Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


Bilim Adamları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilim Adamları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ekim 2021

Joseph Priestley

On sekizinci yüzyıla kadar hava dışında bir gaz bilinmiyordu. Üstelik hava da tek bir gaz (bir element) olarak algılanıyordu. Başka deyişle dört element (su, hava, toprak, ateş) düşüncesi eleştirilse de yaşamaya devam ediyordu.

Gerçi Belçika-Hollandalı Jan Baptist Van Helmont (1577-1644), çeşitli gazların olabileceğini düşünmüştü; ama onları elde edemediği için inceleyememişti. İrlandalı kimyacı Robert Boyle (1627-1691), yanma için havanın gerekli olduğunu ortaya koymuştu. Bir mumun havasız ortamda yanmadığı, havası az olan bir bardak altında ise kısa sürede söndüğü biliniyordu. Fakat yanmanın açıklanabilmesi için havanın bir element değil, bir gaz karışımı olmasının anlaşılması gerekiyordu.

Bu yolda ilk adımı İskoçyalı kimyacı Joseph Black (1728-1799) attı. Joseph Black'in 1756'da bugün karbon dioksit (CO2) dediğimiz sabit havayı bulması ve onu farklı bir gaz olarak tanımlaması önemli bir kilometre taşı olmuştur. Kendine ait özellikleri olan sabit hava, havanın tek bir element olduğu anlayışının yıkılmasına ve kimyacıların aletlerini geliştirerek hava üzerindeki çalışmalarının artmasına yardımcı olmuştur. On yıl sonra (1766'da) Henri Cavendish (1731-1810), yanar hava adını verdiği ve asitlerin metallerle tepkimesinden elde ettiği bir gazı (hidrojen) bulmuştu.

Oksijen iki ayrı kimyacı tarafından birbirlerinden bağımsız olarak keşfedildi: Britanya'dan Joseph Priestley (1733-1804) ile İsveç'ten Carl Wilhelm Scheele (1742-1786). Scheele keşfini 1772'de yaptı; ama çalışmasını 1777'ye kadar yayımlamadı; Priestley ise keşfini 1774'te yaptı ve bulgularını 1775'te yayımladı. Dolaysıyla oksijeni keşfinin onuru, başlangıçta yalnızca Priestley'e aitti.

Priestley, oksijenle birlikte  on kadar yeni gaz keşfeder. Priestley, on derece yetenekli bir deneyciydi. Deneylerinde alevden daha çok ısı sağlayan büyük bir mercek kullanıyordu. Bu mercekle cıva oksiti ısıtarak bir gazın ayrıldığını ve geride saf cıvanın kaldığını gördü. Ayrılan gazda ise mumun çok daha parlak yandığını gördü.

Priestley, Yorkshire'da (İngiltere) doğdu. Kimyaya olan ilgisi fen öğretmenliği yaparken git gide arttı. 1758'de Cheshire'da bir gündüz okulu açtı ve öğrencilerine günün en ileri bilimsel süreçlerini kullanma olanağı sağlayarak fen eğitiminde büyükbaşarı kazandı. 1763 ve 1768 yılları arasında kimya ili ilgili konferanslara ve deneylerin uygulamalı olarak anlatıldığıtoplantılara katıldı. Londra''da Amerikalı bilim adamı, diplomat ve mucit Benjamin Franklin (1706-1790) ile tanıştığındaysa bilime duyduğu çoşkulu ilgi iyice kamçılanmıştı.

Priestley, 1767'de bir kilise papazı olarak Yorkshire'a geri döndü. Bir bira fabrikasının hemen yanıbaşında oturuyordu veoraya gidip mayalanma sırasında fıçılardan çıkan gazı yani havayı biriktiriyordu. Bugün karbon dioksit adıyla (CO2) bildiğimiz bu gazın suda çözünebileceğini ve tadı hoş, köpüklü bir içecek üretebileceğini fark etti. Keşfettiği, sodadanbaşka bir şey değildi.

Priestley, o dönemde zaten bilinmekte olan üç gaza (karbon dioksit, hidrojen ve hava) ek olarak on gaz daha keşfetti. Bunlardan biri olan diazot monoksit (N2O, güldürücü gaz) sonradan ameliyatlarda kullanılan ilk anesteziklerden biri oldu. Priestley diazot monoksiti bulduktan iki yıl sonra da oksijeni yalıttı.

Ama Priestley filojistonun o denli etkisi altındaydı ki bulduğu sonuçları tamamen farklı bir şekilde yorumladı. Ona göre, cıvakireci ısıtıldığında havadan filojiston alıyordu. Filojistonsuz kalan havada, artık eskisinden daha da çok filjiston alabilecek yer vardır; dolaysıyla bu hava yanmayı (bir maddeden filojiston salınması) ve solunumu (filojiston üretimi ve bunun hayvanın verdiği nefesle salınması) daha kolay besler. Cıva kirecinin ısıtılmasının Priestley'e göre yorumu şöyleözetlenebilir:

Cıva kireci + normal hava  flojistonsuz hava + cıva

Aklı filojistonla dolu olan Priestley'in yeni bir gazın (oksijenin) varlığını gündeme getirmeye gereksinimi yoktu. Elindeki sonuçların, mevcut fikirlerle açıklanabileceğini düşünüyordu: Çevremizdeki normal hava bir miktar filojiston içerir; ama daha fazlasına da yer vardır; bu sayede cisimlerin yanmasına ve hayvanların solumasına (yani içlerindeki filojistonu çıkarmalarına) olanak verir. Hayvanlar kapalı bir kutu içindeki normal havayı soluduklarında (veya bir mum aynı koşullaraltında yandığında) bu havayı zamanla filojistonla doymuş hale getirirler. Bu filojistonla doymuş hava artık pek az ekfilojiston emebilir ve dolaysıyla yanmayı ve solunumu beslemez hale gelir. Oysa içinde cıva kireci ısıtılarak filojistondan arındırılmış filojistonsuz havada daha bol filojiston alacak yer vardır ve bu yüzden yanmayı da solunumu da gayet iyi besler.

Belki de filojistonla ilgili asıl sorun deneysel gözlemleri açıklamakta yetersiz kalması değil, getirilen en basit açıklamaolmasıydı. Bilim adamları, deneysel sonuçların hepsine birden uyan kuramlar arasında bir seçim yapabilmek için genellikle Ockham’ın usturasına başvurur; yani bulguların hepsine birden uyan en basit kuramı kullanırlar. Ockham'ın usturasıdeyimi bu ilkenin güçlü bir savunucusu olan bir İngiliz filozofun, Ockhamlı William'ın (1285-1349) adından gelir. Filojistonişleri karmaşık hale getiriyordu. Fransız kimyacı Antoine Lavoisier ise hem Priestley'in gözlemlerini, hem de yanmaya ve solunuma ilişkin mevcut bilgileri açıklayan çok daha basit ve bugün bile geçerliliğini koruyan bir kuramla ortaya çıktı.

Daha 1771'de solunuma ve cisimlerin yanmasına elverişliliğini yitiren havanın içine yeşil bitki konduğunda, havanın bu özelliğini yeniden kazandığını görmüştü. (Bitkilerin karbon dioksit alıp oksijen yaydığını unuttunuz mu?) Azot monoksit (NO) bulduğu bir başka gazdır ve ona azotlu hava adını vermiştir. Amonyak (NH3) bazik hava (alkalin air), oksijene (filojistonsuz hava) gibi adlar vermiştir.

Oksijenin Keşfi

Priestley'in oksijeni buluşu, 1774'te (o dönemde cıva kireci diye bilinen) cıva oksiti kapalı bir kapta ısıttığında bir gaz çıktığını gözlemlemesiyle oldu. Bu renksiz gazın, kızgın odunun kıvılcımlar saçmasına ve mumun normal havada yandığından çok daha parlak bir alevle yanmasına neden olduğunu fark etti. Priestley, içindeki normal havayı soludukları kapalı bir kutuya konan farlerin, eğer taze hava verilmezse bir süre sonra öldüklerini önceden göstermişti. Ardından da farelerin cıva kirecinin ısıtılmasıyla elde edilen yeni gazda, normal havaya oranla çok daha uzun süre hayatta kaldıklarını buldu. Aynı gazı kendi ciğerlerine çektiğinde, içi hoş bir duyguyla doldu. Ardından bir süre, göğsümde özellikle bir hafifleme ve rahatlama hissettim.... Şu ana kadar bunu soluma ayrıcalığı, sadece iki fareye ve bendenize nasip oldu diye yazdı Priestley. Gazlar üzerindeki çalışmaların yanısıra suyun davranışlarıyla da ilgileniyordu. 1781'de bir elektrik kıvılcımı kullanarak oksijen ve hidrojan gazları karışımını patlatır ve bir miktar buğu (çiğ) oluştuğunu görür. Cavendish, bu deneyi daha incelikli olarak yapar. Patlamada yanan hava (hidrojen), tamamen biter; ama havanın yalnızca beşte biri tükenir. Cavendish oluşan çiğin saf su olduğunu kanıtlar. Ayrıca patlayarak su haline gelen karışımda iki ölçek hidrojene karşı, bir hacim oksijen harcandığını da saptar. 1783'te Paris'e giden Cavendish'in asistanı, deneyi Lavoisier'e duyurur. Lavoisier, deneyi tekrarladı ve bir hata daha yaptı. Priestley ve Cavendish'e ait olan buluşu, kendi buluşu olarak Bilim Akademisi'ne sundu.

Oksijeni ve suyun bileşimini Lavoisier bulmadı; ama her iki keşfin teorik açıklamasını o yaptı.

Priestley çalışmalarını altı cilt halinde Farklı Hava Türleri Üzeride Gözlemler ve Deneyler (Experiments and Observations on Different Kinds of Air, 1774-1786) adıyla yayımlamıştır.

Joseph Priestley, Fransız ve Amerikan devrimlerini yaşadı; Britanya'da ise politik açıdan tartışmalara yol açan bir şahsiyet oldu. Dinsel görüşleri başına çok dert açtı. Yorkshire'da bir Kalvenci olarak yetişmişti, sonradan da muhalif bir papaz oldu. Michael Faraday gibi Priestley de Anglikan Kilisesi'ne ters düşen dinsel görüşlere sahipti. Dini bütün bir adam olmasına rağmen Hıristiyanlığın öğretilerinden birçoğunu sorguluyordu. 1782'de Hıristiyanlıkta Yozlaşmaların Tarihi (History of the Corruption of Christianity) adlı kitabını yayımlamasıyla, yerleşik Hıristiyan inançlarının bir düşmanı olarak ünü daha da arttı.

Priestley, Anglikan Kilisesi, Ülke ve Kral yandaşlarınca bir baş belası olarak görülmekteydi. 1792'de düşmanlarından oluşan öfkeli bir güruh Priestley'in evini, kitaplığını, laboratuvarını ve kilisesini yerle bir etti. Bunun üzerine Priestley, Londra'ya taşındı; ama düşmanlık orada da peşini bırakmadı. Sonunda 1794'te ABD'ye göç etti; orada kendisine bir bilim adamı ve aydın olarak büyük saygı duyuluyordu. George Washington'la (1732-1799) ve iki başkanla daha John Adams (1735-1826) ve Thomas Jefferson (1743-1826) dost oldu. Pennsylvania Üniversitesi'nde kimya profesörlüğü de dahil olmak üzere, çeşitli akademik ve dinsel görev önerilerini geri çevirerek, yaşamının son on yılını emekli olarak geçirdi. Bu yetenekli adam, yeni kimyaya inanmadı ve muhtemelen filojiston kuramının son yandaşı olarak 1804'te öldü.

19 Eylül 2021

Stephen William Hawking

Stephen William Hawking  (D. 8 Ocak 1942, Oxford - Ö. 14 Mart 2018, Cambridge), İngiliz fizikçi, kozmolog, astronom, teorisyen ve yazar.

Stephen Hawking, Einstein'dan bu yana dünyaya gelen en parlak teorik fizikçi olarak kabul edilmektedir.[kaynak belirtilmeli] 12 onur derecesi almıştır. 1982'de CBE ile ödüllendirilmiş, bundan başka birçok madalya ve ödül almıştır. Royal Society'nin ve National Academy of Sciences (Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi) üyesidir.

Hayatı

Hawking 8 Ocak 1942 yılında hayata gözlerini açmıştır. 8 yaşındayken Londra'dan 20 mil uzaktaki St Albans'a gitti. 11 yaşında St Albans okuluna kayıt oldu. İleride, "Size ilham veren bir öğretmeniniz oldu mu?" sorusuna, St Albans'ta öğretmeni olan Dikran Tahta'dan söz ederek cevap verecekti.

Hawking St Albans Okulu'ndan mezun olduktan sonra babasının eski okulu Oxford Üniversitesi kolejine devam etti. Babası onun tıp okumasını istiyordu, ancak o matematiği seviyordu. Fakat okulun matematik bölümü mevcut değildi. Bu yüzden onun yerine fizik öğrenimi görmeye başladı. Üç yıl sonra doğa bilimlerinde birinci sınıf onur madalyasıyla ödüllendirildi.

Hawking daha sonra kozmoloji (evrenbilim) üzerine çalışmak üzere Cambridge'e gitti. O zamanlar Oxford'da evren bilimi üzerine çalışma yoktu. Cambridge'de danışman olarak Fred Hoyle'u istemesine karşın Dennis Sciama atanmıştı. Doktorasını aldıktan sonra ilk önce araştırma asistanı, daha sonra Gonville and Caius College'da doçent oldu. 1973'te Gökbilim Enstitüsünden ayrılarak Uygulamalı matematik ve Kuramsal fizik bölümüne geçti. 1979'dan sonra matematik bölümünde Lucasian matematik profesörü oldu. Bu profesörlük 1663 yılında üniversite parlamento üyesi olan Henry Lucas tarafından kurulmuştu. İlk olarak Isaac Barrow sonra 1669'da Isaac Newton'a verilmişti.

Hawking evrenin temel ilkeleri üzerine çalıştı. Roger Penrose ile birlikte Einstein'ın Uzay ve Zamanı kapsayan Genel Görelilik Kuramının, Big Bang'le başlayıp karadeliklerle sonlandığını gösterdi. Bu sonuç Kuantum mekaniği ile Genel Görelilik Kuramı'nın birleştirilmesi gerektiğini ortaya koyuyordu. Bu yirminci yüzyılın ikinci yarısının en büyük buluşlarından biriydi. Bu birleşmenin bir sonucu da karadeliklerin aslında tamamen kara olmadığını, fakat radyasyon yayıp buharlaştıklarını ve görünmez olduklarını ortaya koyuyordu. Diğer bir sonuç da evrenin bir sonu ve sınırı olduğuydu. Bu da evrenin başlangıcının tamamen bilimsel kurallar çerçevesinde meydana geldiği anlamına geliyordu.

Stephen Hawking kuantum fiziği ve kara deliklerle ilgili iddialarıyla, bugün yaşayan bilim insanları arasında dünyada en çok tanınan isimdir. Kitapları, 40 dile çevrildi; evrenle ilgili çılgın teorik bilgilerini popüler hale getirmek için gereken maddi bağımsızlığı sağlayacak ve Cambridge Üniversitesi'ndeki uygulamalı matematik ve teorik fizik laboratuvarını geliştirecek kadar da sattı. Hawking, hastalığıyla gizemli bir kişilik oluşturmaktadır. Son kitabı “Ceviz Kabuğundaki Evren”de, dünyanın büyük bir felaket ile karşı karşıya kalabileceğini belirterek uzayda insan kolonileri kurulmasını gündeme getirmişti. Bir fenomen haline gelen ve milyonlarca satan “Zamanın Kısa Tarihi: Büyük Patlamadan Karadeliklere” kitabı, Hawking'e asıl şöhreti getirmişti. İlk kitabının yayımlanmasından bu yana gerçekleşen önemli buluşların ardındaki sırrı açığa çıkaran “Ceviz Kabuğundaki Evren”, “Zamanın Kısa Tarihi”nin bir devamı sayılabilir. Yeni kitabıyla yazar, bizleri çoğu kez gerçeklerin kurmacadan daha şaşırtıcı olduğu teorik fiziğin en üst noktalarına çıkarıyor ve evrenin temel ilkelerine dair anlaşılır yorumlarda bulunuyor. Görelilik kuramından zaman yolculuğuna, süper kütleçekiminden Süpersimetriye, kuantum teorisinden M-Kuramı’na ve bütünsel beyin algılanımına kadar evrenin bilinen en kışkırtıcı sırlarına kapı aralayan kitap, Einstein’ın “Genel Görelilik Kuramı” ile Richard Feynman'ın çoklu geçmiş düşüncesini birleştirerek evrende olup bitenleri tanımlayabilecek eksiksiz ve tek bir teori geliştirmeye çalışıyor. Okur, kitabı bir bilimsel eser olarak algılayabileceği gibi, rahatlıkla bir bilim–kurgu romanı gibi de değerlendirebilir. Hawking'in “karmaşık önermeleri günlük yaşamdan çekip aldığı analojilerle resmetme becerisi” buna imkân tanımaktadır. 2012'de “Büyük Tasarım” adlı kitabını da çıkartmıştır. Kitaplarında genellikle bir "Yaratan"ın varlığını reddeden Stephen Hawking, Her Şeyin Teorisi (Birleştirilmiş Alan Kuramı)’ne ulaşıldığı zaman, kainatın yaratım sürecinde, ‘Tanrı’ kavramına ihtiyaç olmadığını da net bir dille ifade eder.

Hastalığı

Stephen Hawking, amyotrofik lateral skleroz (ALS) hastalığının nadir görülen, erken kendini gösterip yavaş ilerleyen bir formundan muzdaripti. Bu hastalığın teşhisi 1963'te, Hawking 21 yaşındayken konuldu; doktorları tarafından Hawking'e iki yıllık ömür biçildi. Motor nöronların zamanla yüzde seksenini öldürerek sinir sistemini felç eden; ancak beynin zihinsel faaliyetlerine dokunmayan bu hastalık, Hawking'i tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkûm etti. 1970'lerin sonlarında konuşma yetisi gittikçe de zayıflamaya başladı, bu dönemde sadece en yakınları tarafından anlaşılan Hawking'in dış dünyayla iletişimini dediklerini dinleyip tekrarlayan yakınları sağlamaktaydı. 1985'te CERN'i ziyaret ederken zatürre kaptı. Bu nedenle nefes borusuna delik açılması gerekti ve sesini tamamen yitirdi. 1986'dan itibaren koltuğuna yerleştirilmiş, yazıları sese dönüştürebilen bilgisayarı sayesinde insanlarla iletişim kurabildi.[9] Bilimsel uğraşlarında ve günlük yaşantısında çevresinden ve ailesinden destek aldı. Konuşmak istediği anda, elindeki elektronik aleti sıkarak, sandalyesine bağlı özel bilgisayarının ekranına, dakikada ortalama 10 kelimeyi sıralayabilmekteydi. Bilgisayarının hafızasında yaklaşık 2600 kelime bulunmaktadır. Böylece herhangi bir kelimeyi söylemek istediğinde ekrana yazabilmekteydi. Sağlıklı insanların konuşmalarında kullandığı kelime sayısı da 2500 civarındadır. Dolayısıyla Hawking, duygularını ifade etmede kelime sıkıntısı çekmemekteydi. 2005'te el kaslarını hareket etme yetisini kaybetmesiyle yanağındaki kasları kullanarak kelime seçmeye başladı.

Ölümü

14 Mart 2018 tarihinde sabaha karşı, Cambridge, İngiltere'deki evinde 76 yaşında öldü. Ailesi ölüm sebebini açıkladı, "huzur içinde öldü" açıklamasını yaptı. Stephen Hawking'in henüz 21 yaşındayken yakalandığı ve tedavisi olmayan ALS hastalığı yüzünden öldüğü düşünülmektedir.

Kişisel görüşleri

Hawking insanların 100 yıl içerisinde dünyayı terk etmesi ve farklı dünyalarda koloniler kurması gerektiğini söylemiştir. Hawking'e göre insanlar koloni kuramazlarsa hayatta kalamayacaktır.

Eserleri

Teknik

Singularities in Collapsing Stars and Expanding Universes (D. W. Sciama ile birlikte), 1969 Comments on Astrophysics and Space Physics Vol 1 #1

The Nature of Space and Time (Roger Penrose ile birlikte, Michael Atiyah'ın önsözüyle), New Jersey: Princeton University Press, 1996, 

The Large Scale Structure of Spacetime (George Ellis ile birlikte), 

The Large, the Small, and the Human Mind, (Abner Shimony, Nancy Cartwright ve Roger Penrose ile birlikte), Cambridge University Press, 

Information Loss in Black Holes3 Nisan 2017 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., Cambridge University Press, 2005

God Created the Integers: The Mathematical Breakthroughs That Changed History, 

Popüler

A Brief History of Time, 

Black Holes and Baby Universes and Other Essays, 

The Universe in a Nutshell,

On The Shoulders of Giants. The Great Works of Physics and Astronomy, 

A Briefer History of Time, 

29 Ağustos 2021

Michael Faraday

İngiliz kimya ve fizik bilgini Michael Faraday,  22 Eylül 1791 de Newington'da doğmuş, 25 Ağustos 1867 de Londra'da ölmüştür.

Elektromanyetik indüklemeyi, manyetik alanın ışığın kutuplanma düzlemini döndürdüğünü buldu. Elektrolizin temel ilkelerini belirledi. Klor gazını sıvılaştırmayı başaran ilk kişidir ve elektrik motorunu icat etmiştir.

Deneysel olarak, bir maddeden geçen belli miktarda elektrik akımının, o maddenin bileşenlerinde belli miktarda bir çözülüme yol açtığını gösterdi. Bu sonuç ilk elektrik sayaçlarının üretimine olanak verir. Faraday'ın önemli katkıları arasında "amper" denilen akım biriminin kesin tanımını yapmış olması ve elektrolizde geçen "elektrot", "anot", "katot", "elektrolit", "iyon" vb. terimlerini bulması vardır.

Hayatı

Michael Faraday 22 Eylül 1791'de, şu anda London Borough of Southwark'ın bir parçası olan, ancak o zamanlar Surrey'in banliyösü olan Newington Butts'ta doğdu. Ailesinin durumu iyi değildi. Mıchael Faraday'in babası James Faraday, karısı ve iki çocuğunuda alarak 1790 kışında Londra'ya taşıdı. Michael o yılın sonbaharında doğdu. Ailesi Sandemancılar adı verilen bir tarikatın üyesiydi. Faraday ekonomik nedenlerle uzun süreli bir eğitim alamadı sadece en temel okul eğitimini alabildi. 

On dört yaşında bir ciltçiye çırak olarak girdi. Mart 1813'e kadar devam ettiği bu işte ciltlenmek üzere getirilen kitapları okuyarak bilgisini genişletmeye başladı. Bu sayede gençliğinde pek çok kitap okudu. Bilhassa fizik kitaplarını büyük bir heves ve arzuyla okuyordu. Yedi yıllık çıraklığı sırasında Faraday, Isaac Watts'ın The Improvement of the Mind (Zihnin İyileştirilmesi) de dahil olmak üzere birçok kitabı okudu ve burada yer alan ilke ve önerileri kendi kendine öğrendi.Ayrıca bilime, özellikle elektriğe ilgi duydu. Faraday, özellikle Jane Marcet'in "Conversations on Chemistry" kitabından esinlenmiştir. Faraday, Encyclopedia Britannica'nın üçüncü baskısındaki elektrik maddesinden özellikle etkilendi. Eski şişeler ve hurda parçalardan yaptığı basit bir elektrostatik üreteçten yararlanarak deneyler yapmaya başladı. Gene kendi yaptığı zayıf bir Volta pilini kullanarak elektrokimya deneyleri gerçekleştirdi.


1812'de, 20 yaşında ve çıraklığının sonunda, Faraday, Royal Institution and the Royal Society'den ünlü İngiliz kimyager Humphry Davy ve City Philosophical Society'nin kurucusu John Tatum'un konferanslarına katıldı. Bu derslerin biletlerinin çoğu, Kraliyet Filarmoni Derneği'nin kurucularından William Dance tarafından Faraday'a verildi. Faraday daha sonra Davy'ye bu dersler sırasında aldığı notlardan yola çıkarak 300 sayfalık bir kitap gönderdi. Davy'nin cevabı anında, nazik ve olumluydu. 1813'te Davy, nitrojen triklorür ile bir kazada görme yeteneğine zarar verdiğinde, Faraday'ı asistan olarak kullanmaya karar verdi. Tesadüfen Kraliyet Enstitüsünün asistanlarından biri olan John Payne görevden alındı ​​ve Sir Humphry Davy'den bir yedek bulması istendi; bu nedenle 1 Mart 1813'te Kraliyet Enstitüsüne Kimya Asistanı olarak Faraday'ı atadı. Çok geçmeden Davy, Faraday'a nitrojen triklorür numunelerinin hazırlanmasını emanet etti ve ikisi de bu çok hassas maddenin patlaması sonucu yaralandı. 

Faraday, 12 Haziran 1821'de Sarah Barnard (1800-1879) ile evlendi. Aileleri aracılığıyla Sandemanyan kilisesinde tanıştılar Çocukları hiç olmadı.

Haziran 1832'de Oxford Üniversitesi, Faraday'a fahri Medeni Hukuk Doktoru derecesi verdi. Hayatı boyunca, bilime yaptığı hizmetlerden ötürü kendisine bir şövalyelik teklif edildi fakat Faraday dini gerekçelerle bunu geri çevirdi. Faraday, zenginlik biriktirmenin ve dünyevi bir ödül peşinde koşmanın İncil'e aykırı olduğuna inandığını söyledi. 1824'te Kraliyet Cemiyeti üyeliğine seçildi Faraday burada iki kez Başkan olma fırsatı doğmasına rağmen bunu reddetti. 1833'te Kraliyet Enstitüsü'nde ilk Kimya Profesörü oldu.

1832'de Faraday, Amerikan Sanat ve Bilim Akademisi'ne Yabancı Onursal Üye seçildi. 1838'de İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi'nin yabancı üyesi seçildi ve 1844'te Fransız Bilimler Akademisi'ne seçilen sekiz yabancı üyeden biri oldu.1849'da, iki yıl sonra Hollanda Kraliyet Sanat ve Bilim Akademisi olan ve daha sonra yabancı üye olan Hollanda Kraliyet Enstitüsü'ne ortak üye olarak seçildi.

Hükümet tarafından Kırım Savaşı'nda (1853-1856) kullanılmak üzere kimyasal silahların üretimi konusunda tavsiyede bulunması istendiğinde, İngiliz hükümetine çeşitli hizmet projeleri sunan Faraday, etik nedenlerle katılmayı reddetti.

Kariyeri

Londra'da bulunan Kraliyet Enstitüsü'nde kimyacı Sir Humphrey Davy tarafından verilen kimya konferanslarına katılma olanağı buldu. Konferanslarda tuttuğu notları ciltleyerek iş isteyen bir mektupla birlikte Davy'ye gönderdi ve 1813'te Davy'nin desteğiyle kimya asistanı oldu. Ekim 1813 ile Nisan 1815 tarihleri arasında Fransa, İtalya ve İsviçre gezisinde Davy'ye refakat etti. 1820'de Davy'nin yanından yardımcılık görevinden ayrıldı. 1825'te laboratuvar müdürlüğüne getirildi. 1833'te enstitüye ders verme mecburiyeti olmaksızın kimya profesörü olarak tayin edildi. Hayatının tümünü enstitünün çalışmalarına adadı.

Kimya Çalışmaları

Faraday ilk kimyasal çalışmasını Humphry Davy'nin asistanlığında yaptı. Faraday, özellikle klor çalışmasına dahil oldu; iki yeni klor ve karbon bileşiği keşfetti. Ayrıca, ilk olarak John Dalton tarafından işaret edilen bir fenomen olan gazların difüzyonu üzerine ilk kaba deneyleri yaptı. Faraday, birkaç gazı sıvılaştırmayı başardı, çelik alaşımlarını araştırdı ve optik amaçlı birkaç yeni cam türü üretti. Bu ağır camlardan birinin bir örneği daha sonra tarihsel olarak önemli hale geldi; cam bir manyetik alana yerleştirildiğinde Faraday, ışığın polarizasyon düzleminin dönüşünü belirledi. Bu numune aynı zamanda bir mıknatısın kutupları tarafından itildiği bulunan ilk maddeydi.

Faraday, uygun bir ısı kaynağı olarak dünya çapındaki bilim laboratuvarlarında pratik kullanımda olan Bunsen brülörünün erken bir biçimini icat etti. Faraday, kimya alanında yoğun bir şekilde çalıştı, benzen (hidrojenin bikarbüresi adını verdi) gibi kimyasal maddeleri ve klor gibi sıvılaştırıcı gazları keşfetti. Gazların sıvılaştırılması, gazların çok düşük bir kaynama noktasına sahip sıvıların buharları olduğunun tespit edilmesine yardımcı oldu ve moleküler agregasyon kavramına daha sağlam bir temel verdi. 1820'de Faraday, karbon ve klorin, C2Cl6 ve C2Cl4'ten yapılan bileşiklerin ilk sentezini bildirdi ve sonuçlarını ertesi yıl yayımladı.Faraday ayrıca 1810'da Humphry Davy tarafından keşfedilen klor klatrat hidratın bileşimini de belirledi.Faraday ayrıca elektroliz yasalarını keşfetmekten ve anot, katot, elektrot ve iyon gibi terminolojiyi yaygınlaştırmaktan ve büyük ölçüde William Whewell tarafından önerilen terimleri yaygınlaştırmaktan sorumludur.

Faraday, daha sonra metalik nanopartiküller olarak adlandırılan şeyi ilk rapor eden kişiydi. 1847'de altın kolloidlerin optik özelliklerinin karşılık gelen dökme metalinkilerden farklı olduğunu keşfetti. Bu muhtemelen kuantum boyutunun etkilerinin bildirilen ilk gözlemiydi ve nanobilimin doğuşu olarak düşünülebilir.

Manyetik Etki Çalışmaları

1820 yıllarında fen alimleri çalışmalarına daha ziyade elektriğe ait konularda ağırlık vermişlerdi. Bunlardan en önemlileri Volta'nın elektrik pili ve Hans Christian Ørsted'in elektrik akımından üretilen manyetik mıknatıslı güç kaynağı idi. Ørsted 1820'de bir telden geçen elektrik akımının tel çevresinde bir manyetik alan oluşturduğunu bulmuştu. Fransız fizikçi Andre Marie Ampere de tel çevresinde oluşan manyetik kuvvetin dairesel olduğunu, gerçekte de tel çevresinde bir manyetik silindir oluştuğunu göstermişti. Bu durumda soyutlanmış bir manyetik kutup elde edilebilir ve akım taşıyan bir telin yakınına konursa telin çevresinde sürekli olarak bir dönme hareketi yapması gerekecekti.

Elektrik enerjisinden manyetizma üretildiğinden bu yana fen adamlarının en büyük düşüncesi, "Manyetizmadan elektrik enerjisi elde edilebilir mi?" sorusu olmuştu. Bu, fen ilimleri tarihinde en büyük mesele haline geldi. Faraday, zaman zaman bu mesele üzerinde çalıştı. Bu arada ilk ilmi keşfini de gerçekleştirmiş oldu. Bir mıknatıs etrafında, tersine karşılıklı dönebilen bir kablo sistemi geliştirdi ve böylece ilk defa elektrik enerjisi mekanik enerjiye dönüştürülmüş oldu. Bu keşif, elektrik motorlarının esası olarak kabul edildi.

Diyamanyetizma

1845'te Faraday, birçok malzemenin manyetik alandan zayıf bir itme sergilediğini keşfetti: diyamanyetizma adını verdiği bir fenomen.

Faraday ayrıca, doğrusal olarak polarize edilmiş ışığın polarizasyon düzleminin, ışığın hareket ettiği yön ile hizalanmış harici bir manyetik alanın uygulanmasıyla döndürülebileceğini keşfetti. Bu artık Faraday etkisi olarak adlandırılıyor. Eylül 1845'te not defterine, "Sonunda manyetik bir eğri veya kuvvet çizgisini aydınlatmayı ve bir ışık ışını mıknatıslamayı başardım" diye yazdı.

Faraday daha sonra 1862'de hayatında bir spektroskop kullanarak farklı bir ışık değişimini, spektral çizgilerin uygulanmış bir manyetik alanla değişimini araştırdı. Bununla birlikte, elindeki ekipman, spektral değişimin kesin olarak belirlenmesi için yetersizdi. Pieter Zeeman daha sonra aynı fenomeni incelemek için geliştirilmiş bir cihaz kullandı, sonuçlarını 1897'de yayınladı ve başarısından dolayı 1902 Nobel Fizik Ödülü'nü aldı. Zeeman hem 1897 tarihli makalesinde  hem de Nobel kabul konuşmasında Faraday'ın çalışmalarına atıfta bulundu.

Faraday Kafesi

Statik elektrik üzerine yaptığı çalışmada, Faraday'ın buz kovası deneyi, yükün yalnızca yüklü bir iletkenin dışında bulunduğunu ve dış yükün bir iletken içindeki herhangi bir şey üzerinde hiçbir etkisi olmadığını gösterdi. Bunun nedeni, dış yüklerin, kendilerinden çıkan iç alanların birbirini iptal edecek şekilde yeniden dağıtılmasıdır. Bu koruyucu etki, şimdi Faraday kafesi olarak bilinen yerde kullanılmaktadır. Ocak 1836'da Faraday, dört cam desteğin üzerine 12 fit kare ahşap bir çerçeve koymuş ve kağıt duvarlar ve tel örgü eklemişti. Daha sonra içeri girdi ve onu elektriklendirdi. Faraday, elektrikli kafesinden çıktığında, elektriğin o zamanlar sanıldığı gibi ölçülemez bir şey değil, bir kuvvet olduğunu göstermişti.

Elektrik çalışmalarına dönüş

1831'de yeniden kimyadan elektriğe döndü. Bundan sonraki deneylerinin en önemlisi galvanometreye bir kablo bobini bağlayarak küçük elektrik akımlarını ölçmeye yarayan bir alet yapmasıydı. Bu kablo, bir mıknatısa değdirildiğinde galvanometrenin iğnesi hareket ediyor, kabloyu ayırdığında iğne ters yöne hareket ediyordu. Böylece Faraday manyetizmadan elektrik enerjisi elde etmenin yolunu bulmuş oldu. Mekanik enerjiyi bir mıknatıs yardımıyla elektriğe dönüştürdü. Bu, elektrik jeneratörlerinin esası oldu.

Faraday manyetik etkiyle ilgili deneyleri gerçekleştirip sonuçlarını bilim dünyasına sunarken elektriğin farklı biçimlerde ortaya çıkan türlerinin niteliği konusunda kuşkular belirmişti. Elektrikli yılan balığının ve öteki elektrikli balıkların saldığı, bir elektrostatik üretecin verdiği bir pilden ya da elektromanyetik üreteçten elde edilen elektrik akışkanları birbirinin aynı mıydı? Yoksa bunlar farklı yasalara uyan farklı akışkanlar mıydı? Faraday araştırmalarını derinleştirince iki önemli buluş gerçekleştirdi.

Elektriksel kuvvet kimyasal molekülleri, o güne değin sanıldığı gibi uzaktan etkileyerek ayrıştırmıyordu, moleküllerin ayrışması iletken bir sıvı ortamdan akım geçmesiyle ortaya çıkıyordu. Bu akım bir pilin kutuplarından gelse de ya da örneğin havaya boşalıyor olsa da, böyleydi. İkinci olarak, ayrışan madde miktarı çözeltiden geçen elektrik miktarına doğrudan bağımlıydı. Bu bulgular Faraday 'ı yeni bir elektrokimya kuramı oluşturmaya yöneltti. Buna göre elektriksel kuvvet, molekülleri bir gerilme durumuna sokuyordu.

1839'da elektriğe ilişkin yeni ve genel bir kuram geliştirdi. Elektrik madde içinde gerilmeler olmasına yol açar. Bu gerilmeler hızla ortadan kalkabiliyorsa gerilmenin art arda ve periyodik bir biçimde hızla oluşması bir dalga hareketi gibi madde içinde ilerler. Böyle maddelere iletken adı verilir. Yalıtkanlar ise parçacıklarını yerlerinden koparmak için çok yüksek değerde gerilmeler gerektiren maddelerdir.

Faraday, ayrıca mıknatıs kutupları arasında döndürdüğü bir bakır yuvarlak ile devamlı bir akım elde etmeyi de başardı. 1832 ve 1833'te elektrolizin iki temel kanununun formüllerini buldu. 1840 yılında ışık enerjisi ile elektromanyetik enerjinin birbirine çok benzer, hatta aynı olduğu kuramını geliştirdi.

Kraliyet Kurumu ve kamu hizmeti

Faraday'ın Büyük Britanya Kraliyet Enstitüsü ile uzun bir ilişkisi vardı. 1821'de Kraliyet Kurumu'nun Müfettiş Yardımcısı olarak atandı. 1824'te Kraliyet Cemiyeti üyeliğine seçildi. 1825'te Kraliyet Enstitüsü Laboratuvarı Müdürü oldu. Altı yıl sonra, 1833'te Faraday, İngiltere Kraliyet Enstitüsü'nde ders verme yükümlülüğü olmaksızın ömür boyu atandığı ilk Fullerian Kimya Profesörü oldu.

Kraliyet Enstitüsü'ndeki kimya, elektrik ve manyetizma gibi alanlardaki bilimsel araştırmasının ötesinde, Faraday, özel girişimler ve İngiliz hükümeti için çok sayıda ve çoğu zaman zaman alıcı hizmet projeleri üstlendi. Bu çalışma, kömür madenlerinde meydana gelen patlamaların soruşturulmasını, mahkemede bilirkişi tanıklığını ve Chance Brothers c.1853'ten iki mühendisle birlikte Chance'in deniz fenerleri için gerekli olan yüksek kaliteli optik camın hazırlanmasını içeriyordu. 1846'da Charles Lyell ile birlikte Durham, Haswell'deki kömür ocağında 95 madencinin ölümüne neden olan ciddi bir patlama hakkında uzun ve ayrıntılı bir rapor hazırladı. Raporları titiz bir adli soruşturmaydı ve kömür tozunun patlamanın ciddiyetine katkıda bulunduğunu belirtti. İlk patlamalar toza bağlıydı, Faraday havalandırmanın bunu nasıl önleyebileceği üzerine bir ders verdi. Rapor kömür sahiplerini kömür tozu patlaması tehlikesi konusunda uyarmalıydı, ancak risk, 1913 Senghenydd Colliery Felaketine kadar 60 yıldan fazla bir süredir göz ardı edildi.

Denizcilikle ilgili güçlü çıkarları olan bir ülkede saygın bir bilim insanı olan Faraday, deniz fenerlerinin inşası ve işletilmesi ve gemilerin diplerinin korozyondan korunması gibi projelere çok zaman harcadı. Atölyesi halen, deniz fenerleri için elektrik aydınlatmasında ilk deneyleri gerçekleştirdiği Londra'daki tek deniz fenerinin yanındaki Zincir ve Şamandıra Mağazasının üzerindeki Trinity Buoy İskelesi'nde duruyor.

Faraday, şimdi çevre bilimi veya mühendislik olarak adlandırılan alanda da etkindi. Swansea'daki endüstriyel kirliliği araştırdı ve Kraliyet Darphanesi'nde hava kirliliği konusunda danışmanlık aldı. Temmuz 1855'te Faraday, The Times'a Thames Nehri'nin kötü durumu hakkında bir mektup yazdı ve bu da Punch'ta sık sık yeniden basılan bir karikatürle sonuçlandı. 

Faraday, Londra'daki 1851 Büyük Sergisi için sergilerin planlanmasına ve değerlendirilmesine yardımcı oldu. Ayrıca Ulusal Galeri'ye sanat koleksiyonunun temizlenmesi ve korunması konusunda tavsiyelerde bulundu ve 1857'de Ulusal Galeri Site Komisyonu'nda görev yaptı. Eğitim, Faraday'ın hizmet alanlarından bir diğeriydi; Konuyla ilgili olarak 1854'te Kraliyet Enstitüsünde ders verdi ve 1862'de Büyük Britanya'daki eğitimle ilgili görüşlerini vermek için Devlet Okulları Komisyonu'na çıktı. Faraday ayrıca halkın masa çevirme, büyücülük ve seanslara duyduğu hayranlığı olumsuz yönde etkiledi ve böylelikle hem halkı hem de ulusun eğitim sistemini düzeltti.

Son yılları

Sekiz yıl boyunca aralıksız süren deneysel ve kuramsal çalışmaların sonunda 1839'da sağlığı bozulan Faraday bunu izleyen altı yıl boyunca üretici bir etkinlik gösteremedi. Araştırmalarına ancak 1845'te yeniden başlayabildi. 1855'ten sonra Faraday'ın zihinsel gücü azalmaya başladı. Ara sıra deneysel çalışmalar yaptığı oluyordu. Kraliçe Victoria bilime büyük katkılarını göz önüne alarak Faraday'a Hampton Court'ta bir ev bağışladı.

25 Ağustos 1867'de ölmüştür.

22 Temmuz 2021

Thomas Edison

Thomas Alva Edison (11 Şubat 1847 - 18 Ekim 1931), 20. yüzyıl yaşamını icatlarıyla büyük bir şekilde etkileyen Amerikalı mucit ve iş adamıdır. Edison elinde bulundurduğu onun adını taşıyan Amerikan patentiyle tarihteki en önemli ve en verimli mucitlerden biri olarak nitelendirilir. Patentlerinin çoğu Amerika'nın haricinde AlmanyaFransa ve İngiltere onaylarına da sahiptir. Ayrıca takma adı Menlo Park Büyücüsü'dür (The Wizard of Menlo Park).

Hayatı

Çocukluk ve gençlik dönemi


Thomas Alva Edison, Milan, Ohio'da doğdu. Yedi kardeşin en küçüğüdür. Babası Samuel "The Iron Shovel" Edison, Jr. (1804-1896)(Kanada), annesi de Nancy Matthews Elliott'dur(1810-1871). Kendisinin Hollandalı olduğu düşünülmektedir. 7 yaşındayken ailesiyle birlikte Michigan'daki Port Huron'a yerleşti ve ilköğrenimine burada başladı; fakat başladıktan yaklaşık 4 ay sonra algılamasının yavaşlığı nedeniyle okuldan uzaklaştırıldı. Bu arada evlerinin kilerinde bir kimya laboratuvarı kurdu. Özellikle kimya deneylerine ve Volta kaplarından elektrik akımı elde etmeye yönelik araştırmalara ilgi duydu. Bir süre sonra kendi başına bir telgraf aleti yaptı ve Mors alfabesini öğrendi. O günlerde geçirdiği ağır bir hastalık sonucu kulakları zor işitmeye başladı.12 yaşındayken bir trende dergi ve meyve satıyor, bir yandan da trenin yük vagonunu yerleştirdiği küçük bir baskı makinesi ile haftalık bir gazete basıyordu. Ama bir gün içinde kimyasal madde bulunan şeylerden biri kırılıp vagonda yangın çıkınca Edison hem trendeki işinden oldu hem de ömür boyu ağır işitmesine yol açacak biçimde yaralandı. Daha sonra telgrafçılık öğrenmeye karar veren Edison 1863-1868 arasında ABD ve Kanada da birkaç telgrafhanede çalıştı. 1868 de bir atölye kurdu ama yaptığı elektrikli kayıt aygıtının patentini satamayınca bir yıl sonra parasız ve borçlu olarak Boston'dan New York‘a gitti.


1880'lerde Fort Myers, Florida'dan bir arsa satın aldı ve daha sonra burada kışları kalmak için kendine küçük bir ev inşa ettirdi. Otomobil endüstrisinin büyük adamı Henry Ford yakın bir zaman sonra Edison'un evinin birkaç yüz metre ötesine taşındı. Bu nedenle Edison ve Ford ölene dek arkadaş kaldılar. 24 Şubat 1886 Edison ikinci evliliğini 20 yaşındaki Mina Miller ile gerçekleştirdi. Bu evliliğinden de üç çocuk sahibi oldu:

  • Madeleine Edison, John Eyre Sloane
  • Charles Edison, (babası öldükten sonra New Jersey yöneticisi oldu.)
  • Theodore Edison.

Buluşları

1879'da Edison bir elektrik ampulü icat etti. Kömürleştirilmiş iplikten Flamanlarla deneyler yaptıktan sonra karbonlaştırılmış kâğıt flamanda karar kıldı. 1880’de evde güvenle kullanılabilecek ampuller üreterek tanesini 2,5 dolara satmaya başladı. Ancak 1878 yılında bir İngiliz bilim insanı olan Joseph Wilson Swan da bir elektrik ampulü icat etmiştir. Ampul camdı ve içinde kömürleştirilmiş bir flaman bulunuyordu. Swan, ampulün içindeki havayı boşalttı; çünkü havasız ortamda flaman yanıp tükenmiyordu. Bu iki bilim insanı güçlerini birleştirmeye karar vererek Edison ve Swan Elektrikli Aydınlatma Şirketi’ni kurdular.

1883'te hayatının en büyük icadı olan Edison etkisi denen olayı gerçekleştirdi; yani ısıtılmış bir filamanın moleküler boşlukta elektron yayılmasını buldu. 1883'te bulduğu bu olay sıcak katotlu tüplerin temelini oluşturdu. Daha sonra akkor lambanın üretimini geliştirmeyi başardı. Bu da ampulün halk arasında yaygınlaşmasını sağladı.

Edison ve Nikola Tesla

New York'ta Pearl Caddesi'ndeki ilk laboratuvarında akkor lambası için pazar aramakla meşgul olan Thomas Edison'a rastladığı zaman Nikola Tesla, gençlik heyecanıyla, kendisinin bulduğu alternatif akım sisteminin açıklamasını yaptı. Edison, "Sen teori üzerinde vaktini harcıyorsun" dedi.

Tesla, Edison’a çalışmalarından ve alternatif akım planından bahseder. Edison alternatif akımla fazla ilgilenmez ve Tesla'ya bir görev verir.

Tesla, Edison tarafından kendisine verilen görevi her ne kadar sevmemiş olsa da Edison'un kendisine 50.000 dolar vereceğini öğrenince görevi birkaç ay içinde tamamlar. Doğru akım santralindeki sorunları çözmüştür. Edison’un kendisine söz verdiği ücreti talep ettiğinde, Edison şaşırmış bir şekilde “tam bir Amerikalı gibi düşünmeye başladığında Amerikan şakalarından da anlayabileceğini” söyler ve bir ücret ödemez. Tesla derhal istifa eder. Kısa süren birlikte çalışma dönemini, uzun süreli bir rekabet izleyecektir.

Menlo Park

Edison'un en önemli keşfi Menlo Park, New Jersey'deki ilk endüstriyel araştırma laboratuvarıydı. Sürekli olarak teknolojik keşifler ve geliştirmeler-iyileştirmeler yapmak gibi özel bir amaç için kurulmuş ilk kurumdu. Edison birçok icadını resmi olarak bu laboratuvarda üretmiş, birçok çalışanı onun direktifleri doğrultusunda bu icatların araştırma ve geliştirmesinde görev almıştır.


Elektrik mühendisi William Joseph Hammer, 1879 Aralık'ında Edison'un laboratuvar asistanı olarak görevine başlamıştır. Telefon, fonograf, elektrikli tren, demir madeni ayıracı, elektrikli aydınlatma ve diğer birçok icatta büyük katkılarda bulunmuştur. Hammer'ı özel kılansa elektrik ampulünün icadındaki ve bu aletin geliştirme ve testleri sırasındaki çalışmalarıdır. Hammer 1880'de Edison'un lamba çalışmalarının şef mühendisi olmuş, bu mevkiideki ilk yılında Francis Robbins Upton'ın genel müdürlüğünü yaptığı fabrika 50.000 ampul üretmiştir. Edison'a göre Hammer elektrik ampulünün bir öncüsüdür. 1000'e yakın patenti bulunmaktadır.

Ölümü

Thomas Edison, 18 Ekim 1931’de saat 03:21’te New Jersey, West Orange, Llewellyn Park, Glenmont'taki evinde diyabet komplikasyonları nedeniyle öldü. Edison evinin arkasına gömülmüştür. Ölümünün anısına yaşadığı kentte 1 dakikalığına ışıklar söndürülmüştür.

Hakkında yazılmış biyografiler

  • Albion, Michele Wehrwein. (2008). The Florida Life of Thomas Edison. Gainesville: University Press of Florida. 978-0-8130-3259-7.
  • Adams, Glen J. (2004). The Search for Thomas Edison's Boyhood Home. 978-1-4116-1361-4.
  • Angel, Ernst (1926). Edison. Sein Leben und Erfinden. Berlin: Ernst Angel Verlag.
  • Baldwin, Neil (2001). Edison: Inventing the Century. University of Chicago Press. 0-226-03571-9.
  • Clark, Ronald William (1977). Edison: The man who made the future. Londra: Macdonald & Janès: Macdonald and Jane's. 0-354-04093-6.
  • Conot, Robert (1979). A Streak of Luck. New York: Seaview Books. 0-87223-521-1.
  • Essig, Mark (2004). Edison and the Electric Chair. Stroud: Sutton. 0-7509-3680-0.
  • Essig, Mark (2003). Edison & the Electric Chair: A Story of Light and Death. New York: Walker & Company. 0-8027-1406-4.
  • Jonnes, Jill (2003). Empires of Light: Edison, Tesla, Westinghouse, and the Race to Electrify the World. New York: Random House. 0-375-50739-6.
  • Josephson, Matthew (1959). Edison. McGraw Hill. ISBN 0-07-033046-8.
  • Pretzer, William S. (ed). (1989). Working at Inventing: Thomas A. Edison and the Menlo Park Experience. Dearborn, Michigan: Henry Ford Museum & Greenfield Village. ISBN 0-933728-33-6.
  • Stross, Randall E. (2007). The Wizard of Menlo Park: How Thomas Alva Edison Invented the Modern World. Crown. 1-400-04762-5.

14 Mayıs 2021

René Descartes

René Descartes ( D: 31 Mart 1596 – Ö: 11 Şubat 1650), Fransız filozofmatematikçi ve yazar. Rasyonalistidealist ve metodik şüphecidir.

Hayatının çoğunu Hollanda’da geçirmiş olup, Modern Felsefenin Babası unvanını almıştır ve kendisini takip eden Batı felsefesi çoğunlukla onun günümüzde hala çalışılan yazılarına cevap niteliğindedir. Özellikle “İlk Felsefe Üzerine Düşünceler” hâlâ çoğu üniversitenin felsefe bölümünde standart bir kaynak olarak kabul edilir. Descartes’in matematiğe katkısı da aynı derecede belirgindir; uzaydaki bir noktayı bir numaralar seti olarak işaretleyebilmeyi ve cebirsel denklemleri iki boyutlu koordinat sisteminde geometrik şekiller olarak göstermeyi (ve tam tersini) sağlayan Kartezyen koordinat sistemini buldu. Cebir ve geometri arasında bir köprü olan, sonsuz küçükler hesabı ve analizi için elzem olan analitik geometrinin de temellerini Descartes atmıştır. Yine kendi ismini taşıyan Kartezyen düalizm, zihin ve bedenin töz itibarıyla ayrı olduğu felsefi düşüncesidir. Bir deha örneği olarak tanımlanan Descartes aynı zamanda bilimsel devrimdeki anahtar kişilerden biridir. Kendisinden önceki filozofların otoritesini ve kendi algılarının kesinliğini kabul etmeyi reddetmiştir.

Descartes kendi fikirlerini öncüllerininkinden ayrı tutar. “Ruhun Tutkuları”nın, bugün “duygu” diye adlandırdıklarımızın eski modern versiyonunun bilimsel incelemesinin, giriş kısmında bu konuda daha önce kimse yazmamış gibi yazacağını söyleyecek kadar ileri gider. Felsefesinin birçok ögesi geç Aristotelesçilik, 16. Yüzyılın yeniden dirilmiş stoacılığı, içerisinde emsallerini gösterir. Descartes felsefesinde, ekollerden iki temel noktada farklılık gösterir: korporel maddenin durum ve şekil olarak ayrıldığı ve doğal fenomenlerde doğal veya ilahi herhangi bir uç nokta olduğu kanılarına karşı çıkar. Teolojisinde, Tanrı’nın yaratma eylemindeki mutlak özgürlüğü üzerinde durur.

Descartes, daha sonra Baruch Spinoza ve Gottfried Leibniz tarafından savunulan, ve empirik ekolü ( HobbesLocke, Berkeley, Rousseau, Hume) tarafından karşı çıkılan 17. Yüzyıl kıtasal rasyonalizminin temellerini atmıştır. LeibnizSpinoza ve Descartes felsefenin yanında matematikle de ilgililerdi, ve Descartes ile Leibniz bilime de birçok katkıda bulundular.

Descartes belki de en çok, Metot üzerine konuşmanın 4. ve Felsefenin İlkelerinin 1. bölümlerinde geçen “cogito ergo sum (düşünüyorum öyleyse varım)” şeklindeki felsefi cümlesiyle tanınır.

Hayatı

Descartes, Indre-et-Loire,1596'da Fransa’da doğmuştur. Bir yaşındayken annesi Jeanne Brochard ölmüştür. Babası Joachim, Britanny Parlamentosu’nun üyesiydi. 1606 veya 1607’de, Descart Jesuit Colléege Royal Henry-Le-Grand’a gitmeye başladı. Burada Galileo’nun matematik ve fizik çalışmalarıyla tanıştı. Aralık 1616’da mezun olduktan sonra, Poitiers Üniversitesi’nde, babasının avukat olması konusundaki istekleri doğrultusunda hukuk bölümünde lisansını bitirdi.

“Metot üzerine Konuşma” isimli kitabında, “Harfler üzerine çalışmayı tamamen bıraktım. Sadece kendi içimdeki ve dünyanın büyük kitabındaki bilgiyi, gençliğimin kalanında gezerek, mahkemeleri ve orduları ziyaret ederek, farklı mizaç ve rütbelerdeki insanların arasına karışarak, kaderin karşıma çıkardığı durumlarda kendimi test ederek ve her zaman karşıma çıkan şeyden bir çıkarsama elde etmeye çalışarak aradım.”

Profesyonel bir askeri görevli olma tutkusuyla, Descartes, Hollanda’daki Nassau’lu Maurice komutasında olan Breda Ordusu’na katıldı. Burada Simon Stevin ile askeri mühendislik çalıştı ve ileri matematik bilgisini burada geliştirdi. Dordrecht kurucusu Isaac Beeckman ile tanıştı. Beeckman zor bir matematik sorusunun çözümünü Descartes’ın bulmasından çok etkilendi ve ikisi de fizik ve matematiği birbirine bağlayan bir metodun geliştirilmesi gerektiği konusunda hemfikir oldular. Descartes, Kasım 1620’de Beyaz Dağ Muharebesi’nde Prag yakınlarında Bavyeralı Dük Maximillian’ın komutasındaydı.

Vizyonu

1619’da, 10 Kasım’ı 11 Kasım’a bağlayan gece, Almanya Neuburg’dayken, Descartes kendini soğuktan korunmak için bir fırına kapattı ve içerideyken kutsal ruhun kendisine yeni bir felsefe konusunda aydınlattığına dair üç imge gördü. Çıkana kadar analitik geometriyi formüle etmişti ve matematiksel metodu felsefeye uygulama fikrini bulmuştu. Gördüğü imgelerden bilim arayışı onun için gerçek bilgelik arayışıydı ve hayatındaki çalışmalarının merkezi bir kısmıydı. Descartes ayrıca gerçeklerin birbiriyle bağlantılı olduğunu açıkça gördü, yani temel bir doğru bulmak ve mantık ile ilerlemek tüm bilimlerin yolunu açacaktı. Bu temel gerçeği Descartes kısa süre sonra buldu “düşünüyorum”.

1622’de Fransa’ya döndü ve sonraki birkaç yıl Paris’te ve Avrupa’nın başka yerlerinde vakit geçirdi. Metot üzerine ilk makalesi “Aklın Yönetimi İçin Kurallar”ı yazışı bu Paris ziyaretlerinden birinde gerçekleşti.

1623’te tüm mal varlığını satarak La Haye’ye gitti ve hayatının sonuna kadar bu gelirle geçindi. Descartes 1627’de La Rochelle kuşatmasında Cardinal Richelieu ile birlikteydi. Aynı sene sonbaharda, simyacı Mösyö Chandoux’un yeni felsefe üzerine prensiplerini dinlemeye gitti. Kardinal Bérulle onu kendi yeni felsefesini yazmak konusunda cesaretlendirdi.

Çalışmaları

1628’de Hollanda’ya döndü ve 1649’a kadar burada yaşadı. 1629 yılının nisan ayında Franeker Üniversitesi’ne başladı ve sonraki sene “Poitevin” ismiyle Leiden Üniversitesi’nde Jacob Golius ile matematik ve Martin Hortensius ile astronomi çalışmaya başladı. Ekim 1630’da Beeckman ile çalışmalarından fikir çaldığı iddiasıyla sürtüşmeye başladı. Amsterdam’da hizmetçi bir kız olan Helena Jans van der Strom ile ilişkisi oldu ve bu ilişkiden Francine isimli bir kız çocuğu dünyaya geldi. Francine doğumundan beş sene sonra, 1640’ta, Descartes Utrecht Üniversitesi’nde öğretim görevlisiyken, kızıl hastalığından öldü. Dönemin çoğu ahlakçısından farklı olarak Descartes duygu ve tutkulardan yoksun değildi, aksine onları savunuyordu ve Francine’in ölümü için gözyaşı döktü.

Descartes Hollanda’dayken sık sık adres değiştirdi. Dordrecht, Franeker, Amsterdam, Leiden, Santpoort, Endegeest ve Egmond-Binnen’de yaşadı. Bu kadar yer değiştirmesine rağmen neredeyse tüm yazılarını, matematik ve felsefede devrim yaptığı, Hollanda’da geçirdiği bu 20 küsur yıl içerisinde yazdı. 1633’te Galileo Roma Katolik Kilisesi tarafından suçlanmış, mahkûm edilmişti ve Descartes dört yıldır üzerinde çalıştığı “Treatise on the World”ün basım planlarını erteledi ve bu çalışmanın bir kısmını 1637’de üç makale halinde yayınladı: MeteorlarDiyoptrikler ve Geometri ve Metot Üzerine KonuşmaMetot Üzerine Konuşma’da Descartes bilginin sağlam bir temele oturması için gereken düşüncenin dört kuralını yazdı.

Descartes hayatı boyunca matematik ve felsefe konusunda çalışmalar yayınlamaya devam etti. 1641’de metafizikle ilgili Latince bir çalışma yayınladı: İlk Felsefe Üzerine Düşünceler. Bunu 1644’te yayınladığı, İlk Felsefe Üzerine Düşünceler ve Metot Üzerine Konuşma’nın bir tür sentezi olan Felsefenin İlkeleri takip etti. 1643’te Utrecht Üniversitesi’nde felsefe yasaklanmıştı ve Descartes Bohemyalı Prenses Elisabeth ile uzun süren genelde ahlaki ve psikolojik konular üzerine olan yazışmasına başlamıştı. Bu yazışmayla alakalı olarak, 1649’da, Prenses’e ithaf ettiği Ruhun Tutkuları ‘nı yayınladı. Fransa Kralı tarafından aslında hiç ödenmeyen bir maaş ile ödüllendirildi. 1648’de Frans Burman Egmond-Binnen’de Descartes ile röportaj yaptı.

Felsefenin İlkeleri’nin Abbot Claude Picot tarafından hazırlanan Fransızca çevirisi 1647’de yayımlandı. Bu basımı da Descartes Bohemyalı Prenses Elisabeth’e ithaf etti. Önsözde Descartes doğru felsefenin bilgelik kazanmanın yolu olduğunu anlattı ve bilgeliğe ulaşmak için dört sıradan kaynaktan bahsetti ve sonunda bunların daha kesin bir beşincisi olduğunu söyledi, asıl sebepleri aramak.

Ölümü

René Descartes 11 Şubat 1650’de Stokholm, İsveç’te, Fransız büyükelçisinin evini ziyaretinde öldü. İsveç’e Kraliçe Christina tarafından, kendisine öğretmenlik yapması için davet edilmişti. Ölümünün sebebinin zatürre olduğu söylenmişti. Christina’nın sabah erken çalışma alışkanlıkları ve yoğun çalışma saatleri yüzünden uykusuz kalıp, sağlığını hepten kaybetmiş olduğuna inanılıyordu.

Öte yandan, öldürülmüş de olabilirdi. Descartes’ın ölümünden sonra Kraliçe Christina Roma Katoliği olmak için tahttan çekilmişti, çünkü İsveç hukukuna göre hükümdarların Protestan olması gerekiyordu. Kraliçe Christina’nın yakından alakalı olduğu tek Roma Katoliği ise Descartes’tı..

1663’te Papa Descartes’ın çalışmalarını Yasaklı Kitaplar İçeriğine kattı. Protestan bir milletin içindeki bir Roma Katoliği olarak, Stokholm’de, vaftiz edilmemiş çocukların gömüldüğü bir mezarlığa gömülmüştür. Daha sonra Paris’teki Saint-Germain-des-Prés manastırına taşınmıştır. 1792’deki Milli Kongrede Panthéon’a taşınması kararı alınmışsa da, iki yüz yıl sonra mezarı hala Saint-Germain-des-Prés manastırındaki bir şapeldeydi. Adına 18. yüzyılda dikilen bir anıt hala İsveç Kilisesi’nde durmaktadır.

Dini inanış

Rene Descartes’in dini inançları akademi çevrelerinde sıkı bir tartışma konusu olmuştur. Katolik olduğunu belirterek, Meditasyonlar’ın amaçlarından birinin Hristiyan inancını savunmak olduğunu söylemiştir. Ancak, Descartes, kendi döneminde gizli deist veya ateist olmakla suçlandı. Onun çağdaşı olan Blaise Pascal onun hakkında şöyle demiştir: “Descartes’i affedemem, bütün o felsefesinde, tanrıyı dağıtmak için elinden geleni yaptı. Fakat tanrının parmaklarını şıklatmasıyla dünyaya şekil vermesini kışkırtmaktan kaçınamadı, sonunda da hiçbir faydası kalmadı tanrı için”. Stephen Gaukroger'in kaleme aldığı Descartes’ın biyografisinde “onun derin bir Katolik inancı vardı, gerçeği keşfetmeye olan arzusunu öldüğü günün sonuna kadar korudu”. (The debate continues whether Descartes was a Catholic apologist, or an atheist concealed behind pious sentiments who placed the world on a mechanistic framework, within which only man could freely move due to the grace of will granted by God.) Descartes’in Katolik savunucusu mu yoksa ancak tanrının ona bahşedilmiş lütfuyla özgürce hareket edebilen mekanik bir çerçeve içinde dini duyguların arasında saklanmış olan bir ateist mi olduğu tartışması hala sonlanmış değildir.

Felsefe çalışmaları

Descartes genellikle doğa bilimlerini geliştirmek için aklın kullanılması gerektiğini vurgulayan ilk düşünce insanı olarak tanınır. Onun için felsefe bilgiyi somutlaştıran bir düşünce sistemiydi ve bunu şu şekilde ifade etti :

“Tüm felsefe bir ağaç gibi olduğundan; metafizik kök, fizik gövde, ve diğer bilimler bu gövdeden dallanan dallardır, bu dallar üç ana başlığa indirgenebilir : Tıpmekanik ve etik. Ahlakın bilimiyle, bilgeliğin son derecesi olan, diğer bilimlerin en yüksek ve en mükemmel bütün bilgisini anladım.”

Onun Metot Üzerine Konuşma’sında, herhangi birinin şüphe olmadan, gerçek olarak bildiği temel prensiplere varmaya çalışır. Bunu başarmak için hiperbolik/metafizik şüpheyi, bazen metodolojik şüphecilik olarak adlandırılan metodu kullanır: şüphelenilebilecek herhangi bir düşünceyi reddeder ve onları gerçek bilgi için sağlam dayanak elde etmekle yeniden kurar.

Başlangıçta, Descartes sadece tek bir prensibe varır: düşünce vardır. Düşünce ben'den ayrılamaz, dolayısıyla, ben varım.(Metot Üzerine Konuşmalar ve Felsefenin İlkeleri) Ünlü cümlesi cogito ergo sum (“Düşünüyorum, öyleyse varım”) bu ilke üzerinedir. Dolayısıyla, Descartes eğer şüphe duyarsa, herhangi bir şey ya da herhangi biri şüphelenebilir ve kendi varoluşundan şüphelenmiş olur. “Bu söz öbeğinin basit anlamı eğer biri varoluşundan şüpheliyse, bu edimin kendisi onun var olduğunun kanıtıdır.”

Descartes düşündüğü için varoluşunun kesin olduğu kanısına varır. Fakat ne biçiminde ? Bedenini duyu kullanımı aracılığıyla algılar; fakat, duyular kimi zaman güvenilmezdir. Dolayısıyla Descartes kendisinin düşünen bir şey olduğunu kesin bir şekilde ifade eder. Düşünmek, ne yaptığıdır ve gücü özünden gelmelidir. Descartes düşünceyi (cogitatio) “hemen bilincimde olduğum, içimde ne olduğudur ve bunun da farkındayımdır.” Dolayısıyla düşünme edimi insanın hemen bilinçli olduğu her aktivitedir.

Descartes duyuların limitlerini göstermek için mum argümanını kullanır. Bir mumu ele alır, duyuları onu mumun kesin karakteristiği ile ilgili bilgilendirir; şekli, dokusu, boyutu, rengi ve kokusu gibi. Mumu ateşe doğru tuttuğunda, bu karakter özellikleri tamamı ile değişir. Fakat, görüldüğü üzere, hala aynı şeydir: duyuları onu farklı bir şekilde bilgilendirse de, o hala aynı mumdur. Dolayısıyla mumun doğasını uygun bir şekilde kavraması için, duyularını bir kenara bırakmalı ve aklını kullanmalıdır. Descartes şu sonuca varır:

“Ve dolayısıyla, gözlerimle gördüğümü düşündüğüm aslında aklımdaki muhakeme yeteneği ile kavrandı.”

Eserleri

·         1618. Compendium Musicae (Kısa Müzik)

·         1626–1628. Regulae ad directionem ingenii (Aklın Yönetimi İçin Kurallar)

·         1630–1633. Le Monde (Dünya) ve L'Homme (Adam)

·         1637. Discours de la méthode (Yöntem/Metod Üzerine Konuşma)

·         1637. La Géométrie (Geometri)

·         1641. Meditationes de prima philosophia (İlk Felsefe Üzerine Düşünceler)

·         1644. Principia philosophiae (Felsefenin İlkeleri)

·         1647. Notae in programma (Programlamanın Notları)

·         1647. La description du corps humain (İnsan vücudunun Tanımı)

·         1648. Responsiones Renati Des Cartes… (Yeniden Descartes Cevapları)

·         1649. Les passions de l'âme (Ruhun Tutkuları)

·         1656. Musicae Compendium (Müzik Özeti)

1657. Correspondence (Yazışma)

03 Mayıs 2021

Albert Einstein

 

Albert Einstein (14 Mart 1879 - 18 Nisan 1955), Almanya doğumlu Aşkenazi Yahudisi teorik fizikçidir. Yaptığı devrim niteliğindeki fizik ve matematik çalışmaları sayesinde, 1921 yılında Nobel Fizik Ödülü'nü kazandı.

Biyografi

Alman İmparatorluğu'nun Ulm kentinde, Aşkenazi Yahudi bir ailede dünyaya gelen Einstein, yaşamının ilk yıllarını Münih'te geçirdi. Lise eğitimini ve yüksek eğitimini İsviçre'de tamamladı; fakat bir üniversitede iş bulmada yaşadığı zorluklar nedeniyle bir patent ofisinde müfettiş olarak çalışmaya başladı. 1905 yılı Einstein için bir mucize yıl oldu ve o dönemde kuramları hemen benimsenmemiş olsa da ileride fizikte devrim yaratacak olan dört makale yayımladı. 1914 yılında Max Planck'ın kişisel ricası ile Almanya'ya geri döndü. 1921 yılında fotoelektrik etki üzerine çalışmaları nedeniyle Nobel Fizik Ödülü'ne layık görüldü. Nazi Partisi'nin iktidara yükselişi nedeniyle 1933'te Almanya'yı terk etti ve Amerika Birleşik Devletleri'ne yerleşti. Ömrünün geri kalanını geçirdiği New Jersey eyaletinin Princeton ilçesinde ölmüştür.

Albert Einstein, özel görelilik ve genel görelilik kuramları ile iki yüzyıldır Newton mekaniğinin hakim olduğu uzay anlayışında bir devrim yaratmıştır. Sadece matematik hesaplamalar ve denklemler ile oluşturduğu kuramları sonradan deneysel olarak defalarca doğrulanmıştır. E = mc2 denklemi ile formüle ettiği kütle-enerji eşdeğerliği yıldızların nasıl enerji oluşturduğuna açıklama getirmiş ve nükleer teknolojinin önünü açmıştır. Fotoelektrik etki ve Brown hareketine getirdiği matematiksel açıklamalar, modern fiziğe diğer katkıları arasındadır. Ömrünün büyük bir kısmını bütün kuramları birleştiren bir birleşik alan kuramı yaratmaya çalışarak geçirmiş ama bu çabaları sonuçsuz kalmıştır. Einstein kuantum mekaniğinin bazı sonuçlarına, özellikle belirsizlik ilkesine oldukça şüpheci yaklaşmış fakat bu yaklaşımlar ileride geniş kabul görmüştür.

Einstein, Nazilerin nükleer bomba geliştirmesi endişesiyle ABD başkanı Franklin D. Roosevelt'e bir mektup göndermiş, ABD'nin nükleer çalışmalara başlamasını tavsiye etmiştir. Holokost sonrası Yahudilerin kendi ülkelerine sahip olması gerektiği fikrini savunmuş, İsrail'in kuruluşuna destek vermiştir. Çeşitli söyleşilerinde Yahudilik dinine ve diğer kutsal kitaplara inanmadığını belirtmiş, sosyalizme sempati duyan bir makale yayımlamıştır. Bertrand Russell ile birlikte nükleer silahlara karşı bir manifesto da yayımlamıştır.

1999'un sonlarında 100 ileri gelen fizikçiyle gerçekleştirilen milenyum oylamasında Einstein, tüm zamanların en iyi fizikçileri arasında 1. sırayı almıştır.

Einstein, hayatı boyunca 300’den fazla bilimsel makale yayımlamıştır, ayrıca 150’den fazla bilim dışı çalışmaları da olmuştur. Başarıları ve eserleri nedeniyle Einstein sözcüğü, “dahi” ile eş anlamlı olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Çocukluğu ve eğitimi

Albert Einstein 14 Mart 1879’da Almanya’nın Ulm kasabasında dünyaya geldi. 1880 yazında ailesi Münih’e taşındı. Münih’te babası Hermann Einstein ve amcası Jakob bir elektrik şirketi kurdular. Annesi Pauline Einstein yetenekli bir piyanistti. Albert iki buçuk yaşındayken kız kardeşi Maja dünyaya geldi. Okula başlamadan önce konuşma zorlukları yaşıyordu, annesi ve babası kaygılanarak onu doktora götürmüşlerdi.

Dört beş yaşlarında hasta bir şekilde yataktayken babası neşelendirmek için ona manyetik bir pusula vermişti. Pusula ibresinin hareketini o yaşta oldukça gizemli bulmuştu ve kendisinde büyük bir merak uyandırmıştı.

Hermann ve Pauline Einstein Yahudi kökenli bir çiftti fakat dindar değillerdi. Dini vecibelerden daha çok çocuklarının eğitimini düşünüyorlardı. Einstein beş yaşına geldiğinde onu evlerinin yakınlarında daha iyi eğitim verdiğini düşündükleri bir Katolik Hristiyan ilkokuluna yazdırdılar. Einstein okula başladıktan sonra okuldaki sıkı disiplinden ve ezberci anlayıştan rahatsız olmaya başlamıştı. Ama okul ile hoşnutsuzluğuna rağmen yüksek notlar alıyordu. Birinci sınıfı atlamıştı ve çoğu dönemde sınıfında birinci olmuştu.

Einstein’ın annesi Pauline çocuklarının erken yaşta müzik ile tanışmalarını istiyordu. Pauline Albert’ı keman derslerine, kız kardeşi Maja’yı ise piyano derslerine göndermişti. Albert keman derslerine altı yaşında başladı ve on dört yaşına kadar devam etti. Mozart’ın sonatlarını çok beğendi ve onları çalabilmek için tekniğini geliştirmek istedi. Sonunda iyi bir amatör kemancı olmuştu ve Mozart, Beethoven sonatları çalmaktan hoşlanıyordu.

Einstein dokuz buçuk yaşındayken Katolik ilkokulundan ayrıldı ve Luitpold Gymnasium’da eğitim görmeye başladı. Gymnasium Antik Yunanca ve Latince’ye büyük önem veriyordu. Müfredatta ayrıca modern diller, coğrafyaedebiyat ve matematik de bulunuyordu. Einstein Latince ve matematikteki keskin mantığı seviyor ve bu derslerde en yüksek notları alıyordu. Gymnasium ilkokuldan çok daha sıkı bir disipline sahipti. Einstein burada otoriter öğretmenler ile sürekli çatışıyordu ve öğretmenleri Einstein’ın bağımsız, isyankar kişiliğinden hiç hoşlanmıyordu.

Einstein’ın ailesi, eski bir Yahudi geleneği olarak yoksul bir öğrenciyi evlerinde yemeğe davet ediyordu. Max Talmud isminde yoksul bir Yahudi üniversite öğrencisi her hafta bir akşam yemeğine katılıyordu. Talmud’un ziyaretleri Einstein on yaşındayken başlamıştı ve beş yıl boyunca sürmüştü. Einstein kendisinden büyük bir üniversite öğrencisi ile konuşmaktan hoşlanıyordu ve Talmud kısa sürede Einstein’ın sıradan bir çocuk olmadığını fark etmişti. Birlikte bilim, matematik ve felsefe konuşuyorlardı. Einstein on üç yaşındayken, Talmud Immanuel Kant’ın “Saf Aklın Eleştirisi” kitabını getirdi. Einstein o yaşta kitabı anlamakta hiç zorlanmamış ve okulunda sürekli Kant hakkında konuşmaya başlamıştı.

Talmud, Einstein’a sürekli çeşitli popüler bilim kitapları getiriyordu ve Einstein hepsini büyük bir heves ile inceliyordu. Bir keresinde Talmud, Öklid’in Elemanlar kitabını getirdi. Einstein kitaptaki problemler üzerinde çalışmaya başladı. Yaz bitmeden önce Einstein sadece bütün problemleri çözmek ile kalmamış, ayrıca teoremlere alternatif ispatlar da bulmuştu.

Einstein on bir yaşındayken Yahudi geleneği olarak evde din dersleri almaya başlamıştı. Einstein bu dönemde büyük bir dini şevk duymaya başladı ve bütün dini vecibeleri yerine getirerek dindar olmayan ailesine örnek olmak istiyordu. Şabat günü dinleniyordu, sadece Yahudiler için helal olan gıdaları yiyordu, kendi başına dini şarkılar yazmıştı. Ama Einstein’ın dini şevki uzun sürmedi. Bir yıl içerisinde okuduğu bilim kitaplarının kutsal kitaplar ile çeliştiğini gördü. Sonrasında her çeşit otoriteden kuşku duymaya başladı ve şüpheci bir tavır geliştirdi.

1891 yazında mühendis amcası Jakob kendisine bir cebir kitabı getirmişti. Einstein o yaz cebir kitabını çalışmaya karar verdi ve amcasından çözmek için problemler istedi. Einstein en zor ve karmaşık problemleri bile çözebiliyordu. O yaz, Einstein Pisagor teoreminin tekrar bir ispatını yaptı. Cebir ve geometriden sonra Einstein kalkülüse yöneldi. On altı yaşına geldiğinde kendi başına diferansiyel ve integral hesaplamaları ile analitik geometriyi öğrenmişti.

1894’te Einstein’ın babası ve amcasının şirketi 14 yılın ardından iflas etti. İki aile birlikte İtalya’ya gitmek ve şanslarını orada denemek istediler. Ailesi Albert’ın Münih’te kalıp okulunu Gymnasium’da bitirmesine karar verdi. Bu sırada Einstein on beş yaşındaydı ve liseyi bitirmesine daha üç yıl vardı. Münih’te tek başına altı ay geçirdikten sonra Einstein bunalıma girdi ve gerginleşmeye başladı. Aile doktorunu ikna ederek sinir sorunları nedeniyle kendisinin ailesinin yanında bulunması gerektiğini belirten bir rapor aldı. Einstein ailesine haber vermeden Gymnasium’dan ayrıldı ve İtalya’daki ailesinin yanına geldi.

İsviçre'deki eğitimi

Einstein, İtalya'ya geldiğinde teknik olarak bir lise terk olsa da, eğitimini yarıda bırakma niyeti yoktu. Ailesine Zürih, İsviçre’deki Federal Politeknik Okulu’na girmek için tek başına ders çalışacağına söz verdi. Politeknik kabul için bir lise diploması istemiyordu. Einstein’ın tek yapması gereken kabul sınavlarını geçmekti. Einstein için İtalya’da yaşam oldukça rahattı. Ders çalışmayı İtalya’yı gezmek ile birleştirdi, pek çok müze ve sanat galerisi gezdi.

Einstein, Almanya’nın militarizminden ve sıkı disiplininden hiç hoşlanmıyordu, zorunlu askerlik yapmak da istemiyordu. Babasına Almanya vatandaşlığından çıkmak istediğini ve İsviçre vatandaşı olmak istediğini söyledi. Babası biraz tereddüt ile onayladı ve gerekli kâğıtları imzaladı. 28 Ocak 1896’da Einstein kendisini Almanya vatandaşlığından çıkaran resmi kâğıtları aldı ama 1901 yılına kadar İsviçre vatandaşlığını almadı. Beş yıl boyunca Einstein vatansızdı.

Einstein, 1895 Ekiminde Zürih’e gitti ve Politeknik’te kabul sınavına girdi. Sınava girmek için on sekiz yaş üstü olmak gerekiyordu ve on altı yaşında girebilmesi için özel bir izin almıştı. Einstein babasının tavsiyesine uyarak mühendislik bölümüne başvurdu. Kabul sınavında matematik ve fizikte çok üstün dereceler aldı ama diğer bölümlerde başarısız olmuştu. Politeknik’in yöneticisi Einstein’ın potansiyelini görmüştü ve onun bir İsviçre lisesinde diploma alıp tekrar başvurmasını tavsiye etti. Einstein’ın ailesi Politeknik’in önerisini kabul ederek Einstein’ı İsviçre’nin Aarau bölgesinde bir liseye gönderdiler. Bu yıllar belki de Einstein’ın gençliğinin en güzel yıllarıydı. Zürih’ten 30 km uzaklıktaki bir köyde bulunan lise Einstein için idealdi. Saygı duyulan, açık fikirli bir öğretmen olan Jost Winteler tarafından yönetiliyordu. Okulda rahat bir ortam vardı ve öğrencilerin bağımsız düşünmesi teşvik ediliyordu. Bu yaklaşım Einstein’ın kişiliğine uyuyordu. 1896’da Aarau okulunda yüksek notlar ile final sınavlarını geçti.

Einstein mezun oldu ve gerekli yaştan altı ay küçük olmasına rağmen Politeknik’e kabul edildi. Einstein ile birlikte yaklaşık bin yeni öğrenci o sene Politeknik’te eğitime başlamıştı. Çoğu öğrenci mühendislik okullarına katılmıştı ama Einstein fiziği tercih etti. Fizik departmanı büyük ve modern bir binadaydı ve çok iyi ekipmana sahipti. Fakülte dünya standartlarındaydı. Adolf Hurwitz ve Hermann Minkowski gibi ünlü matematikçiler, Einstein’ın profesörleri arasındaydı. Einstein’ın o dönemdeki yaşamı tipik bir Avrupalı üniversite öğrencisi hayatıydı. Kafeler ve barlarda uzun saatler harcıyordu. Kahve içerek arkadaşları ile bilim ve felsefe tartışıyordu. Hangi derslere odaklanması gerektiği konusunda seçiciydi. Eğer konuyu ya da profesörü beğenmiyorsa o derslere girmiyordu. Politeknik’te öğrenciler dört sene boyunca sadece iki dönem sonunda sınavlara giriyordu. Bunlar dışında not kaygısı ya da yoklama kaygıları yoktu. Einstein aldığı dersler ile hiçbir alakası olmayan, sadece ilgi duyduğu kitapları çalışıyordu. Politeknik’te profesörlerin her biri araştırmacıydı ve ders kitapları yerine kendi araştırmalarını izliyorlardı. Ders notu hiç tutmayan Einstein, hayat boyu arkadaşı kalacak olan Marcel Grossman’in titizlik ile tuttuğu ders notları sayesinde sınavları başarılı bir şekilde geçebilmişti.

Einstein Politeknik’te ileride eşi olacak olan Sırp kökenli Mileva Marić ile tanıştı. 1896’da bir dönem eczacılık okuduktan sonra fizik bölümüne geçmişti. Einstein’ın ilk senesinde sınıf arkadaşıydılar ve bu dönemde ikisi arasında romantik bir ilişki başlamıştı. Üniversitedeki son senelerinde evlenmeye karar verdiler. Einstein ve Mileva çoğu zaman birlikte fizik çalışıyorlardı, kitaplar inceliyor ve tartışıyorlardı. Mileva Maric'in Einstein'ın ilerideki makalelerine katkıları olduğu iddia edilmiş olsa da bu iddialara yönelik kanıt bulunamamıştır.

Çiftin üçüncü senesinde Einstein, Profesör Heinrich Weber’in elektroteknik laboratuvarı dersini aldı. Derste sadece zorunlu deneyleri değil, kendi tasarladığı deneyleri de yapıyordu. Sadece laboratuvarda kendi çalışmalarını yapmak için başka bazı derslere girmediği oluyordu. Einstein Weber’in fiziğe giriş derslerini beğeniyordu ama daha ileri fizik konularındaki derslerini yetersiz bulmuştu. Weber Maxwell’in elektromanyetik kuramı hakkında hiç konuşmuyordu. Einstein bu dönemde saygısız ve ukala olmaya başlamıştı. Einstein bu tavrının cezasını mezuniyet sonrası çekecekti. Weber Einstein’ın üniversitede akademik bir pozisyona yerleşmesine engel olmuştu. Weber’in elektrik ve manyetizma derslerinden hayal kırıklığına uğrayan Einstein, bu konuları kendi başına çalışmaya karar verdi. Elektromanyetizm konusunda pek çok kitap edindi ve bunları kendi başına çalıştı. Bu dönemde Einstein ayrıca o dönemde oldukça yaygın olan esir fikri hakkında şüpheci bir şekilde düşünüyordu.

1900 yılında Einstein üniversiteden fizik diploması ile mezun oldu. Üniversitede bir asistanlık pozisyonu bulmak istiyordu, böylece doktorası için araştırma yapabilecekti. Fakat üniversite yıllarında pek çok profesörünü isyankar tavırları ile kızdırmıştı. Profesörleri ayrıca Einstein’ın derslere girmemiş olmasından, kendi istediği konuları çalışmasından hoşlanmamıştı. Profesörler tavsiye mektuplarını yazdıktan sonra Einstein Politeknik’te bir pozisyon bulamadı. Başka üniversitelerde, kendi araştırma makalelerini göndererek pozisyonlar aradı ama hiç olumlu cevap alamadı.

Bern Patent ofisi

Mezun olduktan sonra Einstein iki yılını sıkıntılı bir şekilde bir öğretmen işi bulmak için harcadı. Eski bir sınıf arkadaşının babası kendisine Bern’de bir patent ofisinde, asistan müfettiş olarak iş buldu. Elektromanyetik cihazlar için patent başvurularını inceledi.

Patent ofisinde işinin büyük kısmı elektrik sinyallerinin aktarımı ve elektriksel-mekanik zaman eşgüdümü ile ilgili sorular hakkındaydı. İki teknik soru hakkında yaptığı düşünce deneyleri, Einstein’ın ışığın doğası ile zaman, uzay ve zamanın ilişkisi hakkında radikal sonuçlara varmasını sağlamıştır.

Bern’de tanıştığı birkaç arkadaşı ile ismini mizahi bir şekilde “The Olympia Academy” koydukları küçük bir tartışma grubu oluşturmuş, bilim ve felsefe hakkında tartışmak için düzenli olarak buluşuyorlardı. Okudukları arasında Henri Poincare, Ernst Mach ve David Hume vardı, bu isimler kendisinin bilimsel ve filozofik bakış açısını oldukça etkilemişlerdir.

1909'da patent ofisindeki işinden ayrılmış ve Zürih Üniversitesi'nde kuramsal fizik profesörü olmuştur.

Mileva Maric ile evliliği

Politeknik'ten sınıf arkadaşı Mileva, hamile olduğu için eğitimini yarım bırakmak zorunda kalmış ve 1902’de Novi Sad'a ailesinin yanına giderek bir kız çocuğu dünyaya getirmişti. Lieserl adı verilen kızlarının akıbeti meçhuldür; hastalanarak ölmüş veya evlatlık verilmiş olabilir. Albert Einstein Bern Patent ofisinde çalışmaya başladığı sırada Mileva yanına geldi ve çift evlendi (1903). Bu evlilikten Hans Albert (D: 1905) ve Eduard (D:1909) adlarında iki oğlu dünyaya geldi. Einstein'in 1912’de teyzesinin kızı Elsa Loewenthal ile yaşamaya başladığı ilişki üzerine Mileva ile evliliği bozuldu; 1914’te ayrı yaşamaya başlayan eşinden 1919’da boşandı.

Annus Mirabillis

1905, Einstein'ın hayatının en verimli yılı olmuştur ve bu yıla "annus mirabillis" (Latince mucizevi yıl) denmektedir. Bir yıl içerisinde Annalen der Physik dergisinde yayımladığı dört makale, modern fizik anlayışında devrim yaratmıştır. Bu makaleler:

Yayın Tarihi

Almanca

Türkçe

Konu

Önemi

9 Haziran

Über Einen die Erzeugung und Verwandlung des Lichtes betreffenden heuristischen Gesichtspunkt

Işığın Oluşumu ve Dönüşümü Üzerine Bir Görüş

Fotoelektrik etki

Planck'ın "Kara Cisim Işıması" çıkmazına çözüm olarak önerdiği, radyasyonun kuantalardan oluştuğu tezinin ışık için de geçerli olduğunu önerdi ve böylece kuantum kuramının temellerinin atılmasına önemli bir katkı sağladı.

17 Temmuz

Über die von der molekularkinetichen Theorie der Wärme geoforderte Bewegung von ruhenden Flüssigkeiten suspendierten Teilchen

Durağan Bir Sıvı İçindeki Asıltı Parçacıklarının Moleküler Kinetik Kuramı Çerçevesindeki Hareketleri Üzerine

Brown hareketi

Atomların varlığına bir kanıt sundu ve istatistik fizik alanına destek sağladı.

26 Eylül

Zur Elektrodynamik bewegter Körper

Hareketli Cisimlerin Elektrodinamiği

Özel görelilik

Maxwell'in elektromanyetik denklemleri ile mekanik yasalarını bağdaştırdı, ışık hızının her referansa göre sabit olduğunu önerdi, esirin varlığını reddetti.

21 Kasım

Ist die Trägheit eines Körpers von seinem Energieinhalt abhängig?

Bir Cismin Eylemsizliği Enerji İçeriğine Bağlı mıdır?

Kütle-enerji eşitliği

Kütle enerji eşitliğini ünlü formülü ile gösterdi, ışığın gravitasyon ile bükülebileceğini açıkladı.


Akademik kariyeri

1908’de artık oldukça tanınmış, büyük bir bilim adamı olarak tanınıyordu ve Bern Üniversitesinde öğretmen olarak atanmıştı. Sonraki sene patent ofisindeki işinden ve öğretmenlikten ayrıldı ve Zürih Üniversitesinde fizik doçentliğine başladı. 1911 yılında Prag’da Karl-Ferdinand Üniversitesinde profesörlük unvanı aldı. 1914 yılında Almanya’ya döndü, Kaiser Willhelm Fizik Enstitüsü'nde yönetici, Berlin Humboldt Üniversitesinde profesör oldu. Bu işlerindeki sözleşmelerinde öğretmenlik görevlerini oldukça azaltan maddeler vardı.

Prusya Bilim Akademisinin bir üyesi olmuştur. 1916 yılında Einstein Deutsche Physikalische Gesellschaft (Alman Fizik Derneği)'ın başkanı olmuştur. (1916-1918)

1911 yılında, yeni genel görelilik kuramına göre, başka bir yıldızın ışığının güneş tarafından kırılacağını hesaplamıştır. Bu tahmini sonradan Arthur Eddington’un 1919’daki güneş tutulması gözleminde doğrulanmıştır. Bu olayın uluslararası basında haberleşmesi, Einstein’ı dünyaca ünlü yapmıştır.

1921 yılında Einstein Nobel Fizik Ödülü’ne layık görülmüştür. O dönemde görelilik hala tartışmalı görüldüğü için, ödül fotoelektrik etkisini açıklaması nedeniyle verilmiştir. 1925 yılında da Royal Society tarafından Copley Medal almıştır.

Elsa Einstein ile evliliği

Mileva Maric ile evliliği sırasında kuzeni Elsa ile bir aşk ilişkisi yaşayan Einstein, 1919'da Mileva'dan boşandıktan birkaç ay sonra onunla evlendi. Çiftin çocukları olmadı ama Einstein Elsa'nın önceki evliliğinden olma Ilse ve Margot adlı iki kızını kendi kızları olarak benimsedi. Aile, ABD'ye göçene kadar Berlin'de yaşadı; yazları ise Potsdam yakınındaki yazlıklarında geçirdi.

Amerikan vatandaşlığı ve Princeton, New Jersey

Einstein, Nisan 1933’te Amerikan üniversitelerini ziyaret ederken, Alman hükümetinin Yahudileri üniversitelerde öğretmenlik dahil bütün resmi konumlardan men ettiğini öğrendi. Bir ay sonra Naziler kitap yakma kampanyalarına başladı ve Einstein’ın eserleri de yakılanlar arasındaydı. Einstein bu gezisinde Almanya'ya bir daha geri dönmeyeceğini söyledi.

Mart 1933’te Avrupa’ya döndüğünde birkaç ay Belçika’da kaldı, sonrasında geçici olarak İngiltere’ye geçti. Aynı yıl ABD’ye göç etmeye karar verdi. Princeton, New Jersey’de, Institute for Advanced Study’de görev aldı ve 1955’te ölümüne kadar burada kaldı. Burada kendisi bir birleşik alan kuramı geliştirmeye ve kuantum fiziğinin kabul edilmiş yorumlarını çürütmeye çalıştı. Bu iki girişimi de başarısız oldu.

Manhattan Projesi

1939 yılında, fizikçi Leo Szilard dahil bir grup Macar bilim adamı Nazilerin atom bombası araştırmaları konusunda Washington’u uyardı. Grubun uyarısı ciddiye alınmadı. 1939 yazında, Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı başlamadan birkaç ay önce, Einstein prestijini kullanarak Leo Szilard ile birlikte, Başkan Roosevelt’e, Nazi Almanya’sının atom bombası tehlikesine karşı uyarı mektubu gönderdi. Aynı mektupta Amerikan hükümetinin uranyum araştırmaları ve zincir reaksiyonları ile ilgili araştırma yapması tavsiye ediliyordu. Einstein ve diğer mülteci arkadaşları “Alman bilim adamlarının atom bombası yarışını kazanabileceği ve Hitler'in bu silahı kullanmak için oldukça istekli olacağı” konusunda uyarıyordu.

Mektubun ABD hükümetinin savaş öncesi nükleer silahlar hakkında yoğun araştırma yapmasının önemli bir tetikleyicisi olduğu düşünülmektedir. Başkan Roosevelt, Hitler'in önce atom bombasına sahip olması riskini üstlenemezdi. Einstein’ın mektubu ve buluşmaları sonucu ABD bombayı geliştirme yarışına girdi. Savaş sırasında ABD bombayı geliştirebilen tek ülke oldu.

1954 yılında, ölümünden bir yıl önce, bu konuda arkadaşı Linus Pauling’e şunları söylemiştir. “Hayatımda tek bir büyük hata yaptım. Başkan Roosevelt’e atom bombası tavsiyesini yapmak. Ama yine de bir nedeni vardı. Almanların daha önce yapması tehlikesi”.

Ölümü ve beyninin çalınması

18 Nisan 1955’te, Albert Einstein iç kanama geçirdi. İsrail’in kuruluşunun yedinci yıl dönümü nedeniyle bir televizyon konuşmasının taslağını hazırlıyordu ama bitiremeden hayatını kaybetti. Einstein ameliyatı şu sözlerle reddetti, “İstediğim zaman gitmek istiyorum. Hayatı yapay bir şekilde uzatmak tatsız. Ben payımı kullandım, şimdi gitme zamanı ve bunu zarif bir şekilde yapmak istiyorum”. 76 yaşında, Princeton Hastanesi’nde gece saat 01.55'te yaşamını yitirdi.

Otopsisi sırasında Princeton Hastanesi patolojisti Thomas Stoltz Harvey o gece nöbetteydi ve Einstein'ın ölüm nedenini belirlemesi gerekiyordu. Beyni kafatasından çıkardıktan sonra kendi kendine "Bu dünyamız hakkında her şeyi değiştiren beyindir" demiştir. Einstein öldükten sonra vücudunun putlaştırılarak tapılmasını istemiyordu. Fikirlerine ve bilime olan katkısına odaklanması gerektiğine inanıyordu. Bunun için ailesi tarafından öldükten sonra yakılması fikri ortaya atıldı. Harvey bedeni yakılması için hazırladı. Beyni ise kendi sefer tasına koydu ve evine götürdü. Böylece Einstein'ın beyni çalınmış oldu.

Beyni çalınan Einstein'ın ailesi şoktaydı. Hükûmet yetkileri ve Harvey'in meslektaşları ise çileden çıkmıştı. Herkes beynin iade edilmesini istiyordu ancak Harvey bunu kabul etmedi. Bu nedenle de işinden oldu. Ancak Harvey beyni bilimsel araştırmalarda kullanılacağına yemin edince, ailesi bu isteğinden vazgeçti. Daha sonra Einstein’ın kalıntıları ailesi tarafından yaktırıldı ve külleri bilinmeyen bir yere serpildi. Beyni ise Harvey tarafından 1985 yılına kadar hayatının anlamı oldu ve bu yılda beynin bir kısmını o yıllarda beyinle uğraşan bir uzmana gönderdi. Gönderdiği uzman tarafından bulunanlar ise basında bir sansasyona neden oldu. Çalışmalar Einstein'ın beyninde bulunan ve beyin nöronlarını besleyen glial hücrelere odaklanmıştı. Einstein'ın beyninde normal bir insana nazaran daha fazla glial hücre bulunuyordu. Fakat bu konuda bilim adamları farklı fikirler ortaya attılar.

Einstein'ın beyni 53 yıl sonunda çalındığı Princeton Hastanesi’ne geri döndü. Harvey bundan 3 yıl sonra hayatını yitirdi.

Bilimsel çalışmaları

Özel görelilik kuramı

19. yüzyılın sonlarında Michelson-Morley deneyi, ses ve başka dalga olaylarının tersine, ışık hızının referans sistemine göreceli olmadığını göstermişti. O dönemde sesin hava aracılığıyla yayıldığı gibi ışığın da esir denen gizemli bir ortamda yayıldığı düşünülüyordu.

Einstein, ışık hızının sabit olduğunu ve ışığın yayılması için esir ortamının gerek olmadığını ve mekan zaman ve hareketin izafi olaylar olduğunu düşündü. Çalışmalarının sonucuna varırken iki ilkeyi varsaydı: görelilik ilkesi sabit hızla hareket eden bütün gözlemciler için geçerlidir ve ışığın hızı bütün gözlemciler için c'dir. Einstein'ın kuramı ile sabit hızla hareket eden iki gözlemcinin matematik hesap ile aynı olayın gözlemcilere göre yer ve zamanı belirlenebiliyor. Bu kuram, Newton'un her yerde aynı işleyen, herkes için aynı "mutlak zaman" fikrini yıkıyordu. E=mc² düşüncesinin kökeni bu kuramdır.

Genel görelilik kuramı

Özel görelilik kuramı düzgün, doğrusal ve ivmesiz hareket eden sistemlerle sınırlıydı. Genel görelilik kuramı ise birbirine göre ivmeli hareket eden sistemleri de kapsıyordu. Birinci kuram, kapsamı daha geniş olan ikinci kuramın özel bir hali sayılabilir.

Genel görelilik, gravitasyon kavramına yeni bir bakış açısı getirdi. Klasik mekanikte gravitasyon, kütlesel nesneler arasında çekim gücü olarak algılanıyordu. Örneğin dünyayı yörüngede tutan, kütlesi daha büyük Güneş'in çekim gücüydü. Genel görelilik kuramına göre ise gezegenleri yörüngelerinde tutan, yörüngenin yer aldığı uzay kesiminin Güneş'in kütlesel etkisinde kavisli bir yapı oluşturmasıdır. Genel kuram ayrıca gravitasyon ile eylemsizlik ilkesini "gravitasyon alanı" adı altında birleştirdi.

Kütle-enerji eşitliği

Albert Einstein, enerjinin ışık hızının karesiyle maddenin kütlesinin çarpımına eşit olduğunu bularak kendisine kadar süregelen bir yargıyı yıkarak bilim dünyasında yeni bir çığır açmıştır. Ondan öncesinde kütle ile enerji arasında bir bağlantı kurulmamıştır ve ayrı olgular oldukları varsayılmıştır. 19. yüzyılda kimyagerlerin hassas aygıtları olmadığı için kimsenin dönüşüm sonrası kütle kaybından haberleri yoktu. Basit tepkimeler sonrası oluşan kütle kaybı fark edilememişti. Einstein ise bütün bilinenleri yıkarak çağdaş bilimin temel taşlarını atmıştır. Ona göre her şey enerjidir, yani maddeler de çok yoğun enerjilerdir. Kimyasal reaksiyonlar sonrası küçük de olsa kütlenin bir kısmı enerjiye dönüşmektedir. Bu durumu açıklamak için eşitliğin az farklı formülasyonu E=mc² ilk defa Albert Einstein tarafından 1905'te ünlü makalelerinde yayımlanmıştır. Aynı yıl önermiş olduğu özel görelilik kuramının bir sonucu olarak türetmiştir.

Fotoelektrik etki

Einstein öncesinde ışık, kimi bilim adamları tarafından tanecikler akımı, kimileri tarafından da dalga devinimi olarak nitelendirilmişti. 19. yüzyılın başlarında Young’la başlayan, Fresnel ve daha sonra Faraday ve Maxwell’in çalışmalarıyla pekişen deneyler dalga kuramına belirgin bir üstünlük sağlamıştı.Einstein’ın fotoelektrik çalışması, bu gelişmeyi tersine çevirmiş, hem de Planck’ın 1900’de ortaya sürdüğü kuantum teorisini de çarpıcı bir biçimde doğrulamıştır.

Üzerine ışık düşen bazı maddeler elektron salıyorlardı. Parlak ışıklar daha fazla elektron salıyor fakat enerjileri artmıyordu. Sarı ve kırmızı ışıklar pek az elektron salıyorlardı. Klasik fizik bu durumu dalga kuramı ile açıklayamıyordu. Einstein bu soruna Planck kuramını uyguladı. Sonradan foton adı verilen belirli enerjili bir kuanta, maddenin atomu tarafından soğrulmakta, böylece belirli enerjide bir elektron atomdan alınmaktadır.

Einstein bu çalışması nedeniyle 1921 yılında Fizik Nobel Ödülünü kazanmıştır.

Brown hareketi ve istatistiksel fizik

1850’lerde İngiliz botanikçisi Robert Brown, mikroskoplarla polenleri incelerken, taneciklerin su içinde rastgele sıçramalarla devinim içinde olduğunu gözlemledi; fakat bu gözlem 1905'e dek açıklamasız kaldı. Molekül kavramı yeni değildi; ancak en güçlü mikroskop altında bile görülemeyecek kadar küçük olan moleküllerin varlığı, ilk kez bu açıklamayla kanıtlanmış oldu.

Brown'a göre asıltının içinde bulunduğu su, Maxwell ve Boltzman kinetik kuramı çerçevesinde hareket eden moleküllerden oluşuyorsa asıltı parçacıklar gözlendiği gibi titreşirler. Su içindeki bütün cisimler her yönden ve sürekli olarak moleküllerle itilirler.

Einstein hareket ile molekül büyüklüğü arasındaki matematik ilişkiyi saptamış ve böylece molekül ve atomların büyüklüğünü hesaplamak mümkün olmuştu. Bu açıklamadan üç yıl sonra Perrin, Brown hareketi üzerinde deneyler yaparak Einstein’ın hesaplarını doğruladı.

Bose-Einstein istatistiği

Einstein ve Hint fizikçi Nath Bose, 1925'te yoğun bir gaz kütlesinin mutlak sıfır sıcaklığına düşürüldüğünde, atomlar kendi özelliklerini kaybedecek, bir bütün halinde dev bir tek atoma dönüşecekleri sonucuna vardılar. Bose’un fotonlar için kullandığı metotları ayırt edilemez parçacıklar için genelleştiren Einstein, yaptığı çalışmalarda etkileşmeyen parçacıklardan oluşan bozon gazının tek bir kuantum durumuna yoğuşabileceğini göstermiştir.

Kuantum fiziği ve belirsizlik ilkesi

1930 yılında belirlenemezlik ilkesinin zaman ve enerjinin aynı anda ve doğru olarak saptanamayacağı anlamına geldiğini fakat bunun bir deney ile geçersizliğinin gösterilebileceğini açıklıyordu. Bunu dinleyen Bohr, uykusuz bir geceden sonra Einstein’ın düşünüşündeki hataları bularak “belirlenemezlik ilkesinin” yaygın olarak kabulünü sağlıyordu.

Niels Bohr ile tartışmaları

Fotoelektrik olayını açıklayan Einstein kuantum kuramının gelişimine büyük katkıda bulunmuştu ama kuramın geliştiği yönden hiç memnun değildi. Heisenberg’in belirlenemezlik ilkesini kabul etmiyor, Tanrı zar atmaz diyordu. Niels Bohr da kuantum kuramının gelişmesinde önemli rol oynamış fizikçilerden birisiydi ve Einstein'ın bu fikirlerine katılmıyordu. Einstein ve Bohr arasında birbirine saygılı bir biçimde, dostça bir tartışma sürdü. Einstein çeşitli düşünce deneyleri ile kuantum kuramının belirlenemezlik ilkesini çürütmeye çalışıyordu fakat Bohr bu eleştirilere tutarlı cevaplar vererek Einstein'ı ve dünyayı ikna ediyordu. Einstein sonradan belirsizlik ilkesini çürütmeye çalışmaktan vazgeçmiş ve kuantum mekaniğinin fiziksel gerçekliği anlatmakta yetersizliği fikrini savunmaya başlamıştır.

1927 yılında Solvay Konferansında Einstein ile Bohr arasında geçen o sıcak tartışmaların özünde temel kuram ve yasalar bulma saplantısı, yani son bilgi saplantısı yatıyordu. Bu çaba mutlak olanı bulma çabasıydı.

Kozmoloji

Einstein evrenin sabit olduğunu düşünüyordu ve parametreler arasındaki çelişkiyi çözmek için kuramına kozmolojik sabit eklemişti. Einstein sonradan belirsizlik ilkesini çürütmeye çalışmaktan vazgeçmiş ve kuantum mekaniğinin fiziksel gerçekliği anlatmakta yetersizliği fikrini savunmaya başlamıştır. Sonrasında evrenin sürekli genişlediği anlaşılınca Einstein bu sabiti "en büyük hatam" olarak nitelemiş ve denklemlerinden çıkarmıştır.

Birleşik alan kuramı

Einstein, Princeton'da fizik çalışmalarını sürdürürken, genel göreliliği elektromanyetik kuramına bağlayan bir birleşik alan kuramı üzerinde çalışmış ama başarılı olamamıştır.

Politik görüşleri

Einstein Almanya'da doğmuş bir Yahudi olarak Nazilerin yükselişi, iktidarı ve Holokost döneminde yaşamıştı. Bu nedenle ABD'ye göç etmiş ve büyük bir Nazi karşıtı görüş geliştirmiştir. Bilim adamlarına Nazi baskısının artması üzerine 1933 yılında Atatürk'e mektup 21 Eylül 2013 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. yazarak Türkiye'ye kabul edilmelerini istemiştir; bunun sonucunda gelen yüzlerce Yahudi bilim insanı Türk üniversitelerine büyük katkı sağlamıştır. Yine ABD başkanına mektup yazarak ABD'nin Almanya'dan önce nükleer silah geliştirmesi gerektiği tavsiyesinde bulunmuştur. Yahudilerin kendi ülkelerine sahip olması gerektiğine inanmış ve İsrail'in kuruluşunu desteklemiştir. Ama bu devletin sınırları ve bir ordusu olmasına karşı çıkmış ve Araplar ile birlikte iki uluslu bir ülke olması gerektiğini savunmuştur.

Einstein, sosyalizm hakkında övgü dolu sözler söylemiş ve bütün dünyanın tek bir hükûmet altında toplanması fikrini ifade etmiştir. Soğuk Savaş'ın başlaması ile ABD'deki anti-komünist politikalarını ifade özgürlüğünü kısıtlayacak derecede olmaları nedeniyle eleştirmiştir. Kendisi ayrıca Bertrand Russell ile birlikte bir anti-nükleer manifesto yayımlamıştır.

Niçin Sosyalizm yazısında kapitalizmi şu şekilde eleştirmiş ve sosyalizmi savunmuştur.

Bana kalırsa kapitalizmin en büyük kötülüğü bireylerin sakatlanmasıdır. Tüm eğitim sistemimiz bu beladan muzdariptir. Gelecekteki kariyerine hazırlanmak için açgözlü bir biçimde başarıya tapmak üzere eğitilmiş öğrenciye abartılı bir rekabetçi yaklaşım aşılanır. Ben bu korkunç beladan kurtulmanın tek yolu olduğuna eminim. Bu yol, toplumsal hedefler doğrultusunda yönlendirilmiş bir eğitim sisteminin eşlik ettiği sosyalist ekonominin inşasıdır. Böyle bir ekonomide toplumun kendisi üretim araçlarının sahibidir ve üretim araçları planlı bir tarzda kullanılır. Üretimi toplumun gereksinimlerine uyduran planlı bir ekonomi işi çalışabilir durumda olanlara dağıtır ve erkek, kadın, çocuk herkesin geçimini garanti eder. Bireyin eğitimi, doğuştan sahip olduğu yeteneklerin geliştirilmesinin yanında, günümüz toplumundaki güç ve başarının yüceltilmesi yerine, bireyin içinde çevresindekilere karşı sorumluluk hissi geliştirmeyi hedefler.

Dini görüşleri

Einstein çeşitli röportajlarında ve mektuplarında hiçbir dine inanmadığını ve bütün dinleri çocukça batıl inançlar olarak gördüğünü söylemiştir. Fakat kendisini bir ateist ya da panteist olarak tanımlamayıp değişik zaman dilimlerinde agnostik veya deist görüşler belirtmiştir. Katı bir determinizme inanan Einstein, evrenin yasalarını anlamayı bir tür dini duyguya benzetmiştir. Ancak kendisinin dini fikirleri konusunda tartışmalar hâlen devam etmektedir.

Kendisi bir kitabında dini şu şekilde tanımlamıştır:

Gerçeğin ve onun insan aklına eşsiz biçimde erişebilmesinin mantıklı yapısına duyulan bu inancı "din" kelimesinden daha iyi ifade edecek bir şey bulamadım. Bu inancın olmadığı yerde bilim, yavan bir süreç haline gelir. Eğer rahipler bunu kendi çıkarları için kullanacaklarsa bırakalım da bunu şeytan düşünsün. Bunun için herhangi bir ilaç yoktur.

Albert Einstein, kendi Tanrı görüşünü de şu şekilde dile getirmiştir:

Daha yüksek bir düzenin bütün bilimsel çalışmasının arkasında dünyanın mantıklı veya anlaşılabilir şekilde yaratılmış olduğuna dair, dini duyguya benzer, bir inanç olduğu kesindir... Kendisini deneyim dünyasında ortaya koyan üstün bir akıl içerisinde yer alan bu sağlam, derin duygulara sıkı sıkıya bağlı inanç benim Tanrı anlayışımı anlatmaktadır.

50. yaş gününde, George Sylvester Viereck'e verdiği bir röportajda Tanrı ve din ile ilgili fikirlerini şu şekilde özetlemiştir:

Ben bir ateist değilim ve kendime bir panteist de diyebileceğimi düşünmüyorum. İlgili soru bizim kısıtlı akıllarımız için çok geniş. Biz, pek çok değişik dilde kitapla doldurulmuş bir kütüphaneye giren küçük bir çocuğun durumundayız. Çocuk kütüphanedeki kitapları birisinin yazmış olması gerektiğini bilir. Nasıl yazıldıklarını bilmez. Yazıldıkları dilleri anlamaz. Çocuk, kitapların sıralanmasında esrarengiz bir düzen olduğundan şüphe eder, ama ne olduğunu bilmez. Bu durum, bana göre, en zeki insanın bile Tanrı'ya göstereceği yaklaşımdır. Biz, evrenin muhteşem bir şekilde düzenlendiğini ve belirli kanunlara uyduğunu görmekteyiz, ancak bu kanunları çok bulanık bir şekilde anlayabilmekteyiz.


Popüler kültürde Einstein

Albert Einstein, pek çok popüler kültür ürünü için konu veya bir ilham kaynağı olmuştur.

Einstein'ın 72. yaş gününde, UPI fotoğrafçısı Arthurr Sasse kendisini kameraya karşı gülümsetmeye çalışıyordu. Einstein o gün defalarca kameralara gülümsedikten sonra bu sefer dilini çıkardı. Bu fotoğraf Einstein'ın en ünlü fotoğraflarından biri olmuştur. 19 Haziran 2009'da orijinal fotoğraf bir açık arttırmada 74,324 dolara satılmış ve Einstein'ın en pahalı fotoğrafı olmuştur.

1999'da, Einstein'ın ileri gelen fizikçiler tarafından tarihin en büyük fizikçisi seçilmesinin de etkisiyle, Einstein kelimesi, dahileri tanımlamak için kullanılan bir kelimeye de dönüşmüştür.

Einstein ayrıca kurgu eserlerde çılgın bilim adamı tipleri için de bir model olmuştur. Aşırı ifadeli suratı ve farklı saç modeli çoğunlukla taklit edilmiş ve abartılmıştır. Time Dergisinin yazarı Frederic Golden'a göre Einstein "bir çizgi romancının gerçeğe dönüşmüş hayaliydi".

31 Aralık 1999'daki ayrı bir sayıda Time, Albert Einstein'ı "Yüzyılın Kişisi" olarak seçmiştir.

Kitapları

·         Görelilik; Özel ve Genel Kuram: Popüler Bir Yorum, 1920.

·         Görelilik’in Anlamı, 1921.

·         Tek Atomlu Đdeal Gazların Kuantum Kuramı, 1924.

·         Brown Hareketi Kuramı Üzerine Araştırmalar, 1926.

·         Siyonizm Hakkında, 1930.

·         Niçin Savaş, 1933.

·         Gördüğüm Kadarıyla Dünya, Denemeler, 1934.

·         Felsefem, 1934.

·         Fiziğin Evrimi, Leopold Infield ile birlikte, 1938.

·         Otobiyografik Notlar, Denemeler, 1949.

·         Denemeler, 1950.


Makaleleri

·         Über Einen die Erzeugung und Verwandlung des Lichtes betreffenden heuristischen Gesichtspunkt (Işığın Oluşumu ve Dönüşümü Üzerine Bir Görüş), 1905.

·         Über die von der molekularkinetichen Theorie der Wärme geoforderte Bewegung von ruhenden Flüssigkeiten suspendierten Teilchen (Durağan Bir Sıvı İçindeki Asıltı Parçacıklarının Moleküler Kinetik Kuramı Çerçevesindeki Hareketleri Üzerine), 1905.

·         Zur Elektrodynamik bewegter Körper (Hareketli Cisimlerin Elektrodinamiği), 1905.

·         Ist die Trägheit eines Körpers von seinem Energieinhalt abhängig? (Bir Cismin Eylemsizliği Enerji içeriğine Bağlı mıdır?), 1905.

·         Zur Theorie der Brownischen Bewegung (Brown Hareketi Kuramı Üzerine), 1906.

·         Zur Theorie der Lichterzeugung und Lichtabsorption (Işığın Salınımı ve Soğurumu Kuramı Üzerine), 1906.

·         Plancksche Theorie der Strahlung und die Theorie der Spezifischen Wärme (Işınımın Planck Kuramı ve Özgül Isı Kuramı), 1907.

·         Entwurf einer verallegemeinerten Relativitätstheorie und einer Theorie der Gravitation (Bir Kütle Çekimi Kuramı ve Genelleştirilmiş Görelilik Kuramına Bir Gönderme), 1913.

·         Die Grundlagen der allgemeinen Relativitätstheorie (Genel Görelilik Kuramı'nın Temelleri), 1916.

·         Quantentheorie der Strahlung. (Kuantum Kuramı), 1917

Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!