Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


Efsaneler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Efsaneler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ekim 2020

Ağlayan Kadın (Meksika Efsanesi)

Ağlayan Kadın ("La Llorona", "Beyazlı Kadın"), Meksika kökenli bir şehir efsanesidir. Genellikle çocukları korkutmak, onlara söz dinletmek için anlatılan bu hikayenin kökeninde Maria adında güzel bir kadının iki çocuğunu boğarak öldürmesinin ardından kendini nehre atarak intihar etmesi ve bu yüzden arafta kalması anlatılmaktadır. Maria'nın ruhu sonsuza kadar dünyada dolaşıp çocuklarına ağıt yakmaya mahkum edilmiştir. Bazı anlatımlarda öteki dünyaya geçebilmesinin şartı çocuklarını bulup yanında getirmesi olarak Lloronabelirlenmiştir.

Söylenceye göre beyazlar içinde, çekici bir kadının (Maria'nın hayaleti olduğu sanılmakta) geceleri nehrin yakınında ağıt yakarken duyulması ona "Ağlayan Kadın" adının takılmasına sebep olmuştur.

Maria'nın çocuklarını boğma sebepleri ve hayaletinin yaşayanlara musallat olması farklı şekillerde anlatılmıştır.

Bunların başlıcasında kocasını aldatan Maria, aşığıyla olabilmek için çocuklarını katleder. Bunu öğrenen aşığın artık Maria'yla olmak istememesi sonucu intihar eden kadının hayaleti arafta sıkışmıştır. Bu hikayede öteki dünyaya geçebilmek için karanlık çöktükten sonra dışarıda yalnız dolaşan çocukları kandırarak veya zor kullanarak yanında götürmesi ve onları öldürerek gereken şartı sağlamaya çalışması anlatılmaktadır.

Bir diğerinde ise kocası tarafından aldatılan güzel kadının çocukları ve kendini öldürdükten sonra ıssız yol kenarlarında bekleyerek erkeklerin dikkatini çekmeye çalışması, çekiciliğiyle onları baştan çıkarması ve sevdiklerine ihanet ettirmesinin ardından onları öldürerek kinini çıkarmaya çalışması anlatılmaktadır.

Efsaneye göre onun ağlamasını duyan veya kendisini gören insanlar yakın zamanda ölüme mahkumdurlar.

26 Ağustos 2020

25-26 Ağustos 1922' de Yaşananlar

 Atatürk'ün hayatındaki en zor günü 26 Ağustos 1922'dir çünkü bu tarih Türklerin Anadolu'daki son bağımsız günü olabilirdi. Atatürk de bunun bilincindeydi. Devlet 1911'den beri tam 11 yıldır savaştadır. Tükenmek üzeredir. Atımlık tek barutu kalmıştır.

Atatürk 1921'de Sakarya Savaşı'nı kazandı fakat ordunun önemli bir kısmı firar etti. Üstelik mevcut subayların çoğu şehit oldu. Yunan ordusu ise Ankara önlerinden çekilip Afyon-Eskişehir eksenine İngiliz destekli "muazzam" bir savunma hattı kurmuştu.

İngilizler bu savunma hattı için "Türkler 6 ayda geçerse 6 günde geçmiş sayabilirler" diyordu. Savunma hattı o kadar sağlamdı. Atatürk de bunun bilincindeydi. Uzun süre vuruşamazlardı. Savaş uzarsa cephane, erzak, para vs yetmezdi. Batı Anadolu Yunan toprağı olurdu.

Bu nedenle düşmanı tek vuruşla imha etmek ve Anadolu'dan atmak gerekiyordu. Atatürk bu iş için riskli bir plan oluşturdu. Ya büyük bir bozgun ya da büyük bir zafer olacaktı. Bu planı sadece üç Mustafa biliyordu: 

Mustafa Kemal,

Mustafa İsmet,

Mustafa Fevzi...

Yunan ordusu Ertuğrul Bey, Osman Bey, Orhan Gazi gibi tarihi şahsiyetlerin mezarlarını çiğniyor, üç Osmanlı başkentinde Türkleri aşağılıyordu. Meclis savaşmak için Atatürk'e baskı yapıyor fakat 27 Temmuz'da futbol maçı düzenliyor, Ağustos ortalarında Çay partisi veriyordu.

Türk'ün savaşı hileli olur. Attila'dan Kılıçarslan'a, Selçuk Bey'den Fatih'e, Timur'a ve Mustafa Kemal'e... Türk tarihi savaşta hileyi sanatçı gibi kullanan mareşallerle doluydu.

Futbol maçı ve çay partisi işin hilesiydi. Mustafa Kemal savaşın son hazırlıklarını yapıyordu.

Meclis'te Atatürk öyle eleştiriliyordu ki... Bu eleştirileri duyan Yunan ordusu, Türklerin içine düştüğü durumdan keyif alıyor, rahat bir şekilde olan biteni izliyordu. Atatürk'ün istediği de buydu. O, muhaliflerini de hilenin bir parçası haline getirmişti.

Savaştan birkaç gün önce, Çay partisi verildiği esnada hızlıca Konya'ya geçti. Telgraf ve posta teşkilatı basıldı. Kontrol altına alındı. Geldiğini duyurmak mümkün değildi. Oradan cepheye geçti. Savaş planı masaya kondu. Paşalardan itiraz eden oldu.

Harbiye'nin eski stratejisti Yakup Şevki Paşa itiraz etti. Paşa'ya göre bu delilikti. Kaybetme riski yüksekti. Başarısızlık halinde Ankara düşer, Milli Mücadele kaybeder, Anadolu tamamen işgal edilirdi.

Plana göre cephanenin ikmali mümkün olmayacaktı. Yani kurşun biterse işimiz kılıçlara kalacaktı. Makineli tüfeğe karşı kılıç... Yakup Paşa buna onay veremiyordu. Haksız sayılmazdı.

Atatürk "İkmali düşmandan yaparız" demişti. Yani düşman ele geçmezse imha riski olacaktı.

Tartışma uzayınca Atatürk "Uğraşa uğraşa, ancak 1 yılda düşmanla az çok denk bir hale gelebildik. Bir daha bu gücü yaratamayız. Bu sefer kesin sonuç almak, savaşı bitirmek zorundayız. Bunun için de, tehlikesine rağmen, bu planın uygulanmasından başka çare göremiyorum" dedi.

Yakup Paşa "Bu planla kaybedersek bize vatan haini derler. Bu meclis bizi asar" diye itirazını sürdürünce Atatürk net konuştu: 

"Korkmayın paşam. Sorumluluk bana aittir. Kaybedersek beni hemen asarsınız!"

Peki ne yapılacaktı? Plan neydi? Esasen Yakup Paşa haklıydı. Atatürk'ün planı ters cepheydi. Taarruzdan bir gece önce ordunun neredeyse tamamı mevzileri terk ederek yer değiştirecekti. Bu durum fark edilirse koca ordu hareketli halde yakalanır ve bir gecede imha olabilirdi.

Taarruzdan bir gece önce, 25 Ağustos günü, hava karardıktan sonra ordu harekete geçti. Cepheyi terk ederek, Şuhut dağları arasından, bir patika vasıtasıyla Yunan hattının güneyine sızdı. Kimse fark etmedi.

Koca milletin kaderini değiştirecek ordu, koca toplar, silahlar, onca yük... Sessiz sedasız şekilde varması gereken yere vardı. Sabahın ilk ışıklarından biraz önce bombardıman başlayacaktı. Dakikalar geçmek bilmiyordu.

Tan ağarmaya başladığında İsmet Paşa bombardımanı başlatacaktı. Fakat hiç hesapta olmayan bir şey oldu. Etrafı sis bastı. Toplar kör olmuştu. Bu şekilde bombardıman başlamazdı. Herkes şaşkındı.

Hava gittikçe aydınlanmaya ve fark edilme riski yükselmeye başlamıştı. Sis dağılmıyordu. Mustafa Kemal tepedeki karargahından çıktı. Canı çok sıkılmıştı. sis dağılmıyordu. Yapacağı hiç bir şey yoktu.

Oldukça stresli görünüyordu. Vakit akıp gidiyordu. Bir ara yerinden ayrıldı. Bölgedeki kayalıkların bulunduğu yere gitti. Yalnız başına kayaların arasına girdi. Etraftakiler şaşkındı. Kayalıktan çıkıp yürüdüğü esnada ekipten biri makinesini aldı ve o tarihi anı fotoğrafladı. 

Havanın iyice aydınlanmaya başladığı saniyelerde sis bir anda dağılmaya başladı. Düşman mevzileri görünür hale geliyordu. Vakti gelmişti. Derhal bombardıman için İsmet Paşa'ya talimat verildi. 

26 Ağustos 1922 günü, saat 05:30'da Türk topları sessizliği bıçak gibi yırttı.

Cephane kısıtlıyıdı. Topların mevziyi yok edene dek bitmemesi gerekiyordu. Aksi halde taarruz yapılamazdı. Üstelik ordu dağlık arazide çok ters bir halde kalacaktı. 

Toplar birbirini ardına ateşlenirken, Mustafa Kemal'in stresi arttıkça artıyordu!

Yaveri ve koruması Yarbaz Muzaffer Kılıç onunla birilikte bombardımanı izlerken, Mustafa Kemal'in fısıldadığı cümleleri işitti: 

Ya Rabbi! Sen Türk ordusunu muzaffer et! Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme!" 

İsmet Paşa'nın bombardımanı bir sanat tablosu gibiydi. Yunan mevzileri tam isabet vuruluyordu. Yunan karargahı bu baskını "gerçek taarruzu gölgelemek isteyen kandırmaca" olarak algılamıştı. Asıl hamle doğudan bekleniyordu. Oysa ordu güneydeydi. Hile adım adım işliyordu.

İsmet Paşa'nın topları kısa sürede Yunan mevzilerini parçaladı. Sıra Türk askerindeydi. Tepeler birer birer sarılıp ele geçirilmeye başlandı. Bu sırada Yunan karargahı, İzmir'de bulunan Yunan başkomutana erişemiyordu. Çünkü telgraf hatları kesilmişti.

Gelen haberler nedeniyle karargahın kafası karışıktı. Güneydeki baskın gerçek bir taarruz muydu yoksa şaşırtmaca mıydı karar verilemiyordu. Komutan Trikupis her ihtimale karşı birlik kaydırmaya başladığı sırada Yunan başkomutandan telgraf geldi.

Başkomutan Hagi Anesti, baskının bir şaşırtmaca olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle birlik kaydırma hamlesi durduruldu. Bu esnada Türk ordusu bölgeyi iyice ele geçirmeye başladı. 

Yunan başkomutan İzmir'deydi. Ama Türk başkomutan bizzat cephedeydi!

Ertesi gün, hava ağarırken ikinci bir taarruz gerçekleşti. Türk askeri Afyon'a girdi. Mustafa Kemal, karargahını derhal Afyon'a aldırdı. Savaşın içinde olmak istiyordu. Taarruzun adı Kurt Kapanı'ydı! Fevzi Paşa'nın planı sayesinde git gide Yunan ordusu çevreleniyordu.

Yunan ordusu gittikçe çekilmeye başladı. Yunan karargahı hileyi geç de olsa tamamen sezmiş ve tüm ağırlığı güneye kaydırmaya başlamıştı. Bu defa Yakup Şevki Paşa kuzeyden taarruza kalkmış ve Yunan ordusunu şaşkına çevirmişti.

Ağutos'un 29. günü Türk ordusu Yunanı Dumlupınar'da çevreledi. Düşman kurt kapanına girmişti. Türk askeri süngü hücumuna kalktığı esnada Atatürk adeta sinir boşalması yaşadı. Ateş hattına gitti. Siperlerin üzerine çıktı. "Hagi Anesti! Gel de ordularını kurtar!" diye haykırdı!

Ağustos'un 30. günü Yunan ordusu imha edildi ve kaçmaya başladı. Fakat ordunun geri çekilip mesafeyi yeniden mevzilenmemesi gerekiyordu. Bu nedenle Atatürk o tarihi emrini verdi: 

Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir! İleri! 

Ağustos'un 30. günü kovalamaca başladı. İzmir'e 400 km vardı. Asker yorgundu ama emir kesindi. Önce Uşak'a girildi. Akabinde Yunan ordu komutanı Trikupis, 2 Eylül'de esir alındı. Mustafa Kemal de orduyu takip ediyordu.

Türk ordusu 400 km'lik hattı 9 günde geçerek harp tarihi açısından emsali görülmemiş bir iş yaptı. 2 Eylül'de Eskişehir'i, 6 Eylül'de Balıkesir ve Bilecik'i, 7 Eylül'de Aydın'ı, 8 Eylül'de Manisa'yı geri aldı ve 9 Eylül'de İzmir'e girdi.

Türk askerinden hemen sonra, 10 Eylül günü Mustafa Kemal İzmir'e girdi. Tüm Anadolu bayram ediyordu! 

İzmir kurtarıldıktan kısa süre sonra, bir gemi limana yanaşıyordu! Mustafa Kemal taarruzdan hemen önce Fethi Bey'i İngiltere'ye göndermiş, sorunu savaşsız çözmenin çarelerini aramakla görevlendirmiş, fakat işe yaramayınca önce Roma'ya akabinde İzmir'e geçmesini emretmişti.

Fethi Bey de, "Herhalde Yunan ile yeni görüşmelere başlayacağız, zaten Yunan başkomutan da İzmir'de, o yüzden oraya gönderiyor" diye kafası karışık bir şekilde emri kabul etmişti.

Fakat Mustafa Kemal Fethi Bey'i Yunan'ın Smyrna'sına değil Türk'ün İzmir'ine çağırmıştı. Fethi Bey'in gemisi limana yanaştığında, limanda Yunan değil Türk vardı. 

Atatürk İzmir'e Fethi Bey'den önce varmıştı! 35'e selam olsun!

ALINTIDIR

27 Temmuz 2020

Bermuda Şeytan Üçgeni Efsanesi

MD CRJ 007Bermuda Şeytan Üçgeni efsanesi
1. Kayıp Şehir Atlantis'ten Geriye Kalan Teknoloji

Bermuda Üçgeni hakkındaki birçok iddiadan biri de kayıp şehir Atlantis'in konumu ile Bermuda Üçgeninin konumunun aynı yer oldugu düşüncesi 10. neden olarak gösteriliyor. Ünlü medyum Edgar Cayce, 1968'de, arkeologların kayıp şehir Atlantis'e Bimini yakınlarında, Bermuda Üçgeninden bir giriş bulunabilecegini kehanet etmiştir. O zamanlarda, batmış bir kaya oluşumu Bahamalar açıklarında bulunmuştur ve birçok kişi bunun kayıp şehir Atlantis'in varlığının kanıtı oldugunu düşünüyor...



MD CRJ 008

Efsaneye göre, Atlantis şehri kristaller tarafından güçlendirilmiştir. Bu kristaller günümüzde enerji dalgaları gönderecektir ve bu da uçakları ve gemileri rotalarından saptırıp kaybolmalarına neden olacaktır. Komplo Teorisi aynı zamanda, Denizaltı Bölgesi 51 olarak bilinen sualtındaki askeri güçleri de Bermuda Üçgenindeki kayıplardan sorumlu tutmaktadır.




MD CRJ 009

2. Zaman Çarpıtılıyor

MD CRK 001Haber portalları başka boyutlara kaymaya başladı, ya zaman ve boşlukta gözyaşları varsa? Bu teori ipucu yetersizliğinden dolayı 9. sıraya yerlemiş. Bazı raporlara göre son 500 yılda 1.000'den fazla hayat kaybedildi ve 50'den fazla gemi, 20'den fazla uçak da son yüzyılda kayboldu. Amerikan Deniz Donanması ve Sahil Güvenlik bölgede anormal şeylerin oldugunu söylüyor, ama zaman yolculugu?

Bermuda üçgeni en çok karmaşık bölgelerden biri olarak düşünülse de, hala bu fikir yayılmakta ve tahmin edilen kayıpların sayısı bu nedenle kesin olarak belirlenemiyor, Donanma'ya göre.
Bermuda Üçgeninin mavi deliklerinin, Uzaylılar dünyaya geçiş yaparken oluşturdugu kurtdeliği kalıntılarının sonucu olduguna inanıyorlar. Son zamanlardaki bir başka teori de Rob Mcgregor ve Bruce Gernon tarafından öne sürülüyor : Elektronik Kurbağa, zamanda yolculuk özelliklerine sahip!

MD CRK 002

3.Uzaylıların İnsanları Kaçırması

MD CRK 003Uzaylıların insanları kaçırmasının 10 nedenden 8.si olmasının nedeni:
Kaçırma haberleri çok yaygın olsa da, pek de sevilen bir gerçek değil. Mistik kayıplar hakkındaki bu asparagas 1967 yılında öne çıktı, bunu yapansa National Geographic Birliğidir. Tabi ki uzaylıların kaçırılması olayı keisn bir bilgi degil, ama insanlar çoktan uzaylıların insan kaçırmak için gemilere dadandıklarına kendilerine inandırmışlardı bile...
Altmışlardaki bu hayali sis, yetmişlere girilmeye başlandıgında dağılmaya başlamıştı, ama uzaylı fikri 60'lardan sonra da kuşaktan kuşağa geçen bir hikâye olmuştu.
Steven Spielberg bile bir kurgu filmi yapmıştı, ismi Üçüncü Türün Yakın Tanıkları : Flight 19 adlı mürettebat Üçgen'de 1945'te kaybolmuştu. Muazzam bir deniz ve kara araştırması başlatılmış ama araştırma için depolanan 5 kasa bomba da mürettebatı aramaya çıkıldıgında kaybolmuştu. Flight 19, 13 kişilik bir ekipten oluşmaktaydı, ama ne mürettebat ne onları aramaya cıkan 14 insan, ne de kurtarma uçağı bulunabilmişti. Marsa ışınlanmış olabilirler mi?

MD CRK 004

4. Yok etmeye Yönelik Kasten Saldırılar

MD CRK 005Daha akla yakın olmasına rağmen, daha trajik olan kasıtlı yok etme saldırıları, yedinci sırada yer alıyor. Denizdeki ve uzun süre havada kalma sonucunda sayısız kazazede gerçeği ne insanların savaşmasının acı bir sonucu. Flight 19'dan bildigimiz gibi, kasten yapılan bir saldırı belirtisi ya da herhangi bir ipucu bulunmamakta. Birçok kişi ise o kadar kayıp geminin ve insanın bu saldırılar sonucunda yaşandıgını düşünmektedir.

Kasıtlı saldırıyla anlatılmak istenen şey savaşlar ve korsanlıktır. Dünya Savaşları esnasındaki uçuş kayıtları,sayısız kayıp oldugunu gösteriyor ve kaydı tutulamayanların ise denizaltılar ya da radarlar tarafından batırılmış olabilecekleri varsayılıyor. Korsanlık günümüzde bile denizde yaşanan bir problem . Geçmişte ve günümüzde kayıp gemilerden sorumlu sayısız gemi kaydı bulunmaktadır, hatta efsanevi kaptanları Kabasakal öldükten sonra bile.

MD CRK 006

5.Metan Gazı

MD CRK 0076. neden ise Atlantikteki gizemli, okyanus yutan türden bir gaz :
Metan gazı. Bermudadaki kayıpların bir kısmı için geniş çaplı varlığıyla sorumlu tutulan bir gaz türü. Laboratuvar çalışmaları, metan gazının , suyun yoğunluğunu artırarak gemilerin batmasına yol açabilecegini kanıtlamış. Sonra kalıntılar suyüzüne çıkar cıkmaz ise Gulf Stream-Körfez Akıntısı denilen akıntıyla yeniden yok oluyor.

Buna ek olarak, çamur volkanları ve patlamalar, gemilerin aniden batmasını engelleyen suyu etkisiz hale getiren bir su üretiyor ve gemilerin batması kolaylaşıyor. Bu gaz gemiler kadar uçakları da etikiliyor.
USGS yayınları bu yayılımın 15.000 yıldır olmadıgını söyleyen tek basım. Böyle bi yayılım gerçekten yok mu? Ya da insanların ellerin de kayıt mı eksik?

MD CRK 008

MD CRK 0096. Jeomanyetik Alanlar

Üçgendeki sebepsiz kayıplar pusula ve navigasyon problemleriyle ilişkilendirilir. Bu da jeomanyetik alanları gerçek kılıyor ve Üçgendeki kayıplara mantıklı bir açıklama getiriyor. Jeomanyetik alanlardan kaynaklanan manyetik ekipman problemleri, bunun için 5. sırada yer alıyor.

Birçok kişi bu bölgede manyetik anormallik oldugunu iddia ediyor ve bölge tam kuzey ve tam güneyin sıralandıgı dünyadaki iki yerden biri olma özelliği taşıyor. Rob Gregor'un ve Bruce Gernon'un "Elektronik Kurbaga" teorisiyle ilişkili olarak, güçlü elektronik dalgalar dünyada tüm yüzeyi kaplıyor ve oradan da atmosfere yayılıyor,arkasında sis bulutu bırakarak...

MD CRL 001

7.Körfez Akıntıları

Körfez akıntıları, okyanusun içindeki bir nehir gibidir. Meksika körfezinden başlayan akıntı Florida boyunca Kuzey Atlantiğe dökülür.
40-50 mil genişliğinde bir alana hakimdir akıntı, ve denizin dibindeki yıkıntıyı saatte 5.6 mil hızla yüzeye çıkarabilir.

MD CRL 002

Körfez akıntısı bir gemiyi ya da uçağı kolayca hareket ettirebilir, üstelik Bermuda Üçgeni dünyadaki en derin çukurlardan birine sahiptir, 28.000 metreden daha fazla derinliğe sahiptir.
Teknelerin bu çukurlarda sonsuza kadar yok olması oldukça yüksek ihtimal.
Umulmayacak kadar yüksek dalgaların, körfez akıntısını aşıp , 8 metreden daha yükseğe ulaşması bekleniyor. Bu da kayıp uçak ve gemilerin bulunmasını daha da zor hale getirir.

MD CRL 003

8. Hava ve Azgın Dalgalar

Karayipler-Atlantik fırtınaları tahmin edilemeyen bir havaya ve Bermuda Üçgeni bölgesinde sağanak yağışlara yol açıyor,bu da azgın dalgaları Bermuda Üçgenindeki kayıpların 3. sebebi yapıyor. Londradaki Lloyd Denizzamanı Bilgi Servisinde çalışan Norman Hook isre Bermuda Üçgeni yoktur diyor. Bunun yerine hava şartlarını, kayıpların nedeni olarak gösteriyor.

MD CRL 004Bölgedeki tahribata neden olan fırtınalar, gemilerin batmasın da ve uçakların kaybolmasında gözle görülebilir ve kanıtlanabilir bir gerçek. Son zamanlarda yapılan uydu araştırmaları, tek bir dalganın bile okyanusun açıklarında 80 metreden daha yükseğe ulaştıgını gösteriyor.Ayrıca Bermuda Üçgeni bölgesinin yoğun bir bölge olması da daha fazla kayıba ve kazalara yol açıyor. İnsan hatası en büyük neden olarak gösterilebilir ancak birinci sırada yer alan sebep daha çok tartışma yaratacak bir konu.


MD CRL 006

9.İnsan Hatası

İnsan hatası uçakların ve teknelerin kayıplarının en büyük sebebi aslında. Rota ve sensörlerle ilgili karışıklıklar pilotlardan kaynanlanan hatalar . Uçak kazalarının küçük bir kısmını oluştursalar da bu kazaların %87si ölümle sonuçlanıyor.



Ayrıca Bermuda Üçgeni bölgesinin yoğun bir bölge olması da daha fazla kayıba ve kazalara yol açıyor. İnsan hatası en büyük neden olarak gösterilebilir ancak birinci sırada yer alan sebep daha çok tartışma yaratacak bir konu.



MD CRL 008

10.Rotadan Sapma Efsanesi

Tek açıklama, aslında bu konuda bir açıklamanın olmadığıdır. Tüm Bermuda Üçgeni varsayımları 20. yüzyılda başlayan batıl inançtan başka bir şey değil. Zamanla kitaplar daha da eskiye giderek denizci hikayelerini konu edinmeye başladı, hatta Christopher Colombus'un kendi kayıtlarında bile "Ufukta beliren hareketli ışık huzmeleri", "Gökyüzündeki alevler","Garip pusula göstergeleri"gibi şeyler yazıdıgını görüyoruz. Asıl gizem Bermuda Üçgeni denen efsanenin nasıl başlatıldığı. Ve bu hikayelerin gerek insanlar gerekse konusunda uzman kişilerce hala devam etmesi.


MD CRM 003  MD CRM 001

MD CRM 002

06 Temmuz 2020

Karaoğlan Efsanesi

Karaoğlan dağları İskeçe’ye bağlı Sünnetçiköy’ün hemen eteklerinde başlar. Bu dağların şirinliği, hele yazın serinliği insanı kendisine bağlar.
İşte bu dağlarda bir zamanlar Karaoğlan adında bir yiğit varmış. Bileği güçlü, yüreği dopdolu.
Oralarda yakın köyden bir kız sevmiş. Kız yapyabancının biriymiş. Karaoğlan bir Türk yiğidi imiş. Yapyabancı Türklere kız vermezlermiş. Ama kızın yüreği Karaoğlan’a tutkunmuş. Bi rgün buluşup elele vermişler, dağlara çıkmışlar, dağlar bizim demişler. Demişler ama, arkadan çeteler yürümüş, eli tüfekliler çıkmış.
İki sevgili, iki yavuklu dağlarda, yamaçlarda epey zaman sürünmüşler. Ama nihayet dağ dediğin insana yurt yuva olmaz ya… Karaoğlan ovaya inmeyi hiç çetecilerle göğüs göğüse hesaplaşmayı kaçınılmaz görmüş. Yavuklusunu köyün imamına teslim etmiş. Sonra Yalnız başına dağa çıkmış, çetelerle hesaplaşmaya tutuşmuş, onları birer birer temizlemiş.
Günler geçmiş, Karaoğlan da işini bitirmiş, köye dönmüş. Ama ne denir ki, uğruna can koyduğu yavuklusunun ölüsüyle karşılaşmış. Kızı alıp iki dağ arasında bir yamacın ortasına gömmüş.
Bütün köy halkı gözyaşı dökmüş. Şimdi Batı Trakya dağlarında o yamaç arasından geçenler sularda, esen yellerde, çağıltılarda hep o ağıdı dinlerlermiş. Kimin düğünü varsa, kim mutlu güne ayak atmak istiyorsa önce o dağ yamacındaki yavuklunun mezarını ziyaret ederlermiş. O günden bugüne Batı Trakya’daki o yöre Karaoğlan adıyla bilinmektedir.
 Karaoğlan, daha sonra bir süre yaşamış, kendi adını verdiği Balkanı’da vefat etmiş. Bugün de türbesi Karağolan Dağının tepesindedir.
Kaynak: Hakka Davet, S: 19, Gümülcine

14 Mayıs 2020

Mitoloji Efsanesi : Dioskurlar ve Efsanesi

Kelime anlamı “Zeus’un delikanlıları” dır. Bu isim Leda’nın iki oğlu Kastor ile Polydeukes’e verilir. Leda’ya aşık olan Zeus bir gece taygetes dağının vahşi tepesine iner. Gece çok karanlıktır. Yüksek dağın sessizliğini bozacak hiçbir gürültü yoktur. Zeus neden tanrıların dağını terk edip, yeryüzüne inmişti? Elbette bunun bir nedeni olacaktı! o gönül verdiği güzel bir kızı elde etmek için, yakışıklı bir kuğu olup, yeryüzüne inmiştir, Leda aynı zamanda kocası Tyndaros ile de berabermiş. Leda daha sonra bir yumurta dünyaya getirmiş ve bu yumurtadan ikiz çocuk çıkmıştır. Çocuklardan Helena ile Polydeukes Zeus’a, Kastor’la Klytaimestra Tyndaros’a aittir. Zeus’un oğlu ile Tyndaros’un oğlu birbirinden hiç ayrılmamış, kardeşlik ve dostluğun simgesi olmuşlardır.

Dioskur’lar pek çok efsanede omuz omuza çarpışan kahramanlar olarak geçer. Ancak daha önce başlarına gelen talihsiz bir oyunda öldükleri için Troya Savaşı’na katılamamışlardır. Avrupalı ressamlara sık sık konu olan bu trajik olay şöyledir; Dioskurlar, Likyalı kahraman Leukippos’un iki kızına aşık olup, kızları (Phoibe ve Hilaria) kaçırırlar. Ancak kızların nişanlıları (aynı zamanda amca oğulları) peşlerine düşerler. Çıkan kavgada Kastor ölür, ölümsüz olan Polydeukes ise kurtulur. Tanrı Zeus birbirini seven bu iki kardeşi ayırmamak için onları gökyüzüne, yıldızların arasına yerleştirir. Dioskurlar aynı zamanda ikizler burcunu temsil ederler.

Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!