Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


İcatlar-Keşifler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İcatlar-Keşifler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Kasım 2020

Televizyonun İcadı

MD COM 002Televizyon üzerindeki ilk çalışmalar John Logie Baird tarafından başlamış ve 1924 yılında görüntüyü oluşturabilen ilk çalışan örneği somut olarak ortaya koyulmuştur. Fakat bu televizyon tamamen mekanik bir sistemle işlemekteydi. TV’lerin günümüzde kullandığımız tüplü(CRT) televizyon haline gelmesi Philo Taylor Farnsworth’un temelini attığı çalışmalarla sağlanmıştır. Bu nedenle televizyonu icad eden kişi olarak her iki isim de anılmaktadır.
John Logie Baird
13 Ağustos 1888′de İskoçya’nın Helensburgh kentinde doğan MD COM 003ve burada büyüyen John Logie Baird, 1922′de hayalini kurduğu görüntü ve sesi elektronik olarak taşıma fikri üzerinde çalışmaya başladı. İlk başlarda bir çay kutusu üzerine yerleştirdiği ve “Televisor” diye adlandırdığı, dikiş iğnesi, kesilmiş karton ve bisküvi kutusundan oluşan düzeneği çalıştırmayı başarır ve surat görüntüsünü meydana getirir. 25 Haziran 1925′te tarihin ilk televizyon patentini alan Baird’in başarısı kısa sürede büyük ilgiyle karşılanır ve televisor adını verdiği icadını ilk kez 26 Ocak 1928′de Kraliyet Enstitüsü’ne tanıtır. Görüntüyü elektronik olarak aktarma denemeleri de sonuç verir ve bundan bir yıl sonra ilk görüntü aktarımını gerçekleştirmeyi başarır. Bu sayede 1929′da ilk televizyon istasyonunu hayata geçirir ve o dönem radyo yayını yapan BBC ile anlaşarak televizyon yayınları yapmaya başlar. İlk etapta bölgesel olarak sınırlı bir alanda yayın yapan BBC, 1930 yılında Amerika ve İngiltere‘de resmen yayına başlar. Günde iki yayın kuşağında hizmet vermeye başlayan BBC televizyonu, ilk kuşakta haber, ikinci kuşakta ise Müzik yayını veriyordu.
14 Haziran 1946′da hayatını kaybeden John Logie Baird, bilinen ilk televizyonun icadının temellerini atmıştır. Daha sonraları televizyonun elektromanyetik sistemi Philo Taylor Farnsworth tarafından değiştirilerek günümüzde kullanılan tüplü TV’ler haline gelmesinde büyük rol oynamıştır. Ama televizyonun mucitlerinden birisi olarak John Logie Baird daima anılmaya devam edilecektir.
Philo Taylor Farnsworth
Philo Taylor Farnsworth 19 Ağustos 1906′da ABD’nin batı eyaletlerinden Utah’da doğdu. MD COM 004Philo’nun ilk merakını evdeki kablolu elektrik sistemi çekti ve çamaşır makinesinin elle dönen kısmına bir elektrik motoru yerleştirerek çalışmasını sağladı. Philo’nun elektriğe olan merakı zamanla iyice arttı ve eviyle eyalet dışı arasında ilk telefon görüşmesini gerçekleştirdi. Bilim otoriteleri tarafından da dikkate alınan Farnsworth, “Image Dissector” isimli pratik bir kamera gözü üzerinde çalışıyordu. Bu dönemde Baird’in icad ettiği mekanik televizyon, birçok hareketli parça barındırıyordu. Farnsworth tamamen elektronik bir televizyon hayalini gerçekleştirmek üzere sıkı bir çalışma yürüttü ve Farnsworth’un Image Dissector kamera tüpü 1927 yılında ilk görüntüsünü aktarmayı başardı. Fakat televizyon hala aydınlatma için karbon yay lambası kullanılıyor ve mekanik parça barındırıyordu. Farnsworth 1929 yılında buna da bir çözüm buldu ve hiçbir mekanik parça barındırmayan televizyonu icad etti. Philo Taylor Farnsworth bu büyük icadının patentini 1930 yılında aldı.
1936 yılının Kasım ayında Farnsworth İngiltere’ye hareket etti ve John Logie Baird’in şirketiyle bir anlaşma yaptı. Bu sayede BBC televizyon sistemi yenilenerek image dissector kameraya sahip oldular. Bu kamera oldukça gelişmiş bir yapıya kavuşturuldu ve televizyonlara elektron çoğaltıcı eklenerek yüksek kontrasta sahip görüntüler elde edildi. Farnsworth 14 yaşında çalışma prensibini çözdüğü image dissector televizyon kamerasını 21 yaşında çalışır hale getirmiş oldu. Farnsworth’un icad ettiği kamera teknolojisi tüplü CRT(cathode ray tube) ekranlar için esin kaynağı olmuştur. Televizyondaki gerçek hareketli görüntünün sağlanması Farnsworth sayesinde olmuş ve tüplü ekranların yapılabilmesine büyük katkı sağlamıştır. Bu nedenle günümüzde kullanılan televizyonun mucidi Philo Taylor Farnsworth olarak da bilinmektedir.
NASIL ÇALIŞIR
Televizyonun temel prensibi ışık enerjisinin elektrik enerjisine çevrildikten sonra yayınlanması ve alınan elektromanyetik sinyallerin tekrar ışık enerjisine çevrilmesidir. Işık enerjisi elektrik enerjisine çevrilmesi fikri 1873 senesinde Selenyum üzerine ışık düşürüldüğünde elektrik direncinin değiştiğinin keşfedilmesi ile başlamıştır.

06 Ekim 2020

Teleskopun İcadı

MD ETH 003
Bir Gariptirki bundan sonra, aşağı yukarı 1500 yıl uzay yolculuğu konusunda başka kitap yazılmamıştır. İnsanlar evren üzerine ilk bellediklerinden ve yeryuvarlağının her şeyin merkezi olduğu düşüncesinden ayrılmak istememişlerdir. Uygarlık, Güneş’in güneş sisteminin merkezi olduğunu kabul edecek kadar gelişmemişti. Boş inançlara saplı ve güçlü bazı kişiler,Yunan bilginlerinin keşiflerini başkalarından gizliyorlardı. Yazılarının okunması yasak ediliyor, bilgelerin eserlerini okurken yakalananlar tutuklanıyordu. Bu karanlık çağlar boyunca uzay uçuşu düşleri de uyudu durdu.Sonunda, “Rönesans” denen Uyanış Çağı geldi. Bilime karşı büyük bir ilgi tüm Batı Avrupa’yı sardı. Yazarlar, karanlık çağlar boyunca gizli gizli çalışmalar yapmış olan gökbilimcilerin yeni keşiflerine ait kitaplar yayınlamak yürekliliğini gösterdiler. Polonyalı gökbilimci Nicholas Copernicus, “Başka Dünyalar” üstüne Yunan düşüncelerini yeniden ortaya koydu.Copernicus aynı zamanda Güneş’in güneş sisteminin ortasında; Dün-ya’nın da bir gezegen olduğuna inanıyordu. Sonunda öyle bir araç icad edildi ki, evren konusundaki eski İnanışları yerle bir etti: Bu yeni araç; teleskop’tu. Uzaktaki şeyleri elle dokunacak kadar yakına getiren bu “mucize tüpe ilgili heyecan verici söylentiler Galileo Galilei adındaki İtalyan öğretmenin de kulağına gelmişti.
Kendisine yol gösterecek hiçbir plânı olmadığı halde, Galileo, 1610
MD ERA 007
yılında ilk teleskobunu yaptı. Bugünkü dev çağdaş aygıtlara oranla Galileo’nun “mucize tüpü” kaba bir şeydi. Objektifleri de güçsüzdü. Buna karşılık dünyanın gidişini değiştirecek bir güce sahipti. Galileo, “mucize tüpünü insanlığın ilk dönemlerinden beri herkesin kafasını yormuş olan yıldızlara çevirdi. Yıldızlarda ışıklı noktalar yerine yuvarlaklar gördü. Sır, sonunda çözülmüştü. Yıldızlar da yer-yuvarlağı ve Ay gibi gökteki başka dünyalardı. Jüpiter’in çevresinde tam dört küçük ay saydı Galileo. Böylece, başka dünyalar olup olmadığı konusundaki tartışmalara kesin bir cevap vermiş oluyordu.Galileo’nun inandırıcı bir biçimde Ay’ı tanımı ve gezegenler konusundaki şaşırtıcı keşfi, Batı uygarlığını sarstı.Bilim, Ay’ın ölü bir kaya olduğunu ortaya koymuştu. Ama gezegenler, Galileo’nun teleskoptan gördüğü başka dünyalar nasıl şeylerdi acaba? Üstlerinde insan var mıydı?O dünyalardaki “insanlar” Bernardin de Fontanelle adında bir Fransızın yazdığı kitapta biçimlendi.De Fontanelle’e göre; Güneş’e en yakın gezegen olan Merkür’de yaşayan insanlar öylesine ateş doludur ki tümüyle delidirler. Merkürlüler Güneş’i kocaman, kızgın bir ocak olarak görürler. Küçük dünyalarının iklimi korkunç derecede sıcaktır.
Venüs, bir aşk gezegenidir. Venüs’te kimse çalışmaktan söz edildiğini duymamıştır. Venüslüler vakitlerini şarkı söyleyerek, dans ederek ve birbirlerine yüksek sesle şiirler okuyarak geçirmektedirler.Satürn ise öyle soğuktur ki, insanları yan donmuş haldedir. Soğuktan ve dev dünyalarının büyük çekim gücünden Ötürü dimdik yürümekte ve çok yavaş kımıldamaktadırlar.
De Fontanelle, Mars ve Jüpiter’i sözlerini etmeye değer bulmamaktadır. Bu gezegenlerdeki insanların nasıl şeyler olduklarını bizim düşleme gücümüze bırakmıştır.

12 Eylül 2020

Radarın İcadı

MD FHK 004
İskoçyalı mucit Robert Watson-Watt günümüz radar sisteminin mucidi olarak tarihe geçmiştir. Watson-Watt radarı bulmadan önce buna benzer birçok deneme farklı mucitler tarafından gerçekleştirilmiş ve bazılarının patentleri alınmıştır.Christiyan H. Ismeyer deniz yolculukları sırasında oluşan gemi kazalarını önlemek için kesintisiz radyo dalgaları kullanarak nesnelerin belirlenmesini sağlayan bir sistem geliştirmiş ve 1904 yılında patentini almıştır.
1926 yılında ise İskoçyalı John Logie Baird kısa boylu elektromanyetik dalgalar kullanarak nesneleri belirlemeyi başardı. Benzer başka bir buluşsa Alman Rudolf Kühnold'un radyo dalgaları ile nesnelerin saptanmasına yarayan cihazıydı.(1933)
Radar sistemi yalnızca nesnelerin saptanması için değil aynı zamanda ne kadar uzaklıkta olduğunu hızını ve şeklini belirleyebilen bir cihazdır. Watson-Watt'tan önce sadece nesnelerin tespiti ile ilgili çalışmalar yapılmıştı. Bir nesnenin hem tespiti hemde ne kadar uzaklıkta olduğunu ölçen ilk radarı Watson-Watt 1935 yılında buldu ve patentini aldı.
Aynı yıl içinde Hava Savunma tarafından desteklenen bir bilimsel araştırma grubuna dahil edildi. Kendisinden radyo dalgaları ile düşman uçaklarının yok edilip edilemeyeceğine dair rapor istendi. Watson bu konu üzerinde derin araştırmalar yaptıktan sonra bunun mümkün olmadığını ancak radyo dalgaları sayesinde uçakların yer yön ve hız tespitlerinin mümkün olduğunu belirten bir rapor teslim etti. 26 Şubat'ta ilk denemesi başarıyla gerçekleştirildi ve 17 Eylül tarihinde ilk kullanılan radarı üretti.

29 Ağustos 2020

Tükenmez Kalemin İcadı

MD CYJ 006
Tükenmez kalemin icadı ilk kez 1938 yılında Macar heykeltıraş ve gazeteci Lasalo Biro tarafından bulundu. Biro, o yıllarda Budapeşte'de hükümet tarafından finanse edilen bir dergi çıkarıyordu. Bir gün, derginin basıldığı matbaaya gittiğinde, çabuk kuruyan mürekkeplerin sağlayacağı yararları düşündü ve ilk tükenmez kalem prototipini geliştirdi. Biro, bu keşfi üzerinde daha çok çalışmak istiyordu, ama ülkesinde Nazi baskılarının tırmanması sonucu Paris'e kaçtı. Oradan da 1940 yılında Arjantin'e gitti. Lasalo Biro, tükenmez kalemi bir türlü kafasından çıkaramıyordu. En sonunda çalışmalarının sonucunu aldı ve 10 Haziran 1943'te "mürekkep damlatmayan" bir kalemin patentini kendi adına tescil ettirdi. O sırada, Henry Martin adında bir İngiliz, hükümeti adına bazı çalışmalar yapmak üzere Arjantin'e gelmişti. Martin, bir rastlantı sonucu Biro ile karşılaştı ve buluşuna hayran kaldı. Çünkü, büyük yüksekliklerde çeşitli hesaplar yapmak zorunda kalan havacıların dolmakalem kullanırken ne denli sıkıntılarla karşı karşıya kaldıklarını biliyordu. Bu yeni kalem, bu sıkıntıların sonu demekti. Çünkü, çeşitli yüksekliklerde, hava basıncının değişiminden etkilenmesi söz konusu değildi. Derhal kalemin İngiltere haklarını satın aldı ve Reading yakınlarındaki terk edilmiş bir hangarda, İngiliz Hava Kuvvetleri için tükenmez kalem yapmaya başladı. Yanında çalışan 17 kız, ilk bir yıl içinde 30 bin kalem üretmeyi başardılar ve bunların hepsi satıldı.
Biro patenti altında halka satışı yapılan ilk tükenmez kalemler ise, 1945 yılı başlarında Buenos Aires'te Eterpen şirketi tarafından piyasaya çıkarıldı. Bir Birleşik Amerikalı işadamı da, bu "büyük buluş"un ABD'ye aktarılması için faaliyete girişti. "Su altında yazabilen ilk kalem" olarak reklam edilen tükenmezler, ABD'de umulanın da ötesinde bir ilgi gördü. 29 Ekim 1945 günü New York'ta Gimbel's mağazalarında tanesi 12.5 dolardan satışa çıkarıldı ve akşama kadar tam 10 bin adet satıldı.

20 Ağustos 2020

Tekerleğin İcadı

tekerlek2  tekerlek23
Tabiatta hiç bir örneğine rastlanmadığı halde, bize son derece doğal gelen ve modern tekniğin ekseni olacak kadar önemli bir icadı, tekerleği de Güneybatı Asya'ya borçluyuz. Elimize, tekerleğin hangi tarihte icat edildiğini gösterecek hiç bir belge geçmemiştir. Ancak bu aracın günümüze en eski çağlardan geldiği de kesindir. Amerikalı arkeolog Speiser, Gawra'da, M.Ö. 3.000-2.500 yıllarının kalıntılarında tekerleğe rastlanmış; İngiliz meslektaşı Woolley de Ur'da, M.Ö. 2.950 yıllarından kalma mezardan bir tekerlek çıkarmıştı. Ne gibi bir ihtiyacın bu icada yol açtığı kesinlikle bilinmiyor. General Frugier'nin ilginç ve inandırıcı varsayımına göre; Yontma Taş Çağı'ndan başlayarak insan, avladığı hayvanı, kaya parçaları gibi bazı şeyleri taşıma ihtiyacını duymuştur. Bu soruna çare ararken, kesilmiş bir ağacın yuvarlandığını, böylece taşımayı kolaylaştırdığını fark eden insanlar yüklerini iki ağaç kütüğünün üzerine koymayı akıl ettiler. İngiliz tarihçisi Maccurdy'ye göre; tekerleğin atası, tomar denilen silindir biçiminde durulmuş kağıt ya da deridir. Bu gelişmeyi kazılar da doğrulamaktadır. Yapılan kazılarda Sümer ülkelerinde, M.Ö. 3.000'den kalma kızaklar ve arabalar çıkartılmıştır.
Tekerleğin icadını hemen arabanın izlediği kesindir. Bir çift tekerleği dingille birleştirmek ve buna demirsiz bir saban oturtmak işten bile değildir. Gerçekten de, M.Ö. 3.000 yıllarının Sümer kalıntılarında rastlanan arabalar böyledir. Sürücüsü, iki tekerleğin arasına konmuş bir eyere, ata biner gibi otururdu. Bu taslak çabuk gelişerek dört tekerlekli bir araç oldu; fakat henüz ön tekerlekler sabitti.
Bu araca ilkin hangi hayvan koşulmuştu? Fransız arkeologu Georges Contenau'ya göre, yaban eşeği. O dönemde, bu bölgede at bilinmiyordu ve henüz sözünü etmediğimiz Türkler atı ehlileştirmişlerdir.
tekerlek 
Ortaçağda önemli bir rol oynayacak olan bu ulus. Orta Asya, Doğu Sibirya ve Mançurya'da yaşamaktaydı. Henüz Yontma Taş Çağı'nda yaşayan bu göçebe halkın hayatı, Babil ve Mısır uygarlığının tam karşıtıydı. Ama onların buz gibi ve dümdüz steplerde uzanan ülkeleri. Yakın Doğu'nun güneşli ve serin vahasının da karşıtı değil miydi? Asyalı göçebe halkın hayatı, her çeşit yiyeceğe alışan bu yorulmaz hayvanın, atın sırtında geçiyordu. Onu gem'e alıştıran Türklerin Güneybatı Asya'ya akınları sonucunda, bu bölgede atı tanıdı, ilk uygarlıklar, insanlığın bu en soylu buluşunu, paha biçilmez armağanını onlardan aldılar.
Koşum kayışlarıyla arabaya bağlanan atla birlikte ilk savaş aracı da doğmuş oldu. Antik dünya, arabayı ve atları bu korkunç görünümüyle ilk defa tanıyordu. Sonra M.Ö. 2.000 yılında Mezopotamya'da görülen araba, giderek Sami ırkından Hiksosların akınıyla Mısır'a girince, Firavun'un ordusunda, 1917'de ilk müttefik tanklarının Alman askerleri üzerinde yarattığı paniğe benzer bir korku yarattı. Mısırlılar hayvan gücü olarak henüz öküz ve eşekten yararlanıyorlardı. Ancak tecrübeden çabuk ders almayı bildiler. istilâcıları ülkeden atar atmaz bu yeni savaş aracını kullanmaya başladılar. Öyle ki. Mısır tarihinin en parlak dönemi olan Yeni İmparatorluk'tan kalan belgeler, Firavun'u gelecek kuşaklara savaş arabasının üstünde, bir eliyle dizginleri tutar, ötekiyle de düşmanı yere serer biçimde gösterebilmiştir.
images
Bunu izleyen on yüzyıl boyunca, araba, savaş alanlarında fetih aracı olarak hizmet etti. Asurlular, M.Ö. 1.000 yıllarında bir sürücünün kullandığı, iki savaşçıyı çeken çift at koşulmuş arabaları sayesinde dünyaya egemen oldular. Asur'un ünlü kralları Surgon ve Assurbanipal birçok şehirleri, güçlü savaş makineleri halini alan arabalarıyla kuşattılar. Bu arabaların, tekerlekleri üzerine oturtulmuş ağır koçbaşlarıyla şehir kapılarına saldırdılar; savaşçılar kalkanlarının arkasına saklanarak kale duvarlarının üstüne yürüdüler. Ancak bu ağır "topçu gücü"nün yanı sıra yeni bir silahlı birlik daha meydana getirmişlerdi: Atlılar. Bir halı parçasının üzerinde oturan bu eyersiz ve üzengisiz Asur atlıları, İskender'in fetihlerine yol açan öncüler oldular.
Kaynak: http://www.msxlabs.org

02 Ağustos 2020

Videonun İcadı

xin_530404131030787840913-300x216İlk video kayıt sistemi 1928′de, John Logie Baird’in “Fonodisk Buluşuyla ortaya çıkar. Fonodisk: 25 cm’lik, 78 devirli bir plaktır ve bir çok bakımlardan o günlerde kullanılan ses kayıtlı plağın üstünde yiv ve setler (izler).olağan plaklara benzemektedir. Halinde 30 satır taranarak, bir televizyon sinyali kayıt edilebilmektedir. Ancak, 1936 yılında, 30 satır taramalı sistemler kaldırılarak, çok daha net görüntü sağlayan 405 satıra geçildiğinden fonodisk, ticari anlamda yaygınlık kazanamamıştır.
Gündeş video kayıt sistemleri, manyetik teyplerin geliştirilmesi ve olağan işitme frekansının da dışına çıkıp çok yüksek frekansları kaydede-bilen (Dolayısıyla, siyah beyaz ya da renkli TV sinyallerine uygun olan) bantların yapılması, sonuncu ve 1950 yıllarında ortaya çıktı.Bir video sinyalinin kaydında ortaya çıkan güçlük, yalnızca frekansın çok yüksek oluşundan (6 MHz’den büyük) kaynaklanmamaktadır 20 oktavlık aralıkları kapsayan frekans da sorun oluşturur. İlk video aygıtında sinyaller, bant üstüne boylamasına kaydedilmekte ve kullanılan ilke, olağan ses kayıtlarındakine benzemekteydi. Bunların sinyal aralığı, ancak 10 oktav düzeyinde olabiliyor ve video sinyalini geniş bant kalınlıklarına ayırıp koşut izlere kaydedebilecek bir yöntemin bulunması gerekiyordu. Ayrıca, aygıtın kaydedebileceği sinyallerin 1.5 MHz’İn üstüne çıkması zorunluydu ve bu durum bant geçiş hızının çok yüksek olmasını (6.1 m/san) gerekli kılıyordu.

18 Temmuz 2020

Bilimin Cevap Bulamadığı Keşifler

MD DCK 003Resimde gördüğünüz çekiç bir kum taşı içinde bulundu. Yani prensibe göre, bu kum taşı oluşurken çekiç oradaydı. Keşif 1844 yılında Fizikçi David Brewster tarafından yapıldı. (Kingoodie, Myinfield-İngiltere). İngiliz jeoloji arştırma merkezinden Dr. A. W. Med tarafından yapılan analizlerde bu kum taşının yaşının 360 ile 460 milyon yıl olduğu saptandı. Yani çekicin de o kadar eski olması gerekiyor. Ama bilim dünyasına göre böyle bir şey imkansız!

MD DCN 009
1945 yılında Waldemar Julsrud adlı deneyimli bir arkeolog El Toro dağı (Meksika) eteklerinde gömülmüş vaziyette kilden yapılmış küçük heykelcikler buldu. Daha sonra El Tro şehri yakınlarında ve şehrin diğer tarafında Chivo Dağ yakınlarında poselenden yapılmış 33.000'den fazla heykelcik bulundu. Buluntular Chupicuaro, klasik kültür öncesine aitti. (M.Ö. 800 'den M.Ö. 200 'e kadar olan dönem) Bulunan heykelcikler, 65 milyon yıl önce yok oldukları düşünülen çeşitli türlerdeki dinozorları kusursuzca tasvir ediyordu. Modern bilim döneminde, neye benzedikleri ancak çözümlenen tarih öncesi bu yaratıkları ,nasıl oldu da böyle eski bir uygarlık kusursuzca sanat eserlerine yansıtabilmişti ? İnsan görmeden tasvir edemez.
MD DCM 006
Lübnan'ın Ballbek şehri yakınlarındaki işlenmiş dev kaya blokları. Bu taşlar binlerce yıl öncesinde buraya getirilmişti. Resimde gördüğünüz parça 1050 ton ağırlıkta ve 25 metre uzunluğundadır. Bu "momolit" takma adlı yekpare blok dünya üzerindeki işlenmiş en büyük taş bloktur. Soru şu: Bu taşları kimler ve nasıl buraya getirebilmişti ?
MD DCK 007
Japonya'nın Yonaguni adasının yakınında, denizin 23 metre altında insan yapısı olduğu apaçık belli olan piramitler bulunmaktadır. 183 metre genişliğinde ve 27 metre yüksekliğindeki bu piramitler yaklaşık, 8000 - 10.000 yıllıktırlar.


MD DCK 008
Peru Sacsahuaman 'daki bu duvarlar, birbiri adasındaki esrarengiz su altı yapıları ile kesin bir benzerlik göstermektedir. Bu arkeolojik duvarlar bir gizem taşımaktadırlar çünkü, antik çağlarda yapılmalarına rağmen, bu kadar kusursuz bir şekilde işlenip yerlerine koyulana kadarki aşamalar için yüksek bir teknoloji ve bilgi gerektirmektedirler. İnsanın açıklayamadığı, garip iç ve dış açılara sahip bu duvar taşları hakkında cevabını bilmediği sorular ise şunlar: Nasıl taşındılar? Nasıl ölçülüp nasıl kesildiler ? Nasıl bu kadar doğrulukla yerleştirildiler? Hemde ilkel insanlar tarafından.
MD DCK 005
Bu metal kürecikler Güney Afrika, Klerksdorp'tan. Birinin üzerinde kürenin çevresini dolaşacak şekilde birbirine paralel 3 çizgi oyulmuş. Bu küreler Cambrian devri öncesine ait pek çok mineral arasında bulunmuştur (2,8 milyar yıl öncesi). Bu kürelerden bazıları 6 milimetre kalınlığında, ince bir kabuğa sahiptirler. Bu ince kabuk kırıldığı zaman kürenin içinden süngerimsi garip bir şey çıkıyor.Bu süngerimsi şey havayla temas edince parçalanıp toz haline geliyor. Bu kürelerin ne oldukları ,ne amaçla yapıldıkları bilinmiyor. Üstelik 2,8 milyar yaşındalar. İnsanın inanası gelmiyor ancak bilimsel veriler bunlar.
MD DCK 001
Mısır ,Dendera'daki Hathor tapınağında göze çarpan ampuller. Bu ampuller kıvrımlı kablolar ile bir jeneratöre veya açma kapama düğmesine bağlılar. Ampul şeklindeki cismin içine bir yılan tasviri konmuş. Bu da ampulün içindeki ince teli gösteriyor olabilir.


MD DCK 004
Üzerinde oyularak yapılmış, tam gelişmemiş olsa da rahatlıkla fark edilen bir insan yüzü bulunan bir deniz kabuğu... Bu buluntu 1881 yılıında jeolog H. Stopes tarafından rapor edilmiştir. Yapılan testler sonucunda, oyma işleminin kabuklu henüz yaşarken yani fosilleşmeden önce yapıldığı ortaya çıkmıştır.Bu deniz kabuğu Pliocene devrine ait ve 2 milyon yıllıktır.






MD DCK 002
Rudolf Gantenbrink tarafından Büyük Piramit'te keşfedilen bakır kulplu kapı. Resim UPUAUT 2 adlı bir araştırma robotu tarafından çekilmiştir... Hangi amaca hizmet ettiği bilinmeyen gizemli kapı, kraliçe odasından başlayan güney kanallarında yer almaktadır. Bu kapının arkasında başka bir kapı daha bulunmuştur. Yapılan bazı araştırmalar sonucunda içinde ne olduğunu bilmediğimiz bir oda veya odalar bu ikinci kapının arkasında bulunmaktadır. Aynı kapıdan kral odasından başlayan kuzey kanallarında da bulunmuştur. Burada sorulan en önemli soru şu: Görünüşte hiçbir amaca hizmet etmeyen bu kapılar Neden buralara kondu ?
MD DCK 006
"Geode of Coso" antik bir parçadır. Bu kaya parçasının üzeri doğal kristallerle kaplanmıştır.içinde bir boşluk bulunmuştur. Bu boşlukta, malzemesini metal ve porselenin oluşturduğu garip bir cisim bulunmuştur. Resim A : Kaya parçasının iki parçaya bölünmüş hali. Resim B : Taşın her iki yarısının iç kısmını görüyoruz. Resim C : Radiography tekniğiyle içindeki cismin resmi çekiliyor. Cisim o kadar eski olmasına rağmen metal bir yapıdadır. Bu cismin üzerinde meydana gelen ve onu kaplayan kristal oluşumlu kabuğun oluşabilmesi için 500.000 yıl (beş yüz bin yıl) geçmesi gerekiyor ! Resim D : Yan taraftan çekilen radiography resminde metal cismi daha ayrıntılı bir şekilde görüyoruz. Sonuç olarak bu garip cisim 500.000 yıl yaşındadır. Günümüzde bir şeye ait bir parça olsaydı ,çoktan ne olduğu tespit edilirdi.
MD DCM 005
1932 yılında Pedro Dağlarında bulunmuş bir mumya. (ABD, Wyoming eyaleti, Casper şehrinin 60 mil güney batısı. Mumya koyu bronz renginde ve oldukça buruşmuş vaziyette. Hayattayken boyu 35 cm'yi geçmiyordu !!! Röntgen ışınlarıyla yapılan incelemede bu canlının ağırlığının 5,5 kg. olduğu ortaya çıkarıldı. Cinsiyeti erkek ve bütün dişleri yerinde. Öldüğünde aşağı yukarı 65 yaşında idi. Mumya 350 gr. ağırığındadır. Alnı çok aşağıdadır. Ezik bir burnu ile büyük ve geniş burun delikleri vardır. Çok geniş ağzı ile incecik dudakları bulunmaktadır. Bu yaratık bilinen insan türlerinden çok daha küçüktü. Bazı araştırmacılara göre bu çok küçük boyutlarda olan bir ırkın üyesiydi.
MD DCK 009
Bazı Nazka (Nazca) çizgileri, yukarıdaki resmin orta kısmında görüldüğü gibi, birbirine paralel kilometrelerce ve hatta dağları, vadileri aşarak uzanmaktadırlar. Bu çizgileri kim takip ediyordu ve ne amaçla ?











MD DCN 004
Lübnan'daki Balbek şehri. 20 metreden daha büyük taşlarında kullanıldığı bu antik şehir Roma imparatorluğundanda eski. Hatta Sümerlilerin bilgilerine göre bile burası antik bir şehirdi o zamanlar. Taşların büyüklüğünü göstermek amacyla 2 kişi yapıların arasında dikiliyor. Bugün kimse burasını kimlerin yaptığını ,nasıl yaptığını, ne amaçla ve ne zaman yaptığını bilemiyor. Modern bilim ise Baalbek 'i görmezlikten gelmeye devam ediyor.
MD DCL 001
Mısır 'daki Abydos tapınağındaki hiyerogliflerde, helikopteri, tankı, kargo uçağını ve planörü çağrıştıran şekiller vardır. Bu hiyeroglifler başka hiyerogliflerin altına gizlenmişlerdi. İlk tabaka hiyerogliflerin yerinden kopup düşmesiyle bu esrarengiz şekiller gün yüzüne çıkmıştır.

27 Haziran 2020

Kibritin İcadı ve Kimyasalı


Günümüzdekullandığımız kibrit 1827'de İngiliz kimyacı John Walter tarafından icat edildi. İlk kibrit çöpleri, ucuna kimyasal bir karışım sürülmüş tahta kıymıklar biçimindeydi ve ucun bir zumpara kağıdına sürülmesiyle elde edilen ısıyla tutuşturuluyordu. O dönemde Batı ülkelerinde bu kibritlere "Işık Saçan" anlamında "Sabah Yıldızı" adı verilmişti.
Kibrit çöpünün ucunda potasyum klorat, kükürt, reçine, cam tozu veya kil tozu ve
yapışkan tutkalımsı bir madde varken, kutunun yan kenarında tutuşturucu olarak
kırmızı fosfor ve antimon sülfür vardır. Kibrit çöpünün gövdesinde ise yanmayı
sağlaması için parafin ve yanmayı kontrol etmesi için amonyum dihidrojenfosfat
bulunur... Kibrit çöpleri Türkçe'de titrek kavak olarak
bilinen Aspen ağaçlarından yapılıyormuş ve bu ağacın özelliği, diğer
birçok ağactan daha hızlı büyümesi ve ev veya kağıt hamuru yapımı için uygun
olmayışıymış...

Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!