Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

















SON YAZILAR :
Loading...


20 Ocak 2021

Adolf Hitler’i Seçimle İktidara Taşıyan Sürecin10 Kritik Adımı

Çoğunuz zaten biliyorsunuz ancak biz yine de söyleyelim Naziler Almanya’da iş başına seçimle geldi. Her ne kadar böyle diktatör bir rejimin seçimle iş başına gelmesi biraz garip görünse de o zaman için çok da şaşırtıcı değil. Adolf Hitler kendisinin ne olduğunu asla gizlemedi kendisi katıksız bir faşist ve antisemitik biriydi, yine de Almanlar kendisine oy vermekten çekinmed

Bugünden bakarak Almanların bu seçimini kıyasıya eleştirebilirsiniz, "o zamanlar öyleydi ama" deyip geçmek de işin kolayı. Olaylar bundan biraz farklı aslında, o zaman Hitler’e oy veren Almanlar en iyi seçimi yaptıklarını düşünüyorlardı kuşkusuz ki. İşte Almanların Hitler’i seçmesinin altında yatan 10 temel sebep.

              10. Versay Antlaşması "Savaş Suçları Bendi".


Birinci Dünya Savaşının bitmesinin hemen ardından aslında İkinci Dünya Savaşının fitilini ateşleyecek bir antlaşma imzalandı. Birinci Dünya Savaşı’nın muzaffer devletleri mağlup ülkelere çok ağır antlaşmalar dayattı. Bu antlaşmalarla zengin bölgeler mağlup devletlerin elinden alındı ve onlara ağır tazminatlar ödetmek zorunda bıraktı.

Şüphesiz ki Versay Antlaşması’nın Almanlar açısından en küçük düşürücü ve yıpratıcı bölümü "Savaş Suçluları Bendi" olarak bilinen kısmıydı. 231. Madde olarak bilinen bu bent ile Almanya Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasının tüm mesuliyetini üzerine almak zorunda bırakılıyordu. Böylece ortaya çıkmış olan tüm maddi zararlardan Almanya sorumlu tutulmuştu. Özellikle Fransa başbakanı Georges Clemenceau, Almanya’nın çok yüksek miktarda savaş tazminatı ödemesinde ısrarcı olmuştu.

Clemencau’nun bu kadar yüksek savaş tazminatında ısrar etmesinin sebebi Almanların hızlı bir şekilde kendine gelip tekrar Fransa’ya saldırmasının önüne geçmekti. Bu nedenle Fransa, Almanya’nın ekonomik üstünlüğünü geri kazanmasının ve yeniden silahlanma çabalarının önüne geçmek için böylesine yüksek tazminatlar konusunda bir hayli bastırdı.

Antlaşmayla birlikte Alman ordusu sıkı kontrol altına alındı ve 100 bin kişiyi geçmeyecek şekilde sınırlandırıldı ve hava kuvvetleri kurmasına izin verilmedi. Dünyanın büyük bir kısmı bu anmtlaşma ile birlikte dünyanın bir barış çağına girdiğini düşünse de Almanlar bu kısıtlamaların son derece haksız olduğu görüşündeydi.

Daha en başından, Naziler gibi bir takım aşırı sağ gruplar Versay Antlaşması’nı reddetti. Bu antlaşmayı bir ulusu komple baskı altına alan dikte edilmiş bir barış olarak gördüler. Başlarda çoğu Alman savaşmaktan yorulduğu için yeni bir savaş fikrine çok uzaktı, ancak zaman içerisinde bu fikirleri değişecekti.


9. Fransızların Ruhr işgali.

Alman hükümeti Versay Antlaşması ile ödemeyi vadettiği tazminatları haliyle gerçekleştiremedi. 1923 yılından itibaren ödemeleri düzenli olarak aksatmaya başladılar, üzerlerindeki bu yükün kaldırabileceklerinden fazla olduğunu ısrarla vurguladılar. Ancak Fransızlar bunun Almanların kendilerini provoke etmek için kasıtlı olarak yaptığını düşünüyorlardı.

Fransız ve Belçika birlikleri Almanya’nın üzerine yürüdü ve ülkenin Ruhr olarak adlandırılan bölgesini işgal etti. Bu bölge Almanya’nın kömür, demir ve çelik üretim merkezini oluşturuyordu. Bu bölgenin ellerinden çıkması demek Alman ekonomisinin komple çökmesi anlamına geliyordu.

Ruhr bölgesinde yaşayan Almanlar pasif direniş ile işgale karşı koymaya çalıştı. Greve gittiler, Fransız işgalciler için çalışmayı reddettiler, ellerinden gelen tek şey buydu. Fransızlaqr göstericileri tutukladı ve onların yerine madenlerde çalıştırmak için kendi işçilerini getirdiler. Almanlar barışçıl gösterilerin ve pasif direnişin bir işe yaramayacağını öğrendiler.

Almanlar 1925 yılında tazminatları tekrar ödemeye başlayınca Fransızlar Ruhr’dan çekildi. Ancak o gtünden sonra Almanlar, Fransızların istedikleri zaman Alman topraklarını kendilerine bağlayabileceklerinin farkına vardılar. Yavaş yavaş Almanların kafasında Versay Antlaşmasını yırtıp atmak gerektiği fikri yeşermeye başladı.

8. Hiperenflasyon.

Ruhr’un işgal edilmesinin ardından Almanya’da enfalsyon kontrolden çıktı. Alman Markı inanılmaz bir değer kaybına uğradı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar 160 milyar marklık askeri harcama yapmıştı. Gelinen zamanda Almanların 156 milyar mark borçları ve 132 milyar mark savaş tazminatı ödemeleri vardı. Bunun üzerine bir de ekonominin can damarı Ruhr’un kaybedilmesi Alman ekonomisini yerle bir etti.

Enflasyon inanılmaz rakammlara ulaştı. 1914 yılında, savaşın başlamasından önce 1 ABD doları 4.2 Alman markı ederken, 1923’te 1 ABD doları 4.2 trilyon mark ediyordu.

Ülke genelinde ciddi bir kıtlık ve açlık vardı. Para artık değersiz bir kağır parçasıydı, Almanların bir peni dahi tasarruf edecek halleri yoktu. İnsanlar takas ekonomisine geçti, çüğnkü değerli olan tek şey gıdaydı.

1923 yılında Almanya’da göç üçe katlandı, insanlar yaşadıkları yerleri terk etmeye başladı. İntihar oranları roket hızıyla yükseldi ve Almanların bu kapkaranlık günlerinde Adolf Hitler isminde bir genç hızla yükselmeye başladı.

7. Alman Komünizmi yükselmeye başlıyor.


Bu zor günlerde yükselen sadece Naziler değildi, komünizmin ayak sesleri de ciddi şekilde duyulmaya başlamıştı. Rusya dışındaki en güçlü Komünist Parti Almanya’daydı.

Alman komünist partisi, 1918 yılında, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte kurulmuştu. Rus Devrimi’nin ardından Alman Komünistleri de değişim geçirdi, SSCB’nin tüm desteklerini arkalarına alarak Almanya için bir Bolşevik devrimi arzulamaya başladılar.

Almanlar içerisinde %10-15’lik bir kesim komünistlere oy verme fikrine sıcak bakıyordu. Ülkenin geri kalanı komünizmin yükselmesini Almanya için çok daha kötü ve karanlık günlerin bir habercisi olarak görüyordu.

Naziler bu korku üzerine oynamada başarılı oldular. Bolşevizmin tehlikeleri ve Almanya’da gerçekleşecek bir Kızıl devrimin yol açacağı tehditleri anlatan hikayeler dolaşmaya başladı. Komünizmin yükselmesine bir tepki olarak ülkenin geri kalanı aşırı sağda birleşmeye başladı.

Kısa sürede Naziler komünistlerle sokak sokak çatışmak için "Sturmabteilung" adı verilen bir grup oluşturdu ve sokaklara saldı ve bu onların ününe ün kattı. Almanlar asıl tehlikenin Bolşevizm olduğu konusunda birleşti. Bununla baş edebilecek yegane güç olarak Adolf Hitler ismi parlamaya başladı.

6. Barmat Skandalı.


1924 yılında Alman hükümetinde rüşvet skandalı patlak verdi. O zamanlar iktidarda olan Şansölye Gustav Bauer liderliğindeki Sosyal Demokrat Partinin, Danimarkalı yatırımcı Barmat Kardeşlere döviz spekülasyonu sırasında kendilerine bir servet kazandırmaları için milyar dolarlar verdikleri ortaya çıktı.

Barmat Kardeşler tabii ki başarılı olamadı. Yatırım şirketleri battı ve bu Alman Hükümetinin milyar dolarlarına mal oldu. İnsanlar, Almanların parasıyla neden böyle bir kumar oynandığı konusunda sorular sormaya başladı. Şansölye Bauer’in Barmat kardeşlerden yıllarca rüşvet aldığı ortaya çıktı.

Şansölye Bauer derhal kovuldu, ancak Naziler bunu propaganda malzemesi yapma fırsatını kaçırmadı. Barmat kardeşler Yahudiydi, Nazi yayın organlarında Yahudi iş adamlarının bozulmuş, ahlaksız insanlar olduğunu gösteren karikatörler yayınlanmaya başladı. Nazilere göre Barmat skandalı hükümetin, aynı zamanda Yahudilerin çürümüş olduğunun kanıtıydı.

1930’ların sonuna gelindiğinde, Naziler hala Barmat skandalını ısrarla gündemde tutuyordu. Nazilerre göre Sosyal Demokratlar "Yahudi ve Yahudi uşaklarıydı", onlara oy vermek Barmat bloğunun adaylarına oy vermek demekti.

5. Gittikçe büyüyen Yahudi nefreti.


Almanya’da Yahudi karşıtlığı Nazilerin yükselişe geçmesiyle ortaya çıkan bir olgu değil, öncesinde de bu nefret var. 1900’lerin başında Almanya’daki partiler Yahudi karşıtı platformlar oluşturmaya başlıyorlar. Rus devrimi, hiperenflasyon ve Barmat skandalının ardındanAlmanya’da Yahudi olmak çok daha zor bir hale geliyor.

Almanların pek çoğu iflas edip batarken Yahudiler ayrıcalıklı, zengin ve yozlaşmış kimseler olarak görülüyor. Almanya’da Yahudilerin nüfusa oranı sadece %1 iken, tüm avukatların %16’sı, doktorların %10’u ve editör & yazarların %5’i Yahudi. Genel konuşursak, Almanlar açlık ve yoksullukla mücadele ederken Yahudiler para kazanıyor, bu da tüm nefretleri iyice üzerlerine çekmelerine sebep oluyor.

Aynı zamanda, Rusya’da yaşanan Bolşevik devriminin arkasında da Yahudilerin olduğu düşünülüyor. Almanlar Komünizmin büyümesinden Yahudileri sorumlu tutuyor ve onları kendileri için tehdit olarak görmeye başlıyor.

Bütün bunlar alt alta eklenince antisemitizm Almanya’da hızla yayılıyor. Bu durum sadece Nazilerin tekelinde de değil üstelik, Almanya’daki hemen hemen tüm partiler kampanyalarında Anti Semitizm propogandası yapıyor. Oteller Yahudilere hizmet vermeyi reddediyor, rahipler vaazlarında Yahudilik karşıtı söylemlerde bulunuyor.

Alman toplumundaki bu Yahudi düşmanlığını değerlendirmek isteyen Naziler dümene geçiyor. Yahudi iş yerlerini kontrol altına alacaklarını ve yooksullar için daha düşük maliyetli ürünlerin temininde kullanacaklarını vadediyorlar. Naziler ayrıca Yahudilerin ellerinden işlerini almak için Alman doktorlara destek programı başlatıyorlar. Yahudilerin yerine Almanlara iş verecekleri sözünü veriyorlar.

4. 1929 Büyük Buhran.


29 Ekim 1929’da ABD borsası çöktü. Bu, Büyük Buhran’ın başlangıcıydı ve bu buhranın en çok vurduğu yerlerin başında Almanya geliyordu.

Alman ekonomisinden geriye kalan şeyler yabancı para üzserine inşa edilmişti. Almanlar sahip oldukları her şeyi yabancılarla ticaretten karşılıyor ve 1924’ten bu yana giderlerini Amerikan kredisiyle kapatıyordu. Büyük Buhran geldiğinde bu krediler kurudu ve ABD verdiği dış borçları geri istemeye başladı.

Almanya felç oldu. Endüstriyel üretim %58 düştü. İşsizlik alıp başını gitti. 1929’un sonuna gelindiğinde 1.5 milyon Alman işsizdi. 1933’te ise bu rakam 6 milyona çıkacaktı.

Hitler heyecanlıydı. Ekonominin çökmesiyle birlikte Almanlar Demokratik hükümetin bu sorunun altından kalkabileceği konusunda büyük bir şüpheye kapılmıştı. Hitler o günlerde şunu söyledi: "Hayatımın hiçbir döneminde, bugünlerde olduğu kadar görev için heyecanlı ve istekli olmadım. Yaşadığımız bu acı gerçekler milyonlarca Almanın gözlerini açtı."

3. Sosyal Demokratlar demokrasinin etrafından dolanıyor.


Büyük Buhran’ın başlamasından kısa bir süre sonra sosyal Demokrat Parti daha agresif bir tutum sergilemeye başladı. Hükümetin küçük kanadını temsil ettikleri için diğer partilerin desteğini almadan herhangi bir karar alamıyorlardı. Bu nedenle, etrafından dolanma politikası gütmeye başladılar.

Alman Anayasası’nın 48. maddesi, şansölyeye acil durumlarda demokratik prosedürleri takip etmeden kararlar alma yetkisi veriyordu. Sosyal Demokratlar bunu olabilecek en ağır şekilde kullanmaya başladı, ilk olarak parlamentodan onay almadan bütçeyi yürürlüğe soktular. Bu insanları çılgına çevirdi. Sosyalist lider Dr. Rudolf Breitschield Sosyal Demokrat Partiyi "örtülü diktatörlük" olarak adlandırdı.

Sosyal Demokratlar 1930’da yeni bir seçim yapılması çağrısında bulundular. Bu seçimde çoğunluğu sağlayacaklarını ve artık 48. maddeyi kullanmak zorunda kalmayacaklarını umuyorlardı. Ancak işler umdukları gibi gitmedi, Nazilerin seçim kampanyası daha önce hiç görülmemiş bir kampanyaydı ve popülariteleri önlenemez şekilde yükseliyordu.

1928 seçimlerinde Naziler 491 sandalyenin sadece 12’sini alabilmişlerdi. 1930’daki yeniden seçimde 107 sandalye kazanmışlardı. Sadece iki yıl içerisinde hükümetin alternatifi noktasına gelmişlerdi.

İki yıl sonra başka bir seçim daha yapılacaktı. Almanlar yoksulluktan ve yozlaşmadan yorulmuştu. Nazilere oy verdiler. Bir zamanlar radikal aşırı uç olarak görülen grup artık Almanya’yı yönetecekti.

2. Reichstag Yangını.


Naziler gücü ele geçirmişti, ancak çoğunluğu elde edememişlerdi. Oyların sadece %37.3’ünü alabilmişlerdi. Tıpkı Sosyal Demokrat Parti gibi, Naziler de azınlık hükümeti olmanın getirdiği sıkıntılarla uğraşacaklarını düşünüyorlardı… Ta ki Reichstag yangınına kadar.

Hitler’in şansölye olmasından günler sonra, Marinus van der Lubbe isimli bir Komünizm sempatizanı Alman Parlamento binası Reichstag’ı yaktı. Bu işi tek başına gerçekleştirdiği neredeyse kesin gibiydi, ancak Naziler bu fırsatı kaçırmadı. Onlara göre bu olay Komünistlerin ülkeyi şiddet yoluyla ele geçirmeye çalışacağının bir kanıtıydı.

Reichstag yangınını gerekçe gösteren Naziler 48. ;Maddeyi devreye soktu. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü, gösteri ve yürüyüş hakları ve polis kovuşturmalarındaki tüm kısıtlamalar askıya alındı ta ki komünistler tamamen kontrol altına alınana kadar.

Sosyal Demokrat Partinin üç yıl boyunca 48. maddeyi kullanması örnek teşkil etti. İnsanlar Nazilerin, Komünist Parti bürolarını açık açık basmasının ve tüm yayınlarına el koymasının hak ihlalleri anlamına geldiğini göremedi. Bu olayları en sonunda bir partinin tam olarak yönetime geçtiği ve Almanya’yı daha yaşanabilir bir ülke yapmak için çalıştıkları şeklinde yorumladılar.

5 Mart 1933’te Almanlar bir kere daha seçime gitti. Komünist Parti’nin bu seçimlere katılmasına izin verilmedi. Muhalif partilerden birinin yollarından çekilmesiyle Naziler istedikleri çoğunluğu aldılar.

Reichstag Yangını hakkında her şeyi yakında okuyabilirsiniz.

1. Hukuka aykırılığı ortadan kaldıran durum yasası.

Naziler iktidara geldiğinde Almanya hala demokrasiyle yönetilen bir ülkeydi ta ki meclisten "Hukuka aykırılığı ortadan kaldıran durum" (Enabling Act) geçene kadar. Bu yasayla birlikte Naziler istedikleri her kanunu parlamentodan geçirmeden yürürlüğe sokabiliyordu.

Ancak bu yasanın desteklenmesi gerekiyordu. Bunu oylamaya sunabilmeleri için parlamentonun 3’te ikisinin desteğine ihtiyaçları vardı, bu diğer partilerin desteğine ihtiyaç duydukları anlamına geliyordu. Reichstag yangınını hatırlatarak diğer partiler üzerinde baskı kurdular. Bir Nazi gazetesinde "Ya tam güç ya…! Ya bu yasa ya da yangın ve cinayet!" manşeti atıldı.

Hitler bu yetkileri son derece dikkatli şekilde kullanacağının sözünü verdi. "Hükümet bu yetkileri sadece son derece önemli tedbirler alınması gerektiğinde kullanacaktır" dedi.

Partiler kendisine inandı. Bu yasa neredeysae herkesin desteğini aldı. Sadece sosyal Demokratlar aksi yönde oy kullandı. Hitler yasanın geçmesinin ardından Sosyal Demokratlara "Artık size ihtiyacımız yok! Almanya’nın yıldızı yükselecek ve sizlerinki batacak! Sizin ölüm ilanınız okunuyor!" diye bağırdı.

Hitler artık tüm gücün sahibiydi. Diğer siyasi partiler birer birer dağıldı ve kısa bir süre sonra seçimler durduruldu. Alman demokrasisi bitmişti. Faşizm kontrolü ele geçirdi… Ve bu bizzat Almanların seçmiş olduğu bir faşizmdi.

Kaynak

http://listelist.com/adolf-hitler-iktidari/


0 Yorum:

Yorum Gönder

Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!