Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


Medya-Haber-Olay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Medya-Haber-Olay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Nisan 2021

Violet Jessop’un akılalmaz hikayesi!

Titanik dahil olmak üzere üç gemi kazasından sağ kurtulan hemşire Violet Jessop’un akılalmaz hikayesi!

“Yaşayacak günü varmış” söylemi halk arasında oldukça sık duyduğumuz bir kalıptır. Tesadüf eseri kazalardan kurtulan insanların hikayeleri her daim ilgi çekici olmuştur. Ancak hemşire Violet Jessop bu kurtuluş hikayesini tam üç kez yaşadı. Üstelik bir tanesi dünyanın en büyük facialarından biri olarak kabul edilen Titanik kazasıydı. İşte ölüme meydan okuyan hemşirenin akılalmaz hikayesi...

1887 yılında Arjantin’de doğan Violet Jessop’un hayatı tam anlamıyla ölümle mücadele ederek geçti. İrlandalı göçmen bir ailenin kızı olarak doğan Violet Jessop, altıncı çocuk olarak dünyaya gözlerini açtı. Doğduğu anda tüberküloza yakalanan Jessop’un yalnızca birkaç ay yaşayacağı düşünülüyordu. O ise hastalıkla savaştı ve hayata tutundu. 16 yaşında babasını kaybeden Violet Jessop, İngiltere’ye taşınmaya karar verdi vebir gemide hostes olarak çalışmaya başladı. 23 yaşındayken annesinin izinden giderek kamarot olmaya karar verdi. Mesleki hayatı, o zamanlar çok ünlü olan "White Star Line" firmasının "RMS Olimpik" gemisiyle limandan ayrıldı. Jessop’un ilk seyrinde mürettebatı olduğu RMS Olimpik ve RMS Hawke gemileri çarpıştı. Kazada can kaybı yaşanmadı. Her iki gemide de ağır hasar meydana geldi ancak ikisi de güvenli bir şekilde limanlarına dönmeyi başardı.

Yaşadığı gemi kazasından sonra Jessop, bri daha sefere çıkmamaya karar vermişti. Ancak yakın çevresi onda bu durumun travma yaratmaması adına korkusunu üzerine gitmesini tembihledi. Bu sefer de Jessop, Titanik’te çalışmaya başladı. Yolculuğun 5. seyir gününde, 10 Nisan 1912'de Titanik buz dağına çarptı. Violet hemen kamarasındaki yataktan kalkarak güverteye gitti ve çocuklarla kadınların cankurtaran botlarına binmelerine yardım etti. Sıra ona geldiğinde kaybolmuş bir bebeği de yanına alarak 16 numaralı cankurtaran botuna bindi. Okyanusun ortasındaki 8 saatlik bekleyişin ardından sabah, hayatta kalan herkesle beraber Carpathia isimli gemi tarafından kurtarıldı. Kurtarılan kadınlardan biri gelip elindeki bebeği hiçbir şey söylemeden alana kadar bebeği kucağından hiç indirmedi.

Titanik faciasından 4 sene sonra Violet kendini İngiliz Kızıl Haçı için "HMHS Britannic" adlı gemide hemşire olarak çalışırken buldu. Britannic başlangıçta bir yolcu gemisiydi fakat daha sonradan hastaneye dönüştürüldü. Yaşanan ani patlama sırasında gemi Ege Denizi'nde seyir halindeydi. Violet denize atladı ama geminin altına doğru çekildi ve sert bir şekilde kafasını çarptı. 1066 kişiden 30'u, hızla batmakta olan gemiden kurtulamadı. Yıllar sonra şiddetli baş ağrıları nedeniyle doktora giden Violet, baş ağrılarının batan gemiden kaçmaya çalışırken geçirdiği kazadan dolayı yaşadığı kafa travmasından kaynaklandığını öğrendi.


Yaşadığı zorluklara ve ölümle burun buruna gelmesine rağmen Jessop, 63 yaşında emekli olana kadar gemilerde çalışmaya devam etti. “Bayan Batmaz ” lakabı takılan 83 yaşında ise hayata veda etti.


13 Nisan 2021

Uzmanlardan ORUÇ uyarıları

MD CLF 008

Oruç tutarken kilo artışı sorunu yaşamamanız için bu önerilere dikkat!
Uzmanlar, Ramazan ayında, oruç tutanların beslenme şeklinin değişmesi ve öğün sayısının azalmasına bağlı kilo artışı sorunu yaşamamaları için günlük aktivite miktarının iftardan sonra artırılmasını öneriyor.Halsizlik nedeniyle gün içinde hareketten kaçınılmasının yağlanmayı artırabileceğini belirten uzmanlar, Ramazan ayının kilo almadan bitirilebilmesi için mutlaka iftardan 1-1,5 saat sonra 45-60 dakikalık tempolu yürüyüş yapılmasına dikkat çekiyor.
Medicana International Ankara Hastanesi'nden diyetisyen Müge Özturna, yaptığı açıklamada, Ramazan ayında beslenme alışkanlığının değişmesine bağlı olarak kilo artışı olabileceğini ifade ededek,
bu dönemde uygun beslenme programının yapılması gerektiğini ifade etti.
Ramazanda genel olarak toplam öğün sayısının sınırlandığını, ancak buna karşın öğünlerdeki yiyecek çeşidinin
daha fazla olabildiğini dile getiren Özturna, Ramazanda ideal beslenmenin öğün sıklığının normal hayata yakın şekilde uygulanması ile sağlanabileceğini söyledi.
Özturna, oruç tutan kişilerin yaklaşık 16 saat açlık ile karşı karşıya kaldığına işaret ederek, “Bu açlık süresi içinde kan şekeri düşer. Sahura da kalkılmadığında kan şekerinin düşüşü günün erken saatlerinde başlar ve daha düşük değerlere ulaşır. Bu nedenle az ve sık beslenme ilkesi kan şekerini dengelemek için mutlaka uygulanmalıdır. Öğünler, sahur, hafif iftar, akşam yemeği ve ara öğün şeklinde düzenlenmelidir” diye konuştu.
Sahura kalkıldığında midede uzun süre kalacak ve kan şekerinde ani değişiklik yaratmayacak besinler seçilmesi tavsiyesinde bulunan Özturna, kıymalı sebze yemekleri veya tahıl çorbaları, kepekli ekmek, az tuzlu peynir, meyve ve bol su tüketimine özen gösterilmesi gerektiğini dile getirdi. Özturna, sahurda çok tuzlu ve baharatlı yiyeceklerin yenilmemesi uyarısında bulunarak, çalışma temposu yoğun olanların ve fiziksel güç harcayarak çok terleyen kişilerin mutlaka sahurda yeterli su tüketmeleri gerektiğini belirtti.

“TATLI, YEMEK ÜZERİNE DEĞİL İFTARDAN 1-2 SAAT SONRA YENİLMELİ”
Özturna'nın verdiği bilgiye göre, Ramazan'da beslenme şeklinde dikkat edilecek noktalar şöyle:
“İftarda ve sahurda birdenbire ve çok fazla yemekle mide doldurulmamalı. Çünkü, ani mide gerginliği hem tansiyon yükselmesine hem de insülin gibi kan şekerini dengeleyen hormonların hızlı salgılanmasına yol açıyor. Yemeğin mutlaka, azar azar ve iyi çiğneyerek yenilmesi gerekiyor.
Yemeklerin seçiminde çok yağlı, çok tuzlu ve aşırı tatlı besinlerden kaçınılmalı. Bunların yerine hazmı kolay, mide-barsak sisteminde uzun süre kalabilen lifli ve selüloz içeren sebze, meyve ve kepekli ekmek tercih edilmesi tavsiye ediliyor.
Yetişkin bir insanın yaklaşık 1,5-2 litre su içmesi gerektiğinden sıvı alımına çok dikkat edilmesi isteniyor.
İftarın çorba ile açılması ve bir süre ara verdikten sonra yemeğe geçilmesi öneriliyor. İftara su, çorba, peynir, zeytin, hurma veya kuru kayısı ile hafif başlayarak, iftara geçilmesi gerekiyor. Bağırsak problemi olanlar, çorbalarına doğal lif ilave edebiliyor ya da kepekli ekmek tüketebiliyor.
Yemek sonrası yenilecek tatlıların, hamurlu ve kızartma şeklinde değil daha çok sütlü tatlılar olması öneriliyor. Ramazanın simgesi haline gelen
güllaç, bu dönem için en uygun tatlı olarak gösteriliyor. Haftada 1-2 kez sütlü tatlı yenilebileceği belirtilirken, tatlının yemek üzerine değil iftardan 1-2 saat sonra yenilmesi gerektiği vurgulanıyor.”

“ORUÇ BİR ZAYIFLAMA YÖNTEMİ DEĞİLDİR”
Hareket azlığı ve metabolizma hızının yavaşlamasının kilo vermeyi zorlaştırdığına dikkati çeken Özturna, şişmanlık sorunu olan kişilerin bu dönemi bir perhiz
fırsatı olarak görmesinin de “yanlış” olduğunu ifade ediyor.
“Oruç tutarak kilo verilmez” diye konuşan Özturna, “Gün boyu aç kalmak metabolizma hızını yavaşlatarak alınan besinlerin yağ haline gelmesini kolaylaştırır. Bu durum da kilo artışına sebep olur. Ramazan'da kişiler hareketsiz kalmaya meyillidir. Kendilerini yormamak için yürüyüş, koşma gibi aktiviteleri yapmak istemezler. Bu nedenle, Ramazan ayında yeterli ve dengeli yemeye özen göstermeyenler, az ve sık beslenmeyenler bu ayı kilo alarak bitirirler” dedi.
Özturna, Ramazan'da kilo almamak için şu tavsiyelerde bulundu:
“Gece yatarken niyet edip yatılmamalı, mutlaka sahura kalkılmalı.
İftarda mide çok doldurulup tüm gün yenilmesi gerekenler tek öğüne sığdırılmamalı.
Bol su içilmeli ve meyve-sebze yemeğe özen gösterilmeli.
Haftada 2 kez sütlü tatlı tüketip, diğer günlerde meyve veya kuru meyve tatlı olarak yenilmeli.
İftardan 1–2 saat sonra hafif yürüyüş yapılmalı.
İftariyelikler genelde yüksek yağ içerir. Bu nedenle, her gün tek bir seçim yapılarak bir gün tereyağı-bal, diğer gün 2 -3 dilim sucuk, sonraki gün ise peynir-zeytin tüketilmeli.
Daha az yağ almak için yemeklerin suyu tüketilmemeli.”

“GÜNLÜK AKTİVİTE MİKTARI GÜN İÇİNDE DEĞİL, İFTARDAN SONRA ARTIRILMALI”
Ramazanda enerjiyi artırma yöntemleri hakkında da ip uçları veren Özturna, oruç tutanların gün içinde kendilerini daha halsiz hissettiklerini belirterek, kısa mesafe yürüyüş ve merdiven çıkmanın bile yorucu olabildiğini söyledi.
Zinde olabilmek için mutlaka yetişkin bir kişinin günde 6-8 saat arasında uyuması gerektiğini bildiren Özturna, günlük aktivite miktarının gün içinde değil, iftardan sonra artırılması gerektiğini ifade etti.
Özturna, bu şekilde enerji harcamasının gerçekleştiğine ve fazla yağlanmanın önlendiğine dikkati çekerek, “Eğer Ramazan, kilo almadan bitirmek isteniyorsa, mutlaka günlük aktivite iftar yemeğinden sonra artırılmalıdır. İftardan 1-1,5 saat kadar sonra 45-60 dakikalık tempolu bir yürüyüş metabolizmanın yavaşlamasını engelleyeceği gibi, formda ve sağlıklı kalmayı da sağlayacaktır” uyarısında bulundu.

18 Mart 2021

18 Mart Bir Destandır...

NICE 106 YILLAR GEÇSE TARİH BU UNUTULMAZ DİRENİŞİ VE ZAFERİ DAİMA ALTIN HARFLERLE ANLATACAKTIR.


106.YILINDA, BU DESTANI YAZAN YÜCE TÜRK MİLLETİNİN AZİZ ŞEHİTLERİNİ VE EVLATLARINI MİNNETLE YAD EDİYORUZ.



14 Mart 2021

14 Mart Tıp Bayramı

Tüm Doktorlarımızın ve Sağlık Çalışanlarının Bayramı kutlu olsun.

24 Ocak 2021

Türkiye ekonomisinin kırılma noktası: 24 Ocak İstikrar Kararları

Cumhuriyet tarihin en radikal ekonomik hamlesi 24 Ocak kararlarıdır.

Bundan tam Kırk bir yıl önce, 1980 12 Eylül askeri darbesi öncesinde Türkiye’nin ekonomik hayatı için milat sayılan 24 Ocak “İstikrar Kararları” hayata geçirilmiştir.


24 Ocak kararları Türkiye ekonomisinin kabuk değiştirmesi anlamında çok önemli bir dönüm noktasıdır. Cumhuriyet tarihin en radikal ekonomik hamlesi 24 Ocak kararlarıdır.

Türkiye ekonomisine getirdiği yenilikler ve açılımlarla 24 Ocak kararları Türkiye’nin kapitalistleşme ve liberal ekonomiye geçiş sürecinde bir kırılma noktası olarak çok önemli bir yer tutmaktadır.

1980 yılı başında bir azınlık hükümeti kuran Süleyman Demirel, Turgut Özal’ı tam yetki ile donatarak ekonomi yönetiminin başına getirmiş, Özal’da kurduğu ekiple 24 Ocak Kararları diye bilinen istikrar paketini hazırlamıştır.

Ekonomi paradigmasının değişmesi
24 Ocak kararlarıyla Türkiye ekonomisinin temel paradigması değişmiştir. Bu kararlardan sonra Türkiye’nin ekonomi anlayışı, yeni bir anlayışla, “piyasa ekonomisi”yle hayat bulmuştur.

24 Ocak kararlarıyla birlikte ekonomi serbest piyasa anlayışıyla kapitalist dünyaya entegre edilmeye çalışılırken, kar maksimizasyonu ve rekabetçi fiyat politikaları üzerine yeni bir ekonomi anlayışı dizayn edilmiştir.

Türkiye o güne kadar uyguladığı dışa kapalı devletçi politikalardan vazgeçmiştir. Planlı kalkınma modeliyle ülkenin ihtiyaç duyduğu her türlü malın ülke içinde üretilmesi anlayışıyla, “ithali ikame” etmeye çalışan Türkiye yerine, dış âleme açık bir Türkiye tercih edilmiştir.

Ülkenin makro ekonomik hesapları, 24 Ocaktan sonra dış âlemi de hesaba katarak yapılmıştır. Özel sektörün ve girişimciliğin önü açılmaya çalışılmıştır. Bu kararlarla devletin ekonomideki payının küçültülmesi amaçlanarak, süregelen “Devletçilik Politikası” sınırlandırılmıştır. Yabancı sermaye girişinin kolaylaştırılması ve yabancı sermaye yönelik teşvik edici uygulamalar hayata geçirilmiştir.

24 Ocak kararlarına kadar gelinen süreçte ithal ikameci ve devletçilik politikalarının yanlış anlaşılması ve uygulanması neticesinde; ülke karaborsa cennetine dönüşmüş, ekonomik olarak iflas etmiş ve ülke toplumsal bir kaosa sürüklenmiştir. Yaşanan bu sıkıntılar ve döviz darboğazı nedeniyle adeta 24 Ocak kararlarının uygulanması zorunluluk haline ge/tiri/lmiştir.

24 Ocak kararlarında temel olarak;
- İstikrar paketi tam anlamıyla Türkiye’nin “serbest piyasa ekonomisine” geçmesini ve uluslararası sermaye ile entegrasyon sağlanmasını amaçlıyordu.
- Dışa kapalı bir ekonominin yerine, dünya sermayesi ile bütünleşen bir ekonomi modeline geçiş hedeflenmekteydi. Yabancı sermayeye ilk kez kapılar bu kadar net olarak aralanıyordu.
- Dışarıdan almaktansa içeriden temine dayalı “ithal ikameci” politikaların yerine döviz girişi sağlayacak, ihracata dayalı bir ekonomi modelinin benimsenmesi amaçlanıyordu.
- Kamunun fiyat denetimlerinde mümkün olduğunca taraf olmaması ve fiyatlar genel seviyesinin piyasada oluşan arz-talebe göre belirlenmesi hedefleniyordu.
- Kamunun ekonomi içindeki payı azaltılacak. Özel kesim öne çıkarılacak. Sermaye piyasaları oluşturulacak, kambiyo rejimi serbestleştirilecek. Tüm bunların yapılabilmesi için ise kurumsal ve yapısal düzenlemeler hayata geçirilmiştir. Bu aynı zamanda Cumhuriyet Türkiye’sinde, Devletçilik ilkesinin yeniden anlamlandırılması da oluyordu.
- Faiz hadlerinin artık devlet tarafından değil piyasa tarafından belirlenmesi ve enflasyon üzerinde faizin hayata geçirilmesi yani reel faizin oluşmasına imkân sağlanıyordu.

24 Ocak kararlarının paradigması
24 Ocak istikrar programı aslında IMF destekli bir Ortodoks programdır. O dönem dünyada yaygın olarak kullanılan IMF politikalarından oluşan bir istikrar programıdır. Program ilke olarak faizlerin yükseltilmesi, sıkı para ve maliye politikaları, emek ücretlerinin baskı altında tutulması, kamu mallarına zam yapılması, kamumun piyasadan çekilerek özel sektörün önünün açılması gibi Ortodoks IMF programlarından biridir. O nedenle 24 Ocak istikrar kararlarının ana paradigması IMF ve Dünya Bankası güdümlüdür…

Gözden kaçan önemli bir ayrıntı: 24 Ocak kararlarına asker desteği
12 Eylül 1980 askeri darbesi Türkiye’deki birçok siyasi yapılanmanın kırılma noktası olurken, darbe yönetimi 24 Ocak kararlarına müdahale etmeyip devam ettirerek, Türkiye ekonomisinin bu yeni programının bir nevi teminatı olmuştur.

İstikrar planı 1980 askeri darbesinden önce Demirel tarafından Özal’a hazırlatılsa da, darbe sonrasında da asker tarafından desteklenmiş ve Özal kurulan darbe hükümetinde de ekonomik işlerden sorumlu başbakan yardımcısı olarak görev yapmıştır. Turgut Özal 24 Ocak kararlarının mimarıdır. İstikrar kararlarının uygulandığı 1980-1988 arası dönemde Özal hep icrada olmuştur.

Kararların uzun vadeli olumsuz sosyo-ekonomik etkileri
24 Ocak 1980 İstikrar Programı’nın uygulanmasında yurtiçinde tasarruf ve sermaye miktarını artırmak adına, sermaye belli ellerde yoğunlaştırılmıştır. Yüksek reel faizle yıllarca beslenen sermaye grupları, sermayelerini üretmeden devletin (halkın) sırtından faizle büyütmüşlerdir.

Türkiye’deki gelir dağılımın bozulmasında en fazla etkiyi, 1980 sonrası uygulanan ekonomi politikaları yapmıştır. 24 Ocak kararlarıyla başlayan ihracata dayalı kalkınma stratejisi modeli ve yüksek faiz politikalarının bir sonucu olarak; ücretler ve ücretlileri baskı altına almıştır. Baskı altındaki ücretler, gelir dağılımından ve servetten alınan payı ücretliler aleyhine bozmuştur.

Evet, Türkiye ekonomisi 24 Ocak kararlarıyla serbest piyasa ekonomisine adım atarken, devletin hazinesi de uzun yıllarca kendi doğurduğu bu piyasaya mahkûm olmuş ve gelir dağılımını bozucu şekilde faizle beslenen bir sermaye grubu oluşturmuştur. Ekonomide yaşanan rant mantığı toplumsal gelir uçurumunu büyütmüştür…

28 Kasım 2020

ULUS (Hâkimiyet-i Milliye) Gazetesi

 Gazetenin kuruluşu

Heyet-i Temsiliye, Sivas’tan ayrılıp Ankara'ya geldikten sonra, mücadelenin durumu hakkında halkı ve dış dünyayı bilgilendirmek, Millî Mücadele lehinde propaganda yapmak için Ankara’da yeni bir gazetenin çıkarılmasına karar verdi. Gazetenin adı; Sivas’taki İrâde-i Milliye'yi çağrıştırdığı için “Hâkimiyet-i Milliye” olarak belirlendi.


Haftada iki gün ve dört sayfalık olarak çıkarılmaya başlayan gazetenin ilk sayıları, Ankara Valiliği'nin alt katındaki Vilayet Matbaası’nda basıldı. Vilayet Matbaasının bütün makineleri ve çalışanları Hâkimiyet-i Milliye'ye devredilmişti. Gazetenin yazıhanesi Ulus Meydanı'ndaki Veli Han'da bulunuyordu. Gazetenin Mesul Müdürü Recep Zühtü Bey, Yazı İşleri Müdürü ise Nizamettin Nazif idi.

Yazıların yayınlanması ve dağıtılması ile Heyet-i Temsiliye üyesi Hakkı Behiç Bey ilgilenmekteydi. Mustafa Kemal kendi düşüncelerini Hakkı Behiç’e not ettirmekte; diğer yazıları da tek tek incelemekteydi. Yazıların altına Mustafa Kemal’in imzası konmuyordu; bazı yazıların altına yıldız konmuştur; bu yazıların Mustafa Kemal’in kaleme aldığı veya not ettirdiği yazılar olduğu düşünülür.

Kurtuluş Savaşı'nın galibiyetle sonuçlanması ve Cumhuriyetin ilanından sonra da Cumhuriyet Halk Fırkası'nın yarı-resmi yayın organı olarak hayatını sürdüren Hâkimiyet-i Milliye; 28 Kasım 1934 tarihinde Ulus adını almıştır.

Teknik özellikler

Gazete, başlangıçta 57 x 82 boyutlu kağıdın ikiye katlanışı ile 4 sütun üzerinden hazırlanıyordu

İlk sayılar

10 Ocak 1920 Cumartesi günü gazetenin ilk sayısı yayınlandı. Gazete adının altında “mesleği milletin iradesini hakim kılmaktır” alt başlığı yer alıyordu.

İlk sayı, iki yaprak olarak çıkmıştı. Mustafa Kemal’in not ettirdiği başyazı, bütün ilk sayfayı kaplıyordu. Yazıda, Milli Mücadele’nin hedefleri anlatılmıştı. Bursalı hanımların Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti’ne çektikleri işgali protesto eden uzun telgrafı ile Fransızların Maraş’ı işgallerini protesto eden Pazarcık Müftüsü, Belediye Başkanı ve halkın telgrafı da ilk sayıda yer alıyordu.

Gazete, 47. Sayıdan sonra 18 Temmuz 1920’den itibaren haftada üç gün yayımlanmaya başladı. Teknik yetersizlikler yüzünden 6 Eylül 1920 - 30 Ekim 1920 arasında yine haftada iki gün yayınlandı.

Günlük gazete hâlini alışı

Eskişehir'de Arif Oruç’un çıkardığı Yeni Dünya gazetesine Çerkez Ethem Ayaklanması'ndan sonra el konulunca dizgi kasaları ve makineleri Hâkimiyet-i Milliye gazetesine devredildi. Yeni matbaa makinesinin gelişi ve İstanbul'dan usta mürettiplerin getirilmesinden sonra Hâkimiyet-i Milliye'nin günlük gazete halini alması mümkün oldu. Hazırlıklar için 22 Ocak 1921’de çıkarılan 100. sayıdan sonra yayına iki hafta ara verildi; yeni matbaa Veli Han'ın içinde kuruldu. 6 Şubat 1921'de tek yapraklı ilk günlük gazete yayımlandı. Gazete, Cumartesileri hariç her gün çıkmaya başladı.

6 Şubat 1921'den itibaren derginin Yazı İşleri Müdürlüğü'ne sırasıyla Hüseyin Ragıp Baydur, Nafi Atuf Kansu ve Ziya Gevher Etili atandı.

23 Temmuz 1921'de Yunanların Sakarya'ya doğru ilerleyişi nedeniyle gazetenin Cumartesi günü olmasına rağmen çıkması uygun görülmüştü. Küçük boyutlu bir sayı hazırlandı. Gazete, kâğıt sıkıntısı nedeniyle 11 Ocak 1922'ye kadar küçük boyutlu olarak yayımlanmaya devam etti.

Latin alfabesine geçiş

2 Eylül 1928'den itibaren gazetenin başlığı Latin harfleri ile, yazılar ise Latin ve Arap harfleri karışık olarak dizildi. Gazete, 1 Kasım 1928'den itibaren tamamen Latin harfleri ile basıldı.

Yazı kadrosu

Kurulduğu günlerde Hâkimiyet-i Milliye'nin yazı kadrosu Recep Zühtü, Hüseyin Ragıp, Sabri Ethem Ertem, Ahmet Hakkı, Hamdi Osmanzade, Aşki Naili, İsmail Suphi, Ağaoğlu Ahmet Bey, Nafi Atuf Kansu, Nasuhi Baydar, Ziya Gevher Etili, Mahmut Esat Bozkurt yer alıyordu.

Ankara’da bulunan aydınlar ve gazeteciler Hâkimiyet-i Milliye'ye yazı verdiklerinden yazı kadrosu zenginleşmişti. Hâkimiyet-i Milliye'ye katkıda bulunanlar arasında şu isimler yer alır: Foto muhabiri Ethem Tem, Mehmet Akif, Halide Edip Hanım, Dr. Adnan Bey, Müfide Ferit Hanım, Ahmet Ferit Bey, İsmail Müştak Mayakon, Yakup Kadri, Ruşen Eşref, Hamdullah Suphi, Mehmet Emin, İsmail Habip, Celal Nuri İleri, İsmail Hami, Cemal Hüsnü Taray, Hayrettin Taran ve Vedat Dicleli.

Bugün yayımlanan gazetenin yazar kadrosu ise Birgül Ayman Güler, Metin Aydoğan, Barış Doster, M. Oktay Çetinel, Hasan İleri, Ali Eralp, Erdal Tekin, Alaeddin Usta, Anıl Çeçen, Emre Koşak, Gürsel Ekmekçi, İsmail Hakkı Pekin, Can Güçlü, Üçüncü Şahıs olarak belirtilmektedir.

Tiraj

Gazetenin ilk sayısının 1200-1500 adet basıldığı sanılmaktadır. Zamanla günlük 5000-6000 tirajı olan bir gazete haline gelmiştir.

Ulus adını alması

Gazete, 28 Kasım 1934’ten itibaren Ulus adını aldı; CHP’nin izlediği tek parti politikasının sözcüsü oldu. 14-15 Aralık 1953’te Demokrat Parti’nin çıkardığı bir kanun doğrultusunda Cumhuriyet Halk Partisi'nin mallarıyla birlikte Ulus matbaası, binası ve tesisleri de hazineye devredildiğinden gazete kapandı. 10 Haziran 1955’te tekrar yayın hayatına dönebildi (kimi kaynaklarda 14-15 Haziran 1953 ile 10 Haziran 1955 arasında Nihat Erim tarafından çıkarılan “Yeni Ulus” ve “Halkçı” gazeteleri de Ulus’un devamı olarak ele alınır.) 1955-1971 arasında Ulus ismi ile yayınına devam etti.

Barış adını alması

Gazete, 29 Temmuz 1971’den itibaren Barış adıyla yayınını sürdürdü. Barış, Ankara, İstanbul, Samsun ve Mersin gibi illerde çıkan bir yerel gazete görünümündeydi 1975 yılında 18752. sayıya kadar yayını sürdürdü.

Yeni Ulus adını alması

Gazete, 1974-1981 yılları arasında Yeni Ulus adıyla devam etti.

Yeniden kuruluşu

Gazete, 1983 yılında Günaydın gazetesinin sahibi olduğu Haldun Simavi tarafından satın almasıyla birlikte Ulus adıyla yeniden yayına başladı. 1988 yılında Günaydın ve Tan (gazete) gazetesi ile birlikte Asil Nadir satın aldı. Fakat birkaç yıl sonra kapandı. 2008 itibariye gerçek adına geri dönmüş Ulus adıyla yayınlarını sürdürmeye başlamıştır. Bugün de aynı isimle yayın hayatına devam etmektedir. Bugün için haftalık baskı yapan gazete, günlük baskı çalışmalarına devam etmektedir.

30 Eylül 2020

Dünya ile hiçbir bağlantıları yok

image  image
Yüzlerce yerel kabilenin yaşadığı Venezuela-Brezilya sınırındaki Amazon ormanları gazeteciler tarafından görüntülendi. Amerika kıtasının keşfedilmesinin üzerinden 500 yıla yakın süre geçmesine rağmen hala tamamı keşfedilememiş olan yerli halkların en büyüğü olan Yanomamiler, dış dünyayla bağlantı kurmamış kamplara sahip.
20. yüzyılın sonlarından itibaren Yanomamilerin yaşam alanlarını ve yaşamlarını tehdit edenler ise, kaçak maden arayan İspanyol kökenli altın avcıları. Afrika 'daki ve Ortadoğu 'daki benzer büyüklükteki kabilelerle benzer geleneklere sahip olan Yanonamilerde evlilik, ailelerin uygun gördüğü kişilerle yapılabiliyor.
imageimage
Kadınların çocuklarla ve kamplardaki bahçelerle ilgilendiği kabilede erkekler avcılık ve balıkçılık görevini üstlenmekte.
image  image
Kabilenin yaşlıları küçük çocukların eğitimini üstlenmekte. Böylece geleneklerini ve yaşamak için gerekli bilgileri nesilden nesile aktarıyorlar.
Ticaret anlayışının olmadığı kabilelerde çocukların bakımından, avcılığa herşey ortak. En büyük kamp 3 farklı aileden oluşmakta.
image  image
Böylece toplum içi şiddetin ve ayrılığın önüne geçildiği düşünülen sistemde yabancı kamplarla da düşman ilişkisi bulunmamakta.
Bu özelliklerinden dolayı Yanonamiler, madencilerin saldırılarının farkına varamadan birçok üyelerini kaybetme tehlikesi altında yaşamlarını sürdürüyor.
image   image
Venezuela ve Brezilya sınırı boyunca yaşayan 14 bin nüfuslu bu yerli halk ülke yönetiminden, vergilerden ve yardımlardan habersiz yaşıyor. Devlet sisteminin tamamen dışında yaşamaları güvenlikleriyle ilgili problemleri de görünmez kılıyor.
image  image
Venezuela hükümeti silahlı güçleri, belirli dönemlerde Amazon ormanı derinliklerine göndermekte ancak bu operasyonlarda esas amaç kaçak madencilerin çalışmalarını engellemek.
image image
image
image
image image
Bu ülkede Başkent Juba'nın kuzeyinde, Nil kıyısında yaşayan Mundari adlı bir kabile bulunuyor.  Mundarilerin bütün hayatı hayvancılık üzerine kurulu. Onlara sığır kralları deniyor.
image
Yetiştirdikleri hayvan ise Ankole-Watusi olarak bilinen bir sığır türü.
image
Boyları 2,5 metreye kadar ulaşabilen bu hayvanların her biri 500 dolar değerinde.
image   image
image   image
Bu nedenle Mundari kabilesinin en değerli varlıkları bu hayvanlar. Öyle ki kabile üyeleri hayvanlarını makineli tüfeklerle koruyor
Fotoğrafçı Tarık Zaidi belgesel çalışması için 4 gününü bu kabileyle ve kabilenin gözü gibi baktığı bu sığırlarla birlikte geçirdi. Zaidi tanıştı her kabile üyesinin favori bir ineği olduğunu söylüyor. Bu hayvanları etleri için öldürmeleri çok ender görülüyor.Bu ineklerin sadece sütünden faydalanmıyorlar, aynı zamanda idrarını da antiseptik olarak kullanıyorlar. İdrardaki amonyak ise kabilenin genelinde görülen turuncu saç renginin baş nedeni.
image
Hayvanlarına günde iki kez masaj yapıyorlar.
image image
Güney Sudan'da hayvanlar ve hayvancılık çok önemli. Sudan'dan bağımsızlıklarını kazanmadan önce yaşanan savaşlarda hedefler hep hayvan çiftlikleri oluyordu. Bağımsızlığın ardından da hayvancılık önemini koruyor. Hatta her şeyleri...
image  image
imageimage
imageimage
imageimage
imageimage
imageimage
image image
image
İşte savaşın ne olduğu bilmeyen insanların yaşadığı topraklar...
image   image
Muhteşem doğası, Hindu Kush dağlarıyla çevrili düzülükleriyle bir dönemin İpek Yolu'nun en gözde noktalarından birisi olan Wakhan Koridoru şu an medeniyetin en ücra yerinde bulunan kabilelerin yaşadığı bir yer. Bölgeyi Fransız fotoğrafçı Eric Lafforgue görüntüledi.
imageimage
Pamir dağlarının Afganistan'da ki bölümüne Wakan bölgesi deniyor. Wakhan Koridor'u, Afganistan'ın Kuzeydoğusunda, Tacikistan, Pakistan ve Çin'e komşu bölgesinin adı.
imageimage
Bölgede 2 topluluk var. Wakhi'ler ve Kırgızlar  Wakhiler vadide yerleşik hayata geçmiş, hayvancılık ve tarım ile geçinirken daha yükseklerde yaşıyan Kırgızlar ise sadece hayvancılık ile geçiniyor ve göçebe bir hayat sürdürüyorlar.
image
Afganistan'ın en ücra köşesi olan Wakhan Koridoru'na hiç bir savaş uğramadığı gibi medeniyete dair hiç bir belirti de yok.

Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!