Anadolu tarihi, Batı Asya yarım adası Anadolu etrafında yerleşen birçok devlet ve uygarlığı kapsar. Ayrıca Latince adı olan Asia Minor Ön Asya olarak da isimlendirilir. Coğrafi olarak modern Türkiye'nin, batıda Ege Denizi'nden doğuda Ermenistan sınırındaki dağlara kuzeyde Karadeniz'den ve güneyde Akdeniz'e kadarki kısmını oluşturur.
Anadolu tarihi
Bronz Çağı
Akadlar yak. 2400-yak. 2150 İ.Ö.
Asurlar ticari koloniler yak. 1950-1750 İ.Ö.
Akalar Krallığı (münakaşalı) yak. 1700-1300 İ.Ö.
Kizzuvatna Krallığı yak. 1650 İ.Ö.-1450 İ.Ö.
Hititler yak. 1680 İ.Ö.-1220 İ.Ö.
Eski Krallık
Orta Krallık
Yeni Krallık
İyonya Gizli Anlaşması yak. 1300 İ.Ö.-700 İ.Ö.
Neo-Hitit Kralları yak. 1200-800 İ.Ö.
Frigya Krallığı yak. 1200 İ.Ö.-700 İ.Ö.
Troya I-VIII yak. 3000 İ.Ö.-700 İ.Ö.
Demir Çağı' dan Klasik Antik dönem'e
Lidyalılar yak. 685-547 İ.Ö.
Persler'in Ahameniş İmparatorluğu yak. 559-331 İ.Ö.
Büyük İskender İmparatorluğu 334-yak. 301 İ.Ö.
Selevkos İmparatorluğu yak. 305-64 İ.Ö.
Pontus Hükümdarlığı yak. 302-64 İ.Ö.
Pergamon'un Attalid Hanedanlığı 282-129 İ.Ö.
Ermeni Hükümdarlığı 190 İ.Ö.-428
Roma Cumhuriyeti 133-27 İ.Ö.
Roma İmparatorluğu 27 İ.Ö.-330 CE
Orta çağlar
Bizans İmparatorluğu 330-1453
Anadolu Selçuklu Devleti 1077-1307
Klikya Ermeni Krallığı 1078-1375
Artuklu Beyliği 1101-1409
Trabzon İmparatorluğu 1204-1461
İznik İmparatorluğu 1204-1261
İlhanlılar ca. 1256-1355
Osmanlı İmparatorluğu'nun doğuşu 1299-1453
Modern dönem
Osmanlı Devleti yükselme dönemi 1453-1683
Osmanlı Devleti duraklama dönemi 1683-1827
Osmanlı Devleti gerileme dönemi 1828-1908
Osmanlı Devleti dağılma dönemi 1908-1922
Türkiye 1922-günümüz
Anadolu'daki ilk uygarlık izlerine orta ve doğu Anadolu'daki arkeolojik bulgularda rastlıyoruz. Bazı eski halkların kökenlerindeki sırlar henüz bilinmemesine karşın, Hatti, Akad, Asur, Luvi ve Hitit uygarlıklarının kalıntıları; halklarının günlük yaşamları ve ticaret hayatları ile ilgili pek çok örnek sunuyor.
Hititler'in düşüşünden sonra Anadolu'nun batı yakasında Lidyalılar ve Frigyalılar sahneye çıktı. O dönemde onlar için tek tehdit olarak Pers Krallığı görünüyordu. Lidyalıları yıkan Persler döneminde Anadolu'da da liman şehirleri gelişti ve zenginleşti. Zaman zaman isyanlar olsa da bu isyanlar çok büyük tehdit oluşturmadı.
Sonunda Büyük İskender sahneye çıktı ve III. Darius'a karşı kazandığı zaferlerle tüm bölgenin kontrolünü ele geçirdi. Ölümünden sonra, kazandığı topraklar; güvendiği generallerinden birçokları ve ayakta kalmayı başaran Galya, Pergamon, Pontus ve Mısır'daki diğer güçlü hükümdarlar arasında bölüşüldü. İskender'in payından en fazla dilimi alan Selevkos İmparatorluğu, Romalıların iştahını kabarttı ve Romalılar bölgeyi parça parça ele geçirdiler. Romalılar yerel yönetimlere büyük yetkiler tanıdılar ve askeri güç sağlayarak bölgeyi güçlendirdiler. Bunun sonucunda Konstantin, Konstantinapol'de yeni bir doğu imparatorluğu olan Bizans İmparatorluğu'nu kurdu. Bizans başlangıçta akıllı yöneticilerle zenginleşti ancak sonra yönetimdeki ihmaller ve Moğol saldırılarından büyük zararlar gördü.
Türkler'in Anadolu'ya girmesinden sonra, Selçuklu ve İlhanlı orduları kısa bir süre içinde Bizans topraklarının büyük kısmını ve ticaret merkezlerini ele geçirdi. En sonunda da Osmanlılar ve II. Mehmet ile 1453'de Konstantinapol'u fethetti ve Bizans İmparatorluğu'na son verdi.
Osmanlılar 1453'ten sonra uzun yıllar boyunca diğer dinlere de hoşgürülü davrandı ve çok başarılı oldular ülkenin sınırlarını Kuzey Afrika'dan, Orta Avrupa'ya kadar genişlettiler. Neden sonra Rusya ile savaşları, kötü yönetimler ve ülkedeki diğer halkların ayaklanmaları imparatorluğu zayıflatttı. Yeniçeri ayaklanmalarından sonra yeniçeri ocağı kapatıldı. Ekonomiyi düzeltmek için yapılan reformlar, ağır vergi ve harçlar olarak kendisini gösterdi ve karlı olan ticareti tersine çevirdi. Sonunda umutsuzluk, imparatorluğu Almanya ve Avusturya yanında I. Dünya Savaşı'na katılmaya zorladı. Savaştan yenilgiyle ayrıldıktan sonra devletin elinde sadece Anadolu toprakları kalmıştı ve bu topraklara da Yunanlıların göz dikmesi yeni bir savaşın başlangıcı oldu. Yunanlıları yendikten sonra Mustafa Kemal Atatürk 1922'de Osmanlı Devleti'ni kaldırdı ve Anadoluda yeni bir devlet Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu. O zamandan beridir Türkiye Devleti, Anadolu topraklarında varlığını modern bir ülke olarak sürdürmektedir
Taş Devri
Yontma Taş Devri (Paleolitik Dönem)
Bu çağ buzul devrin olduğu,insanların henüz üretime geçmedikleri, mağara ve ağaç kavukarında barındıkları bir dönemdir. Bu dönemin Anadolu'daki izlerini, günümüzde Karain, Beldibi (Beldibi Mağarası, Antalya-Kemer sahil yolunun yaklaşık 40. km'sinde Çamdağ tünelinin hemen çıkışında yer alan bir kaya altı sığınağıdır. Obaköy mevkiindedir. Deniz sahilinde 25 m. yükseklikte sığınak biçiminde bir mağaradır. Doğal tahribatla büyük ölçüde zarar gördüğünden içindeki dolgu tabakaları yağmur suları ve rüzgarla sürüklenerek akıp gitmiştir. Beldibi Mağarası, Antalya bölgesinin ikinci önemli Prehistorik merkezidir. Tümü Mezolitik kültürleri içeren 6 tabaka tespit edilmiştir. Yapılan kazılarda Üst Paleolitik ve Mezolitik döneme ait çakmaktaşı aletler ele geçirilmiştir. Ayrıca kaya altı sığınağının duvarlarında, şematize insan, dağ keçisi ve geyik resimleri bulunmaktadır. Yerli ve yabancı turistlere devamlı açık olan bir arkeolojik SİT alanıdır. Mezolitik Çağ'n, seramikli ve seramiksiz bölümleri en güzel bir biçimde, Beldibi Mağarası'nda bulunan malzemelerle tanınmaktadır. Çakmaktaşı gereçlerin yanı sıra, çanak-çömlek parçaları ve özellikle aşı boyası ile kayalar üzerine yapılmış yaban keçisi ve benzeri hayvan figürleri ile ilgi çekicidir. 1956 yılında E.Y Bostancı tarafından bulunan mağaradaki bilimsel kazılar, ancak 1959 yılında başlamıştır. 1960,1966 ve 1967 yıllarında kazıya devam edilerek doğuda altı metre derinliğe inilmiştir. Çevresi çam ormanı ile kaplı Beldibi Mağarası üst Paleolilitik, Epipaleotilik ve Neolitik avcılar tarafından gerektiğinde bir sığınma ve yurt yeri olarak kullanılmıştır. Kazılarda Paleolitik, Mezolitik ve Mezolitik’ten Neolitik’e geçiş evrelerini yansıtan 6 katmanla karşılaşılmış; 4, 5 ve 6. katmanlar Üst Paleolitik döneme tarihlendirilmiştir. Buluntular arasında, beyaz kalker ve deniz hayvanı kabukları, katkılı hamurdan iyi fırınlanmamış çanak çömlek parçaları, dar ağızlı kaplar ve çeşitli biçimli tutamaklarda vardır. Buna karşılık bezemeli parçalar bulunmamaktadır. Ayrıca çakmak taşından bol miktarda alet ve artıklar bulunmuştur. Bunlar arasında mikro kalemler, aylar, saplı uçlar, trapez biçimliler, saplı bıçaklar ve ok uçları, orak -bıçak dikkati çekmektedir. Beldibi Mağarası'nda yaşayan toplulukların avcı ve toplayıcı oldukları, ancak çevrelerindeki yabani tahılları orak-bıçaklarla topladıkları, ele geçen diğer bulgulara bağlı olarak söyleyebilmek mümkündür. Karain Mağarası’nda eksik olan mezolitik kültürünü de bu yerleşme yeri tamamlamaktadır.) ve Belbaşı Mağaralarında (Belbaşı Kaya Sığınağı Kumbucağı Sığınağı’ndan sonra Taşdevri buluntuları veren ikinci önemli yerleşim yeridir. Kumbucağı’nın 2,5 km. kuzeybatısında konumlanan mağaranın Beldibi Beldesi’nin merkezine olan uzaklığı kuş uçumu 5 km.dir Buraya ulaşabilmek için Hayıtlıgöl ile Kelini Kayalığı arasındaki dar yaya geçidi aşılarak Belbaşı Düzlüğü’ne gelinmelidir. Mağara adını antik güzergâhın da üzerinden geçtiği bu dar geçitten almıştır. Geçidin yaklaşık 500 m. kuzeybatısında düzlüğün batıda son bulduğu yerde Kelini Kayalığı ile Çeliklikat Tepesi’ni birbirinden ayıran küçük ve genelde kuru bir dere yatağı vardır. Belbaşı Mağarası bu kuru derenin kayalıktan çıkma noktasının 20-30 m. güneyindedir. Ağzı doğuya bakan mağara (rakım: yaklaşık 380 m.) konumuyla Kumbucağı Sığınağı’ndan daha korunaklıdır. Ancak yukarıdan düşen taşlar ve önünü saran bitki örtüsü mağaranın ağzını neredeyse tamamen kapatmıştır. Burada 1960 yılında Belbaşıyen kültürünü gün ışığına çıkaran kazının yapıldığı artık neredeyse hiç belli olmamaktadır. Kazıda ele geçen ve 9. binyıla tarihlenen çanak çömlek kalıntıları Anadolu'nun en erken örnekleri olarak bilinmektedir. Bostancı, bu mağarayı 1959 yılında köylülerden aldığı bilgi üzerine tespit etmiş ve definecilerin açtığı bir çukurda küp parçaları ve çakmak taşı aletlerini fark edince burada kazı yapmaya karar vermiştir. 1960 yılında gerçekleşen kazıda 3,8x2,4 m boyutlarında bir alanda 1,60 m. derine inilerek üç kültür tabakası açığa çıkarılmıştır. Bu kısıtlı açmada elde edilen yontma taş aletlerin sayısı 1541’dir. Kazı başkanı bu aletleri fonksiyon ve şekillerini dikkate alarak 52 gruba sınıflandırmıştır. Genelde büyük özenle işlenmiş olan aletlerin içinde mikrolit olanlar baskındır. Kemikten yapılmış uçlar ve iğneler de vardır. Kazıda ayrıca yanmış insan kemiklerine de rastlanmıştır. Tibya ve femür üzerinde tespit edilen çentik izlerinden mağara sakinlerinin kanibalizme eğilimli oldukları görüşüne varılmıştır.) bulmak mümkündür.
Cilalı Taş Devri (Neolitik Dönem)
Asya ve Avrupa'nın stratejik kesişme bölgesinde olmasından dolayı, Anadolu tarih öncesi Prehistorya çağlardan beri pekçok uygarlıklar için beşik olmuştur. Çatalhöyük, Çayönü, (Çayönü, Diyarbakır'ın Ergani ilçesine bağlı Sesverenpınar (Hilar) yakınlarında bulunan, Kürtçe adı Qotaberçem (Çayboyu) olan tarih öncesinden kalma bir höyüktür.Çayönü'nde kazı çalışmaları İstanbul Üniversitesi'nden Halet Çambel ve ABD'li arkeolog Robert J. Braidwood tarafından 1964 yılında başlatılmıştır. Avcı-toplayıcılıktan tarıma geçişin izleri bulunmuştur. Höyük çevresinde resimli resimsiz mağaralar, mağara duvarları kullanılarak yapılmış evlerin izleri bulunmaktadır. MÖ 10.200 - 4.200 arasına tarihlendirilen yerleşimde[1], neolitik ev yapılarını görülmektedir. Izgara planlı, yuvarlak planlı, taş tabanlı, kanallı, dikdötgen planlı yapıları oldukça ilginçtir. Kullanım şekilleri spesifik bir yaklaşımla değerlendirilir. Dünyada bilinen ilk ticaret merkezidir. Höyük şu an her türlü tahribata açık bir durumda bulunmaktadır. Her iki arkeolog emekli olunca Profesör Doktor M. ÖZDOĞAN 1991 yılına kadar devam etmiştir. Çayönü'nün en bilinen yapısı 'Skull Building' (kafatası binası) olarak adlandırılmıştır.Ana tanrıça tapınımı yapılmaktadır. Kazılarda günümüzden 10.500 yıl öncesine tarihlenen buğday taneleri bulunmuştur. Yerleşkede, avcı-toplayıcı toplulukların yerleşik düzene geçtikleri, yine günümüzden 8 bin yıl öncesinde Neolitik Devrimin gerçekleştirildiği kabul edilmektedir.) Hacilar, Göbekli Tepe ve Yumuktepe (Yumuktepe (veya Yümüktepe), Mersin kent içinde bulunan ve arkeolojik açıdan büyük önemi olan bir höyük.Ortaya çıkarılışı :Höyük 1936-1938 yılları arasında, sonradan Ankara'da Arkeoloji enstitüsünü kumuş olan İngiliz arkeolog John Garstang (1876-1956) tarafından ortaya çıkarılmıştır. İkinci Dünya savaşı sırasında kazı çalışmaları durduğu gibi, Liverpool Üniversitesinde bulunan bu kazıya ait kimi dokümanlar da üniversite arşivinin bombalanması sebebiyle tahrip olmuştur. Bununla birlikte gerek savaş sonrası John Garstang’ın devam eden çalışmaları ve gerekse 1993 yılında İstanbul Üniversitesinden Veli Sevin ve Roma Üniversitesinden Isabella Caneva tarafından başlatılan yeni çalışmalar pek çok şeyi ortaya çıkarmıştır. İlk kazı çalışmaları sırasında kent dışında olan höyük daha sonra kentin genişlemesiyle kent merkezi içinde kalmıştır. (Bugünkü Demirtaş mahallesi). Arkeoloji : Höyükte John Garstang 23 tabakalı yerleşim saptamıştır. Prehistoric Mersin adlı yapıtında Garstang taş ve sermikten ev aletlerinin ve üretim araçlı aletlerin listesini vermektedir. Yumuktepe'de tarım yapılmış koyun, keçi domuz ve sığır beslenmiştir. MÖ 4500'de Neolitik döneme (Cilalı Taş devri) denk gelen tabakada ise Dünya tarihindeki kaleye benzeyen ilk yapı saptanmıştır. Maden devriyle birlikte maden de kullanılmağa başlanmıştır. Hatta bir görüşe göre, Dünya’da ilk bakır izabe tesisleri Yumuktepe’de kullanılmağa başlanmıştır.MÖ 3200 sonrasına ait arkeolojik kayıtlar yetersizdir. Hatta bir süreliğine yerleşim yerinin terk edildiğini ileri sürenler de vardır. Tarih dönemleri : Yumuktepe daha sonra Hitit imparatorluğuna bağlı Kizzuvatna devletinin sınırları içersinde kalmıştır. Kizuvvatna henüz Hitit egemenliği altına girmeden önce, MÖ 1440 yılında iki devlet arasında yapılan bir anlaşmada Pitura kentinden bahsedilmektedir. Pitura'nın Yumuktepe olabileceği ileri sürülmüştür. Ne var ki, Pitura'nın Mersin'de değil, Orta Fırat vadisinde olduğunu öne sürenler de vardır. Bir başka görüşe göre, ise, Yumuktepe adı iyi bilinen, ama yeri tam saptanamamış olan Ura liman kentidir. Gerçi bugünkü Yümüktepe deniz kenarından 2,5 km kadar içerdedir. Ama Yümüktepe’ye komşu Efrenk (Müftü) deresi alüvyon taşıdığından, birkaç bin yıl önce muhtemelen Yümüktepe deniz kenarındaydı. Ama bu görüş te kanıtlanamamıştır. Hitit imparatorluğu MÖ 1200'lü yıllarda Batı'dan gelen ve Mısırlılar’ın Deniz Halkları adını verdiği büyük bir göç dalgasıyla yıkıldı. Yümüktepe'nin de gerek bu göç dalgasından ve gerekse daha sonraki yıllarda başlayan Asur saldırılarından büyük zarar gördüğü anlaşılıyor.Roma imparatorluğunun ilk zamanlarında Yümüktepe artık Zephyrium adlı bir limandı. Fakat Roma imparatoru Hadrian zamanında adı Hadrianapolis olarak değiştirildi. Ne var ki, deniz kıyı çizgisinin güneye kayması ve 10 km kadar güney batıdaki Solipolis'in deniz ticaretini ele geçirmesi Yümüktepe’nin gerilemesi sonucunu doğurdu. Yümüktepe daha sonraki dönemlerde liman olarak bütün önemini kaybetti. Ancak kalenin ortaçağa kadar kullanıldığı anlaşılmaktadır.) bu uygarliklardan bazılarının ilk yerleşim yerleri olmuştur.
0 Yorum:
Yorum Gönder