Denizaltı harekâtları ve denizden nakliye
Çanakkale Savaşı denizaltı harekâtları
13 Aralık 1914 tarihinde Mesudiye, denizaltı saldırısı sonucu battı. Bundan itibaren Osmanlı donanması, denizaltı saldırılarına karşı önlemler almaya başladı. Boğaz savunma tahkimatlarında denizaltı karakolları kuruldu. Bu karakollar, denizaltının periskopunu görünce topçu ateşine başlıyor ve denizaltıları uzaklaştırmaya çalışıyordu. İtilaf kuvvetlerinin denizaltıları, Osmanlı donanmasının bıraktığı mayınları atlatmayı başarıyordu. Mesudiye'yi batıran HMS B11 denizaltısı, bu mayın engellerini atlatan denizaltılardan biri idi. Bunun üzerine mayın hatları farklı derinliklerde kademeli olarak bırakılmaya başlandı. Denizaltıların boğazı geçmesini önlemek için Haziran 1915'te 2.000 metre genişliğinde bir ağın kurulması kararlaştırıldı. İlk önce 35 - 40 metre kadar derine ulaşabilen ağ, daha sonra 70 metre derine ulaşabildi. Fakat denizaltı ağı etkili olamadı, Çanakkale Savaşı boyunca ağdan 27 defa İtilaf denizaltıları girip çıktı. Bunun üzerine Ekim 1915'te ikinci ağ kuruldu. Ağları korumak üzere bazı topçu bataryalar ve gambotlar görevlendirildi, ağa herhangi bir denizaltı geldiğinde sualtı cihazları tarafından tespit edilebiliyordu. 8 Aralık 1915 tarihinde İtilaf uçakları, ağın tahribi için yüzebilen bombalar attı ancak etkili olamadı. İstanbul'un güvenliği için Galata Köprüsü'ne de benzer ağlar kurulmuştu. Osmanlı donanmasının denizaltılara karşı bir diğer savunma taktiği de, nakliye gemilerinin yanlarına sac levhalarla donatılmış mavnalar getirmek oldu. Bu sayede, denizaltıdan atılan torpidolar korunaklı mavnalara geliyor ve gemi hasar almıyordu. Marmara Denizi'nde, denizaltılara karşı nakliye gemilerinin korunması için önlemler alındı. Osmanlı Bahriye Nazırlığı su çekimi az olan gemilere torpidolar ıskalayacağı için, Şirket-i Hayriye'nin gemileri ve römorkörler tarafından çekilen mavnalar aracılığı ile nakliye işlerinin yürütülmesini emretti. Nakliye konvoylarının korunması için Çanakkale boğazının içinde Draç sınıfı torpido botlar, Gelibolu - Mürefte arasında Taşoz sınıfı muhripler ve İstanbul - Gelibolu arasında da Yadigar sınıfı muhripler görev yapmaya başladı. I. Dünya Savaşı esnasında denizaltılara karşı gelişmiş silahlar henüz icat olmadığı için, diğer donanmaların yaptığı gibi görülen denizaltılara topçu ateşi açılıyordu. Marmara adaları, denizaltılara karşı karakol görevi yürüten gözetleme istasyonları olarak kullanılıyordu, herhangi bir periskop veya denizaltının tamamı görüldüğünde derhal haber veriliyor, Osmanlı savaş gemileri de bölgeye gelerek denizaltılara müdahele ediyordu. Bununla beraber, Osmanlı savaş uçakları da denizaltı-savar timlerde görev yapmakta idi. Sığ sularda dalmış vaziyette olan denizaltıları görebilen uçaklar, denizaltılara hasar veremiyordu.
Şirket-i Hayriye, Haliç Şirketi ve Seyrüsefain Dairesi, askeri nakliye işlemleri için birçok gemiyi ordunun emrine vermişti. 27 Nisan 1915 tarihinde Çanakkale Boğazını geçmeyi başaran Birleşik Krallık denizaltısı E14, Nurulbahir gambotunu batırdı. Gemideki 3 subay ve 30 er öldü. Zuhaf gambotu, denizaltıyı takibe aldı, E14 tekrar torpil saldırısı yaptı ancak isabet kaydedemedi; E14 takipten kurtulmayı başardı. Buna misilleme olarak 30 Nisan'da Sultanhisar torpido botu Avustralyalı denizaltı AE2'yi batırdı. 10 Mayıs günü E14, İmralı Adası açıklarında ilerlemekte olan Patnos ve Gülcemal nakliye gemilerine rastladı. Konvoyu Gayret-i Vataniye savaş gemisi korumakta idi. Saat 20.30'da Patnos'a torpil atıldı, torpil geminin baş kısmına isabet etti fakat ciddi hasar olmadı. Gülcemal'e atılan torpil de isabet etti ve hasar verdi, yine de gemi İstanbul'a ulaşarak batmaktan kurtuldu. 23 Mayıs 1915 tarihinde, boğazı geçmeyi başaran başka bir Britanya denizaltısı olan E11, Peleng-i Derya'yı torpilleyerek batırdı. Ertesi gün Tekirdağ önlerinde cephane yüklü Hünkar İskelesi vapuru torpillendi. 25 Mayıs günü E11, İstanbul Boğazına geldi ve Galata Rıhtımındaki nakliye gemilerini torpilledi. Gemiler acilen tahliye edilerek denizden nakliye emri iptal edildi. Çanakkale Savaşı esnasında 3., 4. ve 12. tümenler deniz yoluyla takviye edilmiştir. Enver Paşa, ikmal konusundaki bu problem için sahil müfettişliğinin kurulmasını önerdi ve sahil müfettişliği kuruldu. 30 Ekim'de Fransız denizaltısı Turguoise boğazı geçti ancak karaya oturdu. Müstecip Onbaşı'nın topçu ateşi isabetli oldu ve denizaltı İstanbul'a götürüldü. Denizaltıdaki evraklarda E20 denizaltısının yeri gösterilmekte idi, bu bilgiler doğrultusunda E20 batırıldı. 6 Ağustos'ta binbaşı Cevat Bey'in komutasındaki Peyki Şevket savaş gemisi, E14 denizaltısı tarafından torpillendi ve ağır hasar aldı. Bundan sonra 3 Aralık 1915 tarihinde Yarhisar muhribi, E11 tarafından Marmara'da batırıldı. Aralarında Almanların da bulunduğu 7 subay ve 33 er ölmüştü.
Demirhisar'ın ve Muavenet-i Milliye'nin münferit harekatları
7 Mart 1915 tarihinde Demirhisar torpidobotu, saat 17.00'de harekete geçti. Karanlıktan yararlanarak Seddülbahir önlerindeki Birleşik Krallık - Fransa birleşik donanmasının arasından geçmeyi başardı. İlk önce İmroz yönünde ilerledi, bir gemi tarafından takip edildiyse de takip sona erdi ve Demirhisar, rotasını değiştirdi. Bozcaada'ya taarruz etme kararı verildi ama bundan vazgeçildi. Ege Denizi'nde birkaç defa yer değiştiren Demirhisar, İzmir Körfezi'nde bir savaş gemisine rastladı. 300 metre mesafeden atılan torpido isabet kaydedemeyince Demirhisar bölgeden ayrıldı. Yakıtı ve makine yağı oldukça azalan Demirhisar torpidobotu, Çeşme'den ikmal yaptı. 11 Mart günü saat 02.45'te bir kruvazör ile uçak gemisine rastlayan
Demirhisar, kalan tek torpidosunu attı ve torpido, uçak gemisinin pruva direği gerisinde patlayarak hasar verdi. Saat 05.00'te İzmir'e geri dönüldü. 22 Mart'a kadar bekleyen Demirhisar, İstanbul'dan gelen kömür ve yağ ile takviye edildi. Fakat kömür kalitesizdi, bu sebeple seferden geri dönmek zorunda kalan geminin pervanesi denizin dibine temas ederek zarar gördü. 15 Nisan 1915 tarihinde onarım çalışmaları sona erdi ve Demirhisar denize açıldı. Ertesi gün, İskiri'nin güneyinde yaklaşan iki gemi gören Demirhisar, gemilerden birinin ticaret, diğerinin ise savaş gemisi olduğunu tespit etti. Ticaret gemisinin derhal tahliye edilmesi için uyarı yapan Demirhisar torpidobotu, geminin yanındaki İngiliz muhribinin yaklaşmaya devam etmesi üzerine üç adet torpido attı. Torpidolar arızalı idi, hiçbiri isabet etmedi. Bu arada uzaktan da başka gemilerin gelmekte olduğu görüldü. Demirhisar, geri çekildi ve hızla uzaklaşmaya başladı. Torpidoların isabet etmediği Manitu isimli ticaret gemisinde batırılma korkusuyla kargaşa oluştu ve 100 kadar personel boğuldu. Bölgeden uzaklaşan Demirhisar, Sakız Adası yakınlarında teknik arıza sebebiyle 12 mil hızda ilerlemek zorunda kaldı. Güneyden de bir İngiliz muhribinin gelmesi üzerine, tarafsız konumdaki Sakız Adası'nın limanına sığınılması için Demirhisar rota değiştirdi. Fakat bu sırada İngiliz savaş gemileri topçu ateşine başladı. Ümidi kalmayan Demirhisar'ın personeli gemiyi tahrip ederek karaya çıktı ve İngiliz taarruzu sona erdi.
Mesudiye'nin batırılmasına misilleme yapmak için 13 Mayıs 1915 tarihinde saat 00.30'da Muavenet-i Milliye muhribi harekete geçti. Muavenet-i Milliye, gecenin karanlığından da yararlanarak oldukça yavaş bir hızda Rumeli kıyısı boyunca ilerledi. 600 ilâ 800 metre mesafeden bir İtilaf muhrip filosu görüldü, fakat İtilaf gemileri Muavenet-i Milliye'yi farketmedi. Bu arada HMS Goliath zırhlısı, Muavenet-i Milliye'yi gördü ve ışıldakları ile işaret verdi; Goliath, geminin Osmanlı muhribi olduğunu anlamamıştı. Zırhlının 300 metre yakınına gelen Muavenet-i Milliye, saat 01.15'te art arda üç adet torpido attı. Üçü de zırhlıya isabet etti ve Goliath 570 denizciyle beraber battı.
Çanakkale Savaşı
"Düşman kesin saldırısının birkaç gün içinde yapılacağı belli oluyordu. Deniz işlerine bakan ve izleyen tecrübeli, sevimli, uysal bir ihtiyar olan Alman Amiral Merten Paşa'nın teklifine uyularak geride kalan yedek mayınların ki bunlar Goeben ile Breslau gemilerini takiben boğazdan geçen General Yardımcı Kruvazörü'nden alınmışlardı, atılmasına karar verilmiş ve 30 kadar mayın Nusrat Gemisinde hazırlanmıştı."
-Selahattin Adil
SMS Goeben ile SMS Breslau Ağustos 1914'te Osmanlı Devleti'ne sığınınca, 13 ve 14 Ağustos 1914 tarihlerinden itibaren İngiliz savaş gemileri Çanakkale Boğazı önlerinde görüldü. Bölgedeki savaş riski bildirildi ve Mayın Müfreze Komutanlığının hazır olması emredildi. Bununla beraber, olası bir İngiliz saldırısı karşısında diğer birliklerin karşılık vermesi de emredildi. Boğazda kara birlikleri ve donanma ile beraber torpillerle ve mayınlarla savunma yapılması da kararlaştırıldı. Savaş öncesinde Osmanlı ordusunda görev yapan İngiliz subay Bouvet
Halifaks, boğazda olası bir savaş için mayın hatlarına dair plan hazırlamıştı, bu subayın planı uyarınca mayınlar bırakıldı. Mayınların denize bırakılması ve torpil savunması için Giresun vapuru ile İntibah ve Selanik römorkörleri, hazırlıklarını tamamladı. Sivil gemilerin geçebilmesi için Gelibolu önlerinde temiz bir saha bırakılacak şekilde 4 Ağustos 1914 tarihinde Selanik, 40 dakikada 22 adet mayını deniz yüzeyinin 4.5 metre aşağısında bıraktı. Mayınlar birbirine halatlar ile bağlı idi. Goeben ile Breslau, 9 Ağustos'ta Osmanlı Devletine sığınınca İngiliz filosunun boğazı geçmesini önlemek için mayın hatlarının zayıf olduğu düşünüldü. 47 adet mayın daha getirildi, Halifaks planında üçüncü hatta dair bilgi yoktu. Osmanlı komutanları, bu hattı kendileri belirledi; İntibah römorkörü ile üçüncü mayın hattına 40 adet mayın bırakıldı. 17-19 Ağustos günlerinde 8; 1 Ekim'de de 9 mayın bırakıldı ve temiz sahalar tamamen kapatılmış oldu. Üçüncü hatta ise 24 Ağustos'ta 3, 27 Eylül'de 4 mayın takviye edildi. Giresun, İstanbul'dan 26 mayın takviye getirdi. Bu sayede toplam 30 mayın rezerv edilmiş oldu. Bu arada iki mayın, halatların teması sebebiyle patladı. Osmanlı gemileri, şaşırtma amacıyla da şamandıralar bıraktı. 3 Eylül 1914 tarihinde Nusret römorkörü geldi. Ertesi gün Nilüfer mayın vapuru, 32 mayın daha getirdi. Rezerv edilmiş mayın sayısı 80'e yükseltildi. 24 Eylül'de İntibah, üçüncü hattın güneyinde dördüncü hat olması için 29 adet mayın bıraktı. 1 Ekim'de aynı römorkör, beşinci hat olarak 29 mayın daha bıraktı. Bu mayınlar arasında 46 metre vardı ve derinlikleri 2.5 metre idi. 6 Kasım'da Mersin isimli vapur, akıntının ve rüzgarin etkisi ile mayın hatlarına girdi; kıç tarafına mayın çarptı ve gemi battı. Bu süreçte mayın hatlarında 9 mayın patlamış, 8 mayın ise halatlarından koparak sürüklenmişti. 9 Kasım 1914'te İntibah,
üçüncü hattın kuzeyinde altıncı hat olmak üzere 16 mayın daha bıraktı. Bu esnada bir mayın patladı. Altıncı hatta mayınlar arası mesafe 45 ve derinlikleri de 4 metre idi. 17 Aralık'ta Nusret 50 mayın bıraktı, bunlardan yedi tanesi patladı; aynı gün Samsun, 28 mayın bıraktı. 30 Aralık'ta Nusret, 39 mayın daha bıraktı ve mayın hattı sayısı dokuza yükseldi. 19 Şubat 1915 tarihinde İtilaf kuvvetlerinin deniz saldırısı gerçekleşti. Savaşın ardından 26 Şubat'ta onuncu hat olarak 53 mayın İntibah tarafından bırakıldı. Bu hattın derinliği 4 ve mayınlar arası mesafe de 40 metre idi. 7 Mart sabahı mayın bırakmak için denize açılan bir tekne, taşıdığı 6 mayından 4'ünü bıraktı fakat geriye kalan 2 mayın patladı, gemi hasar alarak geri dönmek zorunda kaldı. Bu arada İngiliz - Fransız müttefik filosu, mayın tarama girişimlerinde bulunuyor ve uçaklarla mayın hatlarını tespit ediyordu. 8 Mart günü Yüzbaşı Hafız Nazmi komutasında Nusret gemisi, gece karanlığında 26 adet mayını kıyılara göre eğri vaziyette denize bıraktı; müttefik donanması bunu göremedi. Müttefik donanmasının mayın tarama gemileri, Osmanlı ateşi karşısında yine boğazdan geri çekilmek zorunda kaldı. 18 Mart saldırısına kadar toplam 403 adet mayın boğaza bırakılmıştır ve bu mayınlardan bir kısmı ya patlamış ya da halatlarından koparak sürüklenmiştir.3 Kasım 1914 tarihinde müttefik filosunun altı kruvazörü, Çanakkale tahkimatlarını bombaladı. 25 Kasım'da savaş kurulu toplandı ve 28 Ocak 1915 tarihinde Churchill'in planı kabul edildi. Plan, giriş ve orta tahkimatların imhası; mayınların temizlenmesi ve Marmara'ya girilmesi idi, 19 Şubat 1915 tarihinde müttefik filosunun harekâtı başladı. Mayın tarama gemileri mayınları temizlerken, savaş gemileri ile de kıyı tahkimatlarını topa tuttular. 19 - 25 Şubat ve 26 Şubat - 17 Mart günleri arasında yapılan mayın tarama çalışmalarında herhangi bir sonuç alınamadı. Osmanlı topçuları, gemilerin dikkatini dağıtmayı başarmış ve mayınların etkisiz hale getirilmesini engelleyebilmişti. 9 Mart'ı 10'a bağlayan gece iki mayın tarama gemisi tekrar çalışmalara başladı ancak bir gemi denizaltılara karşı koyulmuş ağa takıldı ve Osmanlı topçu ateşi sebebiyle geri çekilmek zorunda kalındı. 10 Mart gecesi iki savaş gemisi, bir kruvazör ile dört muhribin korumasında sekiz adet mayın tarama gemisi geldi. O gece, üç mayın imha edildi ancak bir mayın tarama gemisi battı. Patlamalar duyuldu ve Osmanlı topları tekrar ateşlendi. Ertesi gece bir hafif kruvazör ve muhriplerin korumasında profesyonel Fransız askerlerin mayın tarama gemileri geldi. Fakat kıyı projektörleri bir tekneyi gördü, Osmanlı topçu ateşi başlayınca Fransız filotillası geri dönmek zorunda kaldı. 12 Mart gecesi Üsteğmen Blanc komutasında Fransız filotillası tekrar geldi. Bu sefer bir mayın yakalandı ancak Osmanlı kıyılarından tekrar topçu ateşi başladı; geri dönüldü. 13 Mart gecesi savaş gemilerinin korumasında yedi adet mayın tarama gemisi boğaza geldi ve mayın tarama çalışmaları başladı. Fakat beklenenden daha güçlü bir topçu ateşiyle karşılaştılar ve yine geri çekildiler. 15 Mart gecesi yedi adet mayın imha edildi, ertesi gün yapılan çalışmalar ise başarısız oldu. 18 Mart taarruzuna az kalmıştı, uçaklarla ve gemilerle mayın hatlarının yerlerini tek tek tespit etmeye çalışan müttefik filosu, Nusret'in 26 mayınlık hattını göremedi. Son olarak 17 Mart gecesi mayın tarama çalışmaları yapıldı ve temiz sahalar rapor edildi. İngiliz pilotları, denizdeki mayınları çok iyi bir şekilde görebiliyordu; Bozcaada'da yapılan denemeler ile tecrübelerini pekiştirmişlerdi. Müttefik filosunun amacı, fazla hasar almadan kıyı tahkimatlarını susturmak, ardından boğazdaki mayınları temizleyip 800 metre genişliğinde bir geçit oluşturabilmek idi. 18 Mart sonrası süreçte, Çanakkale Boğazı önlerine müttefik filosu tarafından 1.267 adet mayın denize bırakıldı. Bu sayede Osmanlı donanmasının olası bir çıkışı engellenmiş oldu. Aralık 1916'da müttefik filosu, İzmir Körfezine 105 adet mayın bıraktı.
Boğazı korumak için kıyılarda çok sayıda top bataryası bulunmakta idi. Toplam top sayısı 230 idi fakat sadece 82'si 18 Mart saldırısında etkin olarak kullanıldı. 18 Mart günü havada sis yoktu. Saat 10.30'da HMS Agamemnon rehberliğinde İngiliz 1. tümeni boğaza girdi. İlk hattaki savaş gemilerinin sıralanışı batıdan doğuya HMS Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson ve Inflexible idi. Bu savaş gemilerine kıyıdaki farklı tahkimatlar hedef olarak gösterilmişti. Saat 11.00'de Osmanlı topçu ateşi başladı. Müttefik filosu emre uydu ve 11.30'da karşılık vermeye başladı. Müttefik filosu, muharebenin daha ilk safhalarında isabet kaydetmeye başlamıştı. Osmanlı tabyalarından etkisiz bir şekilde karşılık verilmekte idi. Müttefik filosu komutanı John de Robeck, Fransız savaş gemilerinin en ön safa geçmesini emretti. Fransız gemileri, en ön safa geçerken Osmanlı tabyalarından gelen etkisiz topçu saldırısı şiddetlendi ve güçlü bir bombardımana dönüştü. Gizlenmiş Osmanlı bataryaları da ateşe başladı. Saat 13.10 olduğunda Agamemnon 12 isabet almıştı; Agamemnon yeni isabetler almamak için 360 derece dönerek atış yapıyordu. De Robeck, Osmanlı topçu ateşinin etkisiz olduğuna kanaat getirdi ve saat 13.45'te boğazdaki mayınların temizlenmesini emretti. Fakat Osmanlı tabyaları gemilere hasar vermeye başladı. Kısa sürede 3 mayın tarama gemisi ve 1 muhrip battı. Mayın tarama emri ertelendi, Inflexible muharebe kruvazöründe yangın çıktı ve Inflexible geri çekilmek zorunda kaldı. Saat 14.00'te Fransız savaş gemisi Bouvet, Nusret'in bıraktığı mayınlardan birine çarptı; gemi dumanlar içinde kalarak 602 Fransız denizciyle beraber üç dakikada battı. Saat 15.00'i geçerken Rumeli tabyalarında Vengeance'nin bombardımanı ile yangın başladı, Rumeli ve Anadolu tabyaları topçu ateşlerini Irresistible'nin üzerinde topladı. Irresistible'nin bacası parçalandı, su kesiminin altından isabet aldı ve ardından mayına çarptı; gemi yan yatmaya başladı. Wear muhribi, gemiyi kurtarmak için geldi fakat çaresiz geri dönmek zorunda kaldı. Saat 17.50'de Irresistible, karanlık basınca kurtarılmak üzere terk edildi. Amiral de Robeck, filonun geri çekilmesi için emir verdi. Yoğun topçu ateşi altında geri çekilen Ocean, Seyit Onbaşı tarafından vuruldu. Ocean, manevra kabiliyetini kaybetti ve saat 18.05'te Irresistible'nin yakınlarında mayına çarparak dengesini yitirdi. Diğer gemilerden yardım istendi ve Ocean'ın mürettebatı tahliye edildi. Muharebenin ardından Irresistible ile Ocean kurtarılamadı, saat 19.30'da Irresistible, 22.30'da da Ocean battı. 18 Mart muharebesinde müttefik filosunun 3 savaş gemisi batmış, 4'ü de ağır hasar almıştı; bu muharebede Osmanlı donanmasının etkinliğine dair kaynak bulunamamaktadır.
"Gelibolu Muharebeleri'nin cereyan tarzını açıklamak için şunu belirtmeliyim ki, bütün çarpışmalar 5. Ordu birlikleri tarafından yapıldı ve Türk - Alman Donanması'nın bu çarpışmalara katılımı son derece sınırlı kaldı."
"...Mayıs ayında Türk - Alman Donanması, düşman gemilerine karşı taarruza geçtiğinde ağır yükümüz bir dereceye kadar hafifledi."
-Otto Liman von Sanders
Çanakkale Savaşı sürecinde bazı gemilerden sökülen toplar Osmanlı müstahkem mevkilerine yerleştirildi ve boğaz savunması desteklendi. 4 Mart 1915 tarihinde boğaza destek için gelen Barbaros Hayreddin, 5 ve 6 Mart günleri Queen Elizabeth dretnotunu topa tuttu. 21 adet 280 mm'lik mermi atılmıştı, Queen Elizabeth geri çekilmek zorunda kaldı. Bölgede Turgut Reis savaş gemisi de görev yapmakta idi, Ceyhun ve Üsküdar isimli vapurlar herhangi bir torpido saldırısına karşın savaş gemilerini koruyordu. Barbaros Hayreddin, İstanbul'a geri döndü ve Turgut Reis görevini tek başına sürdürmeye devam etti. 12 Nisan'da Turgut Reis, kıyıları bombalamakta olan Lord Nelson'a ve HMS Majestic'e topçu ateşi açtı. 24 Nisan'da Eceabat önlerinde topçu ateşi açan Turgut Reis, ertesi gün Anzak kuvvetleri çıkarma yapınca da topçu ateşi açtı. HMS Triumph savaş gemisinin karşılık vermesi üzerine Turgut Reis geri çekildi. Bu bombardımanda İtilaf kuvvetlerinin dört nakliye gemisi vuruldu, atılan son mermi de HMS Triumph'a isabet etti. 26 Nisan'da Barbaros Hayreddin de geldi, iki gemi birlikte Arıburnu'nu bombalamaya başladı ve Osmanlı kara birliklerine zaman kazandırıldı. 27 Nisan'da Queen Elizabeth topçu ateşine başladı, gelen bir mermi ile Üsküdar vapuru battı. Saros Körfezi'ni bombalamakta olan Barbaros Hayreddin'de kaza oldu; orta tarette namlu parçalandı ve 15 kişi yaralandı. Aynı gün, Avustralyalı denizaltı HMAS AE2 taarruz etti. Bunun üzerine Turgut Reis geri döndü, Barbaros Hayreddin görevine devam etti. 1 - 3 Mayıs günleri arasında toplam 63 mermi atan Barbaros Hayreddin, HMS Swiftsure'yi vurdu. 6 Mayıs'ta Barbaros Hayreddin İstanbul'a döndü, görevi Turgut Reis devam ettirdi. 15 - 18 Mayıs günlerinde Barbaros Hayreddin tekrar destek atışlarına devam etmek üzere Çanakkale boğazında bulundu. 20 - 24 Mayıs günlerinde Turgut Reis, bombardımana devam etti ve görevi Barbaros Hayreddin devraldı. Bundan sonra 5 Temmuz 1915 tarihinde Turgut Reis'in baş taretinde namlu parçalandı; 4 er öldü ve 31 er yaralandı. 5 Ağustos 1915 tarihinde İngiliz denizaltısı HMS E11, Barbaros Hayreddin'i batırdı, bundan sonra Turgut Reis'in boğazdaki destek faaliyetlerine dair kaynak bulunamamaktadır.
Mondros Ateşkes Anlaşması ve Osmanlı donanması
Karadeniz
30 Ekim 1918 tarihinde Mondros'ta ateşkes anlaşması imzalandı. Osmanlı Devleti ve müttefikleri, savaşı mağlup olarak bitirmişti. Anlaşma uyarınca boğazlar İngiliz, Fransız, Yunan, Amerikan ve İtalyan gemilerine açıldı. Boğazlardaki kıyı istihkamları müttefiklerin kontrolüne geçti ve mevcut toplar tahrip edildi. Anlaşmanın 6. maddesi uyarınca Osmanlı donanmasının tüm gemileri müttefiklerin kontrolüne geçti, savaş gemilerinin teçhizatı söküldü ve personeli terhis edildi. Buna rağmen bazı gemiler kaçırıldı ve Kurtuluş Savaşı için nakliye görevi icra edildi. Müttefik devletleri, Kurtuluş Savaşı için herhangi bir nakliye işini engellemek için kapsamlı bir abluka başlattı. Fakat müttefik devletleri arasında olan çıkar çatışmalarından yararlanılıyor ve zor da olsa nakliye işi yapılıyordu. Zonguldak, Amasra, Ereğli, Samsun, Sinop gibi yerlerde gözetleme istasyonları kuruldu. 1920 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu ve 24 Ağustos'ta Rusya ile askeri yardım anlaşması imzalandı. Rusya'dan bu yardımları getirmek üzere Millî Savunma Bakanlığı'na bağlı olarak Umur-ı Bahriye Müdürlüğü kuruldu. Bu müdürlüğün elinde az sayıda küçük gemi ve personel bulunuyordu. Fakat müttefik gemileri Karadeniz'i ciddi anlamda kontrol ediyor, yakaladıkları gemileri uyarmadan batırıyor ve kıyıları bombalıyordu. Karadeniz'deki nakliye için Samsun'da, Akdeniz'deki nakliye için de Antalya'da liman reislikleri kuruldu. Haliç'te müttefikler tarafından tutulmakta olan Aydınreis ve Preveze gambotları, TBMM'nin donanmasına katıldı. Bunun ardından Rüsumat adlı bir vapur da TBMM'nin donanmasına kendi rızasıyla katıldı. Kasım ayında 1300 tonluk bir şilebe el konularak donanmanın taşıma gücü arttı ve şilebe Şahin adı verildi. Donanma, Sovyet Rusya'dan silah getirmekte idi. Gazal römorkörü, Tuapse'den yüklediği 564 Alman mavzeri, 494 sandık cephane ve 586 kasaturayı 20 Ekim 1920 tarihinde Trabzon'a getirdi. 4 Kasım'da Rüsumat vapuru Trabzon'a ulaştı ve 632 mavzer, 1180 sandık cephane, 615 kasatura getirildi. Rüsumat 1 Aralık'ta Tuapse'den 438 tüfek, 412 sandık cephane ve 378 kasatura daha getirdi. İngilizler bu nakliyeyi engellemek istiyordu ancak TBMM kuvvetleri önlem almıştı. Aralık 1920'ye kadar Tuapse'den toplamda 3387 tüfek, 3590 kasatura ve 3624 sandık cephane getirilmiştir. Trabzon'a getirilen bu silahlar, İnebolu'ya taşınıyor ve oradan da TBMM ordusuna geçiyordu. 1921 yılında, nakliyenin doğrudan İnebolu'ya yapılması kararlaştırıldı. Trabzon'daki İngiliz kuvvetleri ve İngiliz yandaşları, nakliye işini oldukça tehlikeli bir hale getirmişti. Bu arada Ruslar Şahin silebine el koydu ve gemi ancak Nisan 1921'de geri alınabildi. İstanbul'a ilerleyen Petros adındaki 180 tonluk Yunan vapuru, teknik arızalar sebebiyle Trabzon'a geldi ve 13 Mart 1921 tarihinde gemiye el konularak Batum adı verildi. Batum vapuru, Umur-ı Bahriye Müdürlüğü'ne bağlı olarak nakliye filosuna katıldı.
Trabzon'daki nakliye komutanlığı önce binbaşı Nazmi Bey tarafından yönetilmekte idi, yerine binbaşı Fahri Aczi Bey atandı. Gözetleme istasyonlarının raporları, reisliklerin sağladığı koordinasyon bilgileri sayesinde Karadeniz'deki nakliyat ciddi bir zayiat verilmeden yürütülmekte idi. Alemdar römorkörü Ocak 1921'de İstanbul'dan kaçmayı başardı ve nakliye filosuna katıldı. Bu gemi sebebiyle Fransa ile TBMM arasında bir anlaşma yapıldı ve böylece TBMM, Fransa tarafından tanınmış oldu. 29 Ekim'de Alemdar, Trabzon Nakliyat-ı Bahriye Komutanlığı envanterine katıldı ve Umur-ı Bahriye Müdürlüğü daha da güçlenmiş oldu. Müttefik devletlerin Karadeniz'deki limanları kapsamlı bir şekilde ablukaya alması ve keşif harekâtları yapmasına rağmen Sovyet Rusya'dan askeri teçhizat getirilmeye devam edildi. Cephanelerin müttefik kuvvetlerin eline geçişini önlemek için, gemilerin olası bir saldırıda müttefiklere teslim olmak yerine batırılması da emredildi. Birinci İnönü Muharebesi kesin Yunan yenilgisi ile sonuçlanınca müttefik devletler, Karadeniz'deki lojistik desteğin tamamen çökertilmesi için Yunanistan Krallığı'na olan yardımlarını arttırdı. Bir İngiliz muhribi, Gazal römorkörünü batırmak için yanaşırken mayına çarptı. Bundan itibaren İngiliz - Fransız savaş gemileri, Karadeniz'deki ablukayı hafifletti ve kıyılara fazla yaklaşmamayı tercih etti. 26 Mart 1921 tarihinde Yunanistan kapsamlı bir abluka başlattı; Karadeniz'de askeri teçhizat taşıyan tüm gemilerin korsan muamelesi göreceği ilan edildi. Averof ile Elli savaş gemileri, sekiz muhrip ve iki yardımcı gemi bu ablukaya katıldı. Yunan ablukası, Kurtuluş Savaşı bitene kadar devam etmiştir. Buna rağmen başarılı bir şekilde nakliye işleri devam etti, Karadeniz nakliyesi sayesinde takviye edilen 3. Kafkas tümeni batı cephesine kaydırıldı. Gemiler fırtınalı, sisli havaları genellikle tercih ediyor ve böylece Yunan gemilerine yakalanmıyordu. 9 Haziran 1921 tarihinde birkaç Yunan savaş gemisi, İnebolu'yu topa tuttu. Bunu 20 Temmuz'da Sinop ile Trabzon, 22 Temmuz'da tekrar Sinop ve 30 Temmuz'da da tekrar İnebolu izledi. Yine de Yunan donanması etkili bir saldırı yapamamıştı. Karadeniz nakliyatı, Deniz Yolları Kurumuna (Seyr-ü Sefain Dairesi) ve ticari kuruluşlara ait gemilerle, şahsi küçük teknelerle de yapılmakta idi. Tekâlif-i Milliye Emirleri doğrultusunda, 8 Ağustos 1921'de verilen emir ile sivil tekneler 100 millik mesafede orduya destek için mal taşımakla görevlendirildi. Sakarya Meydan Muharebesi öncesinde Rusya'dan 32 adet top getirildi ve muharebede bu toplar kullanıldı. TBMM resmi makamları, bu denizcilere teşekkür ettiğini yazılı belgeler ile bildirmiştir. 1922 yılında, Büyük Taarruz için hazırlıklar başladı ve Rusya'dan iki adet gambot satın alındı. Marmara'da, Ege'de ve Akdeniz'de daha aktif olunması kararlaştırıldı.
1922 yılı başında 11 ton barut, 51.2 ton mermi, 11 ton mühimmat, 80.5 ton bomba, 200 mayın, 6 adet top, 166 ton topçu mühimmatı getirildi; bu nakliye işlemleri Şahin, Mebruke, Aydınreis, Alemdar ve Gazal isimli gemilerle yapıldı. Mart 1922'den itibaren Samsun'a 363.5 ton, Trabzon'a da 11.5 ton askeri teçhizat getirildi. Nisan ayında Şahin vapuru ile Novorossiysk'ten 1 adet gemi topu, 150 adet mayın getirildi. Batum'dan getirilen 1001.7 ton askeri teçhizatın 944.6 tonu Batı Cephesi'ne aktarıldı. Rusya'dan getirilen mayınlar, İzmir ve İzmit Körfezi'ne dökülmek üzere biriktirilmekte idi. Ayyıldız isimli bir gemi çalışmalardan geçti ve mayın dökme kabiliyeti kazandırıldı. 100 tonluk iki Beyaz Rus gemiye el konuldu ve Amasra ile Ereğli adları verildi. Amasra mayın dökmek için hizmet etmeye başladı, Ereğli ise Haziran ayında karaya oturdu. Ayrıca 26 Nisan 1922 tarihinde Sinop'ta bir Yunan yelkenlisine el konuldu ve Şile adı verildi. Aynı gün, Enosis adlı 950 tonluk Yunan şilebi zaptedildi ve donanmaya Trabzon ismiyle katıldı. 7 Haziran'da Yunan donanması Samsun'u topa tuttu ve sivil yerleşimlerle beraber ABD'nin, Rusya'nın, Hollanda'nın tesisleri de vuruldu. Uluslararası ortamda Yunanistan protesto edildi ve Rusya, kara sularına giren Yunan gemilerini zaptetmeye başladı. Bu arada Almanya'dan satın alınan 29 adet uçak Novorossiysk'e getirildi ve 22'si Şahin vapuruna yüklenerek 21 Temmuz'da Trabzon'a getirildi. Kalan 7 uçak ise ancak 13 Eylül'de getirilebildi. Büyük Taarruz'dan sonra, Ekim 1922'de Gazal römorkörü tarafından 2200 tonluk Yunan Urania gemisi ele geçirildi ve gemi Samsun adıyla donanmaya katıldı. Donanmanın nakliye seferberliği 1923 yılı ortalarına kadar devam etti. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Anlaşması ile nakliye seferberliği sona erdi. Mart 1922'deki bazı nakliye çalışmaları ayrıntılarıyla şöyledir:
Marmara
Marmara Denizi'nde TBMM'ye askeri teçhizat sağlamak için Muavenet-i Bahriye Grubu ile beraber birçok subay, er ve gönüllü sivil çalıştı. 17 Ağustos 1919 tarihinde bir taka ile 1000 kasatura ve 14 sandık cephane kaçırıldı. Haliç'te kilit altında tutulan teçhizatın kaçırılması için Muavenet-i Bahriye Grubu tarafından plan yapıldı; plan uyarınca depoların komutanı üsteğmen Nazmi Bey'in yardımları ile iki takaya cephane ve gönüllü askerler yüklendi. Müttefik gemilerine rağmen 17 Ekim 1920'de Karamürsel'e ulaşıldı. Müttefik gemilerinin atlatılması için sahte erzak taşıma belgeleri yapıldı, bu belgeler gösteriliyor ve müttefik kontrolü kolayca atlatılıyordu. Bununla beraber yabancı gemiler de kullanılıyor ve müttefik kontrolü geçiliyordu. Cephanelerin boşaltılması ve TBMM kuvvetlerine götürülmesi işlerinde bölge halkı çalışıyordu. 4 Haziran 1921 tarihinde 15 adet mayın getirildi. Umur-ı Bahriye Müdürlüğü'nden gelen bir subay Karamürsel'i inceledi ve mayınları dökebilecek bir gemiye sahip olunmadığı belirtildi; Karamürsel'i mayınlayarak müttefik gemilerini uzak tutma planından vazgeçildi. Bölgeye torpido mevzilerinin kurulması uygun görüldü ancak kaçak yollarla getirilen torpidolar İngilizlerin eline geçti ve bu plan geçerliliğini kaybetti. Haziran 1921'de Zeytinburnu'nda 160 adet tabanca, 500 kasatura, 500 adet mavzer ve 600 sandık mavzer mermisi Yarımcalı Muharrem kontrolündeki Selamet adlı tekneye yüklendi ve sahte erzak taşıma belgesi ile müttefik kontrolü atlatıldı; bu teçhizatın tamamı Sakarya Meydan Muharebesi'nde kullanılmıştır. 28 Haziran 1921 tarihinde İzmit Yunan işgalinden kurtarıldı ve 6 Temmuz'da Kocaeli Komutanlığı Bahriye Müşavirliği tesis edilerek komutasına güverte binbaşı Celal Bey atandı. 20 Temmuz'da Karamürsel Limanı komutanlığına güverte binbaşı Hulusi Bey getirildi; Karamürsel, savaş esnasında kullanılan en aktif Marmara limanıdır. Yunanlar bir tekneyi yakaladı ve tekneye el koydu, bazen deniz nakliye kolları Yunan gemileri tarafından ateş altına alındı ancak çalışmalar devam etti. Karamürsel'den Batı Cephesi'ne yaklaşık 100 bin adet fişek götürüldü. Yunan donanmasının saldırılarına cevap vermek için, Haliç'te tutulan Peyk-i Şevket'in bir topu söküldü ve körfeze getirildi. Aynı zamanda Yavuz'un da 88 mm'lik iki topu söküldü ve Samsun Limanı'nın güvenliği için kullanıldı. 7 Kasım'da iki adet Fransız uçağın tüm parçaları ve Burak reis savaş gemisinin iki adet 47 mm'lik topu götürüldü. Teğmen İbrahim Bey'in çalışmaları ile 141 mavzer, 110 kasatura ve 515 piyade tüfeği de gizlice nakledildi. TBMM'nin emri doğrultusunda İzmit - Geyve arasındaki hasarlı demiryolları onarıldı. Onarım çalışmaları 6 ay sürdü ve gerekli malzemeler de İstanbul'dan gizlice nakledilen teçhizat ile karşılandı. Bu arada, silah taşıyan Yunan Kleopatra gemisi fark edildi; geminin personeli içkiliydi ve bundan yararlanılarak gemi ele geçirildi. Mudanya Ateşkes Anlaşması imzalandıktan sonra, Lozan müzakerelerinde herhangi bir sonuç alınamayınca İzmit Körfezi'nin güvenliği için önlem alınması emredildi. İntibah römorkörü bölgeye geldi, gizlice getirilen ve depoda bekleyen mayın sayısı toplamda 157 idi. Peyk-i Şevket ve Saloz savaş gemilerinden toplar söküldü ve körfezin güvenliği için bu toplar kullanıldı. Yunanların terk ettiği limanlardaki denizcilik malzemeleri de İzmit'e götürüldü. 7 Şubat 1923 tarihinde Tavşancıl İskelesi ile Hersek Burnu arasına denizaltı ağı gerildi, birçok deniz sahasına da mayınlar döküldü. 19 Ekim'de kılavuz kullanmayan bir İtalyan şilebi mayına çarptı ve 8 mürettebatı öldü. TBMM kuvvetlerinin eline geçen askeri teçhizatın %25'i Marmara'dan getirilmiştir.
Ege ve Akdeniz
İtalyanların bölgeden çekilmesinden sonra nakliye faaliyetleri arttı ve buna paralel olarak Yunan gemilerinin karakol faaliyetleri de arttı. Ege ve Akdeniz kıyılarının savunulması için 16 Mart 1921 tarihinde binbaşı Necip Bey komutasında Bahri İzci Grubu kuruldu. Bu örgüt, Yunan gemilerini gözlüyor ve kıyıların güvenliğini sağlıyordu. 21 Ocak 1922'de Fethiye yakınlarında Ardemiyüs adlı bir Yunan yelkenlisi fark edildi, gemiyi zaptetmek için harekete geçildi ancak fırtına çıktı ve örgüt üyeleri geri çekilmek zorunda kaldı, bir asker öldü. 21 Nisan'da Yunan donanması Sisam Adasını ele geçirdi. Başka yerlerin de işgal edilmesini önlemek için örgüt üyeleri Muavenet-i Bahriye Grubu ile bağlantı kurdu; iki adet 57 mm'lik, bir adet 37 mm'lik top ve 5 adet uçak motoru bir İtalyan gemisiyle 25 Nisan'da Mersin'e getirildi. 16 Haziran'da Söke'ye 50 kadar Yunan askeri çıktı. Silahlı direniş gösterildi ve Yunanlar geri çekilmek zorunda kaldı. Yunan gemilerinin kıyılara yanaşmasını önlemek üzere İzmir yelkenlisi makine tüfek, Bodrum ile Sakarya gemileri 57 ve 37 mm'lik toplarla donatıldı. Karada ise 3 adet top ve 120 tüfek bulunuyordu. 23 Temmuz 1922 tarihinde, bu silahlı kuvvetleri imha etmek üzere 2600 tonluk Elli kruvazörü taarruza geçti. Elli, silahlı kuvvetlerin hazır olmadığını gördü ve hafif silahlarla ateş etmeyi planladı. Ancak kıyı ile arasındaki mesafe 2500 metre olunca sahil bataryaları ateşe başladı. Yapılan 20 dakikalık muharebede 9 isabet alan Elli geri çekildi. Elli'nin ikinci komutanı ve sekiz mürettebatı yaralanmıştı. Bu muharebeden sonra herhangi bir Yunan deniz saldırısı gerçekleşmemiştir. İzmir kurtarılınca şehre 105 tüfek ve 3 makineli tüfek ile 9 subay ve 141 er götürüldü. İzmir kıyılarının savunulması için önlemler alındı; 120 adet mayın, üç adet top getirildi. Birinci Lozan müzakerelerinden sonuç alınamayınca, herhangi bir saldırıyı önlemek üzere İzmir önlerine mayın döküldü ve sahil bataryaları dört adet top ile takviye edildi. Lozan Anlaşması imzalanınca İntibah römorkörü burada görevlendirildi.
Osmanlı Donanmasında sınıflar rütbeler ve üniformaları
Osmanlı Donanması'nın ilk zamanlarında denizci askerlerin kıyafetlerine dair yeterli bilgi bulunamamaktadır. Donanmada üst rütbeli subaylar cübbe giyebilmekte idi, askerlerin giysileri ile rütbeleri anlaşılıyordu. Yıldırım Bayezid döneminde kurulan Gelibolu tersanesinde bazı azab askerleri donanmaya alındı, bu askerler ilk deniz askeri sınıfı olarak kabul edilmektedir. Fakat donanmadaki üniforma disiplini II. Mahmud'a değin tam olarak sağlanamadı. 1811 yılında II. Mahmud'un emri ile denizcilerin giyimlerine bazı kısıtlamalar getirildi. Donanmadaki modernleşme çalışmaları çerçevesinde denizcilerin üniformaları da değiştirildi, batılı devletlerinki gibi denizciler ceket ile pantolona geçti. 30 Ekim 1918'de Limni Adası'nda imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra yapılan tek değişiklik; başlıklara "Cemaliye" adı yerine "Serpuş" adının verilmesi oldu. Bu dönemde, bayramlık ve selâmlık üniformaları da giyilmedi. Donanmadaki hiyerarşik sistem, çeşitli dönemlere ayrılmaktadır.
II. Mahmud dönemine kadarki sınıf rütbe ve üniformalar
II. Mahmud öncesi donanmada hiyerarşik sistem şöyle idi:
Kaptan-ı Derya - Donanmanın ilk zamanlarında bu rütbe "Derya Beyi" idi. "Kaptan-ı Derya" ve "Kaptan Paşa" gibi farklı isimlerle anılmaktadır. Donanmanın en büyük amiridir, günümüz Deniz Kuvvetleri Komutanına denktir. Özel günlerde sağ tarafı sırma şerit ile süslü "Kallavi" adlı başlık, ucu kalkık sarı deriden "Yemeni" adlı ayakkabı, samur kürkü kaplı yeşil atlas kaftan giyerlerdi.
Kadırga Kaptanı veya Reis - Üstsubaylar sınıfına denk gelen Donanma Ümerası'nın en yüksek rütbeli askerleri idi. Etrafı ve kol altları sırma şeritli "Fermane" isimli bir üst giysi, onun üstüne de uzun kollu bir yelek giyilirdi. Kırmızı sarıklarının uçları sırmalı idi.
Kapudâne - 1682 yılından itibaren kullanılan bir ifade idi, günümüz Oramiral rütbesine denk. Önü samur kürkü ile kaplı yeşil bir kaftan, beyaz renkli bir başlık ve ayaklarına sarı deriden yemeni giyerlerdi. Ellerinde bir asa bulunurdu.
Patrona - İtalyanca asıllı bir rütbe. Günümüz Koramiral rütbesine denktir. Kalyonların ikinci kaptanlığını yürütmekle ve tersanelerin asayişini sağlamakla görevli idi. Kapudânelerinkine benzer kıyafetler giyen Patronaların ellerinde mavi renkli bir asa bulunurdu.
Tersane Kethüdası - Tersane halkının (Tersane çalışanlarına verilen genel ad) yönetiminden sorumlu Tersane Ricali sınıfının en yüksek rütbeli askeridir. Tersanelerde Kaptan-ı Derya'dan sonraki en yetkili subay idi. Günümüz Tümamiral rütbesine denk olan Tersane Kethüdası, önü ve yakası samur kürkü ile kaplı açık yeşil renkli bir kaftan, beyaz bir gömlek ve yeşil bir şalvar giyerdi. Elinde mavi renkli bir asa bulunurdu, beline ise kırmızı renkli bir kuşak sarılı olurdu. Sarı sırma püsküllü ve beyaz sargı kaplı kırmızı bir başlık giyerdi.
Rîyale - İspanyolca asıllı bir rütbe. Patrona'dan sonra gelen bu rütbe, günümüz Tuğamiral rütbesine denktir. Kalyonların üçüncü kaptanlığı görevini üstlenmişlerdi, kullandıkları gemiye "Riyâle-i Hümâyun" denirdi. 1855 yılında bu rütbenin adı "Liva Amiral" olarak değiştirilmiştir. Rîyaleler önü samur kürkü ile kaplı mavi bir kaftan, içine kahverengi bir giysi ve Kapudânelerinki gibi beyaz bir başlık giyerlerdi. Ayaklarında sarı deriden yemeni, ellerinde de mavi renkli bir asa bulunurdu.
Tersane Başçavuşu - Tersane-i Amire'de asayişten sorumlu Tersane Çavuşları sınıfının en yüksek rütbeli subayı idi. Diğer denizcilerden oldukça farklı bir giysi giyerlerdi. Başlarına bir külah üzerine fes, onun etrafına da saçaklı bir sargı sararak bu başlığı giyerlerdi. Omuzlarına da bir çeşit yağmurluk olan "Bornoz" adlı örtüyü alırlardı. Sırma işlemeli bir üst giysi, dizden başlayan sırma işlemeli bir şalvar ve kırmızı renkli deriden yemeni giyerlerdi.
Tersane Çavuşu - Tersane halkına komut veren ve asayişten sorumlu askerler idi. Emir subaylığı görevini yürüten Kaptan Paşa Çavuşu, askerî inzibat görevini yürüten Tersane Tezkereci Çavuşu gibi farklı türleri mevcut idi.
Azaplar - Osmanlı Donanması, "Harp Sınıfı" ve "Tersane Sınıfı" olarak ikiye ayrılmıştır. 1390 yılında bazı eyaletlerden azab askerleri, Gelibolu tersanesinde çalışmak üzere getirtildi ve donanmanın ilk sınıfı, Azaplar kurulmuş oldu. Azap Odabaşıları (Azap Subayları), sarı sırmalı şaldan beyaz bir sarık, uzun kollu sırma işlemeli ceket ve dizden başlayan mavi bir şalvar giyerlerdi. Ayaklarına ise sarı deriden yemeni giyerlerdi. Savaş zamanında Acemi Ocağı'ndan da askerler alınırdı, bunlar da Azaplar sınıfına dâhil sayılır. Acemi Oğlanları sarı sırma saçaklı beyaz bir sarık, yakasız uzun bir cübbe ve koyu mavi renkli şalvar giyerlerdi.
Levendler - 18. yüzyıla kadar görevde kalan bu askerî sınıf, donanmanın ana personeli olarak kabul edilmektedir. Deniz savaşlarında tüfekçi, kara savaşlarında süvari olarak görev yapan Levend sınıfı, I. Abdülhamid döneminde kaldırıldı. Karadeniz'den ve Arnavutluk'tan alınan Rum askerlerine "Levend-i Rumi" denirdi. Levendler, "Barata" adı verilen ponponlu kırmızı bir başlık, kırmızı bir üst giysi ve onun altına da beyaz renkli bir gömlek giyerlerdi. Diz kapağının altından başlayan mavi renkli bir şalvar ve bıçakları tutması için koyu sarı bir kuşak giyerlerdi.
Kayıkçıbaşı - Levendlerin bir koludur. Mavi ponponlu kırmızı bir başlık, kolsuz kapalı renkte bir üst giysi, onun altına pembeye kaçan beyaz bir gömlek, mavi renkli uzun bir şalvar ile ayaklarına kırmızı deriden bir yemeni giyerlerdi.
Topçu Levendi - Gemilerde Topçu Ocağı vazifesi gören Topçu Levendleri, uzun beyaz bir sarık giyerlerdi. Diğer giysileri, Levendlerinkinden farksızdı. Barut çantaları bulunurdu.
Levend-i Rumi - Müslüman Levendlerden ayırt edilmeleri için tamamen farklı giyinirlerdi. Sarı işlemeli kolsuz mavi renkli bir gömlek, kirli beyaz renkli bir şalvar ve mavi renkli bir başlık giyerlerdi. Ayakkabıları yoktu, başlıklı uzun bir yağmurlukları olurdu.
Kalyoncular Sınıfı - 1682 yılında Kalyoncular sınıfı kuruldu ve Osmanlı Donanması, kalyonlara geçti. Kalyoncular sınıfı daima maaş almazdı, sadece göreve çağrıldıklarına maaş verilirdi. 1783 yılında Cezayirli Gazi Hasan Paşa'nın emri ile Kasımpaşa'da Kalyoncular Kışlası kuruldu. 1826 yılında, II. Mahmud'un emri ile Kalyoncu sınıfı kaldırıldı. Kalyoncular, tıpkı Levendler gibi tüfekçi, topçu, kayıkçı gibi işleri yürütmekte idi.
Kalyoncu Çavuşu - Kalyoncuların amiri idi, Tersane-i Amire bölgesinin (Kasımpaşa, Galata ve Beyoğlu) inzibatından sorumlu idi. III. Selim döneminde Kalyoncular, üzeri beyaz bir örtü ile sarılmış sarı ponponlu kırmızı bir başlık, yaka ve omuzları sırma işlemeli üst giysi, onun altına sarı renkli bir gömlek, mavi renkli uzun bir şalvar ve kırmızı deriden ucu kalkık olmayan ayakkabı (Mes) giyerlerdi.
Kalyoncu - Kalyoncular sınıfının ana personelidir. "Mukaddem" adı verilen kırmızı bir külah fesi sağ ucu aşağıya sarkacak şekilde ipekten hafif bir sarık ile sarıp bu başlığı giyerlerdi. Üst giysilerinde ve şalvarlarında mavi renk hakimdir. Üst giysinin altına oldukça bol bir beyaz gömlek, başlarındaki hafif sarığa benzer bir kuşak, kenarları kırmızı ipekle işlenmiş yağmurluk ve "Kalyoncu biçimi" veya "Galata biçimi" adlı açık ayakkabıyı da giyerlerdi. Yanlarında çeşitli silahlar ve sırma işlemeli bir tabanca bulunurdu.
Çıplak Çavuşu - III. Selim döneminde yabancı heyetlerin de yardımıyla "Çıplaklar Sınıfı" kuruldu. Hafif kıyafetler giydikleri ve kolları ile bacaklarının bir kısmı çıplak olduğu için bu isimle anılmışlardır. Çıplak Çavuşu, bu sınıfın amiri idi. Hafif bir örtüyle sarılmış külah şeklinde kırmızı bir fes, sırma işlemeli kırmızı bir üst giysi ve altlarına da dize kadar uzanan kırmızı bir şalvar giyerlerdi. Gömlek giymezlerdi. Omuzlarını kaplayan ve bacaklarına kadar uzayan bir bornoz (Yağmurluk) olurdu. Ayaklarına ise kırmızı deriden bir yemeni giyerlerdi.
Çıplak Eri - Kırmızı küçük bir üst giysi ve onun altına da göğsü tamamen açık vaziyette olan kısa kollu beyaz bir gömlek ile paçaları beyaz işlemeli dizden boğumlu mavi bir şalvar giyerlerdi. Başlıkları kırmızı renkte küçük bir fes idi. Ayakkabıları kırmızı deriden yemeni idi.
II. Mahmud dönemindeki sınıf rütbe ve üniforma değişiklikleri
II. Mahmud döneminde, 1826 yılında Yeniçeri Ocağı kaldırıldı ve ordu büyük bir değişim geçirdi. Osmanlı Donanması da bundan oldukça etkilendi. 1833 yılına gelindiğinde donanmada sarık, şalvar, cübbe, kaftan ve fermane gibi giysiler tamamen terk edildi.[296] Yerine batılı devletlerinki gibi pantolon ve ceket geldi. Rütbe isimleri de büyük ölçüde değişti. II. Mahmud dönemi bahriyelileri şöyle idi:
Kaptan-ı Derya - Rütbe ismi değiştirilmeyen en büyük donanma amiri. Bu dönemde mavi püsküllü fes ve lacivert çuhadan uzun bir ceket giyerlerdi. Ceketin önü sırma işlemeli idi, ceketin yaka bölümü altın sırmadan defne yaprağı şekilleri ile süslenmişti. Omuzlarda püsküllü apoletler bulunurdu. Altın sırmalı bir kemer takarlardı.
Patrona - İsmi değiştirilmeyen bir diğer rütbe idi. Ceketinin önünde iki sıra halinde düğmeler bulunurdu, ceketin yakalarında alt alta iki adet çıpa ve apoletlerinde de ikişer yıldız bulunurdu. Yakalarındaki çıpaların etrafı akasya yaprağı süslemeleri ile sarılı olurdu.
Bahriye Subayı - Deve tüyü renginde çuhadan bir ceket ve aynı renkte pantolon giyerlerdi. Ceketlerindeki düğmeler iki sıra halinde olurdu. Ceketteki düğmeler padişah tuğrası taşırdı. Mavi püsküllü ve kürklü bir fes giyerlerdi, buna "Tunus Fesi" veya "Mahmudî Kalıp Fes" denmekte idi.
Bahriye Silâhendaz Subayı - Günümüzdeki anlamı ile deniz piyadeleri idi. 1833 yılında teşkil olunan bu sınıf, Silâhendaz erlerinin başında durur ve emir verirdi. Bele kadar uzanan kırmızı renkli çuhadan bir ceket, mavi renkli bir pantolon ve mavi kürk geçirilmiş bir fes giyerlerdi. Ceketlerinin önü iki sıra halinde düğmeli idi, apoletleri altın sırma saçaklı idi. Rütbeyi belli etmesi üzere yakaya bir nişan bağlanırdı.
Bahriye Mektebi Öğrencisi - Mavi püsküllü bir fes, gri renkte ceket ve pantolon giyerlerdi. Ceket yakaları kırmızı olurdu, kemerleri siyah deriden idi ve bununla kılıç taşırlardı.
Bahriye Silâhendaz Neferi - Silah taşıyan ve harp yapan ana personel sınıfıdır. Harp zamanı donanmaya dahil olurlardı, kırmızı renkte kısa bir ceket ve pantolon giyerlerdi. Omuzlarında "Kaşık" adı verilen püskülsüz apoletler bulunurdu, ceketlerinin üstünden iki adet beyaz deri çapraz şekilde geçerdi.
Bahriye Sanayi Neferi - Denizcilik endüstrisinin geliştirilmesi üzerine çalışmalar yapıldı ve yerli teknisyenlerin yetişmesi için bu sınıf kuruldu. Feslerinde mavi bir püskül olurdu, lacivert renkte ceket ve pantolon giyerlerdi. Herhangi bir sırma işleme ve apolet yoktu. Ceketlerinde tek sıra halinde düğmeler mevcut idi.
Abdülmecid döneminde, Tanzimat Fermanı'nın ve Kırım Savaşı'nın etkisiyle donanma personelinde ciddi değişimler oldu. II. Mahmud döneminden kalma Tunus fesleri terk edildi ve altı daha enli, daha az püsküllü feslere geçildi. Bir diğer yenilik, ceketin kollarına sırma şeritler getirilmesi idi. Donanma personelinin yazın beyaz pantolon giymesi de bu dönemde başladı. Subay ceketlerinde, II. Mahmud döneminde olduğu gibi çift sıra düğme uygulaması devam etti. Rütbe isimleri de değişti. Kapudane, Reis Paşa; Patrona, Ferik Paşa; Riyale, Liva Paşa; Paşa Gemisi Süvarisi, Üç Ambarlı Süvarisi (Komodor) Kapak Süvarisi, Miralay (Albay); Fırkateyn Süvarisi, Kaymakam (Yarbay); Korvet Süvarisi, Binbaşı ve Küçük Gemi Süvarisi, Buyrultulu Kaptan (Yüzbaşı) olmak üzere değiştirildi.
Üç Ambarlı Süvarisi veya Komodor - Filo komutanlarına kurmay subaylık görevini icra eden ve paşa gemilerine komuta eden subaylar idi. Kol kapaklarında, yakalarında ve omuzlarında yer yer sırma şeritler bulunan, kapalı renkte bir ceket ve aynı renkte pantolon giyerlerdi. Kollara takılan rütbe işaretlerinde, sırmadan bir ay ve onun içinde çıpa ile yıldız işlenmişti.
Buyrultulu Kaptan - Kaptan Paşanın özel emri ile tüm geminin komutasını ele alabilen subaylar idi, günümüzdeki rütbe karşılığı Yüzbaşıdır. Buyrultulu Kaptanlar, deneyimli denizcilerden seçilirdi. Mavi püsküllü fes, barut rengi ceket ve pantolon giyerler, sarı sırma bir kemer takarlardı. Omuzlarındaki apoletler sırma saçaklı idi.
Bahriye Topçu Subayı - Mavi püsküllü bir fes, kol ağızları kırmızı çuha kumaş ile kaplanmış barut rengi bir ceket giyerlerdi. Yakalarında sarı renkte topçu işareti bulunurdu. Apoletleri sırma saçaklı idi ve sağ omuzlarından uzanan çapraz vaziyette beyaz bir şerit (Kılıç kayışı) bulunurdu. Kayışın göğüs hizasında sarı bir maden bulunur ve üzerinde top minyatürleri olurdu.
Bahriye Mektebi Öğrencisi - Tek sıra düğmeleri olan lacivert bir ceket ve aynı renkte olan, dış kenarlarında sarı sırma şerit bulunan bir pantolon giyerlerdi. Yakaları açık mavi renkte idi ve birer beyaz çıpa işareti bulunurdu. Özel günlerde üzerinde çıpa olan sarı tokalı bir kemer takar, kılıç taşırlardı.
Bahriye Eri - Açık mavi renkli püskülü olan fes giyerlerdi. Üniformaları yazın ve kışın ayrı idi. Yazın beyaz pantolon ve lacivert renkli kısa bir ceket; kışın ise lacivert renkli pantolon ve ceket giyerlerdi. Ceketleri ortadan bir düğme ile bağlıydı, altında kırmızı bir iç çamaşırı mevcut idi. Bu iç çamaşırı sayesinde askerin göğsü ve göbeği görünmezdi.
Bahriye Silâhendaz Eri - Kara askerlerine benzer bir üniformaları vardı. Kışın lacivert çuha ve yazın beyaz keten olmak üzere pantolon giyerlerdi. Ceketleri lacivert renkte idi ve tek sıra düğmeli idi. Ceketlerinin üzerinden omuzlardan başlayan çapraz vaziyette beyaz şeritler uzanıyordu. Kol ağızları, kenarlarında beyaz çizgi olan kırmızı bir kumaş ile kaplanmıştı.
Sayı bakımından en büyük donanmalar arasına Osmanlı donanmasının girdiği zamanda, Abdülaziz döneminde birçok değişiklik yapıldı.[296] Mavi püsküllü fes ve yakadaki rütbe işaretleri terk edildi, yerine siyah püsküllü fes ile kollarda rütbe işaretleri geldi. Bu dönemde, üniformalardaki barut rengi çuha tercihi devam etti. Günümüzdeki rütbe karşılığı Binbaşı olan Korvet Kaptanı ve ondan yüksek rütbeli subayların ceketlerinde çift sıra düğme, Sağ Kolağası (Yüzbaşı) ve ondan düşük rütbeli subaylarda da tek sıra düğme uygulaması başladı. Abdülaziz döneminde Kaptan-ı Derya'lık terk edildi, Bahriye Nazırlığı'na geçildi. Bundan başka, Dört Köşe Fesli Bahriye Neferi ve Şeşhane Neferi gibi yeni tip personel donanmaya katıldı. Üst düzey subayların omuzlarındaki apoletlerde bulunan yıldız sayısına göre rütbeler anlaşılıyordu. Liva Paşa tek, Ferik Paşa iki ve Reis Paşalarda üç yıldız bulunuyordu.[296]
Bahriye Nazırı - 1867 yılında Kaptan-ı Derya'lık terk edildi ve Bahriye Nazırlığı kuruldu. Bahriye Nazırı paşaların üniformaları İngiliz ve Fransız subaylardan esinlenerek oluşturuldu. Barut rengi ceketin düğmeleri çift sıra idi ve üzerinde çıpa motifleri vardı. Yakalarda, omuzlarda ve kol ağızlarında sırma şeritler bulunuyordu.
Üç Ambarlı Süvarisi - Abdülaziz döneminde bu subaylar, açık yakalı barut rengi bir ceket ve aynı renkte bir pantolon giyerdi. Ceket altında beyaz bir gömlek olurdu, papyon şeklinde bir boyunbağını da bu gömleğin yakasına bağlarlardı. Ceketlerindeki düğmeler çift sıra idi, yakaların kenarlarında birer çıpa bulunuyordu. Üzerinde çıpa bulunan sarı sırma bir kemer takarlardı, bu kemer ile kılıç taşınırdı.
Bahriye Neferi - Abdülmecid döneminden kalma üniformaları değiştirildi. Lacivert ketenden bir ceket ile ketenden bir pantolon giyerlerdi. Bu pantolon, yazın beyaz, kışın lacivert olurdu. Ceketlerinin kol ağızlarında ve yakalarında kırmızı işlemeler bulunuyordu. Yakalarında sarkan bir boyunbağı bulunuyordu, bu bağ kırmızı renkte idi. Bellerine kırmızı bir kemer takıyorlardı.
Şeşhane Neferi - Diğer personelden farklı bir üniformaları vardı. Galata, Kasımpaşa ve Şişhane bölgesinde inzibat görevini yürütüyorlardı, lacivert bir ceket ile şalvar giyiyorlardı. Ceketin göğsünde, kol ağızlarında ve yakalarında kırmızı işlemeler mevcut idi. Şalvarın ise önünde ince bir kırmızı şerit uzanmakta idi.
Dört Köşe Fesli Bahriye Neferi - Abdülmecid dönemindeki Silâhendaz neferlerinin vazifesini yürütüyorlardı, kalçaya kadar uzanan lacivert bir ceket ve beyaz bir pantolon giyerlerdi. Ceketin devrik yakaları vardı, ceket iki düğme ile birleşiyordu. Ceketin her bir tarafında aynı zamanda üçer düğme bulunuyordu, bu askerler beyaz eldiven de giymekte idi. Fesleri lacivert püsküllü idi.
II. Abdülhamid dönemindeki rütbe ve üniforma değişiklikleri
II. Abdülhamid döneminde, 1 Haziran 1876 tarihinde personeldeki ilk değişiklik yapıldı. Bu değişiklik ile bazı rütbe isimleri de değişti. Reis Paşa, Müşir (Büyük Amiral); Ferik Paşa, Ferik; Liva Paşa, Mirliva; Üç Ambarlı Süvarisi, Komodor olmak üzere değişti. 24 Haziran 1878 tarihinde, Osmanlı bahriyelilerinin yabancı nişanlar ve madalyalar takmasına dair düzenleme yapıldı. 1898 yılında, günümüzde Oramiral rütbesine denk olan "Birinci Ferik" rütbesi de eklendi. Bu dönemde subay meslekleri güverte, makine, sıhhiye, inşâ, levâzım ve kâtip gibi kollara ayrıldı.[296] 1890 yılında Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa tarafından Astsubay sınıfı (Gedikli subay) kuruldu. Bundan itibaren donanmaya sivillerin alınmaması ve astsubayların da İstanbul'dan seçilmesi başladı. Bu döneme ait bazı rütbeler ve üniformaları şöyle idi:
Müşir veya Büyük Amiral - Günümüzde de Büyük Amiral rütbesine denk olan Müşir, kapalı yakalı, çift sıra düğmeli, saçaklı apoletleri olan ceket giyerdi. Ceketin kol ağızları sırma şeritler ile işlenmişti, yakaları da sırma şeritler ile çerçevelenmişti. Rütbe işaretleri kol ağzında mevcut idi, sırma şeritlerin çevresini sardığı sırma işleme ay ve çıpa bulunuyordu. Ceketin sağ omuzundan çapraz vaziyette uzanan kırmızı bir şerit vardı, bununla beraber yine sağ omuzunda yaver kordonu bulunuyordu. Bu kordon ile subayın padişahın fahri yaveri olduğu gösterilmişti.
Harp Sınıfı Kaymakamı veya Güverte Yarbay - Siyah püsküllü bir fes, siyah veya barut rengi açık yakalı ve çift sıra düğmeli bir ceket ile aynı renk pantolon giyerlerdi. Ceketin altında beyaz gömlek olurdu ve yakasına boyunbağı bağlanırdı. Apoletler saçaklı idi, kol ağızlarında sırma şeritler mevcut idi.
Silâhendaz Subayı - Siyah püsküllü bir fes, siyah veya barut rengi kapalı yakalı çift sıra düğmeli bir ceket ile aynı renkte pantolon giyerlerdi. Apoletler vardı ancak saçaklı değildi. Kol ağızlarında, en üstteki kroslu olacak şekilde sırma şeritler mevcut idi.
Bahriye Mektebi Öğrencisi - Siyah püsküllü fes ve barut rengi açık yakalı çift sıra düğmeli bir ceket giyerlerdi. Ceket altına beyaz bir gömlek giyerlerdi, boyunbağı bağlarlardı. Kışlık ve yazlık üniformalarında, yakalarının kenarlarında birer çıpa işareti mevcut idi. Kol ağızlarında şerit mevcut idi, bu şerit, öğrencinin sınıfına göre değişiklik gösteriyordu. Yazın beyaz pantolon giyiyorlardı.
Haddehâne Öğrencisi - Donanma için makine subaylarının (Çarkçı subayları) yetiştirildiği Haddehâne Mektebi'nin öğrencisi idi. Siyah püsküllü fes, barut rengi açık yakalı çift sıra düğmeli bir ceket ve aynı renk pantolon giyiyorlardı. Bahriye Mektebi Öğrencilerinde olduğu gibi, bu öğrenciler de yakalarına birer çıpa işareti takıyordu. Ceket altına giydikleri beyaz gömleğe papyon bağlıyorlardı.
Bahriye Neferi - Siyah püsküllü bir fes giyiyorlardı. Üniforma, yazın ve kışın ayrı idi. Kışın, barut rengi pantolon ile gömlek; yazın, beyaz renkte pantolon ile gömlek giyilmekte idi. Gömleğin kol ağızları mavi kumaş ile kaplanmıştı, bu kumaşın kenarlarında birer kırmızı şerit vardı. Gömlek yakaları, diğer personele göre farklı idi.
Bahriye Silâhendaz Neferi - Siyah püsküllü fesle beraber siyah veya barut renginde açık yakalı bir ceket, keten pantolon giyerlerdi. Pantolon, kışın ceketle aynı renk iken, yazın beyaz renkte idi. Ceket, bir düğme ile kapanıyordu ve kenarlarında dörder düğme sıralı idi. Bellerinde siyah deriden bir palaska kayışı mevcut idi. Tüfeklerine süngü takılıydı. Siyah deriden çizme giyiyorlardı.
II. Meşrutiyet dönemindeki sınıf rütbe ve üniforma değişiklikleri
II. Meşrutiyet döneminde, 1909 yılında İngilizlerden esinlenerek rütbe isimleri tekrar değiştirildi. Müşir, Müşir Amiral Paşa; Birinci Ferik Paşa, Amiral Paşa; Ferik Paşa, Vice Amiral Paşa; Mirliva, Liva Amiral Paşa; Miralay, Kalyon Kaptanı (Albay); Kaymakam, Fırkateyn Kaptanı (Yarbay); Binbaşı, Korvet Kaptanı; Kolağası, Birinci Sınıf Yüzbaşı olmak üzere değiştirildi.[296] Donanma personelinin üniformalarına dair ilk tüzük, 22 Haziran 1909 tarihinde "Bahriye-i Şahane Zabitanının Elbise-i Resmiyesi Hakkında Nizamname" (Padişah Deniz Kuvvetlerinin Subay Resmi Elbiselerine İlişkin Tüzük) adı ile çıktı. Bu tüzükte, yazın ve kışın ile özel günlerde giyilecek üniformalar belirlendi. Rütbe işaretlerinde değişiklikler yapıldı. Korvet Kaptanı üç kalın sırma şerit, Fırkateyn Kaptanı biri ince dört sırma şerit, Kalyon Kaptanı dört kalın sırma şerit ile gösterilmeye başladı. Kol ağızlarındaki şeritlerin arasındaki renk ile personel sınıfı anlaşılıyordu. Bu renkler şöyle idi: Güverte sınıfı siyah, makine sınıfı kırmızı, inşa koyu mavi, eczacılar yeşil, katipler beyaz ve sıhhiye vişne çürüğü renkte idi. Yine bu dönemde, çıkarılan tüzük ile subayların beş çeşit üniforması oldu; bayramlık, selâmlık, setre takımı, günlük siyah ve günlük beyaz üniformalar. Bu üniformaların özellikleri şöyle idi:
Bayramlık Üniforma - Diğer adı Büyük Üniformadır. Binbaşı ve daha yüksek rütbeli subaylar için özel bir üniforma idi. Çift düğme sıralı barut rengi ceket ve aynı renkte, kenarları sarı sırma işlemeli pantolondan oluşuyordu. Omuzlardaki apoletler saçaklı idi, ceketin yakaları dik idi. Kılıcın asılı durduğu sarı sırma bir kılıç kayışı mevcut idi. Bununla beraber siyah püsküllü fes ve beyaz eldiven giyilmekte idi. Padişahın tahta çıkış ve doğum yıldönümlerinde, yurt içinde veya dışında yapılan balolar, ziyafetler ve kabul törenleri için giyilirdi.
Selâmlık Üniforma - Binbaşının astı subayların giydiği bir üniformadır. Bayramlık üniformadan farklı olarak açık yakalı idi. Çift sıra düğmeli barut rengi ceket ve aynı renkte pantolondan oluşuyordu. Omuzlardaki apoletler saçaksızdı. Bayramlık üniformada olduğu gibi kılıç kayışı mevcuttu. Siyah püsküllü fes ve beyaz eldiven de beraberinde giyilmekte idi. Cuma selâmlığında, yabancı hükümdar ailelerinin veya padişah ailesinin huzurunda, cenaze törenlerinde, yabancı savaş gemilerine resmi ziyaretlerde, resmi ziyafetlerde, balolarda ve kabul törenlerinde giyilirdi.
Setre Takımı - Selâmlık üniformasından birkaç farkı var, apoletler mevcut değildir. Yalnızca apolet köprüleri var idi, Selâmlık üniformadaki gibi kravat değil boyunbağı bağlanıyordu. Sınavlarda, yıllık teftişlerde ve Cuma sabahı divan taburlarında giyilirdi.
Günlük Siyah Üniforma - Cuma günü hariç diğer günlerde giyilen günlük bir üniformadır. Çift sıra düğmeli siyah renkte ceket ve aynı renkte pantolon ile siyah püsküllü festen oluşuyordu. Ceket açık yakalı idi, altına beyaz gömlek giyilirdi ve kravat bağlanırdı.
Günlük Beyaz Üniforma - 1909 tüzüğü ile ilk defa yazlık bir üniforma, resmi olarak kabul edildi. Tek sıra düğmeli beyaz renkte ceket ve aynı renkte pantolon ile beyaz bir başlık giyilmekte idi. Diğer tüm üniformalardan farklı olarak, ilk defa bu üniforma ile beyaz ayakkabı giyilmeye başlandı. Omuzlarında rütbeyi belirten işaretler mevcut idi. Bu yazlık kıyafetin bayramlık ve selâmlık üniformaları yapılmadı. Bundan dolayı özel günlerde bayramlık veya selâmlık üniformalar giyilir ama alta da yazlık beyaz pantolon giyilirdi.
Gedikli Zabit - Hasan Hüsnü Paşa'nın 1890 yılında kurduğu Gedikli Sınıfının üstü olarak 1915 yılında Gedikli Zabitler Sınıfı kuruldu. Bu askerler, kıdemlerine göre birinci, ikinci veya üçüncü olmak üzere ayrılıyordu. Zabitler, diğer subaylar gibi kışın siyah, yazın beyaz üniforma giymekte idi. Rütbe işaretleri, omuz ile dirsek arasındaki yerde olurdu. Ceket, çift sıra düğmeli ve açık yakalı idi. Altına da beyaz gömlek giyilir, kravat bağlanırdı. Cep kapakları yoktu. Ceketin arkasında yırtmaçlar vardı, fes siyah püsküllü idi.
Çırak Okulu - Gedikli adaylarını eğitmek üzere 14 Temmuz 1913 tarihinde Çırak Okulu açıldı. Heybeliada önündeki iki gemi güverte çırak okulu ve makine çırak okulu olmak üzere eğitim veriyordu. Öğrenciler, beş yıl boyunca eğitim alıyordu. Ardından, her biri üç yıl sürecek şekilde sırasıyla Gedikli Onbaşı, Gedikli Çavuş ve Gedikli Başçavuş rütbeleri ile görev yapıyorlardı. Bunların ardından Gedikli Zabit olabiliyorlardı. Gedikli öğrencileri, onbaşıları, çavuşları ve başçavuşları baştan geçirilen gömlek giyerdi. Üniforma siyah ve beyaz renkte idi. Gömleğin yakasında mavi palet bulunurdu, paletin kenarlarında da beyaz şeritler mevcut idi. Gömleğin içine beyaz bir iç çamaşır giyilirdi
Deniz Eri - Gedikli erlerine benzer bir üniforma giyiyorlardı. Baştan geçirilen bir gömlek, ve aynı renkte pantolon giyerlerdi. Üniforma kışın siyah, yazın beyaz renkte idi. Gömleğin yakalarında palet mevcut idi ve kenarlarında beyaz şeritler bulunuyordu.
16 Kasım 1915 tarihinde, Alman Donanması'nın da etkisiyle değişiklikler yapıldı. Osmanlı bahriyelileri, bu tarihte çıkarılan tüzükten sonra meç taşımaya başladı. Aynı zamanda bahriyelilerin başlıklarında değişiklikler yapıldı, Barbaros Hayreddin Paşa'nın kavuğundan esinlenerek yapılmış bir başlık giyilecekti. 1916 yılında Alman subay Souchon'un tavsiyesi ile rütbe isimleri değişti. Müşir Amiral Paşa, Müşir Amiral; Amiral Paşa, Birinci Ferik Amiral; Vice Amiral Paşa, Ferik Amiral (Koramiral); Liva Amiral Paşa, Liva Amiral; Birinci Sınıf Yüzbaşı, Kıdemli Yüzbaşı olmak üzere değiştirildi. 17 Şubat 1916 tarihinde yeni bir uygulama ile rütbeler ispalet şeklinde omuzlarda taşınmaya başladı. Müşir Amiraller ispaletlerinde beyaz sırmadan ay yıldız, Birinci Ferik Amiraller üç yıldız, Ferik Amiraller iki yıldız ve Liva Amiraller tek yıldız taşımaya başladı. Güverte subaylarının ispaletlerinde sarı sırma şeritler mevcut idi, mesleklerine göre şeritler arasındaki renk değişiyordu. 13 Mayıs 1916 tarihinde, Osmanlı ordusunda fes kullanımı terkedildi ve "Cemaliye" ile "Enveriye" adı verilen başlıklara geçildi. Bu başlık isimleri, Enver Paşa ile Cemal Paşa'dan gelmektedir. Donanma personeli cemaliye giymekte idi. Subayların cemaliyesinde ay yıldız ve çıpa işaretleri bulunuyordu.
Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra herhangi bir üniforma değişikliği yapılmadı. Yapılan tek değişiklik, "Cemaliye" isminin kaldırılarak başlıklara "Serpuş" adının verilmesi idi. Bu dönemde, bayramlık ve selâmlık üniformaları giyilmedi.
0 Yorum:
Yorum Gönder