Kütahya (Latince: Cotyaeum), Ege Bölgesi'nde yer alan 272.367 nüfuslu (2019 tahmini) Kütahya ilinin merkezi şehirdir. Kütahya bölgesi, kuzey ve batıdaki yüksek dağ sırtlarında doruğa ulaşan tarım arazileri ile geniş bir yamaç alanına sahiptir. Kentin Yunanca adı Kotyaion, Roma dönemindeki adı ise Cotyaeum'dur.
Eski kaynaklara, sikke ve yazıtlara göre Kütahya’nın antik dönemdeki adı “Kotiaeion” (Cotiaeion)'dur. Ünlü Antik Çağ coğrafyacısı Strabon bu adın, “Kotys’in Kenti” anlamına geldiğini belirtmektedir. Kotys, Trakya’da yaşayan Odrisler’den olup, Romalılar’ın MS 38'de Anadolu’ya gönderdiği bir komutanın adıdır. Kütahya Arkeoloji Müzesi’nde bulunan bir sikkede bu ad “Koti” olarak geçmektedir. Kütahya adı, eskisine benzetilerek Türkler tarafından verilmiştir. Şehrin nüfusu 2013 yılına göre 249.558'dir.1927'de 17.000 olan nüfusu, 1990'da 131.000'e, 2000'de 167.000'e, 2008'de 213.000'e 2010'da 235.000'e çıkmış, 2014'te 228.000'e gerilemiştir. Kent'in günümüzdeki belli başlı görülmesi gerekli yerleri Kütahya Kalesi, Cumhuriyet Caddesi (Yeni adı Sevgi Yolu) kentin merkezinde bulunan simgesi haline gelmiş çiniden yapılmış olan Vazo ve tarihi Germiyan Sokağı, Saat Kulesi, Zafertepe Anıtı, Tarihi Hükûmet Konağı (şu an Adliye olarak kullanılmaktadır), Frig Vadileridir.
Kuruluş tarihi kesin olarak tespit edilememekle beraber, tarihi MÖ 3000 yıllarına uzanmaktadır. Eski kaynaklara göre, Kütahya'nın antik çağlardaki adı Kotiaeon, Cotiaeum ve Koti şeklinde geçmektedir. İl topraklarına yerleşen en eski halk Friglerdir. MÖ 1200'lerde Anadolu'ya gelen Frigler, Hitit İmparatorluğunun topraklarına girdiler ve bir devlet olarak örgütlendiler. MÖ 676'da Kimmerler, Frigya Kralı III. Midas'ı bozguna uğratarak Kütahya ve çevresine egemen oldular.
Alyattes'in Lidya Kralı olduğu
dönemde Kimmer egemenliği yerini Lidya yönetimi aldı. MÖ 546'da Persler Lidya Ordusunu yenilgiye
uğratarak Anadolu'yu istila etti. MÖ 334'te Biga Çayı yakınlarında Persleri yenilgiye uğratan İskender yörede
üstünlük kurdu. Büyük İskender'in MÖ 323'te ölümü ile Kütahya ve yöresi
komutanlarından Antigonos'a geçti. MÖ 133'te Roma yönetimine
girdi. Piskoposluk merkezi haline getirildi.
1071'de Malazgirt
Meydan Muharebesi'nde Alp Arslan'a yenilen Bizans İmparatoru
Romanus Diogenes tutsaklık dönüşü Kütahya'ya getirildi ve gözleri kör edildi.
1078'de Anadolu Selçuklu
Devletini kuran Kutalmışoğlu
Süleyman Şah Kütahya'yı da ele geçirdi. 1097'de Haçlıların
saldırısına uğradı. II. Kılıç Arslan kaybedilen
topraklarla birlikte Kütahya'yı geri aldı. II. Kılıç Arslan'dan sonra taht
kavgaları nedeniyle tekrar Bizans'ın eline geçen şehir, son olarak I. Alâeddin Keykubad zamanında (1233)
Selçuklu topraklarına dahil oldu. 1277'de II. Gıyaseddin
Keyhüsrev Kütahya yöresini Germiyanoğlu Süleyman Şah kızı Devlet Hatun'u Osmanlı Sultanı I. Murat'ın oğlu Yıldırım Bayezid'a verdi. (1381) Germiyanoğulları
Beyliğinin toprakları Devlet Hatun'un çeyizi olarak Osmanlılara
verildi. (Kütahya ve çevresi dahil) 1402 Ankara Savaşında, Bayezid'i ağır bir
yenilgiye uğratan Timur, Kütahya'yı alarak
II. Yakup Bey'e geri verdi. Kütahya daha sonra Osmanlılara geçti ve Sancak
Merkezi oldu.
Osmanlılar zamanında Kütahya
1381'de Kütahya ve yöresinin Osmanlılar'a
çeyiz olarak verilmesiyle Yıldırım Bayezid burada
vali olarak görev aldı. I. Murad Kosova Seferi'ne
giderken, Anadolu'nun muhafazası için çeşitli yerlere valiler tayin
ederken; Bayezid'in yerine de Sarı
Timurtaş Paşa'yı tayin etti. Kütahya, Yıldırım
Bayezid'in Rumeli'ye geçtiği sırada 1391
senesinde Karamanoğulları tarafından
istila edildiyse de Yıldırım, Gelibolu'dan geri dönüşünde
Karamanoğulları'nı uzaklaştırdı. 1402'de Ankara Savaşı'ndan
sonra Timurlenk tarafından Germiyanoğlu II. Yakub Bey'e iade
edilen topraklar II. Yakub Bey'in vefatına kadar Germiyanoğulları'nda
kaldı. 1428'de II. Yakub Bey'in
vasiyetiyle Kütahya ve tüm Germiyanoğulları toprakları nihai olarak
Osmanlılar'a geçti ve valiliğine de Kara Timurtaş Paşa oğlu
Umur Bey'in oğlu Osman Çelebi tayin edildi.
Kütahya, Fatih Sultan Mehmed zamanında İshak Paşa'nın tayinine kadar bir vilayet olarak idare edildi ve o zaman merkezi Ankara olan Anadolu Beylerbeyliği'ne bağlı bulundu. İshak Paşa 1451 senesinde Karaman ve Menteşeoğulları sıkıntılarını hallettikten sonra Kütahya'da kaldı ve bu tarihten itibaren 1826'da Anadolu Beylerbeyliği'nin ortadan kaldırılmasına kadar Kütahya, Anadolu Beylerbeyliği'nin merkezi oldu.
Anadolu Eyaleti; Kütahya, Saruhan (Manisa), Aydın, Kastamonu, Menteşe (Muğla), Bolu, Ankara, Karahisar-ı Sahip (Afyonkarahisar), Çangırı (Çankırı), Teke (Antalya), Hamit (Isparta-Burdur), Sultanönü (Eskişehir), Karesi (Balıkesir) ve Bursa Sancağı olmak üzere on dört sancağa ayrılmıştır.Kanûni zamanında Anadolu Eyaleti'nin hası
on yük akçe yani bir milyon akçe tutuyordu. Yine bu teşkilat
gereğince Anadolu Eyaleti 299 zeamet ve 7166 tımara bölünmüş olup tımar
ve zeamet askerleriyle beraber
17,000 donanımlı süvari içeriyordu.
Sultan II. Beyazıt'ın
zamanında Şah İsmail yanlısı Şahkulu Kütahya'da ayaklandı. Bu isyan
1511 yılında bastırıldı.
Kütahya'da Celâli ayaklanmaları
Anadolu'daki Celâli ayaklanmaları keşmekeşleri içerisinde hükûmet batı Anadolu'yu muhafaza için vezir Hafız Ahmed Paşa'yı Anadolu Eyaleti merkezi olan Kütahya'ya gönderdi (Ağustos 1601). Ahmed Paşa'nın Deli Hasan'a dayanacak kuvveti yoktu, bu yüzden Kütahya Kalesi'ne çekildi. Deli Hasan ve beraberindekiler Hafız Paşa'yı üç gün kadar Kütahya'da muhasara ederek sıkıştırdılarsa da şiddetli bir kışan ve karın çok fazla yağmasından dolayı muhasarayı kaldırmak mecburiyetinde kaldılar fakat kale haricindeki evleri yağmaladılar.
Can Mirza Paşa vakası
Anadolu Eyaleti valisi Can Mirza Paşa 1657 tarihinde Osmanlı Devleti'ne isyan eden Abaza Hasan Paşa'ya katıldığı için Kütahya halkı paşanın üç yüz kadar askerini katletmişler ve hükûmet tarafından Anadolu Eyaleti'ne tayin edilen Konakçı Ali Paşa'ya yardım etmişlerdir. Can Mirza Paşa Kütahya ahalisinden intikam almak için epey müddet şehri muhasara eylediyse de halkın fevkalâde gayretine binaen muvaffak olamamıştır fakat Kütahya'yı kurtarmak için hükûmet tarafından gönderilen askeri mağlup etmiştir. Buna rağmen şehri elde edememiştir.
Sahte mütesellim vakası
1788'de Ruslarla yapılan savaşlar sırasında vali ve sancak
beylerinin seferde bulundukarı sırada kendi namlarına vilâyet ve sancağı idare
eden mütesellimler yolsuzkluk ve rüşvetler ile halkı soymakta idiler. Savaş
devam ettiği için bu rezalet de aynı oranda artmıştı. İşte bu savaş durumunda
Kütahya'ya yedi-sekiz mütesellim gelip
gitmiş ve her birinin zulüm ve haksızlıkları memleketi harap duruma düşürmüş;
bunun haberi de kulaktan kulağa yayılarak İstanbul'a kadar gitmişti. Tam bu
sırada Dersaadet sakinlerinden uçarı biri kendi
gibi bir oğlan ve birkaç bişiyi daha kendine uydurup yanına alarak sahte emir
ve senetlerle İstanbul'dan Kütahya'ya gitmiş ve
emirlerini okutarak mütesellimliğini ilân etmiştir.
Mütesellimlerin sık sık değişmesi sebebiyle Kütahya halkı başta bu kişiyi mütesellim zannederek inanmışlar ve sonra elindeki emirlerin yazılış tarzından ve kendisinin münasebetsiz halinden şüpheye düşerek durumu İstanbul'a bildirmişlerdir. Mübaşir marifetiyle İstanbul'a çağrılan sahte mütesellim, kendisinin İstanbul'dan değil ordudan mütesellim olarak gönderildiğini söylediyse de foyası meydana çıkmıştır.
Acemoğlu vakası
Uşak voyvodası Acemoğlu Ahmed, zulmüne binaen voyvodalıktan azledilmiş ve idamı için Anadolu Eyaleti valisi Çandarlızâde İznikli Ali Paşa görevlendirilmişti. İdam edileceğini haber alan Acemoğlu kaçtığından bütün eşyası zabt ve müsadere edilerek kendisi de takibe alındı (1793).
Ali Paşa,
Acemoğlu'nun arkasından kendi kardeşi Osman Bey'i gönderdiyse de Osman
Bey Acemoğlu'na
mağlup olduğundan Ali Paşa bizzat kendisi hareket ederek Banaz Kalesi'nde
Acemoğlu'nu muhasara etti. Banaz'ın
etrafı hendek ve su ile çevrili olduğu için muhasaranın bir müddet devam etmesi
gerekiyordu. Vakit kış olduğundan Ali Paşa'nın
maiyetindeki askerler bu durumu bahane ederek dağıldılar ve paşa az bir askerle
meydanda kaldı. Ali Paşa bu müşkül vaziyet üzerine muhasarayı kaldırarak
çekildi ve vaziyeti de İstanbul'a bildirdi.
Payitahttan gelen
emirde ilk baharda Acemoğlu'nun hakkından gelinmesi üzere hazırlanması İznikli Ali Paşa'ya
bildirildiyse de işi halledememiş olması devletçe olan şöhretini olumsuz
etkilediğinden Karaman Eyalet valisi Azımzâde
Abdullah Paşa ile yer değiştirmişlerdir. İznikli Ali Paşa gibi
nüfuzlu ve kıymetli bir vezirin on beş bin asker, top ve cephane ile bu işi
halledememiş olması devletin haysiyetine de dokunduğundan Acemoğlu meselesi,
batı Anadolu'da nüfuzu olan Karaosmanoğulları'na
havale edildi.
Acemoğlu, sığındığı Banaz Kalesi'nde iyice zor duruma düştü ve kurtulmaktan ümidini keserek bulunduğu mahalli terk ederek kaçtı ve Şaphane ile Simav arasındaki Köpenez Köyü'ne geldi. Acemoğlu burada Simav ve Gediz Voyvodası Nasuhoğlu Nasuh Ağa tarafından yakalanarak idam edildi ve başı önce Karaosmanoğulları'na oradan da İstanbul'a gönderilerek teşhir edildi.
Hacı Molla Süleyman Ağa'nın katli
Germiyanzâde Hacı Süleyman Ağa Kütahya eşrafından olup Kütahya
mütesellimi iken halka zulümler ederek para almış ve şikâyet üzerine
kendisinden yüz otuz bin küsur kuruş tahsil edilmesine karar verilerek bir
mübaşir Kütahya'ya gönderilmişti. Hacı Molla bu paradan on dokuz bin kuruşunu
vermiş ve geri kalanı için de kefaletle yükümlendirilmişti. Hacı Molla, kalan
bu borcunu vermemek için her çareye baş vurmuş ve bu hal; aleyhdarları
tarafından türlü türlü şekillerle İstanbul'a aksettirilmişti. Hacı
Molla halkın nefretini kazanmış gaddar bir adam olduğu için halkın bu seferki
şikâyeti etkili olmuştu.
Hacı Molla Süleyman Ağa, mütesellimliği zamanında bir hayli ocak söndürmüş bir şahıstı. Hatta memleket müftüsü Hoca Mehmed Efendi'yi aralarındaki soğukluğa binaen bir gece çiftliğinde öldürttüğü gibi Kütahya eşrafından Kapıcıbaşı Hasan Ağa'nın da katline teşebbüs etmiş ve bu haline binaen hükûmetçe idamı düşünülmüş fakat firar edip bir tarafa gizlenerek kendisini bir şekilde af ettirmişti. Hacı Molla son defaki vaziyeti dolayısıyla tek duramayarak etrafı karıştırmaya başladığından bu defa Kütahya halkı hep beraber bir olarak kendisini şikâyet etmişlerdir. Bunun üzerine 1814 Haziranı'nda öldürülmesine karar çıkarak durumu Anadolu Valisi'ne iletilmiştir.
Nasuhoğlu Nasuh vakası
Nasuh Ağa, Gediz ve çevresinin
voyvodası idi. 1816 senesinde Hurşid Ahmed Paşa'nın Anadolu Eyaleti valiliği
esnasında kendisinden şikayet olunarak Hurşid Paşa'nın
kendisini yola getireceği sırada diğer bir vilâyete tayin edildiğinden Anadolu valiliği Sivas Valisi Alaaddin Paşa'ya
verilmişti. Nasuhoğlu hakkında merkezi hükûmete iletilen şikayetlerin arkası
kesilmediği için idamına karar çıkmış ve derhal işi düzeltmesi için Alaaddin
Paşa'ya emir olunmuştu.
Sivas'tan Kütahya'ya gelmekte olan Alaaddin Paşa'yı ilk
valiliğinde mütesellimi olmasından dolayı karşılama için Nasuh Ağa, oğlu ve
yeğenlerini göndermişti. Alaaddin Paşa tedbirsizlik
ederek bu karşılayıcıları durdurarak Kütahya Kalesi'ne
gönderdiğinden bunu haber alan Nasuhoğlu akıbetini anlamış ve derhal asker ve
zahire tedarikiyle kendisini müdafaaya karar vermiştir.
Beceriksiz bir vezir olan Alâaddin Paşa ahalinin
nefretini kazanacak hallere teşebbüs ile gayrimeşru para toplamaya
başlayarak İstanbul'dan bu hallere son
vermesini tavsiye eden emirlere kulak asmayarak sermayesiz kârından
vazgeçmediğinden ve Nasuh Ağa işini de yüzüne gözüne bulaştırdığından
valilikten azledilerek rütbesi de kaldırılarak memleketi Sivas'ta ikamete memur
edildi. Anadolu valiliğine Karahisar-ı Sahip mutasarrıfı mirimiran Hasan
Paşa'ya vezirlik rütbesi de verilerek Nasuhoğlu işinin bitirilmesi emredildi.
Hasan Paşa altı bin asker, havan ve obüs topları ve saire ile Nasuhoğlu üzerine yürüdü ve Nasuhoğlu'nun Eğrigöz (Emet), Dağardı, Simav ve Demirci'de bulunan malları müsadere edilip kendisi de sıkıştırılarak kaçmaya teşebbüs ettiyse de yakalanıp idam edildi. Nasuhoğlu'nun firar etmeden evvel kıymetli eşyalarını Şaphane ve Sındırgı taraflarına gönderdiği haber alınarak Demirci'de bulunan zevcesi ve oğlu Süleyman çağrılarak mevzuu araştırılmıştır.
Nasuhoğlu Nasuh'un öldükten sonra bıraktıkları satılarak mevcudu
on bir bin kuruş ve büyük-küçük hayvanların bedelleri yirmi dört bin kuruş
tutmuştur ve zamanına göre epey bir servettir. Nasuhoğlu,
Anadolu valilerinden Mustafa ve Alâettin Paşa'ya mütesellimlik ederek bu yüzden
ve voyvodalıktan zengin olmuştur. Uşaklı Acemoğlu
Ahmet'i yakalayan kişi Nasuh Ağa'dır.
Tepedelenli zâdelerin îdamı
Devlete karşı isyan eden meşhur Tepedelenli Ali Paşa'nın
1820 senesinde Yanya'da Hurşid Ahmed Paşa tarafından
şiddetli muhasara ve tazyik edilmesi üzerine Ali Paşa'nın oğlu
Veli Paşa ve onun oğulları mirimiran Mehmed Paşa ile Selim Sırrı Bey; Hurşid Ahmed Paşa'nın
karargâhına ve Tepedelenli'nin diğer oğulları olan Ahmed Muhtar ve Salih
Paşalar da İşkodra Mutasarrıfı Mustafa Paşa'ya sığınarak onların yalvarmasıyla
idam edilmekten kurtulmuşlardı. Mültecilerden Veli Paşa ve oğulları Mehmed Paşa
ile henüz 18 yaşında olan Selim Sırrı Bey Kütahya'da ikamete memur edilmişler,
Ahmet Muhtar ve Salih Paşalar da Ankara'ya gönderilmişlerdi.
Tepedelenli ailesini tamamen söndürmeye karar veren meşhur Halet Efendi, Ali Paşa'nın
evlatlarının sürgünde iken boş durmayıp babalarını kurtarmak için Yanya taraflarına
adam gönderdiklerini, Arnavut askerini tehdit ve ahaliyi isyana teşvik
ettiklerini; bu durumun da padişahın gazabını iyice artırdığını öne sürerek
Tepedelenli oğullarının îdamına karar çıkarttırmıştır.
Ağustos 1821'de Kütahya vali kaymakamı Reşit Paşa, ansızın
konaklarını basmak suretiyle Veli Paşa ve oğlu Mehmed Paşa'yı idam ederek
başlarını İstanbul'a gönderdi ama küçük olan
Selim Sırrı Bey öldürülmedi. Ankara'da bulunanlar da aynı akıbete düştüler. Mehmed
Paşa'nın eşi, beşikte bıraktığı oğlu İbrahim Fehman Bey ve Selim Sırrı Bey
İstanbul'a gönderildiler.
Veli Paşa ve oğlu Mehmed Paşa'nın cesetleri Kütahya'da Saray Camii arkasındaki
mezarlığa defnedilmiştir. Kabirleri geniş ve yüksek bir kısımda olup caminin
tam arkasına tesadüf eder. Kitabesi yerinden düşmüştür.
Mısır ordusu işgali altında Kütahya
Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa Konya'da iken o sırada Anadolu Vali vekili olan Reşid Mehmed Paşa alelacele Konya'ya gelmiş, Mısır Ordusu ile şiddetli bir savaşa girerek Mısır Ordusu'nu bozmuş ise de hava karlı ve dumanlı olduğundan kendi askerleri zannıyla Mısır Ordusu arasına girerek esir olmuştur. Osmanlı Ordusu dağılmış ve hiçbir direnişle karşılaşmayan Mısır Ordusu Kütahya'ya kadar gelmiş, Kaplıcalar'da ordugâh kurmuştur. Reşid Mehmed Paşa'nın esir olmasından dolayı Anadolu Valisi ve Karahisar-Menteşe Sancakları mutasarrıfı Mehmed Emin Rauf Paşa ikinci defa sadrazamlığa davet edilmiştir. Rauf Paşa, Kütahya'dan hareket ederken hükûmet işlerini devretmek üzere halkın itimat ettiği, şehrin ileri gelenlerinden olan Dürrîzade Hacı Reşid Ağa'yı mütesellim tayin ederek alelacele Mısır Ordusu gelmeden 1933'te Mart ayında İstanbul'a hareket etmiştir.
İbrahim Paşa Kütahya'ya gelir gelmez Kütahya'nın da diğer işgal olunan memleketler gibi Mısır'a ilhak edildiğini ve mütesellim Reşid Ağa'nın halkın güvendiği bir isim olmasından dolayı mütesellimlikte devam edeceğini ilan eden bir ilan ile Mısır ordusu karargâhından bir emirname gönderildi (Mart 1832).
Kütahya'da Macar ve Leh mülteciler
1848 Fransız
Devrimleri Avrupa'nın her tarafına sirayet ederek
hemen her yerde mutlak idareye karşı hareketler görülmüştü. Lajos Kossuth liderliğindeki Macarlar bir
müdafaa komitesi teşkil ederek Avusturyalılar'ı Macaristan'dan çıkardılar.
Bunun üzerine Macaristan'a savaş açan Avusturya ordusu Macar ordusu
karşısında yenildi. Avusturya Ruslar'dan yardım istedi ve Macar ordusu teslim oldu,
birçok Macar subayı idam edildi.
Bu olaylar üzerine binlerce Macar ve Leh Osmanlı'ya
sığındı. Kütahya'ya sığınanlar arasında Lajos Kossuth ve eşi, Lajos Batthyány,
birkaç general beraberinde elliye yakın Macar ve on kadar Leh bulunuyordu.
Mültecilerle ilgilenmek üzere Süleyman Refik Bey isminde bir miralay memur
edildi. Bir buçuk sene kadar Kütahya'da kalan tüm mülteciler Eylül
1851'de Gemlik'e sevk edildi ve yol
masrafları ile ihtiyaçları için gerekli paralar verildikten sonra
gemilerle Birleşik Krallık'a
gönderildiler.
Avusturya Hükûmeti mültecilerin serbest bırakılmasını protesto ettiyse de ehemmiyet verilmedi. Osmanlı'nın bu tutumu Avrupa'da iyi fikirler uyandırdı ve Kırım Savaşı'nda bunun faydası görüldü.
19. yüzyılın ikinci yarısından sonraKütahya 1867'de Hüdavendigar Vilayetine bağlı bir sancak merkezi
iken, II. Meşrutiyetten sonra
bağımsız bir sancak oldu. Millî Mücadele yıllarında, Ocak 1921'de Çerkez Ethem düzenli
ordu çatışmasına sahne olan Kütahya, 17 Temmuz 1921'de Kütahya-Eskişehir
Muharebelerinde TBMM Batı
Cephesi ordusunun yenilmesi üzerine Yunanların işgaline uğradı. Büyük Taarruz'a kadar
işgal altında kalan Kütahya, 30 Ağustos 1922'de kurtuldu. Kütahya 8 Ekim
1923'te Vilayet durumuna getirilmiştir.
Kütahya'da yaşamış olan milletler ve devletler şunlardır:
·
Hititler
·
Frigler
·
Persler
·
Makedonyalılar
·
Romalılar
·
Doğu Roma
İmparatorluğu
·
Anadolu Selçuklu
Devleti
·
Germiyanoğulları
Beyliği
·
Osmanlı İmparatorluğu
Kültür
Gelenekler
Kâbe Kâbe geleneği
Kütahya'da gerçekleştirilen folklorik bir olaydır. Kaynağını
Osmanlı Devleti'nde Surre Alayı'nın Kütahya'dan geçerken
çocukların bu alaydan şeker, çikolata, para vs. istemesinden alan olay günümüzde
de Ramazan aylarında yörede gerçekleştirilmektedir.
Küpecik geleneği
Küpecik, Kütahya'da Ramazan aylarında gerçekleştirilen folklorik bir olaydır. Kütahya’da uzun bir zamandan beri devam edegeln bir oyundur ve çocuklar tarafından Ramazan ayında oynanır. Çocuklar Küpecik tekerlemesini okuyup evleri gezerek para, şeker ve çikolata benzeri şeyler toplarlar. Küpecik geleneğinde, uygulamaya katılan çocuklar, akşamın sonuna kadar topladıkları para, çikolata, şeker gibi unsurları grup tarafından belirlenen başkan tarafından eşit ölçüde paylaşırlar. Dağıtım işlemi bittikten sonra ertesi gün için anlaşan çocuklar evlerine dağılırlar.
Doğu ve sünnet geleneği
Yeni doğan bebek üç günlük iken sağ kulağına ezan, sol
kulağına ise kâmet okunarak çocuğa isim verilir. İsim
verme işini evin en büyüğü yapar. Bebek on beş günlük olunca akrabalar ve
yakınlardan toplanan başı tülbentli eski sırmalı bohçalar ile yatak yapılır.
Anneanne beşik düzeni hazırlar, baba da büyük cevizli veya fındıklı lokum döktürür.
Anne yemek yapar, ailece beşik götürülür. At arabası gelir, at süslenir;
bebeğin beşiği kurulur, örtüleri örtülür, eşyaları konur, arabacı da onları
götürür. Arkasından anne, baba ve kardeşler gider, beraberce yemek yenir,
yakınlar bebeği görür, takılarını taktıktan sonra geri giderler. Daha sonra
doğu mübarekesi başlar, gelin sabahlıklarını giyer, yatağa çıkar, bebek erkekse
başına kırmızı kurdele; kız ise pembe kurdele bağlanır. Kayın valide baharatlı
doğu şerbeti kaynatır, davetlilere büyük porselen fincanda sıcak
olarak ikram edilir, arkasından yandan çarklı kahve verilir. Sonra çaylar ve
lokum tutulur. Gelin, gelen bütün misafirler için yatağa çıkar ve bu gelenek
kırk gün devam eder; gelin ve bebek kırk gün evden çıkmaz. Kırk günün sonunda
gelin bebeğiyle beraber anneanneye gider. Akşam damat gelir, gelinin annesi
hepsine bohça hazırlar ve hediyeler verilir.
Doğu için hazırlanan yatağın aynısı sünnette de yapılır. Sünnet evinde erkekler, komşu evinde bayanlar oturur. Sünnet çocuğu ve mahalle çocukları fayton ile gezdirilir. Eve gelindiğinde sünnet olacak çocuk faytondan inmez, babası gelip çocuğa ne istediğini sorar; söz alındıktan sonra çocuk arabadan iner. Çocuk indikten sonra hazır bulunan sünnetçi tekbirlerle sünneti yapar, sünnet merasimine gelenler çocuğa para verir, paralar sünnet şapkasına konur, sünnet çocuğu arada paraları sayarak avunur.
Kurban Bayramı geleneği
Kurbanlıklar iki, üç gün öncesinden alınır, bahçesi olanlar
bahçesine koyar; bahçesi olmayanlar ise bahçesi olan komşularına bırakır,
çocuklar kurbanlıkları besler ve bakar. Bayram sabahı namazdan sonra kurbanlar
kesilir, önce ciğeri kavrulur, kahvaltı yapılır. Kurban eti yenesiye kadar
başka bir şey yenmez. Mahallede nişanlı kızlar varsa onlara oğlan tarafından at
arabasıyla kurbanlık süslenmiş, boyanmış, alnının ortasına gremse altın
bağlanmış koç gönderilir. Bayramdan önce kızın annesi baklava yapıp hazırlar.
Kesilen kurbanın bir budu kırmızı şılak bir kâğıtla süslenir, baklava tepsisi
üzerine sırmalı bohça örtülür, at arabasıyla tepsi ve et düğün okuyucusu
kadınla damat evine gönderilir. Götüren kadına bahşiş verilir. Daha sonra tepsi
geriye boş gönderilmez, çikolata; badem şekeri ve
çeşitli çerezlerle doldurularak kız evine iade edilir, gelin kız bunları
arkadaşlarına dağıtır.
Evde kesilen kurban eti hemen parçalanıp mahalledeki hâli vakti yerinde olmayan fakirlere derhal dağıtılarak sofralarına yetiştirilir. Kurban etinden büyük bir tencere kavurma yapılır, bayram ziyaretine gelenlere ikram edilir. El öpmeye gelen kız çocuklarına ufak mendil, oğlan çocuklarına büyük mendil ile beraber yanında para verilir. Bu yüzden bayramdan önce kutu kutu mendil ve çorap alınır. Çocuklar aldıkları paraları bakkallarda, parklarda, panayırlarda harcarlar.
Kızlara dünür gelmesi
Kız isteme günü erken kalkılır, sabah erkenden işler bitirilir. Gelinlik kızı olan evlere çat kapı habersiz dünür gelir. Görücüler temiz odaya alınır. Görücüler önce kızın annesine bakar, konuşmasını, hareketlerini izlerle sonra evin düzenine, etrafa bakıp göz gezdirirler. Görücülük başka birisinin tavsiyesi üzerine olur. Kız temiz bir kıyafet giyer, önce el öper, sonra kahve ikram edip gider. Dünürcüler boşalan kahve fincanlarını ellerine tutarlar, anneye vermezler, tekrar görmek için kızın gelmesini beklerler. Kız beğenilirse kaş-göz işaretleriyle anlaşılarak kız istenir. Damat adayı kız isteme sırasında evde bulunmaz, nikâhtan önce kız evine gelmez, evlenecek kıza dışarıda uzaktan gösterilir.
Düğün gelenekleri
Mahallenin genç kızları ve yeni gelinler düğünlerde arkadaş dikişli, bazısı siyah çizgisi olan ince ipek çorak giyerler. Bu çoraplar teli kaçmasın diye özenle giyilir. Giyince arka çizgisinin düzgün olmasına dikkat edilir. Sonra başka düğünlerde giymek için saklanır. İpek çorap çok ince olduğu için bazen tel kaçar, tel kaçan çoraplar tamir ettirilip tekrar giyilir. Düğünlerde sivri burun, tığ topuk ayakkabı giyilir, topukları aşınınca tamirciye götürülür, tamirci topuğa çelik takar. Taş kaldırım sokaklarda bu topuklularla yürümek zor olduğu için taştan taşa sekerek dikkatli yürünür. İç çamaşırı olarak yazın ince, kışın kalın çiçekle pazenden dikolta dikilir. Yazın askılı, kışın omuzlu giyilir. Geceklikler de bu kumaşlardan dikilir. Hemen herkes giysisini evinde dikiş makinasında diker. Şalvarlar yazın Nazilli basmadan, pijamalar kışın pazenden dikilir.
Kırklar Sultan
Şehir merkezinde Kırklar Tepesi denilen mevkiide yemek yapılır. Adağı olan kişi bir gün önceden gelip Sultanbağı soğuk çeşme bahçesine çadır kurar. Bir koyun kesilir, ciğeri olduğu gibi kuşlar yesin diye ağaca asılır. Koyunun geri kalan etleri pişirilir, kemiklerinden ayrılır, etin suyuyla da ayrıca "Tutmaç Çorbası" adı verilen naneli bir çorba pişirilir. Kırklarda aş olduğunu duyanlar buraya gelir, mevlid okunur, mevlidden sonra kabını alan herkes çorbadan alır. Gelenler ufak maltızlarını yakarak çay demlerler, kahvaltılıklarla beraber çaylar içilir. Yemekten sonra orada bulunan ceviz ağaçlarına salıncaklar kurulur, ip atlanır top oynanır; büyükler sohbet eder. Bu gelenek yılda bir defa yapılır.
Müderris Bahçesi
İlkbaharda tellâl adı verilen kişi sokak sokak gezerek sokak başlarında durur, mahalleliyi mânilerle Müderris Bahçesi'ne davet ederdi. Nazilliler yellensin, gözlemeler tellensin, çarşamba günü hanımlar ve beyler Müderris'te eğlensin diye yüksek sesle bağırırdı. Müderris Bahçesi şimdiki Hamidiye Mahallesi'nde yamaçta, yeşillikler içerisinde çeşmeleri bulunan bir yerdi. Üst tarafında birçok su değirmeni bulunur, Aksu Çayı buradan geçerdi. Müderris günü herkes o bahçeye gider, yöresel bir yiyecek olan Gökçimen hamursuzu, haşhaşlı gözleme, un helvası yapılır; un helvasının içerisine ağaçların çiçekleri atılırdı. Baharın gelişi burada kutlanırdı. Günümüzde Müderris Bahçesi'nin büyük bir bölümü kalmamıştır.
Hıdırellez ve gavur küfürü
Kütahya'nın Fethi 6 Mayıs günü olduğu için hıdırellez aynı gün kutlanır be aynı gün ayrıca "gavur küfürü" yapılır. "Gavur küfürü" geleneği Hıristiyanların Paskalya kutlamalarına karşı yapılan bir gelenek olup günümüzde kaybolmuşken hıdırellez ve Kütahya'nın Fethi kutlamaları her yıl 6 Mayıs günü yapılır.
Kış eğlenceleri
Kış eğlencelerinde erkekler bir evde toplanır, sohbet ederler,
yorgunluk atarlar. Bazı evlerde çekme helva yapılır. Çekilen helvalar büyük
bakır tepsiye yayılır, arasına yüzük konur. Tepsinin etrafına toplanılır, üç
parmak arasına alınıp yenen helvanın içinden yüzüğün kime çıkacağı beklenir.
Yüzük kime çıkarsa bir dahaki sefere onun evinde toplanılır.
Bayanlar bir komşu evinde çocukları ile toplanır. Gençler ve çocuklar bir köşede oturur, ağabey veya ablalarından biri onlara masal anlatır. Sonra fincana yüzük saklanır, fincan oyunu oynanır. "Yattı kalktı" oyunu oynanır, herkese bir meyve ismi verilir. Elma yattı armut kalktı denir, yatmayana ufak cezalar verilir. Bayanlar kendi aralarında sohbet eder, el işi dantel veya örgü işi yaparlar. Kuzinesi olan evlerde mısır kaynatılır, kuzine içerisine patates atılır, kabak kaynatılır, çaylar demletilir. Bahçesinde ağacı olanlar gelincik elması, yağ armudu, döngel gibi meyveler ikram eder.
Kıyafetler
Oyalar
Oyalar saf ipekten yapılır, ipek ince bükülür. İnce işçilikle yapılan oyalar kolalanmış gibi durur. Oyalar, "mırgı dânesi" denilen dânelere çekilir. Dânelerin kenarları yollu, sulu desen ve çiçek desenli olur. Çok ince olan bu dâneler iki kişi tarafından katlanır, cam kutulara konur. Yapılan her çeşit oyanın bir ismi olur. O isimlerden basıları: Zerrangadah, Züleha Sümbül, Üzerik Oyası, Meclis Kuruldu, Yıldız Oyası, Ay Çiçeği, Malak Sattıran, Çörekotu, Cimcik Oyası, Fermene Oyası, Fasulya Çiçeği, Hıyar Çiçeği, Kasımpatı Oyası, Beyaz Zambak, Kemerli Sümbül, Gönül Dolabı, Küpeli Oyası, Elifli Badem, Hanımeli Oyası, Menekşe Oyası, Şafak Yıldızı, Gül Oyası, Kestane Çiçeği, Yanı Kuzulu, Fakir Baktı Zengin Kaptı, Kiremit Sattıran, Tefebaşı Oyası, Açık Oturum, Ilıca Çiçeği, Cici Kızlar, Paşa Nişanı, Yedidağ Çiçeği, Torun Yumruğu, Belirgat Oyası, Sümbül Oyası, Vazo Oyası, Karanfil Oyası, Hanım Kirpiği Oyası, Mecnun Yuvası Oyası, Hercâi Menekşe Oyası, Çifte Sümbül Oyası, Yeni Dünya Oyası, Elti Eltiye Küstü Oyası, Kütahya Oyası, Selânik Oyası.
Yemekler
Kütahya'nın yemek kültürünün temelini buğday ürünleri,
hamurlular ve süt ürünleri oluşturur.[36]
Börek ve mantılar
Tereyağlı-yoğurtlu cimcik, kıymalı sini mantısı,
tereyağlı-yoğurtlu kaçamak, tereyağlı peynirli cevizli belirgat, haşhaşlı
gözleme, suda haşlama mantı, mercimekli mantı, kulak aşı, mercimekli tosunum,
tepside haşhaşlı katmer, kıymalı-peynirli-ıspanaklı şibit, sodalı hamursuz,
Kütahya höşmerimi, şibitli tavuk tiridi, papatesli dolamber böreği, namaz
lokması, Gökçimen hamursuzu, tahinli çörek, kıymalı su böreği, sarma hamur
dolması, cevizli gelin çöreği.
Çorbalar
Sıkıcık, miyane, oğmaç, yoğurt çevirme çorbası (düğün çorbası),
kızılcık tarhanası, tutmaç, tarhana, tekke, çene çarpan ve paça çorbası.
Dolmalar ve sarmalar[
Ilıbada (labada) dolması, etli yaprak sarma, zeytinyağlı soğan
dolması, etli lahana sarması.
Et yemekleri
Göveç (güveç), Kütahya usulü kavurma, küp eti, kuzu kaburga
kebabı.
Tatlılar
Hekmane erik hoşafı, güllaç, kaymak baklavası, Kütahya usulü höşmerim, pelûze, çekme helva, yufka tatlısı, su muhallebisi, gelincik şurubu (şerbeti).
Çinicilik
Kütahya'da ilk çini örnekleri 14. yüzyılın sonlarında görülmeye
başlanırken çinide asıl ilerleme İznik'in çini sanatının zirvesinde olduğu 16.
yüzyılın ikinci yarısından sonra başlar. Özellikle İstanbul'un çini ihtiyacını
karşılamak için Kütahya'da çini atölyeleri kurulmuş, Osmanlı'nın gerileme
dönemiyle beraber İznik'te çinicilik de aynı hızda gerilemeye başlamıştır. 18.
yüzyılda çinicilik sanatının İznik'te tamamen kaybolmasıyla
Kütahya bu alanda faaliyet gösteren tek yer olmuştur. Osmanlı'da çiniciliğin en
güzel ve son örnekleri Hafız Mehmed Emin
Efendi'nin elinden çıkmıştır.
Müzik
Kütahya'da musikinin başlangıcı 14. yüzyıla dayanır.
Mevlevîhânelerin, tarihimizde çeşitli güzel sanatların özellikle de musikî
sanatı ile ilgili eğitim yerleri olması kaynaklarda sıkça anılmıştır. Kütahya Mevlevîhânesi'nin de
bu konuda aynı işlevi gördüğü buradan yetişen sanatkâr ve bestekârların musiki
tarihimize mâl olmuş çalışmalarından anlaşılmaktadır.
Germiyanoğlu II. Yakub'un "Çöğür" denilen bir sazı da çok iyi çaldığı bilinmektedir.
Ahmet Yakupoğlu,
akademide okuduğu yıllarda Neyzen Halil Dikmen'den
"ney", yine Neyzen Nurullah Kılınç Bey ile Süleyman Erguner'den
musiki dersleri aldı. Kütahya'ya döndükten sonra "Çini Beldesi"
Kütahya'ya aynı zamanda "Neyzenler Beldesi" sıfatını kazandırmış,
kırkın üstünde neyzen yetiştirmiştir.
Türk halk ozanı Hisarlı Ahmet ise halk müziği dalında birçok parçayı bestelemiş olup eserlerini Kütahya'ya mal etmiştir.
Eğitim
Kütahya'da bulunan Dumlupınar
Üniversitesi fiziki yapı ve büyüklüğü bakımından
Türkiye'nin en önde gelen üniversitelerinden biridir.
Dumlupınar Üniversitesi, Kütahya il merkezinde: Evliya Çelebi ve
Germiyan Kampüsü olmak üzere iki kampüse, 10 ilçede de ayrı bina ve kampüs
alanlarına sahiptir.
Evliya Çelebi Kampüsü, 7500 dekarın üzerinde(7.887.684 m²) bir
alana sahiptir.
Coğrafya
Kütahya, Yellice Dağı'nın (eski adı Acemdağı) kuzey
eteğinde, Kütahya
Ovası'nın güney kenarında kurulmuştur. Bah'tan gelen Katar Suyu,
ovanın ortasından geçer ve şehrin 3 km kuzeybatısında olabilir. Sakarya Nehri'nin
büyük bir kolu olan Porsuk Çayı'na
katılır. Şehir, ovadan başlayarak, güneye doğru yükselen bir yerde
kurulmuştur. Alayunt, Balıkesir Demiryolu istasyonunda
yüksekliği 935 m olan yer, çarşı kesiminde 970 m'ye yükselir. Şehrin, iç kale
kalıntılarının bulunduğu Hisar Tepesi'nde yükselti 1000 m'yi aşar. Şehir, bu
tepe ile Hıdırlık Tepesi arasından bir dere vadisi boyunca yer alır. Şehrin
eski çekirdeği, Hisar Tepesi önündedir ve önemli tarihî anıtlar bu kesimde
bulunur. Evler, tepelerin yamacına
yaslandığı gibi, özellikle yeni semtler ovaya doğru da yayılır. Yeni semtlerde
sokaklar ve caddeler, düz ve geniş eski semtlerde ise dar, taş kaldırımlı ve
çok defa da yokuşludur. Kütahya batıda Tavşanlı üzerinden Bursa'ya (Marmara Bölgesi)
ve Balıkesir'e, (Ege kıyıları)
güneybatıda Çavdarhisar ve Gediz üzerinden Ege Bölgesi'ne
güneydoğuda Afyon üzerinden Konya'ya
ve Akdeniz kıyılarına,
kuzeydoğuda Eskişehir ve Bilecik yörelerine bağlanır.
Bu durumu, şehrin, Osmanlılar devrinde
canlı bir konak yeri ve önemli bir yönetim merkezi seçilmesine sebep
olmuştur. 19. yüzyıl sonlarında Anadolu demiryolları
yapılırken, Kütahya doğrudan doğruya bu yol üzerinde yer almadı, kısa bir şube
hattıyla ana hatta bağlandı. Cumhuriyet devrinde demiryolunun Balıkesir'e
uzatılması, şehrin canlılığını arttırdı. Burada bulunan tuğla ve kiremit ocakları ile un fabrikasına,
Cumhuriyet devrinde şeker fabrikası (1954)
ve azot fabrikası (1961, genişletme
1966) katıldı, çinicilik yeniden canlandırıldı.
Nüfus
Kütahya şehir nüfusu 19. yüzyıl sonlarında 27.000-35.000 arasında tahmin ediliyordu. Bu sırada yapılan demir yolunun Kütahya'ya uğramadan Alayunt'tan geçmesi ve şehre ancak kısa bir yol uzatılması şehrin gelişmesini frenledi, sanatları geriledi. 1921'de Yunan işgaline uğrayarak 13 aydan fazla işgal altında kaldı. Cumhuriyet döneminde Kütahya-Balıkesir demir yolunun ve iyi kara yollarının yapılması Kütahya'yı kalkındırdı. Gerçekte Cumhuriyet döneminin ilk nüfus sayımı olan 1927 sayımında 17.300 olarak sayılan nüfus 1950'ye kadar fazla değişmedi (19.500). 1950'den sonraki yıllarda hızlı hamleler gösterdi (1955: 27.000; 1960: 39.700)
Yıl |
Toplam |
Şehir |
Kır |
1965 |
115.408 |
49.301 |
66.107 |
1970 |
129.056 |
62.222 |
66.834 |
1975 |
147.928 |
82.442 |
65.486 |
1980 |
162.434 |
99.436 |
62.998 |
1985 |
181.531 |
118.773 |
62.758 |
1990 |
176.184 |
130.944 |
45.240 |
2000 |
207.905 |
166.665 |
41.240 |
2007 |
237.570 |
212.934 |
24.636 |
2008 |
226.931 |
202.118 |
24.813 |
2009 |
236.859 |
212.444 |
24.415 |
2010 |
259.340 |
235.685 |
23.655 |
2011 |
237.804 |
214.286 |
23.518 |
2012 |
248.054 |
224.898 |
23.156 |
2013 |
249.558 |
227.775 |
21.783 |
2014 |
253.175 |
232.123 |
21.052 |
2015 |
256.587 |
236.096 |
20.491 |
2016 |
Veri yok |
Veri yok |
Veri yok |
·
Kütahya Kalesi çevresi
yaklaşık 3.500 m'dir. Yetmiş burcu vardır. Kale, üç bölümden meydana gelir. İç
hisar, yukarı ve aşağı kalelerden sonra yapılmıştır. Asıl kalenin eteğindedir.
İç hisara iki kapıdan geçilerek girilir. Yukarı kale (bir adı da Asıl kale)
doğusunda iki kapı vardır. Biri yıkık durumdadır. İç kale, Yukarı kalenin
içinde ve batısındadır. Burada bir mescid, iki ambar, sarnıçlar, muhafız
daireleri ve askerî koğuşlar vardı ve çevresi 800 m kadardı. Evliya Çelebi kalenin
bir ara hapishane olarak kullanıldığını yazar.
Müzeler
·
Kütahya Arkeoloji Müzesi
·
Kossuth Evi Müzesi
·
Çini Müzesi
·
Dumlupınar
Kurtuluş Savaşı Müzesi
·
Dumlupınar
Atatürk Evi Müzesi
·
Jeoloji Müzesi
·
Evliya Çelebi Müzesi
·
Kent Tarihi Müzesi
·
Tugay Anadolu
Kültür,Sanat Ve Arkeoloji Müzesi
İlçeleri
Altıntaş,
Altıntaş, Türkiye'nin Kütahya ilinin bir ilçesidir. Kütahya merkezine 49 km uzaklıktadır. Eskişehir-Kütahya-Uşak-İzmir karayolu üzerinde kurulu olan ilçe merkezi, Kütahya-Afyon karayoluna yaklaşık 9 km mesafededir. Eski adı Kurt Köy olarak bilinmektedir. Nüfusu 5.500 civarındadır.
İlçenin başlıca geçim kaynağı tarımdır.
Buğday, arpa, şeker pancarı, fasulye ve nohut yetiştirilen belli başlı
ürünlerdir. Meyvecilik çok fazla gelişmemiştir. Zengin mermer yatakları olmakla
birlikte, işlemek için tesisler yeterli değildir. İlçede 3 ilköğretim okulu, 1
çok programlı lise ve 1 imam hatip lisesi bulunmaktadır. Ayrıca Dumlupınar Üniversitesine bağlı Altıntaş Meslek Yüksekokulunda yaklaşık 650
öğrenci öğrenim görmektedir.
Kurtuluş Savaşı içerisinde önemli bir yere sahip olan ilçenin sınırları içerisinde Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi yapılmıştır. Zafertepe Çalköy'de Mustafa Kemal Paşa "Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz'dir, İleri!" tarihi emrini vermiştir.
Zafer Havalimanı burada bulunmaktadır. Ayrıca Beşkarış Barajı tamamlandığında ve Akçaköy Barajı yapıldığında
tarımsal sulama alanında da önemli mesafeler katetmek mümkün olabilecektir.
Aslanapa
Aslanapa Kütahya ilinin bir ilçesidir. Daha önceleri Merkez İlçeye bağlı Nahiye Merkezi iken Özal döneminde Şaphane ve Dumlupınar'la birlikte ilçeliğe hak kazanmıştır. İlin ve Türkiye'nin en küçük ilçe mekezlerinden biridir. Nüfusu 1.893'tür. İsmi üzerinde birçok görüş mevcuttur. Özellikle "apa" kelimesi oba kelimesinden gelir ve Aslan oba anlamında vb. rivayetler vardır.
Dumlupınar Üniversitesi Öğretim
Üyelerinden ve arşiv belgelerine ulaşmamızda yardımlarını gördüğümüz, kıymetli
arşiv araştırmacısı ve edebiyatçı Cevdet Dadaş'ın anlatımıyla Aslanapa isminin
anlamı ve tarihî gelişimi şöyledir. En eski çağlardan beri dünyaya hakim olmayı
bir gaye edinen Türkler inanç, kültür ve töreleri gereği büyüklerini Ata, Hoca,
Baba, Aba ve Beğ gibi kelime ya da unvanlarla hep yüce tutmuşlardır. Bunlar
arasında Arslan Baba, Korkut Ata ve Çoban Ata gibi hatıraları birer kutsal
simalar halinde yaşayan isimler vardır. Bu isimler bir zamanlar kendilerine
büyük manevi rütbeler verilmiş ve etkileri milletin ruhuna yansımış ve millî
hafızaya işlenmiş destanî şahıslara ait isimlerdir.
Abi, büyük kardeş anlamına da gelen
Apa'nın Arslan ile birlikte bir özel ismi belirtmek için kullanıldığı
görülmektedir. Bütün bunlar halk arasında Aslanapa'nın ovada kurulduğu daha sonra
Aslanın ovası yerine Aslanapa olduğu benzeri söylentilerin birer yakıştırmadan
öteye gitmediğini göstermektedir.
İl merkezi Kütahya'ya 45 km uzaklıkta bulunan Aslanapa ilçesinde kahvehane dışında herhangi bir sosyal ortam bulunmamaktadır. Doğalgaz olmayan ilçede halen soba yakılmaktadır. 2019 yılında ilçeye saat kulesi ve küçük bir sağlık merkezi (ilçe hastanesi) yapılmıştır.
Nüfus
Aslanapa nüfus bakımından Kütahya'nın ve ülkemizin en küçük ilçelerinden biridir. Kasaba görünümünde olan Aslanapa sürekli göç vermektedir. İlçenin göç vermesinin en önemli nedeni işsizlik ve ilçede sanayinin olmamasından kaynaklanmaktadır. Günümüzde gençler çalışmak için Kütahya ve diğer büyük kentlere gitmektedir.
Yıl |
Toplam |
Şehir |
Kır |
1990 |
15.420 |
2.235 |
13.185 |
2000 |
13.094 |
2.348 |
10.746 |
2007 |
12.051 |
1.740 |
10.311 |
2008 |
11.648 |
1.754 |
9.894 |
2009 |
11.432 |
1.893 |
9.539 |
2010 |
11.083 |
1.567 |
9.516 |
2011 |
10.900 |
1.563 |
9.337 |
2012 |
10.744 |
1.550 |
9.194 |
2013 |
10.531 |
2.300 |
8.231 |
2014 |
10.249 |
2.231 |
8.018 |
2015 |
9.986 |
2.191 |
7.795 |
2016 |
9.735 |
2.148 |
7.587 |
Ekonomi
Aslanapa ilçesinin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Bunun dışında ilçede herhangi bir sanayi kuruluşu bulunmamaktadır. İlçede kaz üreticiliği gelişmiştir.
Çavdarhisar Kütahya ilinin bir ilçesidir. Kütahya'ya 58 km uzaklıktadır. İlçe kimliği kazanmadan
önce 37 km uzaklıktaki Emet ilçesine bağlı ufak bir kasaba olan
çavdarhisar çeşitli uğraş ve siyasi baskılarla ilçe olmayı başarmıştır.
Çavdarhisar Tarihi zenginliğe sahip bir ilçedir. Aizanoi Antik
Kenti ve bünyesindeki dünyanın ilk örneklerinden Stadyum-Tiyatro kompleksi,
dünyanın ilk borsa yapısı vardır. Bu borsa yapısı 1970 Gediz Depreminde caminin yıkılmasıyla ortaya
çıkmıştır. Bunun dışında nekropoller, olimpiyat şeref tribün abidesi, 4 köprü
ikisi çok kötü şekilde restore edilmiş ve hala kullanılıyor. Bunun dışında
Meter Steunne alanı ve tüneli önemli bir eserdir.
Tarihçe
Yerleşim tarihi yapılan kazılar sonucunda elde edilen bulgulara göre MÖ 3000'li yıllara dayanan, Efes, Bergama, Side gibi kentlerle çağdaş olan Aizanoi Antik Kenti’nin adının; Penkalas (Koca Çay) ırmağının yukari kesiminde, tanrıça Meter Steunene’nin kutsal mağarası civarında yaşayan Frigyalılarin su perisi Erato ile efsanevi kral Arkas’ın birleşmesinden ortaya çıktıği sanılan antik kaynaklarda adı Azan olarak geçen mitoloji kahramanından geldiği sanılmaktadir. Aizanoi, antik Frigya’ya bağlı olarak yaşayan Aizanitis’lerin ana yerleşim yeriydi. Hellenistik dönemde bu bölge değişimli olarak Bithinya’ya ve Bergama’ya bagli iken MÖ 133'te Roma egemenliğine girmiştir. Roma İmparatorluk döneminde; tahıl ekimi, sarap ve yün üretimi sayesinde zenginlesmiş ve ünü bölge sınırlarını aşmış olan Aizanoi’de kesin kentleşme bulgularina ancak 1. yüzyılın sonlarına doğru rastlanmaktadir. En parlak dönemini ise 2. yüzyılda yaşamıştır. Erken Bizans döneminde piskoposluk merkezi iken 7. yüzyıldan itibaren önemini yitirmiştir. Tapınak düzlüğü Ortaçağ’da hisara dönüştürülmüştür. Selçuk Beyliği döneminde (13. yüzyıl) Çavdar Tatarları boyu tarafından üs olarak kullanılmistir. Aizanoi, 1824 yılında Avrupalı gezginlerce yeniden kesfedilmiş ve 1830-1840’li yillarda incelenerek, tanımlanmıştir. 1926 yılından itibaren de Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından kazı çalışmalarına başlanılmıştır.Kazı çalışmaları halen devam etmektedir. Aizanoi’den günümüze kalan yapı kalıntılarının büyük bir kismi Roma İmparatorluk dönemi eserleri olup, antik kentte bulunan Zeus Tapinağı, dünyanın ilk borsası, sütunlu yol, dünyada benzeri olmayan stadyum-amfi tiyatro kombinasyonu, bugün bile geçmişe hizmet eden antik köprüler, mozaikli hamam ile Roma hamamı görülmeye değerdir.
Nüfus
Yıl |
Toplam |
Şehir |
Kır |
1990 |
12.280 |
4.035 |
8.245 |
2000 |
13.538 |
4.687 |
8.851 |
2007 |
8.906 |
2.333 |
6.573 |
2008 |
8.661 |
2.397 |
6.264 |
2009 |
8.485 |
2.412 |
6.073 |
2010 |
8.267 |
2.361 |
5.906 |
2011 |
7.969 |
2.333 |
5.636 |
2012 |
7.786 |
2.338 |
5.448 |
2013 |
7.726 |
2.343 |
5.383 |
2014 |
7.349 |
2.356 |
4.993 |
2015 |
7.072 |
2.355 |
4.717 |
2016 |
6.833 |
2.325 |
4.508 |
Antik dönemde iki yakayı birbirine bağlayan 4 köprüden 2’si (1 ve 2 numaralı köprüler) bugün bile geçişe hizmet etmektedir. Yaya geçidi amaçlı kullanılan alçak ahşap köprü ile kemerli köprü yıkılmış olup, beş kemerli taş köprü (1 numaralı) günümüze dek koruna gelmiştir. Şehrin ana köprüsü olan bir diğer beş kemerli köprü (2 numaralı) ise günümüzde de şehrin bütün trafik yükünü taşımaktadır. Köprü korkuluğunun bir kaidesi üzerindeki yazıttan açılış merasiminin M.S. 157 yılının Eylül ayında yapıldığı anlaşılmaktadır. Köprünün önünde sergilenen yazıt ve kabartmalı iki korkuluk taşında köprüyü bağışlayan M. Apuleius Eurykles’in deniz yolculuğu (İmparator Hadrianus tarafından kurulan Panhellenion denilen Hellen Birliği’nde, M.S. 153-157 yılları arasında Aizanoi’yi Atina’da temsil etmiştir) gösterilmektedir. Köprüye 1990 yılında yeni korkuluklar konmuş ve yeniden kaplanmıştır.
0 Yorum:
Yorum Gönder