'yı eline geçiren Richard'ın haçlı ordusunu desteklemek için Kayseriya şehrinden Haçlı takviye birlikleri gelmekte olduğu haberini aldı. Bu desteği önlemek için 4 Ağustos'ta Selahaddin'in ordusu gizlice harekete geçerek ertesi gün sabah erkenden alaca karanlıkta yeniden şehre hücum etmek amacıyla şehir duvarların önünde toplanmaya başladılar. Fakat bir İtalyan haçlı askeri gizlice tarlalardan gelen Müslüman askerlerini görüp Richard'a bu haberi ulaştırmiştı. Richard şehirdeki hem uzun yaylı hem de kurmalı yaylı okçularını ve mızraklı ağır süvari birliklerini bir hücuma karşı hazırladı. 5 Ağustos günü Selahaddin'in çok hafif zırhlı Mısır ve Bedevi hafif süvari birlikleri şehre hücuma geçtiklerinde büyük zayiata uğradılar. Bazı Müslüman askerler şehre girmeyi başardılar ve şehri savunmakta olan İtalyan denizcileri gemilerine binip kaçmak üzere limana doğru çekildiler. Fakat Richard akşama doğru kendi birlikleri ile geri gelip müslüman birliklerini şehirden çekilmeye zorladı. Akşama doğru Selahaddin ordusunu geri çağırdı ve Kudüs'e doğru çekilmeye başladı.

Bu Yafa Muharebesi Richard'ın zaferi ile sonuçlanmakla beraber Richard'ın hiç ihtiyatları bulunmadığı için bu galibiyeti pekiştirme imkânı bulunmamaktaydı. Sarf ettiği olağanüstü şahsi gayret dolayısıyla Richard yorgun düşmüş ve hastalanmış; muharebeden hemen sonra yüksek bir ateşle hasta yatağında kalması gerekmişti. Buna karşılık Selahaddin Ramala'ya geri geldiği zaman Mısır'dan ve kuzey Suriye'den yeni gelmiş olan taze ve eğitimli birlikler orada onu beklemekteydi.

Richard daha önce karşılıklı müzakerelerde yakınlık gördüğü Selahaddin'in kardeşi ve onun barış müzakerecisi olan Adil'e bir mektup göndererek eğer Askalon kalesi Haçlılar elinde bırakılırsa barışa hemen hazır olduğunu bildirdi. Adil Kudüs yakınlarında idi ve o da hasta yatağında yatmaktaydı. Ağabeyi Selahaddin'le bu konu üzerinde görüştü ve Selahaddin Richard'ın Askalon kalesi hakkındaki teklifini kati olarak reddetti. 28 Ağustos'ta Adil'in Richard'a gönderdiği kurye Selahaddin'den Richard'a şahsi hediye olarak taze şeftali, armut ve Hebron Dağı'ndan elde edilmiş buz getirdi; ama Selahaddin'in son olarak kat'iyetle Askalon Kalesi'ni Haçlılara terk etmeyeceğinin haberini de verdi.

Ramla Antlaşması ve Aslan Yürekli Richard'ın Filistin'den ayrılışı

2 Eylül 1192'de Aslan Yürekli Richard ile Selahaddin Eyyubi arasında 5 yıl süre müddetle barış sağlamak üzere Ramla Antlaşması imzalandı. Selahaddin'in Richard'a gönderdiği elçiler kendi isimlerini de bu antlaşmaya koydular ve Richard'ın elini tutarak bu antlaşmaya tamamıyla riayet edecekleri üzerine yemin ettiler. Richard adet olarak bir kral olarak yemin etmedi ama diğer Haçlı ordusu ileri gelenleri (Champange'li Henry, İbelinli Balian ile Tapınak Şövalyeleri ve Hospitalier Şövalyeleri komutanları) onun yerine antlaşmaya riayet edeceklerine şahsen yemin ettiler. Selahaddin ise ertesi gün kendisini gönderilen Haçlıların elçisinin önünde şahsen antlaşmayı imzaladı. Böylece Üçüncü Haçlı seferinin savaş safhası sona ermiş oldu.

Arslan Yürekli Richard'ın 
Akka'dan gemi ile ayrılışı

Ramla Antlaşması'na göre Filistin'in Yafa'nın güneyinde bulunan sahil şeridi ve şehirleri Kudüs Krallığı'na bırakılmaktaydı. Hristiyan hacıların Kudüs'te Hristiyan kutsal yerleri ziyaret etmeleri tamamen serbest olacaktı. Müslüman ve Hristiyan halkı ve tüccarlar birbirine ait olan arazilerden silahsız ve barışçıl olarak hiçbir engelsiz girip geçebileceklerdi. Askalon Kalesi'nin üzerinde bulunduğu arazi Müslümanlara ait olacaktı ama Askalon kalesi yerle bir edilecek ve bir daha hiç yeniden yapılmayacaktı.

Bu antlaşmadan sonra Arslan Yürekli Richard'a Kudüs'ü ve kutsal yerleri ziyaret etmesi için pasaport gönderildi. Ama Richard Kudüs'e gitmemeye karar verdi ve emri altında bulunan Fransız Haçlı askerlerinin de Kudüs gitmelerini yasakladı. Ama diğer Haçlı ordularında bulunanlar ve diğer askerler, asiller ve şövalyelerden çoğu Kudüs'ü ziyarete gittiler.

Richard önce Akka'ya gitti. Oradan 29 Eylül'de Kraliçe Berengia ve Kraliçe Joanna, Fransa'ya gitmek üzere gemi ile ayrıldılar. 10 gün sonra ise 9 Ekim'de Richard gemi ile Akka'dan Filistin'den ayrıldı.

Üçüncü Haçlı seferi sonrası

Üçüncü Haçlı Seferi'nin sona ermesi ne Müslümanları ne de Hristiyanları tatmin etti.

Birçok müslüman Selahaddin'in, Filistin'in önemli güney kıyılarını oraları gasp etmiş olan Hristiyanlara bırakılmasını ve Akka merkezli Kudüs Krallığı ve Trablusşam merkezli Trablus Kontluğu'nun hala buralarda hüküm sürmesinden hoşnut değillerdi. Selahaddin'in özel kalem sekreteri olan ve onun biyografisini yazan Bahaaddin İbn-i Şeddad eserinde Selahaddin'in şunları beyan ettiğini bildirmektedir:

Üçüncü Haçlı seferinin bitmesi sonunda
1200'de Doğu Akdeniz bölgesi

Kendime ne olacağını bilmediğim için bir barış yapmaktan korkmaktayım. Onlara bu arazileri bıraktığımız için düşmanlarımız büyüyüp güçleneceklerdir. Daha önce terk etmiş oldukları arazileri tekrar ellerine geçirmek için geri geleceklerdir. Onların her birinin kendi tepesi üzerinde (kaleleri içinde) korunup sarınmış ve buralardan 'ben burada kalacağım' diye fikirlerini ilan edeceklerini ve Müslümanların da bundan harap olacaklarını görmeyi bekliyorum".

Bunlar onun sözleriydi ve sonra da aynen söylediği gibi oldu.

Hristiyanlar da Kudüs'ün Hristiyan ellerine geçmemesinden ve Birinci Haçlı seferi'nde elde edilip gasp edilen arazilerin ve kalelerin çoğunun Hristiyan eline geri döndürülmemesinden, hatta Müslümanların tamamıyla elimine edilip ortadan kaldırılmamalarından dolayı yeise düşmüşlerdi. Üçüncü Haçlı Seferi'nin bu şekilde hüsrana uğraması 1192'den hemen 6 sene sonra yeni bir Dördüncü Haçlı seferi açılmasına ve bu seferin hiç beklenmedik olarak Filistin veya kuzey Afrika'daki Müslümanlar üzerine değil de Hristiyan Ortodoksluk merkezi Bizans başkenti Konstantinopolis üzerine olmasına yol açmıştır.

Üçüncü Haçlı seferinde önemli rol oynayan kişilerin de başlarına beklenmedik olaylar gelmiştir:

İngiltereli Aslan Yürekli Richard 10 Ekim 'de Akka'dan gemi ile ayrıldıktan sonra Akdeniz'de çıkan bir fırtına dolayısıyla bindiği gemi Bizans elinde olan Korfu adasında karaya oturdu. Oranın idarecisi olan Bizanslılar tarafından esir alınmamak için gizlenen Richard 4 yakın hizmetlisi ile birlikte Tapınak Şövalyesi kılığına girerek bir ufak korsan gemisi ile Adriyatik Denizi'ni geçmeye başladı. Aquilea'da bu gemi de bir fırtına yüzünden kazaya uğrayıp karaya vurdu. Richard ve 4 yakını kara yolu ile İtalya'yı geçmeye başladı. Ama İtalya'dan Avusturya'ya geçtikten hemen sonra Aralık 1192'de Richard, Avusturya Dükü Leopold tarafından yakalanıp tutuklandı ve Durnstein kalesinde zindana atıldı. Dük Leopold kuzeni Montferrat'lı Conrad'ın iki suikastçı tarafından bıçaklanarak öldürülmesinde Richard'ın parmağı olduğundan şüphelenmekteydi. Ayrıca Akka kuşatması sırasında Richard'ın Dük Leopold'un bayrağını kale surlarından indirtip yerlere attırarak ona büyük bir hareket yapmasını da unutmamıştı. Daha sonra Dük Leopold Richard'ı IV. Heinrich'na gönderdi. Tutukluluktan kurtulmak için Richard IV. Heindrich'e 150.000 mark fidye ödemek zorunda kaldı. Richard 1194'te Normandi'ye döndü. Eski Normandi Düklüğü topraklarını tekrar eline geçirmek için Fransa Kralı Filip aleyhine askeri kampanyaya başladı. Limousin'de "Chalus-Chabrol" adlı bir kalede kurmalı bir tatar yayı ile okçuluk talimi yapılırken kaza ile bir kurmalı tatar yayı oku yarası aldı. Bu yara iyileşmeden kangren oldu ve Richard 6 Nisan 1199'da 41 yaşındayken kangren olmuş ok yarasından öldü.

Selahaddin Eyyubi 4 Mart, 1193, Şam'da "sarıhumma" olduğu sanılan bir ateşli hastalık sonunda öldü.

Champagne'li Henry 1197'de geçirdiği bir düşme kazası ile öldü.

Kudüs Kraliçesi İsebella dördüncü defa evlilik yaparak Lusignan'li Guy'un kardeşi olan ve ondan sonra Kıbrıs Kralı olan Lusignan'lı Amalrik ile evlendi. İsebella ve Amalrik'in 1205'te ölümünden sonra babasının katlinden sonra doğmuş olan "Montferrat'lı Maria" Akka merkezli Kudüs Krallığı hükümdarı olarak tahta geçirildi.

Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!