Yahudi tarihi, Yahudi halkının, inancının ve kültürünün tarihidir. Yahudi tarihi yaklaşık altı bin yıllık bir süreyi ve yüzlerce farklı topluluğu kapsadığından, burada ancak genel bir şekilde ele alınabilmektedir. Aşağıda sıralanan ana maddelerde ve bu maddede belirtilen her ülkedeki Yahudi topluluklarının ayrı tarihlerine ek bilgiye ulaşılabilir.
Antik Çağlarda Yahudi tarihi (MÖ 37 yılına kadar)
İsrailoğulları (Antik İsrail ve Yehuda'nın tarihi)
İlk iki döneminde, Yahudi tarihi büyük ölçüde Bereketli Hilal olarak adlandırılan bölgeninki ile aynıdır. Bu tarih, Nil, Dicle ve Fırat nehirleri arasında uzanan topraklara yerleşen insanlar ile başlar. Mısır ve Babil'deki kadim medeniyet merkezleri, Arabistan çölleri ve Anadolu'nun dağları ile çevrili olan Kenan ülkesi (daha sonra sırasıyla İsrail, Yehuda, Yahudiye Eyaleti, Coele-Suriye, Filistin, Levant ve nihayet tekrar İsrail adlarını almıştır) medeniyetlerin buluşma noktasıydı. Eski zamanlarda kurulmuş ticaret yollarının kestiği bölge, Akabe Körfezi ile Akdeniz kıyılarında önemli limanlara sahipti. Özellikle Akdeniz kıyısındaki limanlar bölgeyi, Bereketli Hilal'de yaşayan diğer kültürlerin de etkisine açık hale getirmiştir.
Geleneksel rivayetlere dayalı olarak, dünyanın her yerindeki Yahudiler büyük ölçüde İsrail diyarına yerleşmiş olan kadim İsrailoğullarının soyundan geldiklerine inanır. İsrailoğulları ise, ortak soylarını hepsi de Hud'un kanından olan İbraniler İshak ve Yakub üzerinden biblik ataları İbrahim'e kadar izlerlerdi. Yahudi geleneklerinde, İsrailoğullarının Yakub'un Mısır'a yerleşen on iki oğlunun (bunlardan birinin adı da Yehuda'dır) torunları olduklarına inanılır. Mısır'da, soyları genellikle II. Ramses olduğuna inanılan, Mısır firavunu tarafından köle edinilir. Sonra da Musa peygamberin önderliğinde Mısır'dan Kenan'a göç ederler. (Mısır'dan Çıkış). Bu olay, İsrailoğullarının her biri Yakub'un oğullarından birinin ismini alan on iki kabileye bölünmüş bir halk hâline gelişinin başlangıcına da işaret eder.
Yahudi geleneği ve Kutsal Kitap (ilk kitabı Tekvin'den son kitabı olan Malaki'ye kadar), İsrailoğullarının kırk bir yıl boyunca çölde dolaştıktan sonra Kenan ülkesini Yeşu'nun yönetiminde fethettiklerini, ele geçirdikleri toprakları da on iki kabile arasında bölüştüklerini anlatır. On iki kabile, bir süre Hakimler olarak bilinen bir dizi hükümdar tarafından yönetilir.
Bununla birlikte, modern bilim adamlarının fikir birliği, İsrail'in büyük ölçüde Mısır'da değil Kenan'da yerli kökenlerini gösteren arkeolojik kanıtların "ezici" olduğu ve "Mısır'dan bir Çıkışa veya Sina üzerinden 40 yıllık bir hac yolculuğuna yer bırakmadığı" şeklindeki akademik görüşü desteklemektedir.
Pek çok arkeolog, Musa ve Mısır'dan Çıkış'ın arkeolojik araştırmasını "meyvesiz bir arayış" olarak değerlendirdi ve terketti. Arkeologlar ve Mısır bilimciler tarafından yapılan bir asırlık araştırma, tartışmalı bir şekilde, Mısır esareti ve kaçış ve vahşi doğada seyahatler hakkındaki Exodus anlatısıyla doğrudan ilişkili olabilecek hiçbir kanıt bulamadı ve bu da Demir Çağı İsrail'in - Yahuda ve İsrail krallıkları olduğu fikrine yol açtı. —kökenleri Mısır'da değil, Kenan'dadır. En eski İsrail yerleşimlerinin kültürü Kenanlıdır, kült-nesneleri Kenan tanrısı El'e aittir, yerel Kenan geleneğinde çanak çömlek kalıntıları ve kullanılan alfabe erken Kenanlıdır. "İsrailli" köyleri Kenan bölgelerinden ayıran neredeyse tek işaret, domuz kemiğinin olmamasıdır, ancak bunun etnik bir işaret olarak mı yoksa başka faktörlerden mi kaynaklandığı tartışma konusu olmaya devam etmektedir.
Bunun ardından, Saul'un hakimiyeti altında bir İsrail monarşisi kurulmuş ve Kral Davud ve Süleyman hakimiyetinde devam etmiştir. Kral Davud (önce bir Kenan daha sonra da Yevus şehri olan) Kudüs'ü fethederek kendisinin başkenti yapmıştır. Süleyman'ın hükümdarlığının ardından, ülke on kabileden oluşan İsrail (kuzeyde) ve Yehuda ve Benyamin (güneyde) kabilelerinden oluşan Yehuda olmak üzere iki krallığa bölünmüştür.
İsrail, M.Ö. 8. yüzyılda Asur hükümdarı V. Salmanasar tarafından fethedilmiştir. Kimi zaman İsrail'in On Kayıp Kabilesi olarak da adlandırılan bu on kabileye dair genel kabul görmüş bir tarihi kayıt bulunmamaktadır.
Babil sürgünü
Milattan önce 6. yüzyılın başlarında, Yehuda Krallığı Babil ordusu tarafından fethedilmiştir. Yehudalı seçkinler Babil'e sürülmüş, ancak Babil'in daha sonra Persler tarafından fethedilmesinin ardından bunların en azından bir kısmı Ezra ve Nehemya peygamberlerin önderliğinde anavatanına dönmüştür. Zerdüştlüğün Pers İmparatorluğu'nun devlet dini olmasından ötürü, Zerdüştlüğün Yahudiliğin gelişimine ne ölçüde etki ettiği akademisyenler arasında hâlen tartışılan bir konudur.
Sürgün sonrası dönem
İkinci Tapınak'ın inşası, Perslerin onayı ile Yahudiliğin son üç peygamberi Hagay, Zekeriya ve Malaki'nin liderliğinde tamamlanmıştır. Son üç peygamberin ölümünden sonra, hâlen Pers hakimiyeti altında olan Yahudi halkının liderliği de birbirini izleyen beş kuşak zugot (çift) lidere geçmiştir. Yahudiler ilk olarak Perslerin ardından da Yunanların hakimiyeti altında refah dönemleri yaşamışlardır. Bunun sonucunda, Ferisiler ve Sadukiler ortaya çıkmıştır. Hem Pers hem de Yunan hakimiyeti altında, Yehuda'da Yehud sikkeleri adı ile Yahudi sikkeleri de basılmıştır.
Helenistik Yahudilik
Milattan önce 3. yüzyıldan itibaren, başta İskenderiye'deki Yahudi diyasporası olmak üzere, Helenistik felsefeden etkilenen Yahudilik akımları gelişmiş, bunun sonucunda da Yahudi Kutsal Kitabı Yunanca'ya çevirilmiştir. Yahudi teolojisi ile Helenistik düşüncenin bir arada yaşayabileceği fikrinin en önemli savunucularından biri de İskenderiyeli Philon'dur.
Haşmonayim Krallığı
Persler, Büyük İskender tarafından mağlup edilmişlerdir. İskender'in ölümünden sonra, kurduğu imparatorluğun generalleri arasında paylaşılması ile Selevkos İmparatorluğu kurulmuştur. Helenleşmiş Yahudiler ile dindar Yahudiler arasındaki ilişkilerin kötüye gitmesi üzerine Selevkos İmparatoru IV. Antiokhos Epiphanes belirli Yahudi dinsel tören ve geleneklerini yasaklayan buyruklar vermiştir. Bunun sonucunda, ortodoks Yahudiler, (Makkabiler olarak da bilinen) Haşmonayim ailesinin liderliğinde ayaklanmıştır. Ayaklanma sonucunda ortaya çıkan bağımsız Yahudi krallığı olan Haşmonayim Hanedanı MÖ 165 yılından MÖ 63 yılına kadar varlığını sürdürmüştür. Haşmonayim Hanedanı, Salome Alexandra'nın oğulları II. Hurkanus ve II. Aristobulus arasındaki iç savaş yüzünden parçalanmıştır. Bir hükümdar yerine teokratik ruhban sınıfı tarafından yönetilmek isteyen halktan, Romalı yetkililere bu yönde talepler gelmişti. Bunu çok geçmeden Pompey'in önderliğinde toprakların fethi ve ilhakı izlemiştir.
Roma yönetimi (MÖ 63 – MS 400 arası)
Roma hakimiyeti altındaki Yehuda başlangıçta ilk olarak Haşmonayimlerin ardından da Herod Hanedanı'nın yönetiminde bağımsız bir Yahudi krallığıydı, ancak güçleri zamanla azalarak doğrudan Roma yönetimi altına girmiş ve Yahudiye Eyaleti olarak yeniden isimlendirilmiştir. İmparatorluk, Yahudi tebaasına karşı sıklıkla vurdumduymaz ve gaddar bir tutum takınmıştır. Milattan sonra 66 yılında, Yahudiler Yehuda'nın Romalı yöneticilerine karşı bir ayaklanma başlattılar. Ayaklanma, daha sonra Roma imparatorları olacak olan Vespasian ve Titus tarafından bastırılmıştır. Milattan sonra 70 yılındaki Kudüs Kuşatması'nda, Kudüs Tapınağı'nın büyük kısmını yıkan Romalılar kimi anlatımlara göre, Menora gibi, tapınağın kutsal eşyalarının bir kısmını da yağmalamışlardır. Julius Severus'un Bar Kohba ayaklanmasını bastırırken Yehuda'yı harabeye çevirdiği ikinci yüzyıla kadar önemli sayıda Yahudi topraklarında yaşamayı sürdürmüştür. Ayaklanmanın bastırılması sırasında, 985 köy haritadan silinirken Yehuda'nın merkezinde yaşayan Yahudi nüfusun büyük bölümü de yok edilmiş, öldürülmüş, köle edilerek satılmüş veya kaçmaya zorlanmıştır. Kudüs'e girmekten men edilen Yahudi nüfusun yeni merkezi Celile olmuştur.
Diaspora
Yehuda Yahudilerinin çoğu köle edilerek satılırken diğerleri ise Roma İmparatorluğu'nun diğer bölgelerinde vatandaş olmuştur. Yeni Ahit'teki Elçilerin İşleri kitabı ve Pavlus tarafından kaleme alınan diğer metinlerde, Roma dünyasının çeşitli şehirlerinde yaşayan Helenleşmiş büyük Yahudi gruplarından sıklıkla bahsedilir. Bu Helenleşmiş Yahudiler diasporada yaşamaktan sadece ruhani anlamda etkilenmişler, Yahudi itikadinin köşe taşı hâline gelen kayıp ve yurtsuzluk duygusunu özümsemişler, dünyanın çeşitli bölgelerinde maruz kaldıkları baskılar da bu duyguları pekiştirmiştir. Yahudilik dinini Helen uygarlığının dört bir yanına yayan Yahudiliğe geçiş politikasının ise, Romalılara karşı verilen savaşlar ve Tapınak sonrası dönemde Yahudi değerlerinin yeniden inşası ile sona erdiği görülmektedir.
Yahudi geleneğinin tapınak temelli dinden uzaklaşarak diaspora'nın gelenekleri temelinde yeniden şekillendirilmesinde, Mişna ve Talmud'da bulunan Tora tefsirlerinin geliştirilmesi de önemli bir rol oynamıştır.
Geç Roma dönemi
Bar Kohba ayaklanmasının başarısızlıkla sonuçlanmasına rağmen, önemli sayıda Yahudi İsrail diyarında hayatını sürdürmüştür. Burada kalan Yahudiler, İsrail Diyarı'nı birbiri ardına işgal eden güçlere karşı çeşitli deneyimler ve silahlı çatışmalar yaşamışlardır. Yahudiliğin en ünlü ve önemli metinlerinden bazıları bu dönemde İsrail şehirlerinde kaleme alınmıştır. Kudüs Talmudu, Mişna'nın tamamlanması ve nikkud sistemi bunlara verilebilecek örneklerden birkaçıdır.
Bu dönemde, Yahudi sözlü yasasını düzenleyen ve tartışan hahamlar tannaim ve amoraim hâlen faaliyetlerini sürdürüyordu. Tannaim'in aldığı kararlar, Mişna, Berayta, Tosefta ve çeşitli Midraş derlemelerinde bulunmaktadır. Mişna, MS 200'ün hemen başlarında, muhtemelen Judah haNasi tarafından tamamlanmıştır. Amoraim tarafından Mişna üzerine yapılan yorumlar ise, muhtemelen Tiberya'da, MS 400 civarında Kudüs Talmudu'nda derlenmiştir.
Milattan sonra 351 yılında, Suffurriye'deki Yahudi halk, Patricius önderliğinde, Konstantius Gallus yönetimine karşı ayaklandı. Ayaklanma, sonunda Ursinius tarafından bastırılmıştır. Geneleğe göre, MS 359 yılında, II. Hillel güneş yılını temel alan İbrani takvimini oluşturmuştur. O zamana kadar, İsrail Diyarı dışında yaşayan tüm Yahudi topluluğu, Sanhedrin tarafından tasdik edilen takvimi kullanıyordu; Bu, Yahudi bayramlarının belirlenmesi için gerekliydi. Öte yandan, bu takvimi kullananların ve kararları uzaktaki topluluklara ulaştıran ulakların hayatı tehlikedeydi. Dini baskıların süremesi, Hillel'in her zaman için kullanılabilecek, resmi bir takvim sağlama kararlılığını da artırmıştı.
Son pagan Roma İmparatoru II. Julianus Yahudilerin "senelerce yeniden imarını özlemle beklediğiniz kutsal Kudüs'e" dönmesine ve Tapınak'ı yeniden inşa etmesine izin verdi. Ne var ki, Julianus 26 Haziran 363 tarihinde Sasani İmparatorluğu'na karşı yürüttüğü başarısızlıkla sonuçlanan seferde öldürülmüş ve Tapınak yeniden inşa edilememiştir.
Orta Çağ
Bizans
Yahudiler Roma İmparatorluğu'nun dört bir yanına dağılmışlardı. Bu durum, Bizans yönetimi sırasında da orta ve doğu Akdeniz'de kısmen devam etmiştir. Bizans İmparatorluğu'nun militan ve dışlayıcı Hristiyanlık anlayışı ve imparatoru dinin de başı olması yüzünden Yahudiler iyi muamele görmemişler ve İmparatorluk içindeki Yahudilerin durumu ve nüfuzu dramatik ölçüde kötüye gitmiştir.
Yahudilerin Hristiyanlığa döndürülmesi resmi Hristiyan politikasıydı ve Hristiyan liderler bu çabalarında Roma'nın resmi gücünden yararlanmıştır. Milattan sonra 351 yılında, Yahudiler bölge valisi Gallus'un giderek artan baskıları karşısında bir defa daha ayaklandılar. Gallus, ayaklanmayı bastırarak ayaklanmanın başladığı Celile'deki büyük şehirleri haritadan silmiştir. Bunlardan en büyük iki hukuk akademisine ev sahipliği yapan Tzippori ve Lydda bir daha asla toparlanamamıştır.
Bununla birlikte, Tiberya'daki Nasi II. Hillel ayın her ay gözetlenmesine gerek bırakmayacak bir resmi takvimi işte bu dönemde yaratmıştır. Hemen hemen aynı dönemde, Tiberya'daki Yahudi Akademisi, Judah HaNasi'nin ölümünün ardından kuşaklar boyunca Tora çalışmaları yapan alimler tarafından geliştirilen birleştirilmiş Mişna, braitot, açıklamalar ve tefsirleri karşılaştırmaya başladı. Mişna'daki sıralamaya göre düzenlenen metinde Mişna'daki her paragrafı o Mişna ile ilişkili tüm tefsirlerin, hikâyelerin ve cevapların bir derlemesi izliyordu. Bu metne, Kudüs Talmudu adı verilmiştir.
Yehuda Yahudileri üzerindeki resmi baskılar Julianus döneminde kısa süreliğine de olsa hafiflemiştir. Krallığı Helenizm'e döndürme politikasını benimseyen Julianus, Yahudilerin Kudüs'ü yeniden inşa etmesine izin vermişti. Ancak Julianus'un 361 ile 363 yılları arasında süren kısa hükümdarlığı, bu vaadin yerine getirilmesine imkân vermezken, Hristiyan yönetimi İmparatorluk üzerinde çok geçmeden tekrar kuruldu. Altın Ağızlı Yuhanna'nın Patrik olarak kutsandığı 398 yılından itibaren, Yahudilere karşı Hristiyan söylemi, Yuhanna'nın "Yahudilik hastalığı"na karşı konuşmalar yaptığı "Yahudilere Karşı" ve "Heykellere dair, 17. Vaaz" gibi bir dizi vaaz ile artmaya devam etmiştir.[10] Böylesi hararetli bir dil kullanılması, Antakya ve Konstantinopolis'tekiler gibi büyük Yahudi yerleşimlerine karşı bir güvensizlik ve nefret iklimi oluşturmuştur.
Beşinci yüzyılın başında, İmparator I. Theodosius, Yahudilere karşı resmi baskıları tesis eden bir dizi buyruk vermiştir. Yahudilerin köle sahibi olması, yeni sinagoglar inşa etmesi, resmi görevlerde bulunması veya bir Yahudi ile Yahudi olmayan arasındaki davalara bakmasına izin verilmiyordu. Yahudiler ile Yahudi olmayanlar arasındaki evlilikler ve Hristiyanların Yahudiliğe geçişi ölüm cezası ile cezalandırılan suçlar hâline gelmiştir. Bunun yanı sıra, Sanhedrin'i de dağıtan Theodosius, Nasi makamını da ortadan kaldırdı. İmparator I. Justinianus'un yönetiminde ise, yetkililer tarafından Yahudilerin vatandaşlık haklarına kısıtlama getirilmiş, Yahudilerin dini ayrıcalıkları da tehdit altına girmiştir. İmparator, sinagogun iç işlerine de müdahale ederek, örneğin, ibadet sırasında İbranice'nin kullanılmasını yasaklamıştır. Yasağa uymayanlar ise, bedeni cezalar, sürgün ve malvarlığını kaybetme gibi cezalarla yıldırılmaya çalışmıştır. Bizanslı General Belisarius, Vandallara karşı yürüttüğü kampanya sırasında kendisine direnen Borium Yahudilerini Hristiyan olmaya zorlamış ve sinagoglarını kiliseye çevirmiştir.
I. Justinianus ve ardından gelen imparatorların kaygıları Yahudiye Eyaleti ile kısıtlı değildi, ancak dayattıkları düzenlemeleri uygulamak için yeterli sayıda askerleri yoktu. Bu otorite boşluğu sonucunda da, ironik şekilde altıncı yüzyılda muhteşem mozaik zeminlere sahip bir dizi yeni sinagog inşa edilmiştir. Yahudiler, Bizans kültürünün zengin sanat formlarını kendi yaşamlarına uyarlamışlardır. İnsanları, hayvanları, menoraları, zodyakları ve Kutsal Kitap'ta adı geçen karakterleri betimleyen mozaikler bulunmaktadır. Beit Alpha (buradaki mozaikler arasında İbrahim'in oğlu İshak yerine bir koç kurban edişini betimleyen bir sahnenin yanı sıra muazzam bir zodyak da bulunur), Tiberya, Beit Shean ve Tzippori'de bu sinagog zeminlerinin mükemmel örnekleri tekrar gün ışığına çıkartılmıştır.
Yahudilerin Bizans hakimiyeti altındaki hassas durumu, büyük ölçüde uzaklardaki Arap Yarımadası'nda (burada büyük Yahudi gruplarının yaşamaktaydı. Daha fazla bilgi için bkz. İslam hakimiyeti altında yaşayan Yahudilerin tarihi) İslam dininin ortaya çıkışından ötürü çok da fazla sürmedi. İslam Hilâfeti, 636 yılında Yarmuk Savaşı'nda kazandığı zaferin ardından birkaç yıl içinde Bizanslıları Kutsal Topraklar'dan (ya da modern İsrail, Ürdün, Lübnan, Suriye, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nden oluşan, Levant'tan) çıkarttı. Bizanslıların Yahudilere yönelik gaddarlığının bir göstergesi de sonraki yüzyıllarda Hilafet sınırları içinde yaşamak için Bizans topraklarından kaçan Yahudilerin yüksek sayısıdır.
Bununla birlikte, Bizans İmparatorluğu'ndaki Yahudi cemaatinin büyüklüğü bazı imparatorların (en başta da Justinianus'un) Anadolu Yahudilerini zorla Hristiyanlığa geçirmeye yönelik ekseriyetle başarısızlıkla sonuçlanan teşebbüslerinden etkilenmemiştir.[15] Bizans hakimiyeti sırasında Küçük Asya'daki Yahudilerin durumunun tam bir resmini çıkartmaya yönelik çalışmalar hâlen tarihçiler tarafından sürdürülmektedir (bu konudaki görüşlerden örnekler için bkz. J. Starr The Jews in the Byzantine Empire, 604-1204, S. Bowman, The Jews of Byzantium, Averil Cameron, "'Byzantines and Jews: Recent Work on Early Byzantium", Byzantine and Modern Greek Studies 20). Bizanslı toplulukların ve yetkililerin zaman zaman hasmane bir tutum takındıklarına dair bazı deliller bulunmaktaysa da, o sıralarda Batı Avrupa'da yaygın olarak görülene benzer sistematik bir zulüm (pogromlar, kazığa bağlayıp yakma, toplu sürgün, vs.) Bizans'ta kaydedilmemiştir. Konstantinopolis'teki Yahudi cemaatinin büyük bölümü, şehrin II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet) tarafından fethedilmesinin ardından da burada kalmıştır.
Yahudilerin Bizans'tan göçü sonucunda ilginç bir tarihi olay da meydana gelmiştir. Yedi veya sekizinci yüzyılda, bugünkü Ukrayna'da yaşayan bir Türk kabilesi olan Hazarlar Yahudiliğe geçmiştir. Bu din değiştirme işleminin ne ölçüde tamamlandığı belli olmamakla birlikte, Helenistik dönemden itibaren Kırım'da bir Yahudi cemaati yaşadığı kesin olarak bilinmektedir ve bunlara, Bizans'ın değişken yönetimini terk eden Yahudiler de katılmış olabilir. Hem İslamın hem de Bizans İmparatorluğu'nun etkisi ve tehdidi altında olan ve Yahudi nüfusundan önemli fayda gören Hazar yöneticilerinin bağımsızlıklarına bir güvence olarak tarafsız kalmak için Yahudiliğe geçtikleri öne sürülür. Kiev Knezliği'nin yükselişi ile Hazarlar da tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Günümüzdeki DNA çalışmalarında ise günümüzdeki Aşkenaz Yahudilerine herhangi bir katkı yaptıklarına dair bir bulguya rastlanmamıştır.
İslam ve Haçlı dönemleri (İslam hakimiyeti altındaki Yahudilerin tarihi)
Diyaspora'nın parçası olarak, çok sayıda Yahudi, gerek pagan gerekse Hristiyan dönemlerinde kendilerine büyük eziyetler eden Roma devletinin kontrolü dışındaki Arap Yarımadası'na yerleşmişti. İslam hakimiyeti altındaki Yahudilerin tarihi de, zaman zaman diğer yerlerdeki tarihleri gibi istikrarsız olmuştur: Yedinci yüzyılın ortasında, Muhammed'in ölümünün hemen ardından batı Arabistan'dan çıkarılmışlardır.
Bu gibi aksiliklere rağmen, Yahudiler Filistin'deki ticaretin büyük bölümünü kontrolleri altında tutmuşlar, zimmi olarak karşı karşıya kaldıkları belirli kısıtlamalara rağmen müreffeh bir yaşam sürmüşlerdir. Kültürel olarak, Yahudiler ilerlemelerini sürdürmüşler, nikkud, İslam Hilafeti döneminde Tiberya'da ortaya çıkmıştır. Arapların tehlikesiz ayrımcılığını Hristiyan hakimiyeti altında sıklıkla yaşadıkları katliamlara yeğleyen Yahudiler, Birinci Haçlı Seferi sırasında, 1099'da Kudüs ve Hayfa'yı Müslüman kuvvetler ile birlikte savunmuşlardır; bu örnekte, başarısızlık, katliam anlamına geliyordu. Birinci Haçlı Seferi sırasında, Kudüs, Tiberya, Ramla, Aşkelon, Caesarea ve Gazze'yi içine alan toprakların her yerinde Yahudi cemaatleri yaşamaktaydı. Her ne kadar bu nüfus merkezleri Haçlı Krallıkları tarafından özel olarak hedef alınmamışsa da, Haçlıların hakimiyeti altında Yahudilerin yaşam kalitesi hiç şüphesiz kötüleşmiş ve daha tehlikeli bir hal almıştır.
İspanya, Kuzey Afrika ve Ortadoğu
Orta Çağ boyunca, Yahudiler genel olarak Müslüman hükümdarların yönetimi altında Hristiyanlara kıyasla daha iyi muamele görmüşlerdir. İkinci sınıf vatandaş konumunda olmalarına rağmen, Yahudiler Müslüman saraylarında önemli roller oynamışlar, 900-1100 yılları civarında İslam hakimeti altındaki İspanya'da bir "Altın Çağ" yaşamışlar, ancak durum bundan sonra kötüye gitmeye başlamıştır. Bununla birlikte, yüzyıllar boyunca, başta Yahudilerin gettolarda yaşamaya zorlandığı Fas, Libya ve Cezayir olmak üzere, Kuzey Afrika'da Yahudilerin öldürülmesi ile sonuçlanan ayaklanmalar da yaşanmıştır.
On birinci yüzyılda, İspanya'daki Yahudiler, 1011'de Córdoba'da ve 1066'da Gırnata'da, Müslümanların pogromlarına maruz kalmışlardır. Orta Çağ'da, Mısır, Suriye, Irak ve Yemen'de sinagogların yıkılmasını emreden buyruklar verilmiştir. Kimi dönemlerde, Yemen'in bazı bölgeleri, Fas ve Bağdat'ta İslam'a geçmek ya da ölüm arasında bir seçim yapmaya zorlanmışlardır. 1172 yılı itibarıyla Müslüman İberya'nın büyük bölümünü kontrolleri altına alan Murabıtlardan çok daha köktenci olan Muvahhidler zımmilere büyük eziyetler etmiştir. İbn Meymun'un ailesi gibi kimileri güney ve doğudaki daha hoşgörülü Müslüman topraklarına kaçarken kimileri de kuzeydeki genişleyen Hristiyan krallıklarına yerleşmiştir.
Avrupa (Orta Çağ'da Yahudiler)
Yahudiler Avrupa'da, özellikle de bir zamanlar Roma İmparatorluğu'nun sınırları içinde kalan topraklarda, çok eski zamanlardan itibaren yaşamaya başlamışlardır. Fransa (bkz. Fransa'daki Yahudilerin tarihi) ve Almanya'da (bkz. Almanya'daki Yahudilerin tarihi) dördüncü yüzyıldan, hatta İspanya'da bundan da erken tarihlerden itibaren büyük Yahudi cemaatlerinin yaşadığına dair kayıtlar bulunmaktadır.
Aralarında Norman Cantor'un da bulunduğu yirminci yüzyıl tarihçileri, Orta Çağ'ın Yahudiler için her zaman aynı şekilde zorlu bir dönem olduğunu savunan geleneksel düşünceye karşı çıkmaktadır. Buna göre, Kilise tam olarak organize olmadan önce, erken Orta Çağ toplumu hoşgörülüydü. 800 ile 1100 yılları arasında, Hristiyan Avrupa'da 1,5 milyon Yahudi yaşıyordu. Serf veya Şövalyeler olarak feodal sistemin parçası olmadıkları için şanslıydılar, zira bu şekilde hayatı birçok Hristiyan için çekilmez kılan baskı ve sürekli savaş halinin dışında kalıyorlardı. Sıradan Hristiyanların aksine, Yahudilerin çoğunluğu okuma yazma biliyordu; Hristiyanlardan daha temiz, haliyle de daha sağlıklıydılar, bu yüzden de örneğin Kara Veba salgını sırasında daha az sayıda Yahudi ölmüştür; ve daha adil ve insancıl olan Yahudi hukukuna tabi şekilde yaşayabiliyorlardı. Finans, yönetim ve hekimlik alanlarında sağladıkları önemli hizmetlerden ötürü Hristiyan toplum ile ilişkilerinde, krallar, presneler ve piskoposlar tarafından korunmaktaydılar. Tüm bunlar, Roma Katolik Kilisesi'nin reformları ve güç kazanması, özellikle de vaazler veren Fransisken ve Dominiken keşişlerin uydurduğu hikâyeler ve şehirlerde yaşayan, kıskanç ve rekabetçi orta sınıf Hristiyanların yükselişi ile değişmiştir. 1300 yılına gelindiğinde, keşişler ve yerel rahipler, halka Yahudilerden nefret etmeyi ve onları öldürmeyi öğretmek için, Paskalya yortusu sırasında dönemin kıyafetleri içindeki Yahudileri İsa'yı öldürürken betimleyen sahne oyunlarından yararlanıyorlardı. Yahudiler üzerindeki baskılar ve yaşadıkları yerlerden kovulmaları işte bu noktada yaygın bir hal almıştır. On dördüncü yüzyılın ortalarında Kara Veba salgınlarının Avrupa'yı harap ederek nüfusun yarıdan fazlasının ölümüne yol açmasıyla, Yahudiler de günah keçisi seçilmiştir. Nihayet, 1500 yılı civarında, Yahudiler aradıkları güvenliği buldukları Polonya'da yeniden refaha kavuşmuşlardır.
1300 yılından itibaren, Yahudiler Hristiyan Avrupa'da ekseriyetle ağır zulüm görmüşlerdir. Faiz ile borç para vermesine izin verilen tek grup olduklarından (Faizcilik Kilise tarafından Katoliklere yasaklanmıştı) bazı Yahudiler önde gelen faizciler hâline gelmiştir. Hristiyan hükümdarların zamanla aforoz edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalmadan kendilerine sermaye sağlayabilen Yahudiler gibi bir sınıfa sahip olmanın avantajını görmesi ile, Batı Avrupa'daki para ticareti de Yahudilerin eline geçmiştir. Ne var ki, bankacılık işlemleri ile Yahudiler tarafından elde edilen yüklü meblağlar karşılığında satın alınan mülkler hemen her seferinde Yahudi sahipleri yaşarken ya da öldükten sonra kralın zimmetine geçmiştir. Yahudiler böylece imparatorluk "servi cameræ" yani kendilerini ve mülklerini prenslere veya şehirlere verebilecek Kral'ın mülkü hâline gelmişlerdir.
James Carroll'a göre, "Yahudiler Roma İmparatorluğu'nun toplam nüfusunun %10'unu teşkil ediyordu. Bu orana göre, şayet diğer etkenlerin müdahalesi olmasaydı bugün dünyada 13 milyon yerine 200 milyon Yahudi olacaktı." Elbette, nüfus artış oranı, salgın hastalıklar, göç, asimilasyon ve din değiştirme gibi diğer birçok karmaşık demografik etken de küresel Yahudi nüfusunun mevcut boyutu üzerinde önemli roller oynamıştır.
Yahudiler, Avrupa ülkelerinde sıklıkla katledilmişler ve buralardan kovulmuşlardır. Baskılar ilk olarak Haçlı Seferleri sırasında zirveye çıkmıştır. Birinci Haçlı Seferi sırasında (1096), Ren ve Tuna boylarındaki gelişen Yahudi cemaatleri tümüyle yok edilmiştir (bkz. Alman Haçlı Seferi, 1096). İkinci Haçlı Seferi sırasında (1147), Fransa Yahudileri sık sık katledilmiştir. 1251 ve 1320'deki Çoban Haçlı Seferleri'nde de Yahudiler saldırıya uğramıştır. Haçlı Seferleri'ni kovulma izlemiştir. Bunlar arasında, 1290'da tüm İngiltere Yahudilerinin kovulması; 1396'da 100.000 Yahudinin Fransa'dan atılması; ve 1421'de, binlercesinin Avusturya'dan sürülmesi de vardır. Kovulan Yahudilerin büyük bölümü Polonya'ya kaçmıştır.
Erken Modern dönem
Osmanlı dönemi (Türkiye'deki Yahudilerin tarihi ve Osmanlı Yahudileri)
Yahudiler, (bugün kabaca modern Türkiye'nin bulunduğu, ancak coğrafi olarak Anadolu adı verilen) Küçük Asya'da 2.400 yıldan uzun bir süre boyunca yaşamıştır. Başlangıçta, Helenistik dönemde yaşadıkları refah Hristiyan Bizans altında ortadan kalkmış, ancak hakimiyeti ve sonunda da şehrin kendisini Konstantinopolis'in elinden alan çeşitli Müslüman devletler içinde tekrar gelmiştir.Osmanlı döneminin büyük bölümünde, Türkiye zulümden kaçan Yahudiler için güven içinde yaşayabilecekleri bir yer olmuştur. Bugün de hâlen toplam nüfusu 22.000'i bulan küçük bir Yahudi cemaati burada yaşamaya devam etmektedir.
Levant'ın Müslümanların hakimiyeti altına girdiği Yarmuk Savaşı sırasında, Hayfa, Şehem, El Halil, Ramla, Gazze, Kudüs ve kuzeydeki birçok şehirde otuz Yahudi cemaati vardı. Safed Yahudilerin ruhani merkezi hâline gelirken Şulhan Aruh'un yanı sıra, birçok Kabbala metni de burada derlenmiştir. İlk İbrani matbaası ve Batı Asya'daki ilk baskı 1577 yılında faaliyete geçmiştir.
Yahudilerin dönem dönem kültürel ve ekonomik refah yaşadıkları, ancak kimi zamanlar da genel bir baskı altına girdikleri durum G.E. von Grunebaum tarafından şu şekilde özetlenmiştir:
"İslam topraklarında yüksek mevkilere gelmiş, güç sahibi olmuş, önemli mali nüfuz elde etmiş, kayda değer ve kabul gören entelektüel başarılar kaydetmiş çok sayıdaki Yahudi tebanın veya vatandaşın isimlerini sıralamak işten bile değildir; aynı durum Hristiyanlar için de geçerlidir. Ancak, baskıların, keyfi müsaderelerin, din değiştirmeye zorlama teşebbüslerinin veya pogromların uzun bir listesini yapmak da aynı şekilde zor olmayacaktır."
Tarihçi Martin Gilbert Müslüman ülkelerdeki Yahudilerin durumunun 19. yüzyılda kötüleştiğini yazar.
1828'de, Bağdat'ta Yahudileri hedef alan bir katliam yaşanmıştır. 1839'da, İran'ın doğusundaki Meşhed şehrinde, bir güruh Yahudi Mahallesi'ne dalmış, sinagogu yakarak Tora tomarlarını yok etmiştir. Yahudilerin katli ancak zorla din değiştirmeleri sayesinde önlenebilmiştir. 1867'de Barfuruş'ta bir başka katliam yaşanmıştır.
1840 yılında, Şam'daki Yahudiler bir Hristiyan keşiş ile Müslüman uşağını öldürüp Hamursuz Bayramı'nda pişirdikleri ekmeklerde kanlarını kullanmakla suçlandılar. Bir Yahudi berbere, "suçunu itiraf edene" kadar işkence edilirken, iki Yahudi daha işkence altında hayatını kaybetmiştir. Bir üçüncüsü ise Müslümanlığa geçerek hayatını kurtardı. 1860'lar boyunca, Libya Yahudileri, Gilbert'in tabiri ile, cezai vergiye maruz kalmışlardır. 1864 yılında, Fas'ın Marakeş ve Fez şehirlerinde 500 civarında Yahudi öldürülmüştür. 1869 yılında, Tunus'ta 18 Yahudi öldürülürken Jerba Adası'nda da Araplardan oluşan kalabalık Yahudi ev ve dükkânlarını yağmalayarak sinagogları yakmıştır. 1875 yılında, Fas'ın Demnat şehrinde 20 Yahudi öldürülürken, ülkedeki diğer şehirlerde de çok sayıda Yahudi sokak ortasında saldırıya uğramış ve öldürülmüştür. 1891 yılında, Kudüs'ün Müslüman liderleri Osmanlı yetkililerinden Rusya'dan gelen Yahudilerin bölgeye girmesinin yasaklanmasını talep etmiştir. 1897 yılında, Trablusgarp'ta sinagoglar basılarak Yahudiler katledilmiştir.
Benny Moris, Yahudilerin maruz kaldıkları aşağılanmanın sembollerinden birinin de Yahudilerin Müslüman çocuklar tarafından taşlanması olduğunu yazar. Morris, bir 19. yüzyıl seyyahından şu alıntıyı yapar: "Altı yaşında küçük bir çocuğun üç-dört yaşlarında birkaç şişman ufaklığa bir Yahudiye nasıl taş atmaları gerektiğini öğretişine şahit oldum. Veletlerden biri büyük bir serinkanlılıkla paytak paytak adamın yanına yürüdü ve Yahudi olduğunu gösteren gabardinine tükürdü. Yahudinin tüm bunlara boyun eğmesi gerekiyordu; bir Müslüman'a tokat atmanın bedelini hayatı ile ödeyebilirdi."
Mark Cohen'e göre, The Oxford Handbook of Jewish Studies'de, çoğu uzman modern dünyadaki Arap Antisemitizmi'nin on dokuzuncu yüzyılda, Yahudi ve Arap milliyetçiliklerinin çatışması sonucunda ortaya çıktığını ve Arap dünyasına öncelikle milliyetçi bir düşünce yapısına sahip Hristiyan Araplar tarafından sokulduğu (ve ancak daha sonra "İslamlaştığı") sonucuna varmaktadır.
Avrupa
Avrupa Rönesansı sırasındaki en korkunç kovulmalar, İspanya'daki Morisko veya Arap İslam devletinin bilinen adı ile Endülüs'ün yeniden fethinin (reconquista) hemen ardından gerçekleşmiştir. Son Müslüman hükümdarların da 1492'de Gırnata'dan çıkarılmasını İspanyol Engizisyonu izlemiş, İspanya'nın sayıları 200.000'e varan Sefarad Yahudisi nüfusunun tamamı ülkeden kovulmuştur. Bunu, 1493'te Sicilya'dan (37.000 Yahudi) ve 1496'da Portekiz'den kovulmalar izlemiştir. Kovulan İspanyol Yahudilerinin büyük bölümü Osmanlı İmparatorluğu, Hollanda ve Kuzey Afrika'ya kaçarken bir kısmı da Güney Avrupa ve Orta Doğu'ya gitmiştir.
On yedinci yüzyılda, Batı Avrupa'da neredeyse hiç Yahudi yaşamıyordu. Nispeten hoşgörülü olan Polonya, Avrupa'daki en büyük nüfusa sahipti, ancak Yahudiler için buradaki sakin durum da yüz binlerce Polonya ve Litvanya Yahudisinin Chmielnicki ayaklanması (1648) ve İsveç savaşları (1655) sırasında katledilmesi ile sona ermiş oldu. Bu ve diğer zulümlerin etkisiyle, Yahudiler 17. yüzyılda Batı Avrupa'ya geri döndüler. Yahudilere yönelik (İngilizler tarafından konulan) son yasak da 1654 yılında kaldırılmış olsa da, kimi şehirlerden dönemsel kovulmalar yine de devam etmiş, Yahudiler sıklıkla toprak sahibi olmaktan men edilmiş ve gettolarda yaşamaya zorlanmıştır.
On sekizinci yüzyılın sonlarında Polonya'nın Parçalanması ile, Yahudi nüfus da Polonya topraklarını kendi aralarında paylaşan Rus İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Prusya arasında bölünmüştür.
Avrupa Aydınlanması ve Haskala (18. Yüzyıl)
Avrupa'daki Rönesans ve Aydınlanma dönemi boyunca, Yahudi toplumu içinde kayda değer değişimler yaşanmıştır. Avrupa genelindeki Aydınlanma'ya paralel olarak Haskala (Yahudi Aydınlanması) hareketi de ortaya çıkmış, 18. yüzyılda Yahudiler kendilerini kısıtlayan yasalardan kurtulmak ve Avrupa toplumunun geneline entegre olmak için kampanyalara başlamıştır. Öğrencilerin aldığı geleneksel dini öğrenime laik ve bilimsel öğretim de eklenmiştir. Yahudi tarihi ve İbranice çalışmaları yeniden hayat bulmuş, ulusal Yahudi kimliğine olan ilgi büyümeye başlamıştır. Haskala, Reform ve Muhafazakâr hareketleri doğurmuş, Siyonizm'in tohumlarını ekerken Yahudilerin ikamet ettikleri ülkelere kültürel asimilasyonunu da teşvik etmiştir. Hemen hemen aynı zamanda, Haskala'nın neredeyse tam zıttını telkin eden Hasidik Yahudilik hareketi doğmuştur. On sekizinci yüzyılda, Haham İsrael ben Eliezer (Baal Şem Tov) tarafından başlatılan Hasidik Yahudilik, dine coşkulu ve mistik yaklaşımı ile hızla taraftar toplamıştır. Bu iki hareket ve içinden çıktıkları Yahudiliğe geleneksel ortodoks yaklaşım, çağımızda Yahudi görenekleri içindeki bölünmelerin temelini oluşturmuştur.
Bu esnada, dış dünyada da bir değişim yaşanmakta, Yahudilerin serbestleşmesi (eşit haklar verilmesi) olasılığı tartışmaya açılmaktaydı. Bunu yapan ilk ülke ise, 1789 Fransız Devrimi sırasında Fransa olmuştur. Bununla birlikte, Yahudilerden geleneklerini sürdürmeleri değil, entegre olmaları beklenmekteydi. Bu muğlak durum, Clermont-Tonnerre'nin 1789 yılında Ulusal Meclis'te yaptığı meşhur konuşmasında da gözler önüne serilmiştir:
"Yahudilere bir ulus olarak hiçbir şey vermemeli, ancak bireyler olarak Yahudilere her şeyi vermeliyiz. Hakimlerini tanımayı bırakmalıyız; onlar da sadece bizim hakimlerimize tabi olmalılar. Yahudi örgütlenmesinin sözde yasalarının korunmasına yasal koruma sağlamayı reddetmeliyiz; devlet içinde ne bir siyasi vücut ne de düzen kurmalarına izin verilmemelidir. Her biri bireysel olarak vatandaş olmalıdır. Ancak, kimileri bana onların vatandaş olmak istemediğini söyleyecektir. Pekala öyleyse! Vatandaş olmak istemiyorlarsa, bunu söylesinler ve biz de onları buralardan sürelim. Devlet içinde vatandaş olmayanlardan oluşan bir topluluğun, ulus içinde bir ulus olması rezil bir durumdur."
19. yüzyıl
Her ne kadar baskılar sürse de, serbestleşme 19. yüzyıl boyunca Avrupa'nın her yerine yayılmıştır. Napolyon, Yahudileri Avrupa'daki Yahudi gettolarını terk edip yeni oluşturulan hoşgörülü siyasi rejimlere sığınmaya davet ederek bu serbestleşmeyi daha da yaymıştır. 1871'e gelindiğinde, Almanya'nın da Yahudilere serbestlik vermesi ile, Rusya dışında Avrupa ülkelerinin hepsi Yahudilerine serbestlik tanımış oluyordu.
Yahudilerin laik topluma giderek daha fazla entegre olmasına rağmen, Orta Çağ'ın dini nefreti yerine ırk ve ulus fikirlerine dayanan yeni bir Antisemitizm türü ortaya çıkmaktaydı. Yahudilerin Batı Avrupa'nın Ari halklarından farklı ve bunlardan aşağı bir ırk olduğunu savunan bu Antisemitizm türü, Fransa, Almanya ve Avusturya-Macaristan'da, serbestleşmenin geri alınması platformu üzerinde kampanyalar yürüten siyasi partilerin ortaya çıkışına yol açmıştır. Bu Antisemitizm türü Avrupa kültüründe sık sık kendini göstermiş, Fransa'daki Dreyfus Olayı da bu olayların en ünlüsü olmuştur. Rusya'daki devlet destekli pogromların yanı sıra bu baskılar da çok sayıda Yahudinin sadece kendi devletleri içinde güven içinde olacağına inanmasına yol açmıştır.
Bu dönemde, Amerika Birleşik Devletleri'ne Yahudi göçü (bkz. Amerikan Yahudileri), bu ülkede Avrupa'daki kısıtlamalardan önemli ölçüde kurtulmuş yeni bir büyük cemaatin ortaya çıkmasını sağlamıştır. 1890 ile 1924 yılları arasında, çoğunlukla Rusya ve Doğu Avrupa'dan iki milyonun üzerinde Yahudi Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etmiştir.
20. yüzyıl
Siyonizm
1870'li ve 1880'li yıllarda, Avrupa'daki Yahudi nüfus arasında İsrail'e göç ve burada Yahudi ulusu için bir ulusal anavatan kurulması konusu tartışılmaya başlamıştır. 1882 yılında, ilk Siyonist yerleşim olan Rişon Lezion, Rus imparatorluğundan gelen "Hovevey Siyon" hareketine üye olan göçmenler tarafından kurulmuştur. Daha sonra ise, İsrail Diyarı'nda çok sayıda yerleşim kuran "Bilu" hareketi ortaya çıkmıştır.
Siyonist hareket resmi olarak Kattowitz toplantısı (1884) ve Dünya Siyonist Kongresi'nin (1897) ardından kurulmuştur. Dünya süpergüçlerini Yahudiler için bir devlet kurmaya ikna etmek üzere mücadele başlatan ise Theodor Herzl olmuştur. I. Dünya Savaşı'ndan sonra, böyle bir devlet kurmak için gerekli koşullar oluşmuş gibi görünüyordu: Birleşik Krallık Filistin'i Osmanlı İmparatorluğu'ndan almış, Chaim Weizmann'a verilen 1917 tarihli Balfour Deklerasyonu ile, Britanya Yahudilere bir "ulusal anavatan" için söz de vermişti.
1920'de, Britanya Filistin Mandası başlamış, Britanyalılar Filistin'de Yahudiler için bir ulusal anavatanı yaratmayı ve desteklemeyi vadetmişti. Başlangıçta Yahudiler için her şey yolunda gidiyor gibiydi: Yahudi yanlısı Herbet Samuel Filistin Yüksek Komiseri olarak atanmış, Kudüs İbrani Üniversitesi kurulmuş ve Filistin'e çok sayıda büyük göç dalgası gelmişti. Artan Yahudi göçünden memnun olmayan Filistin'in Arap sakinleri ise Yahudi yerleşimine ve Britanya hükûmetinin Yahudi yanlısı politikasına şiddet içeren ayaklanmalar ve terör eylemleri yoluyla karşı çıkmaya başladılar.
Arap çeteleri konvoylara ve Yahudi nüfusa saldırmaya başladı. 1920 Arap isyanları ve 1921 Yafa isyanları'nın ardından, Filistin'deki Yahudi liderleri Britanya'nın yerel Arap çetelerini Filistin'deki Yahudilere saldırıları konusunda karşısına almaya niyeti olmadığına karar verdiler. Bu çetelere karşı korunma için Britanya yönetimine güvemeyeceklerinin farkına varan Yahudi liderler, çiftliklerini ve Kibbutzları korumak için Haganah örgütünü kurdular.
Arapların uyguladığı şiddetten dolayı, Birleşik Krallık kademeli olarak başlangıçtaki Yahudi devleti fikrinden geri adım atmaya ve iki uluslu bir çözüm veya Yahudi azınlığı bulunan bir Arap devleti fikrini gündeme geitrmeye başlamıştı. Bu esnada Haganah'tan kopan sağ unsurların kurduğu Irgun, daha sonra da Irgun'dan kopan aşırı unsurların kurduğu Lehi (Stern Çetesi) gibi örgütler zaman içinde Filistin'deki İngiliz hedeflerine ve Araplara karşı intikam saldırıları düzenlemiş, önde gelen İngiliz yöneticileri hedef alan suikastler gerçekleştirmiştir.
Bu esnada, ABD ve Avrupa Yahudileri, bilim, kültür ve ekonomi alanlarında önemli başarılar elde ettiler. O dönemde, Avrupa'nın en önde gelen fizikçileri Yahudiler, özellikle de Albert Einstein'dı. Sovyetler Birliği'nde, çok sayıda Yahudi Ekim Devrimi'nde rol oynamış ve komünist partisi üyesi olmuştur.
Holokost
1933'te, Adolf Hitler'in ve lideri olduğu Nazi Partisi'nin Almanya'da iktidara gelmesi ile Yahudi meselesi de daha vahim bir boyuta taşınmıştır. Ekonomik krizler, ırkçı Yahudi düşmanı yasalar ve savaşın yaklaştığı korkusu ile birçok Yahudi Avrupa'dan kaçarak Filistin, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği'ne kaçmıştır.
1939 yılında, İkinci Dünya Savaşı'nın patlamasının ardından 1941 yılına kadar Hitler o dönemde milyonlarca Yahudinin yaşadığı Polonya ile Fransa'nın da aralarında bulunduğu Avrupa'nın neredeyse tamamını işgal etmişti. 1941'de, Sovyetler Birliği'nin işgali başladığında, Hitler Nihai Çözüm'ün hayata geçirilmesi emrini verdi. Bu plan, Avrupa'daki Yahudi nüfusun yok edilmesini hedefleyen eşi görülmemiş ölçekte kapsamlı ve örgütlü bir operasyonu içeriyordu. Altı milyon Yahudinin yöntemli ve ürpertici bir gaddarlıkla öldürüldüğü bu soykırım, Holokost olarak bilinir. Polonya'da, sadece Auschwitz toplama kampında bir milyon Yahudi gaz odalarında öldürülmüştür.
Holokost'un muazzam ölçeği ve bu sırada yaşanan korkunç olaylar, Holokost'un boyutlarını sadece savaştan sonra anlayan Yahudi ulusunu ve dünya kamuoyunu derinden etkilemiştir. Savaştan sonra, Yahudiler yaralı Yahudi ulusu için bir barınak oluşturmaya yönelik çağrılarını artırdılar.
İsrail devletinin kuruluşu
1945 yılında, Filistin'deki Yahudi direniş örgütleri birleşerek Yahudi Direniş Hareketi'ni kurmuşlardır. Hareket, Britanya yönetimine baskı yapmaya ve Yahudilere saldıran Arap isyancılara intikam saldırıları düzenlemeye başlamıştır. Bu grupların şiddet içeren mücadelesinin başarısına dair farklı görüşler vardır ve itaatsizlik hareketi, King David Oteli'nin bombalanmasının ardından, 1946 yılında sona ermiştir. Yahudi liderleri mücadeleyi Filistin'e yasadışı göç üzerine yoğunlaştımaya karar vermişler ve Britanyalı yetkililerin onayı olmaksızın Avrupa'daki savaş yüzünden mülteci durumuna düşen muazzam sayıda Yahudiyi örgütlemeye başlamışlardır. Göç, İsrail'deki Yahudi yerleşimlerine önemli bir katkıda bulunurken Britanyalı yetkililer de Filistin'in kaderi ile ilgili kararı Birleşmiş Milletler'e havale etmiştir.
29 Kasım 1947 tarihinde, Birleşmiş Milletler ülkeyi bir Yahudi, bir de Arap devleti olmak üzere iki devlete bölmeye karar vermiştir. Karar Yahudi liderleri tarafından kabul edilirken Araplar karşı çıkarak Yahudi yerleşimlerine saldırmışlar ve 1948 Arap-İsrail Savaşı patlak vermiştir.
Savaşın ortasında, Britanya mandasının son askerleri de Filistin'i terk etmesinin ardından, David Ben-Gurion 1948 yılında Yahudi İsrail devletinin kuruluşunu ilan etti. 1949 yılında, savaş sona ermiş ve İsrail Devleti, devleti kurmaya ve muazzam göç dalgaları ile dünyanın dört bir yanından ülkeye gelen yüz binlerce Yahudi mülteciyi içine almaya başladı.
1948 yılından bu yana, İsrail aralarında 1956 Süveyş Krizi, 1967 Altı Gün Savaşı, 1973 Yom Kippur Savaşı, 1982 Lübnan Savaşı ve 2006 İsrail-Lübnan Krizi gibi bir dizi büyük askeri çatışmanın yanı sıra, ulusal çıkarlarını korumak için bir dizi küçük çatışmaya da girmiştir.
1977 yılından bu yana, İsrail, komşuları ve Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği gibi diğer taraflarca, İsrail ile komşuları arasındaki anlaşmazlıkları çözüme kavuşturmak amacıyla, bir barış süreci başlatmak üzere, büyük ölçüde de Filistin halkının kaderi üzerine süregelen ve büyük ölçüde başarısızlıkla sonuçlanan bir dizi diplomatik çaba da başlatılmıştır.
21. yüzyıl
Bugün, İsrail 5,8 milyonu Yahudi olmak üzere, 7,1 milyonluk nüfusa sahip bir parlamenter demokrasidir.
Günümüzde, en kalabalık Yahudi nüfusa sahip ülkeler Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail'dir. Fransa, Arjantin, Rusya, Birleşik Krallık ve Kanada da önemli Yahudi nüfuslarına ev sahipliği yapmaktadır.
0 Yorum:
Yorum Gönder