Yüzyıllar boyunca birçok krallık ve imparatorluk tarafından yönetilen ve bir zamanlar bölgede önemli bir merkez olan Ani, bugün harabe bir hayalet şehir.
Kars’a 45 km uzaklıktaki Ani şehri Bizanslılardan
Osmanlılara birçok imparatorluğa tanıklık etmiş. Bir zamanlar onbinlerce
kişinin yaşadığı bu şehir, Ermeni Bagratuni hanedanlığı döneminde önemli bir
bölgesel güç ve kültür merkezi olmuş.
Bugün ise bir platonun tepesinde terk edilmiş bir
harabeden ibaret. 90 yıldır kendi haline terk edilmiş yıkıntılar arasında
yürürken duyulan tek sek Türkiye ile Ermenistan sınırını oluşturan derin vadide
uğuldayan rüzgarın sesi.
Ani’yi çevreleyen surları geçer geçmez sizi şehrin geniş bir alana yayılmış kalıntıları karşılıyor. Bu kalıntılar Bagratuni Ermenilerinden Bizanslılara, Selçuklulardan Gürcülere ve Osmanlılara kadar uzanan yüzlerce yıla ait.
Ani’nin üzerine kurulduğu plato 1877-78 Osmanlı-Rus
savaşında Türklerin yenilmesi üzerine Ruslara bırakılıyor. Birinci Dünya Savaşı
patlak verince Osmanlılar kuzey doğu Anadolu’yu geri almak için savaşmış ve
Ani’yi geri almıştı. Ancak Ani platosu daha sonra yeni kurulan Ermenistan Cumhuriyeti’ne
verilecekti.
1920’de, Kurtuluş Savaşı sırasında Ani son bir kez
daha el değiştirmiş ve Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına dahil olmuştu.
Türkiye ile Ermenistan arasında doğal bir sınır işlevi
gören Arpaçay üzerinde kurulu eski bir köprünün kalıntıları bu iki ülke
arasındaki ilişkileri yansıtıyor sanki.
Birinci Dünya Savaşı sırasında çok sayıda Ermeni’nin öldürüldüğü 1915 olaylarının nasıl tanımlanacağı iki ülke arasında bugün hala anlaşmazlık konusu. Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki sınır sorunu nedeniyle Türkiye 1993’te Ermenistan ile sınırlarını kapattı.
Türkiye-Ermenistan arasındaki gerginlik Ani ile ilgili tartışmalarda ön planda olsa da arkeologlar ve aktivistler bu kentin kalıntılarını korumaya çalışıyor.
Tarihçiler uzun süredir Ani’nin unutulmuş önemini
hatırlatıyor. Bu çabalar sonucunda Ani, UNESCO’nun Dünya Mirası geçici
listesinde yer aldı. 2011’de başlayan restorasyon çalışmaları ile zamanın
yıkıcı etkisi durdurulmaya çalışılıyor.
11. yüzyılda en görkemli zamanlarını yaşayan Ani’nin
nüfusunun 100 bine ulaştığı tahmin ediliyor. Ani ‘1001 Kilise Şehri’ olarak
anılıyor. Bu ismin abartılı olduğu bilinse de arkeologlar bugüne kadar 40
kilise, şapel ve anıt mezar tespit etti.
Kırmızı taşlarıyla Ani Katedrali terkedilmiş kente hakim bir konumda bulunuyor. 1319’daki bir depremde tavanı, daha sonraki bir depremde ise başka bir köşesi yıkılan kilisenin boyutları bugün bile görkemli görünüyor.
1001 yılında Ermeni kralı 1. Gagik döneminde
tamamlanan kilise Ani’nin nüfuz ve zenginlik bakımından dorukta olduğu döneme
tanıklık etmiş. Bu kilisenin Ermeni mimarı Trdat daha sonra Bizans döneminde Ayasofya’nın kubbesini tamir
etmişti.
Yarısı ayakta olan başka bir kilise ise Ermeni Bagratuni hanedanlığının sanatsal hünerlerinin olduğu kadar zamanın yıkıcı etkilerinin de göstergesi. Bir zamanlar 19 kemeri ve kubbesi ile bir mimari harikası olan ve yöresel kızıl kahverengi volkanik bazalt taşından yapılan kilisenin kalıntıları bugün iskele yardımıyla ayakta duruyor. Bu kilisenin aynı zamanda İsa’nın gerildiği çarmıhın küçük bir parçasını da barındırdığı söyleniyor.
10. yüzyıl sonlarında kurulan Aziz Gregor Kilisesi 12 kenarlı şapeli ve kubbesi ile hala görkemli. 1900’lerin başında kilisede bulunan anıt mezarın Bagratuni Ermenilerinden Prens Grigor Pahlavuni’ye ait olduğu sanılıyor. Fakat Ani’deki diğer şeyler gibi bu mezar 1990’larda yağmalandı.
Kilisenin karşısında ise kayalara oyulmuş mağaralar
var. Bazı tarihçiler bunların Anilerden öncesine dayandığını söylüyor. Ani
döneminde bu mağaraların mezar ve kilise olarak kullanıldığına işaret eden
izler var. 20. yüzyıl başlarında ise mağaralarda hala insanlar yaşıyordu.
Türkiye ile Ermenistan sınırını oluşturan vadinin üzerinde nöbet tutar gibi duran başka bir kilise ise Surp Kirkor Kilisesi. 1215’te inşa edilen kilisenin içi İsa ve Aydınlatıcı Grigor freskleriyle süslü.
Tarihçiler, dönemin Ermeni sanatında ayrıntılı
fresklere rastlanmadığını, bu nedenle kilisedeki freskleri muhtemelen Gürcü
ressamların yaptığını belirtiyor.
Bizanslıları Anadolu’dan çıkaran Selçuklu
İmparatorluğu 1000’li yılların ortalarından itibaren bölgenin kontrolünü ele
geçirdi. Fakat 1072’de Ani’nin yönetimini Kürt kökenli Müslüman Şeddadi
hanedanlığına devretti.
Bu dönemde uçurum kenarında Ebul Manucehr Camii inşa edildi. Bugün ayakta duran minarenin 1000’li yılların sonunda inşa edilen orijinal camiye ait olduğu, asıl binanın is 12 veya 13. yüzyılda yapılan ekleme olduğu tahmin ediliyor.
Manucehr camiinin asıl amacı Türkiye ve Ermenistan
arasında tartışma konusu. Bazıları, bu binanın Ermeni Bagratuni hanedanlığına
saray olarak yapıldığına, sonra camiye dönüştürüldüğüne inanıyor. Bazıları ise
başlangıçtan itibaren cami olarak kurulduğunu ve Anadolu’daki ilk Türk camisi
olduğunu söylüyor. 1906’dan 1918’e kadar bu cami Rus arkeolog Nicholas Marr’ın
Ani’de yaptığı kazılarda çıkarılan buluntuları sergilemede kullanıldı.
Ani’nin etrafını çevreleyen surlar bugün yıkılmaya hazır görünse de 10. yüzyılda ilk inşa edildiğinde şehri dış saldırılardan koruyordu. Bagratuni hanedanlığının yeni başkentlerini savunmak amacıyla kurdukları surlar yüzyıllar boyunca şehrin sakinlerini çeşitli kuşatmalardan korumuş, önce Bagratuni ile Bizans arasında, sonra Bizans ile Selçuklu arasında kanlı çatışmalara tanık olmuştu.
0 Yorum:
Yorum Gönder