Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


Önemli Kişiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Önemli Kişiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mayıs 2022

Florence Nightingale

Florence Nightingale (İngilizce telaffuz: [ˈflɒrəns_ˈnaɪtɨŋɡeɪl]; 12 Mayıs 1820 – 13 Ağustos 1910), İngiliz sosyal reformcu, istatistikçi ve hemşire. Modern hemşireliğin kurucusudur. Kırım Savaşı sırasında eğitim alan hemşirelerin yöneticisi olarak öne çıkmış, savaşta yaralanan askerlerin tedavi ve bakımlarını yapmıştır. Hemşireliğe son derece olumlu bir itibar kazandırmış ve Viktorya kültüründe bir ikon olmuştur. Özellikle gece gündüz demeden yaralı askerlere baktığı için kendisine "Lambalı Kadın" denmiştir.

Bazı yorumcular Nightingale'in Kırım Savaşı'ndaki başarılarının medya tarafından abartıldığını, halkın bir kahramana olan ihtiyacının karşılandığını iddia etmiştir. Bununla birlikte, eleştirmenler Nightingale'in başarılarının profesyonelleştirici hemşirelik rollerini belirleyici nitelikte olduğunu kabul etmiştir. 1860 yılında Nightingale, Londra'da St Thomas' Hospital'da kendi hemşirelik okulunun kurulmasıyla profesyonel hemşirelik vakfının temellerini atmıştır. Dünyada ilk modern sivil hemşire okulu olmuştur ve şu anda King's College London'ın parçasıdır. Yeni hemşireler tarafından alınan Nightingale Andı ile adı onurlandırılmıştır. Doğum günü her yıl "Uluslararası Hemşireleri Günü" olarak kutlanmaktadır. Sosyal reformları İngiliz toplumunun tüm kesimlerine yönelik sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi, Hindistan'daki açlık yardımını savunmak, kadınlara aşırı sert olarak gördüğü fuhuş yasalarını ortadan kaldırma ve kadınların iş gücüne katılımını kabul ettirme şekillerini genişletme çalışmaları olmuştur.

Nightingale çok yönlü bir yazardır. Yaşamı boyunca yayınlanan eserlerinin çoğu yayılan tıbbi bilgilerle ilgili olmuştur. Yazınsal becerileri kötü olanlar tarafından kolayca anlaşılabilecek basit İngilizce ile yazılmıştır. Ayrıca istatistiksel verilerin grafiksel sunumunu halka sevdirmeye yardımcı olmuştur. Din ve mistisizm üzerine yoğunlaşmış çalışmaları sadece ölümünden sonra yayımlanmıştır.

1907'de Londra'daki Kızılhaç Toplulukları Sekizinci Uluslararası Konferansı'nda, toplanan delegeler, hemşirelik alanındaki seçkinlere verilecek bir Uluslararası Uluslararası "Florence Nightingale Madalyası" hazırlamaya karar verdiler. Daha sonra, Florence Nightingale Madalyası 1912'de Uluslararası Kızılhaç Komitesi tarafından kuruldu. Bir hemşirelere verilen en yüksek uluslararası ödüldür, hemşirelere veya hemşire yardımcılara "yaralılara, hasta veya engellilere olağanüstü cesaret veya bir çatışma ve felaketin sivil kurbanlarına olan yardımlar"a göre verilir.

25 Şubat 2022

Kösem Sultan

Mâh-Peyker Kösem (1590 - 2 Eylül 1651), Osmanlı devlet yönetiminde etkin bir rol oynamış Valide Sultan. Osmanlı padişahı I. Ahmed'in eşi olup, padişah IV. Murad ve I. İbrahim'in annesidir. Osmanlı tarihinin en güçlü kadın sultanlarındandır.

Osmanlı tarihinin etkili kadınlarından olan Kösem Sultan, 1590 yılında Yunanistan'da Anastasya adıyla doğdu. Bosna Beylerbeyi tarafından İstanbul'a kızlarağasına gönderildi. 15 yaşındayken Sultan I. Ahmet'e haseki oldu. Keskin zekasıyla padişahı etkisi altına aldı ve bütün saraya nüfuzunu kabul ettirdi. Kösem Sultan'ın dört erkek doğurdu: Murad Süleyman, İbrahim ve Kasım ve kızı Ayşe'dir.

Aklı ve zekası, güzelliği, hayrat ve hasenatı ile meşhur, saliha, temiz bir hanım olan Kösem Mahpeyker Haseki, 28 yaşında saltanat vekili oldu. Kimilerine göre Moralı Ortodoks bir rahibin kızı  Anastasya, kimilerine göre de Bosnalı ve Osmanlı Devleti’nin saltanat vekili Mahpeyker Valide Sultanıydı. Daha hasekiliği zamanında kendisine Kösem (sürüler önünde, rehber olarak giden) denilmiştir.

I. Ahmed’in dikkatini çekmeyi başaran Kösem Sultan, kısa sürede kendinden kıdemli hasekilerin önüne geçer, sarayın en güçlü kadını olur.  Murad, Süleyman, İbrahim ve Kasım adlı şehzadeler ile Ayşe ve Fatma sultanları dünyaya getirir.

Çok şefkatli olan Mahpeyker Sultan, çevresindeki fakirlere  bir daha kimseye muhtaç kalmayacak şekilde yardım etmiştir. Her sene Receb-i Şerif ayında kıyafet değiştirip araba ile hapishanelere gider, borç yüzünden hapse düşünlerin borçlarını ödeyerek onları hapisten kurtarmıştır. Katiller hariç bütün mahkûmlara yardım elini uzatmıştır.

I. Ahmed
Yaptırdığı hayır işlerinin başında Üsküdar’daki Çinili Camii, Boğaziçi’nde Anadolu Kavağı, Sultan Selim civarında Valide Medresesi Mescidi’ni yaptırdı. Mekke ve Medine’deki fakirlere yardımlarda bulunmuştur.

Osmanlı tarihinde, oğulları IV. Murad ve İbrahim ile torunu IV. Mehmet döneminde uzun yıllar devlet idaresini ele almıştır.

Osmanlı kadın sultanlarının en meşhurlarından biri olan Kösem Sultan, zaman zaman Valide-i Muazzama, Sahibet-ül Makam, Valide-i Atika, Valide-i Kebire sıfatıyla anılır.

I. Ahmed döneminde siyasi işlere fazla karışmayan Kösem Sultan, yine de çoğu zaman sözünü yerine getirtmiştir. I. Ahmed’in ölümüyle  adet üzere eski saraya gider. Ancak I. Mustafa ve II. Osman döneminde etrafına tesir etmiş, devlet işlerine karışmaya başlamıştır. I. Mustafa’nın ikinci saltanat döneminde tahtan indirilişinde önemli etkisi olur.

Ve oğlu IV. Murad’ın tahta çıkmasıyla Kösem Sultan, Valide Sultan olarak Topkapı Sarayına yerleşir. IV. Murad’ın daha 11 yaşında olması, iktidar ihtirası olan Kösem Valide Sultan için bulunmaz bir fırsat olmuştur. Padişahın yaşının küçüklüğünü kullanarak devleti perde arkasından idare etmeye başlar.

Mahpeyker Kösem Sultanın büyük nüfuz ve iktidarı, IV. Murad’ın idareyi tam olarak eline almasına kadar sürmüştür.  IV. Murat idareyi tam olarak eline alınca da uzun süre etkisi altında kaldığı annesinin fikirlerine genel olarak kıymet vermeye devam etmiştir.

IV. Murad’ın,  Kasım ve Süleymanı katlettirmesine mani olamayan Kösem Sultan, İbrahim’i ise aciz ve saltanat sürme iktidarından yoksun olduğunu ileri sürerek koruyabilmiştir.

Kimi tarihçilere göre  Sultan IV. Murad, Osmanoğulları hanedanlığının devamının kesilmemesi için kardeşi İbrahim’i sağ bırakır.

Kimi tarihçilere göre de, IV. Murad’ın İbrahim’i de öldürerek Kırım Hanının tahta geçirmeyi düşündüğünü ancak buna Kösem Sultanın mani olduğunu bildirirler.

IV. Murad ölünce, padişahın öldüğü haberi İbrahim’e verilir. Ancak son üç yılında her an öldürülme korkusuyla yaşayan Sultan İbrahim, bunun bir oyun olduğunu düşünerek tahtta gözü olmadığını söyleyip, ağabeyinin sağlığını diler. 

Bunun üzerine Kösem Sultan, korkudan kapısını dahi kilitlemiş olan İbrahim’in odasına gelerek ona padişahın öldüğünü, tahta geçme sırasının kendisine geldiği söyler. Sultan İbrahim zoraki odasından çıkarılır.

IV. Muradın yattığı odaya gelip Murad’ın cesedini görmesine rağmen, hala bunun bir oyun olabileceği düşünerek tahtta gözü olmadığını bir kez daha söyler.

IV. Murad’ın ölümünden sonra Osmanlı başkentinde yeni bir çekişme başlar. Kapıkulu, ulema, vezirler ve saray erkanı iktidarda daha fazla söz sahibi olmanın mücadelesini verirler . IV. Murad ve  Sultan İbrahim’in annesi  Valide Kösem Sultan,  oğlu İbrahim’in saltanatı sırasında devlet işlerine daha fazla karışmaya başlar.


İbrahim’in ruhsal sıkıntısına çare olmak hem de erkek evlad sahibi olabilmesi için saraya üfürükçüler davet edilmiştir. Hele bunlardan bir tanesi vardır ki, İbrahim’in saltanatı sırasında çok ünlenmiştir. Safranbolulu Cinci Hoca lakaplı Hüseyin Efendi’dir. Cinci Hocanın üfürmeleri sonucu sultanın günden güne iyileşmesi Cinci Hocanın ününe ün katar. Cinci Hocanın saraydaki etkinliği o kadar artar ki, Cinci Hoca artık devlet idaresine dahi karışmaya başlar. Rüşvet almak ve medrese hocalıklarını satmak yoluyla epeyce zenginleşir. IV. Mehmed’in cülusünün dağıtımında hazinede para olmadığı için, sadrazam  tarafından, kendisinden yardım dahi istenecek bir zenginliği vardır. Cinci Hocanın öldürülmesi ve mal varlığının hazineye aktarılması sonrasında cülus olarak askere dağıtılan paralar halk arasında uzun bir süre “Cinci Hoca Akçesi” diye anılmıştır.

Kösem Sultan, Zihni zaafından ve tecrübesizliğinden ıstırap ettiği oğlunu avutmak ve Osmanoğullarını, hanedanlığın sona erme tehlikesinden korumak amacıyla padişaha sürekli yeni cariyeler takdim etmiştir.

Zamanla sayıları artan hasekiler ve cariyeler , hazineye bir hayli yük olmuştur. Sarayda kadınlar arasında nüfuz çatışmaları başlamıştır. Kösem Sultana karşı cephe alanlar olmuştur. Şekerpare adındaki kadın, Kösem Sultana karşı kafa tutar bir davranışından dolayı Kösem Sultandan şiddetli bir dayak dahi yemiştir. 

Ruhi rahatsızlıkları nedeniyle Sultan İbrahim’e söz geçirmekte zorlanan ve iktidarda etkisiz kaldığını  gören Kösem Sultan, Topkapı Sarayından uzaklaşır, ancak devlet işleriyle uğraşmaya devam eder.

Sadrazam Salih Paşa, İbrahim’in tahammül edilmez bir hal aldığını, devlet işlerinin iyi gitmediğini, İbrahim’in tahtan indirilerek yerine Mehmed’i tahta çıkarmak lazım geldiğini Kösem Sultana gizlice iletir. Sultan İbrahim tarafından bu durumun öğrenilmesi sadrazamın sonunu getirir. Kösem Sultan da Florya’daki İskender Çelebi bahçesine sürülür.

Sultan İbrahim daha da ileri giderek, annesini Rodos’a sürdürmek istemişse de buna engel olunmuştur.

Saraydan uzaklaştırılan Kösem Sultan boş durmaz. Oğlunun bu hareketine karşılık Ocak Ağalarının ve yeteneksiz vezirlerin sebep olduğu yolsuzluklardan oğlunu sorumlu tutup, oğluna karşı propaganda hareketine girişir.

Gözlerini iktidar ihtirası bürüyen  Kösem Sultan daha da ileri giderek, Sadrazam Ahmet Paşaya, “Bu beni ve seni sağ komaz, alem harap oluyor; devlet elden gidiyor bunun hakkından gelelim de şehzadeyi cülus ettirelim.” diyerek planını açıklar.

Sadrazam Ahmet Paşanın bu oyuna alet olmak istememesi üzerine,  Kösem Sultan tekrar ümidini Ocak Ağalarına bağlar. Ocak Ağaları da ilk hedef olarak Sadrazamı azlettirerek, onun yerine kendilerine yakın ve işlerini yaptırabilecekleri birini sadrazamlığa getirtmek isterler. Daha sonra padişahı tahttan indirmeyi planlarlar. Halkın sevgisini kazanmış padişaha karşı doğrudan cephe almaktan çekinmişlerdir. Çünkü halk, Genç Osman’a yapılanları unutmamış ve bundan dolayı da Ocağa karşı kin beslemektedir.

Ağalar ve askerler anlaşarak sadrazamın azli ve katli için Şeyhülislamın kapısını çaldılar ve ondan fetva istediler. Durumu öğrenen padişah, Şeyhülislama bir haseki göndererek durumun aslını öğrenmek ister ve askerlerin dağılmasını söyler. Ancak Şeyhülislam haseki vasıtasıyla Padişaha, sadrazamın teslimi için haber gönderir. Bununla da yetinmeyen Şeyhülislam makamına yakışmayacak bir tarzda Padişahın sadrazamı teslim etmemesi halinde sonunun iyi olmayacağı yönünde tehditvari bir haber de gönderir.

Ocak Ağaları, askerler ve Şeyhülislam’ın işbirliği sonucu sadrazamlığa Mehmet Paşa getirilir. Padişah Sultan İbrahim, Mehmet Paşa’ya, Ahmet Paşayı sadrazamlıktan azlettiğini, ancak ona bir şey yapılmamasını söyler. Yeni Sadrazam Mehmet Paşa ise, Ocağın bunu kabul etmeyeceğini, Ahmet Paşa’nın öldürülmesini istediklerini söyler. Padişah da kendisine kızarak, tüm olanlardan kendisinin sorumlu olduğunu, askerin dağılmasından sonra kendisiyle hesaplaşacağını söyler. Korkuya kapılan sadrazam, evine kapanıp sadaret mührünü Ocak Ağalarına teslim eder. Ağalar da kendisine padişahtan korkmamasını, esas amaçlarının padişahı tahttan indirmek olduğunu, endişelenmesine gerek olmadığını sadrazama iletirler.

Eski sadrazam can korkusuyla saklanmak ister ancak birçok kapıdan geri çevrilir. Sonunda kendisine kapısını açan birini bulur ancak onun da ihanetine uğrar ve bu kişi tarafından yeri isyancılara bildirilir.  Ahmet Paşa  isyancılar tarafından öldürülür ve cesedi At Meydanında çınar ağacının altına çıplak olarak bırakılır.

Sultan İbrahim, sarayda on iki bin muhafızı silahlandırdığını, dağılmadıkları takdirde üzerlerine yürüyeceğini isyancılara bildirir.  Bundan çekinen ve korkan isyancılara destek Valide Kösem Sultan’dan gelir. İsyancılara korkmamaları gerektiğini, saray muhafızların komutanı ile işbirliği içinde olduğunu, padişahı tahttan indirmeleri için onlara saraya gelmelerini bildirir.

Saraya gelen isyancıları Kösem Sultan karşılar ve hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranır. Vaziyet hakkında bilgi ister ve Sultan İbrahim’i savunur gibi görünür. Sonunda Şeyhülislamın da fetvasıyla 7 yaşındaki Mehmed’in cülusüne karar verilir. Hal kararı padişaha ulema ve askerler tarafından bildirilir. Hal’lini kabul etmeyen Sultan İbrahim ulemaya tepki gösterir ancak zorla tahttan indirilir ve hapsedilir. 

Ruhsal sıkıntısı olan Sultan İbrahim yapılan haksızlıklar yüzünden mahbesinde büsbütün sıkılmıştır. Zindandan farkı olmayan mahbesinde gece gündüz feryadı figan eden Sultan İbrahim’e bu mahbesi dahi çok görülerek, mahbesin kapısı ve pencereleri Kösem Sultan tarafından ördürülerek tam bir mezara çevrilir. Sultan İbrahim’in feryatları saray halkını sabaha kadar uyutmaz. Saray halkı onun bu durumuna gözyaşları döker.

Saltanat makamının üç-beş  ocak ağasının elinde oyuncak olduğunu düşünen halk, saray ağaları ve askerin bir kısmı; bu olaya sebep olan Kösem Sultan, Ocak Ağaları ve ulema aleyhinde kin beslemeye başlar. Sultan İbrahim’in tekrar tahta çıkarılma fikri seslendirilir. Bu durum Sultan İbrahim’i tahttan indiren işbirlikçileri korkutur ve kendilerinin yaşaması için Sultan İbrahim’in öldürülmesinin şart olduğu kararlaştırılır.

Kösem Sultanın işbirlikçileri Sadrazam Sofu Mehmed, Şeyhülislam Abdürrahim ve yandaşları, Sultan İbrahim’in katli için saraya gelirler. Saray halkı cinayete seyirci olmak istemeyip kaçışır. Hatta Sultan İbrahim’i katledecek olan Cellad Kara Ali dahi kaçmış, ancak yakalanarak Sadrazam tarafından dövülmüş, Sultan İbrahim’in hapsedildiği yere kadar da sürüklenerek götürülmüştür.

IV.Murat
Elinde Kur’an-ı Kerim ile isyancıları karşılayan Sultan İbrahim Şeyhülislama “Bak’a Abdürrahim, Yusuf Paşa bana senin için dinsiz, imansız, fitnekar bir heriftir, sağ bırakma demişti; seni öldürmedim; çünkü Allah’tan korktum; meğer sen beni öldürecekmişsin. İşte Kitabullah, beni ne hüküm ile öldürürsünüz, zalimler!” diye bağırır. Ve Sultan oracıkta canice öldürülür.

Sultan İbrahim’in öldürülmesi büyük üzüntüye sebep olur. Çünkü halk dertlerini dinleyen, türbelere giden, şeyhlerle sık sık görüşen padişahını sevmektedir. Ve şairler, katledilen Sultanın dili olur. Tarihçi solakzade  Hemdemi,

Nasib oldu şehadet akıbet ol şah-ı mazluma,

Ne çare bu imiş hod ta ezel takdir-i yezdani”

beytiyle Sultan İbrahim’in katledilmesinden duyduğu üzüntüyü dile getirmiştir.

Sultan İbrahim’i tahttan indiren ve onu katledenler bu olayı meşru göstermek için onu “DELİ” olarak damgalamışlar ve kadın düşkünü olarak göstermeye çalışmışlardır.

Tarihimizde “DELİ” diye anılan Sultan İbrahim bu lakabını Can düşmanı olan Şeyhülislam Karaçelebizade Abdülaziz Efendinin Ravzatü’l Ebrar adlı tarihinden mülhem olarak II. Meşrutiyet devrinde yaşamış bazı tarihçilerin, özellikle Mizancı Murad’ın işgüzarlıklarına borçludur. M. Çağatay Uluçay’ın “Sultan İbrahim deli mi yoksa hasta mıydı?” başlıklı incelemesinden ve dönemindeki faaliyetlerden Sultan İbrahim’in ruhi bir rahatsızlığının olduğu ancak kesinlikle deli olmadığı anlaşılıyor.

Sultan İbrahim tahta çıktığında sarayın yiyici takımını dağıtmış, etrafındakilerin fazla servet edinmesine mani olmuştur. Halk arasındaki bir gezintisinde, fırın önünde ekmek kuyruğu bekleyenleri görünce, bu duruma razı olmamış ve sadrazamdan bu durumu çözmesini emretmiştir. Sultan İbrahim bazı hatlarında reayanın sıkıntılarından duyduğu ızdırabı ve bazen sabahlara kadar uyuyamadığını da dile getirmiştir.

Kösem Sultan, Sultan İbrahim’in tahtan indirilmesi ve Mehmed’in tahta çıkmasından sonra, adet üzere eski saraya taşınması gerekirken, IV. Mehmed’in annesi Turhan Sultanın gençliğini ve tecrübesizliği bahane ederek yeni sarayda kalmaya devam etmiştir.

İktidar hırsı her geçen gün artan Kösem Sultan, 7 yaşındaki IV. Mehmed’in tahta çıkmasıyla bu defa padişahın annesi Valide Turhan Sultan ile mücadele edecektir.

IV. Mehmed’in ilk yıllarında eski gücüne kavuşan Kösem Sultan “Valide-i Muazzama” diye hürmet görmüştür.  Yeniçeri ocağından aldığı destek ile hükümdar gibi saltanat sürmüştür.

Ancak , Turhan Sultan valide sultanlık sırasının kendisine geldiğini, Büyük Validenin artık kenara çekilmesi gerektiğini düşünür ve yavaş yavaş devlet işlerine karışmaya başlar.  Böylece Valide Sultan ile Büyük Valide Sultanı karşı karşıya gelir. Saray ağaları arasında  dahi bu iki kadın yüzünden iki cephe oluşur. İki cephe arasında zıtlaşmalar ve kavgalar saray içinde huzursuzluğu artırır. Hatta bu çatışma ortamında devlet işlerine yeterli derecede önem verilememiş ve Anadolu’da yer yer isyanlar çıkmıştır.

Sadrazam Siyavuş Paşa ile ocak ağalarının arası da açıktır. Bu ortamda hem ocak ağaları hem de sarayda can korkusuna düşen Kösem Sultan, işi kökünden halletmeye karar verirler.  Turhan Sultandan kurtulmak için IV. Mehmed’i tahttan indirerek yerine Süleyman’ı çıkarmayı düşünürler. Süleyman tahta çıkarsa Kösem Sultan kendisine rakip bir valide sultanın olmayacağını düşünür. Çünkü Süleyman’ın annesi Dilaşub Sultan, kendisine karşı koyabilecek bir kişilikte ve güçte değildir.

Ve plan hazırlanır. Kösem Sultan gece sarayın kapılarını açık bıraktıracak, Yeniçeri ağaları adamlarıyla birlikte içeri girecek Süleyman’ı tahta çıkaracaklardır. Turhan Sultan ve adamlarını alıp götürecekler, IV. Mehmed’i de zehirli şerbet ile zehirleyeceklerdir.

Ancak Yeniçeri Ağaları ve Kösem Sultan tarafından hazırlanan bu plan Padişah ve annesi tarafından öğrenilir. Planın ortaya çıkması üzerine Turhan Sultan, derhal harekete geçer ve adamları tarafından Kösem Sultanın öldürülmesi için hazırlık yapılır. Kösem Sultan odasında yandaşları Yeniçeri ağalarını beklerken kapıda Turhan Sultanın adamlarını görür, can havliyle kaçmağa çalışır ancak son çırpınışlar fayda etmez. Zülüflü baltacılardan Küçük Mehmed celladı olur ve Kösem Sultanı oracıkta boğar.

Osmanlı Devleti’inde birçok padişahtan daha çok iktiar sürmüş olan Kösem Sultan, eşi I. Ahmed’in türbesine gömülmüştür.

07 Ocak 2022

Enver Paşa

Enver Paşa (Osmanlıca: انور پاشا, doğum adı: İsmail Enver, اسماعيل انور‎; 23 Kasım 1881 – 4 Ağustos 1922), Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında etkin olan Osmanlı askeri ve siyasetçisi. 3. Ordu ve Kafkas İslam Ordusu komutanlığı yapmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin önemli önderleri arasında bulunmuş, 1913'te Bâb-ı Âli Baskını adı verilen askeri darbeyle cemiyetin iktidara gelmesini sağlamış, 1914'te Almanya ile askeri ittifaka önayak olarak Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'na girmesine öncülük etmiş, savaş yıllarında Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili sıfatıyla askeri politikayı yönetmiştir. Bu savaş sırasında meydana gelen Ermeni Tehciri'ni hazırlayanlardan biridir. I. Dünya Savaşı'nın yenilgi ile sonuçlanması üzerine, Almanya ve Rusya'da Türk halklarının bir araya getirilmesi amaçlı pek çok mücadelede bulunmuştur. 1914'te Padişah Abdülmecit'in torunu (Şehzade Süleyman'ın kızı) Naciye Sultan'la evlenerek Osmanlı hanedanına damat olmuştur. 4 Ağustos 1922'de bir Rus mitralyözü tarafından öldürülmüştür.

Hayatı

Ailesi

Enver Paşa, Babası Hacı Ahmet Paşa
ve kardeşi Nuri Paşa (Killigil)
23 Kasım 1881'de İstanbul Divanyolu'nda dünyaya geldi. Babası bayındırlık teşkilatında inşaat teknisyeni Hacı Ahmet Paşa (kendisi aynı zamanda Malta sürgünlerindendir), annesi Ayşe Dilara Hanım'dır. Annesi Kırımlı bir Türk'tür, Baba tarafından soyu Gagavuz Türklerine dayanır. Ailenin 5 çocuğundan en büyüğüdür. Önce Nafia Nezareti (Bayındırlık Bakanlığı)'nda fen memurluğu yapan daha sonra Surre Emini (Surre-i Hümâyûn Alayı Emini) görevine getirilen ve sivil paşalığa yükselen Hacı Ahmet Paşa'nın tayinleri nedeniyle çocukluğu farklı şehirlerde geçti. Kardeşleri Nuri (Nuri Paşa-Killigil), Kâmil (Killigil-Hariciyeci), Mediha (General Kazım Orbay ile evlenecektir) ve Hasene'ydi (Selanik Merkez Kumandanı Nazım Bey ile evlenecektir). Enver Paşa, Genelkurmay eski başkanlarından Kazım Orbay'ın da kayınbiraderiydi.

Eğitimi

Enver Bey ve Resneli Niyazi Bey
Üç yaşında evlerinin yakınındaki İbtidaî Okulu'na (ilkokul) gitti. Daha sonra Fatih Mekteb-i İbtidaîsi'ne girdi ve ikinci sınıftayken babasının Manastır'a tayin olması nedeniyle bırakmak zorunda kaldı. Yaşı küçük olmasına karşın 1889'da Manastır Askeri Rüştiyesi'ne (ortaokul) kabul edilmeyi başardı ve oradan 1893'te mezun oldu. Eğitimine 15. sırada girdiği Manastır Askerî İdadisi'nde devam etti ve 1896 yılında 6. sırada mezun oldu. Harp Okulu'na geçti ve bu okulu 1899'da 4. sırada piyade teğmeni olarak bitirdi. Harp Okulu'nda okurken kendisi gibi henüz öğrenci olan amcası Halil Paşa ile birlikte tutuklandı ve Yıldız mahkemelerinde yargılanıp serbest bırakıldı. Harp Akademisini 2. olarak bitirdi ve 23 Kasım 1902'de Kurmay Yüzbaşı olarak Üçüncü Ordu'nun emrinde Manastır 13. Topçu Alayı 1. Bölüğü'ne verildi.

Askerliği (ilk dönem)

Manastır, Koçana ve Üsküp'te çeşitli askeri görevlerde bulunduktan sonra 1904'te kolağası (önyüzbaşı), 30 Ağustos 1906'da binbaşı oldu. Ekim 1907'de Manastır civarında eşkiya takibi ile görevlendirildi. 1908 yılına kadar devam ettiği bu görev sırasında Bulgar çetelerine karşı verdiği mücadeleler, onda milliyetçilik fikrinin gelişmesinde rol oynadı. Çatışmalarda bacağından yaralanarak bir ay hastanede kaldı. Bu bölgedeki çalışmalarından ötürü 4. ve 3. Mecidiye, 4. Osmaniye nişanlarıyla altın Liyakat Madalyasına layık görüldü.

Hürriyet kahramanı

Amcası Yüzbaşı Halil Bey ile konuşarak merkezi Paris'te bulunan Jön Türk Hareketi'nin Selanik'teki bir kolu olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'ne (sonraki adıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti) katılmayı kabul etti. (Tahminen Mayıs 1906) Bursalı Mehmet Tahir Bey'in rehberliği ile cemiyete, on ikinci üye olarak kabul edildi. Kendisine cemiyetin Manastır şubesini kurma görevi verildi.

İttihat ve Terakki'nin başlattığı ihtilal hareketleri içinde yer alan Binbaşı Enver Bey, kız kardeşi Hasene Hanım'ın eşi olan ve sarayın adamı olarak bilinen Selanik Merkez Kumandanı Kurmay Albay Nazım Bey'i öldürme planı içinde yer aldı.[ 11 Haziran 1908 günü gerçekleşen suikast girişimi Nazım Bey'in ve onu öldürmekle görevli fedai Mustafa Necip Bey'in yaralanması ile sonuçlanırken Enver Bey, Divan-ı Harb'e sevk edildi. Ancak İstanbul'a gitmek yerine 12 Haziran gecesi dağa çıkıp ihtilal başlatmak üzere Manastır'a doğru yola çıktı. Resne'de Resneli Niyazi Bey'in dağa çıktığını öğrenince Manastır yerine Tikveş'e yöneldi ve cemiyeti orada yaymaya çalıştı. Ohrili Eyüp Sabri Bey de onu izledi. Bu hareket padişah tarafından II. Meşrutiyet'in ilan edilmesinde önemli rol oynadı. Dağa çıkan subaylar arasında en kıdemlisi olduğu ve önemli faaliyetler gerçekleştirdiği için Enver Bey, bir anda “hürriyet kahramanı” olarak kabul edildi, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin askeri kanadının en önemli isimlerinden birisi oldu. Meşrutiyetin ilanından sonra Makedonya Genl Müfettişliği ve Berlin Askeri Ataşeliği gibi görevlerde bulundu.

Berlin Askeri Ataşeliği

5 Mart 1909'da Berlin Askeri Ataşesi olarak görevlendirilen Enver Bey, bu görev sırasında Alman kültürü ile tanıştı ve çok etkilendi. İstanbul'da 31 Mart Olayı'nın patlak vermesi üzerine geçici olarak yurda döndü. İsyanı bastırmak üzere Selanik'ten İstanbul'a giden ve komutanlığını Mahmut Şevket Paşa'nın üstlendiği Hareket Ordusu'na katıldı; hareketin kurmay başkanlığını Kolağası Mustafa Kemal Bey'den devraldı. İsyan bastırıldıktan sonra II. Abdülhamit tahttan indirilmiş, yerine Mehmet Reşat geçmişti. Kurulan İbrahim Hakkı Paşa kabinesinde Harbiye Nazırlığı görevi beklenildiği gibi Enver Bey'e değil, Mahmut Şevket Paşa'ya verildi.

Enver Bey, isyan bastırıldıktan sonra tekrar Berlin'e gitti. 1911'de İstanbul'a döndü ve Sultan Mehmet Reşat'ın yeğeni Naciye Sultan ile nişanlandı. Arnavutluk'ta çıkan isyan üzerine gittiği İşkodra'da isyanın bastırılmasında etkili oldu. Daha sonra Berlin'e geçtiyse de İtalyanların Trablusgarp'a saldırmaları üzerine yurda döndü.

Trablusgarp Savaşı

Enver Bey, İtalyanlara karşı bir gerilla savaşı yürütülmesi fikrini İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerine kabul ettirdikten sonra Kolağası Mustafa Kemal Bey ve Paris Ataşemiliteri Binbaşı Fethi (Okyar) Bey gibi isimlerle bölgeye gitmeye koyuldu. İstanbul'dan bir gemiyle 25 Eylül 1911 tarihinde yola çıktı. Gizli görevde olduğu için önce bir doktor, daha sonra da Suriyeli bir tüccar kılığında yolculuk yaptı. 15 Ekim 1911'de İskenderiye'ye ulaştı, oradan da deve üstünde çok zorlu bir yolculuğun ardından 22 Ekim 1911'de Trablusgarp'a geçti. Bingazi ve Derne'deki kuvvetlerin başına geçti; Hanedan damadı olmasının da kazandırdığı saygınlıkla 20 bin kişiyi seferber etmeyi başardı ve adına para bastırarak bölgeye hakim oldu. Bir yıl süren mücadele sonunda, Balkan Savaşı'nın başlaması üzerine diğer Türk subaylarla birlikte İstanbul'a çağrıldığı için bölgeyi 25 Kasım 1912'de terk etti. İtalyan kuvvetlerine karşı verdiği başarılı mücadele nedeniyle 1912'de yarbaylığa yükseldi.

Balkan Savaşı ve Bâb-ı Âli Baskını

Hareket Ordusu komutanları
ve kurmaylarıyla
Balkan Savaşı'na katılmak üzere diğer gönüllü subaylarla birlikte Bingazi'den ayrılan Yarbay Enver Bey, düşman kuvvetlerinin Çatalca'da durdurulmasında önemli rol oynadı. I. Balkan Savaşı yenilgi ile sonuçlanmıştı. Kamil Paşa hükûmeti, kendilerine Londra Konferansı'nda önerilen Midye-Enez sınırını kabule yanaşıyordu. İttihatçıların kendi aralarında yaptığı ve Enver Bey'in de katıldığı toplantıdan zor kullanarak hükûmeti devirme kararı çıktı. 23 Ocak 1913 günü Enver Bey'in öncü rolü oynadığı Bâb-ı Âli Baskını gerçekleşti. Baskın sırasında Harbiye Nazırı Nâzım Paşa, Yakup Cemil tarafından öldürüldü; Enver Bey, Mehmet Kamil Paşa'ya istifasını imzalattı ve padişahı ziyaret ederek Mahmut Şevket Paşa'nın sadrazam olmasını sağladı. Böylece İttihat ve terakki Cemiyeti askerî darbe ile iktidarı ele geçirmiş oldu.

Bâb-ı Âli Baskını'ndan sonra, Enver Bey, Bulgar ordusu başka cephelerde savaşmakta olduğundan, direnişle karşılaşmadan, 22 Temmuz 1913'te Edirne'ye girdi. Bu gelişme üzerine saygınlığı artan Enver Bey, “Edirne Fatihi” unvanını aldı. Rütbesi albaylığa (18 Aralık 1913), kısa bir süre sonra da generalliğe (5 Ocak 1914) yükseltildi. Hemen ardından istifa ettirilen Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa'nın yerine Harbiye Nazırı oldu. Bu arada, Sultan Mehmet Reşat'ın yeğeni Emine Naciye Sultan ile Baltalimanı'ndaki Damat Ferit Paşa Konağı'nda yapılan düğünle evlenerek “Damad-ı Şehriyari” oldu (5 Mart 1914).

Harbiye Nazırlığı

Harbiye Nazırı olduktan sonra orduda bazı düzenlemeler yapan Enver Paşa, binden fazla yaşlı subayı ordudan tasfiye etti, genç subayları önemli görevlere getirdi. Orduda Fransız modeli yerine Alman stilini uyguladı, birçok Alman subayı Türk ordusunda danışman olarak görevlendirildi. Alaylı subayların çoğunun işine son verdi, ordunun gençleşmesini sağladı. Üniformalar değiştirildi; orduda okur yazarlığın artmasına çalıştı ve bunun için “enveriye yazısı” denilen bir alfabe uygulamaya kondu. Mahmut Şevket Paşa'nın suikast sonucu öldürülmesinden sonra kurulan Said Halim Paşa kabinesinde ve onun görevden çekilmesi üzerine 1917'de kurulan Talat Paşa kabinesinde de devam ettiği Harbiye Nazırlığı, 14 Ekim 1918'e kadar sürdü.

Soldan sağa: II. Wilhelm, V. Mehmed, Enver Paşa

I. Dünya Savaşı'na giriş

Harbiye Nazırı Enver Paşa, 2 Ağustos 1914'te Rusya'ya karşı gizli bir Türk-Alman ittifak anlaşması imzalanmasında önemli rol oynadı. 10 Ağustos'ta Boğazlar'dan girmesine izin verilen iki Alman kruvazörünün 29 Ekim'de Rus Çarlığı liman ve gemilerine saldırması için gerekli onayı verdi. 14 Kasım'da Fatih Camii'nde okunan Cihad-ı Ekber ilanı ile devlet, resmen I. Dünya Savaşı'na katılmış oldu.

Sarıkamış Harekâtı

Enver Paşa Kubbetüs Sahra'yı
 ziyaret ederken (1916)
Enver Paşa, ülke I. Dünya Savaşı'na girdikten sonra Harbiye Nazırı olarak askerî harekâtın yönetimini eline aldı. 3. Ordu'nun Doğu Cephesi'nde Rus kuvvetlerine karşı giriştiği Sarıkamış Kış Harekâtı'nın komutanlığını üstlendi. Ocak 1915'te gerçekleşen harekâtta Türk birlikleri tam bir bozguna uğradı. Enver Paşa, ordunun komutasını Hakkı Hafız Paşa'ya bırakıp İstanbul'a döndü ve savaş boyunca başka hiçbir cephede komutanlık üstlenmedi. Uzun bir süre İstanbul basınında Sarıkamış hakkında herhangi bir haber veya yayın yapılmasına izin vermedi. 26 Nisan 1915'te Harbiye Nazırlığı'nın yanı sıra Başkomutan Vekili olan Enver Paşa, Eylül ayında korgeneralliğe yükseldi.


Ermeni Tehciri

1877-1878'deki 93 Harbi sırasında da yerli Ermenilerin Osmanlı'ya karşı yayılmacı Rus ordularının yanında çarpıştığını ve de cephe gerisinde isyanlar çıkarttığını bilen Enver Paşa, 2 Mayıs 1915'te Dahiliye Nazırı Talat Paşa'ya gönderdiği gizli telgraf ile isyancı Ermenilerin bölgeden uzaklaştırılmasını istedi. Uygulama, Talat Paşa tarafından başlatıldı ve 27 Mayıs'ta Tehcir Kanunu çıkartılarak yürürlüğe konuldu.

1917'de Kut ül-Amare'de İngiliz general Townshend'in tutsak alınması ve Kafkasya cephesinde Ruslara karşı elde edilen başarılar üzerine Enver Paşa'nın rütbesi orgeneralliğe yükseltildi.

İkdam'ın Talat, Enver ve Cemal 
Paşaların yurt dışına kaçışını
duyuran  ilk sayfası, 
4 Kasım 1918.
Yurt dışına kaçışı

Filistin, Irak ve Suriye'de Osmanlı ordusunun İngilizler karşısında sürekli yenilgiye uğraması üzerine Osmanlı Devleti'nin savaştaki yenilgisi kesinleşti. 14 Ekim 1918'de Talat Paşa kabinesi, ateşkes anlaşmalarını kolaylaştırmak için istifa ettiğinde Enver Paşa'nın harbiye nazırlığı görevi de sona erdi. İngilizlerin İttihat ve Terakki üyeleri hakkında yakalatma emri çıkarmasından sonra partili arkadaşlarıyla birlikte bir Alman torpidosuyla yurt dışına kaçtı. Önce Odessa'ya, oradan da Berlin'e gitti; daha sonra Rusya'ya geçti. İstanbul'da Divan-ı Harp, rütbelerini geri aldı ve gıyabında ölüm cezasına çarptırdı. 1 Ocak 1919'da hükûmetçe askerlikten ihraç edildi.

İttihat ve Terakki'yi örgütleme çalışmaları

918-19 kışlarını kimliğini gizleyerek Berlin'de geçiren Enver Paşa, İttihat ve Terakki'yi yeniden örgütleme çalışmalarına girdi. Almanya'daki devrimci ayaklanmalara katılmak için Berlin'de bulunan Sovyet siyaset adamı ve gazeteci Karl Radek ile görüştü ve onun davetiyle Moskova'ya gitmek üzere yola çıktı. Ancak üçüncü denemesinde, 1920'de Moskova'ya gitmeyi başardı ve orada Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin'le, Lenin'le görüştü. 1-8 Eylül 1920 tarihinde Bakü'de gerçekleşen Birinci Doğu Halkları Kurultayı'na Libya, Tunus, Cezayir ve Fas'ı temsilen katıldı. Ancak kongre önemli sonuçlar getirmedi. Sovyetlerin Türkiye ve başka Müslüman ülkelerdeki milliyetçi hareketleri gerçekten desteklemediği izlenimi alarak Ekim 1920'de Berlin'e döndü. 15 Mart 1921'de Talat Paşa'nın öldürülmesinden sonra İttihat ve Terakki'nin başlıca önderi durumuna geldi.

1921'de tekrar Moskova'ya giden Enver Paşa, Ankara Hükûmeti'nin Moskova'ya gönderdiği Bekir Sami Bey başkanlığındaki Türk delegeleriyle görüştü. Anadolu'daki Millî Mücadele hareketine katılmak istediyse de kabul edilmedi. TBMM'de bulunan bazı eski İttihatçılar, onun Mustafa Kemal Paşa'nın yerini almasını istiyorlardı. Temmuz 1921'de Batum'da bir İttihat ve Terakki kongresi topladı. 30 Temmuz'da Ankara'ya Yunan saldırısı başlayınca bir kurtarıcı gibi Anadolu'ya girmeyi umut eden Enver Paşa'nın bu umudu eylül ayında kazanılan Sakarya Meydan Muharebesi ile boşa çıktı.

Enver Paşa Batum'da (1918)

İttihad-ı İslam kurma çabaları

1921 yılının Ekim ayında Orta Asya Müslümanlarını, sömürgeci İngilizlere karşı birleştirme ve bir İslam birliği kurma niyetiyle Teşkilât-ı Mahsusa eski liderlerinden Kuşçubaşı Hacı Sami ve diğer İttihatçılarla birlikte Batum'dan Buhara'ya gitti. Enver Paşa'nın el yazısı vesikalarına sahip olan Murat Bardakçı da Enver Paşa'nın Turancı değil, İslamcı olduğunu yazar. İslam Devleti'ni kurmak için büyük uğraşlarda bulundu ve Ruslara karşı savaşan Basmacıları örgütlenip Basmacı İsyanı'nı başlamasına destek verdi; fakat sonucu değiştirmesi mümkün olmadı.

1922 Şubat'ında komutasında topladığı Basmacı birlikleri ile Duşanbe'yi ele geçirdi ve oradaki Sovyet garnizonunu tutsak aldı. Ardından Horasan üzerine yürüyerek Kızıl Ordu birliklerinin Buhara ve Horasan'dan çekilmelerini istedi. 28 Haziran 1922'deki Kafiran Savaşı'nı kaybettikten sonra dağlara çekilmek zorunda kaldı. 4 Ağustos 1922'de Kurban Bayramı sırasında Tacikistan'da, Belcivan yakınlarında Yakov Arkadiyeviç Melkumov (Hagop Melkumyan) komutasındaki Bolşevik Ruslara karşı yapılan bir çarpışmada Rus mitralyözünün açtığı ateş sonucu hayatını kaybetti ve Çeğen köyüne gömüldü.

Enver Paşa, Ömer Faruk Efendi ve
prensler Gelibolu'da bir geminin güvertesinde

Naaşının Türkiye'ye getirilmesi

Naaşının taşınması, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in Eylül 1995'te yaptığı Tacikistan gezisi sırasında gündeme geldi. Yetkililerin temaslarından sonra, başkent Duşanbe'nin yaklaşık 200 km doğusundaki Belcivan kentine bağlı Obtar köyünde bulunan Enver Paşa'nın mezarı, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Münif İslamoğlu başkanlığındaki uzmanlar ve bilim adamlarından oluşan sekiz kişilik bir heyet tarafından 30 Temmuz 1996'da açıldı. Diş yapısından Enver Paşa'ya ait olduğu anlaşılan cenaze, Tacikistan'daki siyasi karışıklıklar nedeniyle zorlukla başkent Duşanbe'ye getirilebildi. Burada Türk bayrağına sarılı tabuta konularak İstanbul'daki resmi tören için hazırlandı.

3 Ağustos 1996'da İstanbul'a getirilen naaşı bir gece Gümüşsuyu Askeri Hastanesi'nde tutuldu. Ölüm yıl dönümü olan 4 Ağustos 1996 tarihinde, Şişli Camii'nde sekiz imamın kıldırdığı cenaze namazının ardından Şişli'deki Abide-i Hürriyet Tepesi'nde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Kültür Bakanlığı'nca ortak olarak hazırlanan, Talat Paşa'nın yanındaki mezara defnedildi.[26] Törene dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Millî Savunma Bakanı Turhan Tayan, Devlet Bakanı Abdullah Gül, Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna, Kültür Bakanı İsmail Kahraman, ANAP Milletvekili İlhan Kesici ve İstanbul Valisi Rıdvan Yenişen'le Enver Paşa'nın torunu Osman Mayatepek'le diğer yakınları katıldı.

23 Aralık 2021

Demokritos

Demokritos , bugün öncelikle geliştirdiği atomik evren teorisi formülasyonu ile hatırlanan bir Antik Yunan Sokratik filozofuydu.

Demokritos, Trakya'nın Abdera kentinde MÖ 460 civarında doğdu, ancak tam olarak hangi yıl olduğu hakkında anlaşmazlıklar vardır. Metinlerde sıklıkla birlikte bahsedildiği için, tam katkılarını akıl hocası Leucippus'un katkılarından ayırmak zordur. Leucippus'tan alınan atomlar hakkındaki kuramsal düşünceleri, bazılarının Demokritos'u diğer Yunan filozoflarından daha çok bir bilim insanı olarak görmesine neden olan 19. yüzyıl atomik yapı anlayışına geçici ve kısmi bir benzerlik taşır; ancak fikirleri çok farklı temellere dayanıyordu. Antik Atina'da büyük ölçüde görmezden gelinen Demokritos'un Platon tarafından o kadar beğenilmediği söylenir ki, Platon tüm kitaplarının yanmasını diledi. Yine de, kuzey doğumlu filozof Aristo tarafından iyi biliniyordu ve Protagoras'ın öğretmeniydi.

Çoğu kişi Demokritos'u "modern bilimin babası" olarak görür. Yazılarının hiçbiri günümüze ulaşmamıştır; onun engin eserlerinden sadece parçalar bilinmektedir.

Hocası Leukippos'un ortaya koyduğu teoriyi büyük ölçüde geliştirerek ünlenmiştir. Parmenides'in temsil ettiği tekçilik (monism) ile Empedokles'in çokçuluğu (pluralism) karşısındaki aracılık girişimleri sonucu, "Atom veya bölünmeyen öz" teorisi ile ünlenmiştir. (Bazı kaynaklar Empedokles ve Anaksagoras'ı da "atomcular" sınıflandırmasının içine sokmaktadır.)

Varoluş ile ilgili çok kesin bir görüş ortaya koymuştur. Evren'deki oluşuma, kesin bir zorunluluk egemendir. Bütün olup bitenleri bir rastlantı ile izâha çalışmak saçmalıktır. "Yaratılmamış, yok olmayan, değişmeyen varlık, özdeksel atomdur. Öz, maddeyi temsil eder ve onunla her nesne yapılabilir." şeklinde özetlenebilecek bir görüşle, materyalist doğa biliminin ilk temellerini atmıştır.


Atomcular, sadece bir hacim, bir şekil ve belki de bir ağırlık içeren bölünmez en küçük birim olarak târif ettikleri atomun ve atomların hareket ettiği boşluğun (eter - ether - esir) ezelî, ebedî mevcudiyetini ortaya atmışlardır. Bütün bu materyalist görüşlere rağmen, "tek gerçek, atomlar ve atomların hareketidir" prensibini, ruhun açıklanması aşamasında da tutarlı bir şekilde kullanmışlardır.

Bilinçli bir materyalist yaklaşımla, algılama ve düşünmeyi, vücuttaki en ince, en hafif ve en düzgün ateş atomlarının hareketi olarak izâh eden Demokritos, kendisinden önceki düşünürlerin üzerinde durmadığı oranda, ahlâk (etik) ile de ilgilenmiştir.

Hayatı

Demokritos'un Trakya'daki Abdera şehrinde bir İyon kolonisi olan Teos'da doğduğu söyleniyordu, ancak bazıları ona Miletli diyordu. Atinalı Apollodorus'a göre 80. Olimpiyatta (MÖ 460-457) doğdu ve Thrasyllus doğumunu MÖ 470 yılına konumlandırmış olsa da, daha sonraki bir tarihte doğmuş olması daha muhtemeldir. John Burnet, Diogenes Laërtius ix.41'e göre Demokritos'un Anaksagoras'ın yaşlılığı sırasında (y. 440-428) "genç bir adam (neos)" olduğunu söylediği için 460 tarihinin "çok erken" olduğunu iddia etmiştir. Demokritos'un babasının soylu bir aileden olduğu ve o kadar zengin olduğu söylendi ki, Abdera'daki yürüyüşüne Xerxes de katıldı. Demokritos, babasının kendisine bıraktığı mirası, bilgiye olan susuzluğunu gidermek için uzak ülkelere seyahatlerde harcadı. Asya'ya gitti ve hatta Hindistan ve Etiyopya'ya kadar ulaştığı söylendi.

Babylon ve Meroe üzerine yazdığı biliniyor; Mısır'ı ziyaret etti ve Diodorus Siculus orada beş yıl yaşadığını belirtir. Kendisi, çağdaşları arasında hiçbirinin daha büyük yolculuklar yapmadığını, daha fazla ülke görmediğini ve kendisinden daha fazla bilginle tanışmadığını iddia eder. Özellikle bilgisini övdüğü Mısırlı matematikçilerden bahseder. Theophrastus da ondan pek çok ülke görmüş bir adam olarak bahsetmiştir. Diogenes Laërtius'a göre seyahatleri sırasında Keldani magileriyle tanıştı. Xerxes'e eşlik eden magilerden biri olan "Ostanes'in" de ona öğrettiği söylenir.

Memleketine döndükten sonra doğa felsefesi ile meşgul oldu. Kültürleri hakkında daha iyi bilgi edinmek için Yunanistan'ı gezdi. Yazılarında birçok Yunan filozofundan bahseder ve serveti bu filozofların yazılarını satın almasını sağladı. Atomizmin kurucusu Leucippus, onun üzerindeki en büyük etkiye sahip kişiydi. Ayrıca Anaxagoras'ı da över. Diogenes Laertius, Hipokrat'la arkadaş olduğunu söyler  ve Demetrius'un şu sözlerinden alıntı yapar: "Görünüşe göre Atina'ya gitti ve tanınmak için endişeli değildi, çünkü şöhretten nefret ediyordu ve Sokrates'i bildiği halde, 'Atina'ya geldim ve kimse beni tanımıyordu' sözünden anlaşıldığı kadarıyla, o Sokrates tarafından bilinen biri değildi." Aristo, onu Sokratik öncesi doğa filozofları arasında gösterir.

Demokritos hakkında, özellikle Diogenes Laërtius'daki birçok anekdot, onun tarafsızlığını, alçakgönüllülüğünü ve sadeliğini kanıtlar ve yalnızca çalışmaları için yaşadığını gösterir. Bir hikâye peşinde koşarken daha az rahatsız olmak için kasıtlı olarak kendisini kör ediyor; yaşlılıkta görme yetisini kaybettiği pekala doğru olabilir. Neşeliydi ve hayatın komik yanlarını görmeye her zaman hazırdı, daha sonraki yazarlar, insanların aptallığına her zaman güldüğü çıkarımını yaptılar.

Vatandaşları tarafından çok saygı görüyordu, çünkü Diogenes Laërtius'un dediği gibi, "olayların gerçek olduğu kanıtlanan bazı şeyleri onlara önceden bildirmişti", bu onun doğal fenomenler hakkındaki bilgisine atıfta bulunabilir. Diodorus Siculus'a göre Demokritos 90 yaşında öldü ve bu da MÖ 370 civarına denk gelmektedir, ancak diğer yazarlar onun 104 ve hatta 109 yaşına kadar yaşadığını söyler.

Halk arasında Gülen Filozof (Laughing Philosopher) olarak bilinen (insan aptallıklarına gülmek için), alay etme, aralıksız kahkaha anlamına gelen Abderitan laughter ve alay anlamına gelen Abderite terimleri Demokritos'tan türetilmiştir. Vatandaşları için "Mocker" olarak da biliniyordu.

Felsefe ve bilim

Çoğu kaynak, Demokritos'un Leucippus geleneğini takip ettiğini ve Milet ile ilişkili bilimsel rasyonalist felsefeyi sürdürdüklerini söyler. Her ikisi de tamamen materyalistti ve her şeyin doğa kanunlarının sonucu olduğuna inanıyorlardı. Aristoteles veya Platon'un aksine, atomistler dünyayı amaç, ana hareket ettiren veya nihai neden olarak akıl yürütme olmaksızın açıklamaya çalıştılar. Atomistler için fizikle ilgili sorular mekanik bir açıklama ile cevaplanmalıdır ("Bu olaya daha önce hangi koşullar neden oldu?"), Rakipleri ise malzeme ve mekaniğin yanı sıra biçimsel ve teleolojik açıklamaları da ("Bu olay ne amaca hizmet etti?"). Eusebios, Messeneli Aristocles'den alıntı yaparak Demokritos'u Xenophanes ile başlayan ve Pyrrhonizm ile sonuçlanan bir felsefe çizgisine yerleştirir.

Demokritos'tan alıntı: "Eğer huzur arıyorsanız daha azını yapın. (If you seek tranquility, do less.)" Marcus Aurelius tarafından Meditations, Gregory Hayes'e göre, IV: 24 (ref. G. Hayes'in Notları) 

Estetik

Daha sonraki Yunan tarihçileri, Aristoteles gibi yazarlardan çok önce şiir ve güzel sanatlar üzerine teorik olarak yazdığı için, Demokritos'un estetiği bir araştırma ve inceleme konusu olarak kurmuş olduğunu düşünürler. Özellikle Thrasyllus, filozofun külliyatında bir disiplin olarak estetiğe ait olan altı eseri tanımlamıştır, ancak ilgili eserlerin sadece parçaları mevcuttur; bu nedenle Demokritos'un bu konularla ilgili tüm yazılarının, düşüncelerinin ve fikirlerinin sadece küçük bir yüzdesi bilinebilir.

Atomla ilgili hipotezi (Atomizm)

Democritus'un teorisi, her şeyin fiziksel olarak, ancak geometrik olarak bölünemez olan "atomlardan" oluştuğunu; atomlar arasında boşluk olduğunu; atomların yok edilemez olduğu ve her zaman hareket halinde olduğunu ve olacağını; sonsuz sayıda ve şekil/boyut olarak farklılık gösteren atom türleri olduğunu savundu. Demokritos atom kütlesinden, "Bölünemezler ne kadar fazlaysa, o kadar ağırdır" dedi. Bununla birlikte, atom ağırlığı konusundaki kesin konumu tartışmalıdır.

Isaac Newton, Posidonius ve Strabo'nun otoritesi hakkındaki fikrin mucidi olarak (İncil'deki Musa olduğuna inandığı) belirsiz Phoenicialı Mochus'a itibar etmeyi tercih etse de, Leucippus atomizm teorisini ilk geliştiren kişi yani fikrin mucidi olarak kabul edilmektedir. Stanford Encyclopedia of Philosophy, "Ancak bu teolojik gerekçeli görüş, çok fazla tarihsel kanıt iddia etmiyor gibi görünmektedir" diyor.

Leucippus ve Epicurus ile birlikte Democritus, atomların şekilleri ve bağlanabilirliği üzerine ilk görüşleri önerdi. Malzemenin katılığının ilgili atomların şekline karşılık geldiğini düşündüler. Böylece demir atomları, onları bir katıya kilitleyen kancalarla sağlam ve güçlüdür; su atomları pürüzsüz ve kaygandır; tuz atomları tatlarından dolayı keskin ve sivridir; ve hava atomları hafif ve fırıl fırıldır, diğer tüm materyalleri istila eder. İnsanların duyu deneyimlerinden analojiler kullanarak, onları şekillerine, boyutlarına ve parçalarının dizilişine göre birbirinden ayıran bir atomun resmini veya görüntüsünü verdi. Dahası, bağlantılar, tek atomlara eklerin verildiği maddi bağlarla açıklandı: bazıları kanca ve gözlerle, diğerleri bilye ve yuvalarla. Democritean atomu, diğer atomlarla mekanik olarak etkileşime giren atıl bir katıdır (sadece diğer gövdeleri hacminden hariç tutar). Buna karşılık, modern, kuantum mekanik atomlar elektrik ve manyetik kuvvet alanları aracılığıyla etkileşime girer ve hareketsiz olmaktan uzaktır.

Atomistlerin teorisi, modern bilimin teorisi ile diğer antik çağ teorilerinden daha uyumlu görünüyor. Bununla birlikte, hipotezin nereden geldiğini anlamaya çalışırken modern bilim kavramlarıyla benzerlik kafa karıştırıcı olabilir. Klasik atomcuların modern atom ve molekül kavramları için deneysel bir temeli olamazdı.

Bununla birlikte, Lucretius, De rerum natura adlı eserinde atomizmi tanımlarken, orijinal atomcu teorisi için çok açık ve zorlayıcı deneysel argümanlar verir. Herhangi bir malzemenin geri dönüşü olmayan çürümeye maruz kaldığını gözlemler. Zamanla, sert kayalar bile su damlalarıyla yavaşça aşınır. Maddeler karışma eğilimindedir: Suyu toprağa karıştırırsanız, çamur nadiren kendi kendine parçalanır. Ahşap çürür. Ancak, doğada ve teknolojide su, hava ve metaller gibi "saf" malzemeleri yeniden yaratmak için mekanizmalar vardır. Meşe tohumu, odunu çoktan çürümüş olan tarihi meşe ağaçlarına benzer ağaçtan yapılmış bir meşe ağacına dönüşecek. Sonuç, malzemelerin birçok özelliğinin, kendi içinde asla bozulmayacak, aynı içsel, bölünmez özellikleri sonsuza kadar saklayan bir şeyden türetilmesi gerektiğidir. Temel soru şudur: Neden dünyadaki her şey henüz çürümedi ve aynı malzemelerden, bitkilerden ve hayvanlardan bazıları tam olarak nasıl tekrar tekrar yaratılabilir? Bölünemez özelliklerin insan duyuları tarafından kolayca görülemeyen bir şekilde nasıl aktarılabileceğini açıklamanın açık bir çözümü, "atomların" varlığını varsaymaktır. Bu klasik "atomlar", modern bilimin atomlarından çok, insanların modern "molekül" kavramına daha yakındır. Klasik atomizmin diğer merkezi noktası, bu "atomlar" arasında hatırı sayılır bir açık alan yani boşluk olması gerektiğidir. Lucretius, boşluğun, gazların ve sıvıların nasıl akıp şekil değiştirebileceğini açıklamak için kesinlikle gerekli olduğunu, metallerin temel malzeme özellikleri değişmeden kalıplanabileceğini savunan makul argümanlar verir.

Boşluk hipotezi

Atomcu boşluk hipotezi, hiçbir hareketin olamayacağı fikri lehine yanıtlanması zor argümanlar öne süren metafizik mantığın kurucuları Parmenides ve Zeno'nun paradokslarına bir yanıttı. Herhangi bir hareketin bir boşluk -ki bu hiçbir şey değildir- gerektireceğini ama hiçbir şeyin var olamayacağını savundular. Konuya Parmenidean yaklaşım "Bir boşluk olduğunu söylüyorsunuz; bu nedenle boşluk hiçbir şey değildir; bu nedenle boşluk yoktur. (You say there is a void; therefore the void is not nothing; therefore there is not the void.)" idi. Konuya Parmenides'in yaklaşımı ise, hiçbir şeyin olmadığı yerde hava olduğu gözlemiyle doğrulanmış görünüyordu ve aslında maddenin olmadığı yerde bile bir şey var, örneğin ışık dalgaları.

Atomistler, hareketin bir boşluk gerektirdiğini kabul ettiler, ancak hareketin gözlenebilir bir gerçek olduğu gerekçesiyle Parmenides'in argümanını görmezden geldiler. Bu nedenle, bir boşluk olması gerektiğini ileri sürdüler. Bu fikir, gerçekliği yokluğa atfetmenin mantıksal gereksinimlerini karşılayan Newton'un mutlak uzay teorisi olarak rafine bir versiyonda hayatta kaldı. Einstein'ın görelilik teorisi, uzayın kendi başına göreceli olduğu ve genel olarak kavisli bir uzay-zaman manifoldunun bir parçası olarak zamandan ayrılamayacağı anlayışıyla Parmenides ve Zeno'ya yeni bir yanıt verdi. Sonuç olarak, Newton'un konuya getirdiği iyileştirmenin artık gereksiz olduğu düşünülüyor.

Epistemoloji

Demokritos'a göre hakikat bilgisi zordur, çünkü duyular yoluyla algılama özneldir. Aynı duyulardan her birey için farklı izlenimler ortaya çıkardığı için, o zaman duyusal izlenimler yoluyla gerçeği yargılayamayız. Duyuların verilerini yorumlayabilir ve gerçeği ancak akıl yoluyla kavrayabiliriz, çünkü gerçek sonsuz bir derinliktir:

“Ve yine, diğer hayvanların çoğu bizimkine aykırı izlenimler alıyor; ve hatta her bireyin duyularına göre, işler her zaman aynı görünmez. Öyleyse bu izlenimlerden hangisinin doğru ve hangilerinin yanlış olduğu açık değildir; çünkü bir küme diğerinden daha doğru değildir, ancak ikisi de aynıdır. İşte bu yüzden Demokritos, her halükarda, ya gerçek olmadığını ya da en azından bizim için açık olmadığını söyler.„

Ve:

“Dahası, Xenophanes, Zeno of Elea ve Demokritos'un şüpheci (skeptik) olduğunu buluyorlar:... Demokritos nitelikleri reddettiği için, "Kanı sıcak ya da soğuk olduğunu söyler, ama gerçek atomlar ve boşluktur" ve tekrar, "Bir hakikat hakkında hiçbir şey bilmiyoruz, çünkü gerçek bir kuyudadır."

Bilmenin iki çeşidi vardır, biri "meşru" (γνησίη, gnēsiē, "hakiki", "genuine") ve diğerini "gayrimeşru" (σκοτίη, skotiē, "gizli", "secret") olarak adlandırır. "Gayrimeşru" bilgi duyular yoluyla algılama ile ilgilidir; bu nedenle yetersiz ve özneldir. Bunun nedeni, duyusal algının, atomların nesnelerden duyulara geçişlerinden kaynaklanmasıdır. Bu farklı atom şekilleri bize geldiğinde, şekillerine göre duyularımızı harekete geçirir ve duyusal izlenimlerimiz bu uyarılardan doğar.

İkinci tür bilgi, "meşru" bilgi, akıl yoluyla elde edilebilir, diğer bir deyişle, "gayrimeşru"dan gelen tüm duyu verileri akıl yürütme yoluyla detaylandırılmalıdır. Bu şekilde kişi, "gayrimeşru" bilgisinin yanlış algısından uzaklaşabilir ve tümevarımlı akıl yürütme yoluyla gerçeği kavrayabilir. Duyu izlenimleri dikkate alındıktan sonra, görünüşlerin nedenleri incelenebilir, görünüşleri yöneten yasalar hakkında sonuçlar çıkarılabilir ve ilişkili oldukları nedenselliği (αἰτιολογία, etiyoloji) keşfedilebilir. Bu, parçalardan bütüne ya da görünürden görünmeyene (tümevarımlı akıl yürütme) düşüncenin prosedürüdür. Bu, Demokritos'un neden erken dönem bir bilimsel düşünür olarak kabul edildiğinin bir örneğidir. Süreç, modern dünyada bilimin sonuçlarını topladığı şeyi anımsatmaktadır:

“Ancak Canonsda Demokritos, biri duyular yoluyla, diğeri de akıl yoluyla olmak üzere iki tür biliş olduğunu söylüyor. Bunlardan birine, hakikatin yargılanması için güvenilirliğini tasdik eden zeka aracılığıyla 'meşru' diyor ve duyular aracılığıyla, doğru olanın ayrımcılığındaki yersizliğini inkâr ederek 'gayrimeşru' adını veriyor. Gerçek sözlerinden alıntı yapacak olursak: Bilginin iki biçimi vardır, biri meşru, diğeri gayrimeşru. Gayrimeşru, tüm bu gruba aittir: görme, duyma, koku alma, tatma, dokunma. Diğeri meşru ve ondan ayrıdır. Sonra, gayrimeşru yerine meşru olanı tercih ederek devam eder: Gayrimeşru artık daha küçük bir şey göremediğinde, duyamadığında, koklayamadığında, tat alamadığında veya dokunarak algılayamadığında, ancak daha ince meselelerin incelenmesi gerekir, o zaman meşru hale gelir, çünkü daha ince bir algılama organına sahiptir.„

Ve:

“Confirmationsda ... diyor ki: Ama biz gerçekte hiçbir şeyi kesin olarak kavrayamıyoruz, sadece bedenin ve ona giren ve ona baskı yapan şeylerin (atomların) durumuna göre değişen şeyleri.„

İlaveten:

“Demokritos, 'Pers kralı olmaktansa bir nedensellik keşfetmeyi tercih ediyor' derdi.„

Etik ve politika

Demokritos'un ahlakı ve siyaseti bize daha çok özdeyiş biçiminde gelir. Bu nedenle, Stanford Encyclopedia of Philosophy, şunu söyleyecek kadar ileri gitti: "hangi parçaların gerçekten Demokritos'un olduğuna karar vermenin zor" olduğuna dikkat ederek "çok sayıda etik sözlere rağmen, Demokritos'un etik görüşlerinin tutarlı bir açıklamasını oluşturmak zordur." 

"Eşitlik her yerde asildir" diyor ama kadınları veya köleleri bu duyguya dahil edecek kadar kapsayıcı değildir. Bir demokraside yoksulluk, zorbalar döneminde refahtan daha iyidir, aynı nedenle, köleliğe karşı özgürlüğü tercih etmek de aynı nedenden ötürüdür. Batı Felsefesi Tarihi'nde Bertrand Russell, Demokritos'un "Yunanlıların demokrasi dediği şeye" aşık olduğunu yazar. Demokritos, "bilge adam tüm ülkelere aittir, çünkü büyük bir ruhun yurdu bütün dünyadır" demişti. Demokritos, iktidardakilerin "fakirlere ödünç vermeyi, onlara yardım etmeyi ve onlara lütfetmeyi kendilerine bırakın, o zaman acıma ve izolasyon değil, vatandaşlar arasında yoldaşlık, karşılıklı koruma ve armoni ile kataloglanacak diğer birçok başka güzel şeyler olur." Akılla kullanıldığında para cömertliğe ve hayırseverliğe yol açarken, aptallık için kullanılan para tüm toplum için ortak bir masrafa yol açar -kişinin çocukları için aşırı para istiflemesi açgözlülüktür. Para kazanmak yararsız olmasa da, bunu yanlış bir davranış sonucunda yapmanın "her şeyin en kötüsü" olduğunu söyler. Zenginlik konusunda kararsızdır ve ona kendi kendine yeterlilikten çok daha az değer verir. Şiddetten hoşlanmıyordu ama pasifist değildi: şehirleri savaşa hazırlanmaya çağırdı ve bir toplumun bir suçluyu veya düşmanı infaz etme hakkına sahip olduğuna inanıyordu, ancak bu bazı yasaları, antlaşmaları veya yemini ihlal etmiyordu.

İyiliğin, doğuştan gelen insan doğasından çok, pratik ve disiplinden geldiğine inanıyordu. Kişinin kötülerden uzaklaşması gerektiğine inandı ve böyle bir ilişkinin kötülüğe yatkınlığı artırdığını belirtti. Öfke, kontrol edilmesi zor olsa da, kişinin rasyonel olması için öfkeye hakim olunması gerekir. Komşularının felaketlerinden zevk alanlar, servetlerinin içinde yaşadıkları topluma bağlı olduğunu anlayamazlar ve her türlü sevinci kendileri ellerinden alırlar. Demokritos, mutluluğun (ötiminin) ruhun bir özelliği olduğuna inanıyordu. Olabildiğince az kederle mutlu bir yaşamı savundu, bunun ne tembellik ne de dünyevi zevklerle uğraşmakla başarılamayacağını söyledi. Memnuniyet, ılımlılık ve ölçülü bir yaşamla kazanılacağını söyledi; memnun olmak için kişinin -kıskançlık veya hayranlık için çok az düşünerek- yargılarını mümkün olana vermesi ve sahip olduklarından tatmin olması gerekir. Demokritos, bayramların ve kutlamaların neşe ve rahatlama için gerekli olduğunu düşündüğü için zaman zaman savurganlığı onayladı. Eğitimi en soylu uğraşlar olarak görüyordu, ancak anlamsız öğrenmenin hataya yol açtığı konusunda da uyardı.

Matematik

Demokritos aynı zamanda özellikle matematik ve geometrinin öncülerindendi. Democritus'un tüm çalışmaları Orta Çağ'da hayatta kalamadığı için, bunu yalnızca diğer yazılarındaki eserlerinden (Sayılar Üzerine [On Numbers], Geometrikler Üzerine [On Geometrics], Teğetler Üzerine [On Tangencies], Dönüşüm Üzerine [On Mapping] ve İrrasyoneller Üzerine [On Irrationals] başlıklı) alıntılarından biliyoruz.

Arşimet'e göre  Demokritos, aynı taban alanı ve yüksekliğe sahip bir koni ve piramidin sırasıyla bir silindir veya prizmanın hacminin üçte birine sahip olduğunu ilk gözlemleyenler arasındadır. Arşimet, Demokritos'un bu ifadenin herhangi bir kanıtını sunmadığını, bunun Cnidus'lu Eudoxus tarafından sağlandığını belirtti.

Ayrıca Plutarch (Plut. De Comm. 39) Demokritos'un şu soruyu gündeme getirdiğini belirtmiştir: Eğer tabana paralel bir düzlem bir koniyi keserse, kesitin ve koninin tabanının yüzeyleri eşit mi yoksa değil mi? Eşit iseler, koni bir silindir haline gelirken, eşit değilse, koni girintiler veya adımlarla "düzensiz bir koni" haline gelir. Bu soru matematik yoluyla kolayca çözülebilir ve bu nedenle Demokritos'un sonsuz küçüklerin ve integral hesabın öncüsü olarak düşünülebileceği öne sürülmüştür.

Antropoloji, biyoloji ve kozmoloji

Doğa üzerine yaptığı çalışmalar konularla ilgili, İnsanın Doğası Üzerine [On the Nature of Man], Vücut Üzerine [On Flesh] (iki kitap), Akıl Üzerine [On Mind], Duyular Üzerine [On the Senses], Tatlar Üzerine [On Flavors], Renkler Üzerine [On Colors], Tohumlar ve Bitkiler ile Meyvelerle İlgili Nedenler [Causes concerned with Seeds and Plants and Fruits] ve Hayvanlarla İlgili Nedenler [Causes concerned with Animals] (üç kitap) kitaplarından alıntılarla bilinir. Hayatının çoğunu deneyerek ve bitkilerle mineralleri inceleyerek geçirdi ve birçok bilimsel konu üzerine uzun uzun yazılar yazdı. Demokritos, ilk insanların anarşik ve hayvani bir yaşam sürdüklerini, tek tek yiyecek aramaya çıktıklarını ve en lezzetli otlarla ve ağaçlarda yabani olarak yetişen meyvelerle hayatta kaldıklarını düşünüyordu. Vahşi hayvan korkusuyla birlikte toplumlara sürüldüklerini söyledi. Bu ilk insanların dili olmadığına, ancak yavaş yavaş kendilerini ifade etmeye başladıklarına, her tür nesne için semboller oluşturmaya başladıklarına ve bu şekilde birbirlerini anlamaya başladıklarına inanıyordu. İlk insanların zahmetli bir şekilde yaşadıklarını, yaşamın hiçbir faydasına sahip olmadığını; giyim, barınma, ateş, evcilleştirme ve çiftçilik gibi şeylerin onlar tarafından bilinmediğini söylüyordu. Demokritos, insanlığın erken dönemini deneme yanılma yoluyla öğrenme dönemi olarak sunar ve her adımın yavaş yavaş daha fazla keşfe yol açtığını söyler; kışın mağaralara sığındılar, korunabilecek meyveleri depoladılar ve sağduyu ile aklın keskinliği sayesinde her yeni fikrin üzerine inşa etmeye başladılar.

Demokritos, aslında evrenin başlangıçta, daha büyük birimler oluşturmak için çarpışana kadar (dünya ve üzerindeki her şey dahil) kaos içinde çalkalanan küçük atomlardan başka hiçbir şeyden oluşmadığını savundu. Bazıları büyüyen, bazıları çürüyen birçok dünya olduğunu tahmin etti; bazıları ne güneş ne de ay olan, bazıları ise birkaç taneye sahip olan. Her dünyanın bir başlangıcı ve sonu olduğunu ve bir dünyanın başka bir dünyayla çarpışarak yok edilebileceğini savundu.

Diğer atomistler gibi, Demokritos da Düz Dünya'ya inanıyordu ve onun küreselliğiyle ilgili argümanlara meydan okudu.

Yirminci yüzyıl değerlendirmeleri

Bertrand Russell'a göre, Leucippus ve Democritus'un bakış açısı "dikkate değer ölçüde modern biliminkine benziyordu ve Yunan spekülasyonunun eğilimli olduğu hataların çoğundan kaçınıyordu".

Karl R. Popper, Demokritos'un rasyonalizmine, hümanizmine ve özgürlük sevgisine hayran kaldı ve Demokritos'un diğer vatandaş Protagoras ile birlikte "insan kurumları dil, gelenek ve hukuk'un tabu değil, insan yapımı, doğal değil, geleneksel olduğu doktrini formüle etti, aynı zamanda onlardan sorumlu olduğumuz konusunda ısrar etti."

Çalışmaları

Demokritos'un yazılarının hiçbiri günümüze kadar ulaşmadı; onun engin eserlerinden sadece parçalar bilinmektedir.

Etik

Pythagoras

On the Disposition of the Wise Man

On the Things in Hades

Tritogenia

On Manliness or On Virtue

The Horn of Amaltheia

On Contentment

Ethical Commentaries

Doğa bilimleri

The Great World-ordering (Leucippus tarafından yazılmış olabilir)

Cosmography

On the Planets

On Nature

On the Nature of Man or On Flesh (iki kitap)

On the Mind

On the Senses

On Flavours

On Colours

On Different Shapes

On Changing Shape

Buttresses

On Images

On Logic (üç kitap)

Doğa

Heavenly Causes

Atmospheric Causes

Terrestrial Causes

Causes Concerned with Fire and Things in Fire

Causes Concerned with Sounds

Causes Concerned with Seeds and Plants and Fruits

Causes Concerned with Animals (üç kitap)

Miscellaneous Causes

On Magnets

Matematik

On Different Angles or On contact of Circles and Spheres

On Geometry

Geometry

Numbers

On Irrational Lines and Solids (iki kitap)

Planispheres

On the Great Year or Astronomy (bir takvim)

Contest of the Waterclock

Description of the Heavens

Geography

Description of the Poles

Description of Rays of Light

Edebiyat

On the Rhythms and Harmony

On Poetry

On the Beauty of Verses

On Euphonious and Harsh-sounding Letters

On Homer

On Song

On Verbs

Names

Teknik çalışmalar

Prognosis

On Diet

Medical Judgment

Causes Concerning Appropriate and Inappropriate Occasions

On Farming

On Painting

Tactics

Fighting in Armor

Yorumlar

On the Sacred Writings of Babylon

On Those in Meroe

Circumnavigation of the Ocean

On History

Chaldaean Account

Phrygian Account

On Fever and Coughing Sicknesses

Legal Causes

Problems

Adını ondan alan kurumlar

Trakya Demokritos Üniversitesi

Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi "DEMOKRITOS"

Nümizmatik

Demokritos, aşağıdaki çağdaş madeni paralar/banknotlar üzerinde tasvir edilmiştir:

1976-2001 Yunan 10 drahmi madalyonunun arka yüzü.

1967-1978 Yunan 100 drahmi banknotunun ön yüzü.

Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!