“Efendiler, Lozan Antlaşması'nın eklerinden olan düşman işgali altındaki topraklarımızı boşaltma protokolü uygulandıktan sonra, yabancı işgalinden tamamen kurtulan Türkiye'nin toprak bütünlüğü fiilî olarak sağlanmıştı. Artık yeni Türkiye Devleti'nin başkentini bir kanunla tespit etmek gerekiyordu. Bütün düşünceler, Yeni Türkiye'nin başkenti Anadolu'da ve Ankara şehri olarak seçme lüzumunda birleşiyordu.
Bu seçimde, coğrafî durum ve askerî strateji en büyük önemi taşıyordu. Devletin başkentini bir an önce tespit ederek, içten ve dıştan gelen kararsızlıklara bir son vermek şarttı.
Gerçekten de, bilindiği üzere, başkentin İstanbul olarak kalacağı veya Ankara olacağı konusunda öteden beri içeride ve dışarıda kararsızlıklar görülüyor, basında demeçlere ve tartışmalara rastlanıyordu. Bu arada İstanbul'un yeni milletvekillerinden bazıları, Refet Paşa başta olmak üzere, İstanbul'un hükûmet merkezi olarak kalması gereğini bazı örneklere dayanarak ispat etmeye çalışıyorlardı.
Ankara'nın gerek iklim, gerek ulaştırma araçları ve gelişme kabiliyet ve istidadı ve gerekse mevcut tesisler ve kuruluşlar bakımından hiç de uygun ve elverişli olmadığını söylüyorlar; İstanbul'un «payitaht» olması lâzımdır ve mutlaka olacaktır, diyorlardı. Bu ifadeye dikkat edilirse, bizim «başkent» deyimiyle kastettiğimiz anlam ile, bu ifadelerdeki «payitaht» deyimini kullananların görüşleri arasında bir fark bulmamak mümkün değildir.
Bundan dolayı, bu konuda zaten kesinleşmiş bulunan kararımızı resmen ve kanunî yoldan ilân ettirerek, «payitaht» sözünün de yeni Türkiye Devleti'nde kullanılmasına gerek kalmadığını göstermek lâzım, geldi. Dışişleri bakanı İsmet Paşa, 9 Ekim 1923 tarihli tek maddelik bir kanun tasarısını Meclis'e teklif etti.
Altında daha on dört kadar zatın imzası bulunan bu kanun teklifi, 13 Ekim 1923 tarihinde uzun görüşme ve tartışmalardan sonra çok büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Kabul edilen kanun maddesi şudur: «Türkiye Devleti'nin başkenti Ankara şehridir.”
Prof. Dr. Cihan Dura ise bu kanun tasarısının detaylarını şöyle aktarıyor:
“Dışişleri Bakanı İsmet Paşa, 9 Ekim 1923'de Meclis’e tek maddelik bir kanun tasarısı teklif etti. Tasarı 13 Ekim 1923 tarihinde, uzun görüşme ve tartışmalardan sonra büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Kabul edilen kanun maddesi şudur: “Türkiye Devleti’nin başkenti Ankara şehridir.”
Sevgili milletimizin bağımsızlık mücadelesi tarihinde Ankara adının, en aziz bir yeri vardır. Yunus Nadi Bey'le 6 Mayıs 1924'de yaptığım söyleşinin bir konusu da Ankara idi. Bu ilimizin coğrafi konumu, tarihteki yeri, oraya ilk gidişim, Ankaralıların yurtseverliği ve Ankara'yı başkent yapma düşüncemin doğuşu hususlarında şunları söylemiştim:
Ankara, durumu itibariyle ülkemize idare merkezi olması bakımından çok çekici ve güven verici bir noktadır. Bu nedenle benim kararlarım, harekât ve girişimlerim üzerinde doğal olarak etkilerini göstermiştir. Gerçekten işe ülkenin doğusundan, doğu sınırından başladım. Sonra daha batıya gelmek zorunluluğunu hissettim.
Nihayet Ankara'da durdum ve ülke işlerini, milletin arzusu doğrultusunda sevk ve idare etmek için başka yere gitmeye gerek duymadım. Türkiye'nin ve Türk milletinin ve millî menfaatlerin en emin savunmasının da ancak Ankara'dan olabileceği, olaylarla sabit olmuştur.
En zor koşullar içinde, en az hazırlıklı olduğumuz halde en büyük darbelerin tersine çevrilebilmesinin en kuvvetli etkenleri arasında Ankara'nın coğrafî konumu da vardır. Ankara'nın doğal ve coğrafi konumuna değer katan bir yön daha vardır: En acı ve felaketli günlerde millet her taraftan çeşitli araçlarla zehirlenirken, Ankaralılar ülke ve milletin gerçek kurtuluşuna yönelik girişim hakkındaki iman ve güvenlerini bir an dahi sarsmamışlardır.
Ankara'ya ilk kabul olunduğum gün, ben sadece bir vatandaş, milletin bir bireyi idim. Hiçbir sıfatım, yetkim ve unvanım yoktu. Böyle olmakla birlikte Ankara ve çevresi hep birden, çocuklarıyla, kadınlarıyla, yaşlılarıyla Ankara şehrinden Dikmen tepesine kadar bütün ovayı doldurmuş ve beni karşılamıştır. İstasyondan hükümet dairesine kadar uzayan caddenin iki tarafı eski Türk kıyafetini giymiş, bıçakları ve tabancaları ellerinde Ankara gençleriyle dolmuştu. Bu gençler ve onlarla birlikte bütün halk: “Vatanı ve milleti düşmandan kurtarmak için hepimiz ölmeye hazırız, emrinizi bekliyoruz” diyerek bağırıyorlardı. O zaman Ankara istasyonu yabancı subay ve askerlerinin işgali altında bulunuyordu. O güne kadar Ankaralıları ölü ve Ankara'yı bir harabe sanan bu yabancılar, bu yüce tezahürat karşısında ilk kaygılarını göstermekten kendilerini alamamışlardır.
Ben Ankara'yı coğrafya kitabından çok tarihte öğrendim ve cumhuriyet merkezi olarak öğrendim. Gerçekten Selçuklu idaresinin parçalanması üzerine Anadolu'da kurulan küçük hükümetlerin adlarını okurken, birtakım beylikler arasında bir de Ankara Cumhuriyeti'ni görmüştüm. Tarih sayfalarının bana bir cumhuriyet merkezi olarak tanıttığı Ankara'ya ilk defa geldiğim o gün de gördüm ki, aradan geçen yüzyıllara rağmen Ankara'da hâlâ o cumhuriyet yatkınlığı devam ediyor.
Beni Türkiye'ye en uygun merkezin Ankara olabileceğini düşünmeye iten ilk vesile çok eskidir ve tekniktir.
Bu noktaya ait düşüncelerim her İstanbul'da bulunduğum defalar uyanmıştır (Hayatımın çok az günleri İstanbul'da geçmiştir). Özellikle Dünya Harbi'nden sonra girdiğimiz mütareke günlerinde İstanbul sokaklarını dolduran yabancı süngüleri, Boğaziçi'nin sularını karartan düşman zırhlıları bu fikirlerimi saplantı haline getirdi. Ve artık hiçbir şahsa, hiç bir fikre ve hiçbir programa zerre kadar iltifat etmeksizin, bu boğucu havadan çıkmak hususundaki dünyaca bilinen kararımı verdim.
16 Ocak 1923'de İzmit'te gazetecilerle yaptığım mülakatta, hükümet merkezinin seçiminde hangi hususların hesaba katılması gerektiğini, bunlara göre en uygun tercihin Ankara olduğunu, 1924 yılı Meclis açış konuşmamda ise çağdaş Ankara'nın devletimizin önemli bir dayanağı olacağını belirtmiş, şunları söylemiştim:
Hükümet merkezi neresi olmalıdır? Bence iki bakımdan inceleme yapmak gerekir. Biri her tür taarruz ve saldırıya karşı yerinden kıpırdamayarak kuvvet ve sükunetini muhafaza edecek bir yer olmalı. Bu bakımdan doğal olarak ülkenin merkezini araştırmak lazım. Yoksa bir geminin topundan telaşa düşecek bir yerde hükümet merkezi olamaz.
İkincisi, hükümet merkezi öyle bir yerde olmalıdır ki, hükümet bakışlarını ülkenin bütün yörelerine eşit surette atfedebilsin. Eğer ülkenin bir köşesine çekilirsek, bu durumda bayındır olmayan ve bizden uzak olan yerleri unutabiliriz.
Anadolu'nun bugün istisnasız her noktası bir harabe halindedir, baykuş yuvası halindedir. Ne için böyledir? Bunun birçok sebepleri vardır. Fakat o sebeplerden biri de hükümet merkezinin İstanbul'da olmasıdır. İstanbul lâtif ve geniştir, ülkemizin en bayındır ve uygarlaşmış bir yeridir. Fakat bu uygarlık ve genişlik içinde bütün bakışlarımız, bütün varlığımız içe dönük kalmıştır. Asıl gerçek ve doğal kaynaklar gözlerden uzak kalmıştır. Onunla iştigal edememişizdir.
Bu ülkede çalışmak isteyenler ve bu ülkeyi idare etmek isteyenler ülkenin içine girmeli ve bu zavallı milletle aynı koşulları yaşamalı ki, ne yapmak lazım geleceğini ciddi olarak hissedebilsin. Bir insan Ankara'da başka türlü düşünür; İzmir'de, İstanbul'da başka türlü düşünür; Paris'te büsbütün başka türlü düşünür. Dolayısıyla, onun için hükümet merkezinin Anadolu'da olması lazım gelir.
Anadolu'nun ortasında merkez olacak bir şehir ancak Ankara-Kayseri-Sivas üçgeni dahilinde bir noktada olmak gerekir. Bu üçgenin bir ucunda bulunan Ankara Türkiye'nin pek güzel merkezi olabilir. Ve olaylar da orasını merkez yaptı, hem de verimli bir merkez yaptı.
Hiç şüphe etmemelidir ki, Anadolu ortasında hızla vücuda getirilecek çağdaş ve bayındır bir Ankara, yüzyıllarca ihmal edilmiş olan Türk vatanı için başlı başına bir uygarlık merkezi, Türk devleti için pek önemli bir dayanak noktası olacaktır.
Ben Ankara'yı hükümet merkezi yapmakla büsbütün başka bir hedef daha güttüm. Türk'ün imkânsızı mümkün kılan kudretini dünyaya bir kere daha göstermek istedim. Bir gün gelecek o çorak tarlalar, yeşil ağaçların çevirdiği villaların arasından uzanan yeşil alanlar asfaltlarla döşenecek. Hem bunu hepimiz göreceğiz.
O kadar yakında olacak. Son olarak şunu da ekleyeyim ki, Ankara çok eski zamanda Orta Asya'dan gelme bir isme sahip olabilir. Dahası, bundan üç bin yıl önce Türklerin başkentleri yine Ankara civarında idi. Bu davamda haklı olduğumu ispat ettiğime kaniyim.”
0 Yorum:
Yorum Gönder