Modern sanatın öncülerinden olan Gauguin, 1848 yılında orta halli bir ailenin çocuğu olarak Paris'te dünyaya gelmiştir. Üç yaşındayken ailesiyle birlikte Güney Amerika'ya gitmiş ve yedi yaşına kadar Peru'da yaşamıştır. Belki de, çocukluğunda yaşadığı bu tecrübe nedeniyle hayatı boyunca uzaklara özlem duyacaktır. Paris'e döndükten sonra, 1865 yılında deniz kuvvetlerine katılmış, 1871 yılında buradan ayrılarak borsada çalışmaya başlamıştır.
Başarılı bir kariyer ve düzenli bir aile hayatına sahip olan Gauguin, bu sırada izlenimci ressamların eserlerini toplamaya başlamıştır. Ancak onun resme duyduğu ilgi, bir koleksiyoner olmakla sınırlı kalmayacak; hafta sonlarını resim yapmaya ayırarak başladığı bu amatör uğraşı, onun sanat tarihinin en dikkat çekici isimlerinden birisi olmasına yol açacaktır.
1876 yılında, izlenimcilerin bilge büyüğü Pissarro'yla tanışmış ve aynı yıl Salon sergisine bir resmini yollamıştır. Nihayet, 1883'de sadece resim yapmaya yoğunlaşabilmek için mesleğini terketmiştir. Bu dönemde Monet, Sisley ve Pissarro etkisi altında izlenimci resimler üreten Gauguin, 1880- 1886 arasındaki izlenimci sergilerin dördüne katılmıştır. Ancak, resim tutkusu ailesinin geçimini sağlamasına yeterli olmayınca işinden sonra ailesini de terketmek zorunda kalmış ve 1886 yılında Kuzey Fransa'ya Pont Aven'e giderek burada uygarlıktan ve şehrin karmaşasından uzakta resim üretmeye yoğunlaşmıştır. 1888 tarihli Yakup'un Melekle Mücadelesi bu döneme ait önemli çalışmalarından birisidir.
Pont Aven'de genç sanatçı Emile Bernard ile birlikte sentetizm adını verdikleri yeni bir resim üslubunu geliştirmiştir. Bu; iki boyutlu resimde üç boyut hissini vermek için kullanılan göz aldatıcı teknikleri bir yana bırakan dekoratif bir üsluptur. "Renk iki boyutlu bir tabaka olarak imgenin kapladığı alanı örtecek biçimde sürülüyor ve kalın dış çizgilerle sınırlanıyordu." [RİCHARD, L.; Ekspresyonizm Sanat Ansiklopedisi, s.24]
Breton resimleri Gauguin'in sanatında yeni bir dönemi ortaya koyar ve onun halk sanatı ve ilkel sanata olan ilgisini yansıtır. Dönemin diğer önemli sanatçılarıyla da arkadaşlıklar kuran Gauguin, 1888'de Arles'a giderek bir süre Van Gogh'un yanında çalışmış ancak iki sanatçının arasındaki uyuşmazlıklar üst seviyeye çıkınca buradan ayrılmıştır. Sembolist edebiyat ve resim çevresiyle ilişki içerisinde olan Gauguin, bir süre Paris'te kaldıktan sonra tekrar Breton bölgesine dönmüş ve bu dönemde, baş yapıtlarından birisi olan Sarı İsa'yı gerçekleştirmiştir.
Bu arada uzak dünyalara olan özlemi giderek artmaktadır. Nihayet, 1891 yılında Tahiti'ye gitmek üzere Fransa'dan ayrılır.
Uygarlıktan uzak bu cennette Gauguin, yerli halk ile birlikte yaşamış ve sanatsal üretimine yoğunlaşmıştır. Konusunu yerli halkın günlük yaşamından alan resimlerinde üslupsal gelişimini, klasik bir anlatım biçimine dönüştürmüştür. Nereden Geliyoruz? Kimiz? Nereye Gidiyoruz? (1897) adlı resminde sanatçı yaşamın kökenini, aşkın ve ölümün anlamını sorgulamaktadır.
1893 Temmuz'unda Paris'e dönen Gauguin'i, 1895'de yeniden Tahiti'de görürüz. Burada çok sayıda resim ve ahşap heykel üretmeye devam etmiştir. Resimleriyle 20.yüzyıl sanatını derinden etkileyen Gauguin, 1903 yılında yaşlı kıtadan çok uzaklarda, uygarlığın henüz kirletmediği bir yeryüzü köşesinde yaşama veda etmiştir
0 Yorum:
Yorum Gönder