Klikya Krallığı
1080-1198 arası Beylik ve 1198-1375 arası krallık olan Çukurova bölgesinde bulunan bir devlettir. Bölgedeki Ruben I adında olan bir Ermeni beyi tarafından Bizans İmparatorluğundan aldığı toprak üzerine kurulmuştur ve zamanla daha geniş bir alana yayılmıştır. Leon I devletin ilk kralı olmuştur. Devlet Haçlılarla ve özellikle Fransızlarla sıkı ilişkiler kurmuştur. Komşu Hristiyan ve Müslüman devletlerle ve kendi içinde mücadelelerde bulunmuştur. Moğol istilasından sonra İlhanlılara bağlanmış ve birlikte Memluk Devletine karşı savaşmıştır. Devlet 1252'den sonra Hethumid Hanedanı tarafından yönetilmiştir. Memluklar 1375 senesinde Sis'i ele geçirince devlet son bulmuştur ve bundan sonra bölgede Memluklara bağlı Ramazanoğlu Beyliği kurulmuştur. Kilikya Kralı unvanı Lüzinyan Hanedanına geçmiştir. Başkenti ve kilisenin merkezi Sis idi. Krallığın pek çok kalesi vardı ve ayrıca Toros dağları tabii bir savunma bölgesi oluşturuyordu.Arapça kaynaklardan Kilikya bölgesinde karşılaşılan halkın Rum olduğu anlaşılmakta, bu belgelerde Ermeni halkından söz edilmemektedir, Ermenilerin Kafkasya ile ilişkili olduğu yazılmaktadır. Bizans 10. yüzyılda doğu ve kuzeybatı Anadolu'daki Ermeni halkı zorla Çukurova bölgesine yerleştirdiği bilinmektedir. Ermeni nüfusunu zorunlu göçe geçiren ilk Bizans imparatoru II. Basileios'dur. Yaklaşık 50 bin kişilik bir Ermeni nüfusu Orta Anadolu'ya göç ettirmiştir. Daha sonra Türk akınlarının baskısıyla 1064 yılında bu aileler Toroslar'a kaçışmışlardır. Zaten 1045 sonrasında Türklerin Doğu Anadolu'ya akınları buralardaki Ermenileri de göçe zorlamıştı. Toroslar ve güneyinde toplanan bu Ermeni nüfusu "Kilikya Ermeni Baronluğu"'nun kurulmasına zemin hazırlamıştır. I. Haçlı Seferi sırasında Haçlılar tarafından da desteklenip bu baronluğu kurmuşlardır. Haçlıların yıllar süresinde devam eden destekleriyle baronluk krallığa dönüştürülmüştür. Kilikya Ermeni Krallığı tarihi boyunca Bizans İmparatorluğu'na, Papalık'a, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'na, Büyük Selçuklu'lara, Anadolu Selçuklu Devleti'ne, İlhanlılar'a, Kudüs Krallığı'na ve Memlûk Sultanlığı'na tabi olarak varlığını sürdürebilmiştir. Bağlılıkları konusunda titiz ve girişken olmuşlardır. Örneğin Anadolu Selçuklu Devleti'nin Kösedağ Muharebesi yenilgisinden sonra Konya istikametinde ilerleyen Moğol kuvvetleri nedeniyle Ermeni krallığına sığınan I. Alaeddin Keykubat'ın eşi, I. Gıyaseddin Keyhüsrev'ın annesi Hunat Hatun, Ermeniler tarafından Moğollara teslim edilmiş, kısa süre sonra Moğollar tarafından öldürülmüştür.
Özellikle İlhanlı'lara bağlılıklarını göstermek konusunda son derece girişken bir tutum izlemiştir. Bu yüzden sık sık Memluk sultanlarının hışmını üzerlerine çekmişlerdir. Çoğu kez Memluk tüccarlarına engel olunagelmiştir. Memluk Sultanlığı, demir ve başta gemi yapımı için kereste ihtiyacını Anadolu'dan ithal etmektedir.
Krallığın tarihi boyunca her zaman Haçlılarla iyi ilişkiler içinde olduğunu söylemek zordur. Kilikya, Antakya Haçlı Krallığı ana yayılma hatlarından biri olduğundan aralarında zaman zaman sürtüşmeler yaşanmıştır. Bununla birlikte Ermeni Kralları Haçlı tarikatlarının yüksek mevkiinde bulunan şövalyelere imtiyazlar ve kaleler bağışlamışlardır.
Sasani İmparatorluğu, (Sasani Devleti veya Sasaniler ya da İkinci Pers İmparatorluğu; Farsça: ساسانیان, Sāsānīyān), dördüncü büyük İran Hanedanı ve ikinci Pers İmparatorluğu'nun adıdır (224 - 651). Sasani İmparatorluğu, son Arşaklı hanedanı (Partlar) kralı IV. Artabanus'u yenmesinin ardından I. Ardeşir tarafından kurulmuş, son Sasani hükümdarı Şehinşah (Krallar kralı) III. Yezdigirt'in (632-651), erken Halifelik'le yani ilk İslam Devleti ile girdiği 14 senelik mücadeleyi kaybetmesiyle sona ermiştir. İmparatorluğun sınırları bugünkü İran, Irak, Azerbaycan, Ermenistan, Afganistan, Türkiye'nin doğu bölgesi (Büyük İran olarak bilinen bölge), Suriye'nin bir kısmı, Pakistan, Kafkaslar, Orta Asya ve Arabistan'ın bir kısmını kapsıyordu. II. Hüsrev'in hükümdarlığı (590-628) sırasında Mısır, Ürdün, Filistin ve Lübnan da kısa süreli olarak imparatorluğa dahil oldu. Sasaniler, imparatorluklarını 'İranşehr' ايرانشهر (Iranshæhr) 'İranlıların (Aryanların) memleketi' diye adlandırırlardı
Sasani dönemi, Geç İlkçağ'ı kapsayarak İran Tarihi'nin en önemli ve etkili dönemlerinden biri olarak kabul edilir. Birçok yönüyle Sasani dönemi, Pers medeniyetinin en önemli başarılarına tanıklık etmiş ve İran'ın müslümanlar tarafından fethedilmesi ve İslamlaşmasından önceki son büyük İran İmparatorluğu olmuştur. İran, Roma medeniyetini Sasani döneminde fark edilir şekilde etkilemiştir. Kültürel etkisi imparatorluk sınırlarının çok ötesine, Batı Avrupa'ya, Afrika'ya, Çin'e ve Hindistan'a kadar ulaşmıştır. Ayrıca bu kültürel etki Avrupa ve Asya ortaçağ sanatının oluşmasında göze çarpan bir rol oynamıştır.
Bu etki erken dönem İslam dünyasına kadar taşındı. Hanedanın kendine has ve aristokratik kültürü, İran'ın fethini bir Pers Rönesansına dönüştürdü. Daha sonra İslami olarak adlandırılan kültürün, mimarinin, yazımın ve diğer becerilerin çoğu Sasani İranlılarından daha geniş Müslüman dünyasına aktarılmıştır.Sasani hanedanı, 3. yüzyıl başlarında bugünkü İran'ın Persis
eyaletinin hükümdarlığını ele geçiren tanrıça Anahita'yı takibeden rahiplerin soyundan
gelen I. Ardeşir tarafından
Persis'te (Pars ya da Fars vilayeti) Istakhr
şehrinde kurulmuştur.
Babası Babak (Papag) (Papak ve Babak diye de okunur), ilk
başlarda küçük bir şehir olan Kheir'in yöneticisiydi. 205'te Bazrangidler'in
son kralı olan Gocihr'i tahttan indirmeyi başararak kendini yeni hükümdar
olarak ilan etti. Bazrangidler, Partlara (Arşaklılara) bağlı olarak Persis'in
yerel yöneticiliğini yapıyorlardı. Annesi Rodhagh, Peris eyalet valisinin
kızıydı. Sasani ismi I. Ardaşir'in baba tarafından dedesi olan Sasan(Zazan)'dan
gelir. Zazan, Anahita Tapınağı'ın başrahibiydi.
Pabag'ın yerel gücü ele geçirme çabaları, o sıralar Mezopotamya'da kardeşi VI. Vologases ile hanedan mücadelesi veren Arşaklı İmparatoru IV. Artabanus'un gözünden kaçtı. Pabag ve en büyük oğlu Şapur, Arşaklılar arasında çıkan bu problemlerden faydalanarak güçlerini bütün Persis'e yayabildiler. Devam eden olaylar kaynakların yetersizliği yüzünden açık değildir. Fakat, 220 civarında Pabag'ın ölmesiyle, o sırada Darabgird'in valisi olan Ardeşir'in en büyük kardeşi olan Şapur'la bir güç mücadelesine girdiği kesindir. Kaynaklar, Şapur'un 222 yılında kardeşiyle bir toplantıya giderken bir binanın çatısının üstüne düşmesi sonucu öldüğünü söylerler.
Bu noktada, Ardeşir, başkentini Persis'in daha güneyine kaydırdı
ve Firuzabad'da (Ardaşir-Khwarrah, daha önce Gur,
günümüzde Firuzabad) yeni bir başkent kurdu. Yüksek dağlarla iyi desteklenen ve
dar geçitler arasında kolayca savunulabilen şehir, Ardaşir'in daha fazla güç
kazanma çabalarının merkezi oldu. Şehir, büyük ihtimalle Darabgird'den örnek
alınan yüksek ve çember şeklinde bir duvarla çevrelenmişti. Kuzey taradında
günümüzde hala kalıntıları duran büyük bir saray bulunmaktaydı.
Persis'te egemenliğini kuran I. Ardeşir, Fars'ın yerel prenslerinden feodal sadakat talep ederek ve Kerman, İsfahan, Susa, Mesene komşu eyaletlerinin de kontrolünü ele geçirerek süratle topraklarını genişletti. Bu genişleme, I. Ardeşir'in derebeyi olan IV. Artabanus'un gözünden kaçmadı. IV. Artabanus ilk başta Khuzestan valisine 224 yılında Ardeşir üzerine gitmesini emretti fakat bu Ardeşir için kesin bir zaferle sonuçlandı. Artabanus bu sefer yine 224'te kendisi saldırdı. IV. Artabanus orduların çarpıştığı Hormizdeghan'da öldürüldü. I. Ardeşir, sona eren Part İmparatorluğu'nun (Arşaklılar'ın) batı vilayetlerini ele geçirmeye devam etti. 226 yılında, Tizpon şehrinde İran'ın yegane hükümdarı olarak taç giydi ve Şehinşah (Kralların Kralı ya da Şahlar Şahı) unvanını aldı. (Yazıtlar Adhur-Anahid'ten Kraliçeler Kraliçesi olarak bahseder, fakat Ardeşir'le ilişkisi henüz başlamamıştı.) Böylece, 400 senelik Part İmparatorluğu sona ererek, 4 asırlık Sasani hakimiyeti başladı.
I. Ardeşir, ilerleyen birkaç yıl içinde, imparatorluk etrafında yerel isyancıları takibederek Sistan, Gorgan, Horasan, Merv (günümüz Türkmenistan'ında)Belh, ve Harezm vilayetlerini de ele geçirerek imparatorluğunu doğu ve kuzeybatı yönlerinde genişletti. Bahreyn'i ve Musul'u da Sasani egemenliğine aldı. Sonraki Sasani yazıtları, Kuşan, Turan ve Mekran krallarının da Ardeşir'e tabi olduklarını iddia etseler de, nümismatik kanıtlar bu kralların Ardeşir'in oğlu olan I. Şapur'a tabi olduklarını gösterir. Batı'da Hatra, Ermenistan Krallığı ve Adiabene'ye yapılan saldırılar daha az başarılı oldu.
I. Ardeşir'in oğlu I. Şapur'un annesi bir Part kralının, büyük
ihtimalle IV. Artabanus'un ya da Suren-Pahlav klanının üyelerinden birinin
kızıydı. I. Şapur, bu ilerlemeyi devam ettirdi. Baktria'yı
ve Kuşan'ı fethetti. Roma'ya karşı birden fazla seferi yönetti. Roma
topraklarının içine kadar ilerleyen I. Şapur, Antakya'yı ele
geçirdi ve talan etti (253 veya 256). En sonunda Roma İmparatorları III. Gordian'ı, Arap Philip'i
ve Valerianus'u
mağlup etti. Sonuncusu Edessa savaşından sonra 259 yılında İran tarafından
hapsedildi. Bu olay uzun süre Romalılar için çok büyük bir utanç kaynağı oldu.
I. Şapur, zaferini Nakş-ı Rüstem'de etkileyici kaya kabartmaları
oyarak kutladı. 260 ve 263 yılları arasında bu yeni kazanılan bölgelerden bir
kısmı bir Roma müttefiki olan Odanathus'a kaptırıldı.
I. Şapur'un yoğun gelişme planları vardı. Birçok şehir kurdu.
Bunların bir kısmına Roma topraklarından göçenler yerleşti. Bunlara Sasani
yönetimi altında inançlarını özgürce yaşayan Hristiyanlar da dahildi. Bişapur ve Nişabur şehirleri
onun ismiyle adlandırıldı. I. Şapur özellikle Maniheizm'i
destekledi. Mani peygamberini (Mani'yi)
korudu ve yurtdışına Maniheist misyonerler gönderdi. I. Şapur ayrıca bir
Babilon hahamı olan Neherdea'lı Samuel'le arkadaşlık kurdu. Bu arkadaşlık
yahudiler için bir avantajdı ve kendilerine karşı uygulanan baskıcı kanunlardan
bir mühlet rahatlamalarını sağladı.
Daha sonra gelen krallar I. Şapur'un dini toleransını tersine çevirdiler. I. Şapur'dan sonra gelen I. Behram (273-276) Magi'nin baskısı sonucu olarak Mani'ye ve onu takip edenlere işkence uyguladı. I. Behram Mani'yi hapsetti ve öldürülmesini emretti. Efsaneye göre Mani, idamını beklerken öldü.
II. Behram (276-293) babasının din politikasını devam ettirdi. Zayıf bir yöneticiydi ve birden fazla batı eyaletini Roma imparatoru Carus'a (282-283) kaptırdı. Hükümdarlığı esnasında, yarım asırdır İran tarafından yönetilen Ermenistan'ın büyük bir bölümü Diocletianus'a (284-305) teslim edildi.
293 yılında kısa bir süre tahtta kalan III. Behram'dan
sonra Nerseh hükümdar
oldu (293-302). Nerseh Romalılar'la yeni bir savaşa kalkıştı. Fırat'ta
Calinicum yakınlarında İmparator Galerius'a
(305-311) karşı kazanılan erken bir zaferden sonra, Ermenistan'da 297 yılında
ani bir baskın sonucu tuzağa düşürülen Nerseh yenildi. Bunun ardından varılan
anlaşmayla, Sasaniler Dicle ırmağının batısındaki bütün toprakları teslim
ettiler ve Ermenistan'ın ve Gürcistan'ın iç işlerine karışmamayı kabul ettiler. Bu
büyük hezimetin ardından 301 yılında tahttan çekilen Nerseh bir
sene sonra acı ve üzüntü içinde öldü. Nerseh'in oğlu II. Hürmüz (302-309)
tahta oturdu. Sistan ve Kuşan'daki isyanları bastırsa bile, II. Hürmüz de bir
başka zayıf lider olarak asilleri kontrol etmeyi başaramadı ve bir av sırasında
309 yılında Bedeviler tarafından
öldürüldü.
II. Hürmüz'ün
ölümünün ardından, güneyden gelen Araplar, Sasani krallarının doğum yeri olan
Fars vilayeti de dahil olmak üzere güney şehirlerini yağmalayıp harabetmeye
başladılar. Bu arada, İran asilleri II. Hürmüz'den sonra tahta geçen en büyük
oğlu Adur
Nerseh'i öldürdüler, diğer oğlunu kör ettiler ve daha sonra Roma
topraklarına kaçan üçüncüsünü de hapsettiler. Taht, II. Hürmüz'ün eşlerinden
birinden henüz doğmamış olan çocuğuna kalmıştı. II. Şapur daha annesinin
karnındayken tahta geçen ilk kral olarak bilinir. Taç, annesinin karnına
konmuştu. Şapur ismindeki bu çocuk böylece hükümdar olarak doğdu. Gençliğinde,
imparatorluk annesi ve asiller tarafında idare edildi. Büyüdüğünde ise, gücü
hemen eline alan II. Şapur, aktif ve etkili bir hükümdar olduğunu kanıtladı.
II. Şapur öncelikli olarak küçük ama disiplinli ordusuyla
güneydeki Araplar'ın üzerine yürüyerek onları mağlup etti ve böylece
imparatorluğun güney bölgelerini güven altına aldı. Daha
sonra batıda Romalılara karşı ilk seferini başlattı. Başlangıçta başarılı olan
bu saldırılar Singara Kuşatması'nın ardından doğu sınır boylarındaki göçebe
baskınları yüzünden durmak zorunda kaldı. Bu baskınlar, İpek Yolu'nun kontrolü için
stratejik açıdan önemli bir yer olan Maveraünnehir'i tehdit etmeye başladı. Buna
ilaveten, II. Şapur'un ordusu batıda yeni ele geçirilen yerleri tutmak için
yeterli değildi. II. Şapur, bundan dolayı II. Konstantin'le iki
tarafın da belli bir süre birbirlerinin topraklarına saldırmamasını öngören bir
barış anlaşması imzaladı.
II. Şapur daha sonra doğulu göçebelerle karşılaşmak için
Transoksanya tarafına doğuya doğru ilerledi. Orta Asya kabilelerini ezerek
bölgeyi yeni bir vilayet olarak istila etti. Bugün Afganistan olarak bilinen
bölgenin fethini tamamladı. Bu zaferi kültürel yayılma takip etti. Böylece
Sasani sanatı Türkistan içlerine ve Çin'e kadar yayıldı. II. Şapur, göçebe kralı
Grumbates ile birlikte, 359 yılında Romalılar'a karşı ikinci seferini düzenledi.
Bu sefer, ordusunun bütün gücünü ve göçebelerin desteğini de yanında götürdü.
Çok başarılı geçen seferle birlikte, toplam beş Roma vilayeti İranlılar'ın
eline geçmiş oldu.
II. Şapur, sert bir dini politika yürüttü. Hükümdarlığı
sırasında, Zerdüştilik'in kutsal
metinleri olan Avesta'nın toplanması
tamamlandı. Ayrıca Hristiyanlar baskı ve işkence görmüşlerdir. Bu olay, Roma
İmparatorluğu'nun Büyük Konstantin (324-337)
tarafından Hristiyanlaştırılmasına bir tepkiydi. I. Şapur gibi II. Şapur da
nispeten özgürlük içinde yaşayan ve bu zaman diliminde önemli avantajlar
yakalayan yahudilere karşı dostane kaldı (bknz. Raba (Talmud)).
Şapur öldüğünde, İran İmparatorluğu hiç olmadığı kadar
güçlenmiş, doğudaki düşmanlarla uzlaşılmış ve Ermenistan İran
kontrolü altına girmişti.
Ara Tarihi (379–498)
İran, II. Şapur'un ölümünden I. Kavad'ın (483-531) taç
giymesine kadar Bizans İmparatorluğu'yla girişilen birkaç savaşın dışında
nispeten durağandı. Bu zaman dilimi boyunca, Sasaniler'in din politikası
kraldan krala önemli ölçüde değişiklik gösterdi. Üst üste gelen zayıf liderlere
rağmen, II. Şapur zamanında oluşturulan yönetim sistemi kuvvetli kalarak
imparatorluğun etkili şekilde işlemesini sağladı.
II. Şapur 370 yılında öldüğünde, üvey
kardeşi II. Ardeşir'e (379-383; Kuşanlı
Vahram'ın oğlu) ve onun oğlu olan III. Şapur'a (383-388) güçlü bir
imparatorluk bırakmıştı. Fakat ikisi de II. Şapur'un kabiliyetlerini
gösteremediler. III. Şapur'un yarı kardeşi olarak yetiştirilen II. Ardeşir
kardeşinin yokluğunu dolduramadı. III. Şapur'un ise bir şey başaramayacak kadar
melankolik bir karakteri vardı. IV. Behram da (388-399)
babası kadar pasif olmasa da imparatorluk için önemli bir şey başaramadı. Bu
zaman zarfında Ermenistan Roma ve Sasani imparatorlukları arasında anlaşma
sonucu paylaşıldı. Sasaniler Büyük Ermenistan üzerindeki hakimiyetlerini
yeniden kurarken, Bizans İmparatorluğu batı Ermenistan'ın küçük bir bölümünü
elde tuttular.
IV. Behram'ın oğlu olan I. Yezdigirt (399-421)
çoğunlukla imparator I. Konstantin'le karşılaştırılır. Onun gibi, hem
fiziksel hem de diplomatik açıdan kuvvetliydi. Romalı muadili gibi I. Yezdigirt
de fırsatçıydı. Büyük Konstantin gibi, I. Yezdigirt de dini
tolerans uyguladı ve dini azınlıkların yükselmesi için onlara özgürlük sağladı.
Hristiyanların eziyet görmelerine engel oldu. Üstelik bunun aksini uygulayan
asilleri ve rahipleri de cezalandırdı. Onun dönemi nispeten huzurlu geçen bir
zaman dilimi oldu. Romalılar'la uzun süren bir barış antlaşması imzaladı. Hatta
genç II. Theodosius'u (408-450) koruması altına aldı. Ayrıca
bir Yahudi prensesiyle evlenerek Narsi adında bir oğlu oldu.
I. Yezdigirt'in halefi, en çok bilinen
Sasani krallarından biri ve birçok efsanenin de kahramanı olan oğlu V. Behram'dır (421-438). Bu
efsaneler Sasani İmparatorluğu'nun Araplar tarafından yıkılmasının ardından
bile devam etti. V. Behram, daha çok bilinen
adıyla Behram-ı Gur, babası I. Yezdigirt'in bir Arap
hanedanı olan Hîre tarafından yardım gören asilzadelerin muhalefetleri
neticesinde aniden ölmesinin (ya da suikaste uğraması) ardından tacı ele
geçirdi. V. Behram'ın annesi Soşandukht, Yahudi Eksilarçı'nın
kızıdır. 427 yılında göçebe Eftalitelerin doğuda
başlattıkları işgali durdurdu. Böylece, Buhara (günümüz
Özbekistan'ında) demir paralarında portesi yüzyıllar boyunca kalacak şekilde
etkisini Orta Asya içerlerine kadar genişletti. V. Behram, Ermenistan'ın İran'a
bağlı kralını azlederek, orayı bir eyalete çevirdi.
V. Behram, cesaretinin, güzelliğinin, Romalılara, Türklere, Hintlere ve Afrikalılara karşı elde ettiği zaferlerinin, avcılık ve aşk maceralarının konu alındığı hikâyelerin anlatıldığı Fars geleneğinde sevilen bir isimdir. Behram-ı Gur olarak adlandırılır. Gur, yaban eşeği anlamına gelir. Avcılığa merakına, özellikle yaban eşeği avlamayı sevmesine atıftır. Altın çağın zirvesinde bir kralı sembolize eder. Tacını erkek kardeşiyle giriştiği mücadele ve yabancı düşmanlarla savaşması sayesinde kazanmıştı; fakat kendisini avcılıkla ve saray maiyetinde meşhur kadınlar grubu ve nedimleriyle düzenlediği partilerle eğlendirirdi. Saray zenginliğini ve refahını kendinde sembolleştirmişti. Hükümdarlığı süresince, Sasani Edebiyatı'nın (Pehlevi Edebiyatı'nın) en önemli eserleri yazıldı ve Sasani Müziği'nin dikkate değer parçaları bestelendi. Polo gibi sporlar kraliyet uğraşları arasına girdi. Bu gelenek günümüzde hala bazı krallıklarda devam ettirilmektedir.
V. Behram'ın oğlu III. Yezdigirt (438-457) adaletli, ılımlı bir hükümdardı. Fakat I. Yezdigirt'ın aksine azınlık dinlerine özellikle Hristiyanlar'a karşı sert bir politika uyguladı.
II. Yezdigirt, hükümdarlığının başlarında, Hint müttefikleri de dahil olmak üzere farklı uluslardan oluşan karma bir ordu kurarak, Fars topraklarında Karrhe yakınlarında istihkam kuran (müteakip seferler için Romalılar tarafından uygulanan bir hile) Doğu Roma İmparatorluğu'na saldırdı. Yezdigirt ağır bir selle karşılaşmasaydı şaşkınlık geçiren Romalılar karşısında Roma içlerine kadar ilerleyebilecekti. Bizans imparatoru II. Theodosius komutanını II. Yezdigirt'in kampına göndererek barış çağrısında bulundu. 441 yılında devam eden görüşmeler neticesinde iki imparatorluk da karşılıklı olarak sınırlarına istihkam oluşturmayacaklarına dair söz verdiler. II. Yezdigirt daha kuvvetli olmasına rağmen Kidarite Krallığı'nın Parthia ve Harezmiya'daki akınları sebebiyle daha fazlasını istemedi. Kuvvetlerini 443'te Nişapur'da topladı ve Kidaritelere karşı uzun süreli bir sefer başlattı. Birçok muharebenin ardından, 450 yılında Kidariteleri mağlup ederek Amu Derya nehrinin ötesine sürdü.
Doğu seferi esnasında ordusundaki Hristiyanlar'dan şüphelenen II. Yezdigirt hepsini yönetimden ve ordudan uzaklaştırdı. Ardından Hristiyanlara ve daha az seviyede Yahudilere eziyet etti. Ermenistan'da Zerdüştlüğü yeniden oluşturmak için, Ermeni Hristiyanlarının Vartanantz Savaşı'nda başkaldırışlarını 451 yılında bastırdı. Fakat Ermeniler büyük oranda Hristiyan olarak kaldılar. Son yıllarında, Kidariteler ile 457 yılındaki ölümüne kadar tekrar savaştı.II. Yezdigirt'in daha genç oğlu III. Hürmüz (457-459)
tahta geçti. Kısa hükümdarlığı esnasında, soylular sınıfının desteğini arkasına
alan büyük kardeşi I. Firuz ile
sürekli mücadele etti. Baktria'da Akhunlar'la
(Eftaliteler) ile savaştı. Firuz tarafından 459 yılında öldürüldü.
5. yüzyıl başlarında, Akhunlar diğer göçebe gruplarla birlikte İran'a saldırdı. Başlangıçta, V. Behram ve II. Yezdigirt, bunlara kesin mağlubiyeti zorla kabul ettirdi ve doğu tarafına sürdü. Hunlar 5. yüzyıl sonlarında tekrar gelerek İran'lı I. Firuz'u (457-484) 483 yılında yendiler. Bu zaferin ardından, İran'ın doğu bölgelerini işgal eden Hunlar buraları yağmaladılar.
Bu saldırılar imparatorluğa düzensizlik
ve kaos getirdi. Eftaliteleri yeniden uzaklaştırmayı hedef edinen I.
Firuz, Herat'a
giderken çölde Hunlar tarafından
tuzağa düşürülerek öldürüldü ve ordusu yok edildi. Bu zaferin ardından Herat şehrine doğru
ilerleyen Eftaliteler imparatorluğu kaosun içine attılar. En
sonunda, eski bir Fars ailesi olan Karen'den gelme Zarmihr (ya da Sokhra)
adında bir soylu, bir derece olsun düzen sağlayabildi. I. Hüsrev zamanına kadar
devam edecek olan Hun tehdidine rağmen I.
Firuz'un kardeşlerinden biri olan Balaş'ı
tahta hazırladı. Balaş (484-488) yumuşak başlı ve cömert bir kraldı.
Hristiyanlara imtiyazlar sağladı. Yine de, imparatorluğun düşmanlarına
özellikle Akhunlar'a
karşı herhangi bir girişimde bulunmadı. Balaş dört yıllık hükümdarlığının
ardından kör edildi ve tahttan indirildi (nüfuzlu zenginlere atfedilir).
Yeğeni I. Kavad tahta çıktı.
I. Kavad (488-531)
faal ve reformist bir hükümdardı. Bamdad'ın oğlu Mazdek (Mazdak) tarafından
kurulan, zenginlerin eşlerini ve servetlerini fakirlerle paylaşmasını talep
eden komünistik bir
fırkaya destek verdi. Amacı açıkça, Mazdekilerin doktrinini benimseyerek zengin
soyluların ve yükselen aristokrasinin giderek artan etkisini kırmaktı. Bu
reformlar, I. Hüsrev döneminde Mazdek'in azledilmesine ve Susa'da Oblivyon
Kalesi'nde (Lethe) hapsedilmesine neden oldu. Küçük
kardeşi İranlı Jamaspa (Zamaspes) 496 yılında tahta çıktı. Ama, 498'de
kaçan I. Kavad'a Akhunlar kralı tarafından sığınma verildi.
Jamaspa (496-498) I. Kavad'ın asil sınıfı tarafından azledilmesinin ardından tahta çıkartıldı. Jamaspa iyi kalpli bir kraldı. Köylüleri ve fakirleri rahatlatmak için vergileri azalttı. Ayrıca, yönünü değiştirmesiyle tahtından ve özgürlüğünden olan I. Kavad'ın aksine Mazdakizm'in iyi bir taraftarıydı. Hükümdarlığı, I. Kavad'ın Heftalite kralı tarafından kendisine verilen büyük bir orduyla imparatorluğun başkentine gelmesiyle son buldu. Jamaspa bağlılık içinde tahttan indi ve tacı kardeşine bıraktı. I. Kavad'ın tekrar dönüşünün ardından hakkında bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Fakat, kardeşinin sarayında iyi bir şekilde muamele gördüğüne geniş ölçüde inanılır.
İkinci Altın Çağı (498–622)
İkinci altın çağı I. Kavad'ın ikinci hükümdarlığından sonra başladı. I. Kavad, Eftalitlerin yardımıyla Romalılara karşı bir sefer başlattı. 502 yılında o zaman Ermenistan'da bulunan Theodosiopolis'i (Sivas), 503 yılında ise Dicle üzerindeki Amida (Modern Diyarbakır) ele geçirdi. 505 yılında, Ermenistan'ın Kafkasya tarafından gelen Hunlar tarafından işgal edilmesi bir ateşkesi zorunlu kıldı. Bu esnada Romalılar İranlılara Kafkasya'daki istihkamların bakımı için para yardımında bulundu. 525 yılında Lazika'daki isyanları bastırdı ve Gürcistan'ı yeniden ele geçirdi. 530 yılında, Mirranes Firuz'un emrinde bir orduyu önemli bir Roma hudut şehri olan Dara Kalesi'ne (bugünkü Nusaybin yakınlarında) saldırmak üzere gönderdi. Bu ordu, Roma generali Belisarius tarafından karşılandı ve üstün olmasına rağmen Dara Muharebesi'nde mağlup oldu. Buna rağmen, ilerleyen süre içinde Lahmî hükümdarının (Sasaniler' bağlı bir krallık, IV. El-Mundir ibn el-Mundir) yardımı ve seçkin Azadan şövalyelerinin Belisarius'un lejyonlarını karşılamak için giriştikleri taktik düzenlemeyle Roma ordularını ilki 530 yılında Nisbis Savaşı'nda ve diğeri 531 yılında Sallinicum Savaşı'nda olmak üzere iki kere mağlup etti. Kavad, Eftalitelerin boyunduruğundan kurtulamamasına rağmen, içeride düzeni kurmayı başarıp Doğu Romalılara karşı başarı elde etti. Bazısı kendi adıyla anılan birden fazla şehir kurdu. Vergilendirmeyi ve iç yönetimi düzenlemeye başladı.
I. Kavad'tan sonra oğlu, Anuşirvan ("ölümsüz ruhla") ismiyle de bilinen I. Hüsrev (531-579) tahta çıktı. En çok övülen Sasani kralıdır. I. Hüsrev'in en çok bilinen icraatı Sasanilerin eskiyen yönetim yapısını değiştirmesi oldu. Reformları aracılığıyla, arazi sahiplerinin ellerindeki mallarının tetkikine bağlı olan akla yatkın bir vergilendirme sistemini oluşturdu. Babası bu yöntemi başlatmış ve imparatorluğunun refahını ve gelirlerini artırmak için her yolu denemişti. Bir önceki büyük feodal beyler kendi askeri teçhizatlarını, yandaşlarını ve tımar hizmetlilerini oluşturuyorlardı. I. Hüsrev maaşlı ve merkezi hükûmet tarafından teçhizatlandırılan dehkanlardan ya da 'şovalyelerden' oluşan yeni bir kuvvet ve bürokrasi kurdu. Böylece orduyu ve bürokrasiyi yerel beylerden ziyade merkezi hükümete yakınlaştırdı.
I. Hüsrev, İmparator I. Justinianus'un (527 - 565)
kendisine rüşvet olarak 440,000 altın vermesine rağmen, 532 yılında yapılan
"Ebedi Barış" bozarak 540 yılında geçici bir
süre elde tutacağı Antakya'yı işgal ve talan etti. Suriye'yi ele geçirdi.
Hüsrev geri dönerken, farklı Bizans şehirlerinden para topladı.
565 yılında I. Justinianus öldü. Ardından, Arap liderlerine Suriye'deki Bizans topraklarına baskınlar düzenlemekten alıkoymak için verilen yardımları durdurma kararı alan II. Justinus (565-578) başa geçti. Bir sene önce, Suren ailesinden gelen Sasanilerin Ermenistan valisi günümüz Erivan'ının yakınlarındaki Dvin'de bir ateş tapınağı inşa etmiş ve Mamikonian ailesinin etkili bir üyesini öldürtmüştü. Bu olay 571 yılında İran valisinin ve korumasının katledilmesine yol açan bir ayaklanmaya neden olmuştu. Ermeni isyanından fırsat bulan II. Justinus, Kafkasya geçitlerinin savunması için I. Hüsrev'e ödediği yıllık ödemeleri durdurdu. Ermeniler müttefik olarak kabul edildi ve Sasani topraklarına Nisibis'i 572 yılında kuşatmak üzere bir ordu gönderildi. Ama, Bizans generallerinin arasında çıkan ihtilaf sadece kuşatmanın bitmesine neden olmakla kalmayıp, Daraa'da kendilerinin kuşatmaya uğramalarına yol açtı. Daraa daha sonra İranlılar tarafından ele geçirildi. Suriye harap edildi ve böylece II. Justinus barış anlaşması istemek zorunda kaldı. Ermeni isyanı I. Hüsrev'in yayınladığı bir genel afla sona erdi. Ermenistan böylece Sasani İmparatorluğuna tekrar dahil oldu.
570 yılı civarında, Yemen Kralının yarı kardeşi "Ma'd-Karib" I. Hüsrev'in müdahelede bulunmasını talep etti. I. Hüsrev, Vahriz isimli bir kumandan komutasında donanmayı ve küçük bir orduyu bugünkü Aden yakınlarındaki bölgeye gönderdi. Başkent San'a'ya yürüyen İranlılar şehri işgal etti. Bu sefere iştirak eden Ma'd-Karib'in oğlu Saif, 575 ve 577 yılları arasında hükümdar oldu. Böylece Sasaniler doğuyla yapılan deniz ticaretini kontrol etmek için Güney Arabistan'da bir üs kurmayı başardı. Daha sonraları güney Arabistan krallığının Sasani hakimiyetini tanımamaları üzerine gönderilen ikinci bir ordu bölgeyi, II. Hüsrev'in sorunlu zamanına kadar kalacak şekilde Sasani topraklarına bir vilayet olarak kattı.
I. Hüsrev'in hükümdarlık dönemi
dihkanların (kelime anlamıyla köy beylerinin) yükselişine tanıklık etti.
Bunlar, daha sonraları Sasani eyalet yönetiminin ve vergi toplama sisteminin
iskeletini oluşturacak olan arazi sahibi küçük asillerdi. I. Hüsrev büyük bir imar
yanlısıydı: Başkentini süsledi, yeni şehirler kurdu, yeni binalar inşa etti.
Savaşlarda harap olan kanalları ve çiftlikleri tamir etti. Geçitlerde
güçlü istihkamlar kurdu ve sınır
boylarında dikkatlice seçilen şehirlere işgalci güçlere karşı durmak üzere
krallığa bağlı kabileler yerleştirdi. Zerdüştlüğü resmi devlet dini olarak ilan
etmesine rağmen bütün dinlere karşı hoşgörülüydü ve oğullarından bir
tanesi Hristiyan olunca çok fazla rahatsız olmadı.
I. Hüsrev'den sonra, IV. Hürmüz (579
- 590) tahta geçti. IV. Hürmüz de ondan önce gelenlerin elde ettikleri
başarılarını ve imparatorluğun refahını devam ettiren kuvvetli bir
hükümdardı. II. Hüsrev (590
- 628) hükümdarlığı esnasında, general Behram Çubin'in
(rakip kral VI. Behram'ın)
başkaldırısı imparatorluğu kısa bir süre krize soksa da, bu dönem kolay atlatıldı
ve II. Hüsrev devlet hakimiyetini yeniden kuvvetlendirdi. Bizans
İmparatorluğu'nda yaşanan iç savaşı fırsat bilen II. Hüsrev tam anlamıyla
bir işgal başlattı.
Sasanilerin Ahameniş sınırlarını
yeniden ihya etme hayalleri, Kudüs ve
Şam'ın ardında da Mısır'ın düşmesiyle tamamlanma
aşamasındaydı. Bu yayılmadan ötürü "Gerçek Haç",
614'te Kudüs'ten kaçırılır. 626
yılında, Konstantinopolis de
İranlılar tarafından desteklenen Slav halkları ve Avrasyalı Avarlar tarafından kuşatma
altındaydı. Sasanilerin bu dikkat çekici yayılmasının
zirve noktası aynı zamanda Fars sanatı, müziği ve mimarisinin de zenginleşmesiyle
eşzamanlıydı. 622 yılında Bizans İmparatorluğu yıkılma noktasındaydı ve
Sasaniler Aşamenit İmparatorluğu sınırlarına bütün cephelerde tekrar ulaşmaya
yakındı.
Düşüşü ve Yıkılması (622–651)
II. Hüsrev'in seferi ilk
bakışta büyük bir zafer olarak görülse de, aslında İran ordusunu oldukça geniş
bir alana yaymış ve halkı yüksek vergilerle karşı karşıya bırakmıştı. Bizans
imparatoru Herakleios (610-641)
bir taktik manevrayla misilleme yaparak kuşatma altındaki başkentinden çıktı ve
Karadeniz'e gemiyle geçip İran'a arkadan saldırdı. Herakleios, Hazarlar'ın ve diğer Türk gruplarının da
yardımıyla, 15 yıl süren savaş sonucu yıpranan Sasaniler'e karşı yıkıcı
zaferler elde etti. Herakleios'un seferi, Hazarlar tarafından terk edilen
Bizanslıların Rhahzadh komutasındaki
Fars orudusunu Ninova Muharebesi'nda
(627) mağlup etmesiyle doruk noktasında ulaştı. Herakleios, bunun ardından
Mezopotamya ve Batı İran'a yürüdü. Zerdüşt mabedi
Taht-ı Süleyman'ın ateşgedesini ve Adurbadagan'da
Hüsrev'in bir konutu olan Gayshawan'ı
yağmaladı. Bu esnada II. Hüsrev'in suikast sonucu öldüğü haberi kendisine
ulaştırıldı.
II. Hüsrev'in suikastını karmaşa ve iç savaş takip etti. 14 yıllık bir süreç ve II. Hüsrev'in iki kızı ve spahbod Şahrbaraz da aralarında olmak üzere üst üste tahta çıkan 12 kralın ardından Sasani İmparatorluğu oldukça zayıfladı. Merkezi otoritenin gücü generallerin eline geçti. İhtilaller serisinin ardından güçlü bir kralın ortaya çıkması için birkaç yıl geçecekti. Sasaniler eski gücüne tam anlamıyla hiçbir zaman ulaşamadı.
632 baharında, saklanmakta bulunan III. Yezdigirt (I. Hüsrev'in torunlarından biri)
tahta çıktı. Aynı yıl, ilk Arap bölükleri İran topraklarına saldırılarda
bulundu. Yıllar süren savaşlar hem İranlıları hem de Bizanslıları yormuştu.
Ekonomik düşüş, ağır vergiler, dini kargaşa, katı sosyal tabakalaşma, vilayet
derebeylerinin artan gücü ve hükümdarların sık sık değişmesi Sasanilerin daha
fazla zayıflamasına sebebiyet verdi. Bu faktörler Arap istilasını kolaylaştırdı.
Sasaniler ilk Arap ordularının tehditlerine karşı hiçbir zaman
yeterli bir direniş oluşturamadılar. Sasaniler gibi, Bizans da yakın zamanlarda
ortaya çıkan yayılmacı Araplar tarafından benzer bir tehditle burun burunaydı
ve artık rahatsız edecek konumda değildi. Buna rağmen, Yezdigirt danışmanlarının
kontrolü altında bulunuyordu ve küçük feodal krallıklara bölünmeye başlayan çok
büyük bir ülkeyi birleştirmekten acizdi. Sasanilerle Müslüman Araplar
arasındaki ilk karşılaşma 633 yılının nisan ayındaki bir savaşla
başlamıştır. Hz.Muhammed'in
seçilmiş sahabelerinden biri olan Halid bin Velid komutasındaki
disiplinli Arap ordularıyla Sasani orduları arasında 633 yılı sonuna dek dokuz
çatışma daha gerçekleşmiş ve tümü Halid bin Velid'in zaferiyle sonuçlanmıştır.
Halife Ebu Bekir'in
vefatı sonrasında bu bölgedeki komutanlık görevinden çekilmiştir. 634 yılının
ocak ayında Firaz Savaşı, arap ordularının zaferiyle
sonuçlanmıştır. Aynı yılın ekim ayında görece küçük ordular arasındaki Köprü Savaşı'nda ise
arap orduları ağır bir yenilgi almıştır.
Ömer bin Hattab'ın
halifeliği sırasında bir Müslüman ordusu 637 yılında Rüstem Farrokhzad
komutasındaki kendinden daha büyük bir orduyu Kadisiye Savaşı'nda mağlup etti
ve Tizpon'u
kuşattı. Uzun süren bir kuşatmanın ardından Tizpon düştü. Yezdigirt ardında
imparatorluğun devasa hazinesinin çok büyük bir kısmını bırakarak doğuya kaçtı.
Kısa bir süre sonra Tizpon'u ele geçiren Araplar güçlü bir finansal kaynağın
sahibi oldular. Sasaniler de kaynak sıkıntısına düştü. İmparatorluk yorgun,
bölünmüş ve etkili bir hükümetten yoksun olmasa bir araya gelen ve tek bir ordu
olarak hareket eden Sasani askeri kanadının özel atlı birlikleri olan Azadan
(Asavaran/Asatan) kastı bir ihtimal Arapları yenebilirdi. Fakat olayların hızlı
gelişmesi sonucu İmparatorlukta beliren güç boşluğunda hiçbir zaman bir araya
gelemediler. Bunun sonucu İslam fethi oldu. Bir kısım Sasani valileri güçlerini
birleştirerek İslam Ordularını püskürtmek isteseler de merkezi otoritenin
olmaması buna engel oldu ve Nihavend Savaşı'nı kaybettiler. Ordu
komuta yapısı yok olan, soylular dışında kalan tımarlı birlikleri önemli ölçüde
azalan, finansal kaynakları elinden giden ve azar azar yok edilen Sasani
İmparatorluğu, 10 yıl boyunca Arap ordularının istilasına sahne oldu.
Nihavend Yenilgisi'nin haberini alan Yezdigirt yanindaki
Fars soyluları ile birlikte kuzeyde Horasan vilayetinin
iç taraflarına kadar kaçtı. 651 yılının sonlarına doğru bir değirmenci
tarafından Merv'de suikast sonucu öldürüldü. Diğer
İran soyluları Orta Asya'ya yerleşerek bu bölgede İran kültürünü ve dilini
yayacak olan ilk yerel Fars hanedanlığı Samanileri kurdular. Samaniler İslam'ın
egemen olmasından sonra Sasani gelenek ve kültürünü yeniden diriltmeye
çalıştılar.
İranlı şair Firdevsi Sasanilerin yıkılışlarıyla ilgili olarak şöyle
der:
“ |
کجا آن بزرگان ساسانیان kocā ān bozorgān-e Sāsānīyān "Nereye gitti büyük Sasaniler? |
„ |
Sasaniler Ahamenişlerin ulaştıkları sınırlara yakın
bir imparatorluk kurdular. Başkentleri Khvarvaran vilayetinde bulunan Tizpon'du. Bu imparatorluğu idare eden Sasani
hükümdarları Şehinşah(Kralların Kralı) unvanını kullanırlardı. Merkezi idareye
hükmeden bu krallar ulusal dinin simgesi olan kutsal ateşin de koruyuculuğunu
üstlendiler. Bunun açık göstergesi, Sasani madeni paralarının yüz kısmında
taçları ile birlikte resmedilen hükümdarların, diğer yüzlerinde net şekilde
görülen kutsal ateşle adeta desteklenmeleridir. Sasani
kraliçeleri Kraliçeler Kraliçesi anlamına gelen Banebshenan banebshen unvanını
taşırlardı.
Daha küçük ölçekte, topraklar Sasani kraliyet ailesinden gelen, Şaşhrdar (شهردار) denilen küçük yöneticiler grubu tarafından da yönetilebilir. Bunlar Şehinşah tarafından denetlenir. Sasani idaresinin ayırt edici özellikleri, hatırı sayılır ölçekte merkezileştirme, hırslı bir şehir plancılığı, tarımda gelişme ve teknolojik iyileştirmelerdi. Kralın altında bulunan güçlü bir bürokrasi hükümetin çoğu işini yerine getirirdi. Bürokrasinin başı ve yardımcı başbakan "Vuzorg (Bozorg) Farmadar" 'dı. (بزرگ فرمادار) Bürokrasi içinde Zerdüşt rahibleri son derece güçlüydü. Mecusi rahip sınıfının başı, Mobadan (موبدان), başkomutanla beraber, Iran (Eran) Spahbod (ايران سپهد), "Ho Tokhshan Bod" (هوتوخشان بد) sendikal birliğinin başkanı baştüccar ve çiftçilerin de başı olan tarım bakanı "Vastrioshansalar" (واستریوشانسالار), imparatorun altında Sasani Devleti'nin en güçlü insanlarıydı.
Sasani kralı, bir devlet konseyinin de üyeleri olan bakanlarının
tavsiyeleriyle hareket ederdi. Müslüman tarihçi Mesudi, Sasani krallarının
mükemmel yönetimini, iyi düzenlenmiş siyasi politikalarını, tebaayı himaye
edişlerini ve yönettikleri toprakların refahını övmüştür.
Normal zamanlarda kraliyet babadan oğula geçerdi. Fakat, kral
tarafından daha küçük bir oğula da bırakılabilirdi. İki kere, hakimiyet
kraliçelerin kontrolüne geçti. Direkt bir varis olmadığı zaman, asiller ve
yüksek rütbeli rahipler bir hükümdar seçerdi. Ama bu seçim, kraliyet ailesinden
birisi olmak zorundaydı.[8]
Sasani asilzadeleri, eski Part klanları, Fars aristokrasi aileleri
ve hakimiyet altında bulunan toprakların asil ailelerinin bir karışımından
oluşmuştu. Part hanedanının ortadan kalkmasıyla birçok yeni asil ailesi meydana
çıktı. Bir zamanlar egemen olan Yedi Part klanının birkaçı önemini korumaya
devam etti. I. Ardeşir'in
maiyetinde, birkaç Fars ailesiyle beraber eski Arsacid ailelerinden
Suren-Pahlav ve Karen-Pahlav klanları, Varazeler ve Andiganlar büyük itibara
sahiplerdi. Ardeşir'den sonra
gelen I. Şapur, annesi tarafından
Suren-Pahlav ailesine ilişkisini göstermiş olabileceği Gondophar'ın tacını
(hilalle çevrelenmiş bir halka) sembol olarak benimsemişti. İranlı ve İranlı
olmayan bu soylu ailelerin yanında, Merv, Abarşehr, Karmania, Sistan (Sekistan), İberya (Azerbaycan'daki
Arran) ve Adiabene kralları da Şehinşah'ın
sarayında itibar gören diğer asiller olarak bahsedilir. Gerçekten, Surenlerin,
Karenlerin ve Varazelerin uzantılı toprakları yarı bağımsız devletler olarak
orijinal Sasani ülkesinin parçası oldular. Suren-Pahlavler, Sistan (Sakistan)'daki
hakimiyetlerini korudular ve bir dalları da Nişabur bölgesinin civarını kontrolleri
altında tuttular. Böylece, Sasani İmparatorluğu'nun kraliyet maiyetine katılan
asilzade aileleri, Şehinşah'a tabi olsalar bile kendi hakimiyet bölgelerinde
egemenliklerini sürdürdüler.
Genel olarak, Fars aileleri arasında Bozorgan, imparatorluk yönetiminde, sınır eyaletleri Marzban'ın (مرزبان) valiliği dahil olmak üzere en önemli mevkilere sahipti. Bu pozisyonların çoğu babadan oğula geçerdi ve tek bir aile içinde nesiller boyunca intikal edilirdi. En kıdemli Marzbanlar'a gümüş taht izni verilirken, Kafkasya gibi en stratejik sınır vilayetlerinin Marzbanlarına altın taht hakkı tanınırdı. Seferler esnasında, bölge Marzbanları mareşal olarak kabul görür, daha küçük spahbodlar sahra ordularını komuta edebilirlerdi.
Kültürel olarak, Sasaniler bir sosyal katmanlaştırma sistemi uyguladılar. Bu sistem, devlet dini olarak kurulan Zerdüştlük tarafından da desteklendi. Diğer dinlere büyük bir hoşgörü gösterildiği görülmektedir. (Bu iddia, aynı zamanda hararetli bir tartışmanın da kaynağıdır. Örnek olarak Wiesehöfer'in Ancient Persia' sına veya Cambridge History of Iran 'ın 3.cildine bakınız.) Sasani imparatorları bilinçli bir şekilde Pers İmparatorluğu'nun geleneklerini diriltmeye ve Yunan kültürel tesirini silmeye çalıştılar.
Sasani ordusu
Sasaniler zamanında Fars ordusunun (Spah) omurgasını iki
farklı ağır süvari birliği oluşturuyordu. Bunlar, Clibanarii ve
Catafraktlardır. Bu süvari gücü çocukluktan itibaren eğitilen asillerden
oluşturulurdu. Bunlar hafif süvariler, piyadeler ve okçularla desteklenirdi.
Sasani taktiklerinin merkezinde, düşmanı okçular, savaş filleri ve diğer
birliklerle bozup bölmek, böylece süvarilerilerin yararlanabileceği boşluklar
açmak bulunurdu.
Kendilerinden önce gelen Partların tersine
Sasaniler gelişmiş muhasara kuleleri geliştirdiler. Bu özellikleri,
imparatorluğun Roma'yla giriştiği, başarının şehirleri ele geçirme kabiliyetine
bağlı olduğu mücadelelerde önemli derecede yardımcı oldu. Bunun yanında,
Sasaniler kendi şehirlerini de saldırılara karşı korumak için birkaç teknik
geliştirdiler. Sasani ordusu, bazısı sadece mızrak taşımasına rağmen,
kendilerinden önce gelen Part ordusu gibi ağır süvarileri ile meşhurdu. Yunan
tarihçi Ammianus Marcellinus'un II. Şapur'un
clibanarii süvarileri hakkındaki tarifi ne kadar ağır şekilde
teçhizatlandırıldıklarını ve sadece bir kısmının mızrak taşıdığını
göstermektedir.
Bütün birlikler demire bürünmüşlerdi. Vücutlarının bütün
bölümleri kalın tabakalarla kaplıydı. Öyle teçhiz edilmişlerdi ki bükülmez
eklem yerleri uzuvlarına denk geliyordu. İnsan yüzü formları öyle maharetle
başlarına uydurulmuştu ki, bütün vücutları metalle kapanmış olduğu için
üzerlerine gelen oklar sadece, dışarıyı azıcık görecek şekilde gözbebeklerinin
tam karşısına denk gelen ya da burunlarının ucunda azıcık hava alabilecekleri
kadar bırakılan küçücük bir açıklıktan girebilirlerdi. Bunlardan mızraklı olan
bir kısmı öyle hareketsiz duruyorlardı ki, bronz mengene ve kelepçelerle
tutturulmuş olduklarını zannederdiniz.
Bizans imparatoru Mauricius Strategikon'unda Sasani ağır
süvarilerinin mızrak taşımadıklarının ve birincil silahları olarak yaylarına
güvendiklerinin altını da çizer.
Azadan (Asavaran ya da Azatan) asillerinden oluşan şövalye
kastına bağlı bir askerin maliyeti küçük bir konak ya da malikaneydi. Bu
meblayı kraldan alan asiller bunun karşılığında imparatorluğun savaş zamanı en
dikkate değer savunucularıydı.
Partlar gibi Sasaniler de Roma İmparatorluğu ile sürekli bir husumet içindeydi. 395 yılında Roma İmparatorluğu'nun bölünmesinin ardından başkenti Konstantinopolis olan Doğu Roma İmparatorluğu İran'ın birincil batılı düşmanı olarak Roma İmparatorluğu'nun yerine geçti. İki devlet arasındaki çekişmeler daha da sıklaştı. Roma İmparatorluğu'na benzer şekilde Sasaniler de komşu krallıklar ve göçebe kavimler ile sürekli bir mücadele içindeydi. Bu kavimlerin saldırıları hiçbir zaman tamamen bitirilemediyse de, tehdit eden göçebelere karşı koordineli girişilen seferler sayesinde, Sasaniler bu meselelerle Romalılardan daha başarılı şekilde başa çıkabildiler.
Batıda, Sasani sınırı büyük ve istikrarlı Roma devletiyle
bitişikti. Fakat doğuya doğru en yakın komşuları Kuşan İmparatorluğu ve Akhunlar gibi
göçebe kavimlerdi. Tus Hisarı gibi istihkamların ya
da daha sonra bir eğitim ve ticaret merkezi olacak olan Nişabur şehrinin
inşa edilmesi de doğu eyaletlerinin saldırıdan korunmasında yardımcı oldu.
Güneyde, Arabistan'ın
ortasında Bedayin Arap kabileleri, Sasani
İmparatorluğu'na ara ara akınlar düzenlediler. Hîre Krallığı (Lahmîler)
imparatorluğun merkez toprakları ile Bedayin kabilelerinin arasında bir tampon
ve Sasaniler'e bağlı bir devlet olarak kuruldu. Hîre Krallığı'nın II. Hüsrev tarafından
602'de sona erdirilmesi, daha sonra aynı yüzyılda Bedayin Araplarına karşı
nihai Sasani yenilgilerinin en büyük sebebidir. Bu yenilgiler, Sasani
İmparatorluğu'nun, İslam bayrağı altındaki Bedayin kabileleri tarafından ani
şekilde ele geçirilmesiyle sonuçlandı.
Kuzeyde Hazarlar ve
diğer Türk göçebe kabileleri imparatorluğun kuzey vilayetlerine sık sık
saldırdılar. Medlerin topraklarını
634 yılında talan ettiler. Kısa bir süre sonra, İran ordusu bunları yenilgiye
uğrattı ve geri püskürttü. Sasaniler bu saldırıları sona erdirmek için Kafkasya bölgesinde
pek çok istihkam kurdular.
Kendilerinden önce gelen Partlar gibi, Sasani İmparatorluğu da
Çin'le aktif dış ilişki yürüttü. İran elçileri sık sık Çin'e seyahat etti. Çin
belgeleri, Çin'e giden on üç adet Sasani sefareti olduğunu naklederler.
Ekonomik olarak, Çin'le yapılan kara ve deniz ticareti hem Sasaniler hem de
Çinliler açısından önemliydi. Güney Çin'de bulunan çok sayıda Sasani madeni
parası denizden yapılan ticareti doğrular.
Sasani kralları, İran'ın en yetenekli müzisyenlerini ve
dansçılarını farklı zamanlarda Çin kraliyetine gönderdi. İpek Yolu üzerinden
yapılan ticaretten iki imparatorluk da faydalandı ve bunu koruyup devam ettirme
noktasında benzer bir çaba içerisinde oldular. Orta Asya'dan geçen ticaret
yollarının korunması için ortak hareket edip, sınır bölgelerinde karavanların
göçebe kabilelerden ve eşkiyalardan korunması için karakol mevkileri
oluşturdular.
Politik olarak, ortak düşman olan Akhunlar'a karşı, Sasanilerin ve Çinlilerin
birkaç defa ittifak kurma teşebbüsünde bulunduğunu görürüz. Orta Asya'da göçebe
Türk devletlerinin verdikleri zarar üzerine, Türklerin ilerlemelerini
durdurabilmek için Çin ve Sasani Devleti arasında işbirliği olarak
adlandırılabilecek girişimleri de görürüz. Mogh dağından edinilen belgeler bir
Çin generalinin Arap saldırıları esnasında Sogdiana kralının emrinde olduğunu
da naklederler.
İran'ın Müslüman Araplar tarafından ele geçirilmesinin
ardından, III. Yezdigirt'in
oğlu Firuz birkaç
Fars asilzadesiyle beraber kaçtı ve Çin kraliyet maiyetine sığındı. Hem Firuz'a
hem de oğlu Nerseh'e (Çince nen-şie) Çin
maiyetinde yüksek derecede unvanlar verildi. En azından iki defasında,
sonuncusu muhtemelen 670 yılında, yanında giden Çin birlikleri Firuz'un Sasani
tahtına yeniden yerleşebilmesi için yardımda bulundu. Çeşitli sonuçları olan bu
olaya ait elimizde kalan birkaç nümismatik kanıta göre bu girişimlerin bir
tanesinin neticesinde Firuz kısa süreliğine de olsa Sistan (Sakestan)'ın hükümdarı oldu. Daha
sonraları Nerseh, Çin kraliyet muhafız alayının komutanlığına getirildi ve
soyundan gelenler Çin'de saygı gören prensler olarak yaşamaya devam ettiler.
Hindistan'a yayılması
I. Ardeşir tarafından
Sasanilerin İran'ı ve komşu bölgeleri güvence altına almalarının ardından,
ikinci imparator I. Şapur (240-270)
egemenliğini bugünkü Pakistan tarafında doğuya
doğru ve kuzeybatı Hindistan'a kadar
genişletti. Önceden otonom olan Kuşanlar, I. Şapur'un hükümdarlığını kabul
etmek zorunda kaldılar. Kuşanlar'ın 3. yüzyılın sonunda gerileyip 4.
yüzyılda kuzey Hindistan'daki Gupta İmparatorluğu'na
yerini bırakmasına rağmen, Sasani nüfuzunun Hindistan'ın kuzeybatısında bu
süreç zarfında etkin olduğu açıktır.
Bu zaman periyodunda, İran ve kuzeybatı Hindistan politik olduğu
kadar kültürel de olan bir etkileşim yaşadılar. Sasani uygulamaları Kuşan
sınırları içinde yayıldı. Kuşanlar, özellikle Sasani gümüş eşyaları ve tekstil
ürünlerinin üzerinde gördükleri av esnasında ya da adalet dağıtırken resmedilen
Sasani kraliyetinden etkilendiler.
Fakat, bu kültürel etkileşim Sasani dini uygulamalarını ve
tutumlarını Kuşanlar'a yaymadı. Sasaniler resmi bir dini preselizitasyon
siyasetine bağlı kalıp zaman zaman azınlık dinlerine zorla din değiştirme
zulmünü uygularken, Kuşanlar dini hoşgörü siyasetini benimsediler.
Bu zaman zarfında Hindistan ve İran arasında düşük seviyede
kültürel alışverişler de yaşandı. Örnek olarak, İranlılar Hindistan'dan satranç oyununu aldılar ve
oyunun ismini çaturanga'dan çatrang'a değiştirdiler.
Buna karşılık olarak İranlılar, Hintlere tavla oyununu
tanıttı.
Sasaniler zamanında İran
toplumu
Parthian ve Sasani toplumlarının en dikkat çekici farkı şöhretli ve etkileyici merkezileştirilmiş hükümetti. Sasani teorisine göre, ideal bir toplum, kararlılığı ve adaleti sağlayandır. Bunun için gerekli enstrüman da güçlü bir kraliyetti. İmparatorluk içinde çok sayıda farklı grubu yöneten birbirinden ayrı sosyal organizasyon sisteminden oluşan Sasani toplumu son derece kompleksti. Tarihçiler toplumun dört sınıfa ayrıldığına inanır. Bunlar, Rahipler (Atorbanan, Farsça'da آتروبانان), Savaşçılar (Arteştaran, Farsça'da ارتشتاران), Sekreterler (Dabiran, Farsça'da دبيران), ve Halk tabakası (Vasteryoşan-Hootkheşan, Farsça'da: هوتخشان-واستريوشان). Sasani kast sisteminin merkezinde, bütün asilleri yöneten Şehinşah vardır. Soylu prensler, küçük hükümdarlar, büyük mal sahipleri, ve rahipler birlikte ayrıcalıklı bir sınıf oluşturdular. Bunlara Bozorgan (بزرگان,) ya da asiller denirdi. Sosyal sistemin oldukça katı olduğu gözükmektedir. Sasani kast sistemi imparatorluktan da uzun süreli yaşayarak erken İslam döneminde de devamını sürdürdü.
İstisnai durumlarda meziyet temelinde başka bir sınıfa geçmek mümkün olsa da, bir sınıfa üye olma doğumla gelirdi. Kralın işlevi, bütün sınıfların kendi sınırları içinde kalmalarını gözetmekti. Böylece ne kuvvetli olan zayıfı ne de zayıf olan kuvvetliyi ezemeyecekti. Bu sosyal dengeyi korumak ve sürdürmek kraliyet adaletinin özüydü. Bunun da etkili bir şekilde yürütülmesi ancak kralın bütün sınıfların üstünde yüceltilmesine bağlıydı.
Daha düşük bir seviyede, Sasani toplumu ikiye bölünmüştü. Aryan fatihlerinin soyundan gelmelerinin vermiş olduğu konumu kıskançlıkla koruyan Azatan (Azadan) asilleri (آزادان) yani hürler, ve orijin olarak Aryan olmayan köylü sınıfı. Azatan, küçük konaklarda yaşayan düşük seviyeli yöneticilerden oluşan geniş bir aristokrasi kurdular. Azatan, Sasani ordusunun süvari omurgasını oluştururdu.
Sanat, bilim ve edebiyat
4. yüzyılda kurulan Gundişapur Üniversitesi, I. Hüsrev zamanında dünyanın her tarafından öğrencileri ve öğretmenleri kendine çekerek zamanının en büyük entelektüel merkezi haline geldi. Buraya gelen Nestoryan Hristiyanları, tıp ve felsefe alanlarında Yunanca'dan Syriac diline çevrilmiş çalışmaları da yanlarında getirdiler. Daha sonraları gelen Sufizmin tohumlarını ekecek olan Neoplatonistler de Gundişapur'a geldiler. Hindistan'ın, İran'ın, Suriye'nin ve Yunanistan'ın bilgi, kültür ve inançları birbirine karışarak gelişen bir terapi okulunu ürettiler.
Sanatsal açıdan Sasani dönemi İran kültürünün ve medeniyetinin en önemli
başarılarına tanıklık etti. Daha sonraları Müslüman kültürü olarak
adlandırılacak olan birçok şey, mimari ve yazı dahil olmak üzere, orijinal
olarak Fars kültüründen alındı. Zirve noktasında Sasani İmparatorluğu
Suriye'den kuzeybatı Hindistan'a kadar yayılmıştı. Ama etkisi bu politik
sınırların çok ötesinde de hissedildi. Sasani motifleri Orta Asya, Çin, Bizans
İmparatorluğu ve hatta Merovingiyan Fransası sanatına kadar ulaştı. Fakat, Sasani
sanatının konseptlerini asimile edecek ve taze bir hayat aşılayıp, onu yeni bir
dinçlikle yenileyecek olan İslam sanatı Sasani sanatının birincil varisiydi. Will Durant'a göre:
“ |
"Sasani
sanatı, formlarını ve motiflerini doğuda Hindistan, Türkistan ve Çin'e,
batıda Suriye, Küçük Asya, Konstantinopolis, Balkanlar, Mısır ve İspanya'ya ihraç etti. Belki de, bu etki, Yunan
sanatında vurgulamanın klasik representasyondan Bizans tarzı süslemeye, ve
Latin Hristiyanlık sanatında ahşap tavanlardan tuğla ve taş kemerlere,
kubbelere ve desteklemeli duvarlara kaymasına yardımcı oldu." |
„ |
Tak-ı Bostan'daki ve Nakş-ı Rüstem'deki Sasani oymaları renklidir.
Saray yüzleri de böyledir. Fakat bu boyamaların sadece izleri günümüze
kalmıştır. Yine de yazılı kaynaklar, Sasani zamanında boyama sanatının
geliştiğini açıkça göstermektedir. Peygamber Mani'nin bir ressamlık okulu
kurduğu nakledilir. Firdevsi, Sasani zenginlerinin ve nüfuzlularının
konaklarını ve malikanelerini İran kahramanlarının resimleriyle donattıklarını
anlatır. Şair El-Buhturi Tizpon'daki sarayın duvar resimlerini tasvir eder. Bir Sasani
kralı öldüğünde, kraliyet hazinesinde tutulmak üzere, zamanın en iyi ressamına
ölen kralın bir portresi yaptırılırdı.
Ressamlık, heykeltıraşlık, çömlekçilik ve dekorasyon sanatının diğer formları, dizaynlarını Sasani tekstil sanatıyla paylaştılar. İpekler, nakışlar, simli kumaşlar, şam kumaşları, duvar kilimleri, koltuk örtüleri, tenteler, çadırlar ve halılar, kölelere özgü bir sabırla dokunur ve açık sarı, mavi ve yeşil renkte ılık boyalarla kurutulurdu. Köylüler ve rahipler dışındaki bütün İranlılar kendilerinden üst sınıftakiler gibi giyinmeye heves ederlerdi. Hediyeler çoğunlukla görkemli elbiselerden seçilirdi. Asurlular zamanından beri doğuda, büyük renkli halılar zenginliğin ve servetin doğal bir parçasıydı. Tarihin dişlerinden kurtulabilen iki düzine kadar Sasani tekstil ürünü, var olan en değerli dokumalar olarak kabul görür. Kendi zamanlarında bile Sasani tekstil ürünleri hayranlık uyandırır ve Mısır'dan Uzak Doğu'ya kadar taklit edilirdi. Haçlı Seferleri zamanında Hristiyan azizlerinin kalıntılarını giydirmek ve örtmek için bu pagan ürünleri seçilmişti. Herakleios, II. Hüsrev'in (Hüsrev Pervez) Dastagirt'teki sarayını ele geçirdiğinde, zarif nakışlar ve devasa bir kilim en değerli ganimetleri arasındaydı. Hüsrev'in Baharı diye de bilinen I. Hüsrev'in (Hüsrev Anuşirvan) Kış Halısı (Bahar Mevsimi Halısı قالى بهارستان) meşhurdu. Bu halı, üzerindeki bahar ve yaz sahneleriyle kendisine kışı unutturması için dizayn edilmişti. Yakutlar ve elmaslardan dokunmuş çiçekler ve meyveler, ayrıca gümüşten yapılmış yürüme yolları, inciden yapılmış dereler altın zemin üzerine bu halıya nakşedilmişti. Harun El-Reşid, mücevheratla sık bir şekilde süslenmiş büyük bir Sasani halısıyla övünürdü. İranlılar halıları ve kilimleri hakkında aşk şiirleri yazardı.
Sasani kalıntıları üzerinde yapılan çalışmalar, Sasani kralları tarafından 100'den fazla sayıda farklı tacın giyildiğini gösterir. Bu farklı Sasani taçları, her döneme ait kültürel, ekonomik, sosyal ve tarihi durumu gösterir. Hükümdar taçları her kralın kendine has özelliklerini de yansıtır. Taçlar üzerindeki ay, yıldızlar, kartal ve avuç içi gibi farklı semboller ve işaretler tacı taşıyanın dinini ve inançlarını gösterir.
Sasani Hanedanı Akaemenid gibi Persis (Fars) vilayetinde ortaya çıktı.
Sasaniler kendilerini Hellenistik ve Parthian aradan sonra Akaemenidlerin
devamı olarak gördüler. İran'ın büyüklüğünü yeniden ortaya çıkarmanın kaderleri
olduğuna inandılar.
Sasaniler, Akaemenid Hanedanı geçmişlerinin görkemini yeniden
canlandırırken sadece taklit ediyor değillerdi. Bu dönemin sanatı, belli açılardan
İslam sanatının anahtar özelliklerinin öncülüğünü de yapacak şekilde şaşırtıcı
bir güçtedir. Sasani sanatı geleneksel İran sanatının örneklerini Hellenistik ögeler
ve etkilerle birleştirdi. Pers İmparatorluğu'nun Büyük İskender
tarafından fethedilmesi, Hellenistik sanatın
Batı Asya'ya doğru yayılmasını başlattı. Doğu bu sanatın dış formunu kabul etse
de ruhunu gerçekte asla asimile etmedi. Hellenistik sanat, Yakın Asya'nın
insanları tarafından Partian döneminde zaten özgürce yorumlanıyordu. Sasani
dönemi boyunca buna karşı bir reaksiyon vardı. Sasani sanatı İran'a özgü yerel
gelenekleri ve formları yeniden canlandırdı. İslam döneminde bunlar Akdeniz
sahillerine kadar ulaştı. Fergusson'a göre:
“ |
İran, Sasanilerin gelmesiyle uzun süredir yabancısı olduğu güce ve istikrara yeniden kavuştu… Ülke içindeki güzel sanatlardaki gelişme, refahın ve Akaemenidlerin yıkılmasından sonra unutulan güvenliğin geri geldiğini gösterir. |
„ |
Ayakta kalan saraylar, Sasani krallarının nasıl bir görkem
içinde yaşadığını gösterir. Firuzabad,
Fars'taki Bişapur ve Irak'ta bulunan Khvarvaran'daki başkent Tizpon sarayları
bunun örnekleridir. Yerel geleneklerin yanında, Parthian mimarisi de Sasani
mimari karakterini etkiledi. Hepsinin ayırıcı özelliği Partian döneminde ortaya
çıkarılan kemer ivanlardır. Sasani döneminde, özellikle Tizpon'da olmak üzere
bunlar devasa boyutlara ulaştı. I. Şapur'un
hükümdarlığı (241-272) dönemine atfedilen bu sarayın kubbeli salonunun kemeri 24
metreden daha geniştir ve yüksekliği de 36 metreyi bulur. Bu mükemmel yapı
takip eden yüzyıllardaki mimarları büyülemiş ve İran mimarisinin en önemli
örneklerinden biri olarak kabul edilmiştir. Firuzabad'da
olduğu gibi sarayların büyük bir kısmı, üzerinde kubbe bulunan bir iç kabul
salonu barındırır. İranlılar, kare bir binanın üzerine çember şeklinde bir
kubbe inşa etme problemini, payanda kemerleri (köşe kemerleri) kullanarak veya
kareyi her bir köşesinden karşılıklı kemerler inşa ederek böylece üzerine bir
kubbe koymaya müsait hale gelecek şekilde sekizgene çevirerek çözdüler.
Firuzabad'daki sarayın kubbeli odası, payanda kemeri kullanımının ayakta kalan
örneklerinden en eski olanıdır. Bu da, bu mimari tekniğinin İran'da icat
edilmiş olabileceğini gösterir.
Sasani mimarisini diğerlerinden ayıran özelliği boşluğu kullanım
şekliydi. Sasani mimarı binasını kütleler ve yüzeyler olarak tasarlardı.
Böylece devasa tuğla duvarların kullanılması kalıp ya da oyma alçılarla dekore
edilirdi. Bişapur'da alçı duvar dekorasyonları görülür. Ama, Rayy
yakınlarındaki Çal Tarkhan'da (tarih olarak geç Sasani ya da erken İslam
dönemi), Tizpon'da ve Mezopotamya'daki Kiş'te daha iyi örnekleri korunmuştur. Paneller
üzerinde ufak kabartma dairelerde görülen hayvan figürleri, ayrıca insan
büstleri ve geometrik ve çiçekli motifler bulunur.
Bişapur'da, yerlerin bir kısmı, resmi ziyafetler gibi şölenleri
gösteren mozaiklerle dekore edilmiştir. Bura da Roma etkisi açıktır. Mozaikler
Romalı esirler tarafından yerleştirilmiş olabilir. Binalar da duvar resimleri
ile dekore edilmişti. Güzel örnekleri özellikle Kuh-i Khwaca'da (Sistan'da)
bulunmuştur.
Sasaniler döneminde İran endüstrisi evcil formlardan kentsel formlara doğru gelişti. Sayısız lonca vardı. Hatta bazı şehirlerde devrimci proletarya da vardı. İpek dokumacılığı Çin'den geldi. Sasani ipekleri her yerde aranır oldu. Bu ipekler, Bizans'ta, Çin'de ve Japonya'da tekstil sanatına örnek oldular. Çinli tüccarlar, Serif gibi gelişen İran limanlarına geldiler, ham ipek satıp kilim, mücevherat ve allıklar satın aldılar. Ermeniler, Suriyeliler ve Yahudiler İran'ı, Bizans'ı ve Roma'yı yavaş bir değiş tokuşla birbirine bağladılar. İyi şekilde korunan yollar ve köprüler devlete ait devriyelerin ve ticaret kervanlarının Tizpon'u diğer vilayetlere bağlamasına yardımcı oldu. İran Körfezi'nde Hindistan'la yapılan ticareti kolaylaştırmak için limanlar inşa edildi.Sasani tüccarları geniş alanlara ve uzak diyarlara yayılarak Romalıları karlı Hindistan okyanus ticareti yollarından uzaklaştırdılar. Yakın zamanda yapılan arkeolojik bulgular ilginç olayları gün yüzüne çıkarmıştır. Buna göre, Sasaniler, markalarını tanıtmak ve farklı kalite gruplarını belirtmek için mallarının üzerinde özel ticari etiketler kullandılar.
I. Hüsrev zaten geniş olan ticaret ağını daha da büyüttü. Sasaniler böylece ticaret üzerinde monopolistik bir kontrole yöneldiler. Bunun nedenleri, lüks malların ticarette hiçbir zaman olmadığı kadar önemli bir rol oynamaya başlaması ve Sasanilerin liman, kervansaray, köprü inşaatı gibi aktivitelerini hızlandırmaları ve bunların ticaretle ve kentleşmeyle ilişkilendirilmesidir. İranlılar, ara sıra Bizanslılarla girişilen rekabet kızışsa da, Hüsrev zamanında hem Hint Okyanusu'nda hem de Orta Asya'da ve Güney Rusya'da uluslararası ticarete egemen oldular. Umman ve Yemen'deki Sasani yerleşkeleri Hindistan'la yapılan ticaretin önemine tanıklık eder. Fakat Çin'le yapılan ipek ticareti Sasani tebaasının ve İran'ın halkı olan Sogdianların ellerindeydi.
Sasanilerin en önemli ihraç malları, ipek, yünlü ve altın tekstil ürünleri, halılar ve kilimler, deri ve İran Körfezi'nden gelen incilerdi. Bunların yanında, Çin'den gelen kâğıt ve ipek, Hindistan'dan gelen baharatlar, Sasani gümrüklerinde vergiye tabi olduktan sonra imparatorluk üzerinden Avrupa'ya yeniden ihraç edilirdi.
Bu devir aynı zamanda metalürjik üretimde bir artışa da tanıklık etti. Böylece İran "Asya'nın silah deposu" namını da kazandı. Sasani maden merkezlerinin çoğu imparatorluğu saçakları olan Ermenistan, Kafkaslar ve hepsinden önce Transoksanya'dadaydı. Sasani İmparatorluğu'nun doğu sınırında yer alan Pamir Dağları'nın olağanüstü derecedeki mineral zenginliği, bir İranlı kavim olan Tacikler arasında bir efsanenin doğmasına sebep olmuştur. Buna göre, denilir ki, Tanrı dünyayı yaratırken, Pamirler üzerinde tökezledi ve mineral kavanozlarını düşürerek bölgeye yaymış oldu.
Din
Zerdüştlük
Sasani Devleti'nin dini Zerdüştlük'tü (Zoroastrianizm). Fakat
bunun, Zerdüştlük'ün kutsal kitapları olan Avesta'da ortaya koyulan uygulamalarla
arasında gözle görülür oranda farkları vardı. Sasani Zerdüşti ruhban sınıfı,
dini kendilerine uygun gelecek şekilde değiştirmiş bu da önemli derecede dini
huzursuzluğa sebep olmuştu. Sasani dini politikaları çok sayıda dini reform
hareketlerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Bunların en önemlileri Mani ve Mazdak dinleridir.
Aşırı ve keskin bir dualizm Zerdüştlük'ün en göze
çarpan özelliğini oluşturdu. Ahura Mazda'nın ve Ehrimen'in, iyiliğin ve kötülüğün
ana kaynaklarının, ikiz oldukları ve "başlangıçta yaşamı ve ölümü yaratmak
ve dünyanın nasıl olacağını karara vermek için bir aray geldikleri" açık
şekilde deklare edilirdi. Birinin varlığının diğerine karşı bir önceliği ve
kararlaştırılmış üstünlüğü yoktu. İkisi yaşıt olarak zamanın başlangıcından
beri birbiriyle mücadele ederlerdi. Bunun da sonsuza kadar süreceği kesindi.
Herhangi biri de diğerini mağlup edemeyecekti.
Bu iki ana kaynak, şahıslar olarak gösterilirdi. Ormazd, "hayatın yaratıcısı, dünyevi ve manevi, semavi gökcisimlerini, yeryüzünü, suyu ve ağaçları yapan"dı. Aynı zamanda "iyi", "kutsal", "saf", "gerçek", "Kutsal İlah", "Mukaddes", "Hakikatin Özü", "bütün gerçeğin babası", "her şeyin en iyisi", "saflığın efendisi"ydi. "Sağlık, zenginlik, erdem, bilgelik, ölümsüzlük" gibi bütün nimetlere sahip olduğu için alabildiğine "mutlu"ydu. İnsan tarafından sahip olunan bütün iyilikler ondan gelirdi. Erdem sahiplerine ve dindarlara sadece dünyevi kazanç değil, kıymetli ruhani hediyeler, hakikat, adanmışlık, "salim bir kafa", sonsuza kadar sürecek mutluluk da bağışlardı. İyiyi ödüllendirdiği gibi kötüyü de cezalandırırdı. Fakat cezalandırıcı oluşu nadiren gösterilen bir özelliğiydi.
Zerdüştlük ibadeti, ateş tapınakları ve sunaklarıyla yakından ilintiliydi. İmparatorluğun her tarafında bütün önemli şehirlerde bir ateş tapınağı mutlaka bulunurdu. Bunların içinde, semadan yakıldığına ve asla söndürülemez olduğuna inanılan bir ateş, rahipler tarafından aralıksız sürdürülürdü. Ateş sunakları da büyük ihtimalle tapınaklardan bağımsız olarak var oldular. Müstakil duran bir ateş sunağına, Sasani tarihi boyuncu tedavüldeki paraların diğer yüzünde olacak kadar önem verildi. İçinden bir ateş yükselirken, bazense alevin içinde bir kafa şeklinde resmedildi. Gövdesi, kurdele çelenkiyle süslü olurdu. Diğer yüzünde, koruyucu ya da kulluk edenler olarak, bazen alevi seyreden, bazense ondan dönük vaziyette görünüşe göre dış düşmanlara karşı onu koruyor şekilde iki kişi gösterilirdi.
Zerdüştlüğün yanında diğer dinler özellikle Yahudilik,
Hristiyanlık ve Budizm Sasani toplumunda yer edindiler. Büyük oranda, özgürce
uygulanmalarına ve inançlarını vaaz etmelerine izin verildi. İsfahan, Babil ve Horasan gibi şehirlerde
yükselen merkezleriyle, ve yarı-otonom Exilarchate liderliği
ile Mezopotamya'da, çok
büyük bir yahudi cemaati Sasani egemenliği altında gelişti. Bu cemaat,
Siyonizm'in ortaya çıkışına kadar gelişmeye devam etti. Yahudiler
sadece nadiren eziyet gördüler. Nispeten dini bir özgürlük yaşadılar. Diğer
dini azınlıklara verilmeyen ayrıcalıklardan faydalandılar. I. Şapur (Aramice'de Şabur Malka) Yahudilerin özellikle
bir dostuydu. Şmuel'le olan arkadaşlığı Yahudi cemaati için çok sayıda avantaj
sağladı. Hatta,
bir eşeğe ya da katıra bineceği düşünülen, gelmesi beklenen Mesih için onlara
iyi bir Nisaen atı da sundu. Annesi
yahudi olan II. Şapur'un Raba isimli Babilli
bir hahamla benzer bir arkadaşlığı vardı. Raba'nın II. Şapur'la olan bu
arkadaşlığı, İran İmparatorluğu içinde yahudilere karşı uygulanan baskıcı
kanunlardan bir rahatlama sağlamasına imkân verdi. Bundan başka, imparatorluğun
doğu parçasında, Budizmin bölgede yavaş yavaş daha popüler olmasıyla beraber,
Budistlere ait farklı ibadet yerleri, özellikle Bamyan Şehri'nde (Bamiyan)
aktif olarak yer aldı.
Tarihinin bu noktasında İran'da yaşayan Hristiyanlar,
Hristiyanlığın Nestoryan ve Yakobit Ortodoks Kilisesi dallarına
aittiler. Bu mezhepler, aynı sırayla, Doğu Assirian Kilisesi ve Syriak Ortodoks
Kilisesi olarak da bilinirler. Bu kiliseler orijinal olarak Roma
İmparatorluğu'ndaki Hristiyan kiliseleriyle bağıntılı olmalarına rağmen,
aslında onlardan oldukça farklıydılar. Bunun en önemli nedenlerinden
biri, Nasturilerin ve
Yakobitlerin kilise dilinin Aramice olmasıdır.
İsa zamanında Yahudiye ve Celile'deki
Yahudilerin dilleri de Aramiceydi. Bu dil Roma İmparatorluğunda yaşayan
Hristiyanların büyük çoğunluğu tarafından kullanılmazdı. Onlar çoğunlukla Latince, Koine Yunancası ve Kıpti dillerini konuşuyorlardı.
Pers İmparatorluğu'ndaki kiliselerin
Roma İmparatorluğu'ndaki muadilleri ile bu tür yakın bağlar kurmamasının bir
nedeni de bu iki büyük imparatorluk arasında sürekli devam eden bir rekabetin
yaşanmasıydı; ve sık sık, İran Hristiyanları (çoğunlukla yanlış yere),
Romalılara karşı yakınlık göstermekle suçlanırdı. Bu, özellikle Roma İmparatoru
I.Theodosius'un Hristiyanlık'ı Romalıların devlet dini olarak deklare etmesinin
ardından yaşandı.
431 yılındaki Efes Konsulü'nin ardından,
İran'daki Hristiyanların büyük çoğunluğu Roma İmparatorluğu'ndaki kiliselerle
bağlarını tamamen kopardı. Bu konseyde, Suriye/Assirian kökenli bir ilahiyatçı
ve Konstantinopolis'un patriği olan Nestorius,
Hristoloji'den farklı bir bakış açısı ortaya koydu. Bu yeni bakış açısı, Rum,
Romalı ve Koptik Hristiyanların çoğu tarafından reddedildi ve dinden çıkmaya
sebep sayıldı. Nestorius'un öğretisindeki farklılıklardan bir tanesi, Meryem'i
İsa Mesih'in "Theotoks" annesi ya da Tanrı'nın Annesi olarak kabul
etmeyi reddetmesiydi. Assirian Kilisesi, yine de, diğer kiliselerle görüş
ayrılığına düştü ve Nestorius'un öğretilerini kınamayı reddetti.
Nestorius en sonunda tartışmayı kaybetti
ve patriklikten azledildi. Takipçilerinden bir kısmıyla Sasani İran Krallığı'na
kaçmaya zorlandı. Burada İran topraklarına yerleşmesine izin verildi. Kendisi
ve takipçileri Mezopotamya'daki Assirian Kilisesi'ne kabul edildiler. Birkaç
İran imparatoru, İran'daki katoliklik yanlısı ruhban sınıfının en önemlilerini
elimine ederek ve yerlerine Nestoryanların geçmesini sağlayarak Nestorius'un
Assirian Kilisesi içindeki pozisyonunu, ki Fars İmparatorluğu'ndaki
Hristiyanların büyük çoğunluğu bu kiliseye aitti, kuvvetlendirip bu fırsatı
değerlendi. Bu, bu Hristiyanların yegane bağlılıklarını İran İmparatoru'na
göstermelerini temin etmek içindi.
Sasani İmparatorluğu'nun Hristiyanlarının büyük çoğunluğu özellikle Mezopotamya olmak üzere imparatorluğun batı sınırlarında yaşıyordu. Fakat, Tylos Adası'nda (günümüz Bahreyn'i), İran Körfezi'nin güney sahili, Arap krallığı olan Lahmîlerin bölgesi ve Ermenistan'ın İran'a dahil olan kısmında da önemli topluluklar vardı. Bu bölgelerin bazısı en önce Hristiyanlaşacak olanlardı. 301 yılında, Ermenistan dünyadaki ilk bağımsız Hristiyan devleti oldu. Aslında Assirian topraklarının bir kısmı daha önce 3. yüzyıl süresince Hristiyanlaşmıştı fakat hiçbir zaman bağımsız ulus olmadılar.
Pers İmparatorluğu'nda yaşayan Hristiyanların büyük bir kısmı,
çoğunluğu oluşturan Hristiyan etnik gruplarının birkaçına aittiler. Bu
gruplardan bazıları, Assirianlar, güney Mezopotamya'nın Arapları, Ermeniler, ve
ek olarak Monofisite Syriakları gibi daha küçük bazı etnik gruplardı. Bu
sonuncu grup, Roma İmparatorluğu ile girişilen çok sayıda mücadele neticesinde
İran'a savaş esirleri olarak getirildiler. Etnik Farslılar ve imparatorlukta
ikamet eden diğer etnisiteler arasında din değiştirmeler da yaşandı. Bunlardan
bir kısmı, Hristiyanlığa dönen bazı küçük Kafkas kabileleridir.
Sasanilerin etkisi yok olmalarından çok sonraları bile devam
etmektedir.
Avrupa'da
Sasaniler Roma medeniyetini gözle görülür bir şekilde etkilemiştir. Roma ordusunun karakteri İran ordusunun metodlarından etkilenmiştir. Sasanilerin Tizpon'da hükümdar sarayında uyguladıkları krallık törenleri Roma İmparatorluk otokrasisi tarafından değiştirilerek taklit edilmiş, Romalıların törenlerinin de modern Avrupa'nın saraylarındaki tören geleneklerine etkisi olmuştur. Avrupa diplomasisinin resmi adetlerinin kaynağı, İran hükümetleriyle Roma İmparatorluğu arasındaki diplomatik ilişkilere atfedilir.
Orta Çağ'daki Avrupa şövalyeliğinin prensipleri (ağır zırhlı süvari sınıfı) birçok benzerliğe sahip Sasani süvari sınıfına (Azadan/Asavaran soylular sınıfına) kadar götürülebilir.
Hindistan'da
Sasani İmparatorluğu'nun yıkılmasının ardından, İslam'ın Zerdüştlüğün yerine geçmesiyle birlikte, Zerdüştler artarak baskı altına alınan bir azınlık haline geldi ve bir kısım Zerdüşt göç etmeyi tercih ettiler. Kıssa-yı Sencen'e göre bu mültecilerin bir grubu şu an Gucerat, Hindistan diye bilinen yere yerleştiler. Burada onlara eski geleneklerini devam ettirme ve inançlarını koruma hakkı tanındı. Bu Zerdüştlerin soyundan gelenler şu an Parsiler olarak bilinmektedir ve Hindistan'ın gelişmesinde önemli rol oynamışlardır. Günümüzde Hindistan'da 70,000 civarında Parsi vardır.
Parsiler, Zerdüşt olarak Sasaniler
zamanında oluşturulan dini takvimin bir çeşidini kullanmaktadırlar. Bu takvim
hala 632 yılında olduğu gibi yılları III. Yezdigirt'in tahta
çıkmasından itibaren sayar.
226–241: I. Ardeşir'in
hükümdarlığı:
·
224–226: Part İmparatorluğu'nun yıkılması.
·
229–232: Roma'yla savaş
·
Mecusilik'in resmi din olarak yeniden
canlandırılması.
·
Zend Avesta olarak bilinen yazılar toplanıp birleştirildi.
241–271: I. Şapur hükümdarlığı:
·
241–244: Roma'yla ilk savaş.
·
258–260: Roma'yla ikinci savaş. Roma imparatoru Valerian'ın
Edessa Savaşı'nda ele geçirilmesi.
·
215–271: Mani, Maniheizm'in
kurucusu.
271–301: Hanedan mücadelesiyle geçen bir dönem.
309–379: "Büyük" II. Şapur hükümdarlığı:
·
337–350: Nispeten az başarı getiren Roma'yla ilk savaş.
·
358–363: Roma'yla ikinci savaş. Büyük galibiyetler,
imparatorluğun doğu ve batı sınırlarını genişletti.
399–420: "Günahkar" I. Yezdigirt hükümdarlığı:
·
409: Hristiyanlara açıkça ibadet etme ve kilise inşa etme izni
verilir.
· 416–420: Yezdigirt'in eski kararını feshetmesi ve Hristiyanların zulme uğraması.
420–438: V. Behram'ın hükümdarlığı:
·
420–422: Roma'yla savaş.
·
424: Dad-İşu Konseyi, Doğu Kilisesi'nin Konstantinopolis'ten
bağımsız olduğunu ilan etti.
438–457: II. Yezdigirt hükümdarlığı:
·
441: Roma'yla savaşta başarı.
·
451: Ermeni başkaldırısı Vartanantz Savaşı'nda
bastırıldı.
483: Hristiyanlara Hoşgörü Fermanı verildi.
491: Ermeni Kilisesi Kalkedon
(Kadıköy) Konsulünü tanımadı:
·
Nestoryan Hristiyanlığı Sasani Devleti'nde
egemen Hristiyan mezhebi oldu
531–579: I. Hüsrev hükümdarlığı,
"ölümsüz ruhla" (Anuşirvan)
533: Roma İmparatorluğu ile
"Sonsuz Barış Antlaşması".
540–562: Roma İmparatorluğu ile savaş.
590–628: II. Hüsrev hükümdarlığı
603–628: Roma İmparatorluğu ile
savaş.
·
Ronikanes'in yaşadığı dönem
·
Suriye, Filistin, Mısır ve Anadolu'da fetihler
·
İran Romalılar tarafından yenilmeden önceki Ahameniş Hanedanı sınırlarına hemen hemen
geri döndü.
610: Araplar Sasani ordusunu Thi Qar (Dhu-Qar) Savaşı'nda yendi.
626: Avarlar ve
İranlılar tarafından başarısız Konstantinopolis kuşatması.
627: Roma İmparatoru Herakleios Assyria ve Mezopotamya'yı işgal
etti.
·
İranlıların Nineveh Savaşı'nda birleşik Bizans güçleri
tarafından kesin mağlubiyet edilmesi.
628–632: Birden fazla hükümdarın kaotik dönemi.
632–642: III. Yezdigirt hükümdarlığı.
636: İran'ın Müslümanlar tarafından fethi sırasında Kadisiye Savaşı'nda Sasanilerin kesin
mağlubiyeti.
642: İran ordusunun Nihavend'de
yok edilmesiyle Arapların son zaferi.
651: Son Sasani hükümdarı III. Yezdigirt, Merv'de (bugünkü Türkmenistan)
öldürüldü, hanedan sona erdi. Oğlu Firuz ve diğerleri Çin'e sürgüne
gitti.
0 Yorum:
Yorum Gönder