Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


Turk Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Turk Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ocak 2021

Emirdağ'lı Deli Battal'ın Hikayesi

 


1919 yılının bungun bir Haziranı idi.

“Yunan Emirdağı’na geliyor” korkusu Bozulus Türkmenlerinin boğazını ham armut nefesi katılığında tıkamıştı. Ova köyleri ve ilçe hatunları Emirdağlarının meşelik ve kayalık koyaklarına saklanmak için hazırlıklarını tamamlamıştı. Çullar, keçeler, kilimlerin denki yapılmıştı. Eli silah turtan erkekler Kuvva karargahı olan Emirdağ Askerlik Şubesi’ne başvurup silah altına alınmıştı. İlçe merkezinde gözleri beş metre ötesini görmez yaşlılar bir de Deli Battal kalmıştı.

Her ilin ve ilçenin bir delisi vardır. Kaymakamdan sonra herkesin tanıdığı bildiği biridir deliler. Emirdağlı Deli Battal otuzlu yaşlardadır, çoğu zaman sakindir ama kızdırmak için çok üzerine varılırsa kafasına taktığı ismin paçalarına bir güreşçi gibi dalar alıp omuzuna kaldırır sonra güm diye yere vururdu. Battal hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam ederken arkasından kahkahalar yükselirdi. Deli Battal zamanın sakin aktığı yıllarda Emirdağlının neşe ve heyecan kaynağı idi.

Kuvva karargâhından gelen bir emirden sonra yaşlı kadınlar kirman ile yün eğirmeye, gelinler ve kızlar yün çorap örmeye başlamışlardı. Bütün mahalleli ya çeşme başında, ya bir tandır damında toplanır ellerindeki işi bitirirlerdi. Kadınların toplandığı tandır damlarına erkekler girmezlerdi ama Deli Battal hariç… Ne zaman karnı acıksa Deli Battal yufka açan kadınlara yaklaşır, ellerini koynunda kenetler, boynunu yana bükerdi. Kadınlar anlardı ki Deli Battal tereyağlı katmer istiyor… Yufka işine ara verilir Battal katmer ve üzüm hoşafı ile doyurulurdu.

Bütün mahallelerde olan biteni bilirdi Deli Battal ama kimseye laf taşımazdı. Kuvvacılar için yün çorap örüldüğünü, manda gönünden çarık dikildiği de gözlerinden kaçmamıştı.

Bir gün İncili Mahallesi’ne geldi. Çeşmenin en yakınındaki evden bir kalıp sabun istedi… Erkekler onu kızdırmak için üstüne gelse de kadınlar Battal’ın her istediğini verirdi. Sabunu alan Deli Battal önce çarığını, sonra çorabını çıkarıp çeşme suyunda sabunla köpürte köpürte yıkamaya başladı. O sıra mahalle kadınları penceresinden Battalı gözlüyordu.. Böyle bir şeye ilk defa oluyordu… Sebebini merak etseler de bulamıyorlardı.

İşini bitirdikten sonra Deli Battal bir eline çarığını, öteki eline topuğu yırtık yün çorabını alıp çeşmenin başından uzaklaştı. Uzun Çarşı’dan geçerken esnaflar Battal’ın yalın ayağına bakıyordu. Diz kapaklarından aşağısı kesilmiş bir Balkan Savaşı gazisi seslendi:

“Deli Battal!.. Senin yalın ayak yürümen bizim şerefimize dokunur. Yanıma gel, sana bir çift sarık vereyim.”

Deli Battal bir hedefe kilitlendi mi çevreden söylenileni duymazdı. Başını sağa sola da çevirmeden hep ileri bakıyordu. Emirdağ Askerlik Şubesi’ne geldi, nöbetçiye de dik dik bakıp içeri daldı.

Burası Kuvvacıların karargahı idi, Battal bunu herkesten önce öğrenmişti. Kuvvacıları da tek tek, isim isim biliyordu. Dış kapıdan girişte sofaya açılan dört kapı daha vardı. Üçü açıktı… Battal kapısı kapalı olana yöneldi, kapıyı sertçe açıp içeri daldı. Önce topuklarını birleştirip hazırola geçti. Konuşurken sesi önce çok yüksekti:

“Kuvva karargahına Deli Battal’dan selam olsun, Kuvvacılar var olsun, Deli Battal hepinize kurban olsun!..”

Kaymakam, Şube Başkanı ve diğer Kuvvacılar şaşkındi. Güya bu toplantıyı gizli yapıyorlardı, Deli Battal kimden haber alıp içeri dalmıştı?.. Ancak “Deli Battal hepinize kurban olsun!..” hitabı içlerindeki kuşkuyu dağıtıp hepsini rahatlatmıştı.

Sonra Deli Battal’ın sesi Ağustos güneşinde kalmış yün sıcaklığında yumuşamıştı:

“Duydum ki Mustafa Kemal'in askeri yalın ayakmış, çarığı da delikmiş... Kuvvacılara yardım için herkes bir şeyler yapıyor. Allah şahidimdir ki benim malım mülküm yok. Size çoraplarımı getirdim… Şimdi yıkadım… Vallah temizdir… Çorabımın topuğu azıcık deliktir ama çarığım sapa sağlamdır…”

Herkes birbirine baktı. Sonra Deli Battal’ın çoraplarına ve çarığına baktılar, en son da ayaklarına… Battal biraz mahcuptu, göz pınarlarından süzülen damlalar yanaklarından aşağı yuvarlanırken Kuvvacıların içinde bir sevinç, bir gurur, bir hüzün dalgası kabarmıştı.

Bu sessizliği yine Battal’ın sesi bozmuştu:

“Askere alın desem, beni yazmazsınız biliyorum. Deli Battal’dan Kemal Paşaya selam olsun, gazanız mübarek olsun!.. Hadi bana eyvallah!..”

Deli Battal hışım gibi girdiği odaya çorap ve çarığını bırakıp yine hışım gibi çıktı oradan.

***

Deli Battal’ın bir elinde çorap, ötekinde çarıkla Emirdağ’ındaki heykeli Kuvva yıllarının hüzünlü bir hatırasıdır…

19 Ocak 2021

Malkoçoğlu gerçektir. Tarkan gerçektir

 


Burası Macaristan'ın Baranta Vadisi. Bu görülen heykeller de savaşçı Hun Türklerine yani Hun alplarına ait heykeller. Macarların DNA sından konuştukları dil ailesine, şehirlerdeki ata heykellerinden bugün yetiştirdikleri bilim adamlarına kadar Türk'tür.

Bugün Macar antropologlar "Biz Slav değiliz; Kıpçak, İskit, Türk karışığız." diye bağırıyorken; Bizans Kralı Macar Kralına Türk diye hitap ediyorken, bizzat Attila'nın sarayına giden seyyah yazdığı kitabında Hunlara İskit torunları demişken, Macarların ya da Hunların Türk olmadıklarını söyleyen bir tarihçi Ya parayla almıştır diplomasını ya da misyonerdir. Tarihçi değildir.

70 yıl boyunca Muazzez İlmiye hoca "Sümerler Türk'tür" diye bağırdı. Kendisinin meslektaşları da kabul etti bunu. Ardından Sümerlere olan ilgi Avrupa'da bıçak gibi kesildi.

İsveçlilerin kendi tarihçisi "bizim köklerimiz Türk'tür, Thor ve Odin tanrı değil Türk liderlerdi." diyor, bizim gençler kakır kakır gülüyor. Kartal Tibet'li Tarkan'ı görünce alay ediyor "etek giyiyor" diye. Cüneyt Arkın'lı Malkoçoğlu'nu görünce küçümsüyor ama sinemada örümcek adamı, Kaptan Amerika'yı alkışlıyor. Çıldırmamak elde değil. Kardeşim Malkoçoğlu gerçektir. Tarkan gerçektir. Amerika'nın, Malkoçoğlu gibi bir kahramanı olmadığı için çakma kahramanları izletiyorlar dünyaya. Ne alkışlıyorsun? Niye küçümsüyorsun kendi gerçek kahramanlarını?

Hakim güç adayları başka kültürleri aşırmaya, kendisine bağlamaya çalışır, bizdeki bir kesim "Siz de herkese Türk diyorsunuz" deyip tarihte ne varsa ya Yunan'a ya Roma'ya ya Rus'a ya Slav'a ya İngiliz'e bağlamaya çalışıyor.

Bunlar entelektüel olduğunu sanan boş tenekelerdir. Mankurt da değiller.

Hazar Türklerinin Türk olmadığını, Göktürklerin hiç var olmadığını söyleyen tarihçilerin kimlere hizmet ettikleri de düşündürücü !

Türklüğe, Türk tarihine, Türk insanına, Türk mitolojisine sahip çıkarsak gerçek biz oluruz.

05 Ocak 2021

Alp Arslan (Büyük Selçuklu Devleti II. Sultanı)

AlpArslanAlp Arslan (d. 20 Ocak 1029 - ö. 24 Kasım 1072) (Adudüddevle Ebu Şüca Muhammed Alp Arslan bin Davud), Büyük Selçuklu Devleti'nin ikinci sultanı olan Türk hükümdar. Alp Arslan, Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya gelişlerini ve mücadelesini yöneten askeri komutan ve hükümdardır. Gerçek adı Muhammed olup, daha çok unvanı olan Alp Arslan adıyla tanınmaktadır.
Hayatı Büyük Selçuklu Devleti'nin kurucularından Horasan Valisi Çağrı Beyin oğlu ve Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey´in yeğeni olan Alp Arslan, bu devletin kuruluş dönemindeki güç koşullarda yetişti. Doğum tarihini çeşitli kaynaklar 1029 ile 1032 yılları arasında gösterir. Tarih yazarlarının çok yiğit bir savaşçı olarak tanımladıkları hükümdar çok küçük yaşta ata binip ok atmayı öğrendi. İlk gençlik yıllarında arkadaşlarından oluşan kendi birliğiyle katıldığı Dandanakan vb. savaşlardaki başarısıyla dikkati çekti ve babasının ölümünden sonra Horasan valiliğini üstlendi.
Tuğrul Bey 1063´de ölünce Selçuklu ülkesinde taht kavgaları başladı. Oğlu olmayan Tuğrul Bey, vasiyetinde Çağrı Bey'in oğullarından Süleyman'ın tahta geçmesini vasiyet etmişti. Selçuklu veziri Amid ül-Mülk bu vasiyeti yerine getirdi ve Rey kentinde Süleyman'ı sultan olarak tahta çıkardı. Ancak Çağrı Bey'in öteki oğlu Alp Arslan ve Arslan Yabgunun oğlu Kutalmış ile bazı emir ve şehzadeler Süleyman'ın sultanlığını tanımadılar. Kazvin şehrinde Alp Arslan adına hutbe okundu. Kutalmış'ın Rey önüne gelerek şehri kuşatması üzerine, vezir Amid-ül Mülk, Alp Arslan'dan yardım istediği gibi, hutbeyi de onun adına okuttu. Kutalmış ise, Alp Arslan ile yaptığı Dameğan yakınlarındaki savaşta hayatını kaybetti. Alp Arslan Rey şehrinde Selçuklu Devleti tahtına çıktı. Daha sonra Amid ül-Mülk'ü azlederek, yerine Nizamülmülk'ü tayin etti.
İlk seferini Gürcistan ve Doğu Anadolu'ya yaptı. Bu seferde oğlu Melikşah ve veziri Nizamülmülk de bulunuyordu. Bizans'ın elinde bulunan Kars ve Ani bölgesine kadar ilerleyerek buraları ele geçirdi. Bu fethi neticesinde Abbasi Halifesi Kaim bi-Emrillah, Sultan'a "Ebu'-Feth" (Fetihlerin babası) lakabını vermiştir (1064).
1065 yılı sonlarında Üst-yurd ve Mangışlak taraflarına bir sefer düzenledi. Bölgedeki Kıpçaklarla Türkmenleri idaresi altına aldı. Dedesi Selçuk Bey'in Cend kentindeki mezarını ziyaret edip,Merv kentine döndü Mayıs 1066. 1067 yılında Kirman meliki olan kardeşi Kavurd'un isyanı sebebiyle Kirman üzerine yürüdü. Melik Kavurd öncü kuvvetleri mağlup olduğu zaman,kalesine çekildi ve bir elçi göndererek affedilmesini istedi. Sultan bu isteği kabul ederek. Hatasına rağmen Kavurd'u affetmiştir ve Kirman Meliki olarak kalmasına izin vermiştir. 1068 yılında tekrar isyan eden Kavurd'un üzerine sefer düzenlese de ordudaki askerler arasında Kavurd yandaşlarının olabileceği sezgisiyle geri çekilmiştir.
Anadolu'da ise Tuğrul Bey tarafından yöneltilen Türkmen akınları devam etmekteydi.
Emir Afşin 1067 yılında Kayseri'yi ele geçirdi ve yağmaladı. Bunun üzerine Bizans İmparatoru IV. Romanos Diogenes Türkleri Anadolu'dan çıkartmak için 1068 yılında sefer çıktı ve Halep'e kadar ilerledi. Ancak bu hareket Türkler'in akınlarının ilerlemesinde engel olmadı, hatta Amorium kenti ele geçirildi. İmparator Romanos ikinci bir sefere çıktı ve bu sefer Fırat nehri kenarına kadar ilerledi. Selçuklu akıncıları başka kollardan akınlara devam ederek Malatya'ya hücum ettiler ve Konya'yı tahrip ettiler.
Sultan Alp Arslan 1067 yılında ikinci defa Gürcistan seferine çıkmak zorunda kaldı. Gürcü kralı IV. Bagrat; Alanlar ile birleşerek müslüman devleti olan Şeddadiler arazisine girmiş Erran'ı istila ve yağma edip,Gence'ye kadar ilerlemişlerdi. Sultan Alp Arslan 1067 yılında Erran'a geldi Şeddâdî emiri Fazl ile Şîrvân emiri Ebu'l-Esvâr itaatlerini bildirdikten sonra Gürcistan'a girdi, Şekki bölgesini aldı. IV. Bagrat ise,Selçuklular ile savaşa cesaret edemeyerek kaçtı. Sultan, Gürcistan'ın her tarafına akıncılar gönderip Tiflis'i ele geçirdi. Sonuç olarak Bagrat aman dileyerek Alp Arslan'a tâbi oldu.
Mekke Şerifi Muhammed b. Ebî Hâşim 1070 yılında Alp Arslan'ın huzuruna gelerek, Mekke'de hutbenin Abbasi Halifesi ve Selçuklu Sultanı adına okunduğunu bildirdi.
Sultan Alp Arslan, Fatımi devleti veziri Nâsır ed-Devle b. Hamdân'dan aldığı bir davet üzerine adı geçen devleti ortadan kaldırmak ve Mısır'ı ele geçirmek maksadıyla bir sefer düzenledi ve önce Bizans topraklarına girdi. Sultan ilk olarak Malazgirt ve Erciş'i ele geçirdi, Diyarbakır bölgesinde Süveyda(Siverek) ve Tulhum başta olmak üzere birçok kaleleri ele geçirdi. Daha sonra 1071 yılında Bizans hakimiyetindeki Urfa'yı kuşattıysa da başarılı olamadı. Urfa'dan Haleb'e hareket eden Sultan burayı kuşatarak Mirdasoğullarından Mahmûd tarafından şehrin anahtarlarını teslim aldı ve onu affederek makamını bağışladı. Şam'a yönelen Sultan; Bizans imparatoru IV. Romanos Diogenes'un büyük bir ordu toplayarak müslüman topraklarına sefere çıktığını haber aldı ve süratle geri döndü. İki ordu Malazgirt ovasında karşılaştı. Sultan Alp Arslan komutasındaki Selçuklu ordusu kendinden sayıca üstün olan Bizans ordusunu Hilal taktiğiyle mağlup etti ve Bizans imparatoru IV. Romanos Diogenes'i esir aldı.
Sultan Alp Arslan batıda olduğu kadar doğuda da topraklarını genişletmeye çalışmıştı. Nitekim o zaman anlaşmazlığa düştüğü Karahanlılar üzerine bir sefer düzenledi ve Ceyhun nehri'ni geçti. Ancak onun ölümü ile bu sefer yarıda kaldı. Yusuf El Harezmi adlı bir kale kumandanı Sultan'ı hançerleyerek ölümüne sebep oldu.
Bizans'la Savaş
190px-BnF_Fr232_fol323_Alp_Arslan_Romanus1068'te Bizans İmparatorluğu'na karşı savaş ilan ettikten sonra kazandıkları savaşlar Türkler'i Ortadoğu'ya doğru geri çevirmiş; bu başarılar Bizanslılar'ı, Türkler'i çıkarmak için Malazgirt'e kadar getirmiştir. Alp Arslan 1071 yılında, Türk tarihinin en önemli zaferlerinden biri olan Malazgirt Meydan Muharebesi'ni kazanmıştır.
Bu dönemde Bizans bir nevi fetret devri yaşamıştır. Alp Arslan, Bizans İmparatoru Romen Diyojen'in canını bağışlamış, onu sadece yıllık vergiye bağlayıp bir süre esir tutmuştur. Fidyesi ödenen Romen Diyojen ülkesine döndüğünde, tahtından indirilmiş ve VII. Mikhail'in yeni bir Bizans imparatoru olarak tahta çıkmış olduğunu görmüştür. Tahtını geri almak için yaptığı savaşlarda mağlup düşmüş; kaçtığı Kilikya'da bir küçük kalede yakalanarak gözlerine mil çekilmiş; İstanbul'a getirilmiş ve Proti adasında (Kınalıada'da) sürgün edilmiştir. Gözlerinin kör edilmesinden dolayı oluşan yaranın enfeksiyonu sonucu ölmüştür. Bu nedenle Malazgirt Savaşı sonunda esir düşen Romen Diyojen'in imzaladığı vergi ödeme vaadi geçersiz kalmıştır.
Türkistan seferi ve ölümü Sultan Alp Arslan, Karahanlılar arasındaki iç mücadele ve Selçuklu topraklarına yaptıkları tecavüzleri önlemek üzere 1072 yılının Eylül ayı sonlarında 200.000 kişilik büyük bir orduyla Türkistan bölgesine sefere çıktı. Seferde bir süre kuşatma altında tuttuğu Barzam kalesini teslim aldı. Huzuruna çıkan kale kumandanı Yusuf Hârizmi tarafından, çizmesine sakladığı küçük bir hançerle ağır şekilde yaralanan Alp Arslan dört gün sonra da hayatını kaybetti.
Türkmen takviminde 2002 yılından Temmuz 2008'e kadar Ağustos ayı Alp Arslan olarak adlandırılmıştır.
2005 yılından bu yana Yusuf Halaçoğlu başkanlığında yapılan kazı ve çalışmalarda mezarının Merv şehrinde olduğu tespit edilmiştir.

01 Ocak 2021

Asya'daki Hun İmparatorlukları

Ön Bilgi:  Aslında Doğu / Batı / Kuzey / Güney / Avrupa / AkHun olarak kategorize edilen Hun Yönetimleri İmparatorlukların gerçek isimleri değildir. Her Hun yönetimi, kendi yönetimini Hun İmparatorluğu olarak adlandırır. Ancak imparatorlukların coğrafyalara yayılması ve dağılması nedeniyle Doğu / Batı / Kuzey / Güney / Akhun / Avrupa Hun gibi isimlerle adlandırıyoruz. Türk Tarihi literatüründe “Batı Hun” kavramı pek çok Hun İmparatorluğu için kullanılmıştır. Hohanye yönetimindeki Doğu Hun İmparatorluğunun bölünmesiyle oluşan Kuzey ve Güney Hun İmparatorlukları içinde Doğu ve Batı Hun ibaresi geçer. Biz Çiçi dönemindeki Hun İmparatorluğunu Batı Hun İmparatorluğu olarak adlandırıyoruz. Hohanye idaresindeki Hun İmparatorluğunun bölünmesiyle ortaya çıkan iki imparatorluğu Kuzey ve Güney Hun İmparatorluğu olarak telafuz edeceğiz. İlerleyen dönemlerde Attila tarafından Avrupa’da kurulan İmparatorluğu da pek çok kaynakta Batı Hun İmparatorluğu olarak geçiyor ancak biz bu İmparatorluğa da Avrupa Hun İmparatorluğu diyeceğiz.


Batı Hun İmparatorluğu (Avrupa Hun İmp.Karıştırılmamalı)

Büyük Hun İmparatorluğunun zayıfladığı ve Çine karşı gerilediği dönemde, hükümdar konumunda olan Sağ Yabgu Hohanye, Çin’e karşı makul ve yakın bir tutum izlediği hatta gerekmesi durumunda Çinin idaresi altına girebileceği düşüncesinde olduğu için ağabeyi olan Sol Yabgu Çiçi, kardeşiyle mücadeleye girmiş, Hohanye’nin iyi ilişkiler kurmak için Çine gitmesiyle yönetimi eline alarak kükümdarlığını ilan etmesiyle başlayan süreç, Büyük Hun İmparatorluğu’nun Doğu ve Batı Hun İmparatorluğu olarak ikiye bölünmesine sebep olmuştur.

Batı Hun İmparatorluğunun Kuruluşu

M.Ö. 54 yılında, Büyük Hun İmparatorluğunun Sağ Yabgusu durumunda olan Hohanye, Çin ile iyi ilişkiler kurmak için Çin hanlığına gittiğinde Sağ Yabgu konumuda olan Ağabeyi Çiçi Yabgu, yönetimi eline alarak Hükümdarlığını ilan etti ancak bu dönem çok kısa sürdü. Hohanye, Çin den aldığı destek ile Hun İmparatorluğunun doğu bölümüne geçerek bulunduğu coğrafyaya hükmetti. Çiçi ise artık batı bölgesinin yönetimini elinde bulunduruyordu.

M.Ö. 54 yılına gerçekleşen bu mücadele neticesinde Büyük Hun İmparatorluğu, fiziki olarak Doğu ve Batı Hun İmparatorluğu olarak ikiye bölünmüş oldu. Doğu Hun İmparatorluğunun başında bulunan Hohanye, Çin ile yakın ilişkiler içerisine girerek Batı Hun İmparatorluğuna cephe aldı. Çiçi ise Batı Hun İmparatorluğunun başına geçerek Çin’i ve Çin ile iş birliği içerisinde bulunan kardeşi Hohanye’ye karşı sert tavır aldı.

Çiçi Yabgu, kardeşi Hohanye ye göre daha sert mizaçlı ve yenilgiyi kabullenmeyen biriydi. Pek çok tarihçi Çiçi’yi, Büyük İmparator Mete’ye benzetir. Çiçi’nin Amacı Hun İmparatorluğunu eski gücüne kavuşturmak ve Çine karşı üstünlük sağlayarak bulunduğu coğrafyayı yöneten tek imparatorluk haline gelmekti. Kardeşi Hohanye ise, Çinin güçlendiğini ve Hun İmparatorluğunun Çin ile mücadele edemeyeceğini düşünerek iyi ilişkiler kurmak ve gerekirse Çinin idaresine girmek düşüncesindeydi.

Batı Hun İmparatorluğunun Güçlenmesi

İmparatorluğun ikiye bölünmesiyle birlikte, Çiçi ve Batı Hun İmparatorluğu bulunduğu coğrafyada güçlenmeye başladı. Aslında Çiçi, hareket tarzı hasebiyle Mete ye benziyordu. Bulunduğu coğrafyadaki hakimiyeti ele almak için hızlı ve çok sayıda savaşa katılarak ordusunun başında yer aldı. Önce Kırgızların üzerine giderek topraklarına sahip oldu. Yine doğusunda Vusunlar bulunuyordu. Vusunlarıda bastırarak bir tehdit olmaktan çıkarttı. Güneydoğusunda bulunan Çin in üzerinede seferler düzenleyerek başarılı sonuçlar aldı. Çiçi, bu savaşlardan sonra güçlenerek hem kardeşi Hohanye, hemde Çin için tehdit oluşturmaya başladı.

Çiçi’nin amacı Çine hükmetmekti. Tüm hazırlıklarını Çin ile savaş için yapıyor ve stratejilerini bu doğrultuda yürütüyordu. Çiçinin bölgesinde söz sahibi olmaya başladığı bu dönemde (M.Ö. 44) kardeşi Hohanye (Doğu Hun imparatorluğu) Çin ile bir anlaşma imzalayarak taraflardan birinin saldırıya uğraması durumunda diğer tarafın destek vereceği sözünü karşılıklı olarak kabul ettiler. Bu anlaşmadan sonra Çiçi için kardeşi Hohanye ve Çin farklı düşmanlar olmaktan çıkarak aynı hedef haline geldi.

Batı Hun İmparatorluğunun Yıkılması

M.Ö. 36 yılında, batı Türkistan bölgesinde yaşanan bir anlaşmazlık nedeniyle bölgeye giden Çiçi, birlikleriyle savaşa katıldı. Savaşı kazanarak olası bir Çin saldırısına karşı Kırgız bölgesine çekildi ancak havanın çok soğuk olması nedeniyle askerlerinin büyük bir kısmını dönüşte kaybetti. Kırgız bölgesine ancak 1500 askerle ulaşabilen Çiçi, hiç beklemediği bir anda kardeşi Hohenye’nin kuşatmasıyla karşılaştı. Kale savaşı şeklinde gerçekleşen bu savaşta, Çin desteğinide yanına alan Hohanye ve Çiçi 2 gün boyunca savaştı. Çiçi, tüm askerleriyle birlikte bu savaşta hayatını kaybetti ve Batı Hun İmparatorluğu bu savaşla yıkılarak tarih sahnesinden silindi. (M.Ö. 36)

Savaş sonrası yıkılan Batı Hun İmparatorluğunda yaşayan Hun halkları, Doğu Hun İmparatorluğu bünyesine girmeyerek bölgede dağınık şekilde yaşadılar. Belirli aralıklarla küçük çaplı devletler kurma teşebbüsleri olsa da başarılı olamadılar. Bölgede bulunan Siyenpilerin baskıları sonucunda Hazar Denizine kadar itilerek bu bölgede yaşamaya devam ettiler. Her ne kadar kısa süreli bir İmparatorluk dönemi olarak tarihe geçse de, Çiçi’nin Çin idaresini kabul etmemesiyle Hun varlığını devam ettirerek daha sonra kurulacak olan Avrupa Hun, Akhun ve Göktürk imparatorluklarının önünü açtılar.

Batı Hun İmparatorluğunun yıkılmasıyla Hun İmparatorluğunun devamı niteliğini taşıyan Doğu Hun İmparatorluğu ise, ilerleyen zamanlarda Çin’in bölgedeki politikaları neticesinde zayıflayıp Kuzey/Güney olarak ikiye bölünerek yıkıldı ve bölgedeki diğer kavimlere karışarak asimile oldular.

Büyük Hun İmparatorluğunun zayıfladığı ve Çine karşı gerilediği dönemde, hükümdar konumunda olan Sağ Yabgu Hohanye, Çin’e karşı makul ve yakın bir tutum izlediği hatta gerekmesi durumunda Çinin idaresi altına girebileceği düşüncesinde olduğu için ağabeyi olan Sol Yabgu Çiçi, kardeşiyle mücadeleye girmiş, Hohanye’nin iyi ilişkiler kurmak için Çine gitmesiyle yönetimi eline alarak kükümdarlığını ilan etmesiyle başlayan süreç, Büyük Hun İmparatorluğu’nun Doğu ve Batı Hun İmparatorluğu olarak ikiye bölünmesine sebep olmuştur.

Doğu Hun İmparatorluğu

Doğu Hun İmparatoruluğunun hakanı Hohanye, bölünmeden önce Büyük Hun İmparatorluğu hakanıydı. Çinin ticari, siyasi, politik ve askeri gelişmeleri neticesinde bölgede güçlenmesiyle Büyük Hun İmparatorluğunun varlığını etkileyerek gücünü önemli ölçüde zayıflatmıştı. Hun Yönetimi Sağ ve Sol yabgu ile yönetiliyordu. Yönetim Sağ Yabgu’nun elindeydi. Sol Yabgu ise söz sahibi ancak ikinci isimdi. Hun İmparatorluğunun yönetiminde sağ yabgu Hohanye, sol Yabgu ise ağabeyi Çiçiydi.

Hohanye, zayıflayan Hun İmparatorluğunu yönetmekte güçlük çekiyor, Çinin baskılarıyla gücünü kaybeden imparatorluğu politik manevralarla ayakta tutmaya çalışıyordu. Bu doğrultuda Çin ile iyi ilişkiler kurarak savaşmaktan kaçınıyor, gerekirse Çin hükümdarlığının yönetimi altına girilebileceğini düşünüyordu. Ağabeyi olan Sol Yabgu Çiçi ile bu konuda aralarında görüş ayrılığı oluştu. Ağabeyi olmasına rağmen Sol Yabgu olan Çiçi, kendisinin Sağ Yabgu olmaması nedeniyle zaten kardeşi Hohanye ile sorunlar yaşıyordu.

M.Ö. 54 yılında Hohanye, Çin ile iyi ilişkiler kurmak maksadıyla Çin hanlığına gitmesiyle Çiçi yönetimi ele alarak hükümdarlığını ilan etti ve Hun İmparatorluğunun başına geçti. Hohanye’nin Çin Hanlığına yakın siyasi duruşu nedeniyle kendisine karşı tavır alan kurmayları, Çiçi’nin Çine karşı aldığı sert tavır nedeniyle bu duruma karşı çıkmadı. Hun İmparatorluğunun yönetimi artık Çiçinin yönetimindeydi ancak bu dönem çok kısa sürdü. Hohanye, Çinden aldığı destek ile Hun İmparatorluğuna dönerek imparatorluğun Doğusuna yerleşti. Bu dönemde Hun İmparatorluğu, fiilen Doğu ve Batı olarak ikiye bölündü. İmparatorluğun Batı bölgesi Çiçi’nin, doğu bölgesi Hohanye’nin yönetimi altındaydı.

Doğu Hunlarının başında olan Hohanye, Çinden aldığı destekle bilikte varlığını devam ettirdi. Bu dönemde Çiçi’de kendi bölgesinde güçlenerek Doğu Hunları için tehdit oluşturmaya başlamıştı. Hohanye hem batıda ağabeyi Çiçi’nin, hem güneyde Çin imparatorluğunun baskısı altındaydı. Çin her ne kadar Batı Hunlarına karşı kendilerini desteklese de yinede Çin boyunduruğu altındaydı. Yinede Çin ile iyi geçiniliyordu ancak Batı Hunları önemli bir düşman halini almıştı. Bu doğrultuda Hohanye M.Ö. 44 yılında Çin ile bir anlaşma imzalayarak taraflardan birinin saldırıya uğraması durumunda diğer tarafın destekleyeceği belirterek karşılıklı taahhütte bulunuldu. Böylece olası bir Batı Hun saldırısına karşı Çin Doğu Hunlarının yanında yer alacaktı. Bu anlaşmanın da etkisiyle 10 yıl kadar Batı Hunları ile karşı karşıya gelmediler.


Batı Hun İmparatorluğu, bulunduğu bölgedeki güçlü kavimlerle savaşarak bölgesinde güçlenmişti. Hohanye’de Batı Hunlara karşı Çinden aldığı destekle rahatlamıştı. Bir plan yaparak Çiçi hanı savaş dönüşü gafil avlamayı başardı. Batı Türkistan bölgesindeki bir savaşdan dönen Çiçi ve ordusu, savaş dönüşü 1500 askeriyle Kırgız bölgesinde bir kaleye çekilmişti. Çiçi, saldırıyı çinden bekliyordu. Hohanye bu avantajı kullanarak ancak ummadığı anda karşısına çıktı. M.Ö. 36 yılında gerçekleşen bu savaşı kazanıp Hohanye Çiçi’yide öldürerek Batı Hunları tarih sahnesinden silmiş oldu.

Çin Baskısı ve Asimilasyon

Her nekadar Batı Hun İmparatorluğunu yıksa da, bu durum Doğu Hunları için olumlu değil aslında olumsuz bir gelişme olmuştu. Zira Batı Hunlarına karşı Doğu Hunlarını destekleyen Çin hanlığı, Batı Hunlarının yıkılmasıyla Doğu Hunlarının üzerindeki baskılarını arttırdı.

Çinin amacı Hun İmparatorluğunu tamamen yıkmaktı ancak gerek Hunların yaşayış şekli ve mücadele ruhu, gerekse Çinin bölgedeki diğer düşmanlarıyla mücadele etmesi buna izin vermedi. Çinin baskıları neticesinde Doğu Hunları bölgelerinde varlık gösteremediler. 100 yıl kadar daha süren Doğu Hun İmparatorluğu bu süre zarfında varoluş mücadelesi sürdürdüler. Bu 100 yıllık dönemde önemli kabul edilebilecek bir gelişme yaşanmadı. Bu nedenledir ki, Tarih kaynakları bu dönemlerde Hunlara ait önemli kayıtlar bulunmamaktadır.

Doğu Hun İmparatorluğunun varolduğu dönemde yönetimde bulunan hükümdarların isimleri şu şekildedir ;

Hohanye (M.Ö. 54-31)
Cudi (M.Ö. 31-30)
Fuçuleycudi (M.Ö.30-20)
Su Hsien Cudi (M.Ö. 20-12)
Çuyacudi (M.Ö. 12-8)
VuçuLiuCudi (M.Ö. 8-M.S. 13)
Vuleycudi (13-18)
HuTuIrSıtaoGaoCudi (18-46)
Wutatiho (46)
Pu-Nu (46-48)

Doğu Hun İmparatorluğunun Bölünmesi (Kuzey ve Güney)

Yönetimi zayıflayan ve bölgedeki otoritesini yitiren Doğu Hunları, Çin’in hakimiyetini kabul etmesiyle, varolduğu 100 yıllık süre boyunca peyder peyi zayıflayarak çöküş sürecine girdi. Bu süreç M.S. 48 yılında imparator Panu ile yeğeni Pi arasında yaşanan taht kavgasıyla bölünme noktasına geldi. İmparator Panu, Doğu Hunlarını Çin’in hakimiyetini kabul ederek yönetiyordu. Zira Hohanye döneminden beri Hun İmparatorluğu bu menvalde yönetildi. Zaman zaman Çine karşı mukavemet düşüncesi ortaya çıksada Hunların Çin Hanlığına karşı koyabilecek askeri ve ekonomik gücü bulunmuyordu. Ancak İmparator Panu’nun yeğeni Pi, hiçbir şekilde Çinin hakimiyetini kabullenmek düşüncesinde değildi. Bu fikir ayrılığı Panu ile yeğeni Pi’nin arasını açtı.

İlginçtirki, M.Ö. 54 yılında, yani neredeyse 100 yıl önce Çiçi ile Hohanye arasında yaşanan ayrılık nedeni, M.S. 54 yılında yani neredeyse 100 yıl sonra amca Panu ve yeğeni Pi arasında yaşanmış, her iki mücadelede İmparatorluğun bölünmesiyle sonuçlanmıştır.

Yaşanan bu mücadele neticesinde Doğu Hun İmparatorluğu, Kuzey ve Güney Hun İmparatorluğu olarak ikiye bölünerek, yıkılan Doğu Hun İmparatorluğunun hakanı konumunda olan Panu imparatorluğun Güney Bölgesini, amcası Panu’ya karşı mücadeleye giren Pi ise Kuzey bölgesini kontrolü altına alarak imparatorluğu siyasi ve fiziki olarak ikiye bölünmesine neden oldular.

Panu, Doğu Hun İmparatorluğunu yönettiği gibi, Güney Hun İmparatorluğunu yönetirken de Çin hakimiyetini kabul ederek hareket etti. Ancak Pi, Çine ve Güney Hunlara karşı sert tavır alarak hem amcası Panu’ya, hem Çin hanlığını karşısına aldı.

Kuzey Hun İmparatorluğu

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Kuzey ve Güney Hun İmparatorlukları ile ilgili bilgilerde ciddi karmaşalar bulunmaktadır. Bazı tarih kaynaklarında Kuzey Hunları “Batı Hunları” olarak anılmakta, bazılarında ise Güney Hunları bu adla telafuz edilmektedir. Öyle ki, iki imparatorluğun hakanı olan Panu ve Pi’nin bile imparatorlukları hakkında ciddi karmaşık bilgiler bulunmaktadır. Bu sebeple daha önce konu hakkında bilginiz var ise kavram karmaşası yaşayabilirsiniz. Bu nedenle kısaca özetleyelim ;

Büyük Hun İmparatorluğu M.Ö. 220 yılında kurulmuş, M.Ö. 161 yılında Doğu ve Batı Hun olarak ikiye bölünmüştür. Batı Hun yıkılarak Doğu Hun İmparatorluğu devam etmiş, bu imparatorlukta M.S. 48 yılında ikiye bölünerek Kuzey ve Güney Hun imparatorluğu ortaya çıkmıştır. Güney Hun İmparatoru, Doğu Hun İmparatoru olan Panu, Kuzey Hun imparatoru ise, amcası Panu’ya karşı mücadeleye giren Pi olmuştur. Tarihin ilerleyen dönemlerindede Avrupa Hun ve Ak Hun imparatorlukları ortaya çıkmıştır.

Çin’in baskıları ve zamanla zayıflayan Hunların Çin himayesi altına girmesiyle Asyadaki Hun varlığı ciddi tehlike altına girmişti. Öyleki İmparatorluk neredeyse 100 yıldır Çin himayesi altında yönetiliyordu. Hakanları Çin tarafından yetiştiriliyor, İmparatorluğun kültürel ve sosyal yaşamı Çin Hanlığından etkilenerek ciddi bir yozlaşma yaşıyordu. Önceki ve yeni gelen yabgular ise bu duruma alışmış ve kabullenmiş olarak hükümdarlığa geçiyordu.

Hohanye ve Çiçi zamanında yaşanan ayrılık, M.S. 48 yılında imparator Panu ile yeğeni Pi arasında tekrar cereyan etti. Panu, alışılageldiği gibi imparatorluğu Çin boyunduruğu altında yönetiyordu. Yeğeni Pi, bu duruma karşı çıkıyordu. İmparatorluğun eskisi gibi bağımsız ve bölgesinde otorite sahibi büyük bir İmparatorluk haline gelmesi için mücadele etme düşüncesindeydi. Bu ayrılık çatışmaya dönüşerek imparatorluğun ikiye bölünmesiyle sonuçlandı.

Yaşanan mücadele sonrası Pi, askeri gücünü toplayarak imparatorluğun Kuzey bölgesine, Sibiryanın güneyi ile Moğolistanın kuzeyi arasındaki bölgeye çekilerek kendi yönetimini oluşturdu. İmparatorluğun kurulmasıyla birlikte Pi, bölgedeki Hun beyliklerininde desteğiyle bölgesine hükmetmeye başladı. Ancak bulunduğu bölgede Sienpiler, Moğol-Tunguz karışımı topluluklar ile Wuhunlar bulunuyordu.

Pi, kuzeyde bulunan Hun beyliklerininde desteğini alarak bölgesinde söz sahibi olmaya başladı. Kuzey hunları kısa bir sürede Güney Hunları ve Çin için tehdit haline geldi. Ancak M.S. 60 lı yıllara kadar batı bölgesindeki diğer toplulukların ayaklanmalarıyla ve bölgedeki güç dengeleriyle mücadele eden Kuzey Hunları, bu bölgedeki otoritesini kabul ettirerek bölgesinde söz sahibi olmayı başardı. Bölgesindeki sorunları çözen Kuzey Hunları, artık Güney Hunları ve Çinin üzerine yürüyebilecek güce sahip hale geldiler. Öyle ki, Kuzey Hun İmparatorluğu, artık Güney Hun İmparatorluğundan daha güçlü ve büyük bir imparatorluk haline gelmişti. Çin, Güney Hun İmparatorluğu bölgesinde askeri anlamda rahat hareket edebiliyorlardı. Bu nedenle Güney Hun İmparatorluğu bölgesinde yapılan savaşlarda kaybetse bile toprak kaybetmiyordu. Ancak Kuzey Hunlarının 61-65 yılları arasındaki ilerleyişi Çin sınırlarına kadar ulaştı. Kazandığı savaşlarla da güçlenerek Çine meydan okumaya başladı. Çin, sınır kasabalarıyla ticareti yasaklamış, böylece Kuzey ve Güney hunlarının ekonomik varlığını zayıflatmıştı. Kuzey Hunları, bu dönemde Çin’e serbest ticarete izin vermeye mecbur ettiler. Artık Hunların parlayan güneşi Kuzey Hunlarıydı. Çin ise, Büyük Hun İmparatorluğu zamanında yaşadığı Hun baskısını tekrar yaşıyordu.

Kuzey Hunları, kısa zamanda bölgesinde güçlenerek söz sahibi olmaya başlamıştı. Çin bu durumdan oldukça rahatsızlık duymaya başladı. Kuzey Hunlarının daha fazla güçlenmesi Çin için eski kötü günlerin geri dönmesi anlamına geliyordu. Bu nedenle Çin, hanlığın tüm gücünü Kuzey Hunlarıyla mücadele için seferber etti. Bugün Çin tarihinde bir kahraman olarak adı geçen Pan Çao, bu ünvanını Kuzey Hun İmparatorluğuyla yaptığı uzun mücadele sonucunda elde etti.

Kuzey Hun İmparatorluğu, tüm gücüyle güneyinde bulunan Çin’e karşı mücadele ediyordu. Ancak Kuzey bölgesinde yeni bir gelişme meydana geldi. Bölgede bulunan Sienpiler güçlenerek kendi egemenlik alanlarını genişletiyorlardı. Sienpilerin hakimiyet alanı Çungaryada Güney Sibiryaya kadar uzanıyordu. Kuzey Hun İmparatorluğunun güneyde Çinle mücadele etmesini fırsat bilerek imparatorluğun kuzey bölgesini baskı altına aldı. Kuzey Hunlarının mücadelesi Kuzeyde Sienpilere, güneyde Çin Hanlığına karşı devam etti.

Bu mücadele dönemi 30 yıl kadar sürdü. Kuzey Hun İmparatorluğu Bu süre zarfında hem Kuzeyde Sienpilerle, hem Güneyde Çin hanlığıyla mücadele etti. Ancak hem Sienpiler çok güçlenmişti, hemde Çin hanlığı, geçmişten gelen Hun Paranoyası nedeniyle Kuzey Hunlarına karşı seferberlik haliyle mücadele ediyordu. Yapılan savaşlar sonrasında Kuzey Hunları zayıflayarak sahip olduğu kentleri kaybetmeye başladı. 91 yılına kadar süren bu ağır savaşlar neticesinde imparatorluk zayıflayarak yıkıldı. Bölgedeki Hunlar, Sienpilerin baskılarıyla batıya doğru kalabalık kitleler halinde göç ettiler. Bölgede bulunan diğer Hun İmparatorluğu olan Güney Hun İmparatorluğu ise Çin hanlığının egemenliği altında varlığını devam ettirmeye devam ettiler.

Not : Kuzey Hun İmparatorluğunun yıkılmasıyla, imparatorluk bünyesindeki kabileler batıya doğru göç ederek, daha önce yıkılan Çiçi yönetimindeki Batı Hun İmparatorluğundan kalan diğer topluluklarla birleştiler. Tarihin ilerleyen dönemlerinde ortaya çıkan Avrupa Hunları ve Ak Hunların temelini oluşturan bu topluluklar, Avrupa Hun ve Ak Hun İmparatorlukları kurulana kadar Hunların İmparatorluk kurmadan önceki yaşayış şeklini benimseyerek bozkır hayatı sürdüler.

Güney Hun İmparatorluğu

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Kuzey ve Güney Hun İmparatorlukları ile ilgili bilgilerde ciddi karmaşalar bulunmaktadır. Bazı tarih kaynaklarında Kuzey Hunları “Batı Hunları” olarak anılmakta, bazılarında ise Güney Hunları bu adla telafuz edilmektedir. Öyle ki, iki imparatorluğun hakanı olan Panu ve Pi’nin bile imparatorlukları hakkında ciddi karmaşık bilgiler bulunmaktadır. Bu sebeple daha önce konu hakkında bilginiz var ise kavram karmaşası yaşayabilirsiniz. Bu nedenle kısaca özetleyelim ;

Büyük Hun İmparatorluğu M.Ö. 220 yılında kurulmuş, M.Ö. 161 yılında Doğu ve Batı Hun olarak ikiye bölünmüştür. Batı Hun yıkılarak Doğu Hun İmparatorluğu devam etmiş, bu imparatorlukta M.S. 48 yılında ikiye bölünerek Kuzey ve Güney Hun imparatorluğu ortaya çıkmıştır. Güney Hun İmparatoru, Doğu Hun İmparatoru olan Panu, Kuzey Hun imparatoru ise, amcası Panu’ya karşı mücadeleye giren Pi olmuştur. Tarihin ilerleyen dönemlerindede Avrupa Hun ve Ak Hun imparatorlukları ortaya çıkmıştır.

Güney Hun İmparatorluğu esasında kurulmamış bir devlettir. Zira Önce Doğu ve Batı olarak bölünen Hun İmparatorluğu, M.S. 48 yılında Güney ve Kuzey olarak tekrar bölünmüştür. İmparator konumuda olan Panu, ülkeyi Çin egemenliği altında yönetmekteydi. Yeğeni Pi, bu duruma karşı çıkarak Çin egemenliğinden kurtulmak düşüncesiyle harekete geçerek amcası Panu’ya karşı mücadeleye girdi ve ülkenin Kuzey bölgesini kontrol altına alarak Kuzey Hun İmparatorluğunu kurdu. Bu bağlamda, Güney Hun İmparatorluğu mevcut Hun İmparatorluğunun (Doğu Hun İmparatorluğu olarak telafuz ediyoruz) devamı niletiğini taşımaktadır.

İmparatorluk, yaklaşık 100 yıldır Çin egemenliği altında yönetilmekteydi. Bölgesinde güçlenen Çin, Hunları kontrol altında tutuyor, iç siyasi dengeleri yöneterek Hunların büyüyüp genişlemesini engelliyordu. İmprator Panu’da bu yönetim şeklini devam ettirdi. Ancak yeğeni Pi’nin bu duruma karşı çıkarak kendisiyle mücadeleye girmesi neticesinde ülkenin Kuzey bölgesini yeğeni Pi’nin yönetimine bırakmak zorunda kaldı.

Panu, bu ayrılıktan sonra İmparatorluğun Güney Bölgesini himayesi altında tutmaya devam etti. Daha öncedende olduğu gibi yönetim Çin egemenliği altında devam ettirildi. Bu dönemde Kuzey Hunları bölgelerinde güçlenerek topraklarını genişletmeye başlamıştı. Hatta güneye doğru ilerleyerek Çin sınırlarına kadar dayandı. Güney Hun İmparatorluğu, bu tarihi dönemde ciddi bir varlık gösteremeyerek Çin boyunduruğu altında varlığını sürdürmeye devam etti.

Zamanla büyüyen Kuzey Hun İmparatorluğu, kuzey bölgesindeki Sienpilerin güçlenmesiyle hem güneyde Çin, hem Kuzeyde Sienpilerle mücadele etmek zorunda kaldı. Bu mücaleler neticesinde zayıflayarak bölgedeki varlığını kaybetmeye başladı. Hem Çin, hem Sienpilerin baskılarına karşı koyamayan Kuzey Hun İmparatorluğu, 91 yılında yıkılmıştı. Kuzey Hun İmparatorluğunun yıkılmasıyla bölgede bulunan ve önceki Hun İmparatorluklarının devamı niteliğini taşıyan tek Hun imparatorluğu durumundaydı. Ancak Çin, Güney Hunlarının yönetimini tamamen inisiyatifi altına almaya başlamıştı.

177 yılına dek Hunlar kendi İmparatorlarını seçiyorlardı. Bu imparatorlar Çin hanlığında yetiştiriliyor olsa da tercih Hunlara bırakılıyordu. Ancak 177 yılında Çin, Güney Hun imparatorluğunun yabgusunu kendisi atama kararı aldı. Bu karar Hunlar arasında infiale neden oldu. Öyleki Hun kabileleri, Çinin atadığı imparatoru kabul etmeyerek öldürdü. Bu olaydan sonra Hunlarda iç karışıklıklar baş göstermeye başladı. İmparatorluk başsız kalmıştı. Yaşanan iç mücadeleler neticesinde İmparatorluk 5 vilayete bölünerek Çinin atadığı askeri valilerle yönetilmeye başlandı. Seçilen imparatorlar ise Çinin siyasi varlığı nedeniyle söz sahibi olamıyordu.

Bu süreç 216 yılına kadar devam etti. Çin, esas amacına 216 yılında ulaştı. Hunları tamamiyle kontrolü altına alarak bölgedeki son Hun İmparatorluğunun varlığına son verdi. Bu tarihten sonra Türkler, tarih sahnesine çıkış yerleri olan Türkistandan tamamen uzaklaştı. Bölgede kalan Hunlar ise kısmen batıya doğru göç ederek, kısmen bölgedeki diğer halklara karışarak asimile oldular.


Güney Hun İmparatorluğu döneminde idarede bulunan imparatorlar şu şekildedir ;

Panu Yabgu (46 - 83)
Sanmuldutzu Yabgu (83 - 84)
Yuliu (84 - 89)
Yuçukien (89 - 93)
Ankuo (93 - 94)
Tingtoşi - Suyheuti (94 - 98)
Vanşiçi - Suyti (98 - 124)
Vuçihu - Şihço (124 - 127)
Tejoşi - Suytsieu (127 - 140)
Çenieu Yabgu (140 - 143)
Hulanjoşi Suytsieu (143 - 147)
İlingşi - Suytsieu (147 - 172)
Totejoşi - Suytsieu (172 - 177)
Huçing (177 - 179)
Kiangkiu (179 - 188)
Teçişi - Suyheu (188 - 195)
Huçutsiuen (195 - 216)

Not : Bugün Türkistan bölgesinde varolan pek çok ülke, bir yanılgı olarak Literatürümüzde yada zihinlerde Türk devleti olarak anılmaktadır. Hun imparatorluğunun yıkılmasıyla birlikte idaresiz kalan Hun Türklerinin bir kısmı Batıya doğru ilerleyerek diğer Hun devletlerinin temelini oluşturmuşlar, bir kısmı ise bölgede yaşayan diğer toplumlara karışarak asimile olmuşlar, kültürel değerlerini bu toplumlarada götürerek Türk/Hun kültürünün yaşatılmasına olanak sağlamışlardır. Bu nedenle aslında Türk olmasada, yıkılan Hun İmparatorluğuyla birlikte bölgeye dağılan Hun Türklerinin bölgedeki kültürel varlığı, bölgedeki devletlerin Türk olduğu kanısını uyandırmaktadır. En bariz örneği Moğollardır. Türk olmayan Moğolların tarihte Türk olarak anılması buradan gelmektedir. Kültürel açıdan çok zayıf olan Moğollar, Türk kültüründen fazlaca etkilenmiş, bu etkileşim onların Türk olduğu kanısını uyandırmıştır. Toplumları içerisinde çok sayıda Hun Türkü bulunmaktadır. Öyleki Moğolların tarihdeki en büyük İmparatoru Çenkiz hanın, tarih kayıtlarında kendisinin Türk olduğunu ifade ettiği bulunmaktadır.


Hunların Yeniden Doğuşu

Hunlar Türkleri, Büyük Hun İmparatorluğunda yaşanan karışıklıklar ve bölünmelerle batıya doğru göç etmeye başladılar. M.Ö. 36 yılında başlayan göç hareketi, M.S. 200 lü yıllara kadar devam etti. Hun İmparatorluğunun zayıflamasıyla yaşanan idari sorunlar, bölgedeki Hunların belirli aralıklarla Türkistan bölgesinde dağılmasına ve bölgeyi tamamen terk etmesine neden oldu. Bu göç hareketi küçük kütlelerle devam etmiş olmasının yanında birkaç kez büyük göç hareketlerine de sahne oldu.


Türklerin Türkistandan Çıkışları ve Göç Hareketinin Başlaması

Hun Türklerinin bölgeden göç etmeleri, M.Ö. 36 yılında başladı. M.Ö. 54 yılında, Büyük Hun İmparatorluğu ikiye bölündü. İmparatorluğun yönetiminde bulunan iki kardeş Hohanye ve Çiçi, devletin yönetimi konusunda anlaşmazlığa düştüler. Hohanye ülkeyi Çin himayesinde devam ettirmek düşüncesindeyken Çiçi, Çin egemenliğini kabul etmeyerek Batı bölgesine çekilip Batı Hun İmparatorluğunu kurdu. Zamanla hem kardeşi Hohanyenin yönettiği Doğu Hunla, hemde Çinle mücadele eden Çiçi, M.Ö. 36 yılında bir savaşta tüm askerleriyle birlikte öldü ve Batı Hun İmparatorluğu yıkıldı. Yıkılan Batı Hun İmparatorluğu bünyesinde yaşayan kabileler, Çin himayesine giren Doğu Hun İmparatorluğuna katılmayarak bölgedeki ilk yoğun göç hareketini başlattılar. Daha sonra kurulacak olan Avrupa ve Ak Hun İmparatorluklarının temelini oluşturacak hunların göç süreci bu tarihte başlamıştır.

İlerleyen dönemlerde, DoğuHun İmparatorluğunun Çin himayesinde varlığı sürdürmesi ve Çinin Hunlar üzerindeki ağır baskıları ekonomik ve siyasi sorunlara neden oldu. Bu sorunlar zamanla göç hareketinin devam etmesine neden oldu. Çiçi yönetimindeki Batı Hunların göç hareketi 100 yıl kadar sürdü. Bu 100 yıllık süre zarfında bölgedeki diğer Hun kabileleride Batı Hun İmparatorluğunda yaşayan Hun Türklerini takip ederek, hem politik hem doğal koşulları daha yumuşak olan batı bölgelerine doğru göç ettiler.

İlerleyen tarihlerde Hun İmparatorluğunun tekrar bölünerek Kuzey ve Güney olarak ikiye ayrılmasıyla Türkistan bölgesindeki karışıklıklar artmaya başladı. Batı Hunları gibi, Çin himayesini kabul etmeyen kabileler, Yabgu Pi idaresinde Kuzeye çekilerek hem Çin, hem Güney Hun İmparatorluğuyla mücadeleye girişti. Zamanla bölgede güçlenen Sienpiler ve Çinler ile mücadele neticesinde Kuzey Hun İmparatorluğuda M.S 91 yılında yıkıldı. İkinci büyük göç hareketi bu dönemde gerçekleşti. Yıkılan Kuzey Hun İmparatorluğu bünyesindeki Hun kabileleri, topraklarını genişleten Sienpilerin baskıları neticesinde kabalalık kütleler halinde Batıya doğru göç ettiler.

Üçüncü büyük Göç hareketi M.S. 216 yılında Güney Hun İmparatorluğunun yıkılmasıyla gerçekleşti. Çinin Hunlar üzerindeki baskısıyla varolan tek Hun İmparatorluğu yıkılarak bölgedeki Hun varlığı ortadan kaldırılmış oldu. Bölgedeki hunlar zamanla İmparatorluk kurmayı deneselerde bu girişimler başarısızlıkla sonuçlandı. Bölgede kalan Hunlar daha çok bölgedeki halklara karışmakla birlikte batıya doğru göç hareketine devam ettiler.


Devletsiz Yaşanan 150 Yıl ve Hunlarda Göçebe Yörük Kültürünün Oluşması

Hunlar, son Hun İmparatorluğunun yıkılmasıyla bölgedeki Hun Türkleri imparatorluk bünyesinde olmaksızın varlıklarını devam ettirdiler. Göç eden hunların bir kısmı göç dahilinde bölgelerindeki imparatorluklara dahil olsalar da genellikle göç etmeye devam ettiler. Bu dönemde Hunlar, Yörük kültürüyle tanıştılar. Hunların, Hun İmparatorluğu kurulmadan önce yaşayış şekilleri Kabileler şeklindeydi. Genellikle göç etmekle birlikte, daha çok belirli bir bölgede varlıklarını sürdürmekteydiler. Ancak Hun İmparatorluklarının yıkılmasıyla birlikte bölgelerinde barınamayan Hunlar, Hazar denizi bölgesine kadar geniş bir coğrafyada göç etmek durumunda kaldılar. Bu göç hareketi, Hun Türklerinde konar göçer olarak tanımlanan Yörük kültürünü oluşturdu.

Büyük Hun İmparatorluğu kurulmadan önce kendi aralarındada mücadele içinde olan Hun kabileleri, geçmişin aksine göç hareketiyle birlikte yine Kabileler halinde yaşamışlar ancak kendi aralarında mücadele etmemişlerdir.


Hunların Hazar Denizi ve Çevresinde Toplanmaları

Göç eden Hun Türklerinin, asyadaki göç hareketleri Hazar denizine kadar sürdü. Hazar denizinden sonrası Avrupaya kadar açılıyordu. Ancak hem Hazar bölgesinin ikliminin yaşamaya elverişli oluşu, hemde Hazar denizinden sonrasındaki Gotların bölgedeki hakimiyeteri göç hareketinin Hazar denizinde durmasına neden oldu. Yaklaşık 400 yıl süren göç hareketiyle ilerleyen Hun Kabileleri, Hazar denizi etrafında toplanarak bölgelerinde çoğaldılar. Bu bölgede 100 yıl gibi bir süre çoğalan ve büyüyen Hun kabileleri zamanla güçlenerek bölgelerinde söz sahibi olmaya başladılar.

Yeni Hun İmparatorluklarının Kuruluşu

Hazar bölgesinde çoğalan Hunlar, geçmişten gelen Devlet kültürünü bulundukları bölgede de hayata geçirdiler. Bu bölgede çoğahan Hunlar, zamanla kurulan onlarca imparatorluğun temelini oluşturarak Türk kültürünü dünyaya yaydılar. İlerleyen dönemlerde tarih sahnesine çıkan Avrupa Hunları, Ak Hunlar, Göktürkler, Selçuklular, Osmanlı gibi pek çok imparatorluğun temelini oluşturan bu topluluğun küllerinden yeniden doğuşu başlı başına bir Tarih Dönemi olarak ele alınabilecek kadar önem taşımaktadır.

Doğuda Kurulan Diğer Hun Devletleri

Büyük Hun Devletinden sonra Hunlar önce ikiye bölünüp daha sonra yıkılsalar da bölgedeki varlıklarını 5. yüzyıla kadar devam ettirdiler. Han İmparatorluğu 220'de yıkılmış, yerine bölgesel devletler kurulmuştu. Çin de bu yerel devletlerde kimi zaman bir unsur kimi zaman ise hükümdar oldular.

İlk Cao Devleti (304-351)

Hun Beyi Liu Yuan, Modu'nun (Mete) torunu olduğunu iddia ederek Hunların başına geçti. Devleti, daha önceki Hun Devletleri gibi konar-göçer değildi. Bunun yanında Çinli gibi yaşıyor, Çin gelenek ve göreneklerini benimsiyorlardı. Liu Yuan, 304 yılında Şanyuluğunu ilan etti. 310'da yerine geçen oğlu Çin başkentlerinden Luoyang'ı ele geçirip İmparatoru esir aldı. 316'da da başka bir Çin Devletinin (Jin Hanedanlığı) başkenti Çangan'ı işgal ederek İmparatoru zaptetti. Ancak 318'de Şanyu'nun ölümü üzerine istikrarsızlıklar baş gösterdi. Yeni Şanyu Liu Yao, isyanları bastırıp devletin adını Cao olarak değiştirdi.

Cao'nun yüksek rütbeli komutanlarından Şi Le, Şanyu ile mücadeleye girişerek ülkenin kuzeyinde kendi idaresini kurdu. Önce kendi Şanyuluğunu ilan etti, ardından ihtilal yaparak Şanyu'yu öldürüp tahta oturdu (329). Ardından Tibet kökenli Di ve Şiang boylarını mağlup etti. Hukuka ve tarıma önem veren Şi Le, 300'de Budizmi resmi din olarak kabul ve ilan etti.

Şi Le'den sonra yerine geçen Şi Hu, Çangan ve Luoyang şehirlerini imar edip bilim, sanat, eğitim gibi alanlarda önemli adımlar attı. Ancak Şi Hu'nun ölümünden sonra Çinli bir evlatlık ihtilal yaparak Cao tahtını ele geçirdi. Hunların tekrar ihtilale girişmemeleri için devlette görevli Hunları ve kendisine tehdit oluşturabilecek diğer hun kitlelerini katlederek Cao devletini Çinlileştirdi (351).

Şia Devleti (407-431)

Ordos Hunları ilk zamanlarında Hun Devletine tabi olmuşlar, Hun kitleleri içerisinde güçlü bir boy olarak varlığını devam ettirmişlerdi. Beyleri Helian Bobo, Hunların ardından gelen Tabgaçların (Tuoba) Çinliler ile birleşmesini kabul etmeyip Tabgaç Devletine tabi olmayı reddederek kendi Şanyuluğunu ilan etti (407).

408'de Çin'e akınlar düzenleyen Helian Şanyu, hakimiyetini güçlendirip 413'de Ordos bölgesinde Tongvan isimli bir kent inşa etti. 417 Yılında Çin Devleti yıkılınca başkentleri Çangan'ı işgal etti. Ancak 425 yılında vefat eden Helian'dan sonra taht kavgaları ve iç karışıklıklarla karşı karşıya kalan Şia Devleti, Kuzey Vey Devleti'nin saldırıları neticesinde yıkıldı (431).

Kuzey Liang Devleti (397-439)

Hun boyu Juçuların beyi olan Meng Şu, Gansu'da şanyuluğunu ilan edip Guzang'ı başkent yaptı. 415 yılında Şia Devleti ile ittifak yapan Meng Şu, 421'de Batı Liang Devletine son verdi. Doğu Türkistan Kent Devletleri, Kuzey Liang Devletinin hakimiyeti altına girdiler. Hızla güçlenen Liang Devleti, Meng Şu Şanyu'nun oğlu Mujian döneminde Vey İmparatorluğunun saldırısı sonucunda yıkıldı (439).

Ak Hunlar (400-588)

Hun Devletinin yıkılmasından sonra batıya doğru göç eden kitlelerden kısmı 400'lerden itibaren Çungarya bölgesine yayıldılar. Bu kitle 425 yılında Yüecileri mağlup edip topraklarına yerleştiler ve Türkistan bölgesine doğru yayılmaya başladılar. Giderek batıya genişleyen Ak Hunlar, 454'de Sasanileri mağlup edip Aral Gölü'ne kadar ilerleme imkanı buldular. 470'de Kuzey Hindistan'da ki Guptalar devletini yıkan Ak Hunlar, 484'de ise Sasani Hükümdarı Firuz'un ölümü ile Herat'ı ele geçirdiler.

Ak Hunlar, 502'de İran'a girerek burada ortaya çıkan bir iç isyanı bastırdılar. Böylece İran iç işlerine karışacak kadar nüfuz kazandılar. 506'dan itibaren Tölesleri de mağlup edip itaat altına alan Ak Hunlar, Aral Gölünden Doğu Türkistan'a, Afganistan'dan Kuzey Ormanlarına kadar geniş bir alanda hüküm sürdüler.

Göktürkler Devleti kurulduktan bir süre sonra Sasaniler ile ittifak yaparak Ak Hun topraklarını ele geçirip bölüştüler. Ak Hun Devleti yıkıldı ancak tebaası ve beyleri Göktürk Devleti içerisinde varlıklarını devam ettirdiler (558).

26 Aralık 2020

Büyük Selçuklu İmparatorluğu

Büyük Selçuklu İmparatorluğu  Orta Çağ'da Oğuz Türklerinin Kınık boyu tarafından kurulan Türk-İran geleneğine dayalı Sünni Müslüman imparatorluktur. Hindukuş Dağları'ndan Batı Anadolu'ya ve Orta Asya'dan Basra Körfezi'ne kadar uzanan geniş bir alanı kontrol etti. Aral Gölü yakınındaki memleketlerinde güç kazandıktan sonra ilk olarak Horasan'ı ele geçiren Selçuklular, buradan İran içlerine doğru ilerledi ve ardından Anadolu'daki şehirleri kontrol altına aldı.

Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Tuğrul Bey (1016–63) tarafından 1037'de kuruldu. Tuğrul'u büyüten dedesi ve Oğuz Yabgu Devleti'nde yüksek makam sahibi olan Selçuk Bey, adını hem ülkeyi yöneten hanedana hem de imparatorluğa verdi. Devlet kurulduktan kısa süre sonra İslam dünyasının merkezi otoriteden yoksun parçalanmış siyasi haritasını birleştirdi ve daha sonra Haçlı Seferlerinin birinci ve ikincisinde kilit rol oynadı. Dili ve kültürüyle yoğun bir şekilde İranlılaşan Selçuklular, Türk-İran geleneğinde büyük bir gelişme sağladı ve İran kültürünü Anadolu'ya taşıdı. Türk boylarının ele geçirilen yerlerde devlet otoritesini artırmak gibi siyasi amaçlar doğrultusunda devlet yöneticileri tarafından ülkenin kuzeybatısına yerleştirilmesi ile bu bölgelerde Türkleştirme süreci başladı


Kınık boyu, Orta Asya'daki Oğuz boylarından biriydi. Bu boyun, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun çekirdeğini oluşturan boy olduğu konusunda tarihçiler ittifak halinde olmalarına rağmen bu konu hakkında net bir kanıt yoktur. Devlete ve hanedana adını veren Selçuk Bey'in bilinen en eski atası babası Dukak'dır. Dukak Yengikent Oğuz Yabguluğu'nda subaşı (ordu/birlik komutanı) olarak görev yapmış ve daha sonra adı kaynaklarda “Salcuk”, “Salçuk”, ”Selcük”, “Selçuk”, “Sarçuk” gibi farklı şekillerde yazılan oğlu Selçuk bu göreve gelmiştir. Selçuk Bey’in torunlarının kurduğu devlet devrin kaynakları tarafından, onun adına nisbetle Selçukiyyan, Selaçıka, Al-i Selçuk (Selçuklu ailesi) olarak verilir. Oğuz Yabgularının Hazar Kağanlığı veya Karahanlılar’a bağlı oldukları ileri sürülür. Oğuzların Karahanlılar ile bazen mücadele bazen de ittifak halinde bulundukları ve onlara paralı asker olarak hizmet ettikleri tespit edilmiştir. Selçuk Bey’in oğullarına Mikail, İsrail, Musa, Yusuf gibi isimler vermesi nedeniyle de Hazarlara bağlı olduğu ve Musevi olduğu ileri sürülmektedir.

10. yüzyılın ikinci yarısında, Kıtaylar Moğolistan’dan çıkartılınca Kıpçak boy birliği dağıldı ve Oğuzlar kuzey komşuları olan Türk boylarının birleşmesi ve göçleri sebebiyle ciddi baskıya maruz kaldılar. Bu da Yabguların otorite ve güçlerini etkilemeye başladı. Bu etki ve belki de bazı kaynaklarda belirtilen Selçuk Bey'in iktidar mücadelesine girdiği Yabgu karşısında başarılı olamaması sonucu (tahminen 960~985) Selçuk Bey boyu ile beraber Maveraünnehir yönüne göç ettiler ve yine bir Yabgu'ya bağlı Cend'e yerleştiler. Bu bölge o sıralarda özellikle Samaniler tarafından yoğun biçimde islam propogandası uygulanan bir bölgeydi ve Selçuk Bey de ailesi ile İslamiyeti seçti. İslamiyeti seçmesinden kısa süre sonra etrafındakiler ve özellikle silahlı Oğuzlar onun önderliğinde topladılar. Bu göçebe topluluk Karahanlılara ve Samanîlere savaşlarda asker vererek karşılığında geniş otlaklar elde etti ve Samanîler Devleti'nin yönetiminde söz sahibi oldu. Samanîler Devleti yıkılınca Selçuk Bey, Müslüman halkıyla birlikte Horasan bölgesine yerleşti. Selçuk Bey'in 1009'da ölümünden sonra daha da güneye indiler.

Selçuk Bey'in oğlu Arslan Bey'in yönetiminde, Karahanlıları ve Gaznelileri endişelendirecek kadar güçlendiler. Arslan Bey'in Gaznelilerce tutuklanması ve 1032'de ölmesinden sonra, Selçuk Bey'in torunları Tuğrul Bey ve Çağrı Bey bağımsızlıklarını elde etmeye giriştiler. Selçukluların teşkilatlı devlet düzenine girmesi bu dönemde oldu. Devletin ilk yöneticisi Tuğrul Bey'di. Selçuklular 1035'te büyük bir Gazneli ordusunu yenerek Horasan içlerine doğru ilerlediler. 1037'de de, bugünkü Türkmenistan’da yer alan Merv kentini ele geçirdiler. 1038'de Gaznelileri ikinci kez yendiler ve Nişabur kentine girerek bağımsızlıklarını ilan ettiler. Tuğrul Bey sultan sanıyla hükümdar ilan edildi ve Büyük Selçuklu Devleti de böylece kurulmuş oldu.

Ordu

Devletin temeli olan ordu, hassa ordusu ve tımarlı sipahilerden meydana geliyordu. Sarayda özel olarak yetiştirilip doğrudan sultana bağlı olan Gulamân-ı Saray askerleri çeşitli milletlerden seçilirdi. Bunlar senede dört defa maaş alırlardı. Selçuklular, askerî iktalar sayesinde maaş ödemeden bir orduyu beslemiş, mühim bir Türkmen nüfusunu toprağa ve devlete bağlayarak iskân etmişti. Bu sayede üretimin artmasını, halk ile hükûmet arasında yeni askerî ve idarî bir kadronun kurulmasını temin etmişti. Bin süvariden fazla asker besleyen ikta sahipleri vardı. Büyük Selçuklularda ordu mevcudu 400.000’e kadar çıktı. Bunun 46.000’i merkezde, geri kalanı devletin diğer bölgelerine dağılmış durumdaydı. İkta sistemiyle ülke menfaatlerini ahenkleştirip kudretli askerî ve idarî teşkilata sahip oldular. Aynı sistem Osmanlıları da etkiledi. Halk arasından Haşer denilen ücretli askerler de alınırdı. Ayrıca gönüllü Gâziyân ve çeşitli askerî sınıflar da vardı.

Hassa ordusu

Hassa ordusu melik, vali, vezir ve diğer yüksek rütbeli devlet memurlarının emri altında, her an harekete hazır askerler olup maaş alan ordu mensuplarıdır.

Sipahiler

Tımarlı Sipahiler, süvari kuvvetlerinden oluşan sipahi ordusu mensuplarından her biri, ülkenin çeşitli bölgelerinde kendilerine tahsis edilen toprakların (ikta=dirlik) gelirlerinden geçimlerini sağlıyordu.


Dandanakan’ın muzaffer başkumanlardan Çağrı Bey, zafer sonrasında verilen toy yâni büyük ziyafette üstün idarecilik vasfı ve keskin siyâsî zekâsını takdir ettiği kardeşi Tuğrul Bey’i Büyük Selçuklu Devleti Sultânı îlân etti. Merv başşehir yapıldı. Toplanan kurultayda feth edilecek yerlerle idareciler tespit edildi. Ceyhun ile Gazne arasındaki bölge Çağrı Bey’e, Bust-Sistan havalisi Mûsâ Yabgu’ya, Nişâbur’dan îtibâren bütün batı bölgeleri Tuğrul Bey’e verildi. Çağrı Bey’in oğlu Yâkutî ile İbrahim Yınal, batı cephesinde vazife aldılar. Hanedandan Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış, Gürcan ve Damgan’a, Çağrı Bey’in oğlu Kara Arslan Kavurd ise, Kirman havalisine tâyin olundular. Vazife taksiminin ardından kısa zamanda; kuzeyde Hârezm dâhil, Mâverâünnehr, Sistân, Mekrân bölgesi, Kirman ve civarı, Hürmüz Emirliği hattâ Arabistan Yarımadası’nda Umman ve dolayları ile Gürcan, Bâdgis, Huttalân tamamen zabt edildi. Tuğrul Bey, Taberistân, Kazvin, Dehistân, İsfehan, Nihâvend, Rey ve Şehrezur’u alarak devletin sınırlarını genişletti. 1046’da Gence, 1048’de Erzen, Karaz, Hasankale, Erzurum ve havalisindeki Gürcü, Ermeni ve Bizans orduları mağlûbiyete uğratıldı.

Henüz yeni kurulan devlet kısa zamanda, Büveyhîlerin işgalindeki Bağdâd hâriç, bölgedeki bütün İslâm topraklarına hâkim oldu. Sultan Tuğrul, Büveyhîlerin işgalindeki halifelik merkezi olan Bağdâd’ı kurtarmak için Abbasî halîfesi el-Kâim bi-Emrillah’ın daveti ile 17 Ocak 1055'te Bağdat'a girdi. Halîfenin, âlimlerin ve sünnî müslümanların büyük hüsn-i kabulüyle karşılanan Tuğrul Bey, Büveyhî hükümdarlığını yıkarak Abbasî halifeliğini yeniden ihya etti. İslâm âleminin takdirini kazanıp, büyük iltifatlara kavuştu. Halîfeliğe karşı yapılan Fatımî saldırılarını bertaraf etti. Halîfelik makamına ve Bağdâd şehrine hizmetinden dolayı 25 Ocak 1058’de Tuğrul Bey’e iki altın kılıç kuşatan halîfe, onu; doğunun ve batının hükümdarı îlân etti. Selçuklu sultânının, halîfe tarafından “Dünyâ hakanı” îlân edilmesi, Türklere büyük itibâr kazandırdığı gibi, Alplik ruhunu okşayarak islam dîninin cihâd emrine daha fazla sarılmalarına yol açtı. Aynı sene Tuğrul Bey, tahrikler sebebiyle isyan eden üvey kardeşi İbrahim Yınal’ı cezalandırdı. Çağrı Bey, yetmiş yaşlarında 1060'ta, Tuğrul Bey ise, 1063’de yetmiş yaşında vefat etti. Tuğrul Bey, devletini sağlam temeller üzeri ne oturtarak, sınırlarını Ceyhun’dan Fırat’a kadar genişletti. Anadolu üzerine yaptırdığı akınlarla, Bizans idaresinde bulunan bölgenin Türk yurdu olması için ilk harcı koydu.

Tuğrul Bey’in oğlu olmadığından, Çağrı Bey’in oğlu Alp Arslan Selçuklu Devleti sultânı oldu. Başa geçer geçmez amcasının veziri Amîd-ül-mülk’ü görevden alarak, yerine Nizâm-ül-mülk’ü tâyin etti. Sultan Alp Arslan, tahta geçmek iddiasında bulunan diğer rakiplerini bertaraf ettikten sonra, batıya yönelerek fetihlere başladı. Kafkaslardan dolaşıp mahallî küçük krallıkları itaati altına aldi. Doğu Anadolu’nun Kuzeydoğu ucundaki meşhûr Ani kalesini 1064'te feth ederek, 16 Ağustos 1064'te Kars’a girdi. Ani, hıristiyan âleminin kutsal yerlerinden biri idi. Bu fetihler İslâm âleminde büyük sevinç kaynağı oldu ve Halîfe Kâim bil-Emrillah, Sultan’a, fetihler babası yâni çok feth eden mânâsına gelen Ebü’l-Feth lakabını verdi. Sultan, 1065 senesi sonlarında doğuya yönelerek Üstyurd ve Mangışlak taraflarına yürüdü. Başarı ile biten seferin sonunda; ticâret yollarını vuran Kıpçak ve Türkmenler itaat altına alındı.

Alp Arslan, 1067 senesinde Kirman melîki olan kardeşi Kavurd’un isyanı ile karşılaştı. Bu isyanı kısa sürede bastırdı. Öncelikle müslümanlar arasında birliğin te’minini arzu eden Sultan Alp Arslan, Bahreyn taraflarındaki Karmatî sapıkları ve önasya’daki Şiî-Fâtımî kalıntılarını temizlemek için harekete geçti. Şiî-Fâtımî sultasının İslâm ülkeleri üzerinden kalkmakta olduğunu gören Mekke şerîfi, Alp Arslan’a itaatini arz ederek, hutbeyi Abbasî halîfesi ve Sultan Alp Arslan adına okumaya başladı. Doğu ve Batıda sistemli bir şekilde yapılan fetih hareketleri; 1067 senesinde Anadolu’da başlatılan yıpratma ve yıldırma akınları, 26 Ağustos 1071’deki Malazgirt muharebesine kadar devam etti. Malazgirt zaferiyle Büyük Selçuklulara kapıları açılan Anadolu, Türkiye Türklerinin istikbâldeki yurdu durumuna girdi. Malazgirt Zaferi sonrasında, Bizans imparatoru Diogenes ile yapılan andlaşma, tahttan indirildiği için tatbik edilemedi. Sultan Alp Arslan, andlaşmanın silah zoruyla tatbikini kumandan ve beylerine emrederek, bütün Anadolu’nun fethini istedi. Selçuklu emrindeki Türkmen boyları, Orta Asya’dan batıya sevk edilerek, Doğu Anadolu’daki Bizans hududuna gönderildi. Selçukluların gaza akınlarına mukavemet edemiyen Bizans kale ve garnizonları Türklerin eline geçti. Türk akınları Marmara Denizi sahillerine kadar uzandı ve fethedilen Anadolu, iskân edildi. Anadolu’nun Türkleşip, İslâmlaşması için gerekli bütün tedbirler alındı. Sultan Alb Arslan, çıktığı Mâverâünnehr seferinde, esir alınan bir kale kumandanı tarafından şehîd edildi. Türk târihinin büyük sultanlarından olan Alp Arslan, enerjisi, disiplini, yiğitliği ve adaleti ile temayüz etmişti .

Sultan Alp Arslan vefat ettiğinde, devlet toprakları, doğuda Yaşgar’dan, batıda Ege kıyıları ve İstanbul boğazına, kuzeyde Hazar-Aral arasından, güneyde Yemen’e kadar olan bir bölgeye yayılmıştı.

Alp Arslan’ın yerine oğlu ve veliahdı Melikşâh, Büyük Selçuklu Devleti sultânı oldu. Sultanlığını tanımayan amcası Kavurd ile Kerez’de yapılan savaşı kazanan Melikşâh birkaç gün sonra Kavurd’un ölümü ile devet içinda asayişi kısa sürede sağladı. İç işlerini hâlleden Melikşâh, taht mücâdelesinden faydalanarak Selçuklu hududlarına hücûm eden Gazneliler ile Karahanlılara karşı sefere çıktı. Bu sırada Karahanlı Şemsülmülk Nâsır’ın mektubunu aldı ve elçisini kabul etti ise de, hareketinden vazgeçmedi. Tirmiz’i muhasaraya başladı. Emir Savtiğin’in ikmâl yollarını kesmesi, şehrin düşerek Sultan’ın başarıya ulaşmasına ve Şemsülmülk’ün sulhu kabul etmesine sebeb oldu. Gaznelilere karşı, Emîr Gümüştiğin ve Anuştiğin’i gönderdi. Gazneli hükümdarı İbrahim bin Mes’ûd, Melikşâh’ın başarılarının artması üzerine itaate mecbur oldu. Gönderdiği elçilik hey’eti ve hediyelerle iyi münâsebetler te’sis edildi. Sultan’ın kızı Gevher Hâtun’un, Gazneli veliahdı Mes’ûd bin İbrahim ile evlendirilmesi, iki devlet arasında çıkması muhtemel anlaşmazlığı önledi.

Doğu sınırlarını garantiye alan Sultan Melikşâh, babasının vezîri ve kendisinin de hocası olan sapık ve bâtınî akımlara karşı Sünnîliğin müdâfaası için Nizâmiyye medreselerini kuran Tuşlu Nizâm-ül-mülk Hasen’den vezîrliğe devam etmesini istedi. Bu sayede Selçuklu Devletine ve İslâm dînine çok hizmet etmesine şebeb oldu. Sultan Melikşâh çok hâlim-selîm, affedici, fakat devlet ve millet işlerinde ciddî, müstesna bir şahsiyetti. Devrinde bozkırlardaki Türk boylarını, bütün İran’ı, Arabistan’ı, Suriye ve Filistin’i, idaresi altına aldı. Anadolu’nun fethi üzerinde hassasiyetle durup, babasının vazifelendirdiği amcazadesi Kutalmışoğlu Süleyman Şah ve Türkmen beylerinden Alb İlig, Artuk Bey, Mansur, Dolat gibi komutanlarla fütuhatı sürdürdü. Selçuklu kumandanları, Bizans’ın Türklere karşı kurduğu ölmezler adlı askerî birlikleri mağlûb etti. Artuk Bey, Bizans kuvvetlerini 1074'te Sapanca çevresinde mağlûb ederek, yüz binden fazla Türk, İzmit’ten Üsküdar’a kadar olan sahaya yerleşti. Kutalmışoğlu Süleyman Şah, güneydoğu harekâtıyla, Adana dolaylarını feth etmekle meşguldü. Fırat’ı geçerek Çukurova, Maraş, Tarsus, Antep ve Urfa’ya dağılan Ermeni ve ücretli frank askerlerini Antakya’da, Gümüştiğin de Nizip, Âmid ve Urfa civarında Bizans kuvvetlerini mağlûb ettiler. Artuk Bey, Sultan Melikşâh’ın emriyle Doğu harekâtını idare etti. 1074-1077 seneleri arasında Sivas, Tokat, Çorum havalisini, Yeşilırmak ve Kelkit havzalarını ele geçirdi. Artuk Bey’den sonra yerine Danişmend Gazi geçerek, Amasya ve civarını Karadeniz’e kadar aldı. Mengücük Gazi, Şarkî Karahisar, Erzincan ve Divriği havalisini; Ebü’l-Kâsım da, Erzurum ve Çoruh bölgesini fethetti. Orta, Kuzeybatı ve Batı harekâtını Süleyman Şah idare edip, Bizanslılar ile mücâdele ve onların âsî kumandanları ile ittifak yaptı. Bizanslılar, Balkanlar’daki iktidar mücâdelesi ve iç hâdiseler üzerine Selçuklulardan yardım istediler. Yardım talebleri Selçukluların menfaatleri doğrultusunda karşılandı. Süleyman Şah, İznik’e yerleşerek, bu şehri Türkiye Selçukluları Devleti’nin merkezi yaptı. Selçuklular, Anadolu’da sahil şehirleri dışında Toroslar ve Çukurova’dan Üsküdar’a kadar bütün bölgeye yerleştiler. Bu durum karşısında Avrupalılar Çin’e elçilik hey’eti göndererek, Selçukluların doğudan tazyik edilmesini istediler. Ancak müracaatları netîcesiz kaldı. Süleyman Şah, 1082-1083 senelerinde Bizanslıların elinde olan Adana ile Tarsus, Misis, Anazarba ve bölgedeki diğer yerleri zabtetti. 1085'te Suriye’nin kilit şehri Antakya’yı bir baskınla fethetti. Antakya’nın en büyük kilisesini camiye çevirip, fetih şükrânesi olarak yüz yirmi müezzinin okuduğu ezandan sonra Cum’a namazını burada kıldı. Diyarbekir bölgesinin fethi için Selçuklu seferleri, Fahrüddevle Cüheyr’in İsfehân’a gelmesiyle başladı. Fahrüddevle, buradaki şiî îtikâdlı Karmatîlerin yola sokulması için hareket eden Artuk Bey ve bağlı kuvvetlerle beraber Diyarbekir’e doğru yola çıktı. Şehrin muhasarası sırasında Selçuklu ordusundaki Arab unsurların şehrin müdâfilerinin içindeki Arablarla savaşmaya yanaşmamaları, ordudaki Türkmen beylerini güç durumda bıraktı ise de, Arablardan müteşekkil kısım, bölgede bulunan diğer şehirlerin fethine me’mûr edildi. Fahrüddevle’nin kumandanlığındaki birlikler, çevredeki Mardin, Hasankeyf, Cizre ve daha otuz kadar kaleyi ele geçirdi. Diyarbekir, Fahrüddevle’nin oğlu Zaimüddevle ve emrindeki kuvvetlerin 4 Mayıs 1085'te şehre girmesiyle düştü ve Mervânîler Devleti ortadan kalktı.

Musul’un fethine me’mûr edilen Aksungur ve diğer Türkmen emirleri şehre harpsiz girdiler. Fethi müteakip Musul’a gelen Melikşâh, büyük bir merasimle karşılandı. Musul emîrliğine Şerefüddevle’yi tâyin etti.


Sultan Alp Arslan zamanından beri Suriye ve daha güneye yürüyen meşhûr Selçuklu kumandanlarından Atsız, seferlerini Melikşâh zamanında da sürdürdü. Uzun süre muhasara ettiği Dımaşk’ı 1076 Mart’ında Selçuklu topraklarına kattı. Dımaşk’ın alınmasından sonra camilerde okunan Şiî-Fâtımî ezanını yasaklayarak Cum’a hutbesini Halîfe Muktedî ve Sultan Melikşâh adına okuttu. Daha sonra Selçuklu Devleti’nin “Fatımî Devleti’nin ortadan kaldırılması” politikasına uygun olarak, Mısır’a doğru sefere devam etti. Fakat muvaffak olamadı ve başarısızlığı Suriye emirlrğinden alınmasına sebeb oldu. Yerine Melikşâh’ın kardeşi Tâcüddevle Tutuş getirildi.

Sultan Melikşâh, Kutalmışoğlu Süleyman Şah ile kardeşi Tutuş’un Suriye’deki mücâdelesi üzerine 1086’da İsfehan’dan bölgeye hareket ederek bölgede asayişi yeniden te’sis etti. Haleb valiliğini Aksungur’a, Urfa’yı Bozan’a, Antakya’yı da Yağısıyan’a verdi. 1087 senesinde Sultan Melikşâh, Süveydiye kıyılarından Akdeniz’e ulaştı. Böylece Uzakdoğudan Ortadoğuya kadar hâkimiyet kurdu. Dönüşte hilâfet merkezi olan Bağdâd’ı ziyaret etti. Halîfe Müktedî tarafından iki kılıç kuşatıldı ve 25 Nisan 1087’de “Dünyâ hükümdarı” îlân edildi.


Selçukluların İslâm’a ve insanlığa hizmeti sayesinde kısa zamanda genişlemesi, düşmanlarını hızlı bir faaliyet içine soktu. Bizanslılar ve sapık fırkalara karşı mücâdele eden âlim ve kumandanlar suikastla öldürülüyordu. 1092 senesinde, önce Selçukluların meşhûr vezîri Nizâm-ül-mülk, Hasen Sabbah’ın fedailerinden bir bâtınî tarafından; arkasından Sultan Melikşâh Bağdâd’da zehirlenerek şehîd edildiler.

Melikşâh’ın ölümü ile başlayan saltanat mücâdelesinde Şam Meliki Tutuş, derhal sultanlığını îlân etti. Bu arada Melikşâh’ın hanımı Terken Hâtûnda küçük oğlu Mahmûd’u sultan ve torunu Ca’fer’i halîfenin veliahdı yapmak için bütün kuvvetiyle uğraştı ve 1092’de Mahmûd’un saltanatını îlân ederek, nâmına hutbe okutmaya muvaffak oldu. Yine bu arada tarafdârlarıyla Rey’e çekilen Berkyaruk da sultanlığını îlân etti ve Terken Hâtun’un üzerine gönderdiği orduyu Burucerd’de bozguna uğrattı. Terken Hâtun’un Gence meliki İsmail’i tarafına çekmesi de bir fayda sağlamadı.

Terken Hâtun’un bir suikast neticesinde öldürülmesiyle saltanat mücâdelesi Tutuş’la Berkyaruk arasında kaldı. Tutuş, Rey üzerine yürüdü ise de 1093 yılında vuku bulan uzun mücâdeleler esnasında birçok emir Berkyaruk tarafına geçti. Bu sayede Berkyaruk karşısındaki orduyu bozguna uğrattı. Ayrıca Tutuş’un ölümü ile bütün rakiplerini bertaraf ederek adına Bağdâd’da hutbe okundu.

Sultan Berkyaruk zamanında Selçuklu Devleti; 

a-Irak ve Horasan, 

b-Sûriye, 

c-Kirman, 

d-Türkiye Selçukluları 

olmak üzere dörde bölündü. Ayrıca Doğu Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Türkmen beylikleri ve Atabeglikler ortaya çıktı. Berkyaruk, parçalanan Selçuklu İmparatorluğu’nu toplamaya başladığı bir sırada haçlı orduları da Suriye’ye geldiler. Berkyaruk, haçlılara ve onların Antakya muhasarasına karşı Kürboğa’yı ve Artuklu beylerini sefere me’mûr etti. Anadolu’dan geçen haçlılar, Suriye’ye vardıkları zaman sayıları oldukça azalmıştı. Ancak İslâm dâvasına ihanet eden Şiî-Fâtımîlerin, sünnî müslümanlara karşı haçlılarla ittifak etmeleri, ayrıca Suriye emirleri arasındaki emniyetsizlik ve rekabetler, Tutuş’un oğlu Dukak ile birlikte Suriye kuvvetlerinin haber vermeden çekilmesi, Frenklerin taarruza geçerek, Türkleri bozguna uğratmalarına sebeb oldu. Netîcede ilerlemeye devam eden haçlılar, Antakya’dan bir sene sonra da Kudüs’ü işgal edip şehirde meskun olan yetmiş bin müslüman ve yahûdiyi hunharca katlettiler.

Bu arada Gence meliki ve kardeşi Muhammed Tapar, Berkyaruk’a saltanat iddiasıyla isyan etti. Berkyaruk, 1100 senesinde Sefîdrûd’da mağlûb olmasına rağmen, Muhammed Tapar’ı arka arkaya dört defa bozguna uğrattı. Ahlat’a sığınan Muhammed Tapar, buranın hükümdarı Sülemen’i ve Ani emîri Menuçehr’i hizmetine alarak yeniden savaşa hazırlandı ise de, Sultan Berkyaruk çok kan aktığını, memleketin harap, emir ve askerlerin yorgun olduğunu, hazînenin boş kaldığını, vergilerin tahsil edilemez bir hâle geldiğini ve nihayet İslâm düşmanlarına fırsat verildiğini beyân ederek, gönderdiği bir elçi ile, kardeşini barışa ikna etti. Böylece 1104'te Azerbaycan’da Sefîdrûd hudud olmak üzere Kafkasya’dan Suriye’ye kadar bütün vilâyetlerde Muhammed Tapar sultan tanındı. Bağdâd, Rey, Cibâl, Taberistan, Fars, Huzistan, Azerbaycan, Mekke ve Medîne’nin idaresi de Berkyaruk’da kaldı.

Selçuklu İmparatorluğu iki devlete ayrılmak suretiyle Türkiye ile birlikte üç Selçuklu sultânı ortaya çıktı. Lâkin bu durum çok sürmedi. Çünkü, Berkyaruk hastalıklı olduğu için 1104 senesinde yirmi altı yaşında iken vefat etti. Sultan Berkyaruk, ülkesini düşünen ve milletinin refahı için çalışan bir kimse idi. Ancak kardeş kavgalarının, memleketin birlik ve beraberliğe en muhtaç olduğu bir döneme rastlaması Berkyaruk’u çok üzdü. Buna rağmen fırsat buldukça haçlı kuvvetleri üzerine asker sevk etmekten ve darbeler vurmaktan geri kalmadı.

Berkyaruk’un vefatıyla oğlu Melikşâh ile Muhammed Tapar saltanat mücâdelesine başladılar. Muhammed Tapar, Bağdâd üzerine yürüyerek fazla zorluk çekmeden 1105'te tek başına sultan oldu. Önce kendisine karşı isyan eden amcasının oğlu Mengübars hâdisesini bastırdı. Daha sonra ülkede uzun zamandır karışıklık çıkaran, anarşiyi tahrik eden bâtınîlere karşı mücâdele etti. 1107’de bâtınîlerin merkezi olan Alamut kalesi kuşatıldı ve çok sayıda bâtınî öldürüldü. Selçuklular arasındaki karışıklıklardan istifâde eden haçlılar, Birinci Haçlı Seferi sonunda Suriye’de haçlı devletleri kurmaya başladılar. Sultan Muhammed Tapar, bunların üzerine ordular gönderdi ise de, kumandanlar arasında tam anlaşma sağlanamadığından kesin sonuca gidilemedi. Sefer kumandanı Emir Mevdud, Şam Emevî Camii'nde bir bâtınî tarafından öldürüldü. Sultan, haçlılara karşı Aksungur'u kumandanlığa getirdi. Bu arada kardeşi Sencer’i Suriye ve Horasan’daki bâtınîlere karşı mücâdele etmekle vazifelendirdi. Alamut üzerine de bir ordu gönderdi. Sultan Muhammed Tapar’ın 1118’de vefatı sebebiyle bu fesad ocağı ortadan kaldırılamadı. Sultan Muhammed Tapar, ilim ve îmar işleri ile de uğraşma fırsatı buldu. İsfehan’da yaptırdığı medresenin bahçesine defn edildi. İleri gelen devlet adamları, Muhammed Tapar’ın henüz küçük yaştaki oğlu Mahmûd’u tahta geçirdilerse de, Melikşâh’ın oğlu ve Horasan meliki olan Sencer, yeğeni Mahmûd’un sultanlığını kabul etmeyerek, saltanat iddiasında bulundu. 14 Ağustos 1119 târihinde yapılan Save savaşını kazanarak sultanlığını îlân eden Sencer, yeğenine evlâd muamelesi yaptı ve kendi hâkimiyetini tanımak şartı ile Rey hâriç, batı ülkelerinin hâkimiyetini ona bıraktı . Sultan Sencer, batı işlerinden çok doğu ile uğraştı. Gaznelilerle savaştı. Karahanlıları kendisine bağladı. Zamanı, Selçukluların son parlak devri idi. Bu arada Selçuklu Devleti’ni iki büyük tehlike tehdid ediyordu. Bunlardan birisi batıdan Anadolu ve Suriye’ye saldırmakta olan haçlılar, diğeri doğudan gelen ve devletin doğu sınırlarını zorlayan Karahitaylar idi. Sultan yalnız bu ikinci tehlike ile uğraştı. Doğu Karahanlılar Devleti’ni yıkarak Seyhun boylarını zorlayan Karahitaylarla çarpışan Sencer, onlarla 10 Eylül 1141 senesinde yaptığı Katvan meydan muharebesini kaybetti. Bu muharebeden sonra Seyhun nehrine kadar olan topraklar Karahitayların eline geçti. Katvan meydan muhârebesiyle Büyük Selçuklu Devleti târihinde yeni bir devir başladı ve Selçuklu ülkesi müslüman olmayan Türk ve Moğol birliklerinin istilâsına uğradı.

Sultan Sencer’in bu mağlûbiyetinden istifâde etmek istiyen Gûr hükümdarı Alâeddîn Hüseyn, yıllık vergiyi vermemek, sultanlık peşinde koşmak gibi davranışlarla Sencer’e olan tâbiliğinden kurtulmaya çalışıyordu. Zâten sınırlarını fazla genişletmesi, bölgenin kuvvet dengesini bozmakta ve bu durum Sultan Sencer’i endişeye düşürmekte idi. Büyük kuvvetlere sâhib olan Gûrlular üzerine yürüyen Sultan Sencer, Haziran 1152’de yaptığı muharebede Gûr ordusunu mağlûb ederek Katvan’da kaybedilen itibârı yeniden sağladı.

Gerileme ve Dağılma Dönemi

Melikşah'tan sonra sırasıyla başa geçen I. Mahmud (1092-1094), Berkyaruk (1094-1105), Müizzeddin Melikşah (1105-1105) ve Mehmed Tapar (1105-1118) dönemlerinde Büyük Selçuklu Devleti gücünü ve eyaletlerdeki merkezi denetimini giderek yitirdi. 1118'de tahta çıkan Ahmed Sencer’in ülke topraklarını yeniden birleştirme çabası da başarılı olduysa da devlet hiçbir zaman Melikşah dönemindeki sınırlarına ve otoritesine kavuşamadı. 1128 yılında Doğudaki Doğu ve Batı Karahanlı Devletine boyun eğdiren Karahitaylar Büyük Selçuklu Devleti ile komşu oldular ve Selçuklulara baskı yaratmaya başladılar. 1141 yılında Karahitay ve Selçuklu orduları arasındaki Katvan Savaşı'nda yenilgiye uğrayan Büyük Selçuklu Devleti hızlı bir dağılma sürecine girdi. Karahitayların devletin en verimli toprakları olan Maveraünnehir'i işgal etmeleri Büyük Selçuklu Devleti'nin ekonomisini ve ordusunu iyice sıkıntıya soktu. Sultan Sencer, giderek artan ekonomik buhran nedeniyle ayaklanan göçebe Oğuzlara 1153'te tutsak düştü. İki yıl sonra kaçarak kurtulduysa da ülkede iktidarını yeniden sağlayamadan 1157’de öldü. Büyük Selçuklu Devleti böylece sona erdi. Bu tarihten sonra Büyük Selçukluların toprakları büyük ölçüde Harzemşahların denetimi altına girdi.

Hanedan üyeleri yönettikleri bölgelerde bağımsız davranmaya başladılar. Daha önce bağımsızlıklarını ilan etmiş olan Selçuklu hanedanın kurduğu devletlerden yalnızca Anadolu Selçuklu Devleti, yüz yılı aşkın bir süre daha ayakta kalabildi. Ayrıca devletin gerilemesinin sebepleri arasında Haçlı Seferleri, Fâtımîler ile olan çatışmalar, Hasan Sabbah'ın Bâtınîlik propogandaları ve Oğuz boylarının ayaklanmaları sayılabilir. Bunun sonucunda ise Abbâsî halifeleri Selçuklu egemenliğinden kurtulmak için bir takım çalışmalar yürütmüştür. Bunlar Selçuklu Devleti'nin yıkılmasına neden olan etkenler ve nedenlerdir. Özet olarak Büyük Selçuklu Devleti'nin yıkılma nedenleri olarak aşağıdaki nedenler sayılabilir:

  • Merkezi otoritenin zayıflaması
  • Taht kavgaları
  • Oğuz isyanları
  • Haçlı Seferlerinin başlaması
  • Atabeylerin bağımsız hareket etmesi
  • Abbâsî Halifelerinin Selçuklu egemenliğinden kurtulmak için yürüttüğü bir takım çalışmalar
  • Bâtınîlik hareketleri
  • Fâtımîler ve Şiîlerin yıpratmaları
  • Şehzade ayaklanmaları
  • Katvan mağlubiyeti ve Karahitayların istilası
  • Kötü yönetim

Devlet Yapısı ve Yönetim

Büyük Selçuklu Devleti’nin örgütlenme biçimi, kendisinden önceki İslam devletlerine benziyordu. Hint-İran devlet anlayışını yansıtan bu örgütlenmede, eski Türk devlet geleneğinin de belirgin etkisi vardı. Eski Türk devlet geleneğinde olduğu gibi, Büyük Selçuklu Devleti’nde de ülke toprakları hanedanın ortak malı sayılıyordu. Bundan dolayı Büyük Selçuklu toprakları eyaletlere bölünmüştü. Eyaletlerin yönetimi de Melik olarak adlandırılan hanedanın erkek üyelerine bırakılmıştı. Tuğrul Bey'den önce boy başkanına Oğuz geleneğine göre Yabgu deniyordu. İslam dininin benimsenmesinden sonra, hükümdarlar İslam devletlerindeki geleneğe uyarak "sultan" unvanı ile anıldılar. Suriye Selçukluları ile Kirman Selçukluları’na Irak Selçukluları da katıldı. Büyük Selçuklu topraklarına göçen yeni Oğuz boyları da iç düzeni büyük ölçüde sarstılar. Bu karışıklık döneminde Harzemşahlar, Büyük Selçuklu toprakların büyük bölümünü ele geçirdiler. Bir süre daha direnen Kirman Selçukluları 1175’te, Irak Selçukluları da 1194’te Oğuzlar ve Harzemşahlar tarafından yıkıldı.

Başkentte oturan sultan, devletin mutlak egemeniydi. Bütün atamalar ve toprak dağıtımı sultanın buyruğuyla yapılıyordu. Ayrıca sultan yüksek yargı kurullarına da başkanlık ediyordu. Hükümdarların "danışman"ı konumundaki kişiler yönetimde önemli rol oynuyorlardı. Alp Arslan döneminde bu göreve getirilen Nizamülmülk, İslam geleneği uyarınca vezir unvanı aldı ve devlet yönetiminde köklü değişiklikler yaptı. Nizamülmülk, devlet yönetimine ilişkin anlayışını Siyasetname adlı kitabında da anlatmıştır. Büyük Selçuklu Devleti’nde devlet işleri "Divan-ı Âlâ" adı verilen bir kurulda görüşülür ve karara bağlanırdı. Ayrıca maliye, askerlik ve adalet işleriyle uğraşan başka divanlar da vardı. Meliklerin yönetimindeki eyaletlerde de büyük ölçüde merkezdeki örgütlenme örnek alınmıştı.

Selçuklularda Önemli Divan Teşkilatları

1. Divan-ı Âli/ Divan-ı Saltanat: Devlet işlerinin görüşüldüğü divandır. Sultandan sonra en yetkili kişi olan 'Vezir' tarafından yönetilir.

2. Divan-ı İstifa: Maliye işlerinden sorumludur. Yöneticisi 'Müstevfi'dir.

3. Divan-ı Arz: Ordunun ikmal ve lojistik desteğini veren divandır. Ayrıca hassa askerlerinin maaşlarını da bu divan öder. Yöneticisi 'Arız'dır.

4. Divan-ı İnşa: İç ve dış yazışmalardan sorumludur. Yöneticisi Tuğrai'dir.

5. Divan-ı İşraf: Devletin idari ve mali işlerini denetlerdi. Yöneticisi 'Müşrif'tir.

6. Niyabet-i Saltanat: Hükümdar başkentte yokken devleti idare eden divandır. Başında 'Naib' bulunur.

Toprak Yönetimi ve Ordu

Büyük Selçuklu ülkesinde tarım yapılan topraklar ikta denen bölümlere ayrılmıştı ve iktalar hizmet karşılığında belirli süre için ileri gelenlere veriliyordu. Bu usulle verilen topraklar has, ikta ve haraci olarak üçe ayrılıyordu. Has toprakların geliri doğrudan sultan ailesine veriliyordu. İkta sahipleri ise, toprakları işleme karşılığında belli sayıda asker besliyor ve savaş zamanlarında orduya katılıyorlardı. Haraci olarak adlandırılan toprakların geliri de doğrudan devlet hazinesine aktarılıyordu.

Alp Arslan dönemine kadar beylere bağlı göçebe Türkmenlerden oluşan ordu Nizamülmülk tarafından yeniden yapılandırıldı. Nizamülmülk, aylıklı askerlerden oluşan sürekli bir ordu kurdu. Bu aylıklı askerlere "gulam" deniyordu ve bunlar temel olarak başkentte iktidarı korumakla görevliydi. Savaş sırasında asıl ordu ise ikta sahiplerinin yönetimindeki atlı askerlerden oluşurdu. Ayrıca bağlı devletler de savaş zamanlarında sultanın ordusuna asker gönderiyorlardı. Melikşah döneminde orduda 50 bin kadar atlı asker olduğu bilinmektedir. Kısa bir not Türkler yani Selçuklular orduyla iç içe bir toplum oldukları için onlara 'ordu millet' denirdi.

Toplumsal ve Ekonomik Yaşam

Büyük Selçuklu Devleti'ndeki Oğuz boyları ve başka bazı topluluklar göçebeydiler. Oğuz boylarının başında bir bey bulunuyordu. Bu göçebe topluluklar geçimlerini hayvancılıkla sağlıyorlardı ve otlak bulmak için de mevsimlere göre yer değiştiriyorlardı. Devlet göçebe topluluklardan otlak vergisi alıyordu. Yerleşik nüfus ise çiftçilik, zanaatçılık ve ticaretle uğraşıyordu. Kentlerdeki tüccar ve esnaf, işkollarına göre loncalar biçiminde örgütlenmişti. Merkezi devlette görevli memurlar ile sürekli ordudaki askerler maaş alıyorlardı.


Eğitim, Bilim ve Sanat

Büyük Selçuklular, kendilerinden önce var olan medreselerde öğretimi sürdürdüler, ama bununla yetinmediler. Vezir Nizamülmülk’ün öncülüğünde ve onun adını taşıyan yeni medreseler kurdular. Nizamiye medreselerinin ilki 1067’de Bağdat'ta açıldı. Daha sonra İsfahan, Rey, Merv(selçukluların başkenti), Belh, Herat, Basra, Musul gibi kentlerde yeni Nizamiye medreseleri kuruldu. Medrese sisteminde programlı ve belli bir yönteme dayanan eğitim ilk kez bu medreselerde verildi. Medreselerde din konularının yanı sıra matematik, felsefe, dil ve edebiyat gibi dersler de okutuluyordu ve medreselerde zengin kitaplıklar vardı. Medreselerin dışında da ülkenin çeşitli yerlerinde kurulmuş kitaplıklar bulunuyordu. Melikşah döneminde önce Isfahan'da, sonra Bağdat'ta birer gözlemevi kuruldu. Büyük Selçuklular Arapça'yı din ve bilim dili, Farsça'yı edebiyat ve devlet dili, Türkçeyi ise saray ve orduda günlük konuşma dili olarak kullanıyorlardı.

Büyük Selçuklular, var olan kentleri bayındır hale getirirken yeni kentler de kurdular. Ülkenin pek çok yerinde yeni kurumlar ve yapılar inşa ettiler. Bunlar cami, medrese, kervansaray, hastane, köprü, çeşme, imaret, han, hamam, türbe ve kümbet gibi yapılardı.

Büyük Selçuklular, ince ve uzun minarelerle cami mimarisine yeni bir anlayış getirdiler. İsfahan'daki Mescid-i Cuma bu anlayışla yapılmış en eski örnektir. Büyük Selçuklu anıtmezarları olan kümbetler de yaygın mimari yapılardır. Kümbetler içten kubbe, dıştan ise piramit ya da konik bir çatıyla örtülüyordu. Dört köşeli, çok köşeli ya da yuvarlak formdaki Büyük Selçuklu kümbetleri genellikle iki katlı olarak yapılıyordu. Bu kümbetlerin alt kat mezar, üst kat ise mescit olarak kullanılıyordu.

Büyük Selçuklu sanatında hat (yazı), minyatür, ahşap ve taş oymacılığı, çinicilik, maden işleme, cilt ve çeşitli süsleme sanatları da gelişmişti. Zamanla yayıldığı bölgelerdeki Farsi kültürü benimsesiği yönünde görüşler de vardır.

Selçuklu Soy Ağacı


 
 
 
 
 
 
 
 
 
Dukak Bey
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Selçuk Bey
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Arslan Yabgu
 
Mikail
 
Musa Yabgu
 
Yusuf İnal
 
Yunus
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Kutalmış
 
Çağrı
 
1. Tuğrul
(1037-1063)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Süleyman
Türkiye Selçuk
 
2. Alparslan
(1063-1072)
 
Kavurd
Kirman Selçuk
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
3. Melikşah
(1072-1092)
 
Tutuş
Suriye Selçuk
 
Tekiş
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
5. Berkyaruk
(1094-1105)
 
8. Sencer
(1118-1157)
 
4. Mahmud
(1092-1094)
 
7. Muhammed
(1105-1118)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
6. II. Melikşah
(1105)
 
9. II. Mahmud
(1118-1131)
 
12. Mesud
(1134-1152)
 
15. Süleyman Şah
(1160-1161)
 
11. II. Tuğrul
(1132-1134)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
13. III. Melikşah
(1161-1176)
 
14. II. Muhammed
(1153-1160)
 
10. Davud
(1131-1132)
 
 
 
 
 
16. Arslan
(1161-1176)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
17. III. Tuğrul
(1176-1194)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!