Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


İcatlar-Keşifler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İcatlar-Keşifler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

04 Haziran 2021

Telefon: İcadından bugüne

Graham Bell, 1876’da telefonu icat ettiğini duyurduğunda bilim ve iş dünyası çok heyecanlanmış, insan uygarlığının gelişimi doğrultusunda alev alev yanan kor bir ateş yakıldığının farkına varmıştı. Ünlü mucit ilk hattı sevgilisi Allessandra Lolita Oswaldo’nun evine çekti ve adının baş harflerini birleştirip ALO diye seslenerek zaferinin tadını çıkardı.

İletişim denince aklıma ilk gelen aygıt, telefon… Neden diye soruyorum kendime. İletişim için kullandığım birçok araç varken elimin altında, neden başka bir aygıt değil de telefon…

Temelden başlamakta, yani öncelikle ansiklopedik tanımına bakmamızda yarar var. Telefon, Vikipedi’de ‘birbirinden uzak yerlerde bulunan kişiler ve düzenekler arasında bilgi alışverişini sağlayan elektrikli ses alıp verme aygıtı’ olarak tanımlanıyor.

Ad, Yunancadaki telos (uzak) ile phone (ses) sözcüklerinin birleşimiyle oluşturulmuş. Birbirini duyamayacak kadar uzakta olan insanların haberleşmelerini sağlama, birbirlerini duyamadıkları için yaşadıkları sorunları sona erdirme, iletişimi geliştirme veya insan yaşamını kolaylaştırma gibi dürtülerle yola çıkılmış olsa gerek.

Alexander Graham Bell, 1876 yılında telefonu icat ettiğini duyurduğunda bilim ve iş dünyası çok heyecanlanmış, insan uygarlığının gelişimi doğrultusunda alev alev yanan kor bir ateş yakıldığının farkına varmıştı. Bu sesli mucize, uzun yıllar boyunca, insanoğlunun cansız dostları arasında çok seçkin bir yere sahip oldu. Ünlü mucit ise ilk hattı sevgilisi Allessandra Lolita Oswaldo’nun evine çekti ve adının baş harflerini birleştirip ALO diye seslenerek zaferinin tadını çıkardı.

Alo denilen güne gelene kadar insanoğlu nasıl haberleşmişti?

Yazılı tarih öncesine dek geriye sarıyorum zamanı… On binlerce yıl önce insanoğlu birbirinden uzaktayken tamtamlar aracılığıyla iletişim kuruyordu. Evet, biri bugünkü vurmalı çalgıları andıran, tamtam dediğimiz cisme elleriyle vurup ses üretir, diğeri o sesleri dinleyip anlam verir, aynı yöntem ile yanıtını gönderirdi.

Bin yıllar sonra ateşi bulan insan, uzaktan uzağa duman aracılığıyla iletişim kurmaya başladı. Sözgelimi, Çin Seddi’nde emirler bir kuleden ötekine duman aracılığıyla aktarılırdı. Üstelik bu yöntemle 750 kilometre uzaklığa dek ulaşılabilindiği söyleniyor.

M.Ö. 3200 yıllarından itibaren yaygın olarak kullanılan başka bir yöntem de ulaklardı. Ulak at sırtında gidip gelir, sözlü veya yazılı olarak haberi sahibine iletirdi. Güvenli ve etkin bir yöntemdi. Örneğin, Robert Marshall, ‘Doğudan Yükselen Güç Moğollar’ kitabında, Cengiz Han döneminde ulakların etkin kullanımını Moğollar’ın dünyaya egemen olmalarını sağlayan nedenlerden biri olarak belirtmekte.

Güvercinler

Öte yandan M.Ö. 1200’lü yıllarda, Mısırlılar çok özgün bir yöntem buldular ve uzun mesafeleri özel eğitilmiş güvencinlerin kanatlarıyla kısaltmayı başardılar. Güvercinlerin ayaklarına bağlanan veya gagasına konulan kağıtlar aracılığıyla diyardan diyara haberler uçurdular. Bu yöntem birçok uygarlık tarafından uzun yıllar boyunca kullanılmış aslında.

Örneğin, Selçuklular’ın Birinci Haçlı Seferi sırasında, Selahaddin Eyyubi’nin de Akka Kuşatması boyunca ‘Bağdadi güvercinleri’ denen özel yetiştirilmiş kuşlar aracılığıyla haberleştikleri bilinmekte.

Telefondan önce Telgraf icat edildi. Bu icat çığır açtı. 

Telefonun öncesi, böyle bir öykü işte… Derinden düşünmeye başlayınca, huyumdur, aklım hemen çocukluğuma gider, gözümün önünde çocuk halim canlanır. İşte, gözümün önünde duruyorum yine. Sevgili altı yaşındaki ben… Evimizdeki ilk telefonumuza bakıyorum şu anda. Çocukluğum, Bell’in icadının yaklaşık yüz yıl sonrasına denk gelir. Her aygıt gibi, telefon da icat edilmesinden sonra görünüm, işlev ve yarar ekseninde sürekli olarak gelişim yaşamış tabi.

Alexander Graham Bell’in adına radyafon koyduğu ilk aygıt, iki insan eli genişliğinde, dikdörtgen ve yatay bir tabana oturtulmuştu. Bugünkü megafonu andıran bir görünüme sahipti. İlerleyen yıllarda teknolojinin de katkısıyla yeni tasarımlar sunulmuş. Bunların arasında en tutulanı şamdan telefon denilen tasarım olsa gerek. Bu tasarımda konuşmayı karşı tarafa ileten parça gövdeye takılmışken karşı tarafın sesini duymayı sağlayan parça gövdeye kordonla bağlıydı.

Klasik çevirmeli telefon



Neyse uzatmaya gerek yok, çocukken evimizde kullandığımız aygıt her ikisinden de farklıydı. Teknolojik açıdan daha gelişmiş olduğunu söylememe gerek yoktur sanırım. Konuşma ve duyma, bana adının ahize olduğu söylenen uzun ve iki başlı parça aracılığıyla gerçekleştirilirdi.

Ahize gövdeye kordonla bağlıydı, gövdenin üzerine konurdu. Başlardan biri konuşma, diğeri duymayı sağlardı. Telefonumuz uçuk yeşil renkliydi. En çok sevdiğim yanı aygıtın ortasındaki, dönen, gerdanlığı andıran delikli yuvarlaktı. Ahizeyi tutup kaldırınca hat almayı sağlayan düğmeler serbest kalır, böylece hat konuşmaya açılırdı.

İşte benim hoşuma giden kısım o an başlardı. Ahizeyi kaldırıp kulağıma koyar, hattın açıldığını belli eden aralıksız sesi duyunca ‘numarayı çevirmek’ denilen işlemi yapmaya başlardım. Başka bir deyişle, parmağımı birer birer numara deliklerine sokup yuvarlağı çevirir, yuvarlağın her dönüşünde kulağıma dayalı olan ahize aracılığıyla çevirme sesini dinlerdim.


Zaman zaman şaşıyorum kendime; bu kadar basit bir şey neden bu kadar zevkliydi acaba? Çocukluk işte… Yaşım büyüyüp ortaokula geçtiğim sıralarda çevirmeli telefonların yerine tuşlu telefonlar gelmiş, çevirme sesi yerini tuş sesine bırakmıştı. Yoksul veya varsıl olsun, herkesin evinde bir telefon vardı artık. O sıralarda sesli iletileri ve arayan numaraları kaydeden telefonlar da çıktı piyasaya. Bunlar evlerde ve daha çok işyerlerinde kullanılmaya başlandı.

Telefon etmek isteyenler en yakın PTT binasına giderdi

Şimdi, eskilerde kalmış bir olaya daha değineceğim. Herkesin evinde telefon olmadığı çocukluğuma denk gelen yıllarda, telefon etmek isteyenler sokaklardaki telefon kulübelerine veya en yakındaki PTT binasına giderlerdi. O zamanlar kamuya açık aygıtlar jeton denilen madeni para benzeri bir nesneyle çalışırdı, boyutları ev telefonlarından daha büyüktü, duvara asılırlardı.



Telefon kulübesi denilen iki metre boylarında, yetişkin insan bedeni genişliğinde, ana gövdesi metal, cam veya saydam plastikten büyük pencereleri olan ufak yerlerin içinde bulunurlardı. Duraklar veya meydanlar gibi işlek bölgelerde yan yana birçok telefon kulübesi vardı. Haftasonları önlerinde oluşan uzun kuyruklar o günlerin alışılagelmiş manzaraları arasındadır. Dışarıdayken dünyayla bağlantılı kalmanızı sağlardı bu kulübeler.

Sözgelişi, dışarı dolaşmaya çıktım, canım sinemaya gitmek istedi ama yalnız başına sinema salonunda ne yapacağım ki? Hemen en yakın telefon kulübesine gider, evi yakında olan bir arkadaşımı arar ve beraber sinemaya gitmeye davet ederdim. Bu eğlenceli bir örnek tabii. Bir de cüzdanını yan kesiciye kaptıran var. Fark ettiği an koşa koşa sıraya girer, sıradaki insanlara durumu anlatır. Herkes elindeki telefon kartını uzatırdı, kenara çekilip en ön sırada yer açarlardı hemen. Telefon kulübeleri sosyalleştiğimiz yerlerdi. Tanışmayan insanların sohbet ettiği, en canlı maç muhabbetlerinin kaynatıldığı, paylaşımcılığın en yoğun yaşandığı yerlerdi.

Umumi telefonun güzelliklerinden söz açmışken; o yıllarda pek gözde olan telefon kartı koleksiyonlarından söz etmesem olmaz. Telefon kartı kartvizit boyutunda, bir yüzü siyah diğer yüzü resimli olurdu. Kıvrılabilirdi, nerdeyse bir milimetre kalınlığındaydı. Koleksiyonculara özel, telefon kartı koleksiyon katalogları hazırlanmaya başlanmıştı o zamanlar. Koleksiyonu saklamak için özel telefon kartı defterleri piyasaya sürüldü; o dönem için yeni olan bu koleksiyon türüyle ilgili gazetelerin kültür eklerinde araştırma yazıları yayınlandığı bile olmuştu. Umumi telefonların kullanımdan kalkmasıyla telefon kartı koleksiyoncuları ilginin zirveye çıktığı o günleri mum ile arar oldu…


Evet, sözü aça aça nerelere kadar geldim yine… Konu biraz dağılır gibi oldu ama; iletişim denince neden aklıma ilk gelen aygıtın telefon olduğunu ayrımsamış durumdayım artık. Konuyu aygıtlardan tamamıyla soyutlayıp kavramsal eksende yaklaşacağım.

İnsan evdeyken, yani köşesine çekilmiş, kendine dönmüşken dış dünyayla bağlantısını sağlıyor telefon. İnsanı insana bağlayan, gülüşmeyi, konuşmayı, ağlaşmayı, hayat kurtarmayı, tebrik etmeyi, kutlamayı, buluşmayı sağlayan çok önemli bir araç. Ayrıca, işyerindeyken insanın yurtdışı veya yurtiçiyle bağlantılı iş ilişkilerini yürütmesini sağlayan, başka bir deyişle, insanların ekmek parası kazanmasını sağlayan, yaşamsal işlevi olan bir araç.

Hepsi bu kadar mı, tabii ki değil. Bu aygıtın benim için ne ifade ettiğini de düşünüyorum şu an. Telefon benim için köprüdür, diyebilirim… Sesimi karşı yana iletir, karşı yandakinin sesini de bana. Arada bir bozulur, onarımcılar gelip onarırlar, hemen işlevine geri dönüp benim için çabalamaya başlar. Yalnız, kötü bir huyu da vardır; sevgi ile nefreti hiç ayırmaz, karşı yanın söylediklerinin hepsini iletir bana. İnsan değil sonuçta, cansız dostlarımdandır. Konuştuğum bana yarar mı yoksa dokunca mı verir, hiç ayrımlayamaz. Bu yüzden bazen çok acımasız bulurum telefonu. Ama, bunun yaptırımını da çabucak uygularım. Severim ama hiç acımam. Karşımdakinin sözlerine kızdım mı, telefonun başını gövdesine sertçe vururum. Sinirimi telefondan çıkartırım, cansız sonuçta. Nasıl olsa canı yanmaz.


Bir de bunun tam tersi var. Konuştuğum annem olur, sevgilim olur veya dostum olur ya o sohbetin keyfine diyecek olmaz. Böyle bir durumda, konuşma biter bitmez telefonumun ahizesini yumuşacık bir hareket ile koyarım gövdesinin üstüne. Bazen üzerini kolonyalı mendille de siler, temizlerim. Evet, işte böyle bir şey telefon…

Bunların hepsi güzel tabii… Peki, telefon yokken yani böyle kolaylaştırıcı bir olanaktan yoksunken insanlar yaşamsal gereksinimlerini nasıl karşılıyorlardı? Birçok şeyin farklı bir işleyişi vardı mutlaka. Örneğin, her semtte bir itfaiye birimi bulunurdu, çünkü itfaiyeyi arama olanağı yoktu. Birisi aniden hastalandı mı, karga tulumba edilir, mahalle sakinleri tarafından çabucak hastaneye yetiştirilirdi. Her gün birbirini görme olanağı olmayan arkadaşlar habersiz ev ziyareti yaparlardı veya haftanın belli bir saati için bir buluşma yerleri belirler, orada düzenli olarak hasret giderirlerdi. Örnekleri sıraladıkça Alexander Graham Bell’e duyduğum saygı artıyor. Buluşu yapmaya yönelten ilham meleğinin elindeki değnek epey sihirliymiş belli ki…

Saydıklarımın yanında, telefonun kendisinden sonraki bilimsel çalışmalara sunduğu aydınlatma işlevi de var tabii ki. Ne demek istediğimi kısaca anlatayım… Bilimciler, 1973 yılında insan uygarlığında çığır açan yeni bir ilke imza attılar, cep telefonu adıyla yeni bir aygıt ortaya çıkardılar. Bu büyük bir devrim olarak tarihe geçmişti ama bununla yetinmediler.

Akıllı telefon



Yalnızca 19 yıl sonra, 1992 yılında, Simon adıyla ‘akıllı telefon’ denilen vazgeçilmez bir araç daha armağan ettiler insan uygarlığına. Akıllı telefon insan yaşamını temelden değiştirdi ama boynuzun kulağı geçmesi misali atasının yazgısını yerle bir etti hiç acımadan. Artık insanların işine yaramadığı için telefon evleri terk etmek zorunda kaldı, telefon kulübeleri sokaklara veda etti. Bugün, zengin özellikleriyle yalnızca işyerlerinde kullanılmakta. Şimdi insanlar anılarında yaşatarak teşekkür ediyorlar telefona.
Ben, insan uygarlığına sunduğu hizmetler ile cep telefonu ve akıllı telefon devrimlerine esin kaynağı olması nedeniyle çok seviyorum onu. Birbirlerini göremeyen insanlar birbirlerinin seslerini duyarak mutluluk verici şeyler üretebildiler onun sayesinde. Ayrıca, yıllarca sağladığı kolaylıklardan ve akıllı telefonun insan yaşamının her boyutunda sağladığı gelişmeleri her gün deneyimlememden kaynaklanıyor sevgim.

07 Mayıs 2021

Telgrafın İcadı

1793 yılına kadar dünyada iletişim ilkel şekillerde yapılmaktaydı. İletişim aracı olarak ayna, posta güvercini, ateş yakmak, mektup gibi birçok ilkel yöntem kullanılıyordu. Günümüze kıyasla kendimizi o zamanın şartlarında düşünürsek, karşımıza pek de iç açıcı bir sonuç çıkmayacaktır. Telgraf günümüzde pek değerli görülmese de o zamanın şartlarında mükemmel bir icat niteliğindeydi.

Claude Chappe, 1792 yılında telgraf adında bir sistem ortaya attı. Tepelerin üzerine kurulmuş kulelerden bir ağ oluşturuldu ve her kulenin üzerinde 49 değişik konuma ayarlanabilen iki uzun kola sahip bir makine vardı. Her konum bir harfe veya bir rakama karşılık geliyordu. Bu sistem çok başarılı oldu. 19. yüzyılın ortalarında Fransa'daki kule ağı yaklaşık olarak 4828 kilometreydi.

1830 yılında Amerikalı Joseph Henry (1797-1878), elektrik akımını teller vasıtasıyla uzaklara taşıyıp, oradaki bir zili çalıştırdı. Zil bir elektromıknatısa bağlıydı. Bu elektrikli telgrafın doğuşuydu.

1832 yılında Amerikalı ressam Samuel Morse, bir yolculuk sırasında kendisine elektro mıknatıstan söz eden bir yolcuyla tanışmıştı. Telgraf üstünde zaten çalışmaları olan Morse, bu sefer elektro mıknatıslı telgraf için çalışmaya başladı.

1835 yılında, Samuel Morse ilk elektromıknatıslı telgrafını yaptı. O telgrafta bulunan elektromıknatısa bağlı bir kalem vardı. Bu kalem kâğıt bir şerit üzerine elektro mıknatıstan aldığı hareketle zig zag çizgiler çiziyordu. Bu sistem pek başarılı değildi.

Daha sonra Morse ve yardımcısı Vail bunu geliştirdiler. Nokta ve çizgilerden oluşan bir kodlama sistemi ortaya çıkardılar. Bu kodlama sistemi, daha sonra tüm dünyada kabul gören Mors alfabesiydi.

O yıllarda telgraf en popüler iletişim aracı oldu. İlk telgraf hattı ise 1843 yılında Washington ile Baltimore, Maryland arasına çekildi.


Telgraf, iki merkez arasında, kararlaştırılmış işaretlerin yardımıyla yazılı haberlerin veya belgelerin iletimini sağlayan bir telekomünikasyon düzenidir.

Elektrikli telgraflar, bir verici, bir alıcı ve ikisi arasına çekilmiş elektrik hattından meydana gelir. Vericiye maniple denir. Maniple, telgraf şebekesindeki elektrik akımını açıp kapayan anahtarlardır. Manipleye basınca devre tamamlanır ve telgraf şebekesinden akım geçer.

Karşı tarafta ise alıcılar vardır. Alıcılar, elektro mıknatıs bobinlerden yapılmışlardır. Elektro mıknatısın karşısında ileri geri hareket edebilen madeni bir çubuk vardır. Bu çubuk elektro mıknatıstan akım geçtiği zaman hareket eder. Çubuğun ucundaki mürekkepli kalem bir kâğıt şerit üzerine nokta (.) veya çizgi (-) şeklinde şekiller çizer.

Sesle çalışan alıcılar da vardır. Bunlar kâğıt bir şeride yazı yazmak yerine, sert bir cisme vurarak tıkırtı çıkarırlar. Tecrübeli telgraf operatörleri, bu tıkırtıları dinleyerek mesajı çözerler. Burada kısa tıkırtı nokta (.), uzun tıkırtı çizgi (-) anlamına gelmektedir.

Samuel Morse tarafından, telgraf yoluyla yollanmış ilk mesaj; 1844.
Mesajda İngilizce "Tanrı ne yaptı?" yazıyor.

10 Şubat 2021

Bisiklet

Bisiklet (Fr. 'Bicyclette' İki dairecikli) ya da popüler olmayan eski adıyla velespit (Fr. 'Vélocipède' Tez Ayak), motorsuz veya elektrik motorlu, iki veya üç tekerleklipedallı, (bazen elektrik motor destekli) insan gücü ile ilerleyen bir ulaşım aracıdır. 19. yüzyıl sonlarında bisiklet anlamında Arapça derrâce sözcüğünün kullanıldığı da belirtilmektedir. Ulaşım ve eğlencenin yanı sıra bisiklet sporunda da kullanılır. BMX, Dağ bisikleti, şehir (hibrit) bisikleti, tandem (çift kişilik bisiklet), tur bisikleti, yol bisikleti gibi türleri vardır. Vitesli ve vitessiz türleri bulunmaktadır.

Bisikletin icadı konusunda tarihçiler arasında tam bir fikir birliği yoktur ve ileri sürülen tarihler tartışmalıdır. Bisiklet, tek bir mucit tarafından icat edilmemiş, tarih içerisindeki pek çok farklı çabanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Leonardo da Vinci'ye ait olduğu ileri sürülen 1492 tarihli bir bisiklet karalamasının 1960'larda Codex Atlanticus'a eklenmiş sahte bir çizim olduğu anlaşılmıştır. 1790'larda icat edilen vélocifère veya célérifère isimli hızlı at arabası aracı, bisikletin atalarından biri olarak kabul edilmez.


Binicisi tarafından itme gücü sağlanan iki tekerlekli ve kanıtları tartışmalı olmayan ilk taşıt, Alman Baron Karl von Drais de Sauerbrun tarafından icat edilmiştir. Drais, 1817 yılında aracı 14 km boyunca kullandı ve 1818 yılında Paris'te sergiledi. Von Drais, aracını Laufmaschine (koşu makinesı) olarak adlandırdı, çünkü tahtadan yapılmış aracın sabit bir gidonu vardı, fakat hareketi sağlamak için pedâlleri yoktu. Binici, ayakları ile yerden güç alıyor, bir denge tahtası binicinin kollarını destekliyordu. Zamanla bu isim yerine draisienne ve velosipede isimleri daha popüler hâle geldi. Draisienne günümüzde birçok dilde tren rayları üzerinde ray boyu kas gücüyle hareket eden aletler için kullanılır. Von Drais aracının patentini aldı, ancak kısa sürede kopyaları Avusturya, Birleşik Krallık, İtalya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi pek çok ülkede türedi.

Londralı Denis Johnson, von Drais'in koşu makinesinden bir adet satın aldı ve İngiltere'de patentini alarak geliştirdi. 300 adet üretip "yaya at arabası" adıyla piyasaya sürdüğü araç, "hobi atı" adıyla ünlendi. Karikatüristler, bu aracı "züppe atı" olarak tanımlıyor ve yoldan geçenler, binicilerle alay ediyorlardı. Hobi atının sadece düzgün yollarda rahatça kullanılabilmesi, emniyet endişelerini gündeme getirdi ve araç, altı ay içerisinde gözden düştü. Drais ve Johnson'ın çabaları, iki tekerlekli bisikletin hareket hâlinde iken dengede kalabileceğini ispatlasa da sonraki 40 yıl boyunca çalışmalar üç ve dört tekerlekli bisikletler üzerinde yoğunlaştı.


İlk büyük oranda seri bisiklet üretimi "Michaux Company" tarafından yapılmıştır. Şirket, yılda yüzkırk bisiklet üretiyordu. Bisikletin ilgi görmesi, dönemin devletlerinin de dikkatini çekmiştir. 1800'lerin ikinci yarısında Fransa Savunma Bakanlığı bisiklet üretimini destek vermiş ve 1871'de imal edilen bisikletler, Almanya ile o zaman yapılan savaşta kullanılmıştır.

Trufaut, içi boş kauçuk lastiğini bulmuş, bunu İskoçya'da eşit çapta tekerlekleri olan komple kadrolu, bilyalı ve millî bisikletlerin yapılması takip edmiş, ardından da ortadan katlanan portatif bisikletler piyasaya çıkmıştır.


İrlanda'da 1888 yılında havalı plastik bisikletler piyasaya sürülmüştür. Bu durum bisiklet endüstrisini geliştirmiştir. Bisiklet üretiminde kullanılan malzemenin fiyatının yüksekliği, işçilik maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle halka inememiştir. 1800'lerin sonundan fabrikaların artması ve seri üretimin hızlanmasıyla maliyetlerde yaşanan düşüş, bisikletin geniş kitlelere ulaşmasını sağladı. Özellikle Belçika, Fransa, İngiltere, İtalya ve İspanya'daki bisiklet fabrikaları, bisikletin bu ülkelerde yaygınlaşmasına ve bisiklet sporunun gelişmesine önayak olmuştur.

II. Dünya Savaşı'nda Avrupa ülkeleri, bisikleti ordu süratinin artırılması için askerî amaçla kullanmışlardır.

Bisiklet o kadar günlük hayat içindedir ki sayısal dünya alfabesi Unicode'da 0x1F6B2 Kod noktası bisiklet ikonu için ayrılmıştır. Bunun HTML entity kodu olarak karşılığı olan 🚲 web sayfasında şu "harfi" gösterir: 🚲

Türleri

Tekerlek çaplarına göre

Bisiklet tipleri birkaç farklı şekilde sınıflandırılabilirler. Bunlardan birisi tekerlek çaplarına göre yapılan sınıflandırmadır. Üç tekerlek çapı şu anda çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunlar 28 inç (710 mm), 26 inç (660 mm), 20 inç (510 mm). Bunların dışında 27 inç (690 mm) çapındaki tekerlekler, uzun yıllar boyunca yol bisikletlerinde kullanılmıştır. 584 milimetre (23,0 in) çaplı 650B olarak tanımlanan tekerlekler de son zamanlarda bâzı üreticiler tarafından kullanılmaya başlanmıştır. 29 inç (740 mm) çaplı tekerlekler dağ bisikletinde yaygınlığı gitgide artmıştır. 2012 yılında olimpiyatlarda birçok dağ bisikleti yarışçısı 29 inç (740 mm) tekerlekleğe sahip bisiklet kullanmışlardır.

Teker çapı sınıflandırmasına göre 28 inç (710 mm) tekerlek çapına sahip bisikletler yol bisikleti, 26 inç (660 mm) tekerlek çapına sahip bisikletler dağ bisikleti olarak kabaca tanımlanır. 20 inç (510 mm) tekerleklere sahip bisikletler BMX bisikletleri 19 inç (480 mm) hacı bisikleti olabildikleri gibi, farklı üç tekerlekli, hatta dört tekerlekli bisikletlerde ve yatay bisikletlerde sıklıkla kullanılırlar.


Kullanım amaçları

Bisikletler kullanım amaçlarına göre de sınıflandırılabilirler. Teker çapı ne olursa olsun, ince tekerlekli ve daha nahif yapılı, asfaltta kullanıma yönelik yapılmış bisikletlere yol bisikleti denir.

Gene tekerlek çapı 622 milimetre (24,5 in) ya da 559 milimetre (22,0 in) olmasına bakılmaksızın (genellikle 559 mm olur), sağlam gövdeli ve dayanıklı parçalardan yapılmış, daha kalın lastiklerin kullanılmasına izin veren bisikletler araziye uygundurlar ve bunlara dağ bisikleti denir. Dağ bisikletlerinin ön süspansiyonlu, ön ve arka süspansiyonlu, süspansiyonsuz tipleri olabilir. Süspansiyon miktarına ve olup-olmamasına göre bisiklet kullanım alanları değişebilir.


Teker çapı 622 milimetre (24,5 in) ya da 559 milimetre (22,0 in) ve son zamanlarda da 622 milimetre (24,5 in) ya da 584 milimetre (23,0 in) olarak üretilen bazı bisikletler, uzun yollarda kullanılmak üzere üretilirler. Bu bisikletlerin ön ve arka kısımlarında çanta taşımaya imkânları vardır. Çamurluklar, rahat sele ve gidonlar kullanırlar. Tek amacı uzun mesafelere binicisini ve binicinin eşyalarını taşımak olan bu bisikletlere tur bisikleti denir.

Teker çapı Türkiye'de 28 inç (710 mm), Fransa, İtalya, İskandinav ülkeleri gibi bölgelerde ise 650B olan bâzı bisikletler vardır ki bunlara şehir bisikletleri denir. Bu bisikletlerin çoğu zaman ön ve arkalarında sepetleri, dinamolu ışıklandırma sistemleri vardır. Avrupa'nın pek çok yerinde genç-yaşlı insanlar şehir içindeki işlerini görmek, bir yerden bir yere gitmek, yük taşımak için bu bisikletleri kullanırlar.

Asıl amacı akrobasi ve bâzı özel yarışlar olan, sağlam yapılı ve 20 inç (510 mm) tekerlekli bisikletlere BMX bisikletleri denir. Bu bisikletler 1980'li yıllardan itibaren ortaya çıkmış ve bütün dünyada popülerlik kazanmışlardır.

İki sürücünün aynı anda binmesine müsaade eden bisikletlere tandem denir. Tandemler, uzun turlardan kısa arazi yarışlarına kadar pek çok farklı alanda kullanılabilirler.

Sürücüsünün arkasına yaslanmasına hatta bâzı durumlarda yatar pozisyonda durmasına müsaade eden bisikletlere yatay bisiklet denir. Yatay bisikletler Türkiye'de yaygın değildir. Yatay bisiklet kelimesi bile bilinmemektedir. Yatay bisikletin İngilizcesi İngilizce: Recumbent Bicycle'dir.

Sadece tek bir tekerleki olan bisikletler de vardır. İki tekerlek karşılığı kullanılan İngilizcesi "İngilizce: Bicycle" olan bisiklet, tek tekerlekten oluştuğu için İngilizcedeki "İngilizce: Unicycle" kelimesinin karşılığı olarak unisiklet kelimesiyle tanımlanmaya başlamıştır. Eskiden sirklerde gösteri amacıyla kullanılan unisikletler, son yıllarda sokak hareket yarışmalardan unisiklet basketbolu, hokeyi ve dağ unisikleti mânâsına gelen "muni" kategorilerine kadar geniş bir alana yayılmış ve giderek dünyada popülerlik kazanmışlardır. Tek tekerlekli bisiklet, yani unisikleti kullanmayı öğrenmek, normal bisiklet kullanmaktan farklıdır.



Elektrikli bisiklet motorda ve pilde yeni teknolojiler (örn. Ni-MH) sayesinde fiyat ve kulanım kolaylığı getirerek bisikleti daha çekici hale kılmaya başlamıştır. Bu yüzden daha uzun mesafeler bisikletle terlemeden ulaşılabilir hale gelmiştir. Buna ek olarak sıkışık trafikte araba içinde hareketsiz yolculuk yerine, daha hür, daha sosyal, daha sağlıklı, daha masrafsız, ve daha çevreci bir seçenek sunması gibi nedenler elektrikli bisikleti daha çekici hale getirmiştir. Elektrikli motor ön teker göbeğine, arka teker göbeğine ya da daha dengeli olsun diye pedallar arasına yerleştirilebilir. Elektrik enerjisinin depolandığı pil kadro içinde saklı veya üzerinde monte edilmiş olabilir. Motor pilden aldığı enerjiyle pedal gücüne yardım ederek sürücünün konforunu arttırır. Kanunun bisiklet süratine ve motor gücüne koyduğu kısıtlamalara uyabilmek ve kullanım kolaylığı için elektrikli bisikletlerde hız ve pedal gücü ölçen, motor yardımının oranını ayarlayan aygıtlar da sistemin parçası olabilir.

İş bisikletleri özellikle yük taşımak için üretilirler. Bâzıları yüz kilo ve üstündeki yükleri taşıyabilecek kadar sağlamdır. Elektrik motor destekli olanları yüklü iken bile zorlanmadan trafiğe de uyabilir. İki veya üç tekerlekli modelleri vardır.

Katlanabilen bisiklet uzunca bir seyahatin ilk ve son kısımlarında kullanmak için, motorlu taşıtta beraber götürülebilme kolaylığı amacıyla daha az yer kaplayacak şekilde kolayca katlanıp, varınca da kolayca açılıp binilebilen bisiklet çeşitlerine denir.

Scooter ya da "kick bike" denilen iki tekerli, oturaksız, bir ayakla üstüne yere yakın basılıp bir ayakla yeri iterek binilen bisiklet çeşitleri de vardır. Daha kısa ve yokuşsuz asfaltlı mesafelere uygundurlar.

Bisiklet donanımı

Bisiklet, çeşitli donanımın bir araya gelmesinden oluşur.

Kadro

Çatı da denir. Karbon, çelik, alüminyum, titanyum gibi farklı malzemelerden yapılabilir. Sağlamlık açısından daha çok bisikletlerde alüminyum ve karbon kadrolar tercih edilir. Alüminyum kadroların en büyük özelliklerinden birisi, hafif olması ve darbeleri emmesidir. Günümüzde karbon fiber kadrolar oldukça yaygın olup alüminyumdan çok daha sert ve çok daha hafiftirler. Bu özelliğinden dolayı dağ bisikleti ve yol bisikletlerinde karbon kadrolar daha çok tercih edilir.

Kadronun yüksekliği binicinin yüksekliğine uygun seçilir. Yüksekliğin ince ayarı oturak çubuğunun uzunluğu ayarlanarak yapılır. Kadronun geometrisi bisikletin ne kadar yüksek dengeli sürülebileceği ve ne kadar yüksek manevra kabiliyeti gösterebileceği gibi özelliklerinin nasıl dengeleneceğine karar verir. Bazı kadrolar arka tekerin kendi maşasıyla kadrodan bağımsız ve amortisörlü hareket edebildiği, engebeler üzerinden sekmelerin vereceği sarsıntıları kadroya ve sürücüye ulaştırmayacak şekilde tasarlanmıştır.


Maşa

Tekerin iki yanına uzanan maşa amortisörlü ya da düz olabilir. Ön veya arkada bulunabilir. Havalı ve yaylı olmak üzere iki çeşittir. Amortisörler sürüş konforu sağlamak, ve tekerin yere temasını peşpeşe zıplamaları önleyerek arttırmak için tasarlanmıştır. Dağdan inerken veya engebeli arazide yardımcı olurlar. Düz maşalar daha çok yol ve şehir bisikletlerinde kullanılır. Bu sebeple en çok tercih edilen amortisörlü olanıdır. Eğer şehirde sürülecekse daha az karmaşık olan düz maşa da kullanılabilir.

Frenler

Hız düşürmek için kontrol hareketiyle dönen tekere sürtünme başlatan frenler ön ve arka tekere uygulanışına göre olmak üzere iki tanedir. Sürtünmeyi gerçekleştirme yöntemi bakımından birçok çeşitleri vardır:

  • Tekerin dışa yakın metal cantının göbeğe bakan iç yüzeyine lastiklerle dışa doğru yüklenerek sürtünen ve yol bisikletlerinde bulunan eski tip U-fren,
  • Tekerin dışa yakın metal cantının yanlara bakan kenarlarını lastiklerle kavrayan V-fren ya da C-fren,
  • yassı balatalarla göbeğe monte edilmiş metal diski kavrayan, ve
  • göbeğin iç yüzeyine dışbükey balatalarla yüklenen.

Fren kontrol hareketini (didona monte edilmiş el freni manivelalarını ellerin kavramasını) lastik ve balatalara ulaştırma yöntemi olarak birçok mekanizma çeşidi vardır:

  • eklemli çubuklarla (en eskisi),
  • çelik spiral boru içinde yağlı çelik kabloyla (en çok kullanılanı),
  • boru içinde hidrolik yağı ile (en güveniliri, ama en ağır ve en karmaşık olanı), veya
  • ters yönde pedal (kontrpedal) ile zinciri ters yönde gererek (en gizlisi, en az bakım gerektireni, ama pedalın serbest geri hareketine izin vermeyeni).

Tekerlek

Bisiklette tekerlek bir ilâ dört tane olabilir. Fakat ikiden farklı sayıda olması hâlinde "bi"siklet adı, içindeki "iki" kelimesinden dolayı uygun olmaz. Üçlü bisikletlerin genelde önde bir, arkada iki tekerleği vardır. Tek tekerlekli olanlar ise genellikle sirklerde gösteri ve akrobasi amaçlı kullanılmaktadır. 30-60 inçkare başına libre (210-410 kPa) dağ bisikletleri için, 90-110 inçkare başına libre (620-760 kPa) yol bisikletleri için uygun basınç ölçüsüdür. Dönüş hızını arttırmak için rulmanlı göbek sistemleri kullanılır. Dağ bisikletlerinde daha dişli lastikler, şehir ve yol bisikletlerinde ise sürtünmesi, dolayısıyla enerji kaybı daha az düz ve dişsiz lastikler tercih edilir. Buzlu ya da sıkıştırılmış kar zeminler için çivili lastik önerilir.

Tekerleğin cantı göbeğine tellerle bağlıdır. Bu teller göbek kenarında bir delikten çıkıp, belli açılarda birbirleri ile kesişerek cant tarafında cant içinden göbeğe doğru uzanan bir meme-somuna vidalanır. Tellerin yarısı göbeğin bir tarafına, diğer yarısı öbür tarafına uzanır. Aynı yana uzanan tellerin yarısı saat yönünde diğer yarısı saate ters yönde eğimle uzanır. Tellerin tümünün gerilimleri her yönde cantı öyle dengeli bir şekilde gerer ki, teker hızla döndüğünde yalpalamaz, ağır yük taşıyabilir. Tellerden biri gevşer ya da koparsa yalpalama görülür, hemen düzeltmek gerekir. Tellere refleks, hız ölçücü gibi şeyler monte edilmiş olabilir. Bazı tekerlekler teller yerine deliksiz bir yüzey kullanır. Telli tekerin üstünlüğü yandan rüzgara yelken olmama, yan darbelere dayanıklılık, hafiflik, ve yalpalamada tamir kolaylığı konularındadır.



Vites donanımı

Sürücünün kas gücünü bisikletin ileriye doğru hareketinde değişik süratlere dönüştürebilen düzenlere vites denir. Vitesler, yol eğimine göre pedal çevirme kolaylığı sağlamak, düzde az pedal hareketi ile bisikleti hızlandırabilmek ve yokuşlarda çok pedal hareketi ile daha kolay tırmanmak içindir. Vites mekanizmaları birçok gelişim evresinden geçmiştir:

  1. İlk bisikletlerde ayak yerdeydi bu yüzden vites mekanizması yoktu (draisine 1817).
  2. Sonra ön teker göbeğinde pedal olanları çıktı (penny farthing 1872). Ön tekeri ayaklar ile çevirebilmek için yarı çapı sürücünün bacak boyuna uyacak şekilde aşırı geniş olmak zorunda idi. Bu yokuşlarda zorluyor, daha kötüsü viraj alırken pedal çevrilemiyordu, ayrıca da yüksek ağırlık merkezi yüzünden düşmeden binmesi daha zordu.
  3. Daha sonra ise iki teker arasında ortada, yani oturağın altındaki bir pedal - aynakol dişlisinin hareketini zincirle arka teker göbeğindeki bir dişliye ulaştıran vitessiz ya da tek vites düzen geliştirildi (rover safety bicycles 1884). Bu daha dengeli çözüm günümüzde en çok kullanılandır.
  4. Zincirle biri öbürünü çeviren bu iki dişlinin çap farkı aynı pedal hareketiyle daha yavaş ya da daha hızlı seyahat olanağı verdiği için daha sonra zincirin değişik çap oranlarındaki dişli çiftleri arasında "derayyör" (Fr. 'dérailleur' raydan çıkartan) yani "zincir aktarıcı" sayesinde sürücünün ihtiyacına göre vites seçimi yapabildiği, çok vitesli düzenler geliştirildi (1950).
  5. Bu gelişmenin son aşamaları olarak da dişli oranlarını ve vites seçim mekanizmasını arka göbek içinde gizleyen, kapalı, bu yüzden daha az bakım gerektiren vites kutuları ortaya çıktı.
  6. Son zamanlarda devinim açılarını didondan belirleyerek değişik metal yüzeyler (örneğin bilyalar) ve şanzıman yağlarıyla istenilen her devinim oranını gerçekleştirebilen basamaksız vites kutuları ..
  7. ve hatta elektrikle çalışan ve sürücünün zorlandığını algılayıp pedal çevirme hızı ve kuvvetini daha rahat bir seviyede tutacak uygun vitese kendiliğinden anında geçebilen otomatik vites kutuları geliştirildi.

Elektrik motoru destekli bisikletlerde, basamaksız ve otomatik vites kutuları, içindeki şanzıman yağlarının debriyaj işlevini kısmen görebilmesi yüzünden daha uygundur.

Bazı bisikletler pedaller ile arka göbek arasında, sarsıntıda dişliden düşen, ve dokunulduğunda lekeler bırakan yağlı bir çelik zincir yerine, hiç yağ gerektirmeyen, su ile yıkanabilen, daha temiz, daha dayanıklı, daha hafif, karbon elyaflı bir kayış kullanmaktadır. Bazılarında ise arabalardaki gibi uçları dişli, kendi ekseni etrafında dönen tahrik mili kullanılmaktadır. Tahrik mili zincirden biraz daha ağır olabilir. Kayış ve tahrik mili aktarıcısız göbek vitesli tasarımlara uygundur, ve montaj bakımından daha karmaşıktırlar. Bu sebeplerden pek yaygın değildirler.

En yaygın olan aktarıcılı, zincirli, açık dişli vites düzenlerinin bisikletlerde 5 vitesten 33 vitese kadar seçenekleri olabilir. Pedallar arasındaki üç dişlinin verimli bir şekilde kullanımının mümkün olmamasından dolayı son yıllarda dağ bisikletlerinde de 2×10 vites seçeneği yaygınlaşmıştır. Yol bisikletlerinde de 2×10 ve 2×11 vites seçenekleri yaygındır. Açık dişli vites sistemi iki bölümden oluşur: ön (aynakol dişlileri) ile arka vitesten (arka vites dişlileri) oluşur. Bunları kontrol etmek için gidon çevresinde iki vites kontrol kolu bulunur; sağ kol arka vitesi, sol kol ise ön vites dişlilerini kontrol etmeyi sağlar. Pedâl devrine göre (optimum 70-90/dk./devir) devir arttıkça vites düşürülür, devir düştükçe vites büyütülür. Ön vitesteki iki ilâ üç dişli setinden küçük dişli, yokuş için gerekli ana vitestir. Ön-orta vites, düz yol için idealdir. Varsa ön büyük dişli ise sürat ana vitesidir. Arka viteslerde ise en büyük dişli yokuş dişlisidir. Vites küçüldükçe düz yol viteslerine ulaşılır. En küçük dişli ise sürat dişlisidir. Başka bir bakışla öndeki ana viteslerin arkadaki dişli kadar farklı seçeneği vardır. Kısaca üç ana dişlinin arkada yedi vites dişlisi olan bir bisiklette 3×7 = 21 vites bulunmaktadır. Sistemde ön küçük vites (yokuş vites ana dişlisi) 1. vites ana dişlisidir. Arka viteste en büyük dişli (yokuş vitesi) 1. vitestir. Dik yokuş için ön ×1, arka 1 kullanılırken düz yol için ön ×2, arka 3-4 ideal dişlilerdir. Sürat için ön ×3, arka 7 ideal dişliler daha uygun olur.
Aksesuarlar
  • Düşme durumunda kafatası ve beyni dayanamıyacağı darbe, ivme, ve sarsıntılardan koruyabilmek için başlık / Kask.
  • Karanlıkta görebilmek ve fark edilebilmek için önden, arkadan ve yandan (tekerlek telleri arasında) görünür kurallara uygun renkte ışık ve refleksler,
  • Çitler, duvarlar, arabalar arasından aniden fırlayabilen çocuk bisikleti önceden görülebilsin diye yüksek flama
  • Tekerleklerin savurduğu şeyler sürücü üzerine veya hassas mekanizmaların içine sıçramasın diye çamurluklar
  • Paça ve etek gevmelerine karşı zincir ve teker için kılıf veya korumalar
  • Binici ya da dayanacak yer yokken bisiklet ayakta durabilsin diye üçüncü destek olarak açılabilir ayak
  • Hırsızlara karşı kilit, kilitli zincir, ve değerli parçaları alet gerektirmeden kolayca sökülüp götürülebilir yapan montaj düzenekleri
  • Seyahat ve bisiklet bakım gereçlerini taşımak için sepet, çanta, sele, askı
  • Ek yolcu (çocuk, bebek, hasta, engelli) veya kargo taşımak için bisiklet Treyleri (ek bisiklet oturağı / arkada ek araba), veya önde kargo sandığı.
  • Trafikte fark ve ikaz kolaylığı için Ayna, zil, düdük, korna, arabaların korumaları gereken mesafeleri gösteren düzenekler
  • Özellikle elektrikli bisikletlerde motor ayarları, harita, GPS, mesafe, ve kalori hesapları, güzergâh kayıtları, ve hırsızlığa karşı uzaktan tedbir için didonda bilgisayar ya da özel uygulama yüklü akıllı cep telefonu için yer.
  • Yol manzarası, trafik, kaza, olay gibi şeyler için, arabalardaki araç içi kamera tarzı, başlık ya da didona takılan, yol boyu kayıtta tutulabilen kamera.

15 Ocak 2021

Radyo

Radyo, elektromanyetik radyo dalgalarındaki ses modülasyonunu önce elektronik ortama sonra da sese çeviren elektronik alettir. Türk Dili dergisinde Kırgız Türkçesinde radyo anlamında kullanılan үналгы /ünalgı/ sözünün Türkiye Türkçesinde kullanılması da gündeme getirilmiştir.




Radyo hemen hemen herkesin evinde bulunan ve sıklıkla dinlediğimiz bir teknolojik alettir. Radyo televizyondan farklı olarak sadece ses iletilen bir teknolojik alettir. Televizyon, radyo ve telgraf birbirleri ile ilişkili olan icatlardır.

Radyoyu Kim Buldu?

Radyo farklı zamanlarda belirli kişiler tarafından bulunmuştur. Radyoyu ilk bulan kişi ise İtalyan mucit Marconi'dir. Marconi üretmiş olduğu ilk radyo prototipi çalışmayı başarmıştır. Aynı zamanda radyonun bulunmasını sağlayan ünlü bilim adamı Nikola Tesla ve Olivie Lodge'de yer almaktadır. Ardından ünlü Rus mucit Alexander Stepanovitch Popov radyo dalgaları ile ilk kez ses almayı başarmış. Fakat Rus mucit bunun herhangi bir patentini almamıştır.

Radyo İlk Olarak Ne Zaman, Nasıl İcat Edilmiştir?

İlk radyonun icadı kablosuz telgraf ile ortaya çıkmıştır. Radyo ilk olarak 20. yüzyılın başlarında icat edilmiştir. Uzun mesafe olarak ilk radyo cihazını Marconi üretmiştir. Marconi ilk radyoyu 1895 yılında üretmiş oldu. Laboratuvarda Hertz'in deneylerini devam ettirdi. Bu şekilde laboratuvarda bir alıcıya bağlı olarak bir zili çalmak amacı ile verici yaptı. 1895 yılında ilk radyo sinyallerini bu şekilde iletti.

Radyonun Tarihçesi

Guglielmo Marconi
Tarihe bakıldığı zaman radyonun bulunmasında pek çok ünlü bilim adamlarının da katkısı olmuştur. 1895 yılında ilk olarak üretilen radyo ünlü İtalyan mucit Marconi tarafından üretildi. Marconi tarafından bulunan ilk radyo 1898 yılında tamamen doğmuş oldu. Dünya'ya hızlı bir şekilde yayıldı. Radyo cihazı elektromanyetik dalgalarla iletilen bir icat olmuş oldu. Elektromanyetik dalgalarının ilk keşfini yapan İngiliz fizikçi Hertz sayesinde radyonun bulunmasının önü açılmış oldu. Belki de Hertz 1887'de elektromanyetik dalgaları keşfetmeseydi bugün radyo ve televizyon gibi cihazlar hayatımızda olmayacaktı.


Radyonun gelişmesine katkı sunan bir diğer bilim adamı ise İngiliz fizikçi J. A. Fleming'dir. Fleming geliştirmiş olduğu elektrotlu lamba radyonun büyük oranda gelişmesini sağladı. 1948'de transistörün gelişmesi ile birlikte radyo artık iyice hayatımıza girmiş oldu. Transistörün bulunması radyonun gelişmesini sağlayan en önemli etmenler olarak biliniyor. Ardından radyo frekansları oluşturularak radyo kanallarının oluşumu sağlandı.

Radyolar (radyo alıcıları) elektromanyetik tayfın belli bir aralığını dinlemek üzere tasarlanır. Radyonun seçicilik ve hassaslık faktörlerine göre kalitesini değerlendirmek mümkündür - Q faktörü.

Nikola Tesla
Popüler radyolar iki tür modülasyonu almak üzere dizayn edilmişlerdir: AM (Genlik Modülasyonu) v

e FM (Frekans modülasyonu)

Genlik modülasyonunun; taşıyıcılı yayın, SSB (Single side bant- Tek bantlı yayın) ve CW (Continuous Wave- Daimi dalga) olmak üzere alt bölümleri vardır.

Normal bir radyo alıcısında Orta Dalga (MW- Mid Wave) ve FM, bazen de uzun dalga (LW- Long wave) bulunmaktadır.

Kısa dalga (SW- Short Wave) radyoları kalitesine ve çeşidine göre alış tayfi değişmektedir. Aşağıdaki bantlar uluslararası yayın yapan kurumlara ayrılmıştır. Bu istasyonlar genelde AM (genlik modülasyonu) (Amplitude Modulation) ile yayın yapmaktadır. Bu tür yayınları dinleyenlere SWL (Short Wave Listener - Kısa Dalga dinleyicisi) denmektedir.

Radyo dalgalarının bir başka belirleyici özelliği de genliğidir. Genlik, radyo dalgasının salınım sırasında ulaştığı en yüksek salınım şiddetidir. Radyo kanallarının şifrelenmesinde genelde frekans ve genlik değerleri kullanılır. AM radyolarda genlik değeri değiştirilerek, FM (Frequency Modulation - Frekans Modülasyonu) radyolarda da kendilerine verilen frekans aralığında dalganın frekansı değiştirilerek şifreleme yapılır.

Radyo antenleri yalnızca belirli frekanstaki yayınları almak üzere ayarlandığı için geri kalan radyo dalgalarını algılamaz. Radyo dalgaları içine gizlenmiş şifreler, alıcı tarafından çözülüp, hoparlörler üzerinden dinlenilen ses dalgalarına dönüşür.

Bant (Metre)

Frekans aralığı (KHz)

120

2300-2495

90

3200-3400

75

3900-4000

60

4750-5060

49

5730-6295

41

6890-6990

41

7100-7600

31

9250-9990

25

11500-12160

22

13570-13870

19

15030-15800

16

17480-17900

17

18900-19020

13

21450-21750

11

25670-26100

Bu bantların arasında amatör radyoya, ticari gemilere ve askeriyeye ayrılmış bantlar bulunmaktadır. Genelde bu yayınlar SSB, CW, RTTY modülasyonlarını içermektedir. Bu tür yayınları almak için radyonun BFO (Beat Frequency Oscillator -Vuru Frekans Osilatörü) denilen ek bir devreye ihtiyacı vardır. Taşıyıcıyı suni olarak oluşturan bu devre ile gönderme sırasında bastırılan taşıyıcı tekrar ilâve edilerek, sinyallerin normal bir radyo alıcısı ile dinlenilebilmesi sağlanır. Bu tür radyolarda ses bandının genişliğini de değiştirmek mümkündür.


Yeni çıkan XM radyo türü de uydudan yüksek frekanslı sayısal yayınları almak üzere dizayn edilmiştir. Hâlen ABD'de ticarî olarak piyasaya sunulan bu radyo türünde ses kalitesi oldukça yüksektir. Hâlen aboneliğe dayalı ve belli bir ücret karşılığı tüm kıtaya kesintisiz ve reklamsız şifrelenmiş radyo yayını yapılmaktadır.

Teknolojinin son yıllarda hızla gelişmesine paralel olarak ve internet kullanımının yaygınlaşmasıyla beraber, internet üzerinden yayın yapan radyoların sayıları hızla artmaktadır.

 

Radyo dalgalarıradyo frekansı ile gerçekleşen elektromanyetik dalgalardır. Tel gibi somut bağlantılar kullanmadan, atmosfer içerisinde veri taşınmasına olanak tanırlar. Radyo dalgalarını diğer elektromanyetik dalgalardan ayıran özellikleri görece uzun dalgaboylarıdır.

Kızılötesi ışınların önemli kullanış yerleri son yıllarda yaygınlaşmıştır. Pek çok maddenin kimyasal analizi bu tür ışınların yardımıyla gerçekleştirilmektedir. Özellikle II. Dünya Savaşı'nda yansıyıp gelen kızılötesi ışınların görünür hâle getirilmesiyle karanlıktaki cisimler fark edilmiştir. Bu tür ışınların ısı etkisini kullanan fırınlar ve cilt hastalıkları tedavisinde kullanılan lambalar yapılmıştır. Geliştirilen yeni hassas filmlerle ışık vermeden sıcak cisimlerin fotoğrafını çekmek mümkün olmaktadır. Bu tür fotoğraflar gün ışığında olabildiği gibi karanlıkta da çekilebilir. Özellikle askerî sahada kullanılması, gün geçtikçe artmaktadır.

Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!