Ailesine, topluma, resmi makamlara direndi ille de ‘heykel’ dedi. Dediğini yaptı Sabiha Bengütaş bu ısrarında direndi ve Türkiye’nin ilk kadın heykeltraşı oldu. Üzerine yöneltilen baskılar onu sanatından bir an olsun uzaklaştıramadı. Kadın olduğu için elinden alınan ödülünün yarattığı kırıklığa tutundu. Sanat okulunun koridorlarındaki küçük kız çocuğundan Moskova’da sergi açan azimli bir kadın yarattı.
Heykel henüz daha Türkiye’de yeni yeni öğrenilir ve yeni bir düzene geçisin sarsıcı izleri etkisindeyken, sanat okulunun koridorlarında bir ilke imza atmaya cesaret etti o.
Türkiye’nin ilk kadın heykeltıraşı olan Sabiha Ziya Bengütaş, 1904 yılında İstanbul’da dünyaya geldi.
Sabiha çocukken babası Ziya Bey’in görevi nedeniyle 4 yıl Şam’da yaşadı. Burada Fransız Katolik Mektebi’nde eğitim aldı.
4 yıl sonra ailesi birlikte İstanbul’a dönerek Büyükada’ya yerleşen Sabiha’nın resme olan tutkusu çocukluğunda başladı.
Sabiha daha küçük yaşta resim sanatına büyülenmişti. Okulda, evde bir an olsun kalemlerinden boylarından ayrı kalmazdı.
İlerleyen yıllarda heykellere elleriyle ruh ve can katacak olan Sabiha, henüz 16 yaşındayken 1920’de Sanayi-i Nefise Mektebi’nin (Bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) resim bölümüne kaydoldu.
Resim bölümünde dönemin başarılı ressamlarından Feyhaman Duran’ın öğrencisi oldu.
Sabiha’nın devamında heykel bölümüne giren ilk kız öğrenci olma hikayesi ise kendine kendine yaptığı bir büst ile gerçekleşti.
Sabiha o anları ve heykele başlama serüvenini şöyle anlatıyor:
1920’de Sanayi-i Nefise Mektebi’nin Resim Şubesi’ne girdim. Bir gün kendi kendime, antik bir büstü kopya ettim. Eseri gören Heykel Şubesi Hocam İhsan Bey, bunu benim yaptığıma inanamadı. Gerçeği öğrenince “sen, evin temelini yapmadan çatıya çıkmışsın” diyerek beni yüreklendirdi
Bu cümlenin kendisine dokunduğunu ve bir tepkiye sebep olduğunu söyleyen Sabiha, diğer tüm işlerini bırakarak bütün hafta bu büste çalıştı.
Sabiha’nın azmi ona başarının kapısını araladı. Hocası İhsan bey bu büstü çok beğendi.
Üstelik o dönemde heykeltıraşların değil canlı modelleri, atölyeleri bile yoktu.
Hele ki bir kadın böylesi bir yolun öncüsü olsun ihtimal değildi.
İhtimal değilken gerçek oldu.
Ve heykelle tanışmasının ardından asıl tutkusunun bu alan olduğunu anlayan Sabiha bölüm değiştirdi:
Sanayi-i Nefise Mektebi’nin Resim Şubesi’nde bir yıl çalıştıktan sonra bölüm değiştirerek, Heykel Şubesi’ndeki 3 erkek öğrenci arasına ilk kız öğrenci olarak katıldım.
Lakin bu değişiklik toplum nezdinde olduğu kadar Sabiha’nın ailesinde de hoş karşılanmadı.
Sabiha heykel bölümünde okumak istediğinde ailesi bu karara şiddetle karşı çıktı. Ancak Sabiha’nın tutkusu baskın çıktı ve heykel bölümünün ilk kadın öğrencisi olarak eğitimine başladı.
Sabiha heykel bölümündeki eğitimine hastalığı nedeniyle 2 yıl ara verdi ancak bu dönemde heykelden kopmadı ve hiç bir sergiyi kaçırmadı.
İhsan Özsoy’un öğrencisi olan Sabiha bir heykelin ham maddesini tüm ayrıntılarını, küçük nüanslarını yutarcasına öğrendi.
Heykelin tozuna buladı zihnini ve ruhunu.
Yıllar sonra verdiği bir röportajda heykele karşı duyduğu kuvvetli aşkı şöyle ifade edecekti:
Hayatımı bu mesleğe adamaya gelince, buna hiç düşünmeden ‘evet!’ derim. Çünkü yaşamımı çalışmakla zevkli bulurum.
Kazandığı ödül kadın olduğu için elinden alındı
Sabiha, okulunda açılan bir yetenek yarışmasında birinci olarak Avrupa’da eğitim almak üzere hak kazandı. Ancak bu eğitime onun yerine bir erkek öğrenci gönderildi. Hakkı gasp edildi.
Sabiha yıllar sonra yarışmayı kazanmasına rağmen gönderilmemesine ilişkin şunları söylemişti:
Fakat maalesef yine sırf kadın olduğum için benim yerime Ratip Efendi isminde bir arkadaşımı gönderdiler.
Bölümü birincilikte bitiren Sabiha yeniden heykel alanında bir yarışmaya katıldı ve kazandı.
Okul hatta resmi yetkililerin tavrı aynı oldu, kadın olduğu için yine Sabiha’yı değil ikinci olan bir erkek öğrenciyi göndermek istediler İtalya’ya. Lakin bu çelme takma hamlesi bu kez başarılı olmadı ve Sabiha İtalya’nın yolunu tuttu.
‘Bir kadından sanatçı olmaz’ diyenlere dudağının kenarına yerleştirdiği gülüşü ve eserleri ile cevap verdi Sabiha.
Erkek egemen heykel dünyasındaki ezberleri bozdu
Roma Güzel Sanatlar Akademisi’nde Prof. Luppi’nin atölyesinde ihtisas yapan Sabiha, İtalya’da kendisini mesleki alanda oldukça geliştirdi.
Sadece kendi ülkesinde değil eğitim için gittiği Roma’da da ‘Türkiye’nin ilk kadın heykeltraşı olarak anıldı.
Eğitimin ardından Türkiye’ye dönen Sabiha, Taksim Meydanı’ndaki heykeli yapan ünlü İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica’nın asistanlığını yaptı. Ve onunla birlikte İtalya’ya giderek 18 ay atölyesinde çalıştı.
Sabiha, Türkiye’de yalnızca erkeklerin egemenliğinde olan heykel dünyasındaki ezberleri bozdu.
Sabiha, 1925’te Geleneksel Galatasaray Sergisi’ne katılan ilk kadın sanatçı oldu.
Gördüğü her şeyi en sade şekliyle sanata yansıtma taraftarı olan Sabiha’nın bu sergide 3 eseri yer aldı.
Aynı sergiye Sabiha ile birlikte Türkiye’nin ikinci kadın heykeltıraşı Melek Ahmet de katıldı.
Bir sonraki yılki sergide yine Sabiha’nın eserlerine yer verildi. 1926’daki sergide Sabiha’nın üç eseri büyük takdir topladı. Bunlar Hakkı Şinasi Paşa, Prof. Dr. Âkil Muhtar ve Ressam Hikmet Bey’lerin büstleriydi.
Sabiha, dönemin ünlü şairi Abdülhak Hamit Tarhan’ın torunu diplomat, Şakir Emin Bengütaş’la evlendi.
Eşinin işi nedeniyle ülke ülke gezmek durumunda kalan Sabiha çalışmalarına ara vermeksizin gittiği her yerde devam etti.
1933’te evlenen Sabiha eşinin görevi gereği önce Belçika’ya gitti. Buradaki müzeler ve sanat eserleri Sabiha’nın sanat çizgisini olumlu anlamada etkiledi, katkı sundu.
Eşinin görevi sırasında Rusya’nın başkenti Moskova’da bulunan Sabiha burada bir sergi açtı.
Tass Ajansı büyük beğeni toplayan serginin başarısını anlatan bir habere imza attı.
‘Gördüğümü en sade şekli ile yansıtma taraftarıyım’
Türkiyeli heykeltıraş kadınlar için kuvvetli bir esin ve güç kaynağı olan Sabiha’nın sanat anlayışını kendi dilinden dinleyelim:
Gördüğümü yapmaya taraftarım. Hem de en sade şekilde. Gördüğümü yaparken, tabiati kopya etmiyorum, şahsi görüşümü de ilave ediyorum. Tabiati harikulade severim. Daha çok peyzaj üzerinde duruyorum. Çünkü heykelde tabiati ifade etme imkanı yok. Bu itibarla tabiat hevesimi resimden alıyorum.
Mizaç itibarı ile ne klasik ne de modernim. Esasen üslûp mevzubahs olamaz. Aranılan şey, sanat kıymetlerinin mevcut olup olmamasıdır. Yalnız, şunu ilâve edeyim ki, sanatta, istediğini yapabilecek kıymette olan sanatkârların modern çalışmasını, yani cesaret göstermesini, tasvip ederim. Yoksa, acizden doğan bir modernizmin tamamı ile aleyhindeyim.
Bundan başka en modern tanınmış büyük sanatkârlar da uzun zamanlar klâsik çalışmış kimselerdir. “Mektep” teşkil edebilmiş ne kadar sanatkâr varsa, o kadar da nazariye vardır. Fakat hepsinde temel ve esas, duygu ve samimiyet değil midir ?
Çok tetkik, sıfır taklit
Sabiha 1938 yılında iki yarışmada birden birinciliğe layık görüldü.
“Çok tetkik etmek, fakat taklit etmemek taraftarıyım” diyen Sabiha, sanatın her şeyden evvel şahsi olması gerektiğine inandı.
Kalıplardan birini seçmeyip kendisine yeni ve estetik bir kalıp döken Sabiha bu anlayışını “Tabiatten, lüzumuna kani olduğum kısımları alır, diğerlerini atarım. Her eser bence bir kompozisyondur. Tabiatle kendi zevklerimi telif etmeye çalışırım” sözleri ile de açıklamıştı.
Sabiha aynı zamanda yetenekli bir portre ressamıydı. Eşinin dostunun portresini yapıp kendilerine armağan etmişti.
Sabiha’nın yaptığı Abdülhak Hamit’in büstü şairin ölümünün ardından evinin bahçesine konuldu.
Lakin ‘İslam adetlerine aykırı’ denilerek eleştirilmeye başlanan büst bir süre sonra çalındı.
Sanata adanmış bir ömrün imzası: Sabiha
Sabiha eşinin emekliliği üzerine yerleşik hayata geçerek Ankara, Bahçelievler’e yerleşti.
İlerleyen yaşı Sabiha’nın sanatını bırakmasına neden olmadı. Sihirli parmaklarıyla şekillendirdiği heykele de sanata da bağlı kaldı daima.
Eşinin vefatının ardından kendini, biraz da üzüntüsünü azaltmak için daha da sanata verdi. Bu dönemde diğer bir teselliyi ise hayvanlar da buldu. Özellikle köpeklerde.
Hayatının daha sakin ama yine sanatla temas halindeki bir sürecinde bulunan Sabiha, Nurol isimli bir kız çocuğunu evlat edindi.
Sabiha’nın özenle heykellerle donattığı hayat 88 yaşındayken sona erdi, 2 Ekim 1992’de hayatını kaybetti.
Sabiha’nın ilk yaptığı eserlerden dördü İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’de bulunuyor.
0 Yorum:
Yorum Gönder