Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


Önemli Kişiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Önemli Kişiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mayıs 2021

René Descartes

René Descartes ( D: 31 Mart 1596 – Ö: 11 Şubat 1650), Fransız filozofmatematikçi ve yazar. Rasyonalistidealist ve metodik şüphecidir.

Hayatının çoğunu Hollanda’da geçirmiş olup, Modern Felsefenin Babası unvanını almıştır ve kendisini takip eden Batı felsefesi çoğunlukla onun günümüzde hala çalışılan yazılarına cevap niteliğindedir. Özellikle “İlk Felsefe Üzerine Düşünceler” hâlâ çoğu üniversitenin felsefe bölümünde standart bir kaynak olarak kabul edilir. Descartes’in matematiğe katkısı da aynı derecede belirgindir; uzaydaki bir noktayı bir numaralar seti olarak işaretleyebilmeyi ve cebirsel denklemleri iki boyutlu koordinat sisteminde geometrik şekiller olarak göstermeyi (ve tam tersini) sağlayan Kartezyen koordinat sistemini buldu. Cebir ve geometri arasında bir köprü olan, sonsuz küçükler hesabı ve analizi için elzem olan analitik geometrinin de temellerini Descartes atmıştır. Yine kendi ismini taşıyan Kartezyen düalizm, zihin ve bedenin töz itibarıyla ayrı olduğu felsefi düşüncesidir. Bir deha örneği olarak tanımlanan Descartes aynı zamanda bilimsel devrimdeki anahtar kişilerden biridir. Kendisinden önceki filozofların otoritesini ve kendi algılarının kesinliğini kabul etmeyi reddetmiştir.

Descartes kendi fikirlerini öncüllerininkinden ayrı tutar. “Ruhun Tutkuları”nın, bugün “duygu” diye adlandırdıklarımızın eski modern versiyonunun bilimsel incelemesinin, giriş kısmında bu konuda daha önce kimse yazmamış gibi yazacağını söyleyecek kadar ileri gider. Felsefesinin birçok ögesi geç Aristotelesçilik, 16. Yüzyılın yeniden dirilmiş stoacılığı, içerisinde emsallerini gösterir. Descartes felsefesinde, ekollerden iki temel noktada farklılık gösterir: korporel maddenin durum ve şekil olarak ayrıldığı ve doğal fenomenlerde doğal veya ilahi herhangi bir uç nokta olduğu kanılarına karşı çıkar. Teolojisinde, Tanrı’nın yaratma eylemindeki mutlak özgürlüğü üzerinde durur.

Descartes, daha sonra Baruch Spinoza ve Gottfried Leibniz tarafından savunulan, ve empirik ekolü ( HobbesLocke, Berkeley, Rousseau, Hume) tarafından karşı çıkılan 17. Yüzyıl kıtasal rasyonalizminin temellerini atmıştır. LeibnizSpinoza ve Descartes felsefenin yanında matematikle de ilgililerdi, ve Descartes ile Leibniz bilime de birçok katkıda bulundular.

Descartes belki de en çok, Metot üzerine konuşmanın 4. ve Felsefenin İlkelerinin 1. bölümlerinde geçen “cogito ergo sum (düşünüyorum öyleyse varım)” şeklindeki felsefi cümlesiyle tanınır.

Hayatı

Descartes, Indre-et-Loire,1596'da Fransa’da doğmuştur. Bir yaşındayken annesi Jeanne Brochard ölmüştür. Babası Joachim, Britanny Parlamentosu’nun üyesiydi. 1606 veya 1607’de, Descart Jesuit Colléege Royal Henry-Le-Grand’a gitmeye başladı. Burada Galileo’nun matematik ve fizik çalışmalarıyla tanıştı. Aralık 1616’da mezun olduktan sonra, Poitiers Üniversitesi’nde, babasının avukat olması konusundaki istekleri doğrultusunda hukuk bölümünde lisansını bitirdi.

“Metot üzerine Konuşma” isimli kitabında, “Harfler üzerine çalışmayı tamamen bıraktım. Sadece kendi içimdeki ve dünyanın büyük kitabındaki bilgiyi, gençliğimin kalanında gezerek, mahkemeleri ve orduları ziyaret ederek, farklı mizaç ve rütbelerdeki insanların arasına karışarak, kaderin karşıma çıkardığı durumlarda kendimi test ederek ve her zaman karşıma çıkan şeyden bir çıkarsama elde etmeye çalışarak aradım.”

Profesyonel bir askeri görevli olma tutkusuyla, Descartes, Hollanda’daki Nassau’lu Maurice komutasında olan Breda Ordusu’na katıldı. Burada Simon Stevin ile askeri mühendislik çalıştı ve ileri matematik bilgisini burada geliştirdi. Dordrecht kurucusu Isaac Beeckman ile tanıştı. Beeckman zor bir matematik sorusunun çözümünü Descartes’ın bulmasından çok etkilendi ve ikisi de fizik ve matematiği birbirine bağlayan bir metodun geliştirilmesi gerektiği konusunda hemfikir oldular. Descartes, Kasım 1620’de Beyaz Dağ Muharebesi’nde Prag yakınlarında Bavyeralı Dük Maximillian’ın komutasındaydı.

Vizyonu

1619’da, 10 Kasım’ı 11 Kasım’a bağlayan gece, Almanya Neuburg’dayken, Descartes kendini soğuktan korunmak için bir fırına kapattı ve içerideyken kutsal ruhun kendisine yeni bir felsefe konusunda aydınlattığına dair üç imge gördü. Çıkana kadar analitik geometriyi formüle etmişti ve matematiksel metodu felsefeye uygulama fikrini bulmuştu. Gördüğü imgelerden bilim arayışı onun için gerçek bilgelik arayışıydı ve hayatındaki çalışmalarının merkezi bir kısmıydı. Descartes ayrıca gerçeklerin birbiriyle bağlantılı olduğunu açıkça gördü, yani temel bir doğru bulmak ve mantık ile ilerlemek tüm bilimlerin yolunu açacaktı. Bu temel gerçeği Descartes kısa süre sonra buldu “düşünüyorum”.

1622’de Fransa’ya döndü ve sonraki birkaç yıl Paris’te ve Avrupa’nın başka yerlerinde vakit geçirdi. Metot üzerine ilk makalesi “Aklın Yönetimi İçin Kurallar”ı yazışı bu Paris ziyaretlerinden birinde gerçekleşti.

1623’te tüm mal varlığını satarak La Haye’ye gitti ve hayatının sonuna kadar bu gelirle geçindi. Descartes 1627’de La Rochelle kuşatmasında Cardinal Richelieu ile birlikteydi. Aynı sene sonbaharda, simyacı Mösyö Chandoux’un yeni felsefe üzerine prensiplerini dinlemeye gitti. Kardinal Bérulle onu kendi yeni felsefesini yazmak konusunda cesaretlendirdi.

Çalışmaları

1628’de Hollanda’ya döndü ve 1649’a kadar burada yaşadı. 1629 yılının nisan ayında Franeker Üniversitesi’ne başladı ve sonraki sene “Poitevin” ismiyle Leiden Üniversitesi’nde Jacob Golius ile matematik ve Martin Hortensius ile astronomi çalışmaya başladı. Ekim 1630’da Beeckman ile çalışmalarından fikir çaldığı iddiasıyla sürtüşmeye başladı. Amsterdam’da hizmetçi bir kız olan Helena Jans van der Strom ile ilişkisi oldu ve bu ilişkiden Francine isimli bir kız çocuğu dünyaya geldi. Francine doğumundan beş sene sonra, 1640’ta, Descartes Utrecht Üniversitesi’nde öğretim görevlisiyken, kızıl hastalığından öldü. Dönemin çoğu ahlakçısından farklı olarak Descartes duygu ve tutkulardan yoksun değildi, aksine onları savunuyordu ve Francine’in ölümü için gözyaşı döktü.

Descartes Hollanda’dayken sık sık adres değiştirdi. Dordrecht, Franeker, Amsterdam, Leiden, Santpoort, Endegeest ve Egmond-Binnen’de yaşadı. Bu kadar yer değiştirmesine rağmen neredeyse tüm yazılarını, matematik ve felsefede devrim yaptığı, Hollanda’da geçirdiği bu 20 küsur yıl içerisinde yazdı. 1633’te Galileo Roma Katolik Kilisesi tarafından suçlanmış, mahkûm edilmişti ve Descartes dört yıldır üzerinde çalıştığı “Treatise on the World”ün basım planlarını erteledi ve bu çalışmanın bir kısmını 1637’de üç makale halinde yayınladı: MeteorlarDiyoptrikler ve Geometri ve Metot Üzerine KonuşmaMetot Üzerine Konuşma’da Descartes bilginin sağlam bir temele oturması için gereken düşüncenin dört kuralını yazdı.

Descartes hayatı boyunca matematik ve felsefe konusunda çalışmalar yayınlamaya devam etti. 1641’de metafizikle ilgili Latince bir çalışma yayınladı: İlk Felsefe Üzerine Düşünceler. Bunu 1644’te yayınladığı, İlk Felsefe Üzerine Düşünceler ve Metot Üzerine Konuşma’nın bir tür sentezi olan Felsefenin İlkeleri takip etti. 1643’te Utrecht Üniversitesi’nde felsefe yasaklanmıştı ve Descartes Bohemyalı Prenses Elisabeth ile uzun süren genelde ahlaki ve psikolojik konular üzerine olan yazışmasına başlamıştı. Bu yazışmayla alakalı olarak, 1649’da, Prenses’e ithaf ettiği Ruhun Tutkuları ‘nı yayınladı. Fransa Kralı tarafından aslında hiç ödenmeyen bir maaş ile ödüllendirildi. 1648’de Frans Burman Egmond-Binnen’de Descartes ile röportaj yaptı.

Felsefenin İlkeleri’nin Abbot Claude Picot tarafından hazırlanan Fransızca çevirisi 1647’de yayımlandı. Bu basımı da Descartes Bohemyalı Prenses Elisabeth’e ithaf etti. Önsözde Descartes doğru felsefenin bilgelik kazanmanın yolu olduğunu anlattı ve bilgeliğe ulaşmak için dört sıradan kaynaktan bahsetti ve sonunda bunların daha kesin bir beşincisi olduğunu söyledi, asıl sebepleri aramak.

Ölümü

René Descartes 11 Şubat 1650’de Stokholm, İsveç’te, Fransız büyükelçisinin evini ziyaretinde öldü. İsveç’e Kraliçe Christina tarafından, kendisine öğretmenlik yapması için davet edilmişti. Ölümünün sebebinin zatürre olduğu söylenmişti. Christina’nın sabah erken çalışma alışkanlıkları ve yoğun çalışma saatleri yüzünden uykusuz kalıp, sağlığını hepten kaybetmiş olduğuna inanılıyordu.

Öte yandan, öldürülmüş de olabilirdi. Descartes’ın ölümünden sonra Kraliçe Christina Roma Katoliği olmak için tahttan çekilmişti, çünkü İsveç hukukuna göre hükümdarların Protestan olması gerekiyordu. Kraliçe Christina’nın yakından alakalı olduğu tek Roma Katoliği ise Descartes’tı..

1663’te Papa Descartes’ın çalışmalarını Yasaklı Kitaplar İçeriğine kattı. Protestan bir milletin içindeki bir Roma Katoliği olarak, Stokholm’de, vaftiz edilmemiş çocukların gömüldüğü bir mezarlığa gömülmüştür. Daha sonra Paris’teki Saint-Germain-des-Prés manastırına taşınmıştır. 1792’deki Milli Kongrede Panthéon’a taşınması kararı alınmışsa da, iki yüz yıl sonra mezarı hala Saint-Germain-des-Prés manastırındaki bir şapeldeydi. Adına 18. yüzyılda dikilen bir anıt hala İsveç Kilisesi’nde durmaktadır.

Dini inanış

Rene Descartes’in dini inançları akademi çevrelerinde sıkı bir tartışma konusu olmuştur. Katolik olduğunu belirterek, Meditasyonlar’ın amaçlarından birinin Hristiyan inancını savunmak olduğunu söylemiştir. Ancak, Descartes, kendi döneminde gizli deist veya ateist olmakla suçlandı. Onun çağdaşı olan Blaise Pascal onun hakkında şöyle demiştir: “Descartes’i affedemem, bütün o felsefesinde, tanrıyı dağıtmak için elinden geleni yaptı. Fakat tanrının parmaklarını şıklatmasıyla dünyaya şekil vermesini kışkırtmaktan kaçınamadı, sonunda da hiçbir faydası kalmadı tanrı için”. Stephen Gaukroger'in kaleme aldığı Descartes’ın biyografisinde “onun derin bir Katolik inancı vardı, gerçeği keşfetmeye olan arzusunu öldüğü günün sonuna kadar korudu”. (The debate continues whether Descartes was a Catholic apologist, or an atheist concealed behind pious sentiments who placed the world on a mechanistic framework, within which only man could freely move due to the grace of will granted by God.) Descartes’in Katolik savunucusu mu yoksa ancak tanrının ona bahşedilmiş lütfuyla özgürce hareket edebilen mekanik bir çerçeve içinde dini duyguların arasında saklanmış olan bir ateist mi olduğu tartışması hala sonlanmış değildir.

Felsefe çalışmaları

Descartes genellikle doğa bilimlerini geliştirmek için aklın kullanılması gerektiğini vurgulayan ilk düşünce insanı olarak tanınır. Onun için felsefe bilgiyi somutlaştıran bir düşünce sistemiydi ve bunu şu şekilde ifade etti :

“Tüm felsefe bir ağaç gibi olduğundan; metafizik kök, fizik gövde, ve diğer bilimler bu gövdeden dallanan dallardır, bu dallar üç ana başlığa indirgenebilir : Tıpmekanik ve etik. Ahlakın bilimiyle, bilgeliğin son derecesi olan, diğer bilimlerin en yüksek ve en mükemmel bütün bilgisini anladım.”

Onun Metot Üzerine Konuşma’sında, herhangi birinin şüphe olmadan, gerçek olarak bildiği temel prensiplere varmaya çalışır. Bunu başarmak için hiperbolik/metafizik şüpheyi, bazen metodolojik şüphecilik olarak adlandırılan metodu kullanır: şüphelenilebilecek herhangi bir düşünceyi reddeder ve onları gerçek bilgi için sağlam dayanak elde etmekle yeniden kurar.

Başlangıçta, Descartes sadece tek bir prensibe varır: düşünce vardır. Düşünce ben'den ayrılamaz, dolayısıyla, ben varım.(Metot Üzerine Konuşmalar ve Felsefenin İlkeleri) Ünlü cümlesi cogito ergo sum (“Düşünüyorum, öyleyse varım”) bu ilke üzerinedir. Dolayısıyla, Descartes eğer şüphe duyarsa, herhangi bir şey ya da herhangi biri şüphelenebilir ve kendi varoluşundan şüphelenmiş olur. “Bu söz öbeğinin basit anlamı eğer biri varoluşundan şüpheliyse, bu edimin kendisi onun var olduğunun kanıtıdır.”

Descartes düşündüğü için varoluşunun kesin olduğu kanısına varır. Fakat ne biçiminde ? Bedenini duyu kullanımı aracılığıyla algılar; fakat, duyular kimi zaman güvenilmezdir. Dolayısıyla Descartes kendisinin düşünen bir şey olduğunu kesin bir şekilde ifade eder. Düşünmek, ne yaptığıdır ve gücü özünden gelmelidir. Descartes düşünceyi (cogitatio) “hemen bilincimde olduğum, içimde ne olduğudur ve bunun da farkındayımdır.” Dolayısıyla düşünme edimi insanın hemen bilinçli olduğu her aktivitedir.

Descartes duyuların limitlerini göstermek için mum argümanını kullanır. Bir mumu ele alır, duyuları onu mumun kesin karakteristiği ile ilgili bilgilendirir; şekli, dokusu, boyutu, rengi ve kokusu gibi. Mumu ateşe doğru tuttuğunda, bu karakter özellikleri tamamı ile değişir. Fakat, görüldüğü üzere, hala aynı şeydir: duyuları onu farklı bir şekilde bilgilendirse de, o hala aynı mumdur. Dolayısıyla mumun doğasını uygun bir şekilde kavraması için, duyularını bir kenara bırakmalı ve aklını kullanmalıdır. Descartes şu sonuca varır:

“Ve dolayısıyla, gözlerimle gördüğümü düşündüğüm aslında aklımdaki muhakeme yeteneği ile kavrandı.”

Eserleri

·         1618. Compendium Musicae (Kısa Müzik)

·         1626–1628. Regulae ad directionem ingenii (Aklın Yönetimi İçin Kurallar)

·         1630–1633. Le Monde (Dünya) ve L'Homme (Adam)

·         1637. Discours de la méthode (Yöntem/Metod Üzerine Konuşma)

·         1637. La Géométrie (Geometri)

·         1641. Meditationes de prima philosophia (İlk Felsefe Üzerine Düşünceler)

·         1644. Principia philosophiae (Felsefenin İlkeleri)

·         1647. Notae in programma (Programlamanın Notları)

·         1647. La description du corps humain (İnsan vücudunun Tanımı)

·         1648. Responsiones Renati Des Cartes… (Yeniden Descartes Cevapları)

·         1649. Les passions de l'âme (Ruhun Tutkuları)

·         1656. Musicae Compendium (Müzik Özeti)

1657. Correspondence (Yazışma)

18 Nisan 2021

Gevher Nesibe

 


Melike İsmetüddin Gevher Nesibe Hatun ya da bilinen adıyla Gevher Nesibe SultanSelçuklu Hükümdarlarından II. Kılıçarslan'ın kızıdır. 1204 yılında verem hastalığına yakalanarak Kayseri'de ölmüştür.

Selçuklu soyundan gelen kara kaşlı, kara gözlü, kara saçlı, ak yüzlü Türk kızı, Selçuklu ordusunun komutanlarından bir sipahiye gönlünü kaptırır. Lakin, Nesibe’nin ağabeyi 1. Gıyaseddin Keyhüsrev bu aşka karşı çıkmıştır. Sipahiyi, Kayseri’den uzak tutmanın yollarını arar ve onu muharebeden muharebeye gönderir. Nihayet böyle kanlı savaşların birinde sipahi şehit olur.

Bunu öğrenen Nesibe Hatun, üzüntüsünden vereme yakalanır ve hasta yatağına mahkum olur. Kız kardeşinin derdine doktorların çare bulamadığını öğrenen Gıyaseddin, onu ölüm döşeğinde ziyaret eder. Artık ne söylese bir anlamı yoktur. Ondan son dileğinin ne olduğunu sorar.

Gevher Nesibe:

- Benim derdimin çaresi yok, ben son yolculuğuma çıkıyorum. Benim mal varlığımla benim adıma bir şifahane (hastane) yaptırır mısın? Der.

Gıyaseddin, derin acılar içinde bu sözleri dinler, ona söz verir ve kardeşinin ölümünü çaresizce seyreder. Onun bu dileğini gerçekleştirmek için canla başla çalışmaya başlar. 1204 yılında hastanenin yapımına başlanır ve iki yılda bitirilir. Gıyaseddin, kız kardeşinin türbesini de hastanenin içine inşa ettirir.

Burası dünyanın ilk hastanesidir.

Gıyaseddin’den sonra Gevher Nesibe’nin diğer kardeşi İzzeddin de hastanenin doğusuna bir tıp okulu yaptırır. Bu okulun yapımına, 1210 yılında başlanmış ve dört yılda tamamlanmıştır. Ve dile kolay, bu hastane ve okul 1890 yılına kadar kullanılmış ve insanların dertlerine deva olmuş. Hatta burada akıl hastalarını müzikle tedavi eden ya da ruhlarına dinginlik veren hekimler görev yapmışlar.

İsminin verildiği yerler

  • Külliyenin bulunduğu Kayseri semti de Gevher Nesibe adı ile anılmaktadır.
  • Erciyes Üniversitesi Hastanesi'ne Gevher Nesibe Hastanesi adı verilmiştir.
  • Mayıs 1993 yılında Amerikan Uzay Üssü Nasa tarafından, Venüs gezegeninde bir tepeye “ GEVHER NESİBE SULTANIN “ ismi verilmiştir.
  • Gevher Nesibe Nanotıp Projesi Bilgitay çalışma grubu tarafından nanotıp alanında başlatılan proje Dünya'nın İlk Tıp Fakültesi Gevher Nesibe Şifahanesi ve Gıyasiye Medresesi'nin kuruluşunun 800. yılı (1206 - 2006) nedeniyle Gevher Nesibe Nanotıp Projesi olarak adlandırılmıştır. 

Bu güzel Selçuklu kızının acıklı hikayesi, böyle bir muhteşem bir binanın yapılmasına vesile olurken Kayseri şehri de bugün Tıp Tarihi Müzesi olarak kullanılan büyük bir Selçuklu eserine kavuşmuştur.

26 Şubat 2021

Gazi Osman Paşa

Osman Nuri Paşa (d. 1832, Tokat - ö. 1900, İstanbul), Gazi Osman Paşa olarak bilinir.

MD BCK 003 (gaziosmanpasa)93 Harbi'nde 145 günlük Plevne Savunmasını komuta ettikten sonra kuşatmayı yararak şehirden çıkışında yaralanan, ancak müdafaa hattı stratejileriyle esir bulunduğu dönemde Rus çarından bile saygı görmüş, dönemin tüm komutanları tarafından örnek alınan Osmanlı Ordusu'nun komutanıdır.Ayrıca siper kazma yöntemini ilk bulan kişidir.

1832'de, Tokat'ta, Yağcıoğulları ailesinin bir bireyi olarak dünyaya geldi. Beşiktaş’taki Askerî Rüştiyede ve Kuleli Askerî İdâdîsinde (lisesinde) okudu. Harbiye’yi yirmi yaşında ikincilikle bitirdi. Harp Akademisine girdi. Kırım Savaşı'nın çıkması üzerine Tuna cephesine gönderildi. Burada dört yıl kalarak, teğmenliğe yükseldi. Savaşın sonunda ise yüzbaşı oldu.

Genelkurmay Başkanlığı'nda çalıştıgı zamanlarda Osmanlı Devleti'nin nüfus sayımı ile kadastro usulünde haritasının çizilmesi kararlaştırıldıgından, Bursa ilinden başlanması üzerine bu göreve askeri temsilci olarak tayin edildi. 1861'da Teselya’da, Yenişehir’de ve Cebel-i Lübnan’da görev aldı. Girit isyanları nın başlaması üzerine Girit’e tayin edildi. 1866’da Girit'teki çalışmalarından dolayı Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa'nın takdirini kazanarak Miralay (albay) oldu.

Yemen’e gönderildi. Arkasından Paşa rütbesiyle Rumeli’de bulunan Beşinci Ordu Manastır Fırka (tümen) Kumandanlığına tayin edildi (1875). Buradaki çalışmalarından dolayı birinci ferik (korgeneral) oldu. 27 Haziran 1876 yılında Sırbistan'ın, Osmanlı Devleti'ne ultimatom vermesi sebebiyle, Osman Paşa Vidin komutanlığına getirildi. Sırp İsyanları başlayınca emrindeki birliklerle İzver tepelerini ve Zayçar kasabasını zaptetti ve bu nedenle Sırp ordusu çekilmek zorunda kaldı. Osman Paşa'nın hedefi Belgrad'ı almaktı ancak Serasker den izin verilmedi, zira şartlar uygun değildi. Sırp ordusunu yendi ve müşir (mareşal) oldu (1876). Osman Paşa'yı tanıtan, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndaki Plevne Savunması'dır.

Gazi Osman Paşa, iyi dercede Arapça, biraz da Farsça ve Fransızca biliyordu. Ferik Neşet Paşa'nın kız kardeşi Zatıgül Hanımla evlendi.

5 Nisan 1900'de 68 yaşında öldü. Türbesini, onu çok seven ve saygı duyan Sultan II. Abdülhamit yaptırmıştır. Fatih Camii avlusuna gömülmüştür.

29 Kasım 2020

Afet İnan

Ayşe Âfet İnan (Uzmay) (29 Kasım 1908, Selanik - 8 Haziran 1985, Ankara), Türk sosyolog, tarihçi ve akademisyen. Mustafa Kemal Atatürk'ün mânevî kızıdır.

Cumhuriyetin ilk tarih profesörlerinden olan Âfet İnan, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde ilk Türk devrim tarihi kürsüsünü kurmuştur. Türk medeniyeti ve devrim tarihine ait 50 kadar kitabı ile çok sayıda makalesi bulunur. Türk Tarih Tezi'ni ortaya koyan tarihçilerdendir.

Cumhuriyet döneminin yeni tarih anlayışının temellerinin atılması ve kadın kimliğinin kurgulanmasında, bir ideolog gibi hizmet etmiş bir cumhuriyet kadınıdır.

29 Kasım 1908 günü Selanik'in Doyran (Doirani) kasabasında doğdu. Babası orman memuru İsmail Hakkı Bey (Uzmay), annesi Doyran Müderrisi Emrullah Efendi’nin torunu olan Şehzane Hanım’dır. Ailesi Balkan Savaşları'ndan sonra Anadolu'ya göçtü.

Âfet İnan, ilköğrenimine Eskişehir'in Mihalıççık ilçesinde başladı. Annesini 1915 yılında verem hastalığı sonucu yitirdi. Öğrenimini Ankara ve Biga'da sürdürdü, 1920'de altı yıllık ilkokul diplomasını aldı. Âile, 1921'de Alanya'ya taşındı. Âfet Hanım, 1922'de Elmalı'da öğretmenlik ehliyeti aldı ve Elmalı Kızokulu'na başöğretmen olarak atandı. Babasının görevi nedeniyle sürekli yer değiştirdi; 1925 yılında Bursa Kız Muallim Mektebi'ni bitirerek İzmir'de Redd-i İlhak İlkokulu'nda göreve başladı. Atatürk ile tanışması sonucu ileriki yıllarda öğrenimine devam etme fırsatı buldu.


Atatürk ile tanışması ve öğretmenlik yılları

Rukiye, Sabiha, Afet (İnan), ve Zehra.

Âfet Hanım, 1925 yılında Redd-i İlhak İlkokulu'nda yeni göreve başladığı sırada bir çay ziyaretinde cumhurbaşkanı Atatürk ile tanışma fırsatı buldu. Âilesinin Selanik Doyranlı olması nedeniyle cumhurbaşkanının ilgisini çekti ve Atatürk ertesi gün ailesiyle tanıştı. Atatürk'e öğrenimini sürdürmek ve yabancı dil öğrenmek istediğini açıklayan Âfet Hanım, kısa bir süre sonra Ankara'ya tâyin oldu. Bakanlığın izniyle İsviçre'nin Lozan şehrine Fransızca öğrenmek için gönderildi.

1927'de yurda döndüğünde bir süre Fransız Kız Lisesi'nde öğrenim gördü. Bu arada ortaöğrenim tarih öğretmenliği sınavına girerek öğretmenlik ehliyeti aldı ve Ankara Musiki Muallim Mektebi’ne "tarih ve yurt bilgisi öğretmeni" olarak atandı. (1929-1930) Göreve başladığı zaman, yurt bilgisi için okutacağı kitabı Atatürk yetersiz bulmuştu. Bunun üzerine Fransız Kız Lisesi'nde okuduğu Instruction Civique adlı kitaptan çeviriler yaptı. Âfet Hanım'ın çevirileri, Tevfik Bıyıklıoğlu'nun Almanca eserlerden yaptığı çeviriler ve bizzat Atatürk'ün bazı konularda yazıları birleştirilerek "Vatandaş için medenî bilgiler" kitabı oluşturuldu. Kitap, ortaokullarda ders kitabı olarak okutuldu ve 1935 yılına kadar çeşitli defalar basıldı. 1932'ten sonra öğretmenliğe Ankara Kız Lisesi'nde devam etti.

Kadınlara siyasî hakların tanınması

Kadın hakları üzerinde çalışmaya ilgi duyan Âfet Hanım, Atatürk'ün isteği üzerine 3 Nisan 1930'da Türk Ocağı'nda Türk kadınlarının seçim haklarına ilişkin bir konferans verdi. Bu, Âfet İnan'ın verdiği ilk konferanstı. Bu konferans için zamanın en ünlü hatibi Hamdullah Suphi Bey'den dersler alan Afet Hanım'ın giyeceği elbiseyi bizzat Atatürk çizmiş ve gömleği için kendi pırlanta kol düğmelerini hediye etmişti.


Türk Tarih Kurumu kuruculuğu

Atatürk, kendisinden Türk Ocakları Yasası'nın 2'inci ve 3'üncü maddelerinin açıklanması konusunda çalışma yapmasını isteyince Âfet Hanım 27 - 28 Nisan 1930 tarihlerinde gerçekleşen Türk Ocakları Kongresi'nde Aksaray delegesi olarak söz aldı. Türk Ocaklarının amacını, işlevini açıklayan bir nutuk okudu ve sonradan Türk Tarih Tezi olarak nitelenecek bir tezi dile getirdi[kaynak belirtilmeli] ve Türk tarih ve medeniyetini bilimsel olarak incelemek üzere bir heyet kurulması için önerge verdi. Bu önerge üzerine kongreden sonra oluşturulan Türk Tarih Heyeti'nin 16 kişilik kurucu üyeleri arasında yer aldı.



Türk Ocakları, Atatürk’ün emriyle 10 Nisan 1931'de kapatıldıktan sonra heyet, aynı kurucularla dernek olma kararı alarak ve "Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti" adını almış, 3 Ekim 1935'te ise adı Türk Tarih Kurumu olmuştur. Âfet Hanım, 1935-1952 ve 1957-1958 yılları boyunca kurumun başkanlığını yaptı.


Tarih alanında çeşitli çalışmaları


Âfet Hanım, heyetin kurulmasından sonra Türk Tarih Heyeti'nin bilimsel çalışmalarına katıldı. Heyet, Türk Tarih Tezi'nin temelini oluşturacak Türk Tarihinin Ana Hatları adlı kitabı kaleme aldı. 1931-1941 yılları arasında liselerde okutulan kitabın yazımında Âfet Hanım da yer aldı.

Pîrî Reis haritası

1929'da Topkapı Sarayı'nı müzeye dönüştürme çalışmaları sırasında bulunan Pîrî Reis haritasını inceleyen Türk Tarih Cemiyeti heyetinin içinde yer aldı ve haritanın dünyada tanıtılmasına çalıştı.

Mimar Sinan'ın kafatası

1930'lu yılların başlarında "Türk ırkının kafatasını tespit etme" çalışmaları yürüttü.[8] Bu çalışmalar doğrultusunda Türkiye’nin pek çok yerinde mezarlar açıldı ve kafatasları ölçüldü[8]. Tarihçiler arasında Mimar Sinan'ın Türk mü yoksa Ermeni veya Rum asıllı mı olduğu konusunda tartışma çıkınca Âfet Hanım, Türk olduğunu iddia etti ve mezarının açılarak kafatasının ölçülmesini, sonucun Atatürk’e sunulmasını önerdi. Tartışmaları izleyen Atatürk ise bir kâğıt üstüne Sinan'ın bir heykelinin yaptırılmasını istediği notunu düşerek Mimar Sinan'a sahip çıkmıştı. (2 Temmuz 1935) 

1 Ağustos 1935 günü bu ölçüm yapıldı ve sonuç Mimar Sinan'ın brakisefal kafatasına sahip olduğunu gösterdi.

DTCF'de ilk ders

Âfet Hanım, 9 Ocak 1936 günü Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin açılışında Türk Tarih Kurumu asbaşkanı sıfatıyla ilk dersi verdi. Kendisine yeni kurulan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde öğretim görevliliği teklif edilince bu görevin ancak yüksek lisans ve doktora öğreniminden sonra kabul edebileceğini bildirdi.


Akademik yaşamı

14 Ekim 1935 tarih ve 40390 sayılı yazı ile Cenevre'de öğrenim görmek üzere görevlendirilen Âfet Hanım, Cenevre Üniversitesi Sosyal ve Ekonomik Bilimler Fakültesi'nin yakın çağ ve modern tarih bölümünde İsviçreli antropolog Eugene Pittard’ın öğrencisi oldu; "Türk Osmanlı devrinin ekonomik tarihi" adlı tezini sunarak Temmuz 1938'de lisans öğrenimini, Temmuz 1939'da ise "Türk halkının ve Türk tarihinin antropolojik karakteri üzerine" başlıklı tezi ile doktorasını tamamlayarak sosyoloji doktoru unvanını aldı. Doktora çalışması için Anadolu'da 64 bin iskelet kalıntısı üzerinde inceleme yapan Âfet Hanım, öğrenim yılları boyunca Cenevre ve Bükreş'te konferanslar vermiş; Türk Tarih Kurumu kongrelerine bildiriler sunarak katılmıştır.

Yurda döndükten sonra Ankara Kız Lisesi'nde derslerine devam etmesinin yanın sıra Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne doçent vekili olarak atandı. 1942'de doçent, 1950'de profesör oldu.

1940 yılında kadın hastalıkları ve doğum uzmanı olan Rıfat İnan ile evlenip İnan soyadını alan Âfet Hanım, Arı ve Demir adında iki çocuk sahibi oldu.

Âfet İnan, 1950'den sonra Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi konularında Ankara Fen Fakültesi'nde, Hacettepe Üniversitesi'nde, Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'nde, Ankara Harp Okulu'nda dersler verdi.

1961-1962 yıllarında Birleşik Krallık'ta incelemeler yaptı. 1955-1979 arasında da UNESCO Türkiye Milli Komisyonu'nda Türk Tarih Kurumu'nu temsil etti. Ankara Üniversitesi Türkiye Cumhuriyeti ve Türk devrim tarihi kürsüsü başkanlığını yaptı, 1977 yılında bu görevde iken kendi isteğiyle emekli oldu. Emekliliğinde anılarını kaleme almaya başladı.

Âfet İnan 8 Haziran 1985 tarihinde, 76 yaşında Ankara'daki evinde geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını kaybetti Cenazesi Ankara'da defnedildi.


Eserleri

Türk Tarihinin Ana Hatları (1930), Medeni Bilgiler ve M.Kemal Atatürk'ün El Yazıları (1968), Türkiye Halkının Antropolojik Karakterleri ve Türkiye Tarihi (1947), Eski Mısır Tarih ve Medeniyeti (1956) gibi tarih ve sosyoloji çalışmaları yanında Atatürk’e ilişkin araştırmalar da yapan İnan, bunları Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler (1950) gibi yapıtlarla yayımladı.

Kurucusu ve üyesi olduğu dernekler

Türk Tarih Kurumu (kurucu ve yönetici)

Çocuk Haklarını Koruma Derneği (kurucu)

Türk Kadının Sosyal Hayatı Tetkik Kurumu

Milli Kütüphane’ye Yardım Derneği

09 Ekim 2020

Sabiha Gökçen (22 Mart 1913; Bursa – 22 Mart 2001 Ankara),

200PX-~1jjk Sabiha Gökçen (22 Mart 1913; Bursa – 22 Mart 2001 Ankara), dünyanın ilk kadın savaş pilotu ve ilk Türk kadın pilot. Mustafa Kemal Atatürk’ün sekiz manevî evladından biridir. Kariyeri boyunca 8.000 saat civarı uçuş gerçekleştirmiştir. Bunlardan 32'si muharebe görevidir.

Çocukluğu

Bursa Vilayet Başkatibi olan Hafız Mustafa İzzet Bey ile Hayriye Hanım’ın kızları Sabiha, 22 Mart 1913'te Bursa'da dünyaya geldi. Edirne Deftardarı olan babası Hafız İzzet Bey, 'Jön Türk' olduğu gerekçesiyle Bursa'ya sürülmüştü. Anne ve babasını küçük yaşta kaybeden ve ağabeyi tarafından büyütülen Sabiha, 1925'te henüz 12 yaşındayken Bursa ziyareti sırasında evlerinin yakınındaki Hünkar Köşkü’nde konaklayan dönemin cumhurbaşkanı Atatürk’e ulaşmayı ve okumak istediğini iletmeyi başarmıştı.

Atatürk, ağabeyinden izin alarak, zor şartlar altında yaşayan Sabiha'yı evlat edindi ve Ankara’ya götürdü.

Sabiha, Çankaya İlkokulu, Arnavutköy Amerikan Kız Koleji ve Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nde eğitim gördü. Rahatsızlığı nedeniyle öğrenimini yarıda kesip Heybeliada ve Viyana’da tedavi gördü.

Bir süre Fransızcasını ilerletmek amacıyla Paris’te bulundu.

1934'te Soyadı Kanunu nun çıkmasından sonra Mustafa Kemal Sabiha'ya Gökçen soyadını verdi.

Havacılık kariyeri

Sabiha Gökçen, 1935'te Türkkuşu'nun açılış töreninde yapılan planör gösterilerinden etkilenerek havacılığa ilgi duydu. Atatürk’ün de destek vermesi ile 1935'te Türk Hava Kurumu'nun Türk Kuşu Sivil Havacılık Okulu'na girdi, Ankara'da yüksek planörcülük brövelerini aldı.

250px-Ataturk_and_Gokcen_at_Metris Gökçen, yedi erkek öğrenciyle birlikte Kırım'a gönderilerek altı aylık yüksek planörcülük eğitimini Koktebel Yüksek Planör Okulu'nda tamamladı. Moskova'ya motorlu uçak okuluna gitmeyi planlıyordu. Ancak manevi kız kardeşi Zehra'nın ölüm haberini alınca bu düşünceden vazgeçerek ülkesine döndü.

Bir süre dünyaya küsen Sabiha, Atatürk'ün ısrarları ile yeniden çalışmalara başladı. Eskişehir Havacılık Okulu’nda Sami Uçan ve Muhittin Bey’den özel uçuş eğitimi aldı. 25 Şubat 1936'da ilk defa motorlu uçak ile uçmaya başladı.

Fransa yapımı hafif bombardıman uçağı Breguet 19'un önünde Dersim Harekâtı'nda kullanılacak[kaynak belirtilmeli] bir bombayı tutarken.Gökçen'in, uçuş eğitimde gösterdiği başarılardan dolayı, Atatürk kendisine şunları söyledi:

“Beni çok mutlu ettin… Şimdi artık senin için planladığım şeyi açıklayabilirim… Belki de dünyada ilk askerî kadın pilot olacaksın… Bir Türk kızının dünyadaki ilk askerî kadın pilot olması ne iftihar edici bir olaydır, tahmin edersin değil mi? Şimdi derhal harekete geçerek seni Eskişehir’deki Tayyare Mektebi’ne göndereceğim. Orada özel bir eğitim göreceksin ”
O yıllarda kızlar askerî okullara alınmadığı için özel bir üniforma giydirilerek Eskişehir Uçuş Okulu’nda, 1936-1937 döneminde 11 ay boyunca özel eğitim aldı. Bu eğitim sırasında kendisine ilkokul öğretmeni Nüveyre Uyguç eşlik etti. Gökçen, brövesini aldıktan sonra Eskişehir’deki 1. Hava Alayı’nda altı ay görev yaptı, bu sırada Trakya ve Ege manevralarına katıldı.

250px-Breguet_19_Sabiha 1937 yılında Tunceli'de çıkan ayaklanmayı bastırmak için başlatılan Dersim Harekâtı'nın hava saldırısı safhasında yer alarak dünyanın ilk kadın savaş pilotu oldu. Bu harekâtta gösterdiği üstün başarı sebebi ile, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı’nın da katıldığı bir törenle kendisine Türk Hava Kurumu Murassa (İftihar) Madalyası verildi. 30 Ağustos 1937'de askerî uçuş brövesi aldı.

1937'de Fransa'nın, Hatay'ı Suriye'ye devretmeye hazırlandığı yolundaki haberler, Ankara'da sert tepkiyle karşılandı. Atatürk'ün emriyle üniformasını giyen Sabiha Gökçen Fransız elçisinin önünde havaya üç el ateş etti ve "Hatay'ın vatana katılması için gerekirse silahlanırız" dedi. Olay sonunda yine Atatürk'ün emriyle tutuklanan ve mahkemeye çıkan ve yasa gereği bir gün hapis yatan Sabiha Gökçen'in çıkışı sayesinde Atatürkün planı tutmuş ve Fransızlara gözdağı verilmiş, kararlılık gösterilmiştir.

1938'de uçağıyla beş gün süren bir Balkan Turu yapan Gökçen’in ünü bu turla dünyaya yayıldı. [kaynak belirtilmeli]Ankara'da bulunan Balkan Paktı heyeti üyelerinin Sabiha Gökçen ile tanıştıktan sonra kendisine uçakla başkentlerine gelmeyi önermeleri üzerine bu tur fikri doğmuştu. Gökçen, Atatürk'ün arzusu üzerine bu turu yanına bir makinist dahi almadan, tek başına gerçekleştirdi.

Vultee tipi bir uçakla İstanbul'dan havalandıktan sonra Atina'ya ardından Sofya ve Belgrad'a gitti. Kendisine Yugoslav Genel Kurmay Başkanı tarafından "Beyaz Kartal" nişanı verildi. İstek üzerine Bükreş'te bir gösteri uçuşu yapktıktan sonra 6. gün olan 22 Haziran'da İstanbul'a döndü. Bu Balkan turu, basının büyük ilgisini uyandırmış, her yerde göklerin kızı olarak anılmasına neden olmuştur.

Manevi babası Atatürk öldükten sonra hayatını yeniden düzene sokan Gökçen, kadınların orduda görev yapmasına ilişkin yasa çıkmadığı için ordudan ayrıldı ve Türkkuşu Uçuş Okulu'na başöğretmen tayin edildi. 1955'e kadar bu görevini başarıyla sürdürdü. Türk Hava Kurumu yönetim kurulu üyesi oldu. Hayatı boyunca toplam 22 değişik hafif bombardıman ve akrobatik uçakla uçtu.

Gökçen, 1940 yılında Hava Okulu’nda askerî coğrafya ve topoğrafya öğretmeni Üsteğmen Kemal Esiner ile evlendi ve eşine kendi soyadını verdi; ancak üç yıl sonra, 12 Ocak 1943'te eşini kaybetti.

1953 ve 1959'da davet edildiği ABD'ye Türk toplumu ve Türk kadınını tanıtmak amacıyla giden Gökçen için büyük bir Amerika turu düzenlenmiştir. Son uçuşunu 1996'da 83 yaşında iken Fransız pilot Daniel Acton eşliğinde Falcon 2000 uçağıyla yapmıştır.

1996'da havacılık kariyerinin en büyük ödülünü almıştır. Amerikan Hava Kurmay Koleji'nin mezuniyet töreni için düzenlenen Kartallar Toplantısının onur konuğu olarak katıldığı Maxwell Hava Üssü'ndeki törende "dünya tarihine adını yazdıran 20 havacıdan biri" seçildi. Bu ödüle layık görülen ilk ve tek kadın havacı oldu.

Ölümünden 2 yıl önce Hukukun Egemenliği Derneği tarafından onuruna verilen törende kendisine, adına bestelenen, klasik rock opera tarzındaki eser dinletildi.

Sabiha Gökçen 2001 yılında, doğum gününde (22 Mart) Gülhane Askerî Tıp Akademisi’nde 88 yaşında öldü.

Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!