Tuna Bulgar Devleti, pek çok yönüyle tarihi bir vaka olma özelliği taşır. Bugünkü Bulgaristan’ın temelini oluşturan Tuna Bulgar Devleti, bir Türk Devleti olarak kurulmuş ancak bir Hristiyan/Slav devleti olarak yıkılmıştır. Bu açıdan Türk Tarihinde önemli bir yer alması gerekirken maalesef arka sayfalarda kalmış ve yeterli önem verilmemiştir.
Türklerin Kıpçaklar kolunun Bulgar boyundan olan Tuna Bulgarları, 35 yıl gibi çok kısa bir süre var olan ancak Balkanlardaki Türk Birliğini kurmakta öncü güç olan Büyük Bulgar Hanlığının yıkılmasıyla dağılan Bulgar topluluklarının başında bulunan Asparuh öncülüğünde 679 yılında kuruldu. 750Bin Km²’lik bir alanda (Yaklaşık olarak bugünkü Türkiye Coğrafyası) hüküm sürecek olan Tuna Bulgarları, zaman içerisinde Slav kavimlerin devlet yönetimi hakimiyetleri altına almasıyla asimile olarak tarih sahnesinden silindiler.
Büyük Bulgarya Hanlığının yıkılmasıyla Tuna bölgesine göç eden topluluklar ağırlıklı olarak Bulgar ve Slav kavimleri idi. Bu topluluklar içerisinde Slavlar’ın nüfusu hatırı sayılır derecede yoğundu ancak devlet teşkilatlanması, yönetim biçimi ve Dini/Kültürel değerleri Tuna Bulgarlarını bir Türk Devleti olarak kabul etmemizi gerektirir. Zira literatürde de Oğuz Türk’lerinin en uzun ömürlü siyasi teşekkülü olduğu kabul edilir.
Asparuh Dönemi (679 – 702)
Büyük Bulgarya Hanlığının kurucusu Kubrat’ın oğlu Asparuh, devleti yöneten kardeşi Batbayan’ın bölgede hakim güç olan Hazar’ların hakimiyetini kabul etmesiyle, Hazar’a bağlanmak istemeyen Bulgar’ların önderliğini yaparak, beraberinde Slav kavimlerle birlikte Bucak’a yani güneye doğru (Bizans Sınırlarına) ilerleyerek Tuna Bulgar Devletini kurdular. Asparuh, devletini dönemin önemli gücü Avarlar ve Bizans arasındaki bölgede kurdu. Tuna Bulgarlarının kurulduğu dönemde Bizans tahtında 4. Konstantinos bulunuyordu. Doğu Roma tarihinde Attila’dan miras kalan bir Türk korkusu bulunuyordu. Attila’nın torunlarının kurduğu ve yıkılan Bulgarya Hanlığının mirasçıları olan Tuna Bulgarları Konstantinos’u oldukça rahatsız etti. Öyle ki, henüz kurulmamış bir devletin üzerine muazzam bir ordu ile yürümeye karar verdi. Konstantinos’un ordusu hem karadan hem de denizden ilerleyerek Asparuh’un üzerine sefere çıktı. Asparuh, henüz kurulan devletinin ordusunun ve teşkilatlanmasının zayıf olması nedeniyle meydan muharebesinden çekinerek geri çekildi ve bataklık bir bölgede savunma pozisyonu aldı. Bizans ordusu açıkca üstünlüğünü sağlayacakken Konstantinos’un rahatsızlanması nedeniyle geri dönmek zorunda kaldı. Bu yarım kalan hareket Asparuh için bir zafer niteliği taşıyordu.
Tuna Bulgarları Bizans’a karşı zafer kazanmış bir devlet olarak güç kazanmaya başladı. Asparuh, Ordularıyla Tuna’yı geçerek Varna’ya doğru ilerleyerek hakimiyetini kesinleştirdi. Varna bölgesinde bulunan 7 Slav kabilesini de kendisine tabi kılarak 1 kabileyi Bizans, 6 Kabileye Avar hududunun güvenliği için sınırlara konuşlandırdı. Hızla büyüyen Tuna Bulgarları, yalnızca 2 sene içerisinde Bizans’a karşı üstünlük sağlayabilecek güce eriştiler. Asparuh, gücünüde kullanarak Bizans üzerindeki baskıları arttırarak Bizansı vergiye tabi hale getirdi. Aynı yıl güneye doğru ilerleyerek bugünkü Şummu şehri sınırlarındaki Pliska’yı başkent yaptı. Bu durum, batı kaynaklarında “Bizans Sınırlarında Bozkır Kültürüyle Yaşayan Bir Devlin Başkenti Kuruldu” şeklinde geçer.
687 yılına gelindiğinde, Konstantinos’un yerini oğlu Justinianos’a bırakması ve Justinianus’un babasının ödemeyi kabul ettiği vergiyi reddetmesiyle Asparuh ve Bizans arasında yeni bir çatışma meydana geldi. Asparuh’un Bozkır stratejisiyle giriştiği bu mücadelede Justinianos, Slavların koruduğu hatta kadar önemli bir direnişle karşılaşmadan ilerledi ancak geri dönüş yolunda Asparuh’un kuvvetleriyle karşılaştı. Bu stratejik hamleyle gafil avlanan Justinianos’un ordusu ağır bir yenilgi alarak tam anlamıyla yok oldu, kendiside yaralı olarak kaçarak ancak canını kurtarabildi.
Asparuh, bu mücadele ile Bizans üzerinde ciddi bir baskı kurdu. Ömrünü tamamlayacağı 702 yılına kadar Bizans’dan bir tehdit yada saldırı ile karşılaşmadı. Bu süre zarfındada devletin teşkilatlandırmasını geliştirerek diğer komşusu olan Avar’lar ile olan sınırlarını muhafaza etti. 702 yılında vefat ettiğinde Balkanlarda güçlü bir Türk Devleti bıraktı. Asparuh’un ölümü üzerine yerine oğlu Tervel yönetime geçti.
Tervel Dönemi (702 – 718)
Tervel, babasından sonra yönetime geçerek hem Avar bölgesinin güvenliğini hemde Bizans üzerindeki baskılarını devam ettirdi. Tervel’in yönetime geçtiği dönemde Bizans önemli iç karışıklıklar ve çalkantılarla boğuşuyordu. 687 yılında Asparuh ile giriştiği mücadeleden ağır kayıplar alan Justinianos tahttan indirilerek kırıma (Hazar Bölgesi) sürülmüştü. Yerine 2. Tiberios geçirildi. Justinianos sürgündeyken Hazar Kağanının kızıyla evlenmişti. Bizans İmparatoru Tiberios, Hazar kağanına hediyeler göndererek Justinianos’u öldürmesini istedi. Justinianos bunu öğrendiğinde bir yolunu bulup Kırımdan kaçarak Tervel’e sığındı. Tuna Bulgarlarının Bizans üzerindeki baskısı ve politik teğsiri aşikardı. Tervel, ordusunu toplayıp Justinianos ile birlikte Bizans’a girerek tekrar tahta geçmesini sağladı. Bu hamlelerinin karşılığında Zağra (Zagora) olarak telafuz edilen bölgeyi Tervel’e hediye etti.
Justinianos’un zalim bir İmparator olduğu tarih kayıtlarında sıkça geçmektedir. Tekrar yönetime geçtikten hemen sonra tüm muhaliflerini öldürtür. Her ne kadar tekrar tahta geçmesini Tervel sağladıysa da, tahttan inmesine sebep olanda babası Asparuh idi. 708 yılına gelindiğinde Justinianos, Hem geçmişten gelen intikam duyguları hem de karakteristik yapısı hasebiyle egemenliğini sağladıktan hemen sonra hediye ettiği toprakları geri isteyerek büyük bir orduyla hem karadan hem denizden Tervel’in üzerine yürdü ancak Anchialos kentinde sonuçlanan savaş neticesinde yenildi ve gemiyle kaçarak Bizans’a geri döndü. Bu zaferden sonra Pliska’da yapılan Tervel Anıtı halen ayakta durmaktadır.
Justinianos, bu yenilgiden sonra Tervel’in üzerine tekrar bir seferde bulunmadı. Kendi halkına yaptığı baskılarla bilinen Justinianos, aynı baskıları bölgesindeki Hazar halkına da uygulayınca Hazar Kağanı, sürgünde bulunan ermeni kökenli Philippikos’u Bizans’a göndererek imparator olmasını destekler. Bu hamle neticesinde Justinianos 711 yılında tahttan indirilir. Tervel, bu karmaşadan istifade etmek ve Bizans üzerindeki baskılarını arttırmak amacıyla saldırıya geçerek tehdit amacıyla kenti yağmalar. Bu büdahale Bizans’daki politik karmaşaları dahada arttırır ve Philippikos’un 713 yılında tahttan indirilmesine sebep olur. Yerine 3. Theodosius geçer.
Theodosius, Tervel’in Bizans üzerindeki baskılarına karşı koyamayacağı için 716 yılında barış antlaşması imzalamak zorunda kaldı. Bu antlaşma gereği Bizans sınırlarını Burgaz körfezine kadar çeker ve vergiler düzenli olarak ödenmeye başlar. Bunun yanında ticaret anlaşmaları da yapılarak iyi ilişkiler içerisine girilir. Bu barış döneminde Araplar İstanbul’u kuşatmak için Bizans üzerine saldırmışlardı. Bu kuşatmada, Theodosius ile iyi ilişkiler içerisinde bulunan Tervel, Araplara karşı Bizans’ın yanında yer alarak Bizans’a destek verir.
Kuşatmadan sonrada Bizans’daki iç karışıklıklar devam eder ve 717 yılında Theodosius tahttan indirilerek, ermeni asıllı olan 3. Leon tahta geçirilir. Tervel, Leon’a karşı 2. Anastasius’u destekler ancak Leon, muhalif çalışmaları engeller ve Anastasius’un tahta geçmesini önler. Tervel, bu girişimde Muaffak olamayarak geri döner ve 718 yılında vefat eder.
Trivem Dönemi (718 – 724) ve Sevar / Sever Dönemi (724 – 740)
Tervel’den sonraki Trivem ve Sevar dönemi önemli ölçüde barış içinde geçmiştir. Bu döneme ait tarih sayfalarında önemli bilgiler bulunmuyor. Bizans ile mücadele edilmediği, diğer sınır komşuları olan Avarlar’ında oldukça zayıflamış olmaları, 22 yıllık bir barış süreci olarak karşımıza çıkıyor. Ancak Asparuh ve Tervel dönemlerinde tabi kılınan Slav boyları, görevlendirildikleri sınır bölgelerinde güç kazanması ve nüfuz elde etmeleriyle devletin yönetiminde söz sahibi olmaya başlamışlardı. Bu durum, devletin yönetimini ellerinde bulunduran Dulo ailesi ile Slav knezleri ve komitopuloslarının bulunduğu zümre arasında politik hengameler ortaya çıkardı. İlerleyen zamanlarda Tuna Bulgarlar’ının Slavlaşmasıyla sonuçlanacak bu politik gelişme, Tervel’in vefatı ile kendini göstermeye başladı. Bu sürecin neticesinde Sevar’dan sonra yönetime Slav asıllı olan Kormikoş geçti.
Kormikoş / Kormış Dönemi (740 – 756)
Dulo ailesi ile nüfuzları artan Slav knezlerinin arasındaki siyasi çalkantılar, Slav’ların lehine gelişerek yönetime Kormikoş’un geçmesiyle sonuçlandı. Tuna Bulgarları, yönetim biçimi ve teşkilatlanma olarak Türk örflerine göre idare ediliyordu. Ancak Kormikoş, Bizansın yönetim biçimi ve teşkilatlanmasını beğeniyordu. Bu açıdan Bizans ile iyi ilişkiler içerisinde bulunmayı seçti. Ancak Bizans’ın sınırda kaleler inşa edip Suriyeli ermeni göçmenleri askeri sınıf olarak bu kalelere konuşlandırması Kormikoş’u rahatsız etti. Bizans’dan alınan vergiler Kormikoş döneminde sürekliliğini yitirmiş ve düzensizleşmişti. Kormikoş bu durumu bahane ederek ordusu ile Bizans’a yürüdü. Bizans surlarına kadar ilerleyen Kormikoş, muaffak olamayarak geri çekilse de Bizans’ın denizden ve karadan saldırmasıyla mağlup oldu. Bu yenilgiden sonra vefat ederek yerini oğlu Vinek aldı. Kormikoş ile Dulo ailesinin yönetim üzerindeki hakimiyeti son bulmuştu. Kormikoş’un ölümü üzerine de eski Bulgar sülalelerinden olan Voküller ve Ugayinler birbirleriyle üstünlük mücadelesine giriştiler.
Vinek Dönemi (756 – 761)
Babası gibi Slav asıllı olan Vinek, iç karışıklıkların baş gösterdiği bir dönemde yönetime geçti. Kormikoş döneminde Bizans ile başlayan çatışma hali Vinek döneminde daha da hızlandı. Sık aralıklarla ve uzun süren savaşlar tezahür etmeye başladı. Bu savaşların en önemlilerinden biri 759 yılında meydana gelen Belgrad savaşıydı. Bu savaşta Bizans, büyük bir orduyla Bulgarların üzerine yürüdü. Ancak Vinek’in kazandığı bu savaşta Bizans’ın neredeyse tüm üst düzey komutanlarını kaybetmesiyle sonuçlandı. Vinek, savaş sonrasında esir aldığım tüm Bizans askerlerini de öldürmüştür.
Asparuh döneminde teba olarak kabul edilerek sınır görevlerinde bulunan Slav’lar, Vinek döneminde de güçlendiler. Vinek dönemine kadar Politik çekişmelerin içinde bulunan Slavlar, kendiside Slav olan Vinek döneminde, devlet işlerinde doğrudan görev almaya başladılar. Bu durum, Bulgar boylarını oldukça rahatsız etti. Slav hakimiyetine karşı birlik olan Bulgar boyları, güçlerini birleştirerek Vinek’i öldürüp yönetimden indirdiler ve yerine Ugain boyundan gelen Teleç’i yönetime geçirdiler. Bunun yanında devlet teşkilatlanmasında doğrudan müdahil olan Slav’larda yönetimden uzaklaştırılarak yönetimin tekrar Türkleşmesini sağladılar.
Teleç Dönemi (761 – 764)
Bir tür Devrim ile yönetime geçen Teleç (Telets), Slav boylarının oluşturduğu politik karmaşayı sona erdirip devlet teşkilatlanmasındaki bozukluklara müdahale etti. Devlet yönetimi ve askeri teşkilatlandırmayı toparlayarak Bizans’ı baskı altında tutma politikalarına devam ettirdi. Teleç yönetimi döneminde Bizans tahtında Konstantin bulunuyordu. Bulgar akınlarına karşı zayıf kalan Bizans, Bulgar münasebetlerinin devlet içerisindeki olumsuz etkileri Konstantin’i tedirgin etmeye başladı. Bulgar akınlarına karşı zayıf tepkiler veren Konstantin, kesin başarı elde etmek için hazırlıklarını tamamlayarak Teleç’in akınlarını karşılamak için büyük bir ordu hazır etti. Bu sefer savunma değil saldırı ile karşı koymayı düşünerek Teleç’in üzerine yürüdü. Hem karadan, hem denizden kalabalık bir donanma ve ordu ile Anchialos’da Teleç’in ordusu ile karşı karşıya geldi. Teleç bu savaştan ağır bir yenilgi alarak geri döndü. Konstantin’de aldığı çok sayıda esiri Bizans’a götürüp vatandaşlarına öldürttü.
Teleç’in devrim ile başa geçmiş olması nedeniyle bu ağır yenilgi Slav boyları için önemli bir fırsat oldu. Bu kez Slav’lar yönetime müdahale ederek Teleç’i öldürdü ve yerine Kormikoş (Kormış)’un kayın biraderi olan Sabin ( Savin / Savinos ) yönetime geçirildi. Bu hamle ile Bulgarlardaki iç karışıklıklar tekrar baş gösterdi.
Sabin Dönemi (764 – 767)
Teleç yönetimindeki ağır yenilgiden sonra, iç karışıklıklarında etkisiyle oldukça zayıflayan Tuna Bulgarları, kısa bir dönem önce vergiye tabi kıldıkları Bizans’a karşı koymakta zorlanmaya başladı. Sabin, hem Slavların Bizans ile aralarının çok kötü olmaması, hem de devletin zayıflamış olması ve karşı koyamayacak olması nedeniyle barış teşebbüslerinde bulunmaya başladı. Ancak Bulgar beyleri, bu durumdan hiç hoşnut olmadı. Slavların yönetimde olmaları hasebiyle de tekrar yönetime müdahale ederek Sabin’in yerine Bulgar boylarının lideri konumunda olan Toktu’yu geçirdi. Bu müdahaleye karşı koyamayan Sabin, kaçarak Bizans’a sığındı.
Toktu Dönemi (767 – 772)
Slav hakimiyetine ve devletin iç karışıklıklarla boğuşmasına müdahale amacıyla yönetime geçirilen Toktu, Bizansa karşı koymaya çalışsa da başarılı olamayacağını fark eder ve barış anlaşması için girişimlerde bulunur. Bizans’ın Bulgarlar içerisindeki bazı kişilerle anlaşmazlıkları vardı. Bizans bu kişilerin teslim edilmesine karşılık barış anlaşması imzalamayı kabul ederek antlaşmayı imzaladı. Ancak barış süreci oldukça kısa sürdü. Konstantin, Bulgarlar’ın içinde bulunduğu iç çekişmeler ve zayıflığı kullanarak iç işlerine ve devlet yönetimine müdahale etmeye başladı. Toktu, tüm bu gelişmelere karşı koyamayacak kadar zayıf düşen devletini yönetemeyeceğini anlayarak kardeşi Pagan ile birlikte kaçmaya karar verdi. 772 yılında, kardeşi Pagan ile Tuna kıyısındaki ormanlık alanda saklanırlarken Bizans askerleri tarafından bulunarak öldürüldüler. Toktu’dan sonra yerine başka bir Bulgar beyi olan Telerig geçti.
Telerig Dönemi (772 – 777)
Telerig, Toktu ve kardeşi Pagan’ın öldürülmesinden sonra yönetime geçse de Tuna Bulgarları artık oldukça zayıf düşmüş, hakimiyeti altındaki toprakların yönetimini bile tam olarak sağlayamayarak iç çekişmelerle boğuşmakta olan bir devleti yönetiyordu. Telerig, Bizans’a karşı koyamayacağı için Bizans saldırmadığı sürece bir tepki vermeyerek iç karışıklıkları ve teşkilatlanma sorunlarını çözmeye çalışmaktaydı. Ancak 774 yılında Bizans, donanması ile denizden ve karadan Bulgarlar’ın üzerine yeni bir sefere çıkar. Telerig, barış istese de Bizans’ın amacı Bulgar tehlikesini ortadan kaldırmak olduğundan bu teklifi reddetti. Savaş henüz başlamamışken kopan yoğun bir fırtına, Bizans donanmasının ağır kayıplar vererek neredeyse yok olmasına sebep olur. Bu ağır kayıptan sonra Bizans geri dönmek zorunda kalır. Telerig, hem iç karışıklıklar hem de zayıflayan ordusuna rağmen, Bizans’ın Ülkesi üzerinde baskı kurmasını ve sınırlarını ilerletmesini engellemiştir.
Telerig, Bizans ile mücalede de zayıf kalmasının nedeni olarak iç karışıklıkları görüyordu. Önce ülkesine hakim olması ve iç karışıklıkları ortadan kaldırması gerektiğini biliyordu. Ancak ülkesinde çok sayıda Bizans çaşıtı olması bunu yapmasını zorlaştırıyordu. Akıllıca bir stratejiyle Bizans imparatoruna sığınmak istediğini, ülkesinde kimlere güvenebileceğini soran bir mektup iletti. Bizans İmparatoru yanıt olarak, kendi adamlarını Telerig’e bildirir. Telerig, bizzat Bizans İmparatorunun kendi çaşıtlarını bildirmesiyle harekete geçer ve bu çaşıtların tümünü öldürür. Bizans kaynakları, Konstantin’in yaptığı hatanın ruhsal çöküntüsüyle çok kısa bir süre içerisinde saçlarının tamamen ağardığını yazar. Konstantin, Telerig’in bu hamlesinden sonra süratle ordusunu hazırlayarak, kendiside ordunun başına geçip Telerig’in üzerine yürür ancak sefer sırasında ateşli bir hastalığa yakalanarak geri dönüş yolunda ölür.
Ülkedeki iç karışıklıklar önemli nispette düzeltilmiş, Bizans bir şekilde etkisizleşmiştir ancak kati bir zafer isteyen Bulgar beyleri Telerig’i devirmek için harekete geçer. Telerig, bunu haber alınca Bizans’a kaçar ve vaftiz olarak İmparator 4. Leon’un yeğeni ile evlenip Patrik yapılır.
Kardam Dönemi (777 – 803)
Telerig’in can korkusuyla kaçıp Bizans’a sığınması üzerine Bulgar beyleri, yönetime geçmek üzere Kardam’ı seçtiler.
Tuna Bulgarları, sahip oldukları geniş topraklara rağmen oldukça zayıf düşmüştü. İç karışıklıklar ve Bizans’la yapılan savaşlarda ağır mağlubiyetler almaları siyasi iradeyi ve öz güveni azaltmıştı. Zira Bizans’a göre de Bulgarlar artık önemsiz bir güçtü ve tedirgin olunması gereksizdi. Kardam’da uzun bir süre Bizans ile ilgili bir hamlede bulunmadı. Bu süre zarfında Bulgarlar, Kardam döneminde güçlerini toparlayarak eski güçlerine erişmek için çabaladılar.
Savaşsız geçen 13 yılda İç karışıklıkların önüne geçerek gücünü toparlayan Kardam, 791 yılında tekrar Bizans’ı baskı altına almak amacıyla Güney Makedonya’da bulunan Bizans heyetini, toprakların sahibi sıfatıyla yakalayarak öldürür. Bunun üzerine Bizans İmparatoru 6. Konstantin, beklemediği bu saldırıya karşı yanıt vermek için Kardam’ın üzerine yürüdü. Bugünkü Edirne’nin 20Km kuzeyinde (Sinanköy civarı) Kardam ile karşılaşsa da, ilk çatışmada kaybedeceğini anlayıp geri çekildi. Konstantin, Bu başarısız girişimden 1 yıl sonra 792’de bu kez Karadeniz sahilinden donanması ile saldırıya geçerek Burgaz’ın Kuzey Doğusundaki Karnobat yakınlarında bir kaleye konuşlandı. Kardam’da, ordusuyla kale önlerine gelir. Zaferin kendisinin olacağı kehanetiyle kazanacağından emin olan Konstantin, Kardam ve ordusuna düzensiz ve dağınık şekilde saldırır ve ağır bir yenilgi alır. Kardam, bu savaşta Bizans komutanlarının çoğunu kahin tepelerde öldürerek uzun bir süreden sonra tekrar Bizans’a karşı zafer kazanmış olur. Bu savaştan sonra Kardam ile Konstantin arasında barış imzalanır. Bu zafer ile Bizans tekrar baskı altına alınmış olur.
796 yılına gelindiğinde Kardam, barış anlaşması imzalamış olmasına rağmen Konstantin’den vergi ister. Kabul etmemesi durumunda üzerine sefer yürüteceği tehtidinde bulunur. Bunun üzerine Konstantin, “Sen Zahmet Etme, Ben Oraya Geleceğim” yanıtını gönderir ve anadoludaki birliklerini toplayarak teşekkül ettiği ordu ile Kardam’ın üzerine yürür. Kardam, beklemediği büyüklükteki Bizans ordusu ile karşılaşacağını fark edince savaşa girişmez ve geri çekilir.
Bizans bu savaştan sonra iç karışıklıklar ve çekişmeler dönemine girer. Bizans İmparatoru Konstantin’in, annesi İrene tarafından gözlerinin millenmesiyle Bizans’da önemli bir otorite boşluğu meydana gelir. Buna rağmen Kardam, Bizans ile ilgilenmeyip Avar devletinin yıkılmasıyla Ülkenin Batısındaki otorite boşluğundan istifade ederek topraklarını genişletme çabası içerisine girer. Ancak Avar’ların mirasından pay elde etmek için giriştiği teşebbüsler neticesinde Avar bünyesinde bulunan Bulgar topluluklarını da ülkesine tabi kılınca, tabi kıldığı Bulgar topluluklarının beyleri yönetime göz diker. Bu karmaşalara karşı yönetimini koruyamayan Kardam, Avar yönetimi altında yaşayan Erdel/Orta Tuna Bölgesinde yaşayan Bulgarların lideri Krum hanın yönetimi eline almasıyla kendi yönetimini kaybeder.
Krum / Kurum Dönemi (813 – 814)
Avar İmparatorluğunun yıkılmasıyla Avar bünyesinde varlıklarını sürdüren Tuna bölgesi Bulgarlarının lideri Krum Han, Tuna Bulgarlarının bünyesine girmesiyle gücünü Tuna Bulgarları üzerinde nüfuz haline getirerek yönetime geçti. Krum Han, hem Tuna Bulgarlarının içerisindeki idareyi düzenledi hemde Avarlar’ın yönetimi altında bulunan bölgelerdeki otorite boşluğundan istifade ederek Macaristan ve Transilvanyayı sınırlarına kattı. Krum Han döneminde Tuna Bulgarları, ozamana kadarki en geniş hakimiyet alanına kavuşmuş oldu.
Krum Han’ın ilerleyişinden tedirgin olan Bizans İmparatoru Nikepholos, 811 yılında Bulgar Başkenti Pereyaslav’a yürüyerek Krum Han ile karşı karşıya geldi. Krum Han, Nikepholos’u mağlup ederek Nikepholos’uda savaş meydanında öldürdü ve ordusunu dağıtarak Bizans’ın Tuna Bulgarları üzerinde baskı oluşturmasını önlemiş oldu. Bunun üzerine Nikepholos’un varisi 2. Mikhael, ordusunu toparlayıp güçlendirerek Krum Han’ın üzerine yürüsede Krum Han, Mikhael’ide mağlup ederek otoritesini ve gücünü sağlamlaştırdı. Bu galibiyetin üzerine Bizans’ı ortadan kaldırmak için “Altın Mizrağını Yaldızlı Kapuya (Yedikuledeki Tören Kapısı) Asmaya” yemin etti.
Bizans tehlikesini bertaraf ettikten sonra Sofya, Niş ve Belgrad şehirlerini işgal ederek Avrupa-Ortadoğu arasındaki en büyük Ticaret ve Askeri sevkiyat yolunu kontrolü altına almış oldu. 813 yılında Bizans’ın üzerine yürüyüp Filibe üzerinden Edirne’yi kuşatarak ilerlemeye devam etti. Bizans’ı ortadan kaldırma yemini eder Krum Han, Bizans surlarına kadar ilerleyip bugünkü İstanbul’u kuşatma altına aldı. Fakat saldırıların en şiddetli döneminde 13 Nisan 814’de ağzından kan gelerek ölünce kuşatma durduruldu ve Bulgar ordusu geri dönmek zorunda kaldı. Krum Han’ın ölümünden sonra oğlu Omurtag yönetime geçti.
Omurtag Dönemi (814- 831)
Babası Krum Han’ın İstanbul kuşatmasında ölmesinden sonra yönetime geçen Omurtag, Tuna Bulgarlarına tarihinin en parlak dönemini yaşattı. Önce Bizans ile 30 senelik barış ve ticaret anlaşması imzalayarak toplumunun refahını yükseltti. Bizans’ı kıskandıracak güzellikte şehirler, saraylar, su yolları, abideler, mimari eserler miras bırakmıştır. Bu mirasların içerisinde beklide en değerlisi olan 40M² lik Kitabeli Krum Han’ın Altın Kabartması bugünlere kadar ulaşmıştır.
Ülkenin refaha kavuşması ve güçlenmesinin yanında Slav boylarının giderek nüfuz kazanması ile Hristiyanlığın toplum içinde rağbet görmeye başlamış olması Omurtag’ı rahatsız etti. Omurtag, Türk’lüğün temel taşlarından olan Gök Tanrı inancının korunması ve Kültürel yozlaşmanın önüne geçilmesi amacıyla Hristiyanlığa karşı sert önlemler almıştır.
O dönemde Bizans’a düşman tutum içerisinde bulunan Frenk İmparatorluğu (Bugünkü Fransanın Kökeni) ile uzlaşmaya çalışsa da başarılı olamayınca Tuna-Sava-Drava havzasını ele geçirerek Roma devrinden beri terk edilmiş olan Tuzlaları (Tuz İmalat Havzaları) yeniden işletmeye başlayıp Devletine büyük bir servet kazandırdı. 831 yılında vefat ettiğinde arkasında Muazzam Şehirler ve Müreffeh bir toplum bıraktı. Vefatından sonra yerine oğlu Malamir/Balamir geçti.
Malamir Dönemi (831 – 836)
Malamir / Balamir, babasının vefatından sonra yönetime geçerek müreffeh ülkesini, babası gibi Barışçıl şekilde ve Hristiyanlığa karşı önemli tedbirler almaya devam ederek yönetti. Ülke içerisindeki Slavların nüfuz kazanmasını engellemek, Bizans’ın misyonerlik faaliyetlerinin önüne geçmek ve Şehir yaşantısına alışmaya başlayan Bulgar topluluklarını Kültürel değerlerden uzaklaştırmasını önlemek amacıyla Hristiyanlığa karşı tedbirler alarak kısa bir dönemde olsa Devletin dirliğini muhafaza etti. Vefatı ile yerine Presyan geçti.
Presyan Dönemi (836 – 852)
Omurtag’ın torunu olan Presyan, babası Zvinitzi gibi Slavlaşmış bir Bulgardı. Slav hanımlarla evlenen Bulgar beylerinin çocukları zaman içerisinde Slav kültürünün tesirinde kalarak dini ve kültürel değerlerini kaybediyorlardı. Bu açıdan Presyan’da kültürel değerleri muhafaza etmeyi düşünen bir Han sıfatı taşımıyordu. Presyan döneminde Slavlaşma hızlanarak Bizans ile iyi ilişkiler içerisine girilmesiyle Hristiyan misyonerlerin ülke içerisindeki faaliyetleri artmaya başladı. Hem Slav kültürü, hem de Hristiyanlık Tuna Bulgarları arasında muteber hale gelmeye başlayınca Bulgar Beylerinin otoriteleri zaman içerisinde zayıflayarak nüfuzlarının azalmasına neden oldu. Presyan yönetimindeki 16 yıllık dönem, Tuna Bulgarları açısından çöküşün başlangıcı niteliğini taşıyordu. Kendisi Hristiyanlığı kabul etmemiş olmasına karşın ülke içerisindeki Hristiyan faaliyetleri engelleme teşebbüsünde bulunmayıp, yönetimdeki Slav hakimiyetini kolaylaştırmasıyla Tuna Bulgarları açısından bir kırılma noktası oluşturmuştur. 852 yılında vefatı ile yerine oğlu Boris Han geçti.
Boris Dönemi ve Yıkılış Süreci (852 – 1018)
Slav boylarının nüfuz kazanması ve yönetimi giderek eline geçirmesiyle kültürel olarak da yozlaşan Bulgar toplulukları, Slav kavimlerin arasında önemsiz bir unsur halini almaya başladığı Boris dönemi, Tuna Bulgar devletinin yıkılışını da beraberinde getirmiştir. Boris döneminde, bu çalkantılı dönem iyiden iyiye kendini hissettirmeye başladı.
Boris, 864 yılında İlgi duyduğu Hristiyanlığı kabul ederek devlet dini olarak Hristiyanlığı benimsedi. Hristiyanlıktan uzak duran Bulgar toplulukları, Slavların nüfuz kazanması ve yönetimi ellerinde bulundurması nedeniyle kuzeye doğru göç etmeye başladılar. Yerleşik Bulgar topluluklarınında kısmen Slavlaşması Tuna Bulgar Devletinin Türk’lüğünü ortadan kaldırmaya başladı. Boris Han, 889 yılında manastıra kapanarak yönetimi büyük oğlu Vladimir’e teslim etti.
Vladimir, yönetime geçmişti ancak Gök Tanrı inancı ve Türlüğünü önde tutarak babasının çıkardığı pek çok yasayı da iptal etti. Bu hareketiyle Bulgar topluluklarının desteğini almasına rağmen nüfuzu güçlü olan ve Hristiyanlaşmış olan Slav boyları bu durumdan hoşnut olmadı. Vladimir’in yaptıklarından haberdar olan Boris, 893’de manastırdan çıkarak tekrar yönetime geçti. Oğlu Vladimir’in canlı halde gözlerini çıkartarak öldürdü ve yerine küçük oğlu Simon’u yönetime geçirir.
Simon döneminde Bulgar Toplumu toplu halde Hristiyanlığa geçerek Slav kültürünün etkisi altında kaldılar. Bulgar Türkçesi de Slav dilinin etkisi altında kalarak asimile olur.
Simon’un yönetime geçmesinden sonra Tuna Bulgar Devleti’nin Türk Devleti sıfatı ortadan kalkmış olur. Zira kısa bir süre sonrada yıkılarak “Slav Hristiyan Bulgar Devleti” kurulur. Bugünkü Bulgaristan’ın temelini oluşturan bu devlet, bir Türk boyunun adı olan “Bulgar” kelimesini devlet ismi olarak kullanmaya halen devam eder.
0 Yorum:
Yorum Gönder