Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


Dünya Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dünya Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Şubat 2022

İran-Irak Savaşı (1980-1988)

MD HVD 005İran-Irak Savaşı, İran'da Tahmilî Savaş (جنگ تحمیلی Jang-e-tahmīlī) veya Mukaddes Müdafaa (دفاع مقدس Defā'-e-moghaddas), Irak'ta Saddām'ın Kadisiyesi (قادسيّة صدّام Qādisiyyat Ṣaddām) ve Arap Dünyasında Birinci Körfez Savaşı (حرب الخليج الأولى Ḥarb al-Khalīj al-'Ūlā) olarak anılan 1980-1988 yılları arasında Irak ve İran arasında yapılmış ve perde arkasında olan bir savaştır. Yaklaşık bir milyon kişinin ölümüne, 150 milyar Amerikan Doları maddi hasara, her iki ülkede de ağır yıkımlara yol açmıştır. Irak'ın zaferleri ile başlayan savaş, İran'ın direnmesiyle yıpratma savaşına dönüşmüş ve galibi olmadan sonuçlanmıştır. Soğuk Savaş boyunca İran-Irak ilişkileri iyi olmadı. 1969 Nisan ayında, Amerika Birleşik Devletleri'nin de desteğini alan İran Şahı, önemli bir su yolu olan ve 1937 yılı Irak-İran sınır antlaşması ile Irak'a bırakılan Şatt-ül-Arap'ı geri almak istedi. Bu amaçla, güç gösterisi olarak gemilerini bölgeye gönderdi. 1970 yılında kesilen diplomatik ilişkiler, 1973 yılında tekrar kuruldu ve 1975'te bir antlaşma imzalandı. Buna göre iki ülke arasındaki sınır, su yolunun en derin noktasından geçecekti. Ayrıca İran, Irak'taki Kürtleri merkezî hükümete karşı desteklemeyeceğini taahhüt ediyordu. Fakat 1971 yılındaki silahlı çatışmalar sırasında İran'ın ele geçirdiği Körfez adalarından çekilmemesi, iki ülke arasındaki ilişkilerin olumlu yönde gelişmesine engel oldu.

MD HVD 008 MD HVD 009

İran'da Humeyni iktidarı

Adalar sorunu yüzünden zaten gergin olan İran-Irak ilişkileri, İran’da Şiiliğin savunucusu olan Humeyni iktidarının başa gelmesi ile iyice bozulmaya başladı. Bağdat'taki Saddam Hüseyin hükümeti, İran’daki Şii hükümetin, Irak'taki Şii çoğunluğu Sünni iktidara karşı kışkırtmasından endişe ediyordu. Bu arada Irak, İran'daki Arap bölgesi Huzistan'ı ele geçirmek fikrini savunmaya başlamıştı.

Savaşın başlaması ve ilk aşamalar

MD HVD 0031980 yılının ortalarında, ordudaki yüksek rütbeli subayların tasfiye edilmesi ve rehineler olayıyla Amerika Birleşik Devletleri'nin düşmanlığını çekmesi dolayısıyla, İran'ın güçsüz durumda olduğu izlenimi uyanmıştı. İran'ın iki ülke arasında anlaşmazlık konusu olan bölgeden askerlerini çekmeyi reddetmesi üzerine 22 Eylül 1980'de Irak ordusu sınırı geçti. Irak, 16 Eylül'de, Şatt-ül-Arap antlaşmasını feshettiğini açıklamıştı.

Savaşın ilk günleri, baskın avantajını koruyan Irak'ın üstünlüğü ile geçti. Fakat, zamanla İran'ın direnişinin artması ile savaş karşılıklı yıpratma sürecine girdi.

Savaş Irak-İran Savaşı'nı kapağına taşıyan Time dergisiİran’ın ilk tepkisi, sadece ilerleyen Irak birliklerini değil, aynı zamanda Irak'ın Basra limanını da bombalamak oldu. Aynı günlerde Tahran ve Bağdat karşılıklı bombalandı. Eylül ayının sonunda Irak ordusu Abadan ve Hürremşehr kentlerini abluka altına almıştı, ama kış gelmeden bitirmek istediği savaşta istediği sonuca gidemiyordu. 1980 kışı boyunca yapılan barış girişimleri başarısız oldu ve 1981 Nisan ayından itibaren savaş yeniden alevlendi.

MD HVD 004Tarih, yıpratma savaşlarında ekonomik gücünü ve insan kaynağını en uzun süre kullanabilen tarafın avantajlı olduğunu göstermiştir. İran bu uzun savaşta kendisini, stratejisini hızlı bir zafer üzerine kuran Irak’a göre daha rahat hissediyordu. Bunu bilen Irak, İran’ın ekonomik gücünü zayıflatma amacıyla saldırıya başladı.

İki ülkenin de ekonomik gücü büyük ölçüde, en büyük ihraç ürünleri olan petrole dayanıyordu. Irak, boru hatlarından petrol ihraç edebilirken İran, ihracatını büyük ölçüde Basra Körfezi’nden yapıyordu. Yani, Basra Körfezi'ndeki petrol ticaretinin kesintisiz sürmesi Irak’ın değil, İran’ın işine geliyordu. Bu sebeple Irak, petrol taşıyan İran gemilerine saldırılar düzenlemeye başladı. Benzer şekilde İran da, Irak petrol tesislerine saldırıya başladı.

Körfez petrol ticaretinin zarar görmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin savaşa aktif olarak katılmasına sebep oldu. ABD ve müttefikleri (Avrupa ve Japonya) büyük ölçüde Körfez petrolüne muhtaçtı ve petrol yolunun saldırıya açık olması Batı dünyası için tehlikeliydi. Körfez petrol yolunu açık tutmak için Amerika Birleşik Devletleri bölgeye bir filo gönderdi ve ABD bayrağı çekmiş Kuveyt tankerlerini korumaya başladı.

MD HVD 006Sekiz yıl süren savaş 1988 Ağustos ayında yapılan ateşkes ile sonlandı. Ancak Birleşmiş Milletler gözetiminde yapılan barış görüşmelerinden sonuç alınamadı. İran, görüşmeler için ön koşul olarak topraklarındaki tüm Irak askerlerinin çekilmesini isterken, Irak Şatt-ül-Arap suyolu üzerinde ortak denetim kurulmasında ısrar etti. İki ülke arasındaki barış, ancak Irak’ın Kuveyt’i 1990 Ağustos ayında işgali ve ABD ile savaşa tutuşma korkusuyla İran’dan aldığı toprakları geri vermesiyle gerçekleşti.

Diğer Ülkelerin Tutumu

Avrupa ve ABD'nin tavrını belirleyici ilke İran'ın daha büyük bir petrol gücü olmasının kesinlikle kabul edilemez oluşuydu. Gerek savaş süresince gerekse İran'ın uyguladığı yıpratma savaşının ileri aşamalarında Irak Batılı ülkeler tarafından destek görmüş ve savaş İran'ın Irak'taki kritik petrol noktalarına sahip olması sürecine hiç gelmemiştir.

MD HVD 007Diğer Arap ülkeleri de petrol piyasasında İran'ın belirleyici rolünden ve ağırlığından duydukları rahatsızlıktan ötürü Irak taraflı bir politika izlemişlerdir.

Saddam ile Başkan Reagan'ın elçisi Donald Rumsfeld (aynı zamanda eski ABD Savunma Bakanı) el sıkışırken Amerika Birleşik Devletleri, İran'daki müttefiki Şah'ı devirip iktidara gelen İslami rejimden hiçbir zaman hoşnut olmamıştı. Bu sebeple, 1967 yılında diplomatik ilişkilerini kestiği Irak ile tekrar yakınlaşmaya çalıştı. Çeşitli kanallardan Irak’a silah yardımı yaptı ve büyük miktarda borç para sağladı. Irak'ın biyolojik ve kimyasal silahlar üretmesine yardımcı oldu.

Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere 1986 martında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Irak’ın İran’a karşı kitle imha silahları (kimyasal ve biyolojik silahlar) kullanmasını eleştiren kararlar almasını, karşı oy kullanarak engelledi.

MD HVE 001Buna karşılık İsrail savaşın ilk gününden beri Arapların üstünlüğünü engellemek için bölgedeki ezeli Arap düşmanı olan İran'ı destekledi. Iran-Contra olayı ve birçok gizli anlaşmalarla İran'ın elindeki ABD yapımı silahların ve özellikle savaşın tartışılmaz üstünlüğünü sağlayan İran'a ait olan Şah Muhammed Rıza Pehlevi tarafından satın alınmış olan F-14 Tomcat'lerin yedek parçalarını temin etti. Araplar ise Suriye hariç ilk günden beri Humeyni'den aldıkları desteğe rağmen Irak bir Arap topluluğudur ve bizim kardeşimizdir diyerek İran'a karşı tavır almış ve Irak'ı desteklemişlerdir.

Türkiye ise bu savaşta tarafsız kalmayı tercih etmiş ve her iki tarafla ilişkilerini sürdürmeye devam etmiştir. İran İslam Devrimi ve devrimin ihraç edilmeye çalışıldığı gerçeği 1979'dan AKP iktidarına kadar iki ülke arasında soğuk rüzgarların esmesine neden olsa da hiç bir zaman diplomatik ve ekonomik işbirliği kesilmemiştir.

Savaşın Sonuçları

İran-Irak Savaşı, yaklaşık bir milyon insanın hayatına mal oldu. Savaşan taraflar ufak kazançlar için ekonomik kaynaklarını tüketti. Savaşın sonucunda İran-Irak sınırı değişmedi. Savaşın etkileri yıllar boyunca hissedildi. İki ülkenin birbirlerinin petrol tesislerine saldırılar düzenlemesi sonucu petrol üretimi düştü, petrol fiyatları arttı. Savaş boyunca Irak, kendisini destekleyen devletlerden borç alarak silah satın almıştı. Bu borçları ödemekte zorlanması, 1990 yılında Kuveyt’e saldırarak oradaki petrol kuyularını ele geçirmeye çalışmasına yol açtı. Bu tavrı da Irak'ı uluslararası ilişkilerde yalnızlığa sürükledi ve desteksiz bıraktı.

MD HVE 002 MD HVE 003

16 Şubat 2022

II.Haçlı Seferi

 İkinci Haçlı seferi, 1147-1149 yılları arasında gerçekleşti. Musul Atabeyi I. İmâdüddin Zengî'nin 1144 yılında Urfa'yı ele geçirerek bir Haçlı devleti olan Urfa Kontluğu'na son vermesi üzerine Haçlılar Avrupa'dan yardım istediler. Almanya İmparatoru III. Konrad ve Fransa Kralı VII. Louis, ordularının başına geçerek İkinci Haçlı Seferi'ni başlattılar ve Anadolu'ya girdiler.

Ancak, Anadolu Selçuklu sultanı I. Rükneddin Mesud ve Halep Atabeyi Nûreddin Mahmud Zengî başta olmak üzere her yerde Türk ordularının direnci ile karşılaştılar. Sonuçta çok küçük bir birlik ile Kudüs'e ulaştılar. Birinci Haçlı seferi sırasında kurulmuş bir Haçlı devleti olan Kudüs Krallığı'ndaki Hristiyanlarla birleşerek Suriye'yi ele geçirmek istediler. Bu girişim başarılı olamayınca ülkelerine döndüler. İkinci Haçlı seferi ilkinin aksine Haçlılar açısından tam bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Urfa Kontluğu mücadeleleri ve Selçuklular eline geçmesi

Birinci Haçlı Seferi ve onu takip eden 1101 yılı seferleri Yakın Doğu'da 3 Haçlı devletinin kurulması ile sonuçlanmıştı: Kudüs Krallığı, Antakya Prensliği ve Urfa Kontluğu. 1104'te bir dördüncü Haçlı devleti Trablus Kontluğu bunlara eklendi. Bunlardan Urfa Kontluğu en düşük Frank Hristiyan nüfuslu idi; Haçlı devletlerinin en zayıf olanıydı ve etrafta bulunan Türk beylikleri ve devletleri Artuklular, Danişmendliler ve Anadolu Selçukluları tarafından devamlı tehdit altında idi. Mayıs 1104'te Mardin'deki Türk emiri Artuklu Sökmen Bey ile Musul Emiri Jekermiş orduları ile Kudüs Kralı I. Baudouin'in kuzeni olan ve o zaman Urfa Kontu olmuş bulunan (sonra Kudüs Kralı olacak) Baudouin Bourglu komutasındaki Urfa Kontluğu güçleri arasında yapılan Harran Muharebesi sonucunda Hristiyanlar büyük bir mağlubiyete uğratıldı. Urfa Kontu (ve sonradan Kudüs Kralı olacak) Baudouin Bourglu ve (gelecekte Urfa Kontu olacak) Joselin de Courtenay esir düştüler. Bundan biraz sonra Antakya Prensi Godfrey Boemondo ve kuzeni Tancred bir kervana hücum ettiler ve bu kervana dahil olan Jekermiş'in bir gözdesini ele geçirdiler. Musul Emiri Jekermiş bu gözde cariyeyi ya para karşılığı ya da Baudouin Bourg'lu ve Joselin ile takas ile geri almak teklif etti. Antakya Prensi para almayı tercih edip Urfa Kontu'nu esir kalmasına razı oldu. Onlar esirken Tancred Urfa'yi eline geçirdi ve Jekermiş ile anlaşarak Baudouin Bourglu'nun yine esir kalmasını sağladı.
Fakat 1107'de Musul'da yapılan bir darbe ile Jekermiş öldürüldü ve yerine Musul emiri olarak Javali adlı bir Türk geçti. Javali Baudouin Bourglu'yu serbest bıraktı ve onunla karşılıklı askeri yardım için bir anlaşma yaptı. Baudouin Bourglu Antakya'ya gidip orada Tancerdi ile görüşüp Urfa'nın kendisine teslimini istedi. Tancerdi çok misafirperver davranmakla beraber Urfa'yı bırakmaya razı olmadı. Tancerdi ve Baudouin Bourglunun askerleri arasında bazı çarpışmalar yapıldı; ama yine de birbirleri ile görüşmeye devam ettiler. Sonunda Antakya Patriğinin başkanlığında papazlardan oluşan bir komisyon kuruldu. Bu arada Antakya Prensi Boemondo'da da yeğeni Tancred'e Urfa'yı bırakmasını tavsiye etmişti. Antakya Patriği ve komisyonu Baudouin Bourg'lu lehinde karar verdi ve Tancred Urfa'yı bırakmak zorunda kaldı. Baudouin Bourg'lu tekrar Urfa'da Urfa Kontu olarak hükümdarlığa başladı. Baudouin Bourg'lu kendini serbest bırakan ve müttefiklik anlaşması imzaladığı Musul Emiri Javali'nin isteklerine yerine getirerek ülkesindeki Müslüman esirleri serbest bıraktı ve bu esirlere ve İslam dinine açıkça hakarette bulunan bazı Hristiyan papazları da idam ettirdi.
Serbest bırakılan Baudouin Bourglu ve Joselin de Courtnay 1122'de Müslümanlarla ikinci bir muharebeden sonra ikinci defa yine esir düştüler. 1125'te ise yapılan Azez Muharebesi'ni kazanan I. Joselin Urfa Kontluğu'nu yeniden kurdu ve Urfa Kontu I. Joselin unvanını aldı. Ama 1131'de Urfa Kontu olan I. Joselin bir başka muharebede ölü düştü.
Buna karşılık Selçuklu Musul Atabeyi olan I. İmâdüddin Zengî 1128'de Halepi eline geçirdi. Halep, Musul ve Şam Selçuklu emirleri arasında bir mücadele odağı idi. Bundan sonra I. İmâdüddin Zengî gözünü Şam üzerine dikti. Ayni zamanda Kudüs Kralı olan II. Baudouin (Baudouin Bourglu) Şam'ı eline geçirmek istemekteydi.
1129'da II. Baudouin Şam önünde Zengi güçlerine yenildi. Şam Emiri naibi olan Muinüddin Üner, I. İmâdüddin Zengî aleyhine Haçlı Kudüs Kralı Foulques'tan yardım istedi ve I. İmâdüddin Zengî 1139'da ve 1140'ta Şam'i kuşattı.
I. Joselin yerine Urfa Kontu olan oğlu II. Joselin kendine müttefik aramaya başladı. Bizans İmparatoru II. İoannis ile bir ittifaka girdi. Fakat 1143 yılında hem Bizans İmparatoru hem de Kudüs Kralı Foulques öldüler.
Ayni yıl II. Joselin, hem Haçlı Antakya Prensi ve hem de Haçlı Trablus Kontu ile mücadeleye girişti. Böylece Urfa Kontluğu hiç müttefiksiz kaldı.

Papa III. Eugenius'un fermanı

Urfa'nın düşmesi haberi Avrupa'ya Kudüs'ten dönen Hristiyan hacılar tarafından 1145 başlarında erişti ve sonradan Antakya Prensliği, Kudüs Krallığı ve Kilikya Ermeni Krallığı elçileri de Papa III. Eugenius'a bu haberi resmen ulaştırdılar. Papa III. Eugenius bir şehirli isyanı ile Roma'dan atılmıştı ve Viterbo'ya yerleşmişti. Jabala Başpiskoposu Hugh bu haberi ve Papa III. Eugenius'a verdi. Hugh Papa'ya eğer yeni bir Haçlı Seferi yapılırsa Yakın Doğu'da kurulu Haçlı devletlerinin üzerinde bulunan Türk tehdidini ortadan kalkacağını kabul ettirdi. Papa 1 Aralık'ta Quantum praedecessores adında bir ferman yayınladı ve bu fermanla Hristiyanları bir İkinci Haçlı Seferi'ne katılmaya çağırdı.
Bu yeni Haçlı Seferi'nin bir öncekinden daha iyi organize edileceği ve tek merkezden kontrol edileceği de açıklandı. Bu plana göre Haçlı ordusu Papa tarafından kabul edilmiş papaz ve vaizler tarafından toplanacaklar; bu Haçlı ordusu Avrupa'nın en güçlü kralları tarafından komuta edilecek ve Haçlı ordusunun takip edeceği güzergâh kesin olarak önceden planlanacaktı. Bu papa fermanına soylular ve halkın ilk reaksiyonu Haçlı idarecilerinin beklediğinden çok daha fena oldu ve bu fermanın biraz değiştirilmiş bir ikinci verziyonunun Avrupa kiliselerinde tekrar yayınlanması kararlaştırıldı.
Fransa Kralı VII. Louis, Papa'ya daha hiç danışmadan , Kudüs'e gitmek için kardeşi Filip'e verdiği bir yemine uymak istemekteydi ve bu yemine göre Kudüs'e gitmeyi planlamaktaydı. Fakat bunun bir barışçıl hac mı yoksa bir askeri sefer şeklinde mi olacağı kararlaştırılmamıştı. Birçok Fransız soylusu ve yüksek papazlar VII. Louis'in Kudüs'e gitmesine aleyhtardılar. Louis, ünlü Clairvaux manastırının başkeşişi olan Bernard de Clairvaux'a danıştı. Bernard bu danışma haberlerini Papa'ya iletti. Papa bu habere çok memnun oldu. Bu sırada Papa'nın fermanı VII. Louis'nin dikkatine sunuldu ve 1 Mart 1146'da bu ferman tekrar yayınlandı. Papa, Bernard de Clairvaux'u Fransa'da bu haberi yayarak Haçlı asker toplamaya memur papaz olarak atadı.

Clairvaux manastırı başkeşişi Bernard

Papa, Bernard de Clairvaux'u İkinci Haçlı Seferi'ne katılma hakkında vaazlar vermekle memur etti. Aynı zamanda Birinci Haçlı Seferi için Papa II. Urbanos'un yaptığı gibi Haçlı Seferi'ne katılanlara günahlarının daha ölmeden önce çıkartıldığına ait bir "Endüljans Belge"'si verilmesine izin verdiğini ilan etti. 1146'da Vezelay şehrinde bir geleneksel meclis (parlamento) toplandı ve 31 Mart'ta Bernard, bu meclis toplantısında bir vaaz verdi. Bu toplantıda bulunan Fransa Kralı VII. Louis, karısı kraliçe Akitanya düşesi Eleanor ve prensler ve asiller bu sefere katılmaya ant içmek için Bernard'ın ayaklarına kapandılar ve Haçlı Seferi'ne katılan her kişi gibi elbiseleri üzerine takılacak kumaştan kırmızı istavrozlar bu seremoni içinde kendilerine bir şeref işareti gibi takdim edildi. Fransa'da devam eden II. Haçlı Seferi'ne asker alma kampanyasındaki bazı katedral vaazlarına Papa III. Eugenius şahsen iştirak etti. Bundan sonra Bernard de Clairvaux bu Haçlı askeri toplama misyonuna devam etmek için Almanya'ya geçti. Almanya'da gittiği her yerde kendinin yeniden dinî mucizeler yaptığı haberleri ve dedikoduları ortaya çıktı, ülkenin her yanına yayıldı. Bu şekilde çok efektif olan dinsel propaganda hiç şüphesiz Almanya'nın her köşesinden Haçlı Seferi'ne katılmak isteyen dindar kişileri çekti. Bernard de Clairvaux Speyer kentinde o zamanki Kutsal Roma-Germen İmparatoru olan III. Konrad'ı ve ileride imparator olacak kuzeni Friedrich Barbarossa'nın bu İkinci Haçlı Seferi'ne katılmayı kabul etmelerini büyük bir ayinle ilan etti.
Bu koyu Katolik Hristiyan propagandası devam ederken Ren Nehri bölgesinde, Köln, Mainz, Worms ve Speyer şehirlerinde yaşayan Yahudiler, yine Birinci Haçlı Seferi pogromlarında yapıldığı gibi, halktan hücumlara uğradılar ve çok sayıda Yahudi öldürüldü; yaralandı ve evlerinden ocaklarından atıldılar. Katolik tarihçiler Bernard de Clairvaux'un bir Hristiyan bağnazı olmadığını, bu katliam ve pogramlar aleyhinde olduğunu; bunları şahsen kınadığını ve bu pogromlara neden olduğu sanılan Rudolf adlı bir gayet aşırı Katolik Fransız asıllı keşişi şahsen görüp ondan bu hareketlerini durdurmasını istediğini bildirirler.
Haçlı Seferi'nin başlaması
1146 yılında Yarenkeş isimli Frank kökenli hadım bir kölenin Zengi'yi öldürülmesinden sonra II. Joselin Urfa'yı geri almaya teşebbüs etti, ama Kasım 1146'da Nûreddin Mahmud Zengî tarafından yenilgiye uğratıldı.
16 Şubat 1147'de yeni Haçlı seferine katılmak isteyen Fransızlar'ın liderleri Etampes şehrinde toplandılar ve takip edecekleri yolu seçtiler. Almanlar Macaristan üzerinden geçecek kara yolunu zaten seçmişlerdi. Almanların bu yolu seçmelerine başlıca neden Sicilya Kralı II. Rugerro'nun Alman Kralı III. Konrad'ın düşmanı olmasıydı. Birçok Fransız soylusu ise, kara yolu Bizans İmparatorluğu Balkanlar arazilerinden geçtiği için ve Birinci Haçlı Seferi'ne iştirak edenlerin Bizanslıları devamlı tenkitlerini bildikleri için, kara yolunu emin bir yol olarak görmüyorlardı. Fakat sonunda Fransızlar da Alman III. Konrad'ın takip ettiği yolda gitmeye ve bu yolculuk seferine 15 Haziran da başlamaya karar verdiler. II. Rugerro bu karardan hiç hoşnut kalmadı ve bundan sonra bu Haçlı seferine katılmayı da kabul etmedi. Fransız Kralı Haçlı Seferi'nde iken Fransa'yı idare edecek taht naipleri olarak Keşiş Suger ve Nevers Kontu II. Giyom'u seçildiler.
Almanya'ya Haçlı Seferi'ne katılanların sayısını arttırmak için keşiş Adam Ebrach'li ülkede gezerek vaiz verme turuna başladı ve bunun bir direkt sonucu Otto von Freising'in Haçlı olmayı kabul edişi oldu. 13 Mart 1147'de Frankfurt'ta Kutsal Roma-Germen İmparatoru olarak Konrad'ın oğlu Swabiya Dükü Friedrich seçildi ve o Haçlı Seferindeyken "Mainz Başpiskoposu Henry" taht naipi olarak atandı. Beş yıl sonra III. Konrad kendine varis olarak yeğeni Friedrich Barbarossa'yi seçti. Almanlar Haçlı seferine ilkbaharda Paskalya yortusu günü başlamayı kabul etmişlerdi; fakat çeşitli nedenlerle sefere başlamayı ta Mayıs 1147 sonuna kadar geciktirdiler.
Almanların Anadolu'da geçişi
Haziran 1147'de başlayan Haçlı seferine katılan Almanlara papa temsilcisi olarak Kardinal Dietwin refakat etmekteydi. Almanlar Fransız Haçlıları ile Konstantinopolis'te buluşmayı ummaktaydılar. Alman Haçlıları komuta eden III. Konrad daha önce Kudüs'e gitmişti ve bir önceki Birinci Haçlı Seferi hakkında çok iyi bilinçli bir komutandı. Bu seferinin daha iyi organize olarak geçeceğini planlamıştı. Ama birçok asker olmayan ve askerî disipline uymayı imkânsız bulan çiftini çubuğunu bırakan köylüler ve hizmetini bırakan uşak ve hizmetkarlardan oluşan aşağı sınıflardan erkek, kadın ve çocuk da bu seferde de onun Haçlı ordusuna katılmıştı. Bu ordunun bir kısmı gemilerle gitti ise de büyük bir kısım yürüyerek Tuna Nehri'ni takip etti. Styria Dükü III. Ottokar Avusturya Haçlılarıyla bu sefer ordusuna Viyana'da katıldı. Sonra Macaristan'a geçtiler. Macaristan Kralı II. Geza, III. Konrad'ın şahsi düşmanı olan Sicilya Kralı II. Rugerro'nun tarafını tutmakla beraber, Alman Haçlı ordusunun ülkesine hiç zarar vermeden ve hiç zarar görmeden geçip gitmesi için izin verdi.
Bu Alman Haçlı ordusu Bizans topraklarına girdiği zaman 20.000 kişilik tehditçi bir ordu görüntüsü vermekteydi. Bizans İmparatoru I. Manuil bu büyük ordunun kendi ülkesine hücuma geçeceğinden korkmaktaydı. Onun için Birinci Haçlı Seferinden örnek ve ders alınarak Haçlıların güzergâhı üstünde çok ayrıntılı bir savunma organizasyonu yapıldı. Haçlı ordularının Balkanları merhale merhale geçmesi öngörülmüştü. Her merhaleye Bizans ordusu birlikleri yerleştirilmişti ve bu merhalelere Haçlıların iaşe ve yiyecek alması için pazarlar kurulmuştu. Eğer Haçlılar herhangi bir karışıklık çıkarırlarsa, Bizans birliklerine derhal askerî müdahalede bulunmaları için emir verilmişti. Ayrıca merhaleler arasında hareket sırasında Haçlıların güçlü Bizans birlikleri tarafından refakat edilmesi ön görülmüştü. Bütün bunların planlaması, organize edilmesi ve refakatçi birlikler komutanlığı Bizanslı general Türk asıllı Proscouch (Porsuk) tarafından yapıldı. Gerçekten de Alman Haçlı ordusu pek fazla sorun çıkarmadan Balkanları geçti. Ancak Philippopolis (Filibe şimdi Filibe) yakınlarında Haçlı ordusunun asker olmayan ve fakir olan elemanları ile şehir halkı arasında bir arbede çıktı. Hadrianapolis'te ise Bizans Generali Proscouch ile Konrad'in yeğeni (gelecekte Kutsal Roma Germen İmparatoru olacak) Friedrich arasında, bir yörel eşkıyanın bazı Alman Haçlı askerini öldürmesi üzerine, çok ciddi bir dalaşma oldu. Friedrich bu eşkiyayı sakladığı bahanesiyle Haçlıların yolu yakınlarda bulunan bir manastırı ateşe verip yaktı ve manastırın masum, suçsuz keşişlerinin hemen hepsinin yanarak ölümüne neden oldu. Bunun üzerine karşılıklı çatışmalar çıkıp devam etti. Alman Haçlı ordusu Eylül'un başında Konstantinopolis'in (şimdi İstanbul) çok yakınında (şimdiki Büyük Çekmece yakınlarındaki) kuru bir çayın kenarındaki bir merhale ordugahında [6] hiç beklenmedik bir afet yağmur bastırdı ve ortaya çıkan seller Alman Haçlıların büyük maddi ve insan zayiatı vermesine neden oldu. Sonunda 10 Eylül'de Alman Haçlılar ordusu bitkin bir halde Konstantinopolis'e vardı ve Pera tarafında, surlar dışında bir ordugaha geçirildiler.
Bizans İmparatoru Manuil, Konrad'dan Anadolu'ya geçişini Çanakkale üzerinden yapmasını istemiş olduğu ve III. Konrad'ın da bunu reddetmiş olduğu için Almanlarla Bizans İmparatoru arası açıktı. Konrad Konstantinopolis'e eriştiğinde Manuil ondan diğer bir istekte bulundu. Konrad'dan, Yunanistan'daki şehirlere hücum edip onları talan eden Sicilya Kralı II. Rugerro'ya karşı kullanmak için, bazı Alman birliklerini geride bırakmasını istedi. Fakat Konrad II. Rugerro'ya olan düşmanlığına rağmen bu teklife razı olmadı. Almanlar biran evvel Anadolu'ya geçmeye karar verdiler.
Alman Haçlı ordusu Anadolu'ya geçirildikten sonra Konrad Fransızları beklemenin gereksiz olduğuna karar vererek ordusuyla Anadolu'da Anadolu Selçuklu Devleti başkenti olan Konya üzerine yürüyüşe geçti. Nicomedia (İzmit)'e geldiğinde Konrad bu yürüyüş için Alman Haçlı ordusunu iki gruba böldü. Birinci ana Haçlı ordusu grubuna Konrad'ın kendisi komuta edecekti. İkinci grup ise ordunun ağırlıkları; sivil Haçlı takipçisi hacı adayları ve onları korumak için yeterli sayıda askeri birlikler Konrad'ın yarım-kardeşi Freising Başpiskoposu Otto komutası altına verildi.
Konrad'ın komuta ettiği birinci grup Birinci Haçlı Sefer'inde Haçlı ordusunun takip ettiği yolda yürüyüşe geçti. Alman Haçlı ordusunu Eskişehir yakınlarındaki Dorileon'da Selçuklu ordusu beklemekteydi. Fakat Birinci Haçlı Seferindeki Birinci Dorileon Muharebesi aksine İkinci Dorileon Muharebesi Alman Haçlılar aleyhinde cereyan edip gelişti. Selçuklu ordusu hafif süvari birlikleri önce Almanlara hücum edip, sonra kaçış taklidi yaparak Alman süvarilerini ana Haçlı ordusundan ayırmayı başardılar. Sonra Selçuk ordusu süvari desteğinden yoksun kalıp zayıflayan Haçlı ordusuna ve sonunda da Selçuk süvarilerini takip eden nispeten ufak Alman süvari birliğine ayrı ayrı hücumlarla her ikisine galebe çalıp bu Alman Haçlı ordusu grubunu kırdılar. Böylece 25 Ekim 1147'deki İkinci Dorileon Muharebesi birinci grup Alman Haçlı ordusun çok büyük bir kısmı Selçuklular tarafından ortadan kaldırılması ile sonuçlandı. Konrad ordusunun elimine edilmeyen kalıntısıyla Konstantinopolis'e doğru çekilmeye başladı. Bu kalıntılar her gün devam eden Selçuklu hücumuna uğradılar ve bu hücumların birinde Konrad bile yaralandı. Konrad ordusunun kalıntıları ile Nicea (İznik)'te Anadolu'ya yeni geçmiş olan Fransız Haçlı ordusuyla karşılaştığı zaman Konrad'ın komuta ettiği Alman Haçlı ordusunun %90'ı telef olmuştu.
Freising başpiskoposu Otto tarafından komuta edilen ikinci grup Alman Haçlı ordusu ise daha batıdan Ege bölgesinde kıyıya inip Alaşehir ve Denizli üzerinden yolla Akdeniz'e inmeyi denedi. Ocak 1148 başlarında güneye Laodicea civarına eriştiler. Fakat tam burada yine Selçuklu ordusu ile çarpışmaya girişmek zorunda kaldılar. Böylece 7 Ocak 1148'de gerçekleşen Laodicea Muharebesi sonunda bu ikinci grup Alman Haçlı ordusu da Denizli Kazıkbeli geçidinde Selçuklu ordusuna yenilip hemen tümüyle elimine edildi. Kendini kurtaran Otto ise ufak kalıntı ordusuyla Antalya'ya inip oradan denizden Filistin'e 1148 ilkbaharında yetişmeyi başardı.
III. Konrad ve kalıntı Alman ordusu ise, önce Fransız Haçlıları ile birleşti. Onlarla Noel yortusunda Efes'e kadar gitti. Fakat yarası iyileşmeden Konrad Efes'te hasta düştü. İzmir'e çekildi. oradan Bizans İmparatoru'nun gönderdiği bir gemi ile iyileşmek için Konstantinopolis'e gitti ve burada Manuil'in gösterdiğı yakın ilgi ve imparatorun şahsi doktorunun bilgi ve mehareti sayesinde iyileşti. Konrad iyileştikten sonra Bizans İmparatoru'nun malî, malzeme ve asker desteğiyle yeni bir ordu topladı ve bu ordu Bizans gemileriyle Mart 1148 ortasında Filistin'e geçti.
Fransız'ların Anadolu'dan geçişi
Fransız Haçlılar ordusunun Lorraine, Bretonya, Burgonya ve Akitanya'dan gelen kısımları ve Savoy, Montferrat ve Auvergne'den gelen kısımlara başlarında Fransa Kralı VII. Louis, "I. Reanut Alsas'lı ", "Amedeus Savoy'lu ", "V. Giyom Montferrat'li" ve "Giyom Auvergne'li " olduğu halde Haziran 1147'de yürüyüşe geçti. " Alfons-Jordan Toulouse'lu"'ın komutasındaki Provans'lı haçlılar ise Agustos'ta deniz yoluyla harekete geçtiler.
VII. Louis komutası altındaki Fransız Haçlı ordusuna Almanya Worms şehrinde Normandi ve İngiltere Haçlıları dahil oldu. Burada komutanlar arasında çıkan bir anlaşmazlık üzerine " Amedeus Savoy'lu", " V. Giyom Montferrat'lı" ve "Giyom Auvergne'li " idaresindeki Savoy, Montferrat ve Auvergne Haçlı orduları ise İtalya üzerinden Brindisi'ye gelip; oradan gemiyle Druzzo'ya geçip güneyden Konstantinopolis'e gittiler. Kalan Fransız Haçlı ordusu III. Konrad komutasındaki Alman Haçlılarının aynı yolunu takibe başladı. Macar Kralı II. Geza'nin izini ile Macaristan'dan geçmekteyken, daha önce Macar kralına isyan etmiş ve Macaristan tacını eline geçirmek için yapmış olduğu hücumlar II. Geza tarafından geri püskürtülmüş olan Prens Boris adlı kişiyi Haçlı ordusu içinde saklamaları gerekti. Bizans'ın Balkanlardaki arazilerinde refakat eden Bizans güçleri ile araları çok soğuk olmakla beraber büyük sorunlar çıkmadı. Fransız orduları daha önce ayni güzergahta hareket eden Almanların kurduğu köprüleri ve açtığı yolları kullanarak geçiş kolaylığı kazandı. En mühim çatışma Fransızların öncüleri Lorraine'liler ile ana Alman Haçlılarının çok arkasında kalan Almanlar arasında çıktı.
VII. Louis'in ana Fransız Haçlılar ordusu 4-5 Ekim 1147'de ve birkaç gün sonra da İtalya üzerinden gelen Fransızlar da Konstantinopolis'e eriştiler. Bizans İmparatoru I. Manuil Anadolu Selçuklu hükümdarı Sultan I. Mesud ile bir barış yapmış olduğu için dikkatini Haçlılar üzerine yöneltmişti. Bizanslılar ve I. Manuil Fransız Haçlıları daha iyi karşıladılar. Manuil Fransız Haçlı ordusu komutanlarını (ayni Birinci Haçlı Seferinde büyük babası I. Aleksios'un yaptığı gibi) Selçuklulardan ellerine geçirdikleri her eski Bizans toprağını Bizans'a vereceklerine dair yemin ettirdi. Bazı Fransız komutanları Bizans-Selçuklu barışını uygun bulmayarak ve bu yeminden hoşlanmayarak, Sicilya Kralı II. Rugerro ile anlaşıp Konstantinopolis'i ele geçirmeyi teklif ettiler ama VII. Louis bunu kabul etmedi.
Fransız orduları da yine hiç Bizans takviyesi ve hatta refakati olmadan Bizans gemileri ile Anadolu sahillerine geçirildiler ve İznik'e doğru yürümeye başladılar. İznik'te Fransız Haçlı orduları İkinci Dorileon Muharebesi'nde yenilip kaçmakta ve devamlı Selçuklu hücumları ile gayet küçülmüş Alman Haçlı ordusu kalıntıları hakkında haberi aldılar. Çok geçmeden Lopadion (Ulubat)'ta bu ordu kalıntısı ve yaralanmış olan III. Konrad ile karşılaştılar. III. Konrad ve kalıntı ordusu Fransız Haçlı ordusu ile birleşti ve ama Konrad ordu kalıntısının ne öncülük ne artçılık görevi alabileceğini bildirdi. Birleşik Haçlı ordusu Balıkesir, Bergama ve İzmir üzerinden yürüyerek Noel yortusundan hemen önce Efes'e geçti. Bu sırada Manuil'den Selçuklu ve Danişmend ordularının Konya batısında toplanıp Ege'ye doğru yürüyüşü geçtikleri ve bunun için çok dikkatli hareket etmeleri ikazı geldi. Efes'te Konrad hasta düştü; İzmir'e çekildi. Oradan Bizans İmparatoru'nun gönderdiği bir gemi ile iyileşmek için Konstantinopolis'e gitti ve burada Manuil'in şahsi doktorunun sayesinde iyileşti.
Fransız Haçlı orduları ve Alman Haçlı kalıntıları halindeki Haçlı ordusu Efes'te 25 Aralık'ta Noel yortusunu kutladı. Bu sırada Efes dışındaki Haçlı ordugahına bir Selçuklu hücumu oldu ama bu püskürtüldü. Bir grup Fransız Haçlıları doğrudan doğruya Filedelfiya (Alaşehir)'e gönderildi ve bunlar ana orduyu beklemek üzere Leodakia (Denizli)'ye geçtiler.
28 Aralık'ta VII. Louis ve Savoy Kontu idaresindeki ana Haçlı ordusu Menderes vadisinden Antalya'ya gitmek için yürüyüşe geçti. Bir Selçuklu pusu gücüne galip geldikten sonra 3 Ocak'ta Leodakia (Denizli)'ye eriştiler. Ama şehrin Bizanslı valisi Haçlıların şehre girmelerine engel oldu. Haçlı gücü 8 Ocak'ta Honaz Dağı'nın etrafını geçmek için Kazık Belini geçmeleri gerekmekte idi.
Burada olan Honaz Dağı Muharebesi o zamana kadar Fransızları çok önünden gidip Haçlıların takip edecekleri güzergahtaki hayvan ve insan iaşe maddelerini tahrip eden bir Selçuklu ordusu ile Haçlıları uzaktan takip eden diğer Selçuklu ordusunun birleşmesi, geçidin yüksek iki tarafını tutması ve bu dar belden geçmeye çalışan Fransız Haçlı ordusuna hücuma hazırlanması ile başladı. Fransız Haçlı ordusu öncülüğünü ağır süvari şövalye birlikleri yapmakta; ortada ağırlıklar ve koruma birlikleri ve en arkada da piyade birlikleri ile Kral VII. Louis ve ona refakat edenler bulunmaktaydı. Yapılan plana göre bütün birlikler geçide gelince geçide girmeden birbirini bekleyecekler ve sonra planlı ve koordineli şekilde bu tehlikeli geçidi geçmeye başlayacaklardı. Ama öncü ağır süvari birlikleri bu geçidi geçmeyi kolay görüp; planlandığı gibi arkadaki birlikleri beklemedi; geçide hemen girdiler ve bu yeni kararlarını arkadakilere de hiç haber vermediler ve geçidi hiç mukavemet görmeden geçtiler. Artçı birlik geçidin arkasını korumak için hazırlandı ve belki ağırlıklar geçtikten sonraki gün geçide girmeyi planlıyorlardı. Geçidin 10 kilometre (6,2 mi) uzunlukta ve yokuş olması dolayısıyla çok yavaş ilerleyen ağırlıklar kolu ve koruma birlikleri geçitte yalnız bulunmakta iken Selçuklu ordusu iki yamaçtan hızla inerek hücuma geçti. Eudes de Deuil bu grubun ortasında bulunup bu birliklerde çıkan paniği görmüştü. Dörtnala geriye gitti ve geçit başında bulunan VII. Louis'yi durumdan haberdar etti. Kral ve artçı süvariler duruma müdahale etmek için geçide girdiler. Ama Fransız Haçlılarının zırhlı ağır süvari hücum taktiğini yokuş olan geçitte uygulanması imkânsızdı. Fransız Kralına refakat eden elit kral muhafızları büyük zayiat verdiler. Louis bir kaya üzerine tırmanıp saklandı ve Selçuklu ordusu kendisini tanımadığı için kendi hayatını kurtardı. Ama Kralın bu hücumu ve öncülerin bazılarının da geri gelmesi bazı ağırlıkların kurtarılmasına neden oldu. Ama ağırlıklar ve koruma birlikleri çok büyük insan ve mal zayiatı verdi. Akşam bastırdığında geçitte kendini kurtarabilenler geçitten çıkmaya başladılar.
Kral VII. Louis bundan sonra Tapınak Şövalyelerinin tavsiye ettiği yeni bir taktiği uygulamaya başladı. Haçlı ordusuna Selçuklu hücumları olunca hücum edilen birliğin yerinde kalıp kendini koruması ve karşı hücumlarda bulunmaması emredildi. Daha sonra Haçlı ordusu Dalaman Nehri'ni geçmekte iken bir diğer Selçuklu hücumuna uğradı ve bu yeni taktik dolayısıyla çok zayiat vermeden Selçukluları geri püskürttüler.
Fakat Selçuklu ordusu Haçlıların beklenen güzergahlarındaki hayvan iaşesi kaynaklarını onlar gelmeden bir iki gün önce oralardan büyük koyun sürüleri geçirip ortadan kaldırmayı başarmaktaydılar. Bu taktik sadece yoldan hemen geçmek isteyen Haçlı ordusunun binek ve koşum atlarına büyük etki yapmaktaydı. Buna karşılık bu yörede devamlı yaşayan ahaliye de fazla tesiri olmamaktaydı.
En sonunda 10 Ocak'ta Fransız Haçlı ordusu Adalia (Antalya) kalesine vardı. Fakat burada da Bizanslı kale komutanı Haçlı ordusunun kale içinde ordugah kurmasını kabul etmedi ve Fransız Haçlı ordusu surlar dışında kamp kurarak beklemeye koyuldu.
VII. Louis Bizans donanmasının gelip ordusunun tümünü ya Antakya veya Filistin'e götürmesini beklemekteydi. Fakat mevsimin çok erken olması ve fırtınalar nedeniyle bir donanma gelemedi ve ancak birkaç gemi Antalya'ya gelebildi. Bazı komutanlar ordunun tümünün sahil kıyısından yürüyerek Antakya'ya gitmesini teklif ettiler; ama Louis tüm ordusuyla birlikte karadan Antakya'ya gitmeyi kabul etmedi. Sonunda Antakya'ya yanaşan birkaç gemiye Louis ve karısı dahil maiyeti, ordusunun en iyi kısımları ve şövalyeler bindiler; Antakya üzerine denizden gitmek üzere ayrıldılar ve 19 Mart'ta Antakya'nın limanı olan Saint-Simon (Samandağı)'na vardılar.
Antalya'da bıraktıkları Fransız Haçlı ordusu kalıntıları ve sivil takipçiler Flandıra'lı Kont Thierry ve Bourbon'lu Kont Archamboud komutasında sahil yolundan Antakya'ya gitmeye başladı. Bu ordunun ve Haçlı grubunun akıbeti hakkında ve ne kadar kısmının Antakya'ya ne zaman vardığı hakkında elde kaynak bulunmamaktadır. Ama Flandıralı Kont Thierry'nin ve Bourbon'lu Kont Archambaud'nun Kudüs'e eriştiklerine dair bilgiler elde mevcuttur.

Antakya'da bekleme ve Kudüs

VII. Louis Antalya'dan gemi ile fırtına yüzünden biraz gecikerek Saint-Simon (Samandağı)'na 19 Mart'ta geldi. Savoy'lu Kont Amedeus Kıbrıs'ta iken ölmüştü. Antakya Prensi olan Raymond, Louis'in kraliçesi olan ve kocasına refakat eden Akitanya düşesi Eleanor'un amcası idi. Raymond, yeğenini ve kocasını çok yakın bir ilgi ile ve şaşaalı bir törenle karşıladı.
Raymond Antakya Prensliği'nin kuzeyden korunmasını sağlamak için (sonunda Haçlı ordusunun Urfa (Edessa)'yi geri almak hedefiyle) Haçlı ordusunun önce Halep üzerine hemen bir sefer açmasını istemekteydi. Fakat Louis kutsal Kudüs'e biran evvel gitmek ve hacılık görevlerini hemen yerine getirmeye kararlıydı ve Raymond'un bu isteklerini menfi karşılamaktaydı. Raymond isteklerini kabul ettirmeyi yeğeni Eleanor vasıtasıyla başarmak için yeğenine çok yakın alaka göstermeye başladı. Eleanor bu yakın alakadan ve gösterilen misafirane hareketlerden çok hoşlanmaktaydı. İşte bu sıralarda Antakya, Prens Raymond ile yeğeni Eleanor arasında daha başka ve çok daha yakın ilişkileri bulunduğu söylentileri ile çalkanmaya başladı. Bunlara göre eğer Louis, Raymond'un dileklerini yerine getirmeden Antakya'dan ayrılmaya karar verirse, Raymond yeğenine Louise'den boşanmasını ve böylece Antakya'da kalmasını telkin etmişti.
Bu sırada Kudüs'e bir seri Haçlı komutanı ulaştı. Önce ilkbahar başlarında Güney Fransa'dan Kont Alfons-Filip Touluse'lu komutasında Provans eyaleti Haçlıları deniz yoluyla Filistin'e ulaştılar. Kont Alfons-Filip Kudüs'e varamadan Kaseriya'da öldü. Haçlı çevrelerinde bu ölüm Antakya Kontu Raymond'un yeğenleri olan Trablus Kontu Raymond veya Eleanor vasıtasıyla zehirlenmeden ortaya çıktığı söylentileri yayıldı. Bunun üzerine bir kısım Provanslılar gemilerle Fransa'ya geri döndüler ve Provanslı Haçlılar ordusunun ancak küçük bir kısmı Kudüs'e erişti. Mart sonlarına doğru ikinci Alman Haçlı grubu ile Denizli'de ordusu nerede ile elemine edilen Freiling Başpiskoposu Otto ordu kalıntıları ile denizden Filistin'e gelip Kudüs'e erişti. Ondan hemen sonra da Bizans İmparatoru Manuil'in cömertliği ile yeni bir Haçlı ordusu kurmuş ve hastalığından iyileşmiş olan III. Konrad da bir filo gemi ile Filistin'e gelip yeni ordusuyla Kudüs'e geçti. Kudüs'te paskalya yortusu sırasında III. Konrad, Otto von Freising, Kudüs Kralı II. Baudouin, Kudüs Başpiskoposu Foulques ve ismi bilinmeyen bir Tapınak Şövalyeleri temsilcisi durumu ele alıp incelemek üzere önemli bir toplantı yaptılar. Bu toplantıda Kudüs Kralı II. Baudouin ve "Tapınak Şövalyeleri" temsilcisi isteklerine uyularak İkinci Haçlı Seferi ordularının Şam'a hücum edip bu şehri ele geçirmesi için karar aldılar. Şam ile bir ittifak kurmak isteyen Kudüs Kraliçesi Melisende buna itiraz ettiyse de sonuca tesiri olamadı. Bu grup Kudüs Başpiskoposu Foulques'u Louis'yi Kudüs'e çağırmak için Antakya'ya gönderdiler.
Akka Konsili
Kudüs'te bulunan "Kutsal Kudüs Krallığı" asilleri Avrupa'dan bu yeni haçlı seferi ile yeni gelen Haçlı ordularını çok pozitif şekilde karşıladılar. Bu Haçlı ordusunun hedefinin ne olacağını kararlaştırmak için bir konsil toplanacağı haberi ilen edildi. Bu konsil Haçlı "Kutsal Kudüs Krallığı"'nın çok önemli bir merkezi ve Kudüs'ün limanı olan Akka yakında Palmares'ta 24 Haziran 1148'de toplandı. "Kudüs Yüksek Kurulu (Haute Cour)" ile Avrupa'dan yeni gelen Haçlı ordusu ileri gelenleri bu konsile iştirak ettiler. Ama Kont Alfons-Filip Toulouse'lunun ölümü dolayısıyla bu kontun oğlu tarafından ölüme neden olma ile itham edilen "Trablus Kontu" ne şahsen ne de bir temsilci ile katılmadı. Bu Konsil "Kutsal Kudüs Krallığı"'nın kuruluşundan beri en şaşaalı olan bir toplantı idi. Bu Haçlı seferinin kronik tarihinin yazarı Surlu Vilyam  "Bu konsilde bulunan asillerin isimlerinin listesini yazmak hem zamanımız için önemlidir ve hem de tarihin akımıyla uyumludur." deyip bir listeyi eserine eklemiştir; ama bu listenin sonunda "katılanların hepsini birer birer sıralamak çok uzun sürecektir" deyip listesinde isimleri bulunmayan birçok kişinin de Konsil toplantısina katıldığını bildirmiştir.
Bu Konsil'da konuşmalar ve müzakereler çok uzun sürdü. "Kutsal Kudüs Krallığı"'nın ileri gelen asilleri, yeni gelen Haçlı ordularıyla birlikte Orta Doğu'da bulunan Haçlı devletleri hükümdarlıklarını ordularının birlikte Şam'a hücum etmesini teklif ettiler. Bunlar arasında Beyrut'ta hüküm süren Guy gibi Şam şehrinin Haçlılar eline geçmesinden çok şahsi yarar görecek kişiler bulunmaktaydı. Müslüman Şam Emirliği daha önce Kudüs Krallığı ile müttefik iken bu ittifaktan ayrılmış ve Zengilere müttefik olmuştu. 1147'de Şam Emirliğine bağlı bir askeri birlik Kudüs'le ittifak halinde bulunan Basra şehrine hücum etmişti. Şam ile o zaman bir tampon bölge olan Havran bölgesi'nin Haçlıların ellerine geçmesinin, Kutsal Kudüs Kralı II. Baudouin krallığının büyük stratejik ve jeopolitik yararına olduğuna inanmıştı. Sonunda Akka Konsili Şam'a hücum edip ele geçirmek için karar verdi.
Ama 20. yüzyılda birçok tarihçi bu kararın taktik, stratejik ve jeopolitik bakımdan çok kötü bir karar olup bölgedeki siyasi ve iktisadi gerçeklerle uyuşmadığını, özellikle eğer bu bölgeleri ellerine geçirebilseler bile, Haçlıların nüfusları ve ellerinde bulunan asker sayıları ile bu bölgede tutunmalarının imkânsız olduğunu bildirmektedirler.

Şam'ın kuşatılması (1148) 

Şam şehri ve bulunduğu bölge hukuken 1157'ye kadar ayakta kalan Büyük Selçuklu Devleti'ne bağlı olmakla beraber 1104'te Zahireddin Tuğtekin tarafından kurulan ve Suriye ve Lübnan'da egemen olan Böriler Şam Atabeyliği'ne bağlı idi. Muinüddin Üner, Tuğtekin'in bir kölemeniydi ve Böriler Şam atabeyleri Şehabeddin Mahmud (1135-1139), Cemaleddin Muhammed (1139-1140) ve Mucireddin Abak (1140-1154) hükümdarlıkları sırasında Muinüddin Üner Böriler için yüksek görevler almıştı. 1135'te Muinüddin Üner'in savunuculuğu yaptığı Şam kalesi başarısız olarak Zengiler Halep Emiri olan Nûreddin Mahmud Zengî tarafından kuşatılmıştı. Sonra ayni yıl ve 1337'de Nûreddin Mahmud Zengî'nin Hims kalesi kuşatmasında kale komutanlığını üzerine almıştı. 1138'de, Böriler Șam Atabeyi Şihabeddin Mahmud ona "İsfahsaller" unvanı vererek Şam şehrinin valisi olarak görev verdi. Muinüddin Üner ondan sonra Cemaleddin Muhammed (1139-1140) atabeyliği döneminde tekrar Hims, Bari ve Baalbek valilileri yapmıştı. Cemaleddin Muhammed 1140'ta bir suikastla öldürülünce, oğlu Mucireddin Abak'ın taht naibi de olarak Şam şehrinde idareyi üzerine yüklenmişti. Muinüddin Üner'in siyasi stratejisi Şam şehrinin kendi şahsi idaresi altında fiilen bağımsız kalması idi. 1140'ta Baniyas kalesini güney komşusu olan Hristiyan Haçlı Kutsal Kudüs Krallığı'nın askerî desteğini satın aldıktan sonra eline geçirmiş ve sonra da bu yardımlaşma Kutsal Kudüs Krallığı ile bir resmi ittifaka dönüşmüştü. Ancak 1148'de İkinci Haçlı Seferi ordularının Kudüs'e gelmeye başlaması ile bu ittifak bozulmaya yol açmıştı.
Muinüddin Üner, Akka Konsili sonuçları hakkında haber alınca şehri bir kuşatmaya karşı hazırlamıştı. Etraftan topladığı paralı ve gönüllu askerler ve şehir içinden gönüllüler ile bir savunucu ordusu oluşturmuştu. Ayrıca Şam kuzeyinde Halep merkezli Zengiler atabegi olan Nûreddin Mahmud Zengî ve Musul'daki Zengiler atabeyi olan Seyfeddin Zengi'den destek ve askeri yardım istemişti.
Temmuz'da Avrupa'dan Kudüs'e yeni gelen İkinci Haçlı Seferi Haçlı orduları ve Doğu Akdeniz kıyıları Hristiyan Haçlı devletleri orduları Tiberya şehrinde toplandılar. Toplam Haçlı ordusunun yaklaşık 50.000 olduğu bildirilmektedir. Buradan Taberiye Gölü etrafından yürüyüşle Şam'a yöneldiler. Bu yürüyüşte Kutsal Kudüs Krallığı ordusu Kudüs Kralı III. Baudouin en önde; sonra Fransa Kralı VII. Louis komutanlığındaki Fransız Haçlı ordusu ve artçı ise Alman Kralı III. Konrad komutanlığı altında Bizans İmparatorluğu'ndan toplayabildiği ordu bulunmaktaydı.
Haçlı ordusunun yiyecek ve hayvan yemi iaşesini devamlı karşılayabilmek gerektiği için Şam'ın batısında bulunan meyve bahçeleri üzerinden şehre yaklaşmayı planlamışlardı. 23 Temmuz'da Haçlı orduları Şam'ın meyve bahçelerinin bulunduğu Daraiya mevkiye eriştiler. Şam'ın savunucuları burayı meyve bahçelerinin duvarları ve yukarıdan gözetlemek ve ok atmak için kurulan tahta kulelerle savunmayı planlamışlardı. Bu bahçeler arasında geçen iki kenarı yüksek duvarlı dar yollardan ilerlemeye başlayan Haçlı ordusu devamlı olarak kulelerden atılan oklar ve mızraklarla taciz edilmekteydi ve devamlı sürpriz baskınlarla karşı karşıya kalmaktaydı. 24 Temmuz'da Haçlılar savunucu ordusunu meyve bahçelerinden söküp attılar. Kaçan savunucular Barada Nehri'nı geçerek şehre geri döndüler. Barada Nehri kıyılarına erişen Haçlılara karşı o nehri savunma hattı olarak kullanmaya başladılar. Haçlı orduları yavaşlamaya başlamışken bunu öğrenen Alman Kralı Konrad komuta ettiği süvari birlikleri ile hücuma geçti. Konrad'ın Alman atlı birlikleri hücumlarına nehre yaklaştıktan sonra piyade olarak hücumlarına devam etmelerinden dolayı Barada Nehri'ni geçmeyi başarıp şehir duvarları önüne geldiler. Kale duvarları sıkı savunma ile tutulmakla kalınmamış, şehir içinde de kale kapılarından gelen ana sokaklarda da barikatlar kurulmuştu. Haçlılar da hemen meyve bahçelerinden kestikleri ağaçlarla duvar önünde barikatlar yapmaya koyuldular. Bundan sonraki birkaç gün 25-27 Temmuz'da Şam kalesi komutanı Muinüddin Üner birkaç defa değişik kapılardan kaleden huruç hareketi yapıp kuşatmayı yapan değişik Haçlı birlikleri ile çarpıştı. Şam'ın bu yönünde bulunan meyve bahçelerinden de ufak gruplarla komando stili baskınlar uygulamaya koyuldu. Haçlı ordusuna meyve bahçelerinden iaşe sağlamak çok zorlaştı.
Surlu Vilyam'ın eserine göre, 27 Temmuz'da Haçlı orduları Şam'ın doğusundaki ovadan harekata başlamak üzere, şehrin batısından çekildi. Bu tarafta şehrin duvarları daha alçak ve daha az korunaklı idi; ama ova bir çöl tabiatlı olduğundan asker ve hayvan iaşesi bulmak çok daha zor olacaktı. Bu manevranın neden yapıldığı açıkça bilinmemektedir ve değişik teoriler ortaya atılmıştır. Haçlılar arasında Şam'ın Haçlılarca alınmasından sonra şehrin kime verileceği Haçlı komutanları arasında büyük çekişme konusu olmuştu. Yerel Haçlı asillerin adayı Beyrut hakimi Guy Brisebarre idi; ama Avrupa'dan gelen Flandara Kontu Thierry Alsas'lı üç kralın adayı idi. Muinüddin Üner'in Haçlı liderlerine rüşvet verip daha zor savunulabilir araziye geçmelerini sağladığı veya eğer kuşatmayı kaldırırlarsa Nureddin Zengi ile ittifaktan ayrılarak onun Haçlı arazilerine olan hücumlarını durduracağına dair bir yemin ettiği zamanın kaynakları tarafından açıklanmıştır. Haçlılar bu yeni cepheyi kurmakta iken Zengilerin ordularının Hums'ta bulundukları haberi Haçlılara erişti. Musul'dan ordusuyla gelen Musul Emiri Seyfeddin Zengi Haçlılara geri çekilmeleri için bir ültimatom mektup göndermişti. Zengi'lerin ordularının yakın olması yörel Haçlı komutan ve askerlerini çok etkiledi. Bu komutanlar yeni geçtikleri mevkilerden şehirden ve kuzeyden gelecek iki taraflı hücuma dayanamayacaklarını bildirdiler ve bu mevkilerden kuşatmayı bırakıp geri çekilmeyi önerdiler. 28 Temmuz'da önce Alman Kralı Konrad ve sonra diğer Haçlı komutanları komuta ettikleri Haçlı birliklerine kuşatmayı bırakarak birliklerine Kudüs'e doğru çekilmeleri için emirler verdiler. Bu geri çekilme sırasında Haçlı orduları müslüman hafif süvari okçuları tarafından devamlı olarak taciz edildi ve devamlı zayiat verdiler.
Lizbon, Almeria ve Tortorsa'nın Keşfi ve Haçlı Seferleri
1147 baharında Papa , Reconquista bağlamında haçlı seferinin İber yarımadasına genişletilmesine izin verdi . O da yetkili León ve Kastilya Alfonso VII karşı kampanyalar eşit görmek Moors İkinci Haçlı Seferi geri kalanıyla.  Mayıs 1147'de, ilk haçlı birliği , Kutsal Topraklar için İngiltere'deki Dartmouth'tan ayrıldı . Kötü hava, gemileri 16 Haziran 1147'de kuzeydeki Porto kentinde Portekiz sahilinde durmaya zorladı. Orada Portekiz Kralı I. Afonso ile görüşmeye ikna oldular.
Haçlılar , onlara şehrin mallarının yağmalanmasını ve beklenen mahkumlar için fidye parasını teklif eden ciddi bir anlaşma ile Kral'ın Lizbon'a saldırmasına yardım etmeyi kabul etti . Bununla birlikte, bazı Haçlı kuvvetleri , Lizbon Kuşatması (1142) sırasında Portekizli ve kuzeyli haçlılardan oluşan birleşik bir kuvvet tarafından şehre yapılan önceki başarısız girişimi hatırlayarak yardım etmekte tereddüt ettiler. Lizbon kuşatma dört ay sonra, Fas cetvelleri öncelikli olarak şehir içinde açlık, teslim kabul ettiğinde, 1147, 25 Ekim 1 Temmuz sürdü. Haçlıların çoğu yeni ele geçirilen şehre yerleşti, ancak bir kısmı denize açıldı ve Kutsal Topraklara devam etti.  Daha önce ayrılanlardan bazıları yardım etti.Aynı yılın başlarında Santarém'i yakalayın . Daha sonra Sintra , Almada , Palmela ve Setúbal'ın fethine yardım ettiler ve yerleştikleri ve çocuk sahibi oldukları fethedilen topraklarda kalmalarına izin verildi.
Başka bir yerde İber yarımadasında, neredeyse aynı anda, Kral León Alfonso VII , Kont Barcelona Ramon Berenguer IV ve diğerleri karışık bir ordu açtı  Katalanlar , Leonlular, Kastilyalılar ve Fransız zengin liman kenti karşı Haçlılar Almeria . Bir Ceneviz - Pisa donanmasının desteğiyle şehir Ekim 1147'de işgal edildi. 
Ramon Berenguer daha sonra Murâbıt Taifa krallığının Valencia ve Murcia topraklarını işgal etti . Lizbon'un ele geçirilmesinde Portekizlilere yardım eden Haçlı kuvvetlerinin bir kısmı, Barselona Kontu ve İngiliz Papalık elçisi Nicholas Breakspear tarafından önerilen Tortosa kuşatmasına (1148) katılmaya teşvik edildi . Aralık 1148'de Fransız, Ren, Flaman, Anglo-Normanlar ve Cenevizli haçlıların yardımıyla tekrar beş aylık bir kuşatmadan sonra Tortosa'yı ele geçirdi . Çok sayıda Haçlı kuvveti, yeni ele geçirilen şehrin içinde ve çevresinde topraklarla ödüllendirildi.  Ertesi yıl,Segre ve Ebro nehirlerinin birleştiği yerde Fraga , Lleida ve Mequinenza ordusuna düştü.
İkinci Haçlı Seferi'nin son bulması ve sonuçları
İkinci Haçlı Seferi'ne katılan Hristiyan lider ve ordularının hiçbiri bu sonuçlardan memnun değildi ve katılan her bir Haçlı gücü lideri diğer liderler tarafından ihanet edildiğini hissetmekteydi [9] En son bir gayret olarak yeni bir plan yapıldı ve bu plana göre Aşkelon surlarına bir defa hücum edilecek ve bu kale ele geçirilecekti. Konrad komutasındaki Alman asıllı Haçlı ordusu bu planı uygulamaya koyuldu ve Aşkelon surlarına bir defa daha hücuma geçti. Fakat diğer Haçlı orduları Konrad ordusuna destek sağlamadılar. Daha önceki surlara yapılan hücumlarda başarısızlık bu orduların morallerini kırmıştı. Diğer Haçlı orduların tam bir birlik olarak tam gayretle hücuma iştirak edecekleri hakkındaki inançlarının kaybolmasına neden olmuştu. Bu Haçlı Seferi sonunda ortaya çıkan karşılıklı inançsızlık ve dayanışma eksikliği hisleri bundan sonra da devam edecek ve sonunda Kutsal Filistin'de bulunan Hristiyanların hükmettiklerin arazilerden tamamen sökülüp atılmalarına neden olacaktı. Aşkelon surlarına hücumunda hiçbir başarı kazanamayan Konrad bundan sonra hemen gemi ile Konstantinopolis'e geri döndü ve Bizans İmparatoru Manuil ile olan müttefikliğini daha da geliştirmek için yeni müzakerelere başladı.
Fransa Kralı Louis 1149'a kadar Kudüs'te kaldı. Hükümdarlar arasında çıkan soğukluk Kral Louis ve karısı Eleanor'un ilişkilerinde de yansımaktaydı. Karıkoca bu Haçlı seferi sırasından birbirinden ayrı düşünür ve ayrı hareket eder olmuşlar ve evlilikleri sadece hukuksal bir ilişki haline gelmişti. Devamlı olarak Eleanor ve Antakya Prensi Raymond arasındaki yakın ilişki söylentileri ayyuka çıkmıştı. Louis ve Eleanor ilişkisi o kadar kırılmıştı ki Louis ve Eleanor birbirleri ile karşılıklı hiç konuşmamayı tercih eder olmuşlardı. Nisan 1149'da Kral Louis ve Eleanor ayrı ayrı değişik gemiler ve değişik rotalarla Fransa'ya gitmek üzere Filistin'den ayrıldılar.
Avrupa'da bu seferi ortaya çıkarmak için büyük gayret sarf eden papaz Bernard de Clairvaux bu sonuçtan kendini ve bu sefere katılan Hristiyanları tanrının kahrına uğramış olarak hissetmeye başlamıştı. Bu hislerini ifade eden ve bunlardan dolayı büyük özür dileyen bir mektubu Papa'ya gönderdi. Bu mektubun muhtevası yazmış olduğu "Saygınlık Kitabı" adlı eserinin ikinci kısmında bulunmaktadır. Buna göre Haçlıların başarısızlığı ve talihsizliği onların devamlı günahkar olmalarına bağlanmakta idi. Buna bir çare olmak üzere Bernard de Clairvaux yeni bir Haçlı seferi organize etmekte buldu ama bu sefere çağrı pek az Avrupalı Hristiyan'ın ilgisini çekti. Bu yeni sefer fiyaskosu üzerine Bernard, İkinci Haçlı Seferi açılmasında kendi katkısını inkar etmeye koyuldu ve 1153'te de vefat edip bu utanılacak durumdan kurtulmuş oldu.
Almanya'da bu Haçlı seferi gayet büyük bir yıkım olarak görüldü. Bu konu hakkında yazı hazırlayan birçok keşiş seferin sonucunun mutlaka Şeytan'ın bir oyunu olduğunda anlaşmaktadırlar. Eurzburg'da Annales Herbipolense adlı bir kronikçi tarih hazırlayıcısı ismi bilinmeyen bir keşiş Almanya'da bulunan soylu ailelerin uzun yıllar boyunca Ermeni aracılar kullanarak Anadolu'da kaybolduğu ve esir düşüp köle olarak kullanıldığı sanılan Alman asıllı eski Haçlıları aratmış olduklarını ve bunları bulunca da fidye ödeyerek serbest kalmalarını sağladıklarını yazmıştır. Daha düşük sınıflardan, daha fakir olan Haçlıların ve Haçlı orduyu takip eden kadınların kaybolmaları; esir düşüp köle olmaları akıbetlerinin bilinmemesine yol açmıştı. Sonradan yapılan bir tarihi incelemede bu sefere katılan isimleri bilinen 113 kişiden ancak 42'sinin geri döndüğünü 22'sinin ölmüş olduğunun bilindiğini ve 49'unun da akıbetlerinin ne olduğunun bilmediğini ortaya çıkarmıştır. İkinci Haçlı Seferi'nin acı hatıralarına rağmen, Almanca edebiyatında 12. yüzyıl sonlarında geliştirilen bu seferdeki çarpışmaları ele alıp gösterilen kahramanlıkları konu işleyen kahramanlık destanı şeklindeki şiirler bu janrın en önemlilerinden olmuştur.
İkinci Haçlı Seferinin kültürel ve edebi etkileri Fransa'da daha fazla görülmektedir. Fransız edebiyatında trubador adı verilen müzikli şiirler söyleyip ülkeyi gezen ve sarayın en yüksek seviyelerinden destek gören şairler Kraliçe Eleanor ile Raymond arasındaki aşk ilişkilerini çok ayrıntılı işleyip ortaçağ edebiyatının en önemli konularının başında gelen "saraysal aşk" temasına büyük katkılarda bulunmuşlardır. Bu seferden sonra Almanya'da Konrad'dın imajı çok kötü olarak görünmesine karşıt olarak Fransa'da halk arasında Fransa Kralı Louis'in imajı Tanrı'nın cezalarının hiç itirazsız ızdırabını çeken bir hacı olarak gelişmiştir.
Bizans Doğu Roma İmparatorluğu ile Fransa arasındaki bağlantılar bu İkinci Haçlı Seferi sonunda gayet büyük hasara uğramıştır. Kral Louis ve sefere katılan Fransız haçlılar İmparator Manuil'i, Fransız haçlı ordusu Anadolu'da ilerlemekte iken, devamlı olarak Selçuklu'lara ilişkilerini devam ettirip onları Fransızlara karşı hücumlarında başarılı olmalarını sağlamakla, yani Hristiyanlığa ihanetle, itham etmişlerdir. Bu sefer hatıraları Fransa ile Bizans arasında 12. ve 13. yüzyıllarda olan ilişkilere devamlı olarak aksi etkiler yaratmaya devam etmiştir.
Bizans İmparatorluğu içinde ise bu sefer sırasında impartorun siyaseti ve stratejisi Bizans diplomasisinin bir zirvesi olarak görülmüştür. İmparator Manuil'in ölümünden sonra onun hatıralarını övgü ile yazan Piskopos Selanik'li Eustathious bunu şöyle ifade etmiştir:
Düşmanları ile gıpta edilebilecek bir marifetle uğraşmış ve sulh ve sükunu devam ettirmek hedefi ile düşmanlardan birini diğerine karşı devamlı oynayarak bunu başarmıştır.
1149'da Şam'da Atabeyi Muinüddin Üner vefat etmiş ve Emir olarak Ebu Said Mucirittin Abak bin Muhammed hükümeti eline almıştı. Fakat bu şehirde şehirli milis güçlerinin komutanı Muayad-el-Devle bin Sufi şehrin savunmasında çok büyük bir rol oynamıştı. Yeni atabeyin hüküm etmeye başlamasından iki ay sonra Muayad-el-Devle, Abak aleyhinde bir komplo kurdu. Şam'da çıkan bu çatışma sonunda o şehirde hüküm süren Boriler'in idaresinin sona ermesine ve şehrin bir diğer atabeylik olan Zengiler'in Halep emiri olan Nureddin Mahmud Zengi tarafından 1154'te fethedilmesine yol açmıştır.:
Bu seferin Filistin'de yerleşmiş görülen Hristiyan Haçlılara sonucu çok daha karanlık olmuştur. Kudüs'ün uzun dönemde kaderini bu sefer sonuçları çizmiştir. Kutsal Kudüs Kralı olan II. Baudouin 1153'te Aşkelon kalesini kuşatıp eline geçirmeyi başarmıştır. Bu şekilde Kudüs'ün geleceğine devamlı Fatimî Mısır'ın katkı yapmasına yol açmıştır. Kudüs Krallığı Fatimî Mısır aleyhinde önce önemli başarılar kazanmıştır ve hatta 1160'lı yıllarda Kahire'yi kısa bir dönem için ele geçirmiştir. Kutsal Kudüs Kralı I. Amalrik Bizans donanması desteği ile 1169'da Fatimî Mısır'a bir sefer yapıp Kahire'yi fethetmişti. Fakat elinde yeter sayıda Haçlı asker bulunmamaktaydı ve İkinci Haçlı Seferi sonucu Avrupa'da gelen Haçlı asker desteği sayısı gayet azalmıştı. Bu nedenle bu Haçlı başarısı devam ettirilemedi. 1171'de Zegilerin generali olan Mısır'a gönderilen ve orada Fatimiler'den idareyi ele alan Şirkuh beklenmedik bir zamanda ölünce yerine geçen yeğeni Selahaddin-i Eyyubi Fatimiler devletini ortadan kaldırmıştı ve Mısır ve Suriye sultanlığını üzerine almıştı. Böylece Kutsal Kudüs Devleti her yandan Eyyubiler tarafından sarılmış oldu. 1180'de Kutsal Kudüs Devleti'nin Bizans İmparatoru ile olan müttefiklik anlaşması da sona erdi. 1187'ye kadar Eyyubiler Kutsal Kudüs Krallığı'nın elindeki diğer arazileri eline geçirdi, 1187'de ise bu krallığın başkenti ve Haçlı seferlerinin baş hedefi olan Kudüs Müslümanların yani Eyyubiler'in eline geçti. Bu Üçüncü Haçlı seferi için bir bahane oldu.


06 Şubat 2022

I.Haçlı Seferi

Birinci Haçlı seferi, 1096-1099 tarihleri arasında gerçekleşen tarihteki ilk haçlı seferidir. Katılan orduların miktarı ve sonuçları bakımından en önemli Haçlı seferidir.

Papa II. Urbanus Clermont Konsili toplantısında.

Birinci Haçlı seferi diğer Haçlı Seferleri gibi dalga dalga çoğunluğu dinsel heyecana kapılmış fakat önemli bir kısmı ise şahsı için macera ve avantaj arayan sürüler halindeki Avrupalı Hristiyanların o zaman Hristiyan olan Avrupa üzerinden ve Balkanlardan yürüyerek, Müslüman arazilere girmeleri Anadolu'da Anadolu Selçuklu Devleti ve hükümdarı Kılıç Arslan elinde bulunan arazilere geçerek savaşıp Antakya'ya varmaları; bir büyük Antioch (Antakya) kuşatmasından sonra oradan Suriye ve Lübnan üzerinden sonra Filistin'e ve Kudüs'e varmaları ve 1099 yılında Kudüs kuşatması, ele geçirilmesi ve katliamı şeklinde gerçekleşmiştir.

Birinci Haçlı Seferi'nin jeopolitik nedenleri

Filistin'de her üç dinin mensupları barış ve huzur içinde yaşarken, Avrupa'daki Hristiyanlar bir "Haçlı" seferi organize etmeye karar verdiler. Papa II. Urban 25 Kasım 1095 günü Clermont Konsili'nde "Kutsal Toprakları Müslümanlardan kurtarmak" çağrısı yaptı.

Clermont Konsili

Birinci Haçlı Seferi'nin başlatılmasının stratejik ve jeopolitik nedenleri ne olurlarsa olsunlar, seferi başlatan ana faktör Bizans imparatoru I. Aleksios'un Avrupa'dan destek yardım istemesi oldu. Aleksius Selçuklu Türklerinin Nikea (günümüzde İznik) kadar batıya gelip yerleşmelerinden Konstantinopolis'in böylece tehdit altında kalmasından dolayısıyla endişeliydi. Mart 1095'te Piacenze Konsili'ne elçiler göndererek Papa II. Urbanus'tan Selçuklu Türkleri'ne karşı yardım talep etti. II. Urbanus bu talebi pozitif tutumla karşıladı. Buna neden belki 40 yıl önce Ortodoks ve Katolik Kiliselerinin birbirinden tamamen ayrılıp Hristiyanlık alemini ikiye bölmelerini engellemek ve Doğu'da Ortodoks Kilisesine yardım elini uzatarak Papa'ya öncelik tanınması prensibine uygun olarak Hristiyan alemini birleştirmekti.

Temmuz 1095'te bir askeri sefere gitmek için asker toplamak nedeniyle Papa II. Urban kendi doğduğu ülke olan Fransa'ya döndü. Fransa'daki gezileri sonunda Kasım ayında bir Clermont Konsili toplandı. Bu konsilin açılış konuşmasında II. Urbanus Fransız Soyluları ve kilise rahiplerinden oluşan bir seyirci kalabalığına; Doğulu Hristiyanlara, Kutsal Ülkelere giden Hristiyan Hacı adaylarına inanılmaz zulümler yapıldığı iddiasını dillendirdiği, ve bu konuda dehşetengiz ayrıntılara yer verdiği önemli bir dinsel nutuk (vaaz) verdi. Bu konuşmanın birçok değişik ayrı versiyonu bulunmaktadır. Bunlardan beşi orada bulunan din adamları tarafından ve diğerleri ise bu vaazı doğrudan doğruya duymayan kişiler tarafından eserlerine konmuştur.[4] Ama bunların hepsi Birinci Haçlı Seferi'nden sonra Haçlılar tarafından Kudüs'ün ele geçirilmesinden sonra yazılmıştır. Bu nedenle II. Urbanus'un eksiksiz ve ekli olan parçalardan arındırılmış olarak bu dinsel vaazda gerçekten ne dediğini bilmek imkânsızdır.

Bütün versiyonlar ayrıntılara göre birbirlerinden değişiktir. Fakat genel olarak II. Urbanus Avrupa'daki cemiyetin şiddet hareketleri ile dolu olduğunu ve Tanrının Barışının korunması gerektiğini; yardım isteyen Doğu'da Bizanslılara destek sağlanması gerektiğini; Doğu'da Hristiyanlara karşı işlenen suçlar bulunduğunu ve yeni bir çeşit savaşın, silahlı olarak yapılan bir haccın, gerekli olduğunu ve böyle bir haccı yerine getirirken ölenlerin günahlarından arınıp cennete gideceklerini ve bu haccı yerine getirip dönenlerin de cennette yerleri bulunduğunu bildirmiştir.

Fakat hiçbiri bu haccın son hedefinin Kudüs'e gitmek olduğunun açıkça belirtildiğini ifade etmemektedir. Fakat II. Urbanus'un sonraki vaazlarından son hedefin Kudüs'e doğru bir askeri sefer olduğu tekrar tekrar açıklanmıştır.

Haçlı ordusunun kurulması

Urbanus'un verdiği dinsel konuşma çok güzel planlanmıştı. Haçlı seferi kavramını ortaya atmak için güney Fransa'nın iki önemli lideri olan "Toulouse Kontu Raymond de Saint-Gilles" ve "Puy Başpiskoposu Adhemar" ile konuşmuştu. Adhemar Clermont Konsilinde şahsen bulunmuş ve bu konsilde "haç takma"ya, yani Haçlı Seferine gitmeye, başta talip olmuştu. Bundan sonra 1095'te ve 1096'nın sonlarına kadar II. Urbanus bu mesajını ülkeyi gezerek Fransa'ya yaymaya uğraştı ve kendinin Fransa'da varamadığı yerlerine kendine vekil olan piskoposlara ve papazlar göndererek bu Urban'ın fikirlerinin yayılmasını ve herkesçe kabul görmesini sağladı. Yine Papa vekilleri papazlar bu fikirlerin Fransa, Almanya ve İtalya'da yayılmasına neden oldular. Bu konuşmaya gelen yanıt Bizans imparatoru Aleksius'un, hatta II. Urbanus'un, beklediğinden çok daha pozitif oldu. II. Urbanus Fransa'da yaptığı gezilerde Haçlı Seferine bazı kişilerin (kadınların, keşişlerin ve hastaların) katılmasını yasaklamak istediğini açıkladı ama bu istekleri Hristiyan ahali tarafından kabul edilmediği hemen aşikar oldu. Sonunda bu silahlı haç seferine gitmeye gönüllü olanlar yüksek tabakadan askerlik bilen şövalyeler değil; hiçbir savaş yapma yeteneği olmayan ve çok az serveti olan veya hiç serveti olmayan köylüler oldu. Kilise veya sivil bürokrasi tarafından kontrol edilemeyen yeni bir Hristiyan inanç sistemi coşkusu Avrupa'nın her yanına yayıldı. Bu çoşkuyu ortaya çıkaran tipik bir ayinde önce II. Urbanus'un ortaya attığı fikirler açıklanmaktaydı; sonra Haçlı Seferi gönüllüleri ortaya çıkıp Kudüs'teki "Kutsal Kabir Kilisesi" (Kıyamet Kilisesi) ne gidip kutsal hacı olmaya yemin etme töreni yapılmakta ve bu gönüllülere bezden bir kırmızı istavroz (haç) verilmekte ve bunu elbiseleri üstüne dikmeleri istenmekteydi.

Birinci Haçlı Seferi'nde Haçlıların "Kutsal Mızrak" önde
Kerboğa'ya karşı Antakya'dan huruc hücumu.
Piskopos şapkalı Puy Baspiskoposu
Adhémar de Monteil "Kutsal Mızrak" taşımakta

Neden bu kişisel dinsel coşkunun Avrupa'yı sardığını ve neden beklenenden çok daha büyük sayıda kişinin gönüllü olarak buna iştirak ettiğini açıklamak istenmektedir. Buna verilecek en uygun cevabı Ashbridge şöyle ifade etmiştir:

Haçlı seferine gitmek idealine açıkça katılan binlerce kişinin tam sayısını bulma imkânı elimizde olmadığı gibi, günümüzde elimize geçmiş olan kaynak ve delilleri kullanarak, buna katılanların psikolojik yapılarına, içgüdülerine, maksatlarına, bilinçli veya bilinçsiz kararlarına delillere dayanan bir açıklama göstermek imkânı da çok sınırlıdır.

Yine de bazı hipotezler ve açıklamalar yapılmıştır:

Orta çağlarda, dinsel olmayan sektörlerde bile şahsî dinî inanç, hayatın her köşesine girmiş olduğu çağlarda, Haçlı idealine katılanların da bu sosyal çalkantıya, şahsî dinsel coşkuyla iştirak etmeleri, derin şahsî inanç yüzünden olabildiği düşünülebilir. Fakat elimizde bulunan kaynaklar şahsî kayıtlardan gelmediği için ve okuryazarlığı hiç olmayan köylülerden değil papazlar ve keşişlerin elinden çıktığı için, bu fikri doğrulamak veya yalanlamak için elimizde inanılır birincil kaynak olmadığı açıktır.

Birçok düşünür, özellikle Fransa'da ortaya çıkan kırsal açlık ve devamlı savaşlar nedeniyle birçok köylünün bu hedefsiz sonuçsuz hayattan bıkıp daha çekici bilinmedik ama çok hikâyelere konu olan ülkelere gitme ve orada kendini gösterme nedeni ile ortaya çıktığı iddia edilmiştir. Ama bunu eldeki belgelerle delillendirmek güçtür.

Diğer taraftan yüksek sınıfın bir çeşit kazanç, parasal veya politik iktidar hırsı ile hareket ettiğini söylemek mümkündür. Özellikle Norman Otranto Kontu Boemondo'nun hikâyesi belki buna bir delil olarak alınabilir. 20. yüzyıl İngiliz tarihçisi Steven Runciman'a göre, Birinci Haçlı Seferine katılan soyluların ve şövalyelerin genellikle ailelerinin en küçük çocuklarıdır ve ailelerinden pek fazla miras beklememekte oldukları çok olasıdır. Bunların şanslarını Doğuda denemeye çalışmaları olası olduğu kabul edilebilir. Fakat Birinci Haçlı Seferine katılan soyluların çoğunun Kutsal Ülkede kalmayıp kendi ülkelerine dönmeleri gerçeği bu hipotezi biraz zayıflatmaktadır. Diğer taraftan Birinci Haçlı Seferine iştirak eden soylu ailelerin Haçlı Seferine katılmalarının aileye çok büyük bir maliyet yarattığı ve Doğudan gelen ganimet ve talanın bu masrafları hiç karşılamadığı da bilinmektedir. Örneğin Haçlı Seferine katılmak için "Robert Curthose" dükü olduğu Normandiya'yı kardeşine satmıştır; Godfrey de Bouillon ailesinin büyük arazilerini kiliseye ipotek karşılığı olarak vermiştir.

Toplanan Haçlıların Hristiyan ülkelerinden geçişi

Bizans'ın Hristiyanlardan istediği yardım büyük sürüler gibi insan halinde değildi. Bu Bizanslıların özellikle Bizans İmparatoru I. Aleksios'un hiç beklemediği ve hiç istemediği şekildeydi. Yardım büyük insan sürüleri olarak gelmesi I. Aleksios'ta büyük şaşkınlık hatta korku yarattı. Özellikle bu güruhların iaşesi ve barınması eğer bir düzene konulmazsa Bizans topraklarının ve şehirlerinin talan edileceğini ve hem kırsal hem de şehirsel ahaliye çok büyük zararların doğacağını anlamıştı. Diğer taraftan düzenli Haçlı ordularının komutanlarının, çoğu bu sefere bir dinsel görevi yerine getirmek için değil, hükümdarlığını yapabilecekleri topraklar bulup, zapt etmek ve kendileri idaresinde özerk devlet kurmak için katıldıkları gayet açıkça bilinmekteydi.

Kudüs'ün kuşatılması (1099)

Bu tehlikeleri karşılamak için I. Aleksios çok uygun bir plan yapmış ve genellikle Bizanslılar bu planı genellikle başarı ile uygulayabilmiştir. Bu plana göre Bizans elinde bulunan Balkan topraklarına giren Haçlı ordularına Bizans ordu birlikleri refakatçi verilecek ve Haçlı orduları bu refakatçilerin kılavuzluğu ve idaresi altında Balkanlarda iyice belirlenmiş menzil mevkilerinde kalıp geçecekti. Bu refakatçi Bizans ordusu, Haçlı ordusunun yem yiyecek bulma araştırmaları da denetleyecekti. Belirli menzil kamplarda iaşe ihtiyacının karşılanması için pazar bulunacak ve Haçlı güçleri bu pazarlardan kendi paraları ile iaşe ihtiyaçlarını karşılayacaklardı. Birinci Haçlı Seferinde bazı Bizans şehirleri (örneğin Niş) böyle bir menzil olmayi ve menzil pazarın kurulmasına karşı çıkmış; şehirleri yakınında böyel bir menzil mevkii ve pazar kurulursa bu pazara ve menzil mevkiine iaşe tedarik etmeme kararı almışlardı. Diğer taraftan Haçlılar bu pazarlarda istenen iaşe maddesi fiyatların çok yüksek olduğunu ve Haçlıların tacirler ve yerliler tarafından devamlı aldatıldıkları şikâyetleri devamlı olarak çıkmıştı. Bu nedenle Haçlı seferi üyeleri ile Balkanlarda yerli halk arasında devamlı potansiyel bir çatışma hali mevcut olmuştu. Bu Bizans refakat orduları için Aleksios büyük sayıda paralı (Türkçe konuşan) Peçenek askerleri tutmuştu ve belirli menzil-kamp yerleşkelerindeki iaşe tacirlerinin bulunması teşvik etmişti. Bu nedenle Haçlı orduları komutanları yanlarında altın ve gümüş para hazineleri ile sefere katılmışlardı. Fakat bu sefer de Avrupa'da basılmış olan altın ve gümüş sikkelerin Bizans topraklarında geçen paraya değiştirilmesi ve bu paraların rayici bir problem olmuştur. Bazı Haçlı komutanları, özellikle hemen sinirlendiği bilinen Tancred), Haçlı ordularının kendi paraları ile kendi iaşelerini karşılamalarına itiraz etmişti. Bu türlü şikâyetleri önlemek için Bizans İmparatoru belirli Haçlı komutanlarına altın ve gümüş para bağışlarını hediye gibi dağıtmıştı.

Bir Haçlı ordusu kafilesi Konstantinopolis (bugünkü İstanbul)'e vardığında, Haçlı ordu kafilesi şehir dışında belirlenmiş ve Bizans ordusu tarafından savunan bir ordu-kampına geçecekti. Buna Haçlılar ordugâh yakınında veya uzağında su, yiyecek ve yem araştırması yapmayacaktı. Bu ordugâhlardaki Haçlı ordusu mensupları küçük gruplar halinde Bizanslı kılavuzlar idaresinde, o zamanların en büyük, en zengin ve en şaşaalı şehrinin kiliselerini, yollarını, meydanlarını, anıtlarını, saraylarını gezip görebileceklerdi. Her Haçlı ordu komutanı ise Bizans İmparatoru'nun huzuruna çıkacak, İmparatoru el etek öperek selamlayacak; Bizans İmparatoru'nun vasalı olduğuna dair yemin edecek ve eline geçirdiği eski Bizans arazilerini Bizans'a devretmeyi kabul edecekti.

Bundan sonra Haçlı ordusu Bizans gemileri ile Boğaziçi'ni geçip Anadolu'ya Selçukluların elindeki arazilere gireceklerdi. Burada ilerlemek ve yem, yiyecek ve su ihtiyacını karşılamak kendilerine kalmıştı. Fakat Bizans, kılavuzlar temin etmek ve askerî bilgi ve destek sağlamaya hazır olacaktı. Genellikle Anadolu'da, Suriye ve Filistin'de Haçlı orduları talan usulü iaşe tedarik şeklini uygulamakla beraber, güzergahların etrafındaki dost geçinen halkı yıldırmamak için yine de para ile satın alma usulleri kullanmaya devam etmişlerdir.

Halkın Haçlı Seferi

1096'da resmen başlayan Birinci Haçlı Seferi'ne katılan Haçlı orduları dalgalar halinde gelmeye başladı. 40.000 kişi kadar ilk dalga resmen Keşiş Pierre adlı bir Amiens'li halktan keşiş emri altında kuzey Fransız, Alman ve daha küçük sayıda kuzey İtalyan köylülerinden ve ailelerinden oluşmuştu; içinde çok az sayıda soylular bulunduğu için bu dalgaya Halkın Haçlı Seferi denmiştir.

Bu dalga Bizans arazisine Belgrad'da girmeden bu şehrin Sava Irmağı karşısında Macaristan'a ait bulunan Zemun (Semlin)'da bir ayakkabı yüzünden karışıklık çıkartıp iç kaleye hücum edip 4.000 Macar'ı öldürdüler ve sonra Belgrad'ı da talan edip yaktılar. Bu güruhun takip ettiği yolda Bizans halkının çeşitli şikâyetlerine (hırsızlık, soygunculuk, kızlara kadınlara tecavüz vb.) maruz kaldı. Güruh Niş'e geldiği zaman da hemen şehir dışında yeni bir isyan çıkardı, fakat bu sefer imparator I. Aleksios'un Bulgaristan eyalet valisi süvari kuvveti gönderip bu Haçlı isyanını bastırdı. Bu güruh 1 Ağustos 1096'da Konstantinopolis'e vardığında gücünün 1/4'ini kaybetmişti.

İmparator I. Aleksios bu güruhun yolda Balkanlarda yaptığı taşkınlıkları ve yağmaları affetti ama Konstantinopolis dışında bir ordugahta bulunmasına ve biran evvel Asya'ya geçirilmesine emir verdi. Haçlıların gayet kontrol altında tutulan küçük gruplar halinde Konstantinopolis'i gezip görmelerine izin verildi. Ama yine de Haçlıların hırsızlıkları şikayet konusu oldu; ordugah yakınında bulunan vilların talan edildiği ve hatta yakındaki kilisenin kurşundan çatısının bile Haçlılar tarafından çalındığı şikayet konusu oldu. İmparator I. Aleksios'un emri ile bu grup 6 Ağustos'ta hemen koruma altında Anadolu'ya çıkartıldılar. Bizanslı kılavuzlarla birlikte Nikomedia (modern İzmit) üzerine yöneltildiler.

Nikomedia şehri 15 yıl önce Selçuklu ordusu tarafından talan edilmişti ve metruk bir halde bulunmaktaydı. Haçlılar şehri ele geçirip Bizanslılara teslim ettiler. Nikomedia'da bir tarafta Fransız haçlılar grubu ile diğer tarafta arasında kavga çıktı. Alman-İtalyan grup Pierre L'Hermite'in komutanlığını reddedip İtalayan asıllı Rainald adlı bir soylu komutasında ana gruptan ayrıldı. Geoffrey Burel komutanlığı altında Franklar ve Rainald komutasındaki Alman-İtalyanlar birbirlerinden ayrıldılar. İki ayrı güruh halinde Haçlılar İzmit Körfezi'ni güneyinden dolanıp Yalova yakınlarında "Cibotos" adlı bir ordugaha ayrı ayrı mevkilerde yerleştiler. Cibotos Bizans İmparatoru I. Aleksios tarafından emri altında bulunan Saray Muhafızı Anglo-Sakson ticari askerlerine üs olarak yapılmış olan eski netruk bir kale yanında idi. İmparator I. Aleksios, Pierre L'Hermit ile yaptığı konuşmada bu Haçlı ordusunun burada dinlenip onları takip edip Balkanlardan gelmekte olan Baronlar Haçlı Seferi ordularını beklemesini tavsiye etmişti.

Fakat Frank haçlılar buna yanaşmadılar ordugah etrafını talana başladılar. Bu talanlarda etrafta yaşamakta olan ahalinin Ortodoks Hristiyan olup olmadığına önem vermediler. Eylül ortasında birkaç bin kişilik bir Frank Haçlı Selçuklu başkenti İznik yakınına kadar ulaşan bir talan akınına çıktı. Bu akında İznik yakınlarında yaşayan Rumca konuşan halka kadın-çocuk-erkek ayrımı yapmadan işkence yapıp onların değerli eşyalarını, zahire stoklarını ve hayvan sürülerini ellerine geçirip onlara büyük zararlar verdirdiler. İznik'ten çıkan bir Selçuklu askeri birliği ile çatışmaya tutuşup bu birliği şehre geri püskürttüler. Sonra Cibotos'a geri döndüler ve talan ettikleri malları kamptaki diğer Haçlılara, hatta bu kampa yakın bulunan Rum deniz güçleri tayfalarına, sattılar.

Bu talana gıpta eden 6.000 kişilik Rainald komutasındaki Alman-İtalyan Haçlılar birliği Eylül sonunda kendi ordugahından ayrıldı. İznik yönünde etraftan talan toplayarak yürüyüşe başladılar. Ancak bunlar daha insaflı olup Rumca konuşan ahaliye saldırmadılar. Bu yolda bulunan Kserigordos adlı bir kaleyi ele geçirdiler. Bu kalede bol miktarda iaşe ve tedarik stoku bulunduğu için etrafa yapacakları talan saldırılar için bir üs olarak kullanmak amacı ile bu kaleye yerleştiler. Bu kalenin bir dezavantajı kalenin bir tepe üzerinde olması ve suyunu kale dışındaki yokuşun altında bulunan bir kaynaktan ve bir kuyudan sağlanması idi. İznik'te bulunan Selçuklu Hükümdarı Sultan I. Kılıç Arslan yüksek rütbeli bir komutanı altında büyükçe bir Selçuklu ordu birliğini bu kale üzerine gönderdi. 29 Eylül'de kale önüden gelen Selçuklu birliği kaleyi kuşatmaya başladı. Selçuklu birliği Rainald'ın yaptığı bir huruc baskınını geri püskürttü. Sonra kalenin dışında bulunan kalenin tek su kaynakları olan kaynak ve kuyuyu ellerine geçirip kalenin suyunu kestiler. Susuz kalan kaledeki Haçlılar ordusu ancak 8 gün bu kuşatmaya direnebildiler ve sonunda teslim olmak zorunda kaldılar. Teslim müzakeresinde Rainald müslümanlığa dönerse hayatı bağışlanacağı ve diğer Haçlılara da Müslümanlığı kabul ederlerse hayatlarının bağışlanacağı bildirildi. Kale teslim olduktan sonra Müslümanlığa dönmeyi kabul etmeyen Haçlı askerler hemen öldürüldüler. Aralarında komutan Rainald'ın da bulunan, müslüman olmayı kabul edenler Anadolu'ya, Antakya'ya ve Halep'e sürüldüler.

Yalova'daki kampta bulunan Haçlılar Rainald komutasındaki Alman-İtalyan birliği hakkında haberleri çok geç almakta idiler. Kserigordos adlı kaleyi alıp burada yerleşme haberi ancak Ekim sonunda erişti. Bundan sonra kampta bu birlik hakkında çok değişik söylentiler dolaşmaktaydı. Bunların başında iki Türk casusu tarafında yayılan "haber" bu birliğin İznik'i ellerine geçirip büyük ganimete topladığı ve bu ganimeti paylaşmak istemediği için haber göndermediği idi. Bu söylenti ordugahta kalan Haçlı Franklar birliğini harekete geçirdi. Keşiş Pierre L'Hermite Konstantinopolis'e gitmişti. Kserigordos kalesini düşmesi ve oradaki Haçlıların akıbeti hakkında haber Cibotos ordugahına erişince, paniğe kapılan önemli Haçlı liderleri o yokken bir savaş konseyi topladılar. Bunlardan ilerigelenler bu ordugahtan ayrılmak istememekteydiler. Fakat Geodfrei Burel adlı bir Frank lider ordugahta bulunan tüm savaşçılarla İzmit üzerine yürümeyi teklif etti ve savaşçı Haçlılar kendi tarafında olduğu için bu teklif kabul edildi.

21 Ekim günü bu ordugahta bulunan 20.000 üstünde savaşçıdan oluşan Haçlılar birliği İzmit üzerine yürümek hedefiyle ordugahtan ayrıldı. Ordugahta sadece hastalar, kadınlar ve çocuklar kaldı. Bu ordu ordugahın 5 km ilerisinde İznik'e giden yolda etrafı ağaçlı bir vadiden geçmekte idi. Bu vadide Kırkgeçit mevkinde bir büyük Selçuklu gücü bir pusu hazırlamıştı. Burada yapılan Kırkgeçit Muharebesi Selçukluların pusudan önce Haçlı ağır süvari şövalyelerine yaygın ok ateşi ile başladı. Bunu hiç beklemeyen Haçlı ordusu öncü şövalyeleri paniğe kapılıp arkadaki Haçlılar piyadeleri üzerlerine hızla geri çekilmeye başladılar. Bu nedenle tüm Haçlılar ordusu paniğe kapılıp Cibotos'a kaçmaya başladı. Onların yakından kovalayan Selçuklu hafif süvarileri onları takip ederek Haçlı ordugahı içine girebildi. Haçlı ordugahı bunu hiç savunmalı değildi ve direnme yapamadı. Ancak 3.000 kadar Haçlı deniz kıyısındaki metruk kaleye kaçıp oraya sığınıp Bizans'a haber gidip ertesi gün Bizanslı savaş gemilerinin yardıma gelmesine kadar kendilerini savunduler. Gelen savaş gemileri ile kale limanindan Konstantinopolis'e getirilen kaçabilenler silahsızlandırıldıktan sonra geri gönderilmek üzere o şehirde yerleştirildiler. Kırkgeçit Muharebesi meydanından yol güzergahından ta deniz sahiline kadar yol kenarları Haçlılar ölüleri ile dolmuş idi. Bunlar arasında birçok şövalye olduğu gibi birçok Haçlılar olana gelen papaz, kadın ve çocuk da bulunmaktaydı. Pusuyu kurup muharebeyi kazanan Selçuklu birliği gayet az sayıda esir alabildi.

Selçuklular boylece Haçlı ordusu savaşçılarını ve onlarla birlikte gelen sivillerin hemen hepsini elimine edip Halkın Haçlı Seferini sona erdirdi. Bu Halkın Haçlı Seferi'nin önderi olan Pierre L'Hermite Selçuk ordusunun hücumu sırasında Konstantinopolis'te bulunduğu için kendi canını kurtardı.

Baronların Haçlı seferi

Papa II. Urbanus'un Haçlı Seferi çağrısına Avrupa'daki hükümdarların hiçbiri karşılık vermemişler ve tek bir hükümdar bile Birinci Haçlı Seferine katılmamıştır. Ancak şu önemli feodal baronlar Birinci Haçlı Seferi'ne katılmışlardır:

Toulouse kontu IV. Raymond veya Raymond de Saint-Gilles;

Giyom Bau'lu ve oğlu Raymond Bau'lu;

Tranta Kontu Boemondo ve yeğeni Tancred Güney İtalya'da Norman hükümdarlar ailesinden;

Hugh Vermandoislı, Fransız Kralı I. Philippe'in kardeşi

Robert Corteheuselı, Normandi Dükü ve (sonradan İngiltere Kralı olan) Fatih William'in kardeşi ve onun sancak taşıyıcı şövalyesi Landes'li.

Flandre Kontu II. Robert.

Godfrey de Bouillon, Aşağı Loren Dükü; kardeşi Baudouin Boulognelu ve kuzenleri Baudouin Bourglu

Blois kontu Stephen

Amiens Kontu I. Enguerrand ve oğlu Thomas Marle'li

Saint-Pol Kontu II. Hugues de Campdavaine ve oğlu Enguerrand.

Haçlı ordusu kaynaklandığı ülke ve bölgeye uygun olmak üzere 4 esas orduya ayrıldı ve bu orduların değişik yollardan ve zamanlarda Balkanlara ve Konstantinopolis'e gitmeleri planlandı. Bunlar:

Loren kaynaklı ordu: Godfrey de Bouillon ve Baudouin Boulognelu. Almanya'yı geçip Balkanlara kuzeyden girecek ordu;

İtalya Normanlar ordusu: Tranta Kontu Boemondo ve yeğeni Tancerd de Hauteville idaresinde. İtalya'dan Balkanlarda Epir'e çıkacak ve Balkanları doğu yönünde geçecek ordu;

Güney Fransalılar ordusu: Toulouse Kontu Raymond de Saint-Gilles idaresinde. Kuzey İtalya'dan Balkanlara girip Sırbistan ve Makedonya üzerinden gidecek ordu;

Fransalı Franklar ordusu: Hugue le Grand, Robert Courteheuse ve Robert Flandralı. Loren kaynaklı orduyu gecikmeyle takip edecek ordu.

Konstantinopolis'e varma

Daha önceden kabul edilmiş tarih olan Ağustos 1096'da 4 esas Haçlı ordusu Avrupa'dan yola çıktı. Bu değişik ordular değişik yollarla Avrupa ve Balkanları geçerek Kasım 1096 ile Nisan 1097 arasında Konstantinopolis surlarına eriştiler. İlk gelen kafiledeki ilk orduya komutan Hugh Vermandoisli idi ve sonraki ordular Godfrey de Bouillon, Raymond Saint-Gilles ve Boemondo'nun idaresi altındaydı. İlk Halkın Haçlı Seferi'ne kıyasla bu Baronlar Seferi idi, Bizanslılar ve imparator I. Aleksios daha iyi hazırlanmıştı. Haçlı orduları da daha disiplinli idi. Bu nedenle Baronlar Seferi Haçlı ordularının yollarında çok daha az sayıda olay çıktı.

Bu Haçlı ordusunun sayısını tahmin etmek çok zordur ve modern tarihçiler değişik kaynaklar değişik usuller kullanarak değişik sayılara varmışlardır. Yetkili bir askerî tarihçiye göre toplam Haçlı ordusu 30.000-35.000 askerden oluşmaktaydı ve bunlardan 1.200'u süvari idi. Toulouse Kontu Raymond de Saint-Gilles 8.500 piyade ve 1.200 süvariden oluşan en büyük Haçlı ordu grubuna komuta ediyordu.

Bu prensler ve Haçlı orduları Konstantinopolis'e hiç iaşeden yoksun olarak gelmişlerdi ve I. Aleksios'tan yiyecek ve hayvan yemi vermesini beklemekteydiler. Aleksios bu Haçlı ordusundan çok kuşkuluydu. Bu kuşkuya bir neden Halkın Haçlı Ordusu ile olan felaketli ilişkiler ve feci sonuçtu.

Bizans İmparatoru I. Aleksios ve Godfrey de Bouillon ve diğer Haçlı orduları komutanlarının hedefleri değişik ve çatışmalı idi. Bizans İmparatoru bu Haçlı ordusunun Orta Asya ve İran yoluyla Anadolu'ya göç eden Türkmenleri buralardan temizlemek ve Anadolu Selçuklu Devleti'ni ortadan kaldırmak için kullanılmasını istemekte idi. Godfrey de Bouillon ve diğer Haçlı orduları komutanları ise Anadolu'dan biran evvel geçerek Filistin'e inip Kudüs'ü ellerine geçirmeği baş ve tek hedef yapmışlardı. Bizans İmparatoru gelen Haçlı ordusu komutanlarından onları ve ordularının kendine biat ederek tabi olup vassalları olacağını ve ellerine geçirecekleri eski Bizans arazilerini imparatorluk yönetimine geri vereceklerine dair bir sadakat yemini vermelerini istemekteydi.

Aleksios'ta büyük bir kuşku yaratan neden ise bu ordu içinde Güney İtalya'dan gelen Norman şövalyeleri ile Norman Taranto Dükü Boemondo'nun bulunmasıydı. Aleksios imparator olmasından sonra hükümdarlığının ilk yıllarında Robert Guiscard ve oğlu Boemondo tarafından komuta edilen Norman hücumlarıyla uğraşması gerekmiştir. Normanlar Balkanlara çıkartma yapmış; Dıraç (Dyrrghachium) limanı ve bölgesini ve Korfu adasını işgal etmişler ve Dıraç Savaşı'nda Aleksios'un idaresindeki Bizans ordusunu yenip Yunan yarımadasında ilerleyerek Teselya'da Larisa kalesini kuşatmışlardı. Aleksios tarafından büyük bir savaşla zorlukla Balkanlardan atılmışlardı. Bu nedenle Aleksios Boemondo'nun şehir dışındaki orduları kullanarak bir komplo ile şehri ele geçirmesinden korkuyordu.

Haçlılar ise I. Aleksios'un bu sefere katılmasını istemekteydiler. Fakat imparator bu acayip disiplinsiz orduyu komuta etmeye hiç taraflı olmadı. Onların kendi arazilerinden biran önce ayrılmalarını sağlamakla meşgul oldu. Bu orduya yiyecek ve hayvan iaşesi vermek için önce ordunun komutanlarının huzuruna çıkıp kendine vasal olduklarına ve Asya'da ellerine geçirdikleri toprakları Bizans'a vereceklerine dair yemin etmeleri gereğinde ısrar etti. Godfrey de Bouillon ilk defa bu yemini verdi ve diğerleri biraz isteksiz olmakla sadakat yemini verdiler. Ancak Raymond de Saint-Gilles kendinin Haç üzerinde yemin ettiği için bu sadakat yemini vermek için zorluk çıkardı ama Bizans diplomasisi bir uygun formül buldu ve sadece levazım bulmak için talan yapmayacağına yemin etti. Aleksius bu orduları Boğaz'dan karşıya geçirmeden önce, onlarla görüşüp onlara Selçuklu ordularına karşı nasıl taktikler ve strateji uygulamaları gerektiği hakkında bilgiler verdi.

Nikea Kuşatması

1097'de Baronların Haçlı ordusu Anadolu'ya geçti ve burada Keşiş Pierre l'Ermite'nin "Halkın Haçlı Seferi" ufak kalıntıları ile birleştiler. Haçlılara kılavuzluk ve destek sağlamak için iki Bizans generali, Manuil Vutumitis ve Tatikios, idaresindeki Bizans ordusu da onlara refakat ediyordu. Bu Haçlı ordusunun ilk hedefi bir eski ve ünlü Bizans şehri olan fakat Sultan Kılıç Arslan'ın Selçuklu başkenti olan (bugünkü İznik) idi.

Keşiş Pierre L'Ermite'in ordusuna karşı kazanılan başarı, Anadolu Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan (1092–1107 arası hükümdar)'ın Haçlı tehlikesini küçümsemesine neden oldu. Haçlıların devlet merkezi İznik'e kadar ilerleyemeyeceğini ve ülkesi için bir tehdit olamayacağını düşünerek önceleri Bizans valisi olan daha sonra Selçuklu'lara tabi hükümdar niteliğini koruyan Ermeni Gabriel'in elindeki Malatya üzerine yürüdü ama yapılan kuşatma sağlam şehir surları geçilemediğinden başarısız kaldı. I. Kılıç Arslan devlet hazinesini ve ailesini Nikea'da geride bırakmıştı.

Haçlı ordusu Nikea'yı kuşatma altına aldı. Fakat şehir İznik Gölü yoluyla kayıkla gelen yiyecek ile iaşe edilebilmekteydi. Kılıç Arslan alelacele geri dönüp 16 Mayıs'ta kuşatan orduya hücum ettiyse de kuşatmayı yarmayı başaramadı. Her iki tarafta da büyük telefat olduğu için geri çekilmek zorunda kaldı.

Sonunda Haçlılar Bizans İmparatorunun sağladığı kayıkları kara üzerinden kesilmiş ağaç gövdeleri üzerinden kaydırarak İznik Gölü'ne getirdiler ve göl üzerinden yapılan tedariki önlediler. Bunun üzerine kalenin Selçuklu komutanı 18 Haziran'da Bizans kuvvetleri komutanına şehri teslim etti. Şehri Bizanslılar aldığı için o zamanın savaş kurallarına göre Haçlı orduları şehri talan edemediler. Bu Haçlı orduları içinde, Bizanslılar aleyhinde büyük bir hoşnutsuzluk yarattı. Ama zaten Haçlıların verdikleri sadakat yeminine göre Nikea'nın Bizans idaresine geçmesi gerekmekteydi ve I. Aleksios Haçlılara epeyce hediyeler verip gönüllerini almaya çalıştı. Nikea böylece tekrar Bizans eline geçti.

Birinci Dorileon Muharebesi

Haziran ayının sonunda Haçlı ordusu Anadolu'yu geçip Kudüs'e gitmek için yürüyüşe başladı. Fransalı Frank soylu asillerinden biri (Blois kontu Stephen) karısına gönderebildiği nadir bir mektupta bu geçişin 5 hafta süreceğini belirtmişti. Gerçekte bu geçiş 2 yıl sürdü.

Bizanslılar kılavuzluk yapmak ve destek sağlamak için Tatikios komutasında bir Bizans birliğini Haçlı ordusuna bağlamışlardı. Haçlı ordusu, ordunun idaresini ve iaşe toplamayı kolaylaştırma nedeniyle, ikiye bölündü; birisi Boemondo idaresinde Normanlardan oluşmakta ve diğeri Godfrey de Bouillon da ve Papa temsilcisi Adhemar idaresinde olup Frankları ihtiva etmekteydi. İki ordu grubu Eskişehir yakınlarında Dorileon ovasında birleşmek kararlıydılar.

1 Temmuz'da önde yürüyen Normanlardan oluşan grup Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan tarafından karşılandı. Kılıç Arslan, Nikea'nın düşmesinden sonra ordusunu büyütmüştü. Selçuklu ordusunun çok oynak okçu süvarileri Normanlardan oluşan öndeki Haçlı ordu grubunu sardı. Normanlar hemen askerlerini birbirine sıkıca yaklaştırıp sanki birbirlerine kenetlendiler ve asker olmayanlar ve ağırlıklar çevresinde onları korumak üzere toplandılar. Selçukluların hücumunun ve baskınının haberini arkadan gelen Franklardan oluşan ikinci gruba bir atlı haberci gönderdiler. İkinci grubun başındaki Godfrey de Bouillon Frank zırhlı ağır süvarileri başında birinci grubu çembere almış olan Selçuklu güçlerine karşı bir zırhlı süvari hücumuna geçti. Selçuklu okları Haçlı zırhlarına çok zor geçtiği için, bu Haçlı süvari hücumu Kılıç Arslan'ın çemberini yarmayı başardı ve iki Haçlı ordu grubu birleşti.

İkinci gruptan bir ayrı birlik başında bulunan Adhemar ise savaşanların kenarından geçti ve Selçukluları arkadan vurdu. İkinci ordu grubunun bu kadar çabuk bir araya gelebileceğini, bu kadar ağır bir darbe indirebileceğini beklemeyen ve birleşen Haçlı ordusuna çatışamayacağını anlayan Sultan Kılıç Arslan Selçuk ordusunu epeyce zayiat vererek geri çekmek zorunda kaldı.

Anadolu'dan geçiş

Bundan sonra Haçlı ordusunun Anadolu'dan geçişinde Haçlı ordusunun doğrudan doğruya karşısına çıkan Selçuklu ordusu bulunmadı. Kılıç Arslan Dorileon Muharebesinden sonra Haçlı ordusunu uzaktan gözleme stratejisi uyguladı ve Haçlı ordularının en çabuk bir şekilde Anadolu'dan geçmesine izin vermeyi ve onlarla doğrudan doğruya çatışmaya girişmeme stratejisini tercih etti.

Dorileon'dan sonra Haçlı ordusunun I. Aleksios'un tavsiye ettiği gibi ve bu orduya refakat eden Bizans generali Tatakios'un kılavuzluğuna uyarak eski Hristiyan hacıların Ankara'dan geçen yolları yerine, daha güneyde ve Bizans yerleşkeleri yakınlarından geçtiği için daha güvenceli olan bir güney güzergâh takip etti. Bu inanılır modern kaynağa göre Haçlı ordusunun Anadolu'da takip ettiği yol şöyledir: Uluborlu (Polybotus), Yalvaç (Antioch-Pisidia), Akşehir (Philomelium), Ladik (Laodicea), Konya (Iconium), Ereğli(Hereclea), Kemerhisar (Tyana), Niğde (Augustapolis). Burada Haçlı ordusu ikiye ayrıldı. Genellikle güney İtalya'da yerleşmiş Normanlar ve güney İtalyanlardan oluşan bir kısmı Boemondo ve Tancred komutası altında Gülek Boğazı'na yönelerek Çukurova'ya ve Tarsus'a girdiler. Bu yolun Toroslarda ve özellikle Gülek Boğazı'nda pusuya uygun olduğu görüşü ile Haçlı ordusunun büyük ikinci kısmı Kayseri (Mazacha), Kahramanmaraş (Marash) yoluyla Çukurova'ya indi.

Anadolu sıcağı altında Haçlı ordusu yarı aç ve susuz ilerledi. Birçok asker ve sivil Haçlı ordu mensubu ve hayvanları bu yolda telef oldu. Su, iaşe ve hayvan yemi için yoldan uzak alanları talan etmek zorunda kaldılar. Anadolu'da bulunan Hristiyanlar bu ordulara yiyecek ve para yardımında bulunmakla beraber bu Haçlı ordusunun fecaatine pek katkı yapmadı. Diğer taraftan Katolik Frank Haçlılar Ortodoks Anadolu Hristiyanlarını devamlı olarak küçük görmekte ve eğer imkân varsa Hristiyan, Müslüman ayırt etmeden talana devam etmekteydiler.

Anadolu'yu geçmekte iken Haçlı ordusu liderleri birbirleriyle başkomutan olmak için devamlı mücadele ettiler. Papa'nın temsilcisi Adhemar'ın dinsel lider olduğu kabul edilmekle beraber; hiçbir prens/komutan bu başkomutan olma görevini almayı başaramadı.

Antakya önünde de Haçlı ordusunun daha küçük bir kısmı da ana ordudan ayrıldı. Baudouin Boulognelu kendi ordusu ile Fırat Nehri civarında bulunan Edessa arazilerine yürüdü. Baudouin, karısının ailesi dolayısıyla Avrupa'da araziler ve servet veraseti beklemekteydi; fakat kendine refakat eden karısı Anadolu'da öldü. Bunun üzerine Baudouin Boulognelu Avrupa'ya dönüp bu arazileri eline geçiremeyeceğini anladı ve kendinin tek başına hüküm süreceği bir ülkeyi Anadolu'da bulmak hevesine düştü. 1098 başlarında o zamanki Edessa'da, (modern Şanlıurfa)'da yönetim bir Bizans paralı askeri komutanı olan Ermeni asıllı Thoros tarafından gasp edilmişti ve Thorso kendini Bizans'a tabi Edessa kralı olarak ilan etmişti. Ermeni Katolik Kilisesi mensubu olan Ermeni Kralı Thoros, çoğunluğu Rum olan ve Ortodoks Hristiyan olan Eddesa halkı tarafından beğenilmemekteydi. İktidar gücünuü pekiştirmek isteyen Kral Thoros Baudouin Boulognelu'dan yardım istedi. Baudouin Boulognelu kendine bağlı atlı şövalyeler birliği ile Urfa'ya ulaşınca onu özel bir törenle evlat edinerek kendine varis yaptı. Birkaç hafta geçmeden Thoros bir suikastla öldürüldü. Böylece Baudouin Boulognelu kendisine Edessa Kontu unvanı vererek idareyi ele alıp ilk Haçlı Devleti olarak Edessa Kontluğu devletini kurdu.

Antakya Kuşatması

Haçlı orduları aç perişan Ekim 1097'de Antakya kalesi önüne geldiler. O zaman kale komutanı Türk asıllı, 1085'te Antakya'yı fetheden Büyük Selçuklu Devleti sultanı Melikşah'ın bir gulam emiri olan ve onun tarafından yaklaşık 1090'de Antakya emiri olarak tayin edilen Emir Yağı-Sayan'dı. Arap tarihçi Ali ibn el-Esir'in çok ayrıntılı olarak verdiği gibi, Haçlı ordularının gelişini önceden haber alan Emir Yağı-Sayan şehirde yaşayan Hristiyanların dindaşlarına yardım etmesinden korktuğu için bütün Hristiyan erkekleri kale dışına çıkarttı.

Kalede emrinde 6.000 veya 7.000 askeri bulunuyordu; buna karşılık Haçlı ordusu yaklaşık 30.000 kişi idi. Fakat Antakya kalesi surları taş ve tuğladan yapılmış yaklaşık 12.000 metre uzunlukta ve 3 kademede 360 kulesi bulunan çok tahkimli bir kale idi ve doğuda "Habib-i Neccar Dağı"nda bir iç kale bulunmaktaydı. Şehirde çok yiyecek saklı bulunuyordu ve şehir surları içinde bahçeler, bostanlar hatta tarlalar bulunmaktaydı. Buna karşılık Haçlı ordusu devamlı yiyecek ve hayvan yemi sıkıntısı çekmekteydi ve iaşe bulma birlikleri çok geniş alanlara, hatta Halep civarlarına, yayılmışlardı. Haçlılar beklemedikleri durumlarla karşılaşmışlardı: Geç mevsim dolayısıyla hava devamlı yağışlıydı; şehrin etrafı çamur deryasına dönmüş; şehir batı duvarı kenarından geçen Asi Nehri yükselmişti; ve sanki doğanın bu aksilikleri yeterli değilmiş gibi Haçlıların hiç alışmadığı bir buna alışmayanları çok korkutan bir doğal olay zaman zaman hissedilmekteydi. Antakya bir deprem hattı üzerinde olup hiç beklenmedik anlarda hafif depremler olmaktaydı.

Emir Yağı-Sayan, resmen Suriye Selçuklu Halep Meliği Rıdvan'a tabi idi. Fakat Yağı-Sayan Haçlılar gelmeden önce Şam'daki Suriye Selçuklu Șam Meliği Dukak'a gayet yakındı. Önce ona oğlu Şems-ül Devle'yi göndererek ondan askeri yardım istedi. Şam Meliki Dukak ona destek vereceğini bildirdi. Atabeyi olan Tuğtekin ve Hums emiri Canah ad-Devle de Antakya'ya askeri yardıma katılacaklarını açıkladılar.

Haçlılar Antakya önlerine geldikleri zaman bu şehir etrafındaki kırsal alanlar her türlu insan ve hayvan iaşesi için gayet verimli idi ve Haçlılar ordusu geleceği hiç düşünmeden bu yiyecek ve iaşeyi yeyip bitirmeye koyulmuştu. Fakat şehir yakınlarında yiyecek ve iaşe toplamak gittikçe güçleşmişti. Toplama grupları gayet büyük alanlara yayılmaya başladılar. Mevsim ilerledikçe, bir kış olmamakla beraber, insan ve hayvan yiyecek ve iaşe maddeleri gayet zorlukla bulunmaya başladı ve çok geçmeden hiç bulunmaz oldu. Aralık 1097 başında Haçlılar ordusunun elinde hiçbir yiyecek ve iaşe stoku kalmamıştı. Haçlılar Beomondo'nun Normanlar ordusunu ve Flandaralı Robert'in ordusunu daha uzun menzilli yiyecek toplama görevi vererek Asi Nehri vadisinden Hama yönünde gönderdiler. Bu özel yiyecek ve iaşe toplama ordusu 29 Aralık'ta Haçlılar ordugahından ayrıldı.

Haçlılar ordusunun büyükçe bir kısmının ordugahtan ayrıldığı haberini alan kale komutanı Yağı-Sayan bir huruç harekeri yaparak Asi Nehri kuzeyinde bulunan Haçlı ordugahına bir gece baskıni yaptı. Haçlılara büyük zayiat vermeye başladı. Haçlıların Papa Temsilcisinin sancaktarı da bu zayiata arasında idi. Haçlılar komutanı Toulouse Kontu Raymond de Saint-Gilles bu sürpriz baskını karşılamak için alelacele bir şövalyeler birliği topladı ve hemen bir ağır süvari taarruzu düzenledi. Bu gece ağır süvari taarruzunu beklemeyen kalenin piyade birliği kaleye düzenli şekilde geri çekilmek zorunda kaldı.

Aralık ortasında Şam Meliği Dukak, Şam atabeyi Tuğtekin ve Yağı-Sayan'ın oğlu Şems-ül Devle başlarında olmak üzere Şam destek birliği Şam'dan yürüyüşe başladı. Hama Emiri ordusuyla buna katıldı. Bu ordu 30 Aralık'ta Şayzar şehri yakınlarına ulaştı. Burada ileride Haçlı birliklerinin bulunduğu haberi onlara yetişti. Dukak ordusu hemen yürüyüşe geçerek "Albara" adlı bir köyde özel olarak yiyecek ve iaşe toplamakla görevli Robert Flandralı'nın Haçlı ordusunu bir baskınla yakaladılar ve bu orduyu kıskaca aldı. Fakat Şam ordusu iyi keşif ve gözlem yapmamış bu Haçlı ordusunun biraz arkasından Beomondo'nun komutasındaki bir diğer Norman Haçlılar ordusunun gelmekte olduğunu anlamamıştı. Beomondo ordusunu biraz geciktirerek Şam ordusu muharebeyi kazandığı için dikkatini dağıtmış ve saflarınin çözülmüş olduğu halde iken bir saldırıya geçti. Beomondo'nun bu saldırısı hem Robert Flandralı'nın Haçlı ordusunu kurtardı hem de Müslüman Şam ordusuna büyük zayiat verdirdi. Şam ordusundan geri kalanlar düzensiz olarak Hama'ya çekildiler. Haçlılar ise bu düzensiz çekilen orduyu kovalamak gücünü kendilerinde bulamadılar. Bundan sonra Şam Meliği Dukak Antakya emiri Yağı-Sayan'a askeri yardımdan vazgeçti.

Bu sefer Ocak 1098'de Emir Yağı-Sayan Suriye Selçuklu Halep Meliği Rıdvan'dan yardım istedi. Rıdvan Diyarbakır emiri olan kuzeni Artuklu Sökmen Bey ve kayınpederi olan Hama emirinden askeri destek alarak birkaç bin süvariden oluşan büyükçe bir ordu hazırladı. Bu ordu Şubat'ta yürüyüse çıkarak Antakya yakınlarında Harenç mevkine ilerledi. Haçlılar askeri kampına taarruza hazırlandı. Haçlılar ordusu Beomondo'nun tekliflerine uyarak piyade güçlerinin ordugahı korumasını ve 700 kadar şövalyeden oluşan ağır süvari birliğinin bir gece baskını yapmasını planladılar. 8 Şubat akşamı şövalyeler ağır süvari birliği Asi Nehri üzerine kurulan sallardan oluşan köprüden geçerek "Demir Köprü Kavşağı"'na yönelik Müslüman destek birliğinin arkasından müslüman okçuların saf tutması önleyecek şekilde gayet süratle bir süvari akşam baskını yaptılar. Sonra şövalyeler geri çekilip onları kovalayan Halep ordusunu gayet dar ve Müslümanların asker sayısı üstünlüğünü kullanıp iki yandan saldırı yapmalarına imkân vermeyen bir dar düzlüğe girmelerine izin verdiler ve sonra Haçlılar şövalyeleri tekrar bir süvari taarruzuna geçtiler. Halep Meliği'nin hafif süvari ordusu buna karşılık vermeyerek dağıldı ve düzensiz bir şekilde Halep'e doğru geri çekilmeye başladı. Yağı-Sayan ise kaledeki askeri gücünün hemen hepsi ile kaleden huruç hareketi yaptı ve Haçlılar piyadelerinin savundukları ordugahlarına saldırıya geçti. Bu saldırıya karşı kendilerini güç savunan Haçlılar piyadeleri öğleden sonra geri çekilmeye başladıkları sırada ordugaha Haçlılar Şövalyelerinin Rıdvan'ın destek gücünü dağıtığı haberi ulaştı. Bu haberin ne olduğu hemen anlayan Yağı-Sayan ordusunu düzenli olarak tekrar surlar gerisine çekmeyi başardı. Böylece komutanlarının yeteneksizliği dolayısıyla Rıdvan'ın gönderdiği hafif süvari ordusu Haçlılar ordusu ile yaptığı muharebede Haçlılar ordusu tarafından mağlup edildi.

Bu sefer Emir Yağı-Sayan iki haftalık yürüyüş yolunda bulunan Musul Atabeyi Gürboğa'dan yardım istedi. Gürboğa Nisan 1097 sonunda yaklaşık 30.000 kişilik ordusuyla Antakya'ya yardım için yola çıktı. Fakat önce Urfa'da Edessa Haçlı Kontluğu kuran Baudouin Boulognelu üzerine yürüdü ve Urfa'yı 3 hafta başarısız olarak kuşattı. Ondan sonra yine Antakya üzerine yürümeye başladı.

2 Haziran akşamı Firuz adında Ermeni'den dönme bir zırh tamircisi Emir Yağı-Sayan'ın kendisini karaborsa faaliyetlerinden dolayı cezalandırmasının öcünü almak için ve Haçlıların kendine vadettikleri altın ve toprak bağışlarından gözü kararak şehrin büyük kulelerinden olan "İki Kızkardeş Kulesi"'nde bir pencereden Haçlıların şehre girmesini sağladı.

Şehrinde Haçlıların bulunduğunu anlayan Yağı-Sayan ailesini geride bırakarak 30 kadar kişilik bir muhafiz birliği ile şehirden kaçmayı başardı. Ama hızla kaçmakta iken atı tökezledi ve atı ile birlikte Yağı-Sayan yere kapanıp ölümcül olarak yaralandılar. Ona hiç sağlık yardımı sağlayamacaklarını anlayan muhafızlar onu ağır yaralı yatar bir halde geride bırakarak yanından ayrıldılar. Ertesi gün bir Hristiyan Ermeni köylü tarafından Yağı-Sayan ölmekte olarak bulundu. Ermeni köylü onun kafasını kesdi ve bahşis almak hedefiyle Antakya şehrini ele geçirmiş olan Haçlılar komutanına götürdü. Komutansız kalan şehirdeki Müslüman güçler çok geçmeden Haçlılar tarafından alt edildiler ve ancak küçük bir kuvvet Emir Yağı-Sayan'ın oğlu Şems-ül Devle komutasında iç kaleye kapanmayı başardı. 3 Haziran günü iç kale hariç şehri ele geçiren Haçlı ordusu bir katliam ve talan hareketine girişti; bütün orduya dâhil askerleri ve sivil Müslümanları, kadınlar ve çocuklar dahil, kılıçtan geçirip öldürdüler. Bütün Müslümanlara ait yapıları ve özellikle camileri yıkıp yerle bir ettiler. Şehrin her yanını talan ettiler.

İç kale daha Şems-ül Devle'nin elinde idi. Haçlı orduları bu kaleyi almak için hücumlar yaptılar. Ama kale çok korunaklı olduğu için ele geçiremediler. Bu hücumların birinde Haçlı komutanlarından Boemondo yaralandı. Şems-ül Devle Haçlıların iç kaleyi terk etmesi için yaptıkları para tekliflerini de kabul etmedi. Haçlı ordusu iç kale etrafına güvenlik karakolları ile bir kordon hattı kurarak şehir içine yerleşti.

Tam bu sırada, Antakya kalesinin düşüşünden üç gün sonra, çeşitli diğer ordularla takviye edilmiş Musul Atabeyi Kerboğa'nın ordusu Antakya önünde göründü. Bu ordu kale içinde bulunan Haçlı ordusunu kuşatmaya aldı.

Haçlılar kaleyi ele geçirdikleri zaman Yağı-Sayan'ın iaşe stoklarının çok düşük seviyelerde olduğunu görmüşlerdi. Haçlılar daha önce de açlık çekmişlerdi ama o zamanlar etrafa bazen çok uzak taraflara iaşe toplama birlikleri gönderip az da olsa yiyecek bulabiliyorlardı. Ama Gürboğa'nın kuşatması dolayısıyla Antakya kalesi içinde kalınca bunu yapmalarına imkân kalmamıştı. Arap tarihçisi Ali ibn el-Esir'e göre Antakya'ya zapt ettikten sonra 12 gün Frenkler yiyeceksiz kale içinde kapalı kaldılar. Soylu şövalyeler kendi atlarını kesip yediler. Daha fakir olanlar ise ölü hayvanları, ağaç kabukları ve otları yediler. Bazı kaynaklar Haçlılar arasında yamyamlık, yani insan ölüsü yeme alışkanlığı başladığını bildirirler.

Bu sırada Musul Atabey Gürboğa'nın kampında da askerler arasında büyük hoşnutsuzluk çıkmıştı. Gürboğa'nın hemen hücüma geçmemesi birçok asker, subay ve komutanı tedirgin etmekteydi. Birçok emir Gürboğa'nın muharebeyi kazanırsa kendini büyük emir ilan edip diğer emirleri hükmü altına almasından korkmaktaydı. Bunların başında sonradan Gürboğa'ya katılmış olan Şam Meliği Dukak geliyordu. Askerinin bu hoşnutsuzluğunu hisseden Gürboğa Haçlı ordusundan ateşkes için müzakereler istemeye kadar gitmişti. Bunu Gürboğa'nın korkak davranış ve komutasının son bir emaresi olarak gören emirler başta Dukak olmak üzere askerleriyle orduyu terke hazırlanmakta idiler.

Diğer taraftan Antakya kalesi içinde beklenmedik bir mucize ortaya çıkmıştı. Haçlılar arasında bulunan, Marsilya'li Pierre Barthelemy adlı bir keşiş bir sıra dinsel hayaller görmeye başladı; St Andreas ona İsa'nın çarmıha gerildikten sonra öldürülmesi için kullanılan Kutsal Mızrak'ın Antakya'da Katedralinin zemininde gömülü olduğunu ve bu mızrağı kullanarak Müslümanlara karşı galip geleceğini söylemişti. Antakya Katedrali'nde Berthalamy'nin hayalinde görmüş olduğu yerde zeminde kazı yapıldı ve burada bir mızrak bulunup çıkartıldı. Birçok kişi bunun bir mucize olduğundan şüpheliydi, ama Haçlı ordusu morali birden yükseldi.[2] Arap tarihçisi Ali ibn el-Esir Haçlı ordularında Papa'nın temsilcisi olan Le Puy Başpiskoposu Adhemar'in bir mızrağı Kusyatta saklayıp sonradan bulduğunu söyler. Fakat diğer kaynaklar Le Puy'lu Adhemar'ın bu mucizeden şüphesi olan kişiler arasında bulunduğunu belirtirler.

Böylece gayet üstün moral kazanan, başlarında Kutsal Mızrakla Le Puy Başpiskoposu bulunan Haçlı ordusu 18 Haziran 1098'de Antakya'dan bir büyük huruç hareketi yaparak Gürboğa'nın ordusu üzerine büyük bir hücuma geçti. Tam bu sırada Şam Meliği Dükak ve eğer muharebeyi kazanırsa Gürboğa'nın kendilerine hüküm edeceğinden korkan diğer emirler Kerboğa ordusundan ayrıldılar. Kalan ordu büyük bir mağlubiyete uğradı. Gürboğa kendini zor kurtarıp ordusuz Musul'a dönebildi. Antakya'da iç kalede sarılmış bulunan Şems-i Devle de bundan sonra Haçlılarla müzakerelerden sonra kendisini ve askerlerine serbest geçiş hakkı kazandı ve iç kale de Haçlıların eline geçti. Bu galibiyet bir Hristiyan efsanesine dönüştürülmüş ve Hristiyan evliyalarının Haçlı ordusunun başına geçerek Gürboğa'nın ordusunu kırarak galibiyeti sağladığı söylene gelmiştir.

Bu beklenmedik galibiyetten sonra Haçlı ordusu bir müddet daha Antakya'da kaldı. Ordunun soylu idarecileri arasında büyük bir anlaşmazlığın çözümlenmesi gerekti. Haçlı ordu komutanları Konstantinopolis'te iken Bizans İmparatoru'na sadakat yemin etmişler ve ellerine geçirecekleri eski Bizans arazilerini tekrar Bizans'a terk etmeyi kabul etmişlerdi. Antakya önemli eski bir Bizans şehri idi ve hala büyük bir Rumca konuşan Hristiyan nüfus orada bulunmaktaydı. Kuzey Fransa'dan gelen Frank Haçlılar, Güney Fransa'dan gelen Haçlılar ve Güney İtalya'dan gelen Norman Haçlılar birbirlerine düştüler. Güney İtalyalı Norman Boemondo Bizans İmparatoru'nun kendilerine katılmaması dolayısıyla verdikleri yeminin geçersiz olduğu iddiasındaydı ve Antakya kalesinin ele geçirilmesinde gösterdiği şahsi üstün başarı dolayısıyla Antakya ve civarının şahsi hükümdarlığı olarak kendine verilmesini savunmaktaydı. Toulouse Kontu Raymond de Saint-Gilles ise buna tamamen karşıydı.

Bu sırada Temmuz, Ağustos aylarında Haçlı ordusu ve şehir nüfusu arasında bir veba salgını (bazılarına göre tifüs salgını) çıktı ve birçok kişi, bunlar arasında 1 Ağustos'ta Papalık temsilcisi Le Puy Başpiskoposu Adhemar, öldü.

Kuşatma sırasında kesilip yendiği için, Haçlı şövalyelerin hiç atları kalmamıştı ve devamlı olarak Haçlılara ve şehir halkına iaşe bulmak gerekmekteydi. Ama önceleri bölgedeki Müslümanlar bunları tedarik etmekten kaçınmaktaydılar. Bunun için Haçlılar Antakya yakınlarındaki köy, kasaba ve şehirlere hücumlar düzenleyip zorla at ve iaşe toplamaya başladılar ve bu zorbalığa karşı duran şehirleri kuşatıp talan ettiler. Bunlar arasında en ünlüsü "Ma'arrat al-Numan" adlı kaleye Aralık'ta yaptıkları hücumdur. Müslüman ve çok inanılır Hristiyan tarihçiler bir Haçlı ordusu tarafından kuşatılmış bu şehir kalesinin ele geçirilmesinden sonra Haçlıların Müslümanları öldürüp kazanlarda ölülerin etlerini kaynatıp yediklerini bildirirler. Abd'l-Ala şehri ise 13 Ocak 1099'da yapılan hücumdan sonra tamamıyla yakılıp yıkıldı; kalesinin taşları bile teker teker sökülüp şehir ortadan kaldırıldı. Birçok Arap şehri ise elçiler ve hediyeler göndererek Haçlıların her isteklerini yerine getireceklerini belirttiler.

Fakat özellikle soylu olmayan Haçlılar kendilerini Kudüs'e asker hacı olarak gitme hedefleri olduğu için bu gecikmeden gittikçe tedirgin olmaktaydılar. En sonunda 1099'da Haçlı ordusu tekrar Kudüs üzerine yürümek için Antakya'dan ayrıldı. Ama şehir Bizans'a geri verilmedi ve burada Antakya Prensliği devletini kurup başına Beomondo'yu geçirdiler.

Antakya'dan Kudüs'e geçiş

Haçlı ordusunun Antakya'dan Kudüs'e geçişinin ve yaptığı çarpışmaların kronolojik bir özeti şöyle verilebilir:

- 13 Ocak: Toulouse'lu Raymond'un Haçlı ordusu başında Antakya'dan güneye doğru yürüyüşe başlaması.

- 16 Ocak: Haçlı ordusu Saycar şehrine hücum etmeden şehrin kenarından geçmesi.

- 28 Ocak: Toulouse'lu Raymond'un Hisn-el-Akrad kalesini eline geçirmesi.

- 14 Şubat-13 Mayıs: Toulouse'lu Raymond'un Haçlı ordusunun Akka kalesini başarısız şekilde kuşatması.

- 17 Şubat: Haçlı ordusunun Tartus şehrini eline geçirip talan etmesi.

- 2 Mart: Godefroi de Bouillon'un Jabala kalesine başarısız hücumu.

- 16 Mayıs: Haçlı ordusu hücum etmeden Trablusşam şehri etrafından geçmesi.

- 26-29 Mayıs: Haçlı ordusunun Kasariya önünde yürüyüşüne 3 gün mola verip dinlenmesi.

- 1 Haziran: Haçlı ordusunun Arsuf şehrini eline geçirmesi. Haçlı ordusunun doğuya dönerek Ramalah ve Kudüs yönüne yönelmesi.

- 1 Haziran: Kudüs'e liman olan Yafa şehrinin Fatimi askerî güçleri tarafından yıkılıp terk edilmesi.

- 2 Haziran: Haçlı ordusunun Ramallah şehrini ele geçirmesi ve bu şehir önünde Kudüs'e varmak için yeniden teşkilatlanması.

- 6-7 Haziran: Tancred ve Bourg'lu Baudouin komutasında bir Haçlı ordusunun Beytüllahim şehrini ele geçirmesi.

- 7 Temmuz: Haçlı ordusunun Kudüs kalesi önüne gelmesi ve Kudüs Kuşatmasının başlaması.

Fatimilerin tutumu

Kahire'de iktidar gücünü elinde bulunduran Fatimiler başveziri El-Afdal Şahinşah bir Şii olarak ve Ermeni asıllı bir dönme olarak Sünniler ve Selçuklu Türklerden hiç hoşlanmamakta idi. Selçukluların eski Fatimi arazileri olan Suriye, Filistin ve Kudüs'ün ellerine geçirip buraları idareleri altına almaları Fatimilerin hoşuna gitmemekteydi. Zamanının Arap tarihçileri, örneğin Ali ibn el-Esir, Birinci Haçlı seferinin başarısını ve sonunda Doğu Akdeniz'in Müslümanlar elinden çıkmasını Müslümanlar arasındaki ayrımın baş nedeni olmasına bağlarlar.

Daha Nisan 1097'de Fatimi Başveziri El-Afdal, Kahire'ye gelen Bizans elçileri tarafından, Kudüs'ü ele geçirmek hedefli büyük zırhlı süvarilerle Hristiyan ordularının Konstantinopolis'e vardığından haberdar edilmişti. Bundan sonra Haçlı'ların Anadolu'da ilerlemeleri hakkında haberler de Mısır'a Bizanslılar yoluyla gelmekteydi. Haçlılar Antakya'yı kuşatmaları sırasında El-Afdal Haçlılara büyük hediyelerle bir Fatimi elçisi gönderip onlara zafer dilemişti. Suriye'nin iki taraf arasında bölünmesini Beyrut'un hemen kuzeyindeki bulunan "Nehr-ül-Kelp (Köpek Nehri)"'ni Fatimi Devleti'nin yeni kuzey sınırı olarak tayin edilmesini önermişti. Buna Antakya Kuşatması ile meşgul olan Haçlılar pozitif bir yanıt vermemişlerdi. Ama El-Afdal bu sınırın kabul edileceğini beklemekteydi.

Kahire Haziran 1098'de Antakya'nın düşüşü ve üç hafta sonra Kerboğa'nın yenilgi haberini aldı. El-Afdal'ın bu haberlere karşı reaksiyonu zamanın Arap tarihçisi El-Kalasini tarafından bir sürpriz olarak anlatılmıştır. Temmuz 1098'de El Efdal komutasında bir büyük Fatimi ordusu ile Filistin üzerine bir sefere çıktı. Bu Fatimi ordusu Mısır'dan hareketle Kudüs'e geldi ve Kudüs'e ele geçirmek hedefiyle bu kaleyi kuşattı. Kudüs'te hükûmet süren Selçuk Emirleri Artukoğlu Sökmen Bey ve İlgazi Bey Antakya'ya yardım için gitmişler; yenilen Kerboğa'nın harekâtına katılmışlar ve yenilgiden sonra Kudüs'e yeni geri dönmüşlerdi. Kırk gün kadar süren bir direnmeden sonra Kudüs kalesi Fatimiler eline geçti. El-Afdal şehrin idarecisi olan Artukoğullarına iyi davranıp onları ve maiyetlerini kuzey Suriye'ye gitmek üzere serbest bıraktı. Sonra bu ordu ile Fatimiler Filistin ve Lübnan Akdeniz kıyı boylarındaki şehir ve kalelerin idarelerini ele aldılar. Bu yeni durumdan özellikle Bizans İmparatorluğu ve Mısır'la ticaret eden Avrupalı tüccarın yakından haberleri oldu. Fatimi Baş Veziri, Haçlı ordularından haberdardı ama daha önce yakın ilişkileri olan Bizanslılar gibi bu yeni Hristiyan ordularının da diplomatik ve dış siyaset kurallarına uyacağını sanmaktaydı. Bu yanlış teşhis dolayısıyla Fatimi Baş Veziri Kudüs'te nispeten küçük bir ordu ile İftikar el-Devla'yı e komutanı olarak bırakıp Mısır'a geri çekildi.

El-Afdal Haçlı ordusunun Ocak 1099'da yeniden güney yürüyüşü haberini alınca Fatimiler durumunun iyi olmadığını anladı. Haçlılara karşı yeni bir ordu toplayamayacaktı. Bizans İmparatoru'na Haçlıları durdurmak için elinden geleni yapması için bir mektup gönderdi, ama Aleksius'un Haçlılara Arka kalesini kuşatırken Kudüs'e gitmelerini geciktirme önerisine Haçlı liderleri kulak asmadılar. El-Afdal'ın Haçlılara gönderdiği elçinin Nehr-el-Kalb kuzeyinde durmalarını ve güneydeki Fatimi arazilerine girmemeleri talebi de "Harp teşkilinde mızraklarımız dik, Kudüs'e hepimiz gideceğiz" yanıtıyla çok sert olarak cevaplandırıldı. 19 Mayıs 1099'da Haçlı orduları Nehr-el-Kalb'i geçerek Fatimi arazilerine girdiler.

Kudüs komutanı İftikar el-Devla deneyimli bir askerdi. Kale duvarlarının El-Eftal kuşatmasından gördüğü zarar hemen giderildi. Fatimiler eline geçmeden Kudüs kalesi Selçuklu komutanlar tarafından çok iyi bir şekilde stoklanmıştı ve El-Efdal kuşatmasında kullanılan erzak ve edevat yenilendi ve kale uzun bir kuşatmaya hazır hale getirildi. Şehir etrafındaki bölgedeki şu kaynakları ve kuyular zehirlendi. Antakya kuşatmasında deneyime uyularak İftikar el-Devla Hristiyanları şehir dışına çıkarttı.

Kudüs kuşatması

Kudüs'e yönelen Haçlı ordusu Toulouse Kontu Raymond de Saint-Gilles tarafından sevk ve idare edildi. Uzun ve yıpratıcı bir seferden ve Müslümanlara karşı gerçekleştirdikleri pek çok yağma ve katliamdan sonra gerçekten de 7 Temmuz 1099'da Kudüs'e vardılar.

Hristiyan Haçlı ordularının ilk hareketlerinin Kudüs'teki Müslümanları şaşırttığı bildirilir. Haçlı orduları ve takipçileri büyük gruplar halinde başları açık dua eder şekilde önlerinde papazları olarak şehrin etrafında ağlayarak ilahiler söyleyerek gezdikleri ve dini veche gelip kendilerini şehrin duvarlarına attıkları yazılmıştır. Fakat çok geçmeden Haçlı askerler duruma hakim olup kuşatma ciddi olarak başladı. Kudüs'ün kuşatılması sırasında Haçlı orduları şehrin surlarına birçok başarısız saldırılarda bulundular ve geri püskürtüldüler.

Şehrin etrafında tahta bulup kuşatma için mancınık ve kuleler yapmak imkânı olmadığı anlaşılmıştı. Ama Filistin'e gelmiş olan Cenevizliler Yafa yakınlarında karaya oturttukları gemilerini parçalayarak tahtalarını Kudüs önlerine getirdiler ve iki tane büyük kuşatma kulesi yaptılar. Bunlar 14 Temmuz gecesi şehrin duvarları önüne getirildi. Gasta adlı birincil kaynağa göre, 15 Temmuz günü bu kulelerden şehrin kuzeydoğu kapısı önünde bulunana Godefroi komuta etmekteydi; askerlerinden iki Flandralı şövalye ilk defa kuleden şehre girmeyi başardı. Bundan sonra Godefroi, kardeşi Boulogne'lu Eustace, Tancerd ve askerleri de şehre girdiler. Raymond komutasındaki ikinci kule bir hendek dolayısıyla ilerleyemedi.

Fakat şehre Haçlıların girdiği haberini öğrenen kapı savunma komutanı İftikar el-Devle fazla direniş yapamayacağını anlamıştı. Raymond bir haberci göndererek İftikar El-Devla teslim olursa kendisi ve ordusunun hiç ziyan görmeden serbest Kudüs'ten ayrılmasına izin verileceğini bildirdi. İftikar el-Devle pek fazla düşünmeden Raymond'un tekliflerini kabul edip teslim olup şehir kapılarını Haçlılara açtı. Raymond bu sözünü tuttu ve İftikar El-Devle ve ordusu akşam Kudüs'ten ayrılarak Eskalon kalesine gittiler. Kudüs Haçlılar eline geçti.

Kudüs'ün işgali ve şehirdeki Müslüman ve Yahudilerin katliamı

15 Temmuz 1099 günü öğleden sonra, akşam üstü ve ertesi sabah Haçlı ordusu mensupları Kudüs'te bulunan bütün Müslümanları ve Yahudileri öldürmeye başlayıp dünya tarihinde eşine az rastlanır bir vahşet gerçekleştirdiler. Haçlı ordusu Kudüs'te iki gün içinde şehirdeki 70 binden fazla olmak üzere tüm Müslümanları ve Yahudileri kılıçtan geçirdiler.

Birçok Müslüman Kudüslü Mescid-i Aksa camisine, Harem-i Şerif, Süleyman Tapınağı Tepesi'ne, Yahudiler ise Batı Duvarı (Ağlama Duvarı) kenarında bulunan kendi havralarına sığınmışlardı. Harem-i Şerif, Süleyman Tapınağı Tepesi üstünde kendi tapınaklarına sığınanların hepsi (Müslüman ve Yahudiler) öldürüldü. Bu tarihi gerçek hem Batı Avrupalı Haçlılardan tarih yazanlar tarafından hem de zamanın tarihini yazan Arap kaynaklarında belgelenmektedir.

O zamanda yaşamış, ismi bilinmeyen bir Latince tarih yazarının "Gesta Francorum" adlı eserinde bu durum şöyle betimlenmektedir:

..Bizim askerlerimiz Süleyman Tapınağına kadar onları katlederek, öldürerek takip ettiler; burada katliamla o kadar çok kişi öldürülmüştü ki ölenlerin akan kanı katliama devam eden askerlerimizin ayak bileklerine kadar yükselmişti.

Yine durumu diğer bir birincil kaynak Foucher de Chartres'ın tarihinde

Bu tapınakta 10.000 kişi öldürüldü. Gerçekten orada olsaydınız ayaklarımızın ayak bileklerine kadar öldürülenlerin kanı ile kaplı olduğunu görürdünüz. Daha başka ne denilebilir? Buradaki hiç kimse hayatta bırakılmadı; ne kadınların ne çocukların hayatını bağışladılar.

Diğer Haçlı yazarlardan biri olan, Aguiles'li Raymund ("Historia Francorum qui ceperunt Iherusalem" eserinde) bu vahşeti "övünerek" şöyle anlatır:

Görülmeye değer harika sahneler gerçekleşti. Adamlarımızın bazıları - ki bunlar en merhametlileriydi - düşmanların kafalarını kesiyorlardı. Diğerleri onları oklarla vurup yere düşürdüler, bazıları ise onları canlı canlı ateşe atarak daha uzun sürede öldürüp işkence yaptılar. Şehrin sokakları, kesilmiş kafalar, eller ve ayaklarla doluydu. Öyle ki yolda bunlara takılıp düşmeden yürümek zor hale gelmişti. Ama bütün bunlar, Süleyman Tapınağı'nda yapılanların yanında hafif kalıyordu. Orada ne mi oldu? Eğer size gerçekleri söylersem, buna inanmakta zorlanabilirsiniz. En azından şunu söyleyeyim ki, Süleyman Tapınağı'nda akan kanların yüksekliği, adamlarımızın ayak bileklerinin boyunu aşıyordu.

İbnü'l Kalanisi (1073-1160) Şam tarihini işleyen Zeyl Tarih Dimaşk adlı zamanının tarihinde

"Ahaliden çoğu öldürüldü. Sinagoglarına sığınan Yahudileri Franklar kafalarının üstünden yaktılar"

demekte ve bu yangından sonra hiçbir yaşayan Yahudi kalmadığını yazmaktadır. Bazı yazarlar, Haçlı askerlerin havra içerisinde "İsam, Sana Tapıyoruz" ilahisini yanmakta olan Yahudilerin ilintilerini bastırmak için bağıra bağıra okuyup havra etrafında eğlendiklerini yazarlar.

Arap tarihçi Ali İbnü'l Esir (1160-1233) Al-Kamil fi'l Tarih (Mukkemmel Tarih)" adlı büyük abide eserinde

"Kutsal şehrin nüfusu kılıçtan geçirildi ve Frenkler bir hafta süren bir Müslüman katilamına giriştiler. Mescid-i Aksa Camiinde yetmiş binden fazla kişiyi öldürdüler."

demektedir.

Bazı yazarlar birkaç Müslümanın bu katliamdan kurtulduklarını söyleyerek bu katliamın önemini azaltmaya yeltenirler. Örneğin, Haçlı komutanı Tancred Tapınak Dağı etrafının kendine verildiği için oraya sığınmış Müslümanlardan bazılarını öldürmekten kurtarmak istediğini; fakat diğer Haçlıların onu dinlemeyip katliama devam ettiklerini bildirirler. Yine ismi bilinmeyen "Gesta Francorum" tarih yazarı

Şehir inançsızlardan ele geçirilince, bizim askerlerimiz şehirde bulunan çok sayıda inançsızı, hem erkek hem kadın, ellerine geçirdiler, bunları ya öldürdüler ya da kul olarak aldılar.

diye yazması, şehirlilerinin bazılarının Haçlılar tarafından kul olarak alınmasını Haçlıların ne kadar insaflı davrandıklarına yormaktadırlar. Yine aynı yazarın

"Liderlerimiz" bütün şehir ölü Arap cesetleri ile dolu olup bunların şehri fena kokuttukları için bütün ölü "Arap" cesetlerinin şehirden dışarı atılmasını emrettiler ve böylece hayatta kalan Araplar bütün cesetleri şehrin çıkış kapılarına sürüklediler ve oralarda sanki yüksek evler gibi yığınlar yaptılar. İnançsız kişilerin bu kadar büyük katliamını hiç kimse görmüş duymuş değildi. Yakılan ölü cesetleri sanki piramitler gibi yığılmıştı. Kaç kişinin öldürülmüş olduğunu Allahtan başka kimse bilemez.

diye yazmasından, piramidler gibi ölü yığınları hiç önemsizmiş gibi, ölüleri sürükleyenlerin Arap olmasından (ki bunların Müslüman olup olmadığı işaret edilmemekte) her Müslümanın öldürülmediğine dair bir sonuç çıkarmaktadırlar.

Diğer taraftan bazı yazarlar Ortodoks Hristiyanların da öldürüldüğünü yazmaktadırlar. Buna karşılık Ortodoks Hristiyanların Kudüs fethinden sonra şehirde bulunduğuna dair belgeler bulunmaktadır. Haçlılar şehri ellerine geçirince baş hedefleri olan Kutsal Mezar Kilisesi (Kıyamet Kilisesi) içinde yüzyıllardır Kudüs'ün kimin elinde olduğundan hiç etkilenmeden, dinsel görev sağlayan doğulu Hristiyan (Rum, Gürcü, Ermeni, Kopt, Suriyeli vb.) papaz ve keşişleri oradan attılar. Bu aşırı fanatik Katolik Haçlı tutumuna direnmek isteyen Doğulu papazlar bu kilisede bulunan "Gerçek İstavroz"'un sakladığı yeri önce ifşa etmediler. Ama bu bütün Hristiyanlar için kutsal olan eşyayı korumakla görevli papazlar Haçlılar tarafından işkenceye tabi tutuldu. Bu işkenceden sonra bu kutsal kalıntı da zorla Haçlı Hristiyanlar eline geçti.

Sonuç olarak tarafsızlık prensibine güya uyularak, Hristiyan katliamından kurtulan Müslümanlar bulunduğunu göstererek Haçlı katiliamın aksini iddia edilmesine her ne kadar çalışırlarsa çalışılsın, Birinci Haçlı Seferinde Kudüs'ün Haçlılar tarafından fethinin sonucunun şehir Müslüman ve Yahudi halkının büyük bir vahşetle öldürüldüğü gerçeğini saklamak olanağı bulunmamaktadır. Kaç kişinin nasıl öldürüldüğü hakkında (ve daha basitçe sadece kaç kişinin öldürüldüğünü tahmin etmek için) çok fazla belgesel birincil kaynak bulunmadığı doğrudur; ama zaten 11. yüzyılın hiçbir olayı için de tümüyle inandırıcı belgesel birincil kaynak bulunmadığı da gerçektir.

Haçlılar tarafından kurulan devletler

Haçlılar Kudüs'ü zaptettikten sonra, Haçlı ordusunun soylu komutanları Kutsal Kabir Kilisesi'nde 22 Temmuz'da bir toplantı yapıp ellerine geçirdikleri kutsal Kudüs şehrinin nasıl idare edileceği hakkında tartışmalar yaptılar. Yeni bir Kudüs Krallığı kurulmasına karar verdiler. Bu krallık Hristiyanların kutsal saydıkları topraklarda dinsel olmayan devlet işleri ile uğraşmaya yetkili olacaktı. Kudüs Krallığı Kudüs şehri yanında Suriye'in güneyi ve Filistin'i de ihtiva edecekti.

Bu devletin başına Toulouse Kontu Raymond'in geçirilmesi bu toplantıya katılanların çoğunluğu tarafından beklenmekteydi. Raymond, ya kendi tutumunu mütevazı bir dindar göstermek için yahut ta katılan soyluların ne de olsa kendini seçeceklerini beklediği için önce bu hükümdarlığı kabul etmekte çekingen davrandı. Fakat ona rakip olan Godefroi de Bouillon böyle bir çekingenlik göstermedi ve Antakya Kuşatması ve fethine olan katkısı dolayısıyla Haçlı soylu komutanları arasında kazandığı popülerliği kullanarak kendinin kutsal Kudüs Kralı olarak seçilmesini sağladı. Godefroi'un bu başarısı Raymond tarafından hiç iyi karşılanmadı ve hatta Raymond bu gelişmeye çok kızarak kendi komutası altında olan birliklerle Kudüs şehrinden çekilip kırsal bir ordugâha yerleşti.

Kudüs Kralı olarak seçilen Godefroi du Bouillion yine bir mütevazılık örneği göstermek için "Kudüs Kralı" unvanını almayı reddettiğini ama unvanının Advocatus Sancti Sepulchri (Kutsal Kabir'in Koruyucusu) olmasını kabul ettiği bildirilir. Bu unvanın gerçek olarak kullanılıp kullanılmadığı ve manasının ne olduğu açık değildir ve değişik yorumlar bulunmaktadır. Bu seçimden sonra Godefroi'in şahsen bu unvanı da kullanmadığı ve sadece "princeps" veya daha basit olarak eski unvanı olan Aşağı Loren "Dux"'u unvanını kullandığı bilinmektedir. 12. yy. çok otoriter Haçlı tarihçilerinden Surlu Vilyam Godefroi'in, İsa'nın tacının dikenden olması nedeniyle, Kudus Krallık "altın tacı"'nı giymemekte ısrar ettiğini yazmaktadır. Olaylarla hemen güncel olarak yazmış tek kronikçi olan "Keşiş Robert"'nin eserinde ise Godefroi'in "kral" unvanını aldığı bildirmektedir.

Bu krallığın bu Haçlı Seferi'ne iştirak eden Papalık Temsilcisi olan "Pisa'lı Daimbert" tarafından teokratik bir devlet olarak Papa idaresinde olmasi istenmekteydi. Fakat bu tez kabul edilmedi ve yeni krallık Batılı Avrupa Franklarının yönetim ve kullanım şekillerine uygun olarak kurulup ve geliştirildi. Ancak bu krallığı bazi idare organları ve idare tarzları bu kralliga özel orijinal şekilde geliştirilmiştir.

Birinci Haçlı Seferi'nde ayrıca Kudüs fethinden önce Urfa Kontluğu (1097-1144) ve Antakya Prensliği (1098-1268) Devletlerin'de Kudüs Krallığı'ndan bağımsız olarak ama bu krallıkla çok yakın olarak bağlantılı bir şekilde kurulmuşlardır. Küdüs'ün işgalinden sonra, 1109'da Haçlıların Trablusşam'ı işgal etmelerinden sonra, bu şehir ve civarında yine bağımsız statülü olarak Trablus Kontluğu (1109-1289) devleti kurulmuştur.

Fatımiler Devleti'ne karşı Aşkelon Muharebesi

Kudüs'ün Haçlılara teslim edilmesinden sonra Kudüs'ün Fatımiler valisi "İftikar ül Devle" Aşkelon'a çekilmişti. Filistin'in bu güneydoğu kesimdeki sahil şehrinde Fatımiler Devleti'nin gerçek idarecisi olan Vezir Afdal Şahenşah komutasında bir ordu toplamaya başladı. Fatımiler Haçlılarla anlaşıp Suriye'yi onlara vermeyi kabul etmişlerdi; ama Filistin ve Kudüs'ü Haçlılara teslim etmemeye kararlıydılar.

Aşkelon'da kurulan Fatımiler ordusu sadece Fatımilerin Mısırlı ve Mısır'ın güneyinden askerlerle kurulmamıştı. Çeşitli Müslüman ülkeler askerleri de ihtiva etmekteydi. Bu ordunun tam mevcudunun büyük olasılıkla 20.000 olduğu, ama bazı kaynaklara nazaran 50.000 asker olduğu, bildirilmektedir.

5 Ağustos'ta Fatımiler vezirinin gönderdiği bir elçi Kudüs'e gelerek Haçlıların bu şehri ve Filistin'i terk etmelerini istedi; ama bu istek Haçlılar tarafından kayda alınmadı. Yeni Kudüs Kralı Godferey de Bouillion bir Haçlı ordusu ile Kudüs'e bir günlük yolda bulunan Aşkelon'daki Fatımiler ordusu üzerine yürüyerek onlar karşı çıkmaya karar verdi. Bu orduya Toulouse Kontu Raymond de Saint-Gilles ve Robert Curthose katılmadı. Ama yeni Kudüs Katolik Kardinali seçilen ve Haçlıların yeni ellerine geçen "Gerçek İstavroz"u muharebeye taşımayı görev edinen "Arnouf"; Antakya'da bulunan "Kutsal Mızrak" taşıyıcı görevini yüklenen "Raymond Aguilersli", Halkın Haçlı Seferi fiyaskosundan sonra yeniden Kudüs'te ortaya çıkan keşiş Pierre l'Ermite gibi Katolik dinsel liderler ve Kudüs Ortodoks dinsel liderleri başta katıldılar. 10 Ağustos'ta dinsel ayin ve törenlerden sonra Kudüs'ten ayrılan bu Haçlı ordusu, "Raymond Aguilers'li"'den kalan bir belgeye göre, 9.000 piyade ve 1.050 ağır süvari şövalyeden oluşmaktaydı.

Hem Arap hem de Haçlı kaynaklarına göre Fatımiler veziri Haçlıların böyle bir orduyla hemen hücuma geçeceğini hiç beklememekteydi. Fatımiler ordusu ve veziri muharebeye hazır değildi. 11 Ağustos'ta Askalon önüne gelen Haçlılar ordusu hemen şehir kalesi önündeki "Macdal" vadisinde ordugâhda hazırlıksız bulunan Fatımiler ordusu üzerine hücuma geçti. Fatımiler hazırlıksız oldukları için fazla direniş gösteremediler. Fatımiler ordusu sayısının çok yüksek olmasına rağmen bazı birlikler savaşa katılamadı. Özellikle Fatımiler ağır süvarileri savaşa katılamadılar ve buna karşılık Haçlılar şövalyeler ağır süvarileri Fatımiler piyade güçlerine karşı gayet yıkıcı hücumlar yaptılar. Nispeten kısa süren bir çarpışmadan sonra Fatımiler veziri moralini yitirdi ve ordusunu yüksek duvarları ile korunaklı olan Aşkelon kalesi içine çekti. Haçlı ordusu Fatımilerin ağırlıklarını ve Vezirin hazinesini ellerine geçirip talan etti. Haçlı kaynakları Fatimiler ordusunundan 10.000-12.000 kişi zayiat verdiğini bildirilmektedir; ama Haçlılar kayıpları hakkında hiçbir belge yoktur.

Ertesi gün Fatımiler Vezir'inin Mısırlı olan ordusunun kısmı ile denizden Mısır'a döndüğü haberi ortaya çıktı. Böylece Fatımiler Kudüs ve Filistin'i Haçlıların yeni Kudüs Krallığı'na teslim etmiş oldular. Ama Aşkelon kalesi 1153'e kadar Fatımiler elinde kaldı.

1101 Haçlı seferleri

Bu Birinci Haçlı Seferi'nin üçüncü safhasında ise Filistin'de yerleşen Frank Haçlılarına destek sağlamak için 1101'de Avrupa'dan ek Haçlı seferleri yapıldı. Bu sefer İstanbul'dan birbiri arkasından yürüyüşe geçen üç değişik sefer ordusu halindeydi.

Baronlar Haçlı Seferi'nde nispeten uzaktan takip stratejisi uygulayan I. Kılıç Arslan bu seferler için stratejisini değiştirdi. Haçlı ordusunun yolu üzerinde ve yakınlarında bulunan bütün yerleşkeleri ve yetiştirilen hububat ve yiyecekleri yakıp yıkmaya; Haçlı ordusuna iaşe ve hayvan yemi sağlanmasını önlemeye çalıştı. Önemli su, kuyu ve kaynaklarını battal etmeye veya zehirlemeye karar vererek Haçlıların susuzluktan zayıf düşmelerini sağladı. Bu yeni strateji daha başarılı sonuçlar verdi ve 1101 Haçlı seferlerine iştirak eden üç Haçlı değişik ordusu da, Anadolu içinde (Merzifon'da ve Ereğli'de) imha edildi.

Mayıs 1101'de İtalya'dan Lombardlardan oluşan İstanbul'a Milano Piskoposu Anselm idaresinde gelen ve Kudüs'ten İstanbul (Konstantinopolis)'e dönmüş olan sefere deneyimli Raymond komutası altına geçen 20.000 kişilik Haçlı ordusu beklenmedik bir şekilde Ankara'ya yöneldi; o şehri eline geçirip oradan Niksar'a doğru harekete geçti. Ağustos'ta Merzifon'da Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan ve Danişmendoğlu ordusu ile yapılan bir muharebe sonucunda bu Haçlı ordusunun 4/5'ü imha edildi ve kadınlar ve çocuklar esir olarak Türklerin eline geçti.

Haziran sonunda Nevers Kontu Giyom'un komutasında bulunan bir Fransız Haçlı sefer ordusu Ankara, Konya üzerinden Ereğli'ye ilerlemeye başladı. Bu Haçlı ordusu çok geçmeden bu yolu takip etmenin bir hata olduğunu anladı; çünkü önceki Baronlar Haçlı seferi yol etrafına sanki kıran getirmişti. Bu ordu iaşe ve hayvan yemi bulamamaktan bitik bir hale düştü. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan ve Danişmend Gazi süvari ordularıyla Merzifon'dan Ağustos sonunda gelip Ereğli'de hemen hücuma geçerek bu orduyu da hemen imha etmek imkânını buldular. Bu ordunun komutanı Nevers'li Giyom bir Türk asıllı bir Bizans askerinden (Türkopol) kılavuz bularak Antakya'ya erişmeyi başardı.

Bu orduyu bir hafta zaman gecikmesiyle Akitanya'li Giyom idaresinde Fransızlar ve Bavyera Dükü Wolf komutasında Almanlardan oluşan üçüncü bir Haçlı sefer ordusu takip etmekte idi. Bu Haçlı sefer ordusu askerleri ve asker olmayan kamp takipçileri de açlık ve özellikle susuzluktan tam harabe olarak yine Ereğli (Heraclea)'ya erişebildiler. Orada bulunduğunu gördükleri bir çaya kendilerini atıp susuzluklarını giderdiler. Ne yazık ki bu su Selçuklular tarafından zehirlenmişti ve I. Kılıç Arslan ordusuyla pusuda beklemekteydi. Böylece bu üçüncü Haçlı sefer ordusu da, askerlerinin çoğu ölüp, yaşayanlar da esir alınıp, elimine edildi. Bu ordu komutanları Akitenya'li Giyom ile Bavyera Dükü Wolf şahsen Antakya'ya kaçabilmeyi başardılar. Bu 1101 ek Haçlı seferi öyle korkunç ve büyük bir fiyasko sonuçlu olmuştur ki, bu sonuç bu seferin Avrupa dünyası tarafından tümüyle hemen hemen unutulmasına yol açmıştır.

Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!